Sahih-i Buhari
...
(61) Kitāb: Peygamberin (ﷺ) ve Ashabının Faziletleri ve Meziyetleri
(61) ...
Ebu Hureyre r.a.'dan dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Övünmek ve kibirlilik çöllerde yaşayan, deve sahibi, çığırtkan bedevilerde görülür. Ağır başlılık ve sükunet koyun sahiplerinde olur. İman da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir." Ebu Abdullah dedi ki: Yemen'e bu adın veriliş sebebi Ka'be'nin sağında oluşundan, Şam'a da bu adın verilişi Ka'be'nin solunda oluşundan dolayıdır. Meş'eme, meysera (solda olmak) demektir; el-yedu'l-yusra eş-şu'ma (sol ei) demektir. Sol tarafa da el-eş'em denilir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Rahman, Rahim Allah'ın Adıyla. Menakıb (Menkıbeler}." Buhari, bölüm ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in başından sonuna kadar bütün hallerilkonumları ile ilgili ne varsa, bir araya getirmek suretiyle Nebi efendimizin tercümesini kaydetmek istemiştir. Bu sebeple önce onun neseb-i şerifi ile ilgili olan hususları sözkonusu ederek onun mukaddimeleri durumunda bazı hususları sözkonusu etti. Neseblerle alakası olan bazı şeyleri zikrettikten sonra kabileler ile ilgisi olan hususları dile getirdi. Sonra da cahiliye davasını gütmeyi yasaklayan buyrukları kaydetti. Arkasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in niteliklerini, şemailini, mucizelerini sözkonusu etti, ondan sonra da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in faziletlerini sözkonusu etti. Bunun arkasından da hicretten önce onun halleri ve Mekke'de başından geçen olayları kaydetti. Nebi olarak gönderilişini, Ashab-ı Kiram'ın Müslüman oluşlarını, Habeşistan'a hicreti, miracı, ensarın heyetlerini, Medine'ye hicreti zikretti. Daha sonra kendi kanaatine göre Nebi efendimizin gazvelerini sırasıyla sözkonusu etti, sonra da onun vefatına dair rivayetleri kaydetti. İşte bu, bahsin sonu olup, bu da Nebilerin tercümeleri kapsamındadır. Onların tercümelerini de Nebilerin sonuncusu ile sona erdirmiş bulunmaktadır. "Aziz ve ce iii olan Allah'ın: "Ey insanlar! Muhakkak biz sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık" ayeti ile, bu ayet-i kerimenin ihtiva ettiği Allah'ın nezdindeki menkıbenin (öğünmeye değer halin), ancak takva ile olduğuna işaret etmektedir. Takva, kişinin Allah'ın itaati gereği olan işleri yapması, ona masiyet olan işlerden de uzak durmasıdır. Ahmed, el-Haris ve İbn Ebi Hatim, Ebu Nadra yoluyla şunu rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Mina'da bir deve üzerinde iken irad ettiği hutbesinde hazır olanların bana anlattığına göre o şöyle buyurmuştur: Ey insanlar, şüphesiz sizin Rabbiniz birdir ve elbette babanız da birdir. Şunu bilin ki Arap olanın arap olmayana, siyahi olanın kırmızı teniiye takva dışında hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah nezdinde sizin en hayırlınız en takvalı olanınızdır." "Tanışasınız diye" buyruğu nesep yoluyla biriniz diğerini tanısın, filan oğlu filan ve filan oğlu filan desin diye, demektir. "Yüce Allah'ın: "Kendi adına birbirinizden isteklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağını koparmaktan sakının" buyruğu hakkında İbn Abbas dedi ki: Yani akrabalık bağını koparmaktan sakının, akrabalık bağını gözetin. Bu ayetin sözkonusu edilmesinden maksat, nesebin de bilinmesinin gerekli olduğuna işaret etmektir. Çünkü bu bilgi ile gözetilmeleri emrolunan akrabalar tanınmış olur. İbn Hazm "Kitabu'n-Neseb" adlı eserinin mukaddimesinde nesep ilminin bilinmesinin faydasız, bilinmemesinin de zararsız olduğunu iddia edenlerin kanaatlerini reddeden bir bölüm yazmıştır. Burada nesep ilminde herkes için bilinmesi farz (-I aynı ayn, farz-ı kifaye ve müstehap olan hususlar bulunduğunu açıklamış ve şöyle demiştir: Bunlar arasında Muhammed Resulullah sallalltıhu aleyhi ve sellem'in, Abdullah'ın oğlu ve Haşim oğullarından olduğunun bilinmesi de vardır. Onun Haşimoğullarından olmadığını iddia eden bir kimse kafirdir. Halifenin Kureyş'ten olması gerektiğini de bilmelidir. Kendisi ile evlenilmesi haram olan akrabalığı bulunan kimseleri de bilmeli ki, onlardan kendisine evliliği haram olan kimselerle evlenmekten sakınabilsin. Ayrıca kendisinden miras alan yahut da ona iyilik yapmak suretiyle akrabalık bağını gözetrnek, nafakasını vermek ya da yardım etrnek gibi kendisiyle yakınlığı bulunanları da bilmesi, müminlerin annelerini ve onları nikahlamanın müminlere haram olduğunu, ashab-ı kirarnı ve onları sevmenin istenen bir şeyolduğunu bilmesi de gerekir. Onlara karşı iyilikte bulunup güzel davranması için Ensarı da tanımalıdır. Çünkü bu hususta (nebevi) vasiyet sabit olmuştur. Diğer taraftan onları sevmek bir imandır, onlara buğzetmek de bir münafıkliktır. (İbn Hazm devamla) dedi ki: Fukaha arasında cizye ve köleleştirme konularında Arap olanlarla olmayanlar arasında fark gözetenler vardır. Bu kanaatte olanların nesep ilmine olan ihtiyaçları daha da ileri derecededir. Aynı şekilde cizye hususunda ve zekatın arttırılması konusunda Tağlib oğulları hristiyanları ile başkaları arasında fark bulunduğu kanaatinde olanlar için de durum böyledir. Ömer radıyalltıhu anh'ın divan ile ilgili tespitleri ancak kabileiere göre olmuştu. Şayet neseb ilmi olmasaydı bunu yapamazdı. Bu hususta Osman, Ali ve başkaları da onun izinden gitmiştir. "Mudar" Nizarlın oğludur, o Mead'ın, o Adnan'ın oğludur. Adnan ile İbrahim'in oğlu İsmail arasındaki neseb hususunda -ileride geleceği gibi- ihtilaf vardır. Nebi sallalltıhu aleyhi ve sellern'den Adnanla kadar olan soyunda ise ittifak vardır. İbn Sa'd, et-Tabakat adlı eserinde şunları söylemektedir: Bize Hişam el-Kelbi anlattı, dedi ki: Ben henüz küçük bir çocuk iken babam bana Nebi sallalltıhu aleyhi ve sellem'in nesebini öğreterek dedi ki: Muhammed Abdullah'ın, o Abdulmuttalib'in -ki o da Şeybe el-Hamd'dır-, o Haşim'in -adı Amr'dır-, o Abd-i Menarın -adı el-Muğire'dir-, o Kusayy'ın -adı Zeyd'dir-, o Kilab'ın, o Murre'nin, o Ka'b'ın, o Lueyy'in, o Galib'in, o Fihr'in oğludur. Kureyş'in tümü ondan gelir. Nesebi daha yukarıda olanlar Kureyşli değil, onlar Kinanelidir. (Fihr) Malik'in, o en-Nadr'ın -adı Kays'tır-, o Kinane'nin, o Huzeyme'nin, o Müdrike'nin -adı Amr'dır-, o İlyas'ın, o Mudar'ın oğludur. "Cahiliye döneminde hayırlıları İslam'da da hayırlılarıdır." Allah Resulünün: "Fıkhetmeleri şartıyla" buyruğunda İslam dolayısıyla elde edilen şerefin dinde derinlemesine bilgi (tefakkuh) ile olmadıkça tamamlanmayacağına işaret edilmektedir. Hayırlı oluş, şeref ve buna benzer vasıflardan maksat ise kerem, iffet, hilim ve benzeri güzel huylara sahip olmaktır. Buna karşılık cimrilik, hayasızlık, zulüm ve benzeri kötü huylardan da sakınmak demektir. "Bu hususta insanların en hayırlılarının ... göreceksiniz." Bu husustan kasıt, yöneticilik ve emirlik makamlarıdır. "Bu işten en çok hoşlanmayanları olduğunu göreceksiniz" buyruğu da şu demektir: Yöneticilik konumuna gelmek, bu işte ki zorlukları yüklenmek bakımından hoşlanılmayan bir şeydir. Akıl ve dine bağlılık gibi niteliklere sahip olan bir kimse ise bu işten daha ileri bir derecede hoşlanmaz. Çünkü yönetici olunması halinde, adalet ile uygulamanın zorluklarıyla, insanları zulmü ortadan kaldırmaya itmenin sıkıntıları ile karşı karşıya kalınır. Diğer taraftan bu görevde olan kimseden yüce Allah hem kendisinin, hem kullarının haklarını yerine getirmesini ister. Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimsenin hayırlı birisi olduğu ise açıkça anlaşılan bir konudur. (3496 numaralı hadisteki): "Bu işin içine düşünceye kadar" ibaresinden ne anlaşıldığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Bunun, emir olmak isteyen bir kimse, bu göreve getirilecek olursa bu işten hoşlanmayışının ortadan kalkacağını görecektir. Çünkü o, bu görevinde yüce Allah'ın kendisine yardım ettiğine inanır ve böylelikle bu göreve gelmeden önce korktuğu şey (olan dinine zarar gelmesi) hususunda güvenliğe erişir. İşte selef-i salihten yöneticiliği devam ettirmeyi sevenlerin onu sevmesinin sebebi budur. Seleften olup, böyle bir görevden uzaklaştırılan kimseler de açıkça yöneticiliğe getirilmekten dolayı sevinmediğini, fakat azledilmesinin de hoşuna gitmediğini açıkça ifade etmiştir. "İnsanlar Kureyş'e tabidirier." Bunun emir anlamında haber olduğu söylenmiştir. Buna da bir başka rivayetteki: "Kureyş'i öne geçiriniz, fakat siz Kureyş'in önüne geçmeyiniz" ifadesi buna delil teşkil etmektedir. Bunu da Abdurrezzak sahih bir senedie rivayet etmiş olmakla birlikte mürseldir, fakat şahitleri de vardır. "Kafir olanları Kureyş'in kafirlerine tabidir." Bunun doğru olduğu fiilen ortaya çıkmıştır. Çünkü Araplar, cahiliye döneminde Kureyşlileri Harem bölgesinde kalmaları dolayısıyla tazim ediyordu. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Nebi olarak gönderilip, Allah'a çağırınca Arapların çoğu ona uymakta terreddüt etti ve kavminin neler yapacağını bekleyip görmek istediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'yi fethedip, Kureyşliler Müslüman olunca Araplar da onlara uydu ve Allah'ın dinine gruplar halinde girdiler. Nübuwet hilafeti de Kureyşliler arasında devam etti. Böylelikle Arapların kafirlerinin, Kureyş'in kafiderine tabi olduğu, Müslümanlarının da Kureyş'in Müslümanlarına tabi olduğu gerçeği ortaya çıkmış oldu. "İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir." Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre imanın nispetinin Yemen'e olduğudur. Bununla neyin kastedildiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir açıklamaya göre bu, imanın Mekke'ye nispet edilmesi demektir. Çünkü imanın başlangıç noktası arasıdır. Mekke de Medine'ye nispetle Yemenli sayılır. Bir başka açıklamaya göre maksat, imanı hem Mekke'ye, hem de Medine'ye nispet etmektir. Her ikisi de Şam'a nispetle Yemenlidirler. Çünkü bu sözü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Tebuk'te iken söylemiştir. Bunu da Cabir r.a.'ın rivayet edip Müslim'in zikrettiği şu hadis desteklemektedir: "İman Hicazlılar arasındadır." İbnu's-Salah ise buna karşı olarak şöyle demektedir: Bununla birlikte sözün zahirine göre anlaşılmasında bir man i yoktur. Buna göre de maksat, Yemenlilerin diğer meşrıklılardan daha faziletli olduğunu belirtmektir. Buna sebep ise onların Müslümanlara fazla zorluk çıkartmadan imana boyun eğişleridir. Oysa Maşrık halkı ve diğerleri böyle olmamıştır. İfadenin zahirine uygun olarak anlaşılıp, Yemen halkının da hakikat anlamına göre yorumlanmasında mani yoktur. Diğer taraftan bundan maksat o dönemde Yemenlilerden var olanlardır. Bütün zamanlarda var olacak Yemenlilerin tamamı değildir. Bu lafız bunu gerektirmemektedir. (İbnu's-Salah devamla) der ki: Fıkıh'tan, fıkhetmekten maksat, dindeki anlayıştır. Hikmet'ten kasıt ise Allah'ı bilmeyi de kapsayan ilimdir
Referans | : | 61 3499 |