Sahih-i Buhari
...
(64) Kitāb: Peygamber (ﷺ) Tarafından Yönetilen Askeri Seferler (El-Megazi)
(64) ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre "Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem umre yapmak üzere çıktı. Fakat Kureyş kafideri kendisinin Beyte ulaşmasına engeloldu. Bu sebeple Hudeybiye'de hediyelik kurbanlıklarını kesti ve başını traş etti. Mekkelilerle de gelecek sene umre yapmak ve yanlarında kılıç dışında silah taşımamak, Mekke'de istedikleri süreden fazla kalmamak üzere antlaştı. Ertesi sene umre yaptı ve onlarla barış antlaşmasında belirtildiği şekilde Mekke'ye girdi. Orada üç gün ikamet ettikten sonra Mekke'den çıkmasını istediler, o da çıktı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kaza umresi" (Buhari nüshalarının) çoğunluğu bu şekildedir. Ancak Sadece el-Müstemli "Kaza gazvesi" demiştir. Fakat birincisi daha uygundur. (Şarihler) onun gazve oluşunu Musa b. Ukbe'nin el-Meğazi adlı eserinde İbn Şihab'dan şunu rivayet etmiş olmasıyla açıklamışlardır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem silahlı ve savaşçılarla birlikte çıktı. Çünkü Kureyşlilerin ahitlerinde durmayacağından korkmuştu. Onlar bunu haber alınca korktular, Mikrez onunla karşılaşmış ve ona antlaşma şartlarına bağlı bulunduğunu, Mekke'ye kınlarında bulunan kılıç dışında hiçbir silahla girmeyeceğini bildirdi. Bu şekilde çıkışının ise bir ihtiyattan ibaret olduğunu söyledi, o da buna güvendi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem da diğer silahları, Harem bölgesinin dışında ashabından bir grup kimsenin yanında -geri dönünceye kadar- bıraktı. .. Ayrıca "gazve-gaza" tabirinin kullanılması, mutlaka savaşmanın meydana gelmesini gerektirmemektedir. Buna Kaza umresi adının veriliş sebebi hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Bundan maksadın Müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ve Hudeybiye'de aralarında yazı ile belgelenen antlaşma olduğu söylenmiştir. Buna göre "kaza"dan maksat üzerinde barış yapılan ayırt edici hüküm olur. Bu sebeple ona "umretu'l-kaziyye" adı da verilmektedir. es-Süheyli der ki: Buna "umretu'l-kaza" adının veriliş sebebi, Kureyşliler ile kaza yapması (antlaşması}dır. Yoksa yapmaktan alıkonulduğu umrenin kazası oluşundan dolayı değildir. Çünkü o fasid olan bir umre yapmamıştı ki kazası icap etsin. Aksine o tam bir umre idi. Bundan dolayı Nebi s.a.v.'in yaptığı umrelerin sayısını verenler -daha önceden Hac bölümünde tespit edildiği gibi- dört olarak belirtmişlerdir. Başkaları ise: Hayır, bu umre birinci umrenin kazası idi, demişlerdir. Hudeybiye umresinin um re leri arasında şayılış bebi ise, onda ecrin sabit oluşundan dolayıdır, tam bir umre oluşundan" dolayı değildir. Bu görüş ayrıliğının dayanağı ise, umre yapmak isteyip de Beyt'e ulaşmaktan alıkonulan kimsenin kaza yapmasının vacip oluşu ile ilgili görüş ayrılığıdır. Cumhurun görüşüne göre böyle bir kimsenin hediye kurbanlığı kesmesi kap eder. Fakat kaza yapması gerekmez. Ebu Hanife'den bunun aksi rivayet edilmiştir. Ahmed'den de, onun hem hediye kurbanı kesmesinin hem de kaza yapmasının gerekmediğine dair bir rivayet geldiği gibi, hem hediye kurbanı kesmesi, hem de kaza yapması gerektiğini belirten bir rivayet de gelmiş bulunmaktadır. Cumhurun delili, yüce Allah'ın: "Eğer engellenecek olursanız o halde koldyınıza giden kurbanlardan gönderiniz." [Bakara, 196] buyruğudur. Ebu Hanife'nin delili, umrenin başlamakla artık tamamlanması gereken bir amel oluşudur. Fakat engellenecekolursa (ihsar) onu ertelemek caiz olur. Bu engelortadan kalktı mı umreyi ifa etmek gerekir. İki ihram arası ihramdan çıkmış olmak da kazanın kalkmasını gerektirmez. Kazanın vacip olduğunu kabul edenlerin delili ise, ashab-ı kiramın karşı karşıya kaldığı durumdur. Onlar engellendikleri yerde hediye kurbanlıklarını kestiler ve ertesi sene de hem umre yaptılar, hem de hediye kurbanlıklarını götürdüler. "Onlarla" gelecek yıl "Mekke'de üç gün kalmak üzere antlaştı." "Bunun üzerine Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem belgeyi aldı -güzelce yazı yazamıyordu- ve: Bu Abdullah'ın oğlu Muhammed'in yaptığı antlaşmadır, diye yazdı." Buradaki: "Belgeyi aldı -güzelce yazı yazamıyordu" ifadesindeki nükte, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "o ibareyi bana göster" şeklindeki sözlerine açıklık getirmektir. Çünkü Ali'nin silmeyi kabul etmediği kelimeyi kendisine göstermesine gerek duymasının tek sebebi onun güzelce yazı yazmayı bilmeyişidir. Bundan sonra yer alan " ... yazdı" sözüne gelince, bu sözde de şu takdirde bir hazf vardır: O ibareyi sildi ve belgeyi tekrar Ali'ye iade etti, Ali de yazdı. İbnu't-Tin kat'i olarak bunu böylece ifade etmiş ve "yazdı" ifadesinin "yazmasını emretti" anlamında kullanıldığını belirtmiştir. Böyle bir kullanım pek çoktur. "Kayser'e yazdı, Kisra'ya yazdı" sözlerinde olduğu gibi. "Ve: Teyze anne konumundadır diye buyurdu." Bu özel hükümde böyledir demektir. Çünkü teyze merhamet, şefkat, çocuk için elverişli olanı bulup tespit etmek gibi hususlarda anneye yakındır. Bu anlama geldiğinin delili, ifadelerin de buna işaret etmekte oluşudur. Fakat bunda, anne miras aldığından dolayı teyze de miras alır iddiasını ileri sürenler lehine delil olacak bir taraf yoktur. Ali yoluyla gelen hadis ile el-Bakır'dan gelen mürsel rivayette: "Teyze annedir. Teyze ancak bir annedir" denilmektedir. Bu ifade de "anne konumundadır" ifadesinin anlamını ihtiva eder. Yoksa gerçek bir annedir, demek değildir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Hadane (çocuğu bakımına almak hakkı) hususunda teyzenin haladan önce geldiği hükmü çıkmaktadır. Çünkü Abdulmuttalib'in kızı Safiyye o dönemde hayatta idi. Hala, kadın asabe akrabaların en yakını olmakla birlikte, teyze haladan öncelendiğine göre diğer kadınlardan da bu hususta önceliklidir. 2- Anne tarafından akrabaların (bu hususta) baba tarafından olan akrabalardan önceliklidir. Ahmed'den gelen bir rivayete göre hala, hadane hakkı bakımından teyzeden önce gelir. Bu olayın delil gösterilmesine de halanın bu işe talip olmadığı belirtilerek cevap verilmiştir. Eğer: Teyzesi bizzat kızı istememiştir denilecek olursa, teyzesi adına onun kocası talip olmuştur diye cevap verilir. 3- Hadane altında bulunan yakın akrabanın hadane hakkını kullanmakta olan kadının evlenmesi halinde evlilik, bu hakkını engelleyebildiği gibi, kocanın da hadane hakkına sahip olan kadını hadanede bulunmak üzere yakınını almasını engelleme hakkı vardır. Fakat rıza sözkonusu olursa o takdirde bu husustaki darlık da ortadan kalkar. Yine bu hadisten daha başka hükümler de anlaşılmaktadır: 4- Akrabalık bağını gözetmek (sıla-i rahim) o kadar büyüktür ki yaşları ilerlemiş olan kimseler bu bağı gözetmek hususunda birbirleriyle davalaşabilirler. 5- Hakim davacıya hükmü n delilini açıklar. Davacı da delilini ortaya' koyar. 6- Hadane hakkına sahipolan kadın hadane altına alınacak olanın yakını ile evlenecek olursa, eğer had&ne altında bulunacak çocuk kız olduğu takdirde hadane hakkı kalkmaz. Bu da hadisin zahirini kabul etmenin bir sonucudur. Bu görüş de Ahmed'in görüşüdür. Ondan gelen bir başka rivayete göre dişi ile erkek olması arasında bir fark yoktur. Ayrıca (hadane hakkına sahip olan kadının kocasının) mahrem olması şartı aranmaz. Fakat güvenilir bir kimse olması, küçük kızın da henüz arzu duyulacak yaşta olmaması da şarttır. 7- Hadane hakkı yabancı birisiyle evlenecek olursa düşmez. Şafillerle, Malikılerin bilinen görüşü ise, kocanın hadaneye alınacak olanın dedesi olmasını şart koştuklarıdır. "Ali'ye sen bendensin, ben de senden im dedi." Yani nesep, sıhrt akrabalık, öne geçmek, sevgi ve buna benzer meziyetlerde böyledir. Yoksa katıksız sadece akrabalığı kastetmiş değildir. Çünkü Cafer de bu hususta onunla ortaktı. "Cafer'e: Sen ahlakın ve hilkatin itibariyle bana benzemişsin." Bu Cafer'e ait pek büyük bir menkıbedir. Hilkat'ten maksat surettir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i gören kimseler arasında pek çok kimse bu hususta Cafer ile ortak özelliğe sahiptir. Ben bunların isimlerini el-Hasen'in menkıbelerinde zikretmiş bulunuyorum. Fatıma aleyhesselam'ın dışında bunların on kişi olduklarını belirttim. O vakit bu hususta iki beyit de yazmıştım. Fakat bundan sonra Enes'in rivayet ettiği bir hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlu İbrahim'in de ona benzediğinin belirtildiğini gördüm. Aynı şekilde Cafer b. Ebi Talib ile ilgili kıssada da onun iki oğlu olan Abdullah ile Avn'ın da ona benzemiş olduklarını tespit ettim. Bundan dolayı daha önce yazmış olduğum o iki beyiti bu fazlalıklara göre değiştirdim ve orada da onları tadil ettim. Şimdi bu iki beyiti (bu değişik halleriyle) tekrarlamayı uygun görüyorum. Böylelikle o vakit bunları yazmamış olan kimseler yazabilsin: "Nebie benzeyenler: Saib ile Ebu Süfyan İki hasen (Hasan ile Hüseyin). ve ikisinin annesinin kardeşi olan dayıları (İbrahim) Cafer ve iki oğlu ile İbn Amir'dir onlar Bir de Müslim ve Kusem ile beraber gelen Kabis." "Zeyd'e de: Sen bizim" imanda "kardeşimizsin ve bizim mevlamlZsın." Çünkü onu azad etmiştir. Bir kavmin mevlasının (yani onlar tarafından azad edilenin) onlardan olduğu da önceden geçmiş bulunmaktadır. Böylelikle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hepsinin de gönlünü hoş etmiş oldu. Her ne kadar Cafer'in lehine hüküm vermiş olsa bile bunun sebebini de açıklamış bulunmaktadır. Hulasa hakikatte lehine hüküm verilen kişi teyzedir. Cafer ise bu hususta ona tabidir. Çünkü teyzesi adına talepte bulunan o idi. "Ali" Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: "Hamza'nın kızı ile evlenmez misin, deyince, o: Benim süt kızkardeşimdir, diye cevap verdi
Referans | : | 64 4252 |