Sahih-i Buhari

...

(64) Kitāb: Peygamber (ﷺ) Tarafından Yönetilen Askeri Seferler (El-Megazi)

(64) ...

Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'den rivayete göre Abdullah b. Ka'b b. Malik -ki gözlerini kaybettikten sonra oğulları arasında Kab'ın yedicisi o idi- dedi ki: Ka'b b. Malik'in Tebuk kıssasını anlatırken gazaya çıkmaktan nasıl geri kaldığını anlatırken dinledim: "Ka'b dedi ki: Tebuk gazvesi dışında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in katıldığı hiçbir gazada ondan geri kalmış değilim. Şu kadar var ki ben Bedir gazvesinde de geri kalmıştım. Ancak o gazveden geri kalan hiç kimseye de sitem etmemişti. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sadece Kureyş kervanının önünü kesmek isteği ile çıkmıştı. Ancak yüce Allah onları bu hususta herhangi bir sözleşme olmaksızın düşmanlarıyla bir araya getirdi. Andolsun Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte İslam üzere ahitleştiğimiz vakit Akabe gecesinde hazır bulunmuştum. Her ne kadar insanlar arasında Bedir o geceden daha meşhur ise de ben o gecede bulunmayı Bedir'de bulunmaya değişmem. Benimle ilgili haberlerin bir kısmı şöyledir: O gazveden (Teblik'ten) geri kaldığım zamanda geri kaldığımdan asla daha güçlü ve daha bir bolluk içinde bulunmamıştım. Allah'a yemin ederim ondan önce yanımda iki binek, bir arada olmamıştı. Fakat o gazvede bir arada iki bineğim vardı. Resulullah s.a.v. bir gazaya çıkmak istedi mi de mutlaka başka yere gidecekmiş izlenimini verirdi. Nihayet Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in çıktığı bu gazve çok aşırı sıcak bir zamana denk gelmişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculuğa sayıca kalabalık bir düşmanla karşılaşmak üzere yola çıkmıştı. Bundan dolayı Müslümanların bu gazalarına gereği gibi hazırlanabilmeleri için onlara durumlarını açıkça beyan etti ve kendilerine gitmek istediği ciheti haber verdi. Reslillıllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikteki Müslümanlar da pek çoktu. Onların hepsinin ismini hiçbir kitap yani bir divan defteri, bir arada toplayamamıştır. Ka'b (devamla) dedi ki: Bir adam geri kalmak istedi mi hakkında vahiy inmediği sürece durumunun Allah Resulüne gizli kalacağını zannediyordu. Resulullah bu gazaya mahsullerin olgunlaştığı, gölgelerin hoş ve güzelolduğu bir zamanda çıkmıştı. Resulullah ve onunla birlikte Müslümanlar gaza için hazırlandılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanayım diye çıktım. Fakat hiçbir şey yapmamış olarak geri dönüyordum. Kendi kendime: Benim buna gücüm yeter diyordum. Ama bu savsaklamam sürüp gitti. Fakat insanlar sıkı bir şekilde hazırlandılar. Bir sabah Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve onunla birlikte Müslümanlar (sefere çıktıkları) halde ben henüz hiçbir hazırlık yapmamıştım. Ondan bir ya da iki gün sonra hazırlanır, sonra onlara yetişirim, dedim. Onlar ayrıldıktan sonra sabah vakti hazırlanmaya gittim. Fakat yine hiçbir iş görmeden geri döndüm. Daha sonra yine gittim, yine hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Onlar iyice hızlan ıncaya ve gazaya katılmak imkanı adeta elimden kaçıncaya kadar bu halim devam edip gitti. İçimden deveme binip, onlara yetişeyim diye azmettim. Keşke yapmış olsaydım. Fakat bu da benim için mukadder olmadı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gazaya çıktıktan sonra insanlar arasına çıkınca aralarında dolaşıyordum. Ya münafıklık ile itham edilen bir adam yahut da Allah'ın mazeretli kabul ettiği güçsüz kimseler ile karşılaşıyor ve başkalarını görmediğim için üzüıüyordum. Resulullah s.a.v. Teblik'e varıncaya kadar benden sözetmemiş. Ashab arasında Teblik'te otururken: Ka'b ne yaptı, diye sormuş. Selime oğullarından bir adam: Ey Allah'ın Resulü, onun kıymetli iki burdesi ve kibirle iki tarafına bakınması onu alıkoydu, demiş. Muaz b. Cebel: Ne kötü söz söyledin! Allah'a yemin olsun ey Allah'ın Resulü biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz, demiş. Resulullah susmuş, sesini çıkarmamış. (Devamla) Ka'b b. Malik dedi ki: Onun Medine'ye geri dönmek üzere yola koyulduğu haberi bana ulaşınca hüzün ve kederim beni sardı. Nasıl bir yalan söyleyeceğimi düşünmeye koyuldum. Onun yarın öfkesinden nasıl kurtulabilirim demeye başladım. Bu hususta yakınlarım arasından görüş sahibi herkesin yardımını istedim. Resulullah artık Medine'ye çok yaklaştı denilince, her türlü batıl düşünce benden uzaklaştı ve ben onun gazabından yalan ihtiva eden hiçbir şey ile kurtulamayacağımı anladım. Bundan dolayı ona doğruyu söylemeye karar verdim. Resulullah s.a.v. bir sabah Medine'ye geldi. O bir seferden döndü mü önce mescide gider, orada iki rekat kılar, sonra da insanlartı dinlemek) için otururdu. Bu sefer de aynı işi yapınca geriye kalanlar onun yanına geldi. Ona mazeretierini beyan etmeye ve ona yemin etmeye koyuldular. -Bunlar seksen küsur kişi idi.- Resulullah s.a.v. onların açığa vurduğu hallerini kabul etti, onlarla bey'atleşti, onlar için mağfiret diledi. İçlerinde gizlediklerini de Allah'a havale etti. Ben de onun huzuruna vardım. Ona selam verince, kızgın bir eda ile banagülümsedikten sonra: Gel dedi. Ben de yürüyerek gittim ve nihayet önünde oturdum. Bana: Ne diye geri kaldın, diye sordu. Sen kendin için binek satın almamış mıydın dedi. Ben: Evet, Allah'a yemin ederim, dünya ehlinden senden başka birisinin huzurunda oturmuş olsaydım bir mazeret ileri sürerek onun öfkesinden kendimi kurtarabilirdim. Çünkü bana bir tartışma kabiliyeti verilmiş bulunuyor. Fakat Allah'a yemin ederim şunu da biliyorum ki, şayet bugün benden hoşnut olmana sebep teşkil edecek, yalan bir söz söyleyecek olursam aradan fazla zaman geçmeksizin yüce Allah üzerime senin öfkeni çekecektir.- Andolsun eğer ben sana doğru bir söz söylesem ve bundan dolayı sen de bana bir parça kızsan dahi bu sebepten ben yüce Allah'ın bu hususta beni affedeceğini ümit ederim. Hayır, Allah'a yemin ederim hiçbir mazeretim yoktu. Allah'a yemin ederim, senden geri kaldığım zamandan daha güçlü ve daha bolluk içinde de bulunmuş değilim, dedim. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bu doğru söylemiş bulunuyor. Haydi kalk, Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar bekle. Ben de kalktım. Selime oğullarından bazı adamlar ayağa kalkıp arkamdan geldiler. Bana: Allah'a yemin ederiz, bundan önce senin bir günah işlediğini bilmiyoruz. Andolsun sen geri bırakılanların beyan ettikleri mazeretler ile Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e mazeret belirtmekten acze düşmüş bulunuyorsun. Gerçekten Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sana mağfiret dilemesi günahına karşılık (affedilmen için} sana yeterdi bile, dediler. Allah'a yemin ederim onlar bana serzenişlerini o kadar sürdürdüler ki, sonunda geri dönüp kendi kendimi yalanlamak istedim. Sonra onlara: Benimle birlikte aynı durumla başka bir kimse karşı karşıya kaldı mı, diye sordum. Onlar, evet iki adam daha senin dediğinin benzerini söylediler. O ikisine de sana söylenilenin benzeri söylendi, diye cevap verdiler. Ben: O ikisi kimdir diye sordum. Bana: Murara b. er-Rebi el-Amri ile Hilal b. Umeyye el-Vakıf! diyerek Bedir'e katılmış ve ikisi de bana örnek olabiiecek salih iki adamın adını verdiler. Bana bu ikisinin adını vermeleri üzerine ben dcı.rlılığımı sürdürdüm. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanlara bizlerle yani onunla savaşa katılmaktan geri kalan kimseler arasından üçümüzle konuşmayı yasakladı. Bu sebeple insanlar bizden uzaklaştı, bize karşı tutumları değişti. Hatta benim için yer bile tanınmaz bir hale geldi. Artık benim bildiğim yer değildi. Bu halde elli gece (gün) kaldık. Diğer iki arkadaşım kendi hallerine çekildiler, evlerinde oturup ağlamaya koyuldular. Bense onların en gençleri ve en güçlüleri idim. Dışarı çıkıyor, Müslümanlarla namazda bulunuyor, çarşı pazarda dolaşıyordum, ama benimle de kimse konuşmuyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gidiyor, ona namazdan sonra oturduğu meclisinde selam veriyor, kendi içimden: Acaba selamımı almak için dudaklarını hareket ettirdi mi, ettirmedi mi diye soruyordum. Daha sonra ona yakın bir yerde namaza duruyor, gizliden gizliye ona bakıyordum. Namazıma kendimi verince o da dönüp bana bakıyordu. Ben ona doğru bakışımı yöneltecek olursam benden yüzünü çeviriyordu. Nihayet insanların benden uzaklaşmaları artık bana uzun gelmeye başlayınca yürüyüp Ebu Katade'nin (bahçe) duvarına tırmandım. O benim amcamın oğlu ve insanlar arasında en çok sevdiğim kişi idi. Ona selam verdim. Allah'a yemin ederim selamımı almadı. Ey Ebu Katade dedim. Allah adına sana söz veriyorum. Sen benim Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi? O sustu, tekrar dönüp ona aynı sözü verdim yine sustu. Tekrar ona aynı sözü verdim, bu sefer: Allah ve Resulü daha iyi bilir dedi. Gözlerimden yaşlar boşaldı. Sonra gerisin geri dönüp yine duvardan geri tırmanıp gittim .• (Ka'b b. Malik devamla) dedi ki: Bir ara Medine pazarında dolaşıyorken Medine'de satmak üzere buğday getirmiş olan Şam halkı Nabatilerinden birinin: (Bana) Ka'b b. Malik'i kim gösterir dediğini gördüm. Herkes ona (beni) işaret etmeye koyuldu. Nihayet yanıma geldi ve bana Gassan hükümdarından bir mektup uzattı. Mektubun içinde şunlar yazılıydı: İmdi, bana ulaştığına göre senin arkadaş ın senden yüz çevirmiş bulunuyor. Halbuki Allah seni hakir düşürüleceğin ve zayi edileceğin bir yerde yaratmamıştır. Sen gel, bize katıL. Biz seni layık olduğun şekilde görür gözetiriz. Bu yazılanları okuyunca: Bu da belanın bir çeşididir, dedim ve o mektubu alıp tandıra atarak yaktım. Nihayet elli gecenin (günün) kırkı geçmişti. Baktım ki ResuluIlah s.a.v.'in elçisi yanıma geldi ve: ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana hanımından uzak durmanı emrediyor, dedi. Ben: Onu boşayacak mıyım, ne yapacağım, dedim. O: Hayır, ondan uzak dur ve ona yaklaşma, dedi. Benim diğer iki arkadaşıma da bunun benzeri haberi gönderdi. Ben de hanımıma: Ailenin yanına git ve Allah bu iş hakkında hükmünü verinceye kadar onların yanında kal, dedim. Ka'b dedi ki: Hilal b. Umeyye'nin hanım ı ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e varıp: Ey Allah'ın Resulü Hilal b. Umeyye oldukça yaşlı ve aciz birisidir, hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmem hoşlanmayacağın bir şey midir dedi. Allah Resulü: Hayır. Fakat sana yaklaşmasın diye buyurdu. Hanımı: Allah'a yemin ederim onun hiçbir şeye karşı hareket edecek bir hali yoktur. AIlah'a yemin ederim, o iş başına geldiği günden bugüne kadar ağlayıp duruyor, dedi. Bunun üzerine yakınlarından birisi bana: Sen de Hilal b. Umeyye'nin hanımına Hilal'e hizmet etmek üzere izin verdiği gibi ResuluIlah'tan hanım ın için izin istesen, dedi. Ben şu cevabı verdim: Allah'a yemin ederim, bu hususta ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den izin istemeyeceğim. Hem bu hususta hanımım için Resulullah'tan izin isteyecek olursam onun bana ne cevap vereceğini de bilemiyorum. Bundan sonra on gece (gün) daha kaldım ve nihayet Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in biziinle konuşmayı yasakladığı zamandan itibaren elli gecemiz tamamlanmış oldu. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını kıldım. Bizim evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Yüce Allah'ın zikrettiği hal üzere nefsimin bana dar geldiği, bütün genişliğine rağmen yeryüzünün bana dar geldiği o halde oturmakta iken Sel' dağı üzerine çıkmış birisinin avazı çıktığı kadar şöyle bağırdığını duydum: Ey Ka'b b. Malik, sana müjdeler olsun. Hemen secdeye kapandım ve kurtuluşumuzun gerçekleştiğini anladım. Resuluilah s.a.v. da sabah namazını kıldıktan sonra Allah'ın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etmişti. Bu sebeple insanlar bizi müjdelemeye geldiler. Diğer iki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Bana da müjde vermek üzere bir adam, bir atı koşturmuştu. Eslemlilerden de birisi koşarak dağa çıkmıştı. (Bu sebeple) ses(in müjdesi) attan daha hızlı ulaştı. Sesini beni müjdelerken işittiğim şahıs yanıma gelince üzerimdeki (alt ve üst) iki elbisem i çıkartarak bana vı;rdiği müjde karşılığında ona verdim. Allah'a yemin ederim, o gün giyecek başka elbisem yoktu. Bu sebeple iğreti iki elbise alıp onları giyindim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gittim. İnsanlar fevc fevc beni karşılıyor, tevbemin kabulü dolayısıyla beni tebrik ederek: Allah'ın tevbeni kabul etmesi sana mübarek olsun, diyorlardı. Ka'b dedi ki: Nihayet mescide girdim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabı etrafında bulunduğu halde oturuyordu. Talha b. Ubeydullah benim için kalktı, koşarak yanıma geldi, benimle musafaha ederek beni tebrik etti. Allah'a yemin ederim, muhacirler arasından ondan başka benim için kimse ayağa kalkmadı ve ben Talha'nın bu halini asla unutmayacağım. Ka'b (devamla) dedi ki: Resulullah s.a.v.'e selam verince, Resulullah s.a.v. sevinçten yüzü parıldayarak şöyle buyurdu: Annenin seni doğurduğundan bu yana geçirdiğin bu en hayırlı gün dolayısıyla seni müjdeliyorum. Ka'b dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, bu (tevbemin kabulü) senden mi yoksa Allah'tan mı diye sordum. O: Hayır, Allah'tan diye buyurdu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sevindiği vakit yüzü nurlanıyor, adeta bir ay parçasını andmyordu ve biz onun bu halini biliyorduk. Onun önünde oturunca: Ey Allah'ın Resulü, tevbemin bir parçası da Allah'a ve Resulüne sadaka olmak üzere malımı vermektir dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Malının bir kısmını elinde tut. Bu senin için daha hayırlıdır diye buyurdu. Ben de: O zaman Hayber'deki payımı kendime bırakıyorum dedim. Sonra şunları söyledim: Ey Allah'ın Resulü, şüphesiz Allah beni doğrulukla kurtardı. Tevbemin bir gereği olarak da hayatta kaldığım sürece doğru sözden başka bir şey konuşmayacağım. (Ka'b dedi ki): Allah'a yemin ederim ben bunu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e söylediğimden bu yana Allah Müslümanlardan hiçbirisini doğru söz söylemekle beni güzel bir şekilde imtihan ettiği kadar kimseyi imtihan etmiş olduğunu bilmiyorum. Ben o sözümü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e söylediğimden bu güne kadar kasten bir yalan söylemiş değilim. Allah'ın hayatımın geri kalan bölümünde de beni koruyacağını ümit ederim. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Andolsun ki Allah Nebiini muhacirlerle, ensarı tevbeye muvaffak etti. .. ve sadıklarla beraber olun." [Tevbe, 11 7-119] buyruklarını indirdi. Allah'a yemin ederim, Allah beni İslama hidayet eyledikten sonra bana göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e doğru söyleyip, yalan söylememiş olmamdan daha büyük bir nimet vermiş değildir. Eğer yalan söylemiş olsaydım, diğer yalancılar gibi ben de helak olacaktım. Çünkü yüce Allah vahyini indirerek yalan söyleyen kimseler için herhangi bir kimseye söylemiş olduğu en ağır sözleri söylemiştir. Şanı yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyurmaktadır: "Yanlarına döndüğünüzde onlar ... size Allah adına yemin edeceklerdir ... Şüphesiz Allah o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz."[Tevbe, 95] Ka'b dedi ki: Bizler yani biz bu üç kiş, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip huzurunda yemin edenlerin mazeretIerini kabul edip, kendilerine bey'at edip, mağfiret dilediği kimselerden geriye bırakılmış ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yüce Allah işimiz hakkında hüküm verinceye kadar işimizi sonraya bırakmıştı. Bundan dolayı yüce Allah: "Geri bırakılan üç kişinin de tevbesini kabul buyurdu."[Tevbe 18] diye buyurmuştur. Yoksa yüce Allah'ın sözkonusu ettiği (geri bırakılmışlık) gazadan geri bırakılmamız değildir. Onun bizi geriye bırakıp, işimizi huzurunda yemin edip, mazeret beyan eden ve yemin ile mazeretini kabul ettiği kimselerden sonraya bırakmış olmasıdır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Damgalı" yani dini hususunda tenkide uğramış, münafıklıkla itham edilmiş kimse demektir. "Onu iki burdesi ve kibirle iki tarafına bakması alıkoydu." Bu sözleriyle elbisesinin güzelliğini ve göz alıcılığını kinayeli olarak ifade etmiş olmaktadır. Araplar ridayı adamın iki yanına sarktığından dolayı "atf (tercümede: burde)" diye adlandırır ve böylelikle güzellikle nitelendirmiş olurlar. "Allah'a yemin ederim, bana bir tartışma gücü verilmiştir." Bir fesahat ve etkileyici söz söyleme gücü verilmiştir. Böylelikle ben kendimi bana nispet edilen ithamdan kurtaracak şekilde ve kabul edilip, reddolunamayacak bir şekilde açıklamalarda bulunabilirim. "Ona gizlice bakıyordum." Gizli, saklı bir şekilde ona bakıyor, gözetliyordu. "Ebu Katade'nin bahçe duvarını aştım. O benim amcamın oğlu ve insanlar arasında en sevdiğim kişi idi." Ebu Katade'nin amcasının oğlu olduğunu belirtmesi, her ikisinin de Selime oğullarından oluşundan dolayıdır. Yoksa babasının en yakın kardeşi olan amcasının oğlu değildir. "Şam ahalisinin Nabatllerinden." Bu isim suyun istinbat edilip, çıkartılmasına nispetle verilmiştir. Bunlar o dönemde çiftçilikle uğraşıyorlardı. Şamlı ve Nabatlı olan bu kişi hristiyan birisi idi. "Bize katıl, seni görüp gözetelim." İbn Ebi Şeybe rivayetinde: "Mallarımız ile (görüp gözetelim). Ben: İnna lillah ... artık kafirler bile benden umutlanmaya başladı dedim" fazlalığı da yer almaktadır ... "Onu tandıra attı." Tandır, içinde ekmek pişirilen yerdir. "Onu yaktım" tandm ateşleyerek onu yaktım demektir. Ka'blın yaptığı bu iş imanının gücünü Allah'a ve Resulüne olan sevgisini göstermektedir. Yoksa bu şekilde terk edilip, kendisinden yüz çevirilen bir kimsenin böyle bir hale katlanması kendisinden uzaklaşıp, dargın duranlara karşı da makam ve mala karşı duyulan arzulara karşı direnmesi zayıflayabilir. Özellikle 'onu yanına gelmesi için kendisini çağıran hükümdarın dininden ayrılmaya zorlamayacağından yana emin olması halinde bu böyledir. Fakat o bu hususta fitneye düşmeyeceğinden emin olamama ihtimaline karşılık işi kökten çözüp mektubu yaktı ve böylelikle cevap vermenin de önünü kesmiş oldu. "Hanımından uzak durmanı" Hanımı Cubeyr b. Sahr b. Umeyye'nin kızı Umeyre el-Ensariye idi. "Akrabalarımdan birisi bana dedi ki: ... " Muhtemelen bu, çocuklarından birisi olabilir ya da hanımlardan birisi de olabilir. Bu üç kişinin evlerinde bulunan hanımlarla konuşmaları yasak kılınmamıştı. "Hemen secdeye kapandım. Kurtuluşun geldiğini anlamıştım." İbn Aiz'de "tevbesinin kabulü dolayısıyla duyduğu sevinçten ağlayarak secdeye kapandı" denilmektedir. "Eslemlilerden birisi koştu." İbn Aiz'deki rivayete göre koşan iki kişi Ebu Bekr ve Ömer'dir. Fakat bunun başına "söylediklerine göre" ifadesini koymuştur. el-Vakidi'de anlatım şu şekildedir: "Sel'tepesinin üstüne çıkan kişi Ebu Bekr es-Sıddik idi. O: Allah Ka'b'ın tevbesini kabul etmiştir diye bağırdı. Atı üzerinde çıkıp gelen kişi ise Zubeyr b. el-Awam idi. (Ka'b) dedi ki: Bana müjdeyi getirdiği için elbisemi çıkartıp verdiğim kişi ise Hamza b. Amr el-Eslemi'dir. Hilal b. Umeyye'nin tevbesinin kabul edildiğini müjdeleyen kişi Said b. Zeyd idi. Vakıf oğullarına (onlardan olan Hilal b. Umeyye el-Vakıfl'ye) çıkıp gittim, ona müjdeyi verir vermez o da secdeye kapandı. (Ravilerden) Said dedi ki: Öyle ki canı çıkmadıkça başını secdeden kaldırmayacağını zannettim." Bu sözlerle aşırı bitkin olduğunu anlatmak istemektedir. Çünkü anlatıldığına göre o yemekten kesilmiş idi. Hatta günlerce if tar etmeden oruç tutar ve aralıksız ağlardı. Murare'ye tevbesinin kabul edildiğini müjdeleyen kişi ise Silkan b. Selame yahut Seleme b. Selam e b. Vakş'dır. "Allah'a yemin ederim, o gün O iki elbiseden başkasına sahip değildim." Elbise türünden onlardan başkalarına sahip olmadığını anlatmak istemektedir. Yoksa daha önce geçtiği gibi iki devesi vardı. İleride onun malının tamamını sadaka vermek istediği de gelecektir. "Talha'nın bu davranışını unutmam." Dediklerine göre bunun sebebi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in muhacirlerle ensarı kardeş yaptığında onu ve Talha 'yı kardeş yapmış olmasıdır. Megazi bilginlerinin zikrettiklerine göre ise o Zubeyr'in kardeşi idi. Fakat Zubeyr de muhacirler arasındaki kardeşlikte Talha'nın kardeşi idi. Bu durumda o kardeşinin kardeşi olmaktadır. "Annenin seni doğurduğu günden bu yana geçirdiğin en hayırlı günü sana müjdelerim." Bu ifadenin bu şekilde mutlak olarak kullanılması Müslüman olduğu gün ile birlikte açıklaması zor görülmüştür. Çünkü Müslüman olduğu gün annesinin onu doğurduğu günden sonradır ve onun en hayırlı günü bugündür. Yapılan açıklamaya göre bu takdirı olarak istisna edilmiştir. İsterse lafzan söylenmemiş olsun. Çünkü bu husus gizli değildir, apaçıktır. Ancak buna dair verilecek daha güzel cevap şudur: Tevbesinin kabul edildiği gün Müslüman olduğu günün tamamlayıcısıdır. Onun Müslüman olduğu gün mutluluğunun başlangıcı, tevbesinin kabul edildiği gün bu mutluluğunun tamamlayıcısıdır. Dolayısıyla bugün bütün günlerinin en hayırlısıdır. Müslüman olduğu gün, günlerinin en hayırlısı olsa dahi Müslümanlığına izafe olunan tevbesinin kabul edildiği gün ise tevbesiz mücerred Müslüman olduğu günden daha hayırlıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bundan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetin e karşı duyduğu mükemmel şefkati, onlara karşı engin merhameti, onları sevindiren şeyler dolayısıyla da onun sevindiği anlaşılmaktadır. "Allah'a yemin ederim, Allah'ın Müslümanlardan herhangi bir kimseye ... nimet verdiğini bilmiyorum." Kasıt doğru sözlü olma nimetidir. Hadisten Çıkarılan Bazı Sonuçlar Ka'b (b. Malik) kıssasından daha önce belirttiklerimizin dışında bir takım ibretli sonuçlar çıkmaktadır: 1- Harb ehli (kendileriyle savaşılması caiz olan) kafirlerin mallarını almak istemek caizdir. 2- Haram ayda gaza yapmak ve eğer masıahat gizlemeyi gerektirmiyar ise hangi cihete gazanın yapılacağını açıklamak caizdir. 3- İmam, umumi bir seferberlik isteyecek olursa, Müslümanların da bu isteği yerine getirmeleri bir görevdir, geri kalan herkes bundan dolayı da kınanır. Süheyll der ki: Her ne kadar cihad farz-ı kifaye ise de geri kalanlara ileri derecede gazap edilmesi özelolarak ensar hakkında cihadın farz-ı ayn oluşundan dolayı idi. Çünkü onlar bu hususta bey'at etmişlerdi. Onların hendeği kazarken şu söyledikleri sözler bu hususta verdikleri sözü doğrulamaktadır: "Biz Muhammed'e beyTat edenleriz. Cihad etmek üzere ebediyyen hayatta kaldıkça." Bu sebeple onların bu gazadan geri kalışıarı büyük bir günah idi. Çünkü bu onların bey'atierini bozmak anlamına geliyordu. İbn Battal da böyle demiştir. Süheyll der ki: Ben onun dediği dışında buna uygun bir açıklama da bilmiyorum. Derim ki: Bense onun sözünü ettiği bu açıklamadan bir başka açıklama zikretmiş bulunuyorum. Muhtemelen bu daha da uygundur. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu açıklamamı desteklemektedir: "Gerek Medinelilerin, gerek çevresinde bulunan Bedevilerin Allah'ın Resulünden geri kalmalan ... yaraşmaz."[Tevbe, 120] Şafillerce bir açıklama şekli vardır. Ci had Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde farz-ı ayn idi. Buna göre kayıtsız ve şartsız olarak cihattan geri kalanlar hakkında sitem sözkonusu olur. Canıyla yahut malıyla cihada katılmaktan aciz olan bir kimsenin kınanması sözkonusu değildir. 5- İmam kendisinin yerine yakınlarını ve zayıfları kollayıp, gözetecek bir kimseyi vekil tayin eder. 6- Münafıklar öldürülmez. Bundan da zındık bir kimse tevbe ettiğini izhar edecek olursa, öldürülemeyeceği hükmü de çıkarılır. Böylesinin öldürülmesini caiz kabul edenler şu şekilde bunu cevaplandırırlar: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde münafıkların öldürülmemesi İslama onların kalplerini ısındırmak maslahatı dolayısı ile idi. 7- Masiyet işlemek pek büyük bir iştir. Hasan-ı Basrl, İbn Ebi Hatim'in ondan naklettiği bir rivayette buna şöylece dikkat çekmektedir: Subhanallah bu üç kişi haram bir mal yemediler. Haram olan bir kanı dökmediler, yeryüzünde fesat çıkarmadılar. Bununla birlikte işittiğimiz halanlara isabet etti, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar geldi. Peki ya fuhşiyatı ve büyük günahları işleyen kimselerin durumu nedir? 8- Dine bağlılığı daha güçlü olan bir kimse zayıf olan kimseye nispetle daha ağır bir şekilde sorgulanır. 9- Kişinin kendi kusurunu, bıraktığı eksiklikleri ve bunların sebeplerini, sonunda vardığı noktayı başkasını sakındırmak ve öğüt vermek üzere haber vermesi caizdir. 10- Fitneden emin olduğu takdirde kişinin sahip olduğu hayırlı özellikler ile kendisini övmesi caizdir. 11- Kendisine benzer konumda olanlara göre sahip olamadığı özelliklerle kişi kendisini teselli edebilir. 12- Bedir'e katılanlar ile Akabe bey'atinde bulunanların fazileti pek büyüktür. 13- Gıybetin yapılmasına müsaade edilmez. 14- Bir süre hanım ı ile ilişki kurmamak caizdir. 15- Kişi bir itaatte bulunma fırsatını elde ederse hemen onu yerine getirmek için elini çabuk tutmalıdır. O itaatten mahrum kalmamak için bunu sonraya ertelememelidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah ve Resulünün çağrısına uyun. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer .... "[Enfal, 24] Yüce Allah'ın şu buyruğu da buna benzemektedir: "İlk defa ona iman etmedikleri gibi, biz de onların kalplerini ve gözlerini çeviririz." [En'am, 110] Şanı yüce Allah'tan bizlere ona itaat olan hususlarda elimizi çabuk tutmayı ilham etmesini, bize ihsan etmiş olduğu nimetleri bizden geri almamasını niyaz ederiz. 16- Geçmişte yapılan hayırlar için (keşke yapmış olsaydım diye) temennide bulunmak caizdir. 17- İmam bazı hallerde kendisinden geri kalanları ihmal etmez. Aksine tevbeye dönmesi için onu hatırlar, hatırlatır. 18- Yolculuktan dönen bir kimsenin abdestli olması ve evinden önce mescide gidip namaz kılmak ile işe başlaması, sonra da kendisine (hoş geldin deyip) selam verecekler için oturması müstehaptır. 19- Yolculuktan dönen kimseye selam verip onu karşılamak meşrudur. 20- Hüküm zahire göre verilir. Mazeretler kabul edilir. 21-İsyankar kimsenin elden kaçırdığı hayırlara üzülerek ağlaması müstehaptır. 22- Zahire göre hükümler uygulanır ve iç dünyanın hali yüce Allah'a havale edilir. 23- Günah işlemiş kimseye selam vermek terk edi(lebi)lir ve üç günden fazla ona dargın kalmak da caizdir. Üç günden fazla dargın kalmanın yasaklanışı ise kendisine dargın kalmanın şer'i bir dayanağı bulunmayan kimseler hakkındadır. 24- Doğruluk faydalıdır, yalanın akıbeti kötüdür. 25- Kendisine dargın kalınmak suretiyle cezalandırılan bir kimse cemaatle namaza katılmamaktan mazur sayılır. Çünkü Murare ve Hilal bu süre boyunca evlerinden dışarı çıkmamışlardı. 26- Şükür secdesi yapmak ve hay"ırlı müjdeleri ulaştırmakta yarışmak, müjdeyi getirene elinde bulunan en değerli şeyi vermek, yeni bir nimete mahzar olan kimseyi tebrik etmek, geldiği takdirde ayağa kalkarak onu karşılamak, önemli işler dolayısıyla imam ın yanında toplanıp bir araya gelmek, kendisi ile yararlanılan hayırları sürekli yapmaya çalışmak meşrudur. 27 - Tevbe dolayısıyla sadaka vermek müstehaptır. 28- Malının tümünü sadaka vermeyi adamış olan bir kimsenin malının tamamını çıkartıp verme yükümlülüğü yoktur

...
Referans:64 4418