Sahih-i Buhari

...

(75) Kitāb: Hastalar

(75) ...

Amir b. Sa'd'dan, o babasından (Sa'd b. Ebi Vakkas'tan) dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Veda haccı esnasında oldukça ağırlaşan bir hastalığım dolayısıyla beni ziyaret etmek için bize geldi. Ben: Hastalığım gördüğün bu hale kadar ulaştı ve ben malı çok olan birisiyim. Bana bir kız çocuğundan başka mirasçı olacak kimsem de yoktur. Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi, dedim. O: Hayır, diye buyurdu. Ben: Ya yarısını, diye sordum, o hayır dedi. Ben ya üçte birini diye sordum. O: Üçte bir de çoktur. Çünkü senin, mirasçılarını zengin olarak bırakman, onları insanlara avuç açacak şekilde ihtiyaç içerisinde bırakmandan daha hayırlıdır. Allah'ın vechini (rızasını) arayarak yaptığın her bir harcama (infak) karşılığında -hanımının ağzına koyduğun lokmaya varıncaya kadar- mutlaka sana ecir verilir diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Derim ki: Muhtemelen Buhari bu başlık ile mutlak olarak hastalıktan şikayet etmenin yasak olmadığına işaret etmek istemiştir. Böylelikle belanın kaldırılması için dua etmek, rıza ve teslimiyeti zedeler iddiasında bulunan birtakım sufilerin kanaatlerini de reddetmek istemiştir. Bu başlık ile Allah'tan şifa dilemenin yasak olmadığına, aksine ayrıca fazladan bir ibadet olduğuna da dikkat çekmiş olmaktadır. Çünkü böyle bir tutum, Masum (hata ve günahtan korunmuş bir Nebi)dan dasabit olmuş, yüce Allah bundan dolayı onu övmüş ve bununla beraber onun hakkında sabretmek vasfını da tespit etmiştir. Bizler de "Fevaidu Meymline"de Eyyub'un kıssası hakkında İbn Hibban ve Hakim'in sahih olduğunu belirttikleri şu hadisi rivayet etmiş bulunuyoruz: "Eyyub (a.s)'ın bela dönemi uzayıp gitmiş, -kardeşlerinden iki adam dışında- yakın uzak herkes ondan ayrılıp uzaklaşmıştı. Bu sırada o iki kardeşinden biri diğerine: Şüphesiz Eyyub alemlerden kimsenin işlememiş olduğu bir günahı işlemiştir, dedi. Onun söylediği bu söz Eyyub'a ulaştı. .yani bu sözünden dolayı sabır gösteremedi- ve Rabbine dua edince, Allah da onun sıkıntısını kaldırdı." Buhari'nin maksadı şu gibidir: Hastanın caiz olan şikayeti yüce Allah'tan dilekte bulunmak yahut Allah'ın kaderinden öfkelenmek, usanmak suretinde olmayan halleriyle caizdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kurtubi der ki: Kulun Rabbini şikayet etmesinin mekruh olduğunu ilim adamları ittifakla kabul etmişlerdir. KulunRabbini şikayet etmesi ise, usanç belirtecek bir surette sıkıntısını insanlara zikretmesi demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ahmed, "ez-Zühd" adlı eserinde Tavlis'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Hastanın inlemesi bir şikayettir; ama Ebu't-Tayyib, İbnu's-Sabbağ ve ŞafiIlerden bir topluluk, hastanın inlemesinin, ah vah etmesinin mekruh olduğunu sÖylemişlerdir. Ancak Nevevi buna karşı şöyle demiştir: Bu görüş zayıf yahut batıldır. Çünkü bir şeye mekruh demek, hakkında nehy maksadıyla buyruğun sabit olduğu işler hakkında mümkündür. Böyle bir nehy kastı ise burada söz konusu değildir. Daha sonra da başlıkta geçen Aişe r.anha hadisini de delil göstermekte, arkasından şunları söylemektedir: Muhtemelen inlemenin, ah vah etmenin mekruh olduğunu söylerken evla olana muhalif hareketi kastetmiş olmalıdırlar. Kulun zikir ile meşgulolması hiç şüphesiz daha uygundur. Bu kanaatte olanlar, çokça şikayet etmenin yaklnin zayıflığına delil olup, Allah'ın kaza ve kaderine razı olmamayı, düşmanların bu musibete sevinmelerine sebep teşkil etmesi gibi ihtiva ettiği anlamlardan hareketle de söylemiş olabilirler. Hastanın arkadaşına ya da doktoruna durumunu haber vermesinde ise ittifakla bir sakınca görülmemiştir. "Bu iş eğer ben hayatta iken olursa." Bu sözleriyle hastalığın arkasından gelen ölüme işaret etmektedir. Yani ben hayatta iken sen ölürsen anlamındadır. Bu anlama geldiğini Aişe'nin verdiği cevap göstermektedir. Ayrıca Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe yoluyla gelen rivayette bu husus açık olarak ifade edilmiş bulunmaktadır. Onun rivayetinin lafzı şöyledir: "Daha sonra Allah Rasulü: Sen benden önce ölsen, seni kefenlesem, sonra cenaze namazını kıldınp seni defnetsem, sana ne zararı olur, diye buyurdu." Aişe radıyallahu anha'nın söylediği: "Vay başıma gelen musibete (Va sekleyah)!" sözündeki (musibet anlamı verilen): "es-Sekl'" çocuğu yahut çok değerli bir varlığı kaybetmek demektir. Burada onun hakikatanlamı kastedilmiş değildir. Aksine bu, Araplar'ın eskiden beri musibetin başa gelmesi ya da beklenmesi halinde kullanmayı itiyat halinegetirdikleri bir sözdür. Aişe radıyallahu anha'nın söylediği: "Allah'a yemin ederim, senin ölmemi arzu ettiğini görüyorum" sözlerini de Nebi efendimizin kendisine söylediği: "Benden önce ölsen" sözlerinden çıkarmış gibidir. Yine Aişe radıyallahu anhaJnın söylediği: "Eğer bu dediğin" yani ölümüm "olursa sen daha o günün sonunda hanımlarından birisi ile gerdeğe girersin" sözünün alındığı "ta'rıs" kökü, erkeğin hanımı ile gerdeğe girmesi hakkında kullanılır. Daha sonra da bütün cima' için kullanılan genel bir tabir olmuştur. Ancak birinci anlamıyla daha meşhurdur. Çünkü "ta'ds"in ası! anlamı geceleyin inip konaklamaktır. Ubeydullah yoluyla gelen rivayette: "Allah'a yemin ederim, bana öyle geliyor ki sen bu dediklerini yapacak olsan, and olsun hemen benim evime geri döner ve hanımlarından birisi ile gerdeğe girersin, dedi. Aişe dedi ki: Rasulullah s.a.v. gülümsedi." Nebi efendimizin: "Hayır, asıl ben vay başım demeliyim" sözüne gelince, buradaki "bel: hayır" lafzı ıdrab için kullanılır. Yani sen sözünü ettiğin o baş ağrını bir kenara bırakıp asıl benimle meşgul olmalısın. Ubeydullah rivayetinde: "Bundan sonra da vefatı ile neticelenen hastalığı başladı" fazlalığı vardır. "Ebu Bekir'e ve oğluna haber göndermek istedim." Hadisin akışı bu olayın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hastalığının başlangıç dönemlerinde olduğu izlenimini vermektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hasta olduğu halde onlara namaz kıldırmaya devam etti ve sırası gelen hanımının evinde kaldı. Nihayet bunu yapamayacak hale geldi ve sadece Aişe'nin evinde kaldı. Muhtemelen Peysamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Haber göndermek istedim ... " sözleri kendisi ile Aişe arasında meydana gelen bu karşılıklı konuşmadan bir süre sonra söz konusu olmuştur. Hadisin zahiri bundan farklısına işaret ediyor olsa dahi bu böyledir. Aynı şekilde asıl konumun Aişe'nin kalbini kendisine doğru meylettirmek ve kazanmak konumu olması da bunu desteklemektedir. O şöyle diyor gibidir: İş (halifelik) senin babana verileceği gibi, bu iş aynı şekilde kardeşinin huzurunda da gerçekleşecektir. Eğer ahitten kasıt halifelik ahdi ise bu böyledir. İleride yüce Allah'ın izniyle Ahkam bölümünde (7217.hadiste) açıklanacağı üzere hadisin akışının zahirinden anlaşılan budur. Eğer hadis başka bir maksadı ihtiva ediyor ise muhtemelen Aişe radıyallahu anha'ın mahremi olan bazı kimseleri yanına getirmek istemiştir. Öyle ki bir ihtiyacın görülmesini ya da birisine bir haber gönderilmesini isterse bu mahrem olan şahıs, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ihtiyacını görüversin. "Ona ahit vereyim", yani vasiyette bulunayım. "Yahut temenni edenlerin temennilerini kessin." Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Kıskançlık, kadının tabiatında olan bir şeydir. 2- Erkek, hanımı (ve aile halkı) ile güzel bir şekilde şakalaşmalı ve başkalarına açmayıp sakladığı şeyleri onlara açıp söyleyebilmelidir. 3- Ağrıyı söz konusu etmek şikayet değildir. Nice öfke duyan ve razı olmayan kimse var ki sesini çıkarmaz, nice hoşnut olup rıza gösteren var ki şikayet eder. O halde bu hususta asıl göz önünde bulundurulan, kalbin amelidir. Dilin söylediği değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

...
Referans:75 5668