Sahih-i Buhari

...

(76) Kitāb: Tıp

(76) ...

Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Karın hastalığından ölen şehittir. Taun hastalığından ölen şehittir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Taun hakkında." Buhari'nin şartına göre sahih rivayetlerden "söylenenler." el-Halil der ki: Taeın, veba demektir. en-Nihaye'nin müellifi (İbnu'l-Esir) de şöyle demektedir: Taun, havayı insanın mizacını ve bedenini ifsad eden genel bir hastalıktır. !yad dedi ki: Taun'un esası vücutta ortaya çıkan birtakım yaralardır. Veba ise genelolarak bütün hastalıklara denir. Bunlara taun adının verilmesi, öldürücü olması bakımından benzerlikleri dolayısıyladır. Yoksa her taCı n bir veba olmakla birlikte her veba taun değildir. !yad der ki: Buna da Amvas'ta baş gösteren Şam vebasının taCı n oluşu delil teşkil etmektedir. Derim ki: Dilcilerden, fukahadan ve tabiplerden taun'un tarifine dair bize ulaşan bilgiler bunlardır. Bu bilgilerin sonucu şudur: Taun'un gerçek mahiyeti, kan ın kaynayıp coşmasından yahut bir azaya doğru dökülüp onu ifsad etmesinden dolayı meydana gelen bir şişliktir. Bunun dışında havanın bozuluşundan dolayı meydana gelen genel hastalıklara ise mecaz yoluyla taCı n adı verilir. Çünkü bundan dolayı genellikle hastalanmak ya da çokça ölüm, her ikisinde de ortak bir özelliktir. Taun'un vebadan farklı olduğunun deli li ise bu başlıkta zikredilen "Taun Medine'ye girmez" hadisidir. (5731 nolu) Ayrıca Aişe'nin rivayet ettiği ve: "Biz Medine'ye geldiğimizde Allah'ın arzı arasında vebası en çok bir şehir idi ... " ifadeleri ile Bilal'in söylediği: "Onlar bizi vebanın bulunduğu topraklara çıkardılar" sözlerinin yer aldığı hadis, daha önce geçmiş bulunmaktadır. "Taunun bir yerde baş gösterdiğini işitirseniz ... " ez-Zühri'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bana Amir b. Sa'd'ın haber verdiğine göre o Üsame b. Zeyd'i, Sa'd'e şu hadisi naklederken dinlemiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ağrıyı (hastalığı) söz konusu ederek şöyle buyurdu: O bir ricz, yahut ümmetierden bir ümmetin kendisi ile azaplandırıldığı bir azaptır. Daha sonra da ondan bir kalıntı kaldı. Kimi zaman gider, kimi zaman gelir." Buhari bu hadisi İsrailoğullarından söz ederken rivayet ettiği gibi, Müslim ve Nesai de bu hadisi Malik yoluyla rivayet etmişlerdir. Yine Müslim bu hadisi es- Sevrı ve Muğire b. Abdurrahman yoluyla rivayet etmiş olup, hepsi de Muhammed b. el-Münkedir'den diye rivayet etmişlerdir. Malik şunu da eklemektedir: (Muhammed) birde Salim Ebu'n-Nadr, her ikisi Amir b. Sa'd'den rivayet ettiklerine göre "O Üsame b. Zeyd'e: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den taun hakkında neler söylediğini işittin, diye soruyordu. Bunun üzerine Üsame dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Taun, Allah'ın İsrailoğullarından bir taife üzerine yahut sizden öncekilerin üzerine indirdiği bir ricz (azap)dır." Şanı yüce Allah'ın: "Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böyle riczi çökel'tir." (el-En'am, 61125) buyruğu da bu kabildendir. İsrailoğullarının açıkça zikredilmeleri, daha bir özellik ifade etmektedir. Eğer maksat bu ise, bununla Bel'am kıssasında anlatılanlara işaret etmiş gibi görünmektedir. Çünkü Taberi, tabiinin küçüklerinden birisi olan Süleyman et-Teymı yolu ile Seyyar'dan şunu rivayet etmektedir: Bel'am adındaki bir adam, duası kabul edilen birisi idi. Musa da Bel'am'ın bulunduğuyere gitmek üzere İsrailoğulları ile birlikte yola koyulmuştu. Bel'am'ın kavmi yanına gelerek: Bunlara beddua et, dediler. O da: Bu hususta Rabbimin emrini almadan yapmam, dedi ve isteklerini kabul etmedi. Onlar ona bir hediye getirdiler. O da bu hediyeyi kabul etti. İkinci defa ondan aynı şeyi istediler. Bel'am, Rabbimin emrini almadan olmaz, dedi. Ama ona herhangi bir emir gelmedi. Kavmi Bel'am'a: Eğer senin beddua etmeni istememiş olsaydı, sana bunu yasaklardı. Bu sefer o da onlara beddua etti. Bunun neticesinde İsrailOğullarına yapmış olduğu bütün beddualar, onun kavmine dönüyordu. Bundan dolayı Onu kınadılar. Bu sefer o şöyle dedi: Sizlere onların hangi yolla helak olacaklarını göstereceğim. Askerleri arasına kadınları gönderin ve o kadınlara kendilerine yaklaşmak isteyen hiçbir kimseye karşı koymamalarını emredin. Umulur ki zina ederler ve sonra da helak olurlar. Çıkan kadınlar arasında kralın kızı da vardı. Esbatlardan birisinin başında bulunan kişi onu istedi ve kadına konumunu söyledi. Kadın da onun kendisine yaklaşmasına imkan verdi. Bunun sonucunda İsrailoğulları arasında taun baş gösterdi. Bir gün içerisinde İsrailOğullarından yetmişbin kişi öldü. Harun soyundan bir adam, beraberinde mızrak ile geldi ve o ikisini de mızrakladı. Allah onu destekledi ve her ikisini de bir arada mızrağına geçirdi." Bu ceyyid, mürsel bir rivayettir. "Ömer b. el-Hattab Şam'a çıktı." Seyf b. Ömer'in el-futCrh adlı eserinde naklettiğine göre bu hadise 18. yılın Rebiu'l-ahir ayında olmuştu. O sırada Şam'da baş gösteren bu taun, Amevas Taunu diye bilinen taundur. Ona bu adın "amme" ile "vasa" fiillerinin bu şekilde telaffuz edilmesi üzerine verildiği de söylenmiştir. "Nihayet Serğ denilen yere gelince." Bu, Ebu Ubeyde'nin fethettiği bir şehirdir. Bu şehir, Yermuk ve Cabi'ye bitişik şehirlerdir. Bununla Medine arasında on merhale (konak)lik mesafe vardır. "Ordu kumandanıarı Ebu Ubeyde ve arkadaşları onu karşıladı." Bunlar Halid b. el-Velid, Yezid b. Ebi Süfyan, Şurahbil b. Hasene ve Amr b. el-As idi. Ebu Bekir ülkeyi aralarında paylaştırmış ve savaşma işini Halid'e vermişti. Daha sonra Ömer, savaş kumandanlığını Ebu Ubeyde'ye vermişti. Ömer r.a. da Şam'ı birkaç ordu karargahına taksim etmişti. Ürdün bir karargah, Hıms bir karargah, Dımaşk bir karargah, Filistin bir karargah, Kinnesrin de bir diğer karargah idi. Her bir karargahtaki askerlere bir kumandan tayin etmişti. Kınnesrin, önceleri Hıms ile birlikte idi. Dolayısıyla bunlar dört karargaht!. Daha sonra Yezid b. Muaviye zamanında Kınnesrin ayrı bir karargah haline getirilmiştir, demektedir. "Fetih yılı muhacirlerinden ... " Fetih yılı Medine'ye hicret eden kimseler, demektir. Ya da kasıt, fetih esnasında Müslüman olanlardır. Yahut o bu ibareyi Mekke fethedildikten sonra Medine'ye şeklen hicret etmiş olan kimseler hakkında da kullanmış olabilir. Çünkü hicret, hüküm itibariyle fetihten sonra kaldırılmış bulunuyordu. "İnsanlardan geriye kalanlar." Kasıt, ashab-ı kiram'dır. Onlar hakkında bu tabirin kullanılması, onları tazim etmek içindir. Yani insan denilince ancak onlar hatıra gelir. "İnsanlardan geriye kalanlar" ile genelolarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yetişmiş olan kimselerin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Ashab ile de onunla uzunsüre beraber bulunan, onunla birlikte savaşan kimseler kastedilmiş olur. "Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz." Hişam b. Sa'd'ın rivayetinde: "İleri gitsek de Allah'ın kaderi ile gideriz. Geri kalırsak da Allah'ın kaderi ile kalırız" şeklindedir. Burada ondan "kaçış" diye söz etmesi, şer'an bir kaçış olmasa bile şekil itibariyle ona benzediğinden dolayıdır. Maksat da, kişinin kendisini ölüme götürecek bir şeyin üzerine gitmesinin yasaklanmış olduğunun anlatılmasıdır. Eğer bunu yapacak olsa bu da Allah'ın kaderindendir. Kendisini rahatsız edecek şeylerden uzak durması da şeriatın öngördüğü bir iştir. Yüce Allah bunu yaparken kendisinden kaçtı ğı şeyi de takdir edebilir. O halde eğer o işi yapsa da, terk etse de Allah'ın kaderi iledir. O halde bunlar -ileride açıklanacağı üzere- iki ayrı makamdır. Birisi tevekkül makamıdır, diğeri de sebeplere sarılmak makamıdır. Ömer'in: "Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz" sözünün ifade ettiği anlam şudur: O gerçek anlamıyla Allah'ın kaderinden kaçamayacağını anlatmak istemiştir. Kendisinden kaçmakta olduğu şey, kendisine zarar geleceğinden korktuğu bir iştir. Bundan dolayı onun üzerine gitmemektedir. Kendisine doğru kaçıp sığındığı şey de kendisi adına zarar geleceğinden korkmadığı şeydir. Ancak ister yola koyulsun, ister kalsın, meydana gelmesi kaçınılmaz olan şey aynı şeydir, değişmez. "İki tarafı olan bir vadi" (iki tarafı anlamı verilen) "udvetani" lafzı "udve"nin ikilidir. Bu da vadinin yüksekçe yerine verilen isimdir. Bu hadiste, bir şehre girmek isteyip de orada taun bulunduğunu bilen kimsenin geri dönmesinin caiz olduğu ve bunun uğursuz kabul etmek (tıyere) kabilinden olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine böyle bir iş, kişinin kendisini tehlikeye atmaması ya da bir kimsenin taun görülen bir yere girecek olsa ve orada tauna yakalansa, -ileride açıklayacağımız üzere- inanılması yasak kılınan adva'ya (bulaşıcılığa) inanmamasını sağlamak özelliğini taşıyan böyle bir yanlış kanaate sürükleyen yolu kapatmak içindir. Şeyh Takıyyuddin b. Dakiki'l-'Id der ki: Bu iki hususu bir arada telif edip açıklamak için bence tercihe değer olan açıklama şekli şudur: Taunun bulunduğu yere gitmek, nefsi belaya maruz bırakmaktır. Muhtemelen nefis bu belaya sabır da göstermeyebilir. Belki de böyle yapıldığı takdirde bir çeşit sabır ya da tevekkül makamında olmak iddiası da taşıyabilir. İşte nefsin muhayyer bırakıldığı takdirde sebat gösteremeyeceği hallerde gurura kapılıp olmadık iddialarda bulunmasından sakındırmak için bu yasaklanmıştır. Oradan çıkıp kaçmak, gücünün yettiği kadarı ile kurtulmaya çalışan kimse suretinde sebeplere yapışmanın kapsamı içerisinde olabilir. Bu sebeple şeriat koyucu, bize her iki halde de kendimizi zora koşmamayı emir buyurmuştur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Ama onlarla karşılaştığınız takdirde de sabrediniz" buyruğu da bu kabildendir. Bu sebeple önce belaya maruz kalmayı ve nefsin gurura kapılma korkusunu ihtiva ettiğinden dolayı düşmanla karşılaşmayı temenniden uzaklaşmayı emretmiştir. Çünkü böyle bir şeyin gerçekleşmesi halinde nefsin sözünde durmayacağından emin olunamaz. Daha sonra da yüce Allah'ın emrine teslimiyet göstermek üzere bu işin olması halinde de sabrı onlara emretmiş bulunmaktadır. Ömer r.a.'in bu kıssasından çıkartılacak birtakım sonuçlar vardır: 1- Tartışmanın, karşı karşıya kalınan değişik hallere ve ahkama dair istişarede bulunmanın meşru olduğu. 2- Anlaşmazlık içine düşmek, herhangi bir hükmü gerektirmez. Hüküm gerektiren, ittifaktır. 3- Anlaşmazlığa düşülmesi halinde nassa başvurulur. 4- Nassa "ilim" adı verilir. 5- Bütün işler Allah'ın kaderi ve ilmi ile cereyan eder. 6- Alim bir kişi, bazen kendisinden daha alim olan başkalarının bilmediği bir şeyi bilebilir. 7- Haber-i vahid'le amel etmek vaciptir. Bu da buna dair en güçlü delillerden birisidir. Çünkü bu uygulama, ashab-ı kiram arasından hal ve akd ehli olanların ittifakıyla olmuştu. Onlar bu vahid haberi Abdurrahman b. Avf'tan kabul ederek bu haberiyle birlikte güçlendirici bir başka delil istememişlerdir. 8- İmam, zulme uğramışın zulmünü giderecek, sıkıntıya düşmüşün sıkıntısını açacak, fesad ehlinin saldırganlıklarını önleyecek şekilde raiyesinin halleri ile yakından ilgilenmelidir. 9- Şer'i hükümler ve İslam'ın şiarı açıkça ortaya konulmalıdır. 10- İnsanlar gerçek konumlarına ve yerlerine oturtulmalıdırlar. Üçüncü hadis (5731 nolu hadis) Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği: "Medine'ye Mesih (Oeccal) ile taun girmez" hadisi olup, Buhari bunu böylece muhtpsar olarak zikretmiştir. Bu hadisi Hac bölümünde (1880.hadiste) İsmail b. Ebi Uveys'ten, o Malik'ten diye bundan daha noksansız bir şekilde şu lafızlarla hvayet etmiş bulunmaktadır: "Medine'nin yolları üzerinde melekler vardır. Bu sebeple oraya ta un da, Oeccal de girmez." Ben orada Oeccal ile ilgili bilgileri kaydetmiş bulunuyorum. Taun dolayısıyla ölüm, şehitlik mertebesine yükseltmekle birlikte, Medine'ye girmeyişinin Oeccal ile zikredilip her ikisinin de Medine'ye girmeyecek olması dolayısıyla Medine'nin övülmesi, açıklaması zor bir durum olarak görülmüştür. Buna cevap şöyledir: TMn ile ölümün şehitlik olmasından maksat, bizzat onun bu niteliği taşıdığını anlatmak değildir. Maksat, şehitliğin onun bir sonucu olduğunu ve ondan ortaya çıktığını anlatmaktan ibarettir. Çünkü taun şehit oluşa sebep teşkil etmiştir. Taun hastalığının cinlerin ta'n etmesi (dürtmesi) sebebiyle ortaya çıktığını hatırlayan bir kimse, taunun Medine'ye girmeyişi ile Medine'nin övülmesini güzel bir şekilde görür ve anlar. Kurtubı de el-Müfhim adlı eserinde buna şöylece cevap vermektedir: Bunun anlamı Amevas ve el-Carif taunu gibi başka yerlerde görülen taunun bir benzerinin Medine'ye girmeyeceğidir. Onun bu söylediği, genel çerçevesiyle tMnun Medine'ye girdiğini kabul etmeyi gerektirir. Oysa durum böyle değildir. Çünkü İbn Kuteybe'nin el-Mearif'te kesin olarak belirttiğine göre -daha sonra da büyük bir topluluk onun izinden gitmiş olup, bunların sonuncuları el-Ezkar adlı eseri ile Şeyh Muhiddin enNevevi'dir- taun hiçbir şekilde Medine'ye de, aynı şekilde Mekke'ye de girmemiştir. Ama bir topluluk, Mekke'ye 749 yılında görülen taun esnasında girdiğini nakletmiş bulunmaktadır. Fakat hiçbir kimse Medine'de taunun görüldüğünü asla söylemiş değildir. Doğrusu, bu hadiste Medine'ye girmeyeceği söylenen taundan kastın, cinlerin ta'nından (dürtmesinden) ortaya çıkan ve bu dürtme dolayısıyla bedende kan ın galeyana geldiği taun çeşidi olduğudur. Bu da sonunda öldürücü olur. İşte bu tür taun Medine'ye girmemiştir. Bir başkası da şöyle demektedir: Bu, Muhammed! mucizelerden birisidir. Çünkü tabipler, taunu başından sonuna kadar bir şehirden, hatta bir köyden dahi uzaklaştırmaktan yana acze düşmüşlerdir. Ama diğer taraftan uzun çağlar boyunca taun Medine'ye girememiştir. Derim ki: Bu doğru bir sözdür. Ama açıklanması zor olan duruma cevap teşkil etmez. Bu hususta verilen cevaplardan birisi de şöyledir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara taunun yerine hummanın verildiğini söylemiştir. Çünkü taun zaman zaman gelir. Humma ise her zaman tekerrür eder. Böylelikle ecir bakımından aralarında bir denge meydana gelir ve daha önce kaydedilen bazı sebepler dolayısıyla taunun girmemesinden maksat da tamamıyla gerçekleşmiş olur. Ahmed'in rivayet etmiş olduğu: "Cibril bana hummayı ve taunu getirdi. Ben hummayı Medine'de tuttum, taunu da Şam'a saldım" diye rivayet ettiği hadisi hatırladıktan sonra, bir başka cevabı da uygun görmekteyim. Bundaki hikmet şudur: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye girdiğinde ashabı sayıca az olduğu gibi yardımcıları da azdı. Medine de daha önce Aişe yoluyla rivayet edilen hadiste açıklandığı gibi, havası ağır bir şehir idi. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem her birisi ile başlı başına büyük ecrin kazanılacağı iki şeyden birisini seçmekte muhayyer bırakıldı. O da o vakit, ölüme sebep oluşu -taunun aksine- çoğunlukla az görüldüğünden ötürü hummayı seçti. Daha sonra kafirlerle cihada ihtiyaç hasıl olup savaşmak için ona izin verilince, hummanın Medine'de devam etmesi halinde cihad için gerekli güç sahibi olmaya ihtiyacı olEm kimselerin bedenlerinin zayıf düşmesi neticesi ortaya çıktı. Bundan dolayı o hummanın Medine'den Cuhfe'ye nakledilmesi için dua etti. Böylelikle Medine, Allah'ın şehirlerinin en sağlıklısı oldu. Oysa daha önce böyle değildi. İşte o zamandan itibaren taun sebebiyle şehit olma imkanını bulamayanlar, belki de Allah yolunda öldürülerek şehit1iğe ulaştı. Bıınu da elde edemeyen kimseler, mu'minin cehennem ateşinden payını teşkil eden hummaya (yüksek ateşe) maruz kaldılar. Daha sonra da Medine'nin bu özelliği, diğer şehirlerden ayrılığı ve üstünlüğü ortaya çıkmak üzere devam etti. Böylelikle Nebiin duasının kabulü tahakkuk etmiş, bu uzun süre boyunca vermiş olduğu haberin tasdiki suretiyle pek büyük mucize de ortaya çıkmış oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Taun her müslümanın" yani taun hastalığına yakalanan her Müslümanın "şehit1iğidir

...
Referans:76 5733