Sahih-i Buhari

...

(78) Kitāb: Edeb

(78) ...

Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem büyük günahları sözkonusu etti -yahut ona büyük günahlara dair soru soruldu- de şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, nefsi öldürmek, anne-babaya karşı gelip kötü davranmak. Sonra şöyle buyurdu: Ben size büyük günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi? (Sonra): Yalan sözdür yahut yalan şahitliktir, buyurdu," Şulbe dedi ki: Ağırlıklı olarak zannettiğim onun: Yalan şahimktir, dediğidir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Anne-babaya kötü davranmak büyük günahlardandır. Bunu İbn Ömer, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye rivayet etmiştir." Burada karşı gelmek (ukuk)den maksat, çocuğun anne-babasını rahatsız edecek, onlara eziyet verecek söz ya da fiilleri -anne-baba işi yokuşa sürerek şirk ya da masiyet gerektiren şeyler istemeleri hali dışında- yapmasıdır. İbn Atiyye bunun sınırlarını, yapılması ve terk edilmesi mubah olan hususlarda onlara itaat etmek vacip, mendub olan işlerde onlara itaat etmek müstehap ve kifaye yollu farzlarda da aynı şekilde müstehap olarak tespit etmiştir. İki ayrı isteğin çatışması halinde anne-babaya öncelik tanımak da bu kabildendir. Buna örnek: Hasta annesi tarafından kendisine baksın diye çağrılan bir kimse, eğer annesinin yanında kalmaya devam edecek olursa, vacip olan bir fiili işleme imkanını bulamayacaktır. Eğer annesini bırakıp vacip olan o işi yapacak olursa, bu sefer annesinin maksadı olan çocuğunun kendisine teselli vermesi ve diğer hususlar gerçekleşmeyecektir. Sözkonusu bu vacip fiil, eğer namazın ilk vaktinde kılınması gibi yahut cemaatle birlikte eda edilmesi gibi fazileti kaçırmakla birlikte telafi edilebilecek bir iş ise, böyle bir çatışma sözkonusu olur. (Yani böyle bir çatışma halinde anne-babasının isteğini tercih etmesi müstehaptır.) Hadiste sözkonusu edilen nehyin netice vermesi, emrolunduğu hakları vermeyip, almaya hakkı olmayan şeyleri istemenin Allah tarafından haram kılınmasından dolayıdır. Burada yasağın, -ileride biraz sonra geniş açıklaması geleceği üzere- kayıtsız ve şartsız olarak isteyip dilenme hakkında olma ihtimali de vardır. "Kız çocukları diri diri gömmeyL" Cahiliye dönemi insanları, onlarda hoşlanmadıkları bazı haller sebebiyle bunu yapıyorlardı. "Ve sizin dedikodu yapmanızı. .. hoş görmemiştir." Bu hadislerden maksat, çokça konuşmanın mekruh olduğuna işaret etmektir. Çünkü çokça konuşmak, sonunda hata işlemeye götürür. "Çokça istemeyi (soru sormayı) ... " Zekat bölümünde bundan maksadın ne olduğu hususunda görüş ayrılığı açıklanmış bulunmaktadır. Bundan kasıt, mal isteme midir yoksa çeşitli sıkıntı ve problemlere dair soru sormak mıdır, yoksa bundan daha genel midir? Daha uygun olanı bunu genel hakkında kabul etmektir. Kimi ilim adamının görüşüne göre bundan maksat, insanların zaman içerisinde meydana gelen olayların haberleri hakkında çokça soru sormak yahut muayyen bir kimseye durumu ile ilgili etraflı bilgi almak için çokça soru sormaktır. Çünkü böyle bir iş çoğunlukla kendisine soru sorulanın hoş görmediği hallerdendir. Diğer taraftan şaşırtıcı ve yanıltıcı hususlara dair soru sormanın yasaklandığı da sabit olmuştur. Bu konudaki hadisi Ebu Davud, Muaviye yolu ile rivayet etmiştir. Seleften bir topluluğun da adeten gerçekleşmesi imkansız ya da son derece nadir olan birtakım meseleleri ortaya atıp çözüm için zorlanmayı mekruh gördüğü sabittir. Bunu mekruh görmelerinin sebebi ise bu hususta zora koşmanın ve zanna göre söz söylemeye kalkışmanın sözkonusu oluşundan dolayıdır. Zira bu işi yapan bir kimse kendisini hataya düşmekten de kurtaramaz. Lian bölümünde geçtiği üzere Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in soru sormaktan hoşlanmayıp bu şekilde soru sormayı ayıplamış olmasına, aynı şekilde Tefsir bölümünde yüce Allah'ın: "Size açıklanınca üzüleceğiniz birtakım şeyleri sormayınız. "(Maide, 101) buyruğunun tefsirinde geçtiği gibi, soru sormanın hoş karşılanmayışı vahyin iniş zamanına mahsustur. Buna şu hadis de işaret etmektedir: "Allah nezdinde insanlar arasında günahı en büyük kişi, haram kılınmamış bir şeye dair soru sorup da onun soru sorması sebebiyle o şeyin haram kılınmasına sebep olan kişidir. Aynı şekilde mal edinmek maksadıyla istemek de yerilmiş, bu hususta yüzsüzlük edip ısrar etmeyen kimseler ise övülmüştür. Yüce Allah'ın: "Yüzsüzlük edip de insanlardan bir şey istemeyen fakirler ... " (Bakara, 273) buyruğunda olduğu gibi. Daha önce Zekat bölümünde de şu hadis geçmiş bulunmaktadır: "Kul istemeyi (dilenmeyi) sürdürme ye devam ederse sonunda kıyamet gününde yüzünde bir parçacık et dahi bulunmaksızıngelmesine sebep olur." Müslim'in Sahih'inde de şu hadis yer almaktadır: "Şüphesiz istemek (dilenmek) ancak şu üç kişiye helaldir: Aşırı derecede fakir olan yahut çok ağır borç yükü altına girmiş bulunan ya da büyük bir musibete maruz kalmış olan kimseye." Nevevi, Müslim Şerhinde ilim adamlarının zaruret olmaksızın soru sormanın (istemenin, dilenmenin) nehyedildiği üzerinde ittifak ettiklerini söylemiştir. Devamla der ki: Mezhebimize mensup ilim adamları, kazanabilme imkanı olan kimsenin dilenmesi (istemesi) hususunda iki farklı görüşe sahiptirler. Bu iki görüşün daha sahih olanı, hadislerin zahiri dolayısıyla haram olduğu görüşüdür. İkincisi ise, şu üç şarta bağlı kalmak üzere kerahetle birlikte caiz olduğu görüşüdür: Israr etmeyecek, bizzat dilenmenin zilletine ayrıca kendi nefsini de alçaltma zilletini katmayacak, kendisinden dilencilik ettiği kimseyi rahatsız etmeyecek. Eğer bu üç şarttan birisi olmazsa dilenmek haram olur. -----Dikkat edilirse başlıkta bu İbn Ömer değil, İbn Amr'dır. Bu farka dair Fethu'l-Bari'deki açıklamanın kısa bir bölümünü kaydetmekte fayda görüyoruz: "Evet, Ebu Zerr'in Buhari rivayetinde bu şekilde ayn harfi ötreli olarak "(İbn) Ömer" şeklindedir. el-As1l1 rivayetinde ise ayn harfi fethalı olarak: "(İbn) Amr" şeklindedir ... " Bk. Fethu'I-Bari, X, 419. -------------- "Malı zayi etmeyi". İstikraz (borçlanmak) bölümünde çoğunluğun bunu harcamalarda israfa yorumladıkları geçmiş bulunmaktadır. Bazıları ise haram yollarda harcamada bulunmak ile kayıtlamışlardır. Daha güçlü olan görüş ise dini ya da dünyevi olsun şer'an izin verilmemiş şekilde yapılan harcamadır. Böyle bir harcama yasak kılınmıştır. Çünkü yüce Allah malı kulların maslahatlarının ayakta durması için yaratmıştır. Malın saçıp savrulması ise bu masıahatların gerçekleşmesini engeller. Ya bu masıahatları kaybedenkimse için ya da başkası için bu sözkonusu olur. Ancak bunda ahiret sevabını elde etmek için çeşitli hayır yollarında çokça infak etmek istisna edilmiştir. Elverir ki ondan daha önemli uhrevi bir hakkın yerine getirilmesini önlemesin. Hülasa çokça infak edip mal harcamanın üç şekli sözkonusudur: 1- Şer'an yerilmiş alanlarda malın infak edilmesi. Bunun yasak oluşunda hiçbir şüphe yoktur. 2- Şer'an övülmüş alanlarda infak edilmesi. Bunun da sözü geçen şarta uymakla birlikte, istenen bir şeyolduğunda şüphe yoktur. 3- Malın, nefsin lezzet aldığı hususlar gibi asıl itibariyle mubah olan alanlarda infak edilmesi, harcanması. Bu da iki kısma ayrılır: a- Yapılan bu harcamanın infakta bulunan (harcamayı yapan) kimsenin haline ve malının miktarına yakışan bir şekilde olması. Böyle bir harcama israf değildir. b- Örfen onun haline yakışmayan harcama olması. Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi, ya halihazırda meydana gelmiş ya da gelmesi beklenen bir kötülüğü bertaraf etmek için yapılan harcama. Bu israf değildir. İkincisi, bu türlerin hiçbirisiyle ilgisi olmayan harcamalar. Cumhurun kanaatine göre bu bir israftır. Ama kimi Şafii alimleri bunun israf olmadığı görüşünde olup şöyle söylemişlerdir: Çünkü böyle bir harcama ile bedenin maslahatı gerçekleştirilir ve bu da doğru bir maksattır. Eğer masiyet uğrunda yapılmamış ise böyle bir harcamayı yapmak, onun için mubah olur. İbn Dakiki'l-'İyd der ki: Ama Kur'an'ın zahir (açık) buyrukları onun söyledikleri ile bağdaşmamaktadır. Maliki alimlerinden el-Bad ise malın tümünün sadaka olarak verilmesinin caiz olmadığını belirterek şunları söylemektedir: Malın dünyevi masıahatlar uğrunda çokça harcanması mekruhtur. Bununla birlikte misafir, bayram ya da ziyafet gibi ara sıra meydana gelen bir iş dolayısı ile çokça harcanmasında bir sakınca yoktur. Mekruh olduğunda görüş ayrılığı bulunmayan hususlardan birisi de ihtiyaç miktarından fazla bina yapımına harcamakta sınırı aşmaktır. Özellikle eğer buna aşırı süsleme de eklenecek olursa bu hüküm daha da pekişir. Sebepsiz yere fahiş ğabn (denilen çok yüksek fiyat1a satın almak) ihtimali de bu kabildendir. Malın masiyet uğrunda zayi edilmesine gelince, bu hiç şüphesiz hayasızca işleri işlemeye mahsus değildir. Aksine kölelerle hayvanların telef olmalarıyla sonuçlanacak şekilde onlarla gereği gibi ilgilenmemek ve kötü muamele de bunun kapsamına girer. Reşid olduğu görülmeyen kimseye malını vermek de bu kapsamdadır. es-Sübkı el-Kebir "el-Halebiyyat" adlı eserinde şunları söylemektedir: Malın zayi edilmesindeki belirleyici ilke, bunun dünyevı ya da dinı bir maksada yönelik olmadan harcanmasıdır. Eğer bu iki maksat da yoksa malın harcanması kesin olarak haramdır. Şayet bunlardan birisi önemsenecek derecede bulunur ve harcama da kişinin haline yakışan ve masiyet olmayan bir tür ise kesin olarak caizdir. et-Tıbı der ki: Bu hadis güzel ahlakın bilinmesi hususunda esas bir dayanaktır. Bu da övülen ahlaki tutumları ve güzel hasletlerin tamamını tetkik etmek, onların peşine düşmek demektir. "Üç defa tekrarlayarak: Büyük günahların en büyüğünü ... " Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinleyenin kalbinin uyanıklığını ve sözünü edeceği hayırlı şeyleri iyice kavramasını sağlayıp dikkatini çekmek amacıyla tekid etmek için bir sözü üç defa tekrarlamak adeti üzere bu sözlerini de üç defa tekrarladı. Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Çoğunluğun görüşüne göre günahların bir kısmı kebair (büyük günah) bir kısmı da seğair (küçük günah)dır. Aralarında üstat Ebu İshak el-İsferayını'nin de bulunduğu bir kesim, istisna teşkil ederek şöyle söylemiştir: Günahlar arasında küçük günah diye bir şey yoktur. Aksine Allah'ın yasakladığı her bir şey büyük bir günahtır. O bu görüşü İbn Abbas'tan nakletmiştir. Kadı !yad da bunu "muhakkiklerden" diye nakletmiştir. Şanı yüce Allah'ın emrine muhalif her bir hareketin onun celaline karşı büyük günah olduğunu söyleyerek görüşlerini delillendirmişlerdir. Nevevi dedi ki: Büyük günahın tespiti hususunda ilim adamları pek çok ve yaygın bir görüş ayrılığı içindedirler. İbn Abbas'tan rivayete göre yüce Allah'ın sonunda ateş, ilahı gazap, lanet veya azap ifadesi bulunan her bir şey günahtır, dediği rivayet edilmiştir. Nevevi der ki: Buna benzer bir açıklama Hasan-ı Basrı'den de rivayet edilmiştir. Başkaları ise: Şanı yüce Allah'ın ahirette ateş azabı ile tehdit ettiği yahut dünyada had uygulamasını gerekli gördüğü günahlardır, demişlerdir. Derim ki: Bu son hususu açıkça belirtenlerden birisi de Kadı Ebu Ya'la'nın naklettiğine göre İmam Ebu Ahmed ve Şafillerden de el-Maverdl'dir. Onun lafzı şöyledir: Büyük günah, hadlerin uygulanmasını gerektiren yahut ahirette azap tehdidi yapılmış bulunan günahlardandır. Şafillerden pek çok kimse büyük günahları başka esaslara göre de tespit etmişlerdir. Bunlardan birisi İmamu'lHarameyn'in şu görüşüdür: Büyük günah, onu işleyen kimsenin dini az önemsediğini, dine bağlılığının da gevşek olduğunu ortaya koyan her bir günahtır. İbn Abdiselam da el-Kavaid adlı eserinde şunları söylemektedir: Ben ilim adamlarından herhangi bir kimsenin itirazdan kurtulabilen bir şekilde büyük günahı belirleyen bir ölçü koyduğunu tespit edebilmiş değilim. Daha uygun olanı ise -nass ile tespit edilmiş büyük günahlar dışındakiler için- o günahı işleyen kimsenin dinine pek önem vermediğini gösteren işlerdir. Derim ki: Bu oldukça güzel bir ilkedir. "Dikkat edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. Dikkat edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. O, bu sözlerini ben: Artık susmaz, deyinceye kadar tekrarlayıp durdu." Hadisin bu rivayet yolunda bu şekildedir. Bişr İbn el-Mufaddal yoluyla gelen rivayette ise şöyle denilmektedir: "Şöyle buyurdu: Dikkat edin, bir de yalan sözdür. O bu sözünü o kadar tekrar etti ki nihayet biz: Ne olur keşke sussa, dedik." Yani onun bu hususta son derece kızgınlığını gördüklerinden ötürü, ona şefkatleri dolayısı ile susmasını temenni ettiler. İbn Dakiki'l-'Id der ki: Onun yalan şahitliği bu kadar önemsemesi, insanların bunu daha kolaylıkla işlemeleri dolayısıyla ve önemsenmeyişinin daha çok, kötülüğünün gerçekleşmesinin de daha kolayoluşundan dolayı olabilir. Çünkü Müslüman şirkten uzak durur. Anne-babaya kötü davranmaktan da insan tabiatı nefret eder. Yalan söz söylemeye iten sebepler ise pek çoktur. O halde doğru söze (ve şahitliğe) önem vermek, güzel ve yerinde bir şeydir. Böyle bir önemseyiş ise onunla birlikte sözü edilen diğer günahlara nispetle büyüklüğünden dolayı değildir

...
Referans:78 5977