Sahih-i Buhari
...
(81) Kitāb: Kalbi İnceltmek (Ar-Riqaq)
(81) ...
Ata dedi ki: Ebu Hureyre bunu rivayet ederken Ebu Said el-Hudrl'de Ebu Hureyre'nin beraberinde oturuyor ve Ebu Hureyre'nin dediklerinden hiçbir şey değiştirmeye lüzum görmüyordu ta "Bunların hepsi senin ve bir o kadar dahası da hep senindir" sözüne gelince Ebu Said, Ebu Hureyre'ye: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve SellemIden "Bunların hepsi ve daha on misli de senindir buyuracaktır" derken işittim dedi. Ebu Hureyre de ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den yalnız "Bunlar ve beraberinde bir misli daha senindir" buyurduğunu ezberledim, dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sıratın cehennem köprüsü olduğu." Yani sıratın Müslümanlar üzerinden geçip cennete gitsinler diye cehennem üzerine kurulan köprü olduğu. "Hel tudarrCıne" yani çekişerek, mücadele ederek ve birbirinizi sıkıştırarak kimseye zarar veriyor musunuz ve kimse de size zarar veriyor mu? Bu kelime "ra" harfi şeddelenmeden de rivayet edilmiştir. Bu takdirde fiil zarar anlamına gelen "ed-dayr" kökünden türemiş olur. Buna göre mana, kimse kimseye muhalif olup da onu yalanlıyor, onunla çekişiyor ve böylece ona zarar veriyor mu demektir. Fiilin kullanımı "darahCı, yadiruhCı" şeklindedir. Bazılarına göre bu fiilin manası bir diğer rivayette olduğu gibi sıkıştırıyor musunuz demektir. "TeravnehCı kezalike =onu böyle apaçık göreceksiniz." Vurgulanmak istenen "görme"nin net, kuşkunun olmadığı, meşakkatin ve birbirine düşmnin bulunmadığı görmeye benzetilmesidir. Nevevi şöyle demiştir: Ehl-i sünnet mezhebine göre müminlerin Rablerini görmeleri mümkündür. Mutezile ve Hariei bid'atçiler ise bunun mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu, onların cehaletlerini gösterir. Kitap, sünnet, sahabelerle Ümmetin selefinin ahirette müminlerin Rablerini görecekleri yolundaki iemalarında birçok delil vardır. "Tağutlara tapmakta olanlar onların ardına takılıp gidecektir." Hadiste geçen "tevağit" "tağut" kelimesinin çoğuludur. Tağut, şeytan, put demektir. Kelimenin çoğulu, tekili, müzekkeri ve müennesi aynıdır. Nisa suresinin tefsirinde tağuta bir parça işaret edilmişti. Taberi şöyle der: Bence isabetli olanı şudur: TağCıt, Allah'tan başkasına ibadet olunan ve Allah'a karşı azgınlık edip, haddi aşan her şeydir. Bu da ya onun kendisine ibadet edene galebe çalmasıyla ya da ibadet edenin itaatiyiedir. Bu tapılan varlık insan olabileceği gibi şeytan veya hayvan ya da cansız bir varlık olabilir. Taberi şöyle devam eder: Onların kıyamet günü bu tağCıtların ardına düşmeleri, onlara inanmaya devam etmelerinin cezasıdır. TağCıta tapanların onların peşinden gitmeleri, istemeseler bile zorla cehenneme sürüklenmeleri için de olabilir. Ebu Said el-Hudrl'nin Tevhid Bölümünde nakledilen hadisinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demektedir: "Haç ehli haçlarıyla, putperestler putlarıyla, her ilaha tapanlar ilahlanyla birlikte gideceklerdir." Burada şeytan ve benzeri tapılmaktan hoşnut olan bir varlığa veya cansız bir nesneye ya da hayvana tapanların bu hükme dahilolduklarına işaret edilmektedir. Melekler ve Mesih İsa gibi tapılmaktan hoşnut olmayanlar ise böyle değillerdir. "Yalnız bu ümmet kalacaktır." İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: "Ümmet" kelimesinden maksat Muhammed ümmeti olabileceği gibi, bundan daha geniş olarak yorumlama imkanı da vardır. Bu takdirde cinler dahil bütün tevhid ehli, ümmet kavramına girer. Hadisin devamındaki itaatkar veya günahkar olup, Allah'a ibadet eden herkesin yerinde kalacağını ifade eden cümle de bunu göstermektedir. Bizce söz konusu hüküm, hadisin devamındaki "Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek ben olacağım" cümlesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu cümlede, diğer Nebilerin Hz. Nebilden sonra kendi ümmetierini sırattan geçireceklerine işaret edilmektedir. "Onlara 'Yalan söylediniz' denilir." İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadisten münafıkların dünyada yaptıkları gibi -kendilerine fayda verir umuduyla- müminlerle birlikte geri kalacakları ifade edilmektedir. Münafıklar bunun kendileri için devam edeceğini zannetmektedirler. Oysa Allahu Teala müminleri alınlarındaki beyazlık (ğırra) ve ayaklarındaki akseki (tahdı) ile ayıracaktır.' Zira münafıkta ne ğırra, ne de tahdl olacaktır. Biz de şunu ekleyelim: Gırra ve tahdlin Muhammed ümmetine mahsus olduğu sabittir. Bu münafıkların ayrılma meselesine daha yakından bakacak olursak, onlar ğırra ve tahdie sahip olduktan sonra secdeye muafık olamayarak ve nuriarı söndürülmek suretiyle müminlerden ayrılacaklardır. Bir ihtimale göre ise ğırra ve tahdie sahip olacaklar, sonra nurun söndürülmesi esnasında bunlar kendilerinden alınacaktır. "Allah onlara evvelce tanıdıklanndan başka bir surette gelecektir." İbnü'lArabi şöyle demiştir: Onların bu esnada (Allah'a) sığınmaları bunun istidrac olduğuna inanmalarındandır. Çünkü Allah kötü bir şeyi emretmez. Batıla ve batıl taraftarlarına uymak çirkin şeylerdendir. Bundan dolayı Sahih'te şöyle bir ifade yer alır: "Allah onlara tanımadıkları bir surette gelir. Bu, batıla tabi olanlara uyma emridir. Bundan dolayı 'Rabbimiz geldiğinde biz onu tanırIZ' derler." Bunun manası Rabbimiz bize bildiğimiz hak sözü söyleyerek geldiğinde biz onu tanırız demektir. İbnü'l-Cevzl'ye göre hadisin manası şudur: Allah onlara kıyamet gününün korkunçluğuyla ve dünyada mislini tanımadıkları şekliyle meleklerin suretinde gelir. Onlar da bu durumdan (Allah'a) sığınırlar ve şöyle derler: Rabbimiz gelseydi biz onu tanırdık yani Rabbimiz bize tanıdığımız lütfuyla gelseydi biz onu tanırdık. Bu Allahu Teala'ın "İncikten açılır"(Kalem 42) ifadesiyle anlattığı durumdur ki "incikten açılmak" işlerin güçleşmesi demektir. Kurtubi şöyle demiştir: Bu, kullarından murdar olanları temizlerden ayırması için Allahu Teala'ın onları imtihan ettiği korkunç bir durumdur. Şöyle ki münafıklar dünyada iken olduğu gibi, orada da mümkün olduğu zannıyla kendilerinin de müminlerden olduğunu iddia ederek onlarla birlikte karışık olarak geri kaldıklarında Allah onlara korkunç bir şekilde gelmek suretiyle kendilerini imtihan eder ve onların tümüne "Ben sizin Rabbinizim" der. Müminler Rablerine inkarla cevap verirler. Çünkü onlar Allahu Teala'ı daha önceden tanımaktadırlar ve onun bu suretteki niteliklerden uzak olduğunu bilmektedirler. Bundan dolayı "Senden Allah'a sığınırız. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız" derler. Hatta bazıları az kalsın dönecek hale gelir yani ayağı kayıp da münafıkların düşündüğü gibi düşünecek duruma gelir. Kurtubi şöyle der: Bunlar alimler arasında kökü ve kökeni olmayan bir zümredir. Herhalde bunlar hakka inanıp, basiretsizce onun etrafında dönenlerdir. Hattabi'nin düşüncesi ise şöyledir: Allah'ın bu görülmesi, onlara onurlandırma ölsun diye cennetteki görülmesinden farklı olacaktır. Çünkü bu imtihan içindir. Diğeri onların onurunu arttırmak içindir. Nitekim "el-hüsna ve ziyade = güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır"(Yunus 26) ayetindeki "bir de fazlası" bu şekilde tefsir edilmiştir. Hatta.bi şöyle devam eder: Mahşer yerinde imtihanın yapılmasında herhangi bir problem yoktur. Çünkü mükellefiyetierin izleri, ancak cennete veya cehenneme yerleştikten sonra kesilir. Kurtubi sözüne devamla der ki: Burada şöyle denebilır: Allahu Teala'ın ilk başta kendisini onlardan gizlemesi, aralarında kendisini görmeye layık olmayan münafıkların bulunmasındandır. Onlar müminlerden ayrılınca aradaki perde kaldırılır ve müminler o zaman "Sen bizim Rabbimizsin" derler. Bizim kanaatimiz ise şu yöndedir: "Bize kendisini tanıtınca onu tanırız" ifadesi ve onun teviliyle ilgili söylediklerimiz göz önüne alındığında problem ortadan kalkmaktadır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: 'Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek ben olacağım'" Şuayb'ın rivayetinde "men yüCızu" cümlesi "yucevvizu bi ümmetihi" şeklindedir. Asmai şöyle demiştir: "Caze'l-vadiye" vadide yürüdü, "ecazehCı" vadiyi yürüyüp kat etti demektir. Nevevi şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Sıratın üzerinden ilk geçecek ve onu kat edecek ben ve ümmetim oluruz. Arapçada "d'ize'l-vadiye ve ecazehu" vadiyi yürüyüp kat etti ve arkasında bıraktı demektir. "O gün Nebilerin duaları :4l/ahümme sel/im sel/im' şeklinde olacaktır." Bu cümle Şuayb'ın rivayetinde "ve la yetekellemu yevmeizin ahadun iIIe'rrusül =0 gün Nebilerden başka hiç kimse konuşmayacaktır" şeklindedir. İbrahim b. Sa'd'ın rivayetinde ise "Onunla ancak Nebiler konuşabilir. Nebilerin o günkü duaları :4l/ahumme! Sel/im, seiUm' şeklinde olur." Tirmizl'de yer alan el-Muğire hadisine göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müminin sırattaki şiarı 'Rabbi sel/im, sel/im = Allah'ım selamet ver, selam et ver' şeklindedir. "(Tirmizi, Kıyame) Bu ifadeden müminlerin şiarının bunu konuşacakları şeklinde olduğu sonucu çıkmaz. Tam tersine bunu müminlere selamet duası yapan Nebiler söylerler ve buna onların şiarı ismi verilir. Bu açıklamayla bu konudaki haberlerin tümü cem ve telif olmaktadır. Ebu Said hadisinde şöyle bir farklı ifade vardır: "Mümin (sırattan) göz açıp kapama hızında, şimşek gibi, rüzgar gibi, cins atlar ve develer gibi geçer." Huzeyfe ve Ebu Hureyre'nin birlikte rivayet ettikleri hadiste ise şöyle denmektedir: "Onların ilk zümresi şimşek gibi geçer, sonra rüzgar, sonra kuş ve hızlı koşan erkekler gibi geçerler. Onları sırattan amel/eri geçirir. "(Müslim, İman) . "Ve bihf kela/fb= Onun çengel/eri vardır." "Bihi''' kelimesindeki zamir, "slrat" yerine kullanılmıştır. Huzeyfe ve Ebu Hureyre'nin birlikte yaptıkları rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sıratın iki yanında asılı ve işaret edilen kimseleri yakalaması emredilen çengel/er vardır" diye haber vermiştir. Kadı Ebu Bekir el-Arabi' şöyle demiştir: Buradaki "çengeller" "Cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır" şeklinde daha önce geçen hadiste işaret edilen şehevi şeylerdir. İbnü'I-Arabi' şöyle der: Şehvetler sıratın iki tarafına konmuştur. Her kim bunlara dalacak olursa cehenneme düşer. Çünkü şehvetler sırat köprüsünün insanı kapan çengelleridir. Huzeyfe hadisinde ise "Emanet ve sı la-i rahim gönderilir ve sıratın sağlı sol/u iki tarafında durur" (Müslim, İman) yani sıratın iki yakasında dururlar. Bu hadisin manası şudur: Emanet ve sıla-i rahim, şanları yüce, kullara riayeti gerekli olan hakkının büyüklüğü sebebiyle emanete riayet eden, etmeyen, akrabalarıyla ilişkisini koparan ve koparmayan herkes orada durdurulur. Bunlar, hak üzere olan adına mücadele ederken batıla sapanların aleyhine şehadet ederler. "Emanet" kelimesi ile "inna aradna'l-emanete ale's-semavati ve'l-ardi = Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik''(Ahzab 72) ayetinde geçen "emanet", "sıla-i rahim" den de "vetteku'l-lahellezi: tesaelune bihi: ve'l-erham = adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının"(Nisa 1) ayetinde yer alan "sıla-i rahim" kastedilmiş olabilir. Allah'ın emrine tazimde ve yarattıklarına şefkatte bulunmak da buna dahilolur. Sanki emanet ve sıla-i rahim, sırat-i müstakim, imanın ve dosdoğru dinin iki fıtratı olan İslamın iki yanına gizlenmişlerdir. "İşte bu çengeller insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar." ez-Zeyn b. el-Müni:r şöyle demiştir: Sözkonusu çengellerin Sa'dan dikenine benzetilmesi, insanları kapmaktaki hızı, kaçınma ve korunmaya rağmen ona taktlmanın çokluğu açısından benzetilmiştir. Böylece insanlara dünyada bildikleri ve doğrudan alıştıkları bir şeyle örnek verilerek temsili bir anlatım yapılmıştır. Sonra Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözkonusu benzetmenin bunların miktarları konusunda olmadığına işaret etmek üzere istisnada bulunmuştur. "Minhum el-muhardelu." Bunun manası sırat onları kurtuluşa erenlere katılmaktan alıkoyar demektir. Bazılarına göre "el-muhardel" yere çarpılmış demektir. İbnü't-Tıyn' u manayı tercih etmiş ve haberin ifade akışına bu daha uygundur demiştir. "Summe yencu = sonra kurtulur." İbn Ebi: Cemre şöyle demiştir: Bu cümleden sırattan geçecek olanların üç sınıf oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar herhangi bir sıyırık, tırmalama olmaksızın kurtuluşa erenler, ilk etapta helak olanlar ve bunların ortası olanlardır ki bunlar önce yara alırlar, sonra kurtuluşa ererler. Bu kısımlardan her biri de kendi aralarında tekrar kısımlara ayrılır. Böyle olduğu "bi kadri a'm6/ihim = amellerine göre" ifadesinden anlaşılmaktadır. "Mekdus" kelimesinin telaffuzu hakkında ihtilaf edilmiştir. Kelime Müslim'de yer alan bir rivayette (Müslim, İman) "mekdus" şeklinde yer alırken bazıları "mekduş" şeklinde rivayet etmişlerdir. "Mekduş", şiddetli bir şekilde sevk etmek demektir. "Mekdus" ise bir kısmı diğerine binen demektir. "Allah kulları arasında hüküm ve adaletini tamamladığında." İbn Ebi: Cemre bu cümleyi Allah'ın ilminde onlara merhamet edeceği vakit geldiğinde şeklinde tefsir etmiştir. Nevevi: şöyle der: Hadisin zahirine göre cehennem ateşi yedi secde organlarının tamamını yemeyecektir. Bunlar alın, iki el, iki diz, iki ayaktır. Ba,:ı alimler bunu kesin bir dille ifade etmişlerdir. İbn Ebi Cemre bu hadisten Müslüman olup namaz kılmayan bir kimsenin cehennemden çıkmayacağını, çünkü onun alnında ve ayaklarında alamet olmayacağını söylemiştir. Fakat bu hadis "Iem ya'melu hayran kattu = hiç amel işlememiş" ifadesinin genelliği dolayısıyla Allah'ın kabzasında çıkacak şeklinde yorumlanmıştır. "Yabani reyhan tohumları nasıl çabuk biterlerse (yeniden) öylece biteceklerdir. " İman bölümünde bu kelimenin yabani reyhan olduğu geçmişti. Kelimenin çoğulu "hibeb"dir. "Ff hamili's-seyl = sel uğrağında" yani selin getirdiği ince toprak üzerinde. İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Bu ifade onların yerden bitme hızlarına işaret etmektedir. Zira yabani reyhan tohumu, bitkilerin içerisinde en hızlı bitendir. Bir de sel artığında oldıı mu daha da hızlı biter. Zira sel artığında yumuşak çamurla birlikte selle birlikte gelen çerçöpün harareti bir araya gelir. "Bir kimse kalır." Bundan önceki başlık altında yer alan 22. hadisin açıklamasında cehennemden en son çıkacak kişiden söz edilmiş ve bu kişinin kefen soyucu olduğu belirtilmişti. Huzeyfe'nin naklettiği İsrailoğulları ile ilgili hadiste şu ifade yer almaktaydı: "Adamın biri kendi ameli hakkında iyi düşünmüyordu. Allesine '(Ölünce) Beni yakın' dedi." Bu hadisin son kısmında o kişinin "Kefen soyucu olduğu" yer almaktaydı Ahmed b. Hanbel, Ebu Avane ve başka kaynaklarda zikredilen Huzeyfe'nin Ebu Bekir'den naklettiği hadiste şu ifade yer almaktadır: "Sonra Allah 'Cehennemde herhangi bir am el yaptığı halde kalan var mı bakın?' diye emreder ve orada bir kişiyi bulurlar. Ona 'Hiç hayır işledin mi?' diye sorulur. O da 'Hayır! Ancak alışverişlerimde insanlara müsamaha ederdim' der." (Ahmed b. Hanbel, 1,4) "Şu ateşin kokusu beni zehirleyip duruyor." Hattabi şöyle demiştir: "Kaşabehu'd-duhan" duman boğazına doldu ve kişi onu yutmaya başladı demektir. "el-Kaşb" kelimesinin aslı yemeğe zehir katmak demektir. Kullanımı "kaşabehu" şeklindedir. Manası onu zehirledi demektir. Daha sonra bu fiil dumanla hoş kokunun zirveye çıkması anlamında kullanılmıştır. Nevevi şöyle der: "Kaşebeni" beni zehirledi, bana eziyet etti ve beni helak etti anlamınadır. Bu anlam dilbilimcilerin çoğunluğunun görüşünü yansıtmaktadır. Bizce Hattabi'nin görüşünün güzelliğini herkes fark edebilir. "Yalını beni yakıp duruyor." Hadis metninde geçen "zekauha" alevi çoktur, tutuşması ve yakıcılığı şiddetlidir anlamınadır. "Ya Rab' Ben İ mahlukatının en bedbahtı kılma!" Hadis metninde geçen "elhalk" kelimesinden burada maksat cennete girenlerdir. "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası da hep senindir!" Ebu Said Ebu Hureyre'ye 'Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den duydum ... ' demiştir.' Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Hadise göre bir şahsa hakikatı kavranamayan bir şeyle hitap etmek caizdir ve gerçeği kavranılmayan bu şeyi o kişinin anladığı simgelerle ifade etmek mümkündür. Ahirette olacak şeyler isimlendirme hariç dünyadakilere benzemez. 2- Mükellefiyet, kişi cennette veya cehennemde yerini almadıkça kesilmez. Mahşer yerinde emri yerine getirme ister istemez zorunlu olarak gerçekleşir. 3- Hadisten imanın fazileti anlaşılmaktadır. Zira münafık zahiren imanlı göründüğü için yüzündeki nur ve başka şeyler söndürülüp, müminlerden ayrılıncaya kadar dokunulmazlığı kendisinde kalmıştır. Sırat köprüsü olanca inceliğine ve keskinliğine rağmen Adem'den kıyamete kadar gelip geçmiş bütün mahlukatı içine alır. 4- Cehennem ateşi büyüklüğüne ve şiddetine rağmen yakılması emredilen sınırı aşmayacaktır. 5- Şefaat dilemek ancak günahkar için sözkonusudur gerekçesi ile bunu kabul etmeyenlerin aksine onu dilemek caizdir. Kadi İyad şöyle demiştir: Bu görüşü savunanlar daha önce açıklandığı üzere hesapsız bir şekilde ve bunun dışında cennete girme esnasında şefaatin olacağını gözden kaçırmışlardır. Bunun yanında aklı başında olan herkes, kendisinin kusurlu olduğunu itiraf ettiğine göre kusurundan dolayı af talebine ihtiyaç duyacaktır. Amel eden herkes de aynı şekilde amelinin kabul edilmeyeceğinden korku duyacak ve onun kabulü için şefaate ihtiyaç duyacaktır. Kadı Iyaz şöyle devam eder: Karşı görüşü ileri süren kimsenin bağışlanma ve rahmet duasında bulunmaması gerekir. Bu da selefin dualarında izledikleri yola aykırıdır. 6- Hadisten Allahu Teala'ı ahirette görmenin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. 7 - Bu ümmete mensup günahkar bir zümre ateşle azaba uğrayacak, sonra şefaat ve rahmetle oradan çıkacaktır. Ancak bazıları bu ümmet için böyle bir şeyin sözkonusu olmadığını söylemiş ve bu konuda gelen haberleri zorlama birtakım şeylerle tevil etmeye kalkışmışlardır. Oysa sarih naslar bunun sabit olacağı noktasında birbirini desteklemekte ve güçlendirmektedir
Referans | : | 81 6574 |