Sahih Muslim
...
(0) Kitāb: Introduction
(0) ...
Bize Muhammed b. Ubeyd el-Guberi rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebu Avane, Ebu Hasîn'den o da Ebu Salih'den o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti.Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulllah (Sallallahu aleyhi ve sellem): *Her kim benim üzerimden kasden yalan söylerse Cehennemdeki yerine hazır olsun.* buyurdular. Diğer tahric: Buhari, had. no: 6197 -uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf, 12852 NEVEVİ ŞERHİ: (HADİS’İN SENED’İ) Senetteki "Muhammed b. Ubeydullah el-Gubari" deki" el-Gubari", Bekr b. Vail oğulları arasında bilinen bir kabilenin atası olan "Guber"e nispettir. Sözünü ettiğimiz Muhammed Basralıdır. Ebu Avane'nin adı, Vaddah b. Abdullah el-Vasıti'dir. Ebu Hasin isminin ha harfi fethalı, sad kesreli okunacağı daha önceki fasılıarda geçmiş bulunmaktadır. Orada belirttiğimiz üzere Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde benzeri isim de başka bir ravi yoktur. Onun dışında aynı harflerle isimleri yazılanların ismi ise ha ötreli, sad fethalı olmak üzere Husayn şeklindedir. Bundan tek istisna ise dat harfi ile yazılan "Hudayn b. el-Münzir"dir. Ebu Hasin'in adı Osman b. Asım el-Esedi el-Kufı'dir, tabiindendir. Ebu Salih ise es-Semman diye bilinir. ez-Zeyyat da denilir. Adı Zekvan'dır. Kendisi Kufe'ye zeytinyağı ve yağ getirirdi. Aslen Medineli'dir. 101 yılında vefat etmiştir. Her birisi "Ebu Salih" diye anılan onun derecesinde ve ona yakın birkaç kişi daha vardır. Ebu Hureyre, bu künyeyi alan ilk kişidir. Onun ve babasının adı hakkında yaklaşık otuz farklı görüş vardır. Bunların en sahih olanları ise Abdurrahman b. Sahr olduğudur. Ebu Ömer b. Abdilberr dedi ki: Bu hususta çokça ihtilaf edildiğinden ötürü bana göre kendisine itimat edilecek sahih bir rivayet yoktur. Bundan Abdullah ve Abdurrahman müstesnadır. Müslüman olduktan sonraki ismi hususunda kalbin daha çok yattığı bu isimlerdir. (İbn Abdilberr devamla) dedi ki: Muhammed b. İshak dedi ki: Adı Abdurrahman b. Sahr'dır. (İbn Abdilberr) dedi ki: İşte isimlere ve künyelere dair eser tasnif etmiş bir kısım ilim adamı buna itimat etmiştir. Hakim Ebu Ahmed de böyle demiştir: Onun ismi hususunda bize göre en sahih kanaat Abdurrahman b. Sahr olduğudur. Ona "Ebu Hureyre" künyesinin veriliş sebebine gelince, küçükken kendisiyle oynadığı küçük bir kedisi varmış. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) pek büyük bir menkıbesi bulunmaktadır. O da Raslilullah {sallallahu aleyhi ve sellem)'den en çok rivayeti bulunan sahabinin kendisi olmasıdır. İmam, hafız Bakiy b. Mahled el-Endelusi Müsned'inde Ebu Hureyre'nin 5374 hadisini rivayet etmektedir. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anh) arasında bu kadar hadis rivayeti bulunanı da, buna yaklaşanı da yoktur. İmam Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Ebu Hureyre kendi zamanında hadis rivayet edenlerin en hafızıdır. Ebu Hureyre'nin Medine'nin Zu'l-huleyfe mıntıkasında kaldığı bir evi vardı. 59 yılında 78 yaşında Medine' de vefat etti. Baki'de defnedildi. Aişe (radıyallahu anha) da ondan kısa bir süre önce vefat etmişti. Ebu Hureyre de onun cenaze namazını kıldırmıştı. Ebu Hureyre'nin 57 yılında vefat ettiği söylendiği gibi 58 yılında vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusu 59 yılında vefat ettiğidir. Kendisi Suffe'de yaşayan ve oranın müdavimlerinden idi. Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya adlı eserinde: Ebu Hureyre Suffa'da yaşayanların arifi (onların temsilcisi) ve orada kalanların en ünlüsüdür. Allah en iyi bilendir. (METNİN MEŞHURLUĞU) Hadisin metnine gelince, son derece sahih, pek muazzam bir hadistir, mütevatir olduğu dahi söylenmiştir. Ebu Bekr el-Bezzar Müsnedinde bu hadisi Nebi (s.a.v.)'den ashab-ı kiram da (r.a.) kırk'a yakın kişinin rivayet ettiğini belirtmektedir. İmam Ebu Bekr es-Sayrafi de Şafii' nin Risalesini şerhinde -Allah ikisine de rahmet buyursun- bu hadisin merfu olarak altmış sahabiden daha fazla kişiden rivayet edildiğini nakletmektedir. Ebu'l-Kasım Abdurrahman b. Mende ise bu hadisi rivayet edenlerin isimlerini zikretmiş ve onların yetmiş sekiz kişiye kadar vardıklarını tespit etmiş, sonra da: Ve daha başkaları da bunu rivayet etmiştir, demiştir. Kimi hadis hafızı bunun altmış iki sahabiden rivayet edildiğini belirtmektedir. Bunların arasında cennetlik olduklarına tanıklık edilmiş aşere-i mübeşşere de vardır. Ayrıca şunu eklemektedir: Aşere-i mübeşşere'nin tamamının bundan başka ittifakla rivayet ettikleri bir hadis bilinmemektedir. Yine altmıştan daha fazla sahabi tarafından rivayet edilen bunun dışında bir hadis de bilinmemektedir. Hatta kimisi bunu ashabtan iki yüz kişi rivayet etmiştir demiş ve bunun daha fazlasını söyleyenler de olmuştur. Buhari ve Müslim bu hadisi Sahihlerinde ittifakla Ali, Zubeyr, Enes, Ebu Hureyre ve başkalarından tahric etmişlerdir. el-Cem'u beyne's-Sahihayn adlı eserin müellifi Ebu Abdullah el-Humeydi'nin Enes'in rivayet ettiği hadisi Müslim'in tek başına naklettiği münferid rivayetler arasında zikretmesi ise doğru değildir çünkü her ikisi de bunu ittifakla rivayet etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. (LAFZI VE AÇIKLAMASI) Nebi (sallallahu aleyhi ve selleml'in: "Cehennemdeki yerine hazırlansın" buyruğu hakkında ilim adamları oraya yerleşsin, konaklasın anlamında olduğunu söylemişlerdir. Cehennemdeki yerini edinsin diye de açıklanmıştır. Hattabi dedi ki: Bunun asıl anlamı develerin çöktüğü yer ile alakalıdır. Diğer taraftan bunun emir lafzı ile yapılmış bir (bed)dua olduğu da söylenmiştir. Yani Allah onu böyle bir yere koysun, yerleştirsin demektir. "Cehenneme girsin" ifadesi de böyledir. Bunun emir lafzında haber olduğu da söylenmiştir. Yani: Böyle bir kişiye cehennemde kalacağı yere gitmesi vacip olmuştur. O halde kendisini buna alıştırsın. Bu manaya "cehenneme girsini boylasın" şeklindeki diğer rivayet de delildir. Bir başka rivayette ise: "Onun için cehennemde bir ev bina edilir" denilmektedir. Hadisin manasına gelince, işte böyle birisinin cezası budur, bu ceza ile cezalandırılabilir, kerim olan Allah onu af da edebilir. Kesin olarak cehenneme gireceği söylenmez. İşte küfrün dışındaki bütün büyük günah sahipleri hakkında yapılmış cehennem tehdidine dair bütün rivayetlerin durumu budur. (1/68) Bütün bu gibi günahlar ile ilgili yapılmış tehditler hakkında bu kişinin cezası budur, bu cezayı görebilir de, affedilebilir de. Ayrıca cezalandırılıp da cehenneme konulacak olursa ebediyen orada bırakılmaz. Yüce Allah'ın lütuf ve rahmeti ile oradan çıkması kaçınılmazdır. Tevhid üzere ölmüş hiçbir kimse cehennem ateşinde ebedi kalmaz. Bu ehl-i sünnet tarafından ittifakla kabul edilmiş temel bir kuraldır, Allah Teala'nın izniyle biraz sonra iman bölümünde bunun delilleri gelecektir. Yalan: Mezhebimize mensup kelam alimlerine göre bir şey hakkında gerçek durumunun hilafına -kasten ya da yanılarak- haber vermektir. Ehl-i sünnet mezhebine göre yalan budur. Mutezile ise bunun kastim olması şarttır, demişlerdir. Bu hadislerin hitap delili ise bizim lehimizedir çünkü Nebi (s.a.v.) yalanı kasten yapmakla kayıtlamış bulunmaktadır çünkü yalan söylemek kasten de olabilir, yanılarak da olabilir. Bununla birlikte icma' ve Kitap ve Sünnette meşhur olan naslar unutanın ve yanlışlık yapanın günah kazanmasının söz konusu olmadığı hususunda birbiriyle uyumlu ve biri diğerini güçlendirecek şekilde gelmiş bulunmaktadır. Buna göre Nebi (s.a.v.) eğer mutlak olarak yalan söylemeyi söz konusu etmiş olsaydı, unutanın da aynı şekilde günahkar olacağı düşünülebilirdi. Bundan dolayı bunu (kasti olmak) ile kayıtlamış bulunmaktadır. Mutlak olarak gelmiş rivayetler de kasti olmakla kayıtlanarak gelmiş bulunan rivayetlere göre yorumlanır. Allah en iyi bilendir. Hadisten Çıkan Sonuçlar Şunu da bilelim ki bu hadis çeşitli faydalı hususları ve birtakım kuralları kapsamak:adır: 1- Ehl-i sünnetin, yalan, bir şey hakkında bulunduğu durumun hilafına -kasten olsun, yanılarak olsun- haber vermeyi kapsar şeklindeki kuralını tespit etmektedir. 2- Nebi (s.a.v.) adına yalan söylemek, büyük çapta bir haramdır ve bu pek büyük bir hayasızlık ve helak edici büyük bir günahtır. Bununla birlikte böyle bir yalan söylemeyi helal kabul etmedikçe bundan dolayı kişi kafir olmaz. Çeşitli taifelere mensup ilim adamlarının meşhur kanaati budur. Mezhebimiz (Şafii) mensubu imamlarından birisi olan İmamu'l-Harameyn Ebu'l-Meali'nin babası Şeyh Ebu Muhammed el-Cuveyni şöyle diyor: Bir kimse Nebi (s.a.v.) aleyhine kasten yalan uydurmak ile kafir olur. İmamu'l-Harameyn babasının bu görüşünü nakletmekte ve derslerinde: Kasten RasuluIlah (s.a.v.) adına yalan uyduran kimse kafir olur ve kanının akıtılması hederdir, dediğini nakletmektedir. Bununla birlikte İmamu'l-Harameyn bu görüşün zayıf olduğunu belirterek şunları söylemiştir: Bizim mezhep alimlerimizden böyle bir görüş ortaya atanı görmedim. Bu büyük bir yanlışlıktır, doğrusu da bizim az önce kaydettiğimiz cumhurun kanaatidir. Allah en iyi bilendir. Diğer taraftan bir tek hadiste dahi RasuluIlah (s.a.v.) adına kasten yalan söyleyen bir kimsenin fasık olduğuna hükmedilir ve bütün rivayetleri reddedilir, bütün rivayetlerinin delil gösterilmesi de artık batıl olur. Eğer tövbe eder de, samimi bir .şekilde tövbesine bağlı kalırsa ilim adamlarından bir topluluk -Ahmed b. Hanbel, Buhari'nin hocası ve İmam Şafii'nin arkadaşı Ebu Bekr el-Humeydi, Şafii mezhebimize mensup fukahadan aralarında usul ve fıkıh da ileri geçmiş muteber kimselerden olan Ebu Bekr esSayrafi'nin de bulunduğu- bir topluluk bu hususta tövbesinin herhangi bir etkisinin olmayacağını, ebediyen rivayetinin kabul edilmeyeceğini, aksine her zaman için cerh edilmiş bir ravi olarak kalmaya devam edeceğini söylemişlerdir. Hatta Ebu Bekr es-Sayrafi mutlak bir ifade kullanarak şöyle demiştir (1/69): Aleyhine tespit ettiğimiz bir yalan sebebiyle nakilcilerden haberini düşürüp, itibar etmediğimiz herbir kimsenin ortaya çıkacak herhangi bir tövbesi dolayısıyla haberini tekrar kabul etme cihetine gitmeyiz. Naklini zayıf kabul ettiğimiz bir kimsenin artık bundan sonra (rivayetini) kabul etmemiz mümkün değildir. İşte bu, rivayetin ve şahitliğin ayrıldığı hususlardandır. Ben bu kanaate sahip olanların lehine herhangi bir delil görmüş değilim. Bunun sebep olacağı fesadın büyüklüğü sebebiyle Nebi (s.a.v.) adına yalan uydurmaktan ileri derecede sakındırmak ve vebalinin ağırlığına dikkat çekmek maksadıyla söylendiği şeklinde yorumlanması mümkündür. Çünkü böyle bir şey kabul edilecek olursa kıyamet gününe kadar devamlı bir şeriat halini alır. Oysa başkasının adına yalan uydurmak ve şahitlikte yalan söylemek böyle değildir. Bunların sebep olacağı kötülük sınırlıdır, genel değildir. Derim ki: Bu imamların zikrettikleri bu kanaat zayıftır, şer'i temel kurallara aykırıdır. Tercih edilen ise böyle bir durumda bu kimsenin tövbesinin sahih olacağını kesin olarak kabul edip, bilinen şartları ile sahih bir şekilde tövbe ettiği ortaya çıktıktan sonra rivayetlerinin kabul edileceğidir. Sözkonusu bu şartlar ise masiyetten kesinlikle vazgeçmek, onu yaptığına pişman olmak ve bir daha o masiyete dönmemek üzere kesin karar vermektir. İşte şeriatın temel kurallarına paralel kanaat budur. Diğer taraftan kafir iken Müslüman olan kimsenin rivayetinin sahih olacağını icma ile kabul etmişlerdir. Esasen ashab-ı kiram'ın çoğunluğunun da vasfı bu idi. Yine böyle bir kimsenin şahitliğinin kabul edileceğini de icma ile kabul etmişlerdir. Bu hususta ise şahitlik ile rivayet arasında bir fark yoktur. Allah en iyi bilendir. 3- Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) adına yalan uydurmanın haram oluşu, ahkama dair olması ile teşvik, korkutma, öğütler ve buna benzer hüküm ihtiva etmemesi arasında bir fark yoktur. Bütün bu hallerde onun adına yalan uydurmak, icmaları muteber kabul edilen Müslüman ilim adamlarının icmaı ile büyük günahların en büyüklerinden, çirkin işlerin en çirkinlerinden haram bir iştir. Terğib ve Terhib (Teşvik ve korkutma) ile ilgili hadis uydurmanın caiz olduğu şeklindeki batıl bir kanaate sahip bulunan Kerramiye taifesinin kanaati ise bunun aksinedir. Kendilerinin zahid olduğunu ileri süren yahut onlar gibi cahillerin zahid olduğunu söyleyen pek çok bilgisiz kimse de bu hususta onların peşinden gitmiştir. Bu batıl kanaate sahip olmaya kendilerini iten ise hadisin bir rivayetinin "bu yolla saptırmak maksadıyla kasti olarak benim adıma yalan söyleyen kimse cehennemdeki yerine hazırlansın" diye rivayet edilmiş olmasıdır. Bazıları da böyle bir yalan Nebi (s.a.v.)'in aleyhine değil, onun lehinedir demişlerdir fakat onların bu tutumları bu işleri ve bu şekildeki delil göstermeleri en ileri derecede bir bilgisizlik ve gafilliğin en son noktasıdır. Onların şeriatın temel kurallarından herhangi bir şey bilmeyecek kadar alabildiğine uzak olduklarının da en açık bir delilidir. Hatta bu kanaat sahipleri kendi sığ akıllarına ve gerçekten uzak ve bozuk zihinlerine yakışan pek çok muğalatadan oluşan birtakım sözler de bir araya getirip toplamışlar ve böylelikle aziz ve celil Allah'ın şu buyruğuna da muhalefet etmişlerdir: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur." (İsra, 36) Diğer taraftan bunlar bu mütevatir hadislerin ayrıca yalan şahitliğin büyük bir günah olduğunu açıkça ifade eden meşhur hadislerin açık seçik ifadelerine, hal ve akd ehlinin icmaına muhalefet ettikleri gibi, herhangi bir kimse aleyhine yalan uydurmanın haramlığını ortaya koyan daha başka diğer kesin delillere de muhalefet etmişlerdir. Durum böyle iken sözü şeriat, kelamı vahiy olan bir kimse adına yalan uydurmanın hükmü ne olur? Ayrıca bir kimse onların söylediklerine bakacak olursa yüce Allah'a da iftira etmiş olduklarını görür çünkü yüce Allah: "O hevadan konuşmaz, o(nun sözü) ancak vahyedilen bir vahiydir." (Necm, 3-4) buyurmaktadır. En şaşırtıcı husus ise onların bu onun lehine bir yalandır demeleridir. Bu ise onların Arapçayı ve şeriatın hitap tarzını bilmediklerini göstermektedir çünkü bütün bunlar bu işi bilenlere göre onun aleyhine (onun adına) bir yalandır. Onların delil diye sarıldıkları hadise de ilim adamları çeşitli şekillerde cevap vermişlerdir. Bunların en güzeli ve en kısa olanları hadiste zikredilen "onunla insanları saptırmak için" şeklindeki fazlalıktır. Bu, hadis hafızlarının batıl olduğunu ittifakla kabul ettikleri ve hiçbir şekilde sahih olarak bilinmediğini ifade ettikleri batıl bir fazlalıktır. İkinci cevap ise Ebu Ca'fer Tahavi'nin verdiği cevaptır. Eğer bu ibare sahih dahi olsaydı, tekid için olurdu. Yüce Allah'ın: "İnsanları saptırmak için bir bilgiye dayanmaksızın Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kim olabilir?" (En'am, 144) Üçüncü cevaba gelince "saptırmak için" anlamındaki buyruğun başına getirilen "lam" harfi ta'lil lam'ı değildir. Aksine bu lam akıbeti bildiren ve sonunda varılacak yeri anlatmak için kullanılan lam harfidir. Bunun da anlamı: Söylediği yalanın akıbeti ve varacağı nokta onunla insanları saptırmaktır şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Sonra Firavun hanedanı onu aldılar çünkü sonunda onlara bir düşman, bir tasa olacaktı." (Kasas, 8) Gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerek Arap dilinde bunun benzerleri sayılamayacak kadar çoktur. Buna göre hadisin anlamı da şöyle olur: Onun söylediği yalan sonunda saptırıcı olur. Özetle söyleyecek olursak onların bu kanaatleri ayrıca zikredilmeye değmeyecek kadar tutarsız, bunun püskürtülmesi için uğraşmayı gerektirmeyecek kadar önemsiz, çürütülmesine gerek olmayacak kadar da çürük ve bozuktur. 4- Uydurma hadisin uydurma olduğunu bilen yahut ağırlıklı kanaati ile uydurma olduğunu zanneden kimse tarafından rivayet edilmesi haramdır. Uydurma olduğunu bilen yahut zanneden bir kimse böyle bir hadisi rivayet edip de ravilerinin durumunu ve zayıflığını açıkça ortaya koymayan bir kimse de bu tehdidin kapsamına girer. Rasulullah (s.a.v.) adına yalan uyduranlar arasında sayılır. Yine buna daha önce geçen: "Kim benden yalan olduğunu gördüğü bir hadisi nakledecek olursa o yalancılardan birisidir" hadisi de delildir. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir: Bir hadis rivayet etmek yahut zikretmek isteyen bir kimsenin hadise bakması lazım. Eğer sahih ya da hasense Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu yahut şunu yaptı ya da buna benzer kat'i bir ifade kullanarak rivayet eder. Şayet hadis zayıf ise buyurdu, yaptı, emretti ya da yasakladı şeklindeki bir ifadeyi ya da buna benzer kesinlik anlatan herhangi bir ifadeyi kullanmayarak aksine ondan şu rivayet nakledilmiştir yahut ondan şu rivayet gelmiştir ya da rivayet edilmektedir, zikredilmektedir, nakledilmektedir, denilmektedir ya da bize ulaştığına göre ve benzeri bir ifade kullanmalıdır. Şanı yüce Allah en iyi bilendir. Yine ilim adamları şöyle demiştir: Hadis okuyan bir kimsenin nahv, lugat ve ravilerin isimlerini, onun söylemediği sözleri söylemiş gibi nakletmeyecek derecede bilmesi gerekir. Şayet hata olduğunu bildiği bir husus rivayet yoluyla sahih olarak nakledilmiş ise selef ve haleften büyük çoğunluğun kabul ettiği doğru kanaat, onun hadisi doğru şekliyle rivayet edeceği fakat kitapta bunu değiştirmeyeceği ancak haşiyede rivayette bu şekilde geldiğini ama doğru olanın farklı bir şekil olan şu şeklin olduğunu yazması ve rivayetin bulunduğu yerde bu hadiste bu şekilde vaki olmuştur yahut rivayetimizde böyledir ancak doğrusu da budur, demesi gerekir. Çünkü böyle bir yol izlemek, maslahata daha uygundur. Kendisi hatalı olduğuna inanmakla birlikte başkasının bildiği uygun bir açıklaması da bulunabilir. Şayet yazılı kitabın değiştirilmesi yolunu açacak olursa ehil olmayan kimseler de bu işe kalkışmak cesaretini gösterebilir. İlim adamları der ki: Hadis rivayet eden ve okuyan kimse, bir lafzı okumakta tereddüt gösterecek olup da onu şüphe ettiği bir surette okuyacak olursa, hemen onun akabinde "ev kema kal: yahut nasıl buyurduysa öyle" demesi gerekir. Allah en iyi bilendir. Bundan önceki fasıllarda bilgisi tam bir kimsenin mana yoluyla rivayet nakletmesinin caiz olup olmadığına dair görüş ayrılıklarını da zikretmiş bulunmaktayız. İlim adamları şöyle demişlerdir: Mana yoluyla rivayet nakleden kimsenin rivayeti naklettikten sonra: Ev kema kal, ev nahvu haza: yahut buyurduğu gibi ya da buna yakın demesi müstehaptır. Nitekim ashab ve onlardan sonra gelenler böyle yapmıştır. Allah en iyi bilendir. Zubeyr, Enes ve diğer sahabilerin (Allah onlardan razı olsun) Rasulullah (s.a.v.)'den rivayet nakletmekten ve ondan çokça rivayette bulunmaktan çekinmelerine gelince, yanlış yapmaktan ve unutmuş olmaktan korkmalarından dolayıdır. Yanlış yapan ve unutan bir kimsenin günahkar olması sözkonusu olmasa dahi bu hususta ihtiyatı elden bıraktığından ötürü kusurlu hareket edebilir ya da benzeri bir tutum ona nispet edilebilir. Unutan kimse ile ilgili birtakım şer'i hükümler de bulunmaktadır. Telef edilenlerin tazminatının ödenmesi, taharetin bozulması ve buna benzer bilinen hükümler gibi. Şanı yüce Allah en iyi bilendir
Referans | : | 0 4 |