Sahih Muslim
...
(1) Kitāb: The Book of Faith
(1) ...
Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dediki): Bize Huşeyn b. El Müsenna rivayet etti. Dediki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir — Abdillah b. Fadl'dan, o da Ebî Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti, demiş ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kendimi Hicr'de Kureyş'te bana İsra'ya götürülmem hakkında soru sormakta iken gördüm. Kureyşliler bana Beytu'l-Makdis'e ait iyice bellememiş olduğum bazı şeyler hakkında soru sordular. Bundan dolayı öyle bir sıkıntıya düştüm ki, kesinlikle onun gibi bir sıkıntıya düşmüş değildim. Sonra yüce Allah onu benim için kaldırdı ve ben ona bakmaya başladım. Neyin hakkında bana sordularsa ben de kesinlikle onlara onu bildirdim. Yine kendimi nebilerden bir cemaat arasında gördüm. Baktım ki Musa ayakta namaz kılıyor. Onun Şenue adamlarından birisi imiş gibi uzun boylu, etine dolgun bir adam olduğunu gördüm. Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ı da ayakta namaz kılarken gördüm. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi Urve b. Mesud es-Sekafi'dir. İbrahim (aleyhisselam)'ın da ayakta namaz kıldığını gördüm. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi -kendisini kastederek- arkadaşınızdır. Sonra namaz vakti girdi, ben de onlara imam oldum. Namazı bitirince birisi: Ey Muhammed işte bu cehennem'in bekçisi Malik'tir, ona selam ver dedi. Ben ona (selam vermek için) yönelmişken, ilk olarak bana selam verdi. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14965 424 – 429 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (409 – 429 İÇİNDİR) : Bu uzun bir bablır. Ben de yüce Allah'ın izniyle bu babın maksatları arasında yer alan lafızları ve anlamları muhtasar olarak sırasıyla sözkonusu edeceğim. Özetle İsra ve Mi'rac : Kadı İyaz (rahimehullah) İsra hakkında güzel ve nefis ifadelerle bir özet verip, şöyle demiştir: İnsanlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemj'in İsra'ya götürülmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bütün bu halin rüyada olduğu söylenmiştir. Fakat insanların çoğunluğunun, selefin büyük bir çoğunluğu ile fakih, muhaddis ve kelamcıların kabul ettikleri hak görüş, İsra'nın cesedi ile de gerçekleştiğidir. Bu husustaki rivayetler de -onları mutalaa edip araştıran kimse için- böyle olduğunun delilidir. Bu rivayetlerin zahiren anlaşılan anlamları da herhangi bir delil bulunmadan bırakılarak başka bir kanaate yönelmek doğru değildir. Bunların zahir anlamlarına göre kabul edilmeleri imkansız olmadığından tevile de ihtiyaç yoktur. İsra'nın Zamanı Bu kitapta yer alan Şerik'in rivayet ettiği (412) hadiste ilim adamlarının kabul etmedikleri birtakım yanılmaları da yer almış bulunmaktadır. Müslim de bu hususa: "Bazı ifadeleri takdim ve tehir ettiği gibi, bazı fazlalıklar ve eksiklikler de rivayet etmiştir" diye dikkat çekmiş bulunmaktadır. Bu kabul edilmeyen ifadelerinden birisi de: "Bu hadise, ona vahiy gelmezden önce olmuştu" sözleridir. Bu, asla uygun görülmeyen bir yanlışıdır. Çünkü İsra hadisesinin meydana geldiği zaman ile ilgili olarak bildirilen en erken zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in peygamber olarak gönderilmesinden on beş ay sonra gerçekleştiği şeklindedir. el-Harbi ise bu hicretten bir sene önce rebiu'l-ahir ayının 27. gecesinde gerçekleşmiştir demektedir. ez-Zührı ise isra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl sonra olmuştur demiştir. İbn İshak da şöyle demektedir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra'ya götürüldüğünde İslam Mekke' de ve kabileler arasında yayılmıştı. (2/209) Bu görüşler arasında doğruya en yakın görüş ez-Zührı ve İbn İshak'ın görüşleridir. Çünkü-ilim adamları Hatice (r.anha)'nın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte kendisine namazın farz kılınışından sonra namaz kıldığı hususunda ihtilaf etmedikleri gibi, hicretten bir süre önce -üç sene ve beş sene önce de söylenmiştir- vefat ettiği hususunda da görüş ayrılığı yoktur. (Şerik'in rivayetindeki hatayı ortaya koyan) bir diğer husus da şudur: İlim adamlan namazın İsra gecesi farz kılındığı üzerinde icma etmişlerdir. O halde ona vahiy gelmeden önce İsra nasıl gerçekleşmiş olabilir? Yine Şerik'in rivayetinde "o uyuyorken" ibaresi ile diğer rivayette (415): "Ben Beytin yakınında uyku ile uyanıkhk arasında iken" ibareleri İsra'yı uykuda görülen bir rüya kabul eden kimseler delil gösterebilirler. Fakat bunda delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü sözü edilen bu hal, meleğin yanına ilk vardığı sırada meydana gelmiş olabilir. Hadiste anlatılan olayın tamamında onun uykuda olduğuna delil olacak bir taraf yoktur. Kadı (rahimehullah)'ın açıklamaları bunlardır. Şerik'in rivayeti ile ilgili olarak söylediği bu sözler ile ilim ehlinin buna karşı çıktıklarını başkaları da ifade etmiştir. Buhari (rahimehullah) da Şerik'in Enes'ten diye nakledilen bu rivayetini Sahihinin Kitabu't-Tevhid adındaki bölümünde kaydetmiş ve hadisi uzun uzadıya zikretmiştir. Hafız Abdulhak (rahimehullah) da "el-Cem Beyne's-Sahihayn" adlı eserinde bu rivayeti zikrettikten sonra şunları söylemektedir: Şerik b. Ebu Nemir'in Enes'ten naklettiği bir rivayet olarak bu laflZ ile bu hadiste Şerik meçhulolan bir fazlalık eklemiş ve bu hadisin rivayetinde bilinmeyen laflZlar zikretmiştir. İsra hadisini İbn Şihab, Sabit el-Bunani ve Katade gibi meşhur imamlar ile son derece sağlam rivayet nakleden hafızlardan bir topluluk -yani Enes'ten- rivayet etmişler ve onların hiçbirisi Şerik'in söylediklerini söylememişlerdir. Şerik ise hadis alimleri nezdinde haflZ birisi değildir. (Hafız Abdulhak devamla) dedi ki: Bundan önce geçmiş olan hadisler bu hususta asıl dayanak alınacak hadislerdir. -Hafız Abdulhak (rahimehullah)'ın sözleri bunlardır.- Müslim'in (409): "Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti ... Enes (r.a.)'ın rivayetine göre" Bu isnattaki ravilerin tamamı Basralıdır. "Fermh" ismi Arapça olmayıp, munsarıf değildir. Daha önce defalarca açıklanmıştı. "el-Bunani" ise bilinen bir kabile olan "Bunane"ye nispettir. Burak (Aynı hadiste) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana Burak getirildi" ifadesindeki "Burak" ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle derler: Burak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde bindiği bineğin adıdır. ez-Zebidi Muhtasaru'l-Ayn adlı eserinde ve et-Tahrir sahibi de şöyle derler: Burak nebilerin -Allah'ın salat ve selamları onlara- bindikleri bir binektir. Bu iki dil aliminin söyledikleri "Burak, bütün nebilerin bindikleri binektir" iddiasının sahih bir nakle ihtiyacı vardır. İbn Bureyd der ki: -İnşallah- berk (şimşek)den türemiştir. Bununla hızlı olduğundan dolayı bu kökten geldiğini kastediyor. Ona bu ismin son derece berrak, parıl parıl parlaması ve parıldayışı dolayısıyla verildiği de söylenmiştir. Beyaz olduğundan dolayı ona bu isim verilmiştir de denilmektedir. (2/210) Kadı İyaz der ki: Ona iki renkli olduğu için bu ismin verilmiş olduğu ihtimali de vardır. Çünkü eğer bir koyunun beyaz yünleri arasında siyah bazı teller bulunuyorsa ona "şatun berka" denilir. Hadiste de beyaz olmakla nitelendirilmiştir. Onun da berka diye nitelenen koyun türlerinden olması mümkündür, bu gibi koyunlar da zaten beyaz koyunlar arasında sayılır. Allah en iyi bilendir. Beytu'l-Makdis Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben de ona bindim ... Halkaya bağladım" ibaresinde geçen "Beytu'l-Makdis" isminin ikisi de son derece meşhur iki söyleyişi vardır. Bunlardan birincisi fethalı mim ve sakin kaf, kesreli ve şeddesiz dal ile (el-makdis) şeklindedir, diğeri ise ötreli mim, fethalı kaf ve şeddeli dal (el-mukaddes) şeklindedir. el-Vahidi dedi ki: Dal harfini şeddeli okuyanlara göre "tertemiz edilmiş" anlamında olur. Şeddesiz okuyanların okuyuşu ile ilgili olarak da Ebu Ali elFarisi şunları söylemektedir: Bu durumda laflZ ya mastar yahut mekan ismi olur. Eğer mastar olursa yüce Allah'ın: "Dönüşünüz onadır" (En'am, 60) ve benzeri diğer mastarlar gibi bir anlam taşır. Şayet mekan ismi olursa o takdirde temizliğin kendisinde bulunduğu yerin evi demek olur. Yahut temizlik mekanının evi demek olur. Onun tertemiz edilmesi ise putların içinde bulunmaması ve putlardan uzak tutulmasıdır. ez-Zeccac dedi ki: el-Beytu'l-Mukaddes tertemiz edilmiş ev demektir. Beytu'l-Makdis ise içinde günahlardan temizlenilen yer anlamındadır. Ona İ1ya da denilir. Allah en iyi bilendir. "Halka" kelimesi lam harfi fethalı olarak da okunur. Yunus'un Ebu Amr b. el-Ala'dan nakletliğine göre fethalı olarak "halaka"nın çoğulu hilak ve halakat olarak gelir. "Halka" şeklinde lam harfinin sakin okunması halinde çoğulu halak ve hilak olarak gelir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Bağladıkları halka" ifadesi asıl yazmalarda bu şekilde zam ir müzekker olarak kullanılmıştır. Bu da halkanın ihtiva ettiği anlama ait bir zamir olur ki o da "şey" dir. et-Tahrir sahibi der ki: Maksat Beytu'l-Makdis mescidinin kapısının halkasıdır. Allah en iyi bilendir. Burak'ın halkaya bu şekilde bağlanmasından işlerde ihtiyatlı olanı seçmek, sebeplerle amel etmek, yüce Allah'a güvenip dayanmanın tam olması şartıyla bunun tevekkülü olumsuz olarak etkilemeyeceği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. Fıtrata Uygun Seçim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Cebrail bana içinde şarap bulunan bir kap ile süt bulunan bir kap getirdi. .. " Burada ifadeler muhtasar olarak geçmektedir. Anlatılmak istenen şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'e: İki kaptan dilediğini seç, denildi. -Nitekim bu, bundan sonra bu babta Ebu Hureyre'nin rivayetinde açıkça ifade idilmiştir.- Allah Resulüne süt bulunan kabı seçmesi ilham edildi. "Fıtratı seçtin" cevabında yer alan fıtratı İslam ve istikamet diye açıklamışlardır. Manası -Allah en iyi bilendir- sen İslam'ın ve istikametin alameti olanı seçmiş oldun, şeklindedir. Sütü n buna alamet kılınması ise içenler için içimi kolay, hoş, temiz ve boğazdan kolaylıkla geçen ve afiyet olan bir içecek olmasından dolayıdır. Şarap ise kötülüklerin anasıdır, hem derhal, hem gelecekte türlü türlü kötülükleri arkasından getirir. Semalara Yolculuk Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Sonra bizi semaya çıkardı. .. Ona (gelmesi için davet) gönderildi mi, denildi. O: Evet, ona (davet) gönderildi, dedi." (Mi'rac ile aynı kökten gelen) arece: Çıktı, yükseldi demektir. Kim o, sorusuna Cebraiı, diye cevap vermesinden, kapıyı çalmak ve benzeri bir yolla içeri girmek isteyen kişinin uyması gereken ed ep gösterilmektedir. Buna göre kimsin (kim o) denilen kişinin eğer adı -mesela- Zeyd ise Zeyd demesi gerekir, ben dememelidir; çünkü hadiste bu durumdaki kişinin ben demesi yasaklanmıştır. Çünkü böyle bir cevabın bir anlamı yoktur. Semadaki kapı görevlisinin: "Ona gönderildi mi" sorusundan maksadı İsra için ve semavata yükselmek için ona (davet) gönderildi mi diye sormaktır. Yoksa bununla peygamber olarak gönderildi mi, ona risalet verildi mi sorusunu yöneltmek değildir. Çünkü böyle bir hal o zamana kadar onun için bilinmedik bir durum olamaz. Doğrusu budur. Allah en iyi bilendir. Hattabi, Buhari Şerhinde ve onun dışında ilim adamlarından önemli bir topluluk bunun dışında bir açıklama zikretmemişlerdir. Bununla birlikte Kadı bu hususta bir görüş ayrılığını sözkonusu etmiş yahut bir görüş ayrılığı olduğuna peygamber olarak gönderilip, gönderilmediğine yahut sözünü ettiğim husus ile ilgili olarak soru sormuş olduğuna işarette bulunmuştur. Kadı dedi ki: Buradan anlaşıldığına göre semanın gerçek manada pek çok kapısı ve bu kapılarla görevli bekçileri bulunmaktadır. Ayrıca hadisten içeri girmek isteyen kimsenin izin istemesi gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. "Adem (aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dedi, bana hayır dua etti." Sonra ikinci semada: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dediler ve dua ettiler." (2/212) Sonra da diğer nebiler -Allah'ın salat ve selamı onlara- buna yakın ifadeler zikretti. Buna göre: 1- Fazilet sahibi kimseleri güler yüzle hoş geldin diyerek ve güzel sözlerle karşılamalı, dua eden kişiden daha faziletli olsalar dahi onlara dua etmelidir. 2- Bir kimseyi yüzüne karşı -kendisini beğenip, böbürlenmeyeceğinden ve diğer fitne sebeplerinden emin olması şartıyla- övmek caizdir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım" ibaresiyle ilgili olarak el-Ezheri şöyle der: İbnu's-Sikkit dedi ki: Bu ikisi amca çocuklarıdır denilir ama bu ikisi dayı çocuklarıdır denilmez. Bu ikisi teyze çocuklarıdır denilir fakat bunlar hala çocuklarıdır denilmez. "İbrahim ile -sırtını el-Beytu'l-Ma'mur'a dayamış olduğu halde- karşılaştım. " Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu kıbleye yaslanmanın ve sırtını kıbleye dönmenin caiz olduğuna delil gösterilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sonra beni es-Sidretu'l-Münteha'ya kadar götürdü." Asıl nüshalarda bu şekilde elif lam'lı olarak (2/213) "essidre" şeklindedir. Bundan sonra gelecek rivayetlerde ise (elif lam'sız olarak) "sidretu'l-münteha" şeklindedir. İbn Abbas, müfessirler ve başkaları şöyle der: Ona sidretu'l-münteha deniliş sebebi meleklerin ilminin oraya kadar varıp, orada son bulmasıdır. Onu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'den başka hiçbir kimse aşıp ileriye gitmiş değildir. Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan nakledildiğine göre buna bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın emri olarak yukarısından inenlerin de, aşağısından yükselenlerin de son olarak oraya varmalarından dolayıdır. "Meyvelerinin testiler gibi olduğunu gördüm." el-Kilal "kulle"nin çoğuludur. Bu da iki ya da daha fazla kırba su alan büyük testiye denilir. (2/214) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Rabbimin yanına döndüm" yani ilk olarak onun ile konuştuğum yere döndüm ve orada onunla ikinci defa konuştum, demektir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şam yüce ve mübarek Rabbim ile Musa (aleyhisselam) arasında gidip gelmeye devam ettim" ifadesi de yüce Rabbim ile konuştuğum yer arasında gidip geldim, demektir. Allah en iyi bilendir. Bu hadisten sonra (bazı nüshalarda yer alan): "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki: Bize Ebu'l-Abbas el-Masercisi tahdis etti" dedikten sonra "bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti, bize Hammad b. Seleme tahdis etti" deyip, bu hadisi nakletmesine gelince, burada adı geçen Ebu Ahmed el-Culudi nispetli olup, kitabı İbn Süfyan'dan, o Müslim'den diye rivayet eden kişidir. Bu hadisi bir ravi farkıyla ali isnat ile rivayet etmiştir. Çünkü bunu önce İbn Süfyan'dan, o Müslim'den, o Şeyban b. Ferruh'tan diye rivayet ettikten sonra el-Masercisi'den, o Şeyban'dan diye rivayet etmektedir. el- Masercisl'nin adı Ahmed b. Muhammed b. el-Huseyn en-Neysaburi'dir. Masercisi nispetinde sin harfi fethalı, ra sakin, cim kesrelidir. Dedesi Masercis'e mensuptur. Buradaki ek bilgi "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki" ibaresinden itibaren olan kısımdır. Bu kısım ise bazı asıl nüshalarda haşiyede kaydedilirken, çoğunluğunda kitabın kendisinde yer almaktadır. Her ikisinin de açıklanabilir tarafı vardır. Bu ibareyi haşiyede yazan kimselerin bu yaptığı açıkça anlaşılan ve tercih edilendir. Çünkü bu ibare Müslim'in sözü değildir, kitabından da değildir. Bu sebeple kitabın içerisine girmez ama bu ek bir bilgidir. Dolayısıyla bunun haşiyede yazılması gerekir. Bunu kitabın kapsamına sokanların ise kitabın Abdulgafir el-Farisi'den, onun hocası el-Culudl'den nakletmiş olması dolayısıyladır. Bu fazlalık da Şeyh el-CuIudi'nin sözüdür. Bundan dolayı Abdulgafir bunu el-Culudl' den almış olduğu rivayetlerin arasında yer aldığından ötürü kitabın içerisine koyarak nakletmiş bulunmaktadır. Üstelik bunda herhangi bir karışıklık ve Müslim'in aslından olduğuna dair bir vehim uyandıran bir taraf da yoktur. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in Göğsünün Yarılması Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (410): "Göğsüm açıldı sonra Zemzem suyu ile yıkandı sonra indirildim. " Şerh, bundan sonraki rivayette belirtileceği gibi yarmak demektir. "Sonra indirildim" kelimesini bu şekilde birinci tekil şahıs olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (2/215) Bütün asıllarda ve nüshalarda da böyle olduğu gibi Kadı lyaz (rahimehullah) bütün rivayetlerden de böyle nakletmiştir. Anlamı kapalı ve ihtilaflıdır. Kadı dedi ki: el-Vakşi bu ravilerin bir yanılmasıdır denilmiştir. Doğrusu terk edildim olup, tashife uğramıştır. Kadı lyaz dedi ki: Ben bunu İbn Serrac'a sordum, şöyle dedi: İndirildim sözlükte bırakıldım demektir ve bu doğrudur, bunda bir tashif yoktur. Kadı dedi ki: Sonra bunun indirildim ile ilgili bilinen anlam ile de doğru olduğunu anladım. Çünkü yukarı kaldırıldım demenin zıttıdır. O şöyle demiştir: Beni Zemzeme götürdüler, sonra indirildim; yani sonra ben kaldırılıp, taşındığım yere geri getirildim demektir. (Kadı devamla) dedi ki: Ben bunu araştırmaya devam ettim. Sonra da Hafız Ebu Bekr el-Burkani'nin rivayetinde bu husustaki apaçık şekli tespit ettim. O da bunun bir hadisin bir bölümü olduğudur. Tamamı ise şudur: "Sonra içi hikmet ve iman ile dolu altından bir leğenin üzerine indirildim." Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. el-Burkani'nin rivayetinin gereği olarak "indirildim" anlamındaki fiilin lam harfi fethalı ve te harfi sakin okunmalıdır (anlamı indirildi olur). Nitekim biz bunu el-Humeydi el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde böylece harekelemiş bulunuyoruz. el-Humeydi de el-Burkani'nin rivayetinden sözkonusu edilen bu fazlalığı nakledip, şunları söylemektedir: Bunu el-Burkani, Müslim'in senediyle rivayet etmiştir. el-Humeydi de böylelikle Müslim'in rivayetinin eksik olduğuna ve el-Burkani'nin naklettiği fazlalıkla bunun tamamlandığına işaret etmiş olmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (411): "Sonra onu altından bir leğen içinde Zemzem suyu ile yıkadı, sonra da onu bir araya getirdi." Leğen bilinen bir kap adıdır. Onu bir araya getirdi, bir bölümünü diğerinin yanına getirip ona kattı, demektir. Hadisin bu ifadelerinde bizim için altın kapları kullanmanın caiz olduğu izlenimini verecek bir taraf yoktur. Çünkü bu, meleklerin yaptıkları bir iş ve kullandıkları bir şeydir. Onların hükümlerinin bizim hükmümüzle aynı olması gerekmez. Diğer taraftan bu iş Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in altın ve gümüş kapları kullanmayı haram kılmasından önce olmuştu. (2/216) Hadisteki "zı'r" sütanne demek olmakla birlikte sütannenin kocasına da aynı isim verilir. "Rengi solmuş olarak onunla karşılaştılar." Onu gördüklerinde rengi değişmişti. el-Cevheri burada keder yahut korkudan dolayı değişmesi anlamındadır, diye açıklamıştır. "Göğsünde iğnenin izini görüyordum." Bu ifadelerde erkeğin başka bir erkeğin göğsüne bakmasının caiz olduğuna delil vardır. Bunun caiz oluşunda görüş ayrılığı yoktur. Aynı şekilde göbeğinin yukarısı ve dizkapağının altına da bakması- -şehvet ile bakması hali dışında- caizdir; çünkü kocanın zevcesine ve cariyesine ve onların da ona bakması dışında bütün Ademoğullarına şehvetle bakmak haramdır. Ancak kendisine bakılan kişi tüysüz ve güzel yüzlü birisi ise şehvetli olsun olmasın onun yüzüne ve sair bedenine bakmak haramdır. Alışveriş, tedavi, öğretmek ve buna benzer bir ihtiyaç, dolayısıyla olması hali müstesnadır. Allah en iyi bilendir. Müslim'in (412): "Bize Harun el-Eyli tahdis etti" ile (413) "bana Harmele et-Tudbi tahdis etti" isimleri ile ilgili okuyuşun nasılolacağı defalarca geçmiş ve "el-Eyli" nispetinin ye ile "et-Tudbi" nispetinin de te harfi ötreli ve fethalı okunabileceğini belirtmiş, bunun aslını ve harflerinin harekelerini mukaddimede tespit etmiş idik. (2/217) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (413): "Hikmet ve iman ile dolu altından bir leğen getirdi ve onu göğsüme boşalttı." Leğen kelimesi müennestir. "Dolu" anlamındaki lafzın müzekker olarak gelmesi ise müzekker olan anlamına binaendir. İhtiva ettiği anlam ise leğenin bir kap olmasıdır. "Onu boşalttı" zamiri ise lafzına göre müennes olarak gelmiştir. İman kitabının baştaraflarında iman ile ilgili açıklamalar geçtiği gibi, "hikmet Yemenlidir" hadisinde de hikmete dair açıklamalar geçmişti. "Onu boşalttı" ibaresindeki zamir açıkladığımız gibi leğene aittir. Ama et-Tahrir sahibi o zamirin hikmete ait olduğuna dair bir görüş de nakletmektedir. Böyle bir görüşün her ne kadar açıklanabilir bir tarafı varsa da daha güçlü olan bizim yaptığımız açıklamadır. Çünkü zamirin leğene ait olması halinde imanın ve hikmetin (göğsüne) boşaltıldığına dair açık bir ifade olur. Ama onun açıklamasına göre imanın boşaltılması sözkonusu edilmemiş olur. Allah en iyi bilendir. İman ve hikmetin bir kapta konulup, boşaltılmalarına gelince -bunlar manevi şeyler olup, sözü edilen vasıflar da cisimlere ait oldukları halde- anlamı -Allah-u alem- şudur: O leğende kendisiyle imanın ve hikmetin kemali ve artışının gerçekleşeceği bir şey vardı. İkisinin bu haline sebep olduğu için ona iman ve hikmet denilmiş oldu. Bu da en güzel mecazi ifadelerden birisidir. Allah en iyi bilendir. Adem (aleyhissehim) ve Çocukları Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağ tarafında siyah kararlılar bulunan bir adam gördüm. " buyruğundaki siyah karartılar, soyundan gelecek evlatlarının ruhları olarak açıklanmıştır. Dilciler "sevad: siyahlık"ın kişi, şahıs demektir, diye açıklamışlardır. Topluluklar, cemaatler demek olduğu da söylenmiştir. "Nesem: ruh, can" ile ilgili olarak Hattabi ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu insanın nefsidir, maksat Ademoğullarının ruhlarıdır. Kadı İyaz (rahimehullah) bu hadis hakkında şöyle diyor: O (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Adem (aleyhisselam)'ı ve cennet cehennem ehlinden olan çocuklarının ruhlarını buldu. (2/218) Halbuki kafirlerin ruhlarının Sicdn'de olup bunun yedinci arzda, onun da altında olduğu, bir zindanda olduğu belirtildiği gibi, müminlerin ruhlarının da cennet içinde nimetlendikleri belirtilmiştir. Adem (a1eyhisselam)'a zaman zaman ruhların ona arz edilmesi ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanından geçtiği sırada o ruhların ona arz edildiği zamana denk gelmiş olması ihtimali olduğu gibi, ruhlarının cehennemde ve cennette olmasının da bazı vakitlerde böyle olup, bazı vakitlerde böyle olmama ihtimali de vardır. Yüce Allah'ın: ''Ateştir o, sabah akşam ona arz olunurlar" (Mu'min, 46) buyruğu buna delil olduğu gibi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müminin cennetteki yerinin kendisine arz edildiğine dair buyruğu ve yeri arz edilirken: Allah seni oraya diriltip gönderinceye kadar senin konaklayacağın yer burasıdır denilmesi buna delildir. Bir diğer ihtimale göre de cennetin Adem (aleyhisselam)'ın sağ tarafında, cehennemin de sol tarafında olmasıdır. Her ikisi Allah'ın dilediği yerdedirier. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağına doğru bakınca güler, soluna doğru baktığı zaman da ağlardı" ifadesinden babanın çocuğuna şefkati, çocuğunun durumunun güzelolması ile sevindiği, halinin kötü olmasından ötürü de üzülüp ağladığı anlaşılmaktadır. Bazı Peygamberlerin Semadaki Makamları ve Mirac'da Rasulullah'a Hitapları Aynı rivayette "İbrahim (aleyhisselam)'ı da altıncı semada buldu" ifadesine gelince; diğer rivayette ise yedinci semada olduğu geçmişti. Eğer İsra iki defa olmuşsa bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Her birisinde onu bir semada bulmuş ve bunlardan biri onun asıl kaldığı yer iken diğeri ise onun yurt edindiği yeri değildir, demektir. (2/219) Şayet İsra bir defa gerçekleşmiş ise, onu altıncı semada bulduktan sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın yedinci semaya da yükselmiş olması ihtimali vardır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İdris (aleyhisselam) hakkında: "Salih nebiye ve salih kardeşe merhaba" dediğini söylemesine gelince, Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Buradaki bu ifadeler nesep ve tarih bilginlerinin İdris'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atalarından olduğunu ve onun Nuh (aleyhisselam)'ın büyük dedesi olduğunu, Nuh'un Lamek b. Müteveşlih b. Hanuh olduğuna dair bilgilerine aykırıdır. HanCıh ise onlara göre İdris b. Yered b. Mehlayll b. Kaynan b. Enuş b. Şit b. Adem (aleyhisseıam)'dır. Bu isimlerin sayımında olsun, zikrettiğimiz şekilde sıralamasında olsun aralarında bir görüş ayrılığı yokn,.ır. Ancak onlar bazı isimleri n zaptında ve telaffuz şeklinde ihtilaf etmişlerdir. Burada babalarından olan İbrahim ve Adem'in cevabı ise: Salih evlada merhaba şeklinde iken, İdris'in cevabı Salih kardeşe merhaba şeklinde olmuştur. Tıpkı Musa, İsa, Harun, Yusuf ve Yahya'nın dedikleri gibi. Bunlar da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babaları değildir. -Allah'ın salat ve selamları hepsine- İdris hakkında onun İlyas olduğu da söylenmiştir. İlyas ise Nuh'un dedesi değildir; çünkü İlyas, İbrahim (aleyhisselam)'ın soyundandır ve o Resul olarak gönderilmişlerdendir. İlk Resul ise şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh (aleyhisselam)' dır. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın ifadeleri bunlardır. Bununla birlikte bu hadiste İdris (aleyhisselam)'ın Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babalarından birisi olmasının önünde bir engel yoktur. Çünkü ona salih kardeş diye hitap etmesini kibarlık ve edep olmak üzere söylemiş olması ihtimali vardır; çünkü o her ne kadar onun evladı ise de aynı zamanda kardeşidir de çünkü nebiler de, müminler de kardeştir. Allah en iyi bilendir. (414) "İbn Abbas ve Ebu Habbe el-Ensari dedi ki. .. " Ebu Habbe ha ve be olup, bunu burada böylece tespit ettik. Bunun okunuşu ve adının ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. (2/220) Çoğunluğun kabul ettiği daha sahih olan "Habbe" şeklinde belirttiğimiz gibi be ile olduğudur, ye ile "Hayye" olduğu söylendiği gibi, nun ile "Hanne" olduğu da söylenmiştir. Bu da Vakidi'nin görüşüdür. İbn Şihab, ez-Zühri'den de bu kanaat rivayet edilmiştir. Ebu Habbe'nin adı hakkında da ihtilaf edilmiştir. Amir'dir denildiği gibi Malik ve Sabit olduğu da söylenmiştir. İttifakları ile Bedir'e katılmıştır, Uhud günü şehit olmuştur. İmam Ebu'l-Hasan İbnu'l-Esir el-Cezeri (rah:.nehullah) künyesi ile ilgili üç görüşü ve ismi ile ilgili farklı kanaatleri Marifetu' s-Sahabe (r.a.um) adlı eserinde zikretmiş ve bunları oldukça doyurucu bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Yükseldiği Yer Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Nihayet kalemlerin gıcırtılarını duyduğum bir yüksekliğe kadar çıktım. " "Yükseklik: Musteva" ile ilgili olarak Hattabı: Bundan kasıt çıkılan, yükselinen yerdir. Düz yer diye de açıklanmıştır. Kalemlerin sesi (gıcırtısı) yazarken Çıkardıkları ses demektir. el-Hattabi dedi ki: Bu meleklerin yüce Allah'ın hükmü ve vahyi olarak yazdıklarından ve Levh-i Mahfuz'dan istinsah ederek yazdıklan yahut yüce Allah'ın bu türden yazılıp, emir ve tedbirinden murad ettiğinin yükseltilmesini dilediği şeyleri yazarken (kalemlerinin) çıkardıklan seslerdir. Levh-i Mahffiz ve Onda Yazılı Olanlar Kadı lyaz dedi ki: Bu buyrukta ehl-i sünnetin bu husustaki şu kanaatinin doğruluğuna delil bulunmaktadır: Vahyin, yüce Allah'ın kitaplarında, Levh-i Mahfuz'dan da kaderlerin ve dilediği her bir hususun -keyfiyetinin nasıl olduğunu ancak yüce zatının bildiği kalemlerle- Allah'ın kitabındaki ayetlerle sahih hadislerin belirttiği üzere yazıldığına iman edilir. Bu hususta gelen buyruklar zahirlerinden anlaşılan anlamlarıyla kabul edilir. Fakat bunun keyfiyetini, şeklini ve cinsini ancak yüce Allah'ın bildiği yahut bu türden hususlara kısmen bilgi sahibi kıldığı melekleri ve Resulleri dışında kimse bilemez. Bütün bu hususları tevil edip, zahirlerinden uzaklaştıranlar sadece bakışları yetersiz ve imanları zayıf kimselerdir. Çünkü tertemiz şeriat bunu böylece ifade etmiştir. Akli deliller de bunun imkansızlığını ortaya koymamaktadır. Şanı yüce Allah neyi dilerse yapar, neyi murad ederse o hükmü koyar. Bu yüce Allah'ın hikmetinin bir gereğidir ve gaybından dilediği kadarını meleklerinden ve diğer yarattıklarından dilediği kimselere de açıklar, yoksa onun ne yazmaya ihtiyacı vardır, ne de hatırlamaya. O her türlü eksiklikten yüce ve münezzehtir. Kadı lyaz (rahimehullah) der ki: Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer nebilerin -Allah'ın salat ve selamı hepsine olsun- mevkilerinin üstüne yükselmesi ve göklerin meleklitunda ulaştığı yere kadar ulaşması, derecesinin yüksekliğine ve üstün bir faziletinin bulunduğuna açık bir delildir. el-Bezzar, İsra ile ilgili Ali (kerramallahu vecheh)' den bir haber rivayet etmiş ve Cebrail (aleyhisselam)'ın hicabın yanına gelinceye kadar yol aldığını belirtmiştir. Bazı sözlerden sonra da şunları söylemiştir: Hicabın arkasından bir melek Çıktı. Cebrail dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben yeri itibariyle yaratılmışların en yakını olduğum halde yaratıldığımdan bu yana bu meleği görmüş değilim. Bir başka hadiste de (2/221): Sonra Cebrail benden ayrıldı ve sesler kesildi, onları duyamaz oldu. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Yüce Allah en iyi bilendir. Beş Vakit Namazm Farz Oluşu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yüce Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. .. Bunlar beş vakittir ama elli demektir buyurdu." Burada zikredilenler bundan önceki rivayette Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Benden beş vakit indirdi" diye anlattıklarına muhalif değildir. Burada "yarısını indirdi" ifadesinden kasıt birkaç defa başvurması üzerine indirdiğidir. Zahiren anlaşılan budur. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Burada şatr (yarı)dan kasıt cüzdür. O da beşte birdir yoksa bundan kasıt (ellinin) yarısı değildir. Kadı lyaz'ın bu açıklaması ihtimal dahilindedir, ama böyle bir açıklama yapmak zorunluluğu da yoktur. Çünkü bu ikinci hadis muhtasar bir hadistir. Hadiste defalarca gidip geldiği sözkonusu edilmemiştir. Allah en iyi bilendir. İlim adamları, bu hadisi bir şeyin fiilen işlenmesinden önce nesh edilmesinin caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra beni götürdü. Nihayet sidretu'l-münteha'ya kadar geldik" ibareleri bu şekilde asıl nüshalarda "geldik" şeklindedir. Bazı asıllarda ise "geldi" şeklindedir. Her ikisi de doğrudur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra cennete girdirildim. Orada inci tepeleri gördüm." "Cenabiz" kubbeler anlamındadır, tekili "cunbuze"dir. Buhari Sahihinin Kitabu'l-Enbiya adındaki bölümünde de bu laflZ böylece zikredilmiştir. Buhari'nin Kitabu's-Salah adlı bölümünün baş tarafında ise "habail" diye geçmektedir. Hattabi ve başkaları bu bir tashiftir demiştir. Allah en iyi bilendir. "Lu'lu': İnci" demek olup ne olduğu bilinmektedir. Bu hadiste ehl-i sünnetin cennet ve cehennem şu anda yaratılmışlardır, cennet semadadır şeklindeki görüşünün lehine delalet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. (415) "BizeMuhammed b. el-Müsenna tahdisetti ... Malikb. Sa'saa'dan." Ebu Ali el-Gassani dedi ki: Bu hadis İbn Mahfm ve Ebu'l-Abbas er-Razi' nin, Ebu Ahmed el-CuIOdi' den rivayetinde bu şekildedir. Başkasında ise Ebu Ahmed'den, o Katade'den, o Enes b. Malik'ten, o Malik b. Sa'saa'dan herhangi bir şüphe ifadesi kullanmaksızın rivayet edilmiştir. Ebu'l-Hasan edDarakutni dedi ki: Bu hadisi Enes b. Malik'ten, Malik b. Sa'saa'dan diye Katade' den başka rivayet eden yoktur. Allah en iyi bilendir. Ümmeti En Çok Nebi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam) hakkında: "Onun yanından geçince ağladı. .. " sözlerinin anlamı -Allah en iyi bilendir- şudur: Musa kavminin sayıca çok olmasına rağmen aralarından iman edenlerin azlığına üzülmüştür. Onun ağlayış ı buna göre onlar için üzüldüğünden Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de uyanlarının çokluğuna gıpta edip, imrenmesinden dolayı olmuştur. Hayırlı işlerde gıpta sevilen bir şeydir. Burada onun bu imrenmesinin anlamı, ümmeti arasından iman edenlerin bu ümmet gibi olmasını arzu etmiş olmasıydı, yoksa Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in böyle bir ümmeti olmaksızın bu kadar bir ümmetin kendisine uymalarını arzu etmesi şeklinde değildi. Kısacası maksat şudur: O ancak kavmine üzüldüğünden ve itaatten geri kalmaları sebebiyle pek büyük fazileti ve pek muazzam sevabı kaybettiklerinden ötürü ağlamışlı. Çünkü bir hayra çağırıp da insanlar onun çağırdığı o hayır ile amel ederlerse o kimseye onların ecirlerinin aynısı verilir. Nitekim sahih hadislerde böyle gelmiştir. Böyle bir hal için de gerçekten ağlanır ve böyle bir imkan kaybedildiği için de üzülmeye değer. Allah en iyi bilendir. Ravinin: "Allah'ın Nebisi ... dört ırmak gördüğünü de anlatlı ... Açıktakiler ise Nil ve Fırat'lır." Sahih-i Müs!im'in asıl nüshalarında bu şekilde: "Diplerinden çıkan" şeklindedir. Maksat ise Sahih-i Buhari' de ve başkalarında açıkça zikredildiği gibi, Sidretu'l-Münteha'nın aslı (kökü)dır. Mukatil dedi ki: İki gizli ırmak Selsebil ve Kevser' dir. Kadı İyaz (rahimehullah) da dedi ki: Bu hadis Sidretu'l-Münteha'nın kökünün yerde olduğuna delildir; çünkü Nil ve Fırat onun aslından (kökünden) çıkmaktadır. (2/224) Derim ki: Onun bu söylediğinin böyle olması gerekınemektedir. Aksine bunun anlamı, ırmakların onun kökünden çıktığı sonra da yüce Allah'ın murad ettiği şekilde yol aldıktan sonra yerden çıkıp, yerde yollarına devam ettikleridir. Ne akıl, ne de şeriat buna engel değildir. Hadisin zahirinden anlaşılan da budur. O halde bunun kabul edilmesi gerekir. Allah en iyi bilendir. Şunu da bilmek gerekir ki, "Fırat"ın yazılışında sonr harf hem vasıl, hem vakıf hallerinde açık te ile yazılır. Bu her ne kadar bilinen meşhur bir husus ise de çoğu kimsenin bunu yanlış olarak he (yuvarlak te) ile söyledikleri için buna dikkat çektim. Allah en iyi bilendir. el-Beytu'l-Ma'mur Cebrail (aleyhisselam)'ın: "İşte bu el-Beytu'l-Ma'mur'dur. Buna her gün ... geri dönmez." Metaliu'l-Envar sahibi dedi ki: İşte bu buyruk meleklerin -Allah'ın salat ve selamı onlara- çokluğuna en büyük bir delildir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana biri şarap, diğeri süt iki kap getirildi. .. " Bu babın baş taraflarında buna dair açıklama geçmişti. Burada ayrıca sözkonusu edilmesi gereken husus "isabet ettin" lafzının anlamıdır. Yani önceki rivayette geldiği üzere fıtratı isabet ettirdin demektir. Fıtratın ne demek olduğu da daha önce açıklandı. "Allah seninle (ümmetinin fıtrata) isabet etmesini sağladı" ifadesinin anlamı da Allah seninle fıtratı, hayrı ve fazileti murad etti demektir. Nitekim Arapça'da "esabe" fiili irade etti anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz de emriyle yumuşak olarak istediği (esabe) yere akıp giden rüzgarı emrine verdik." (Sad, 36) buyurmaktadır. Müfessirler ve dilbilginleri ittifakla burada irade ettiği, istediği yer demek olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde el-Vahidi de dilbilginlerinin bunun üzerinde ittifak ettiklerini nakletmektedir. "Ümmetin de fıtrat üzere (isabet etti)" sözü de onlar sana uyanlardır demektir. Sen fıtratı isabet ettirdiği ne göre onlar da fıtrat üzerinde olacaklardır. Allah en iyi bilendir. (2/225) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (416): "Boğazdan karın altına kadar yardı." Karnın alt tarafında derinin inceldiği yerin adı olan "merak" fethalı mim ve şeddeli kaf iledir. el-Cevheri bunun tekili yoktur derken, el-Metali sahibi tekilinin "merak" olduğunu söylemiştir. Müslim (rahimehullah)'ın (417): "Bana Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dedi ki. .. Yani İbn Abbas (r.a.)" isnadındaki bütün raviler Basrahdır. Şube her ne kadar Vasıtlı ise de sonradan Basra'ya taşınmış ve orayı yurt edinmiştir. İbn Abbas da aynı şekilde Basra' da yerleşmiştir. Ebu'l-Niye'nin adı ise Rufey b. Mihran er-Riyahi'dir. Allah en iyi bilendir. Bazı Peygamberlerin Fiziki Görünüşleri Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Musa (aleyhisselam) hakkında (418): "Şenueli adamlardan birisini andıran uzun boylu, esmer birisi idi" ifadesi ile "İsa da etine dolgun, orta boylu idi" ifadelerine gelince. Şenue bilinen bir kabiledir. İbn Kuteybe EdEbu'l-Katib' de şunları söyler: Onlara bu isim tiksinti anlamında bu biraz Şenueli bir adamdır ifadesinden hareketle verilmiştir. Denildiğine göre onlara bu ismin veriliş sebepleri onların tiksinip, uzaklaşmış olmalarıdır. Cevheri dedi ki: Şenue, tiksinmek demektir. Bu da pis şeylerden uzak durmak anlamındadır. Ezdu Şenue de buradan gelmektedir. Onlar Yemenli bir kabile olup, onlardan olan birisinin nispetini anlatmak için "Şenuı" denilir. (İbn Kuteybe devamla) dedi ki: İbn es-Sikkit dedi ki: Bazen de hemzesiz Ezdu Şenuwe dedikleri de olur. O vakit ona nispet "Şenuwı" diye yapılır. Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Merbu: orta boylu" sözünü dilciler: o boyu iki adamın ortası olan yani çok uzun da olmayan, çok fazla kısa da olmayan kişi demektir. el-Muhkem sahibinin ve başkalarının zikrettiği üzere bunun merbu, murteba ve mürtebi, rab', rab'atun ve rabaatun diye söyleyişleri vardır. Dişil olarak da rab'atun ve rabaatun diye kullanılır. İsa (aleyhisselam) hakkında onun "etine dolgun" olduğunu ifade etmesine gelince, rivayetlerin çoğunluğunda saçı düz olarak nitelendirilmektedir. (2/226) İlim adamları bu sebeple şöyle derler: Burada "ca'd"den kasıt cismin ca' d olmasıdır. Bu da onun derli toplu ve yoğun olması anlamındadır yoksa saçın dalgalı olması kastedilmemiştir. Musa (a.s.)'ın sıfatı olarak "ca'd" hakkında ise et-Tahrir sahibi şunları söylemektedir: Bunun iki anlamı vardır. Birincisiİsa (aleyhisselam) hakkında sözünü ettiğimiz anlamı ki bu da cisminin yoğun olması demektir. İkincisi ise saçların dalgalı olmasını anlatır. Birincisi daha sahihtir. Çünkü sahihte Ebu Hureyre'nin rivayetinde onun gür saçlı bir adam olduğu da rivayet edilmiştir. et-Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır. Musa (aleyhisselam) hakkında her iki anlam da caizdir. Buna göre saçların dalgalı olması ikinci anlamda olur, oldukça kıvırcık anlamında değil de kıvırcık ile düz saç arasında (hafif dalgalı) demek olur. Allah en iyi bilendir. Sebat ve sebit (düz saçlı) iki meşhur söyleyiştir. Sibt ve sebt söylenişi de caizdir. "Ketif (omuz)" ve benzeri kelimelerde olduğu gibi. Dilbilginleri der ki: Dilciler saçın niteliği olarak bu kelime kullanılırsa dalgası bulunmayan salınan düz saç demek olur. Ril olarak sebeta, yesbetu, sebetan diye kullanılır. Allah en iyi bilendir. Diğer rivayette (418) "Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İsra'ya götürüldüğüm gece Musa b. İmran'ın yanından geçtim" ibaresi bazı asıllarda bu şekilde zikredilmiş, büyük çoğunluğunda ise "geçtim" anlamındaki laflZ düşmüştür. Ama bu lafzın burada bulunması bir zorunluluktur, hazfedilse dahi mana olarak kastedilmiş demektir. Allah en iyi bilendir. Cehennem Bekçesi Malik "Ona cehennem bekçesi Malik de gösterildi." Yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Malik'i gördü. Buhari'nin Sahihinde yer alan bu hadiste onun: "Ve Malik'i gördüm" dediği sabittir. çoğu asıl nüshalarda ise "Malik" ismi ref ile okunmuştur. Bu kabul edilmeyebilir ve böyle bir şey Arapça' da doğru değildir ve bu bir kurala aykırılıktır, denilebilir ama bunun ile ilgili güzel bir cevap verilmiştir. O da "Malik" lafzı aslında mansubtur fakat yazımda elif düşürülmüştür. Muhaddisler ise bu işi çokça yaparlar. Mesela "Enes'i dinledim" diye yazdıkları vakit elif'siz yazarlar ama nasb halinde okurlar. İşte Malik kelimesi de böyledir. Onu elif'siz yazmış olmakla birlikte nasb ile okurlar. Bu ise yüce Allah'ın izniyle bu hususta yapılmış açıklamaların en güzelidir. Ayrıca bu benzeri başka hususlara kendisiyle dikkat çekildiği faydalı bir bilgidir. Allah en iyi bilendir. (2/227) Allah'ın kendisine gösterdiği birçok ayet içerisinde ona cehennemin bekçisi Malik ve Deccal de gösterildi. "O halde onunla karşılaşacağından şüphe içerisinde olma." (Secde, 23) Katade bunu ... diye tefsir ediyordu." Burada yüce Allah'ın: "Şüphe içinde olma" buyruğu bazı raviler tarafından delil gösterilmiştir. Katade'nin tefsirine gelince, aralarında Mücahid, el-Kelbi ve es-Süddi'nin de bulunduğu bir topluluk bu hususta ona muvafakat etmiştir. Bunların kanaatine göre buyruk: Musa'nın seninle kavuşmasından hiç şüphe etme, demek olur. Muhakkik müfessirlerin ve meani alimlerinin birçoğunun kanaatine göre ise bunun manası Musa'nın kitap ile karşılaştığından (kitabın ona vahyedildiğinden) yana şüphe içinde olma demektir. İbn Abbas, Mukatil, Zeccac ve başkalarının kanaati budur. Allah en iyi bilendir. (419) "Bize Ahmed b. Hanbel ve Sureye b. Yunus tahdis etti." Sonra hadiste: " ... Musa'yı görür gibiyim." Bundan sonra da Metta oğlu Yunus (aleyhisselam) hakkında: "Onu telbiye ederken gördüm" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Onların durumu hakkındaki rivayetlerin çoğu bunu İsra'ya götürüldüğü gece gördüğüne delildir. Bu husus ise Ebu'lAliye'nin İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette ve İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den rivayetinde açıkça ifade edilmiş durumdadır. Ama bu rivayette telbiye sözkonusu edilmemiştir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki: Onlar ölmüş ve am el yurduolmayan, ahiret yurdunda bulunmakla birlikte nasıl hac ediyor ve telbiye getiriyorlar diye sorulacak olursa, şunu bil ki, ilim adamı üstatların açıkladıkları ve bize göründüğü kadarıyla buna birkaç şekilde cevap verilebilir. Bunlardan birincisi şudur: Onlar da şehitler gibidir. Hatta onlardan daha üstündürler. Şehitler ise Rablerinin yanında diridirler. Başka bir hadiste geçtiği gibi haccedip, namaz kılmaları ve yüce Allah'a güçlerinin yettiği şeyler ile yakınlaşacak amellerde bulunmaları uzak bir ihtimal değildir. Çünkü onlar her ne kadar ömürlerini tamamlayıp, vefat etmiş iseler de (2/228) onlar amel yurdu olan bu dünyadadırlar demektir. Nihayet dünyanın ömrü bitip, arkasından amellerin karşılığının görüleceği yurt olan ahiret gelince, amel de nihayete erer, kesilir. İkinci açıklama: Ahiretin ameli zikirdir ve duadır. Nitekim yüce Allah: "Onların oradaki duaları Allah'ım, seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz (demek)dir. Orada esenlik dilekleri de selamdır" (Yunus,lA) buyurmaktadır. Üçüncü cevap bu, İsra gecesi dışında yahut İsra gecesinin bir bölümünde görülmüş bir rüyadır. Tıpkı İbn Ömer (r.a.)'ın naklettiği rivayette: "Ben uyurken kendimi Kabe'yi tava! ederken gördüm" buyurmuştur. Sonra da hadisi İsa (aleyhisselam) ile ilgili olarak anlatılanlarla birlikte zikretti. (Bk.428) Dördüncü cevap: Ona hayatta oldukları sıradaki halleri gösterildi ve hayatta iken nasıloldukları, hac ve telbiyelerinin nasılolduğu ona temsili olarak gösterildi. Nitekim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Musa'yı görür gibiyim, İsa'yı görür gibiyim, Yunus'u görür gibiyim -hepsine selam olsun-" buyurmuştur. Beşinci cevap: Kendilerini gözüyle görmemiş olsa dahi, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların durumu ve yaptıkları ile ilgili olarak kendilerine vahiy olarak bildirilenleri haber vermiştir. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir. "Herşa tepesi" Cuhfe yakınlannda Şam ve Medine yolu üzerinde bir tepedir. "Etine dolgun, kırmızı bir deve üzerinde, üzerinde yünden bir cübbe olduğu halde ... " ifadesinde "ca' de" az önce geçtiği gibi eti dolgun demektir. "Hulbe" Huşeym'in açıkladığı gibi liftir. Allah en iyi bilendir. Rasınuilah (sallallahu aleyhi ve seIlem)'in (420): "Musa'yı parmaklarını kulaklanna koymuş olarak görüyor gibiyim. " Burada ezan ve benzeri sesi yükseltmenin müstehab olduğu işleri yaparken, parmağın kulağa konulmasının müstehab olduğuna delildir. Bu hükmün çıkarılması (istinbatı) ve bunun müstehap oluşu bizim mezhebimize mensup alimlerden olsun, başkalanndan olsun bizden öncekilerin şeriatı bizim için de şeriattır, diyenlerin görüşlerine göredir. "Bu hangi tepedir, dedi. Onlar: Herşa yahut Lift (tepesidir) dediler." Biz bu kelimeyi bu şekilde "lifi" olarak tespit ettik. Kadı lyaz ve el-Metali sahibi bu kelimenin üç türlü telaffuzunu sözkonusu etmişlerdir. Birincisi zikrettiğim bu şekil, ikincisi "lefi", üçüncüsü ise "lefet" söyleyişleridir. Allah en iyi bilendir. (421) "Mücahid dedi ki: İbn Abbas (r.a.)'ın yanında idik. .. Arkadaşınıza bakınız." Asıl nüshalarda bu ibare bu şekildedir ve sahihtir. Hadisteki: Dedi ki: yazılıdır sözü orada bulunanlardan birisi böyle dedi, demektir. Abdulhak'ın el-Cem beyne's-Sahihayn adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği bu hadis şu şekildedir: "Deccal'i sözkonusu ettiler ve: Gözleri arasında ... yazılıdır" dediler, şeklindedir. Evet, Abdulhak bunu bu şekilde "dediler" diye rivayet etmiştir. el-Humeydi'nin Sahihayn'dan rivayetinde ise: "Deccal'in gözleri arasında kafir (yazılı olduğunu) zikrettiler" şeklindedir. Böylelikle o "dedi, dediler" lafzını hazfetmiş bulunmaktadır. Bütün bunlar daha önce geçenlerin sahih olduğunu ortaya koymaktadır. Hadisteki: "İbn Abbas dedi ki: Ben onu (böyle dediğini) duymadım" ile kastettiği Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dir. (2/230) ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Vadiden inerken onu görür gibiyim" ifadesinde "iza" edatı bütün asıllarda elif ile yazılmıştır ve bu sahihtir. Kadı lyaz kimi ilim adamının burada elit'in yazılmasına karşı çıkarak bunu bu şekilde rivayet edenin yanlış yaptığını söylemiştir. Kadı lyaz'ın kendisi de böyle diyenin hata ettiğini belirterek şunları söylemektedir: Bu böyle bir söz söyleyenin bilgisizliğini, zorlamasını, bir zorunluluk olmaksızın cesaret göstererek yanılmasının ve sözlerin anlamlarını anlayamamasının bir neticesidir. Çünkü burada "iza"nın elifli ile elifsiz kullanılması arasında fark yoktur. Çünkü bu sözler onun geçmiş zamandaki inişinin halini anlatmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (422): "Musa (aleyhisselam)'ı uzun boylu bir adam olarak gördüm" ibaresindeki (uzun boylu anlamını verdiğimiz) "darb" lafzı ile ilgili olarak Kadı İyaz şunları söylemektedir: "Bu etin çokluğu ve azlığı bakımından orta halli adam demektir ama Buhari bu hadisin bir rivayetinde "muzdarip" lafzını zikretmiştir ki, bu da aşırı uzun olmayan ve eti dolgun ve sıkı olmanın zıt anlamlısıdır. Ama birinci yani "darb" rivayetinin daha sahih olma ihtimali vardır. Çünkü öbür rivayette (423): "muztarip dediğini zannediyorum" demiştir. İşte bu rivayet hem şüphe ihtiva ettiği için, hem şüphe ihtiva etmeyen diğer rivayete muhalif olduğu için zayıf bir rivayet demektir. Öbür rivayette de: "İri cüsseli ve sebit" denilmektedir. Bu da uzun boylu anlamına racidir. Burada "cesim" kilolu anlamında tevil edilemez çünkü "darb"ın zırtıdır. Bu anlamıyla Deccalin sıfatı olarak gelmiştir. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır. Ancak onun "muztarip" lafzının geçtiği rivayeti zayıf kabul etmesi ve "darb" rivayetine muhalif olduğunu söylemesi uygun kabul edilemez. Çünkü her ikisi arasında aykırılık yoktur. Dilbilginleri şöyle demektedir: Darb eti az adama denir. İbnu's-Sikkit el-Islah adlı eserinde el-Mücmel sahibi ez-Zebidi, el-Cevheri ve sayılamayacak kadar başkaları hep böyle demişlerdir. (2/231) Allah en iyi bilendir. (Hadisin sonunda): "Dihye b. Halife" ismi "Dahye" diye de okunur, ikisi de meşhur söyleyiştir. (423) "Saçlarını taramış" Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra saçların taranması ile ilgili açıklama gelecektir. İsa (aleyhisselam)'ın nitelikleri ile ilgili olarak: "Orta boylu sanki dimastan -yani hamamdan- çıkmış gibi kırmızı tenli idi." Orta boylu anlamındaki "rab'a"nın okunuş şekilleri ile ilgili açıklamalar az önce geçti. Diması ravi hamam diye açıklamaktadır ama dilbilginlerine göre dimas gizli geçit ve aynı zamanda sıcak ve soğuktan koruyan yapı anlamındadır. el-Herevi bu hadis ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Bazıları burada dimasın sıcak ve soğuğa karşı koruyan yapı demek olduğunu söylemişlerdir. Adeta o güneş görmemiş ve böylece uyuşturulmuş gibidir, anlamına gelir. Bazıları da bundan kasıt ise gizli geçit ve yol demektir demişlerdir. Defnetmek anlamı da buradan gelmektedir. el-Cevheri Sihah'ındabu hadis ile ilgili olarak şöyle diyor: "Dimas'tan çıkmış" ibaresi tazeliği ve yüzünün çokça nemli olması bakımından soğuğa ve sıcağa karşı koruyan yapıdan çıkmış gibidir demek olur. Çünkü onun niteliklerini anlatırken "başından su damlıyor gibi" demektedir. el-Metali sahibi onun ile ilgili bu üç görüşü sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Dimas'ın gizli geçit demek olduğu söylendiği gibi, hamam olduğu da söylenmiştir. Bunlar dimas ile ilgili açıklamalar. Hamamın ne olduğu zaten bellidir, dilcilerin ittifakıyla müzekker bir isimdir. el-Ezheri, Tehzibu'l-Luga adlı eserinde müzekker olduğunu Araplardan nakletmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. Ebu Hureyre (radıyatlahu anh}'ın naklettiği rivayet olan bu rivayette İsa -Allah'ın salat ve selamları ona-'nın kırmızı olmakla nitelendirilmesi (2/223) ondan sonra gelen İbn Ömer (radıyatlahu anh}'ın rivayetinde (424) esmer olarak nitelendirilmesine gelince, Buhari, İbn Ömer (radıyatlahu anh)'dan, onun "kırmızı" rivayetini kabul etmediğini, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in da bunu söylemediğine dair yemin ettiğini rivayet etmektedir. Yani böyle bir şey ravinin şüphesi ve karıştırması neticesinde söylenmiştir. Bununla birlikte kırmızının esmer olarak yorumlanması mümkündür. Bundan da gerçek anlamıyla esmerlik ve kırmızılık değil, ona yakın ten rengi kastedilmiş olur. Allah en iyi bilendir. Resulullah (satlatlahu aleyhi ve setlem}'in (424): "Bir gece kendimi Kabe'nin yanında (rüyada) gördüm ... Bu Mesih ed-Deccal'dir denildi" buyruğuna gelince; Kabe'ye bu ismin veriliş sebebi yüksekliği ve dörtgen şeklinde oluşu dolayısıyladır. Araplara göre dörtgen şeklindeki her bir yapı Kabe' dir. Daireselliği ve yüksekliği dolayısıyla ona bu ismin verildiği de söylenmiştir. Ayağın topuğuna "ka'b" denilmesi de yükselip, daire şeklini aldığı zaman kadının göğsüne ka'b denilmesi de buradan gelmektedir. Limme çoğulu limem diye gelir. Cevheri: Limam diye de çoğulunun yapılacağını söylemiştir. Ona göre limme kulak yumuşaklarından aşağıya inen saça denilir. Omuzlara kadar ulaşırsa ona "cummeh" denilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Su damlıyordu" ifadesi ile ilgili olarak Kadı İyaz diyor ki: Bunun zahiri anlamında olması yani kısa bir süre önce saçlarını taradığı için suyu damlıyor olması ihtimali vardır. Kadı el-Bad de bu anlama meyletmiştir. Kadı lyaz (devamla) dedi ki: Bana göre bu onun parlaklığını ve güzelliği ni anlatan, güzelliğini ifade etmek için kullanılan bir istiaredir. "Avatik: omuzlar" kelimesi "atik"in çoğuludur. Dilciler bu omuz ile boyun arasındaki yerdir, derler. el-Muhkem sahibi (İbn Side) şöyle der: Atik -belirttiğimiz gibi- avatik, utuk ve utk olarak da çoğulu yapılır. İsa (aleyhisselam}'ın tavafına gelince, Kadı lyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Eğer bu gözle görülmüş bir olaysa İsa hayattadır, ölmemiştir. Yani gerçek manada tavafının önünde bir engel yoktur. Eğer İbn Ömer (r.a.}'ın rivayetinde dikkat çektiği gibi rüyada görülmüşse, o takdirde daha önce sözkonusu edilen ihtimaller ve rüyanın tevili ile alakalı olarak söylenenler sözkonusudur. Kadı dedi ki: Deccal'in Beyti tavafı ile ilgili zikredilenler de buna göre yorumlanır ve bunun bir rüya olduğu kabul edilir; çünkü Sahihte onun Mekke'ye ve Medine'ye giremeyeceği belirtilmektedir. Bununla birlikte Malik'in rivayetinde Deccal'in tavafını sözkonusu etmemektedir. Bununla beraber onun Medine'ye girmesinin ona yasak oluşu, onun fitnesinin ortaya çıkacağı zamandır da denilebilir. Allah en iyi bilendir. "Mesih" İsa (aleyhisselam) ile Deccal'in sıfatıdır. İsa'ya Mesih deniliş sebebi hususunda ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. el-Vahidj' dedi ki: Ebu Ubeyd ve el-leys bunun İbranice aslının meşiha olduğu ve Arapların bunu Arapçalaştırarak lafzını değiştirdikleri kanaatindedir. Nitekim Araplar İbranice aslı Muşa yahut Mişa'yı Musa olarak söylemişlerdir. Bu sıfatı (Mesih) Arapçalaştırıp, değiştirdiklerine göre onun iştikakı (türediği kökü) yoktur. (el-Vahidl) dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu ise bunun müştak (türemiş) olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde ondan (Vahidj"den) başkaları da cumhurun görüşüne göre bu sıfatın türemiş olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyledikten sonra bu kanaatte olanlar ihtilaf halindedirler. İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği nakledilmektedir: O elini ne kadar musibetli bir hastalığa yakalanmış kişiye sürdüyse (mesh ettiyse) mutlaka iyileşmiştir. İbrahim ve İbnu'l-A'rabi de Mesih sıddık demektir. Düztaban olup, ayağında çukurluk olmadığından dolayı ona bu sıfatın verildiği de söylenmiştir. Zekeriya onu mesh ettiği için onun yeryüzünü mesh etmesi yani kat etmesi, çok yürümesi dolayısıyla bu sıfatın verildiği gibi annesinin karnından kendisine yağ mesh edilmiş (sürülmüş) olarak çıktığı, doğduğu zaman bereket ile ona mesh edildiği için, şanı yüce Allah onu mesh ettiği yani güzel bir hilkate sahip olarak yarattığı için bu sıfatın verildiği söylendiği gibi, başka sebepler de söylenmiştir. Allah en iyi bilendir. Deccal ve Ona Mesih Denmesinin Sebebi Deccal'e gelince, ona bu ismin veriliş sebebi bir gözünün silme kör oluşudur. Bir diğer görüşe göre tek gözü kör olduğu için ve bu şekilde tek gözü kör olana "Mesih" denildiği için ona böyle denilmiştir. Kıyamet alameti olarak çıkacağı zaman yeryüzünü mesh edeceği (dolaşacağı) için ona böyle denildiği gibi, başka açıklamalar da yapılmıştır. Kadı İyaz der ki: Bütün raviler ihtilafslZ olarak İsa'nın sıfatı olarak fethalı mim ve kesreli tek sin ile söyleneceğini belirtmişlerdir. Ancak Deccal hakkında bunun telaffuzu ihtilaflıdır. Çoğunluğu İsa gibi "Mesih"tir der ve laflZ itibariyle aralarında fark olmadığını söyler ama İsa bir hidayet mesihi, deccal ise bir dalalet mesihidir. Bazı raviler ise deccal için bunu kesreli mim ve şeddeli sin ile "missih" diye rivayet etmişlerdir. Birden çok kişi de böyle söylemiştir. Ancak noktasız ha değil, noktalı hı ile olduğunu ifade etmişlerdir. Bazıları ise kesreli mim ve şeddesiz sin (misih şeklinde) söyleneceğini de ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. "Deccal" adı ile ilgili açıklama ise mukaddime şerhinde geçmiş bulunmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in deccalin nitelikleri arasında: "OLdukça kıvırcık saçlı" ibaresinde "katat" kelimesi kaf ve tı harfleri fethalıdır. Meşhur olan budur. Kadı İyaz der ki: Biz bunu birinci tı'nın fethalı ve kesreli okunuşu ile rivayet etmiş bulunuyoruz. İleri derecede kıvırcıklık anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "Ca' d" erkeklerin niteliği olarak övgü de olabilir, yergi de olabilir. Vergi anlamında kullanılacak olursa birincisi çok kısa, diğeri cimri olmak üzere iki anlamı vardır. Ca' du'l-yedeyn ve ca' du'l-esabi': eli sıkı (parmakları yumuk) cimri demektir. Eğer övgü anlamıyla kullanılırsa bunun da biri hilkati sağlam ve güçlü, diğeri ise saçının dalgalı olması demektir. Bu da bir övgü olur; çünkü düz saç çoğunlukla Arap olmayanlarda görülen bir vasıftır. Kadı İyaz der ki: el-Herevi' den başkaları da şöyle demektedir: Ca' d, Deccal için bir yergi sıfatıdır. İsa (aleyhisselam) hakkında ise övgü vasfıdır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sanki dışan fırlamış (patlak) bir üzüm tanesi imiş gibi sağ gözü kördür" buyruğuna gelince, bu ibaredeki (dışarı fırlamış, patlak tane anlamını verdiğimiz) "tafiye" kelimesi hemzeli (tafie) ve herrızesiz (tafiye) olarak rivayet edilmiştir. Hemzeli rivayete göre ışığı, feri gitmiş demek olur. Hemzesiz rivayete göre ise dışarı fırlamış ve bu fırlamış hali açıkça ortada olan (patlak) demektir. Diğer taraftan burada sağ gözünün kör olduğu belirtilirken, bir başka rivayette "sol gözünün kör" olduğu belirtilmektedir. Müslim bu iki rivayeti de kitabının sonunda zikretmiş ve her iki rivayet te sahihtir. Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Biz bu kelimeyi hocalarımızın çoğunluğundan herrızesiz (tMiye) olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Çoğunluğunun sahih kabul ettiği de budur. Aynı şekilde Ahfeş'in benimsediği de budur. Bu da diğer taneler arasından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi patlak demektir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki: Bazı üstatlarımız da bunu hemzeli (tMie) diye zaptetmişlerdir. Diğer bazıları bunu kabul etmemekle birlikte bu kabul etmeyişin haklılığı yoktur. Hadis-i şerifte gözünün silme kör olduğu söylenmiş, ne çukur, ne de patlak olup, gözü tamamıyla kapalı ve silme olmakla da nitelendirilmiştir. İçindeki suyu akıp gittiği zaman ise üzüm tanesinin niteliği aynen budur. İşte bu hemzeli rivayetin sahih olduğunu ifade eder. Diğer hadislerde "gözü patlak ile bir yıldız gibi" bir başka rivayette "bir duvardaki bir balgamı andıran dışarı fırlamış bir göz bebeği" şeklindeki nitelemelere gelince, bütün bunlar hemzesiz rivayetin sahih olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte hadislerin bir arada açıklaması ve bütün rivayetlerin sahih olarak doğru bir şekilde anlaşılması şöyle ce mümkündür: Tamamen kapalı, silme, çukur da olmayan, patlak da olmayan gözü kör ve hemzeli okuyuş ile "tafie" olan gözdür. Bu da bu rivayette geldiği gibi onun sağ gözüdür. Diğer taraftan dışarı doğru fırlamış, patlak ve bir yıldızı andıran duvarda bir balgama benzeyen nitelemeleri ise hemzesiz olarak "tMiye" olan gözdür. Bu da diğer rivayetteki gibi sol gözdür. İşte bu husustaki hadisler ile hemzeli ve hemzesiz rivayetlerin bir arada anlaşılıp, telif edilmesi bu şekilde olur. Yani o hem sağ, hem sol gözü a'ver (arızalı) birisidir; çünkü bu gözlerin her birisi böyledir. Zira (Arapçada) a'ver kusurlu olan her şey için kullanılır. Özellikle de göz ile ilgili olan için söylenir. Deccal'in iki gözü de kusurlu ve a'verdir. Birisi tamamıyla olmadığından dolayı a'ver (kör)dir, diğeri ise kusurlu olduğu için a'verdir. Kadı İyaz'ın sözleri burada bitiyor. Bu açıklamalar son derece güzeldir. Allah en iyi bilendir. (425) "Bize Muhammed b. İshak el-Müseyyebi tahdis ettL" (2/235) Muhammed, bir dedesine nispetle böyle anılır. Adı Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Abdurrahman b. Abdullah b. el-Müseyyeb b. Ebu's-Saib Ebu Abdullah el-Mahzuml' dir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz yüce Al/ah'ın bir gözü kör değildir. Şunu bilin ki Mesih Deccal'in sağ gözü kördür" buyruğu şu demektir: Şanı yüce Allah sonradan ortaya çıkmış özelliklerden ve bütün eksikliklerden münezzeh olmakla birlikte, Deccal yüce Allah'ın yarattıkları ndan sureti eksik bir yaratıktır. Dolayısıyla sizin bunu iyice bilmeniz ve bunu insanlara öğretmeniz gerekir. Böylelikle Deccal'in hayalden ibaret gösterecekleri ve beraberinde bulunacak fitnelere kimse aldanmamalıdır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Gördüklerim arasında ona en çok benzeyen kişi İbn Katan'dır." Buradaki "gördüm" anlamındaki fiili te harfi hem ötreli, hem fethalı olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (Ötreli olursa birinci tekil şahıs olarak gördüm, fethalı olursa ikinci tekil şahıs olarak gördün anlamında). Her iki anlam da açıktır. (2/236) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in (427): "Allah Beytu'l-Makdis'i bana gösterdi. .. " Onu bana açıkça gösterdi, demektir. "Beytu'l-Makdis" ile ilgili söyleyişler ve türediği kökler ile ilgili açıklamalar bu babın baştaraflarında verilmişti. "Ayetler"inden kasıt ise onun alametleri, belirtileridir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (428): "Başından su damlıyordu" damlayıp, akıyordu "yahut döküıüyordu." (429) "Benzeri kesinlikle sıkılmadığım kadar sıkıldım." (2/237) Cevheri: "Kürbe (sıkıntı)" nefsi etkileyen gam demektir. "Kerb" de aynı anlamdadır. Keder ve üzüntüsü ağırlaşıp, artacak olursa "kerabehu el-gam" denilir. Rasuiullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Kendimi nebiler -Allah'ın salavatı onlara- topluluğu arasında gördüm ... Namaz vakti geldi onlara imam oldum." Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Musa ve İsa -ikisine de selam olsun'nın tavafı sözkonusu edilince, onların namazıarı ile ilgili verilecek cevap da geçmiş bulunmaktadır. (Devamla) dedi ki: Burada namaz, zikir ve dua anlamında da olabilir. Zikir ve dua ise ahiret amellerindendir. Eğer: Musa (aleyhisselam)'ı kabrinde namaz kılarken görmekle birlikte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Beytu'l-Makdis'te onlara nasıl namaz kıldırdı, semavatta mertebelerine göre onlarla nasıl görüştü, nasılona selam verdiler, ona hoş geldin dediler denilecek olursa cevap şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam)'ı kırmızı kum tepesi yanındaki kabrinde (namaz kılarken) görmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in semaya çıkmasından önce ve Beytu'lMakdis'e doğru giderken görmüş, sonra da Musa (aleyhisselam)'ın kendisinden önce semaya çıkmış olduğunu görmüş olma ihtimali vardır. Aynı zamanda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nebileri görüp, onlarla kendilerini ilk gördüğü o halde onlara namaz kıldırmış sonra ona soru sorup, hoş geldin demiş olmaları ihtimali de vardır. (2/238) Yahut onlarla bir araya gelip, onlara namaz kıldırması ve Musa'yı görmesi ayrılıp, Sidre-i Münteha'dan dönüşü sırasında da olmuş olabilir. Allah en iyi bilendir
Referans | : | 1 430 |