Sahih-i Buhari
...
(88) Kitāb: Mürtedler
(88) ...
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar"(En'am 83) ayeti inince bu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerine ağır geldi ve "Hangimiz imanına zulüm karıştırmamıştır!" dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu, sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Lokman Nebi'in 'Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür' ayetindeki sözünü bilmiyor musunuz?" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Ebİ Bekre'nin babasından nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Büyük günahların en büyüğü Allah'a ortak koşmak, ana-babaya asi olmak ve yalan şahitliktir." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "yalan şahitliği" veya "yalan söz söyleme"yi üç kere tekrar etti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü O kadar tekrar etti durdu ki nihayet biz "keşke sussa" dedik
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Amr şöyle anlatmıştır: "Bir bedevi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Ya Resulallah! büyük günahlar nelerdir?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah'a ortak koşmaktır" buyurdu. Bedevi "Bundan sonra nedir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bundan sonra anaya-babaya asi olmaktır" buyurdu. Bedevi "Bundan sonra nedir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yalan yere yemindir (yeminü'l-ğamus)" buyurdu. Ravi diyor ki: Ben "yeminü'l-ğamus nedir?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yalandan yere yemin ederek Müslüman bir kimsenin malını elinden alan kimsenin yeminidir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Bir adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! Cahiliye döneminde işlediğimiz günahlardan dolayı ceza görecek miyiz?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi: "Kim Müslümanlıkta güzel hareket ederse cahiliye hayatında işlediği günah ile hesaba çekilmez. Fakat kim de İslami dönemde kötülük işlerse hem önceki (cahiliye dönemindeki) ameliyle, hem de sonra (Müslümanlıktaki yaptıklan) ile hesaba çekilir. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'a ortak koşanın günahı, dünya ve ahiretteki cezası." "Allahu Teala "Doğrusu şirk, büyük bir zulümdüK'(Lokman 13) "Allah'a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun"(Zümer 65) buyurmuştur. İbn Battal şöyle demiştir: Bu ayetlerden birincisi şirktEm daha büyük bir günah olmadığını göstermektedir. "Zulüm", esasen bir şeyi uygun olmayan yere koymak demektir. Müşrik, bir şeyi olmaması gereken yere koyan kimsenin asıl örneğidir. Çünkü o, kendisini yoktan var eden varlığı, başkasıyla eşit tutmuş ve nimeti onu vermeyen kimseye nispet etmiştir. İkinci ayet ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hitap ediliyor gibi görülüyorsa da maksat ondan başkasıdır. Ayette zikredilen "ihbat= amellerin boşa gitmesi", şirk üzere ölme ile kayıtlıdır. Çünkü Allahu Teala bir başka ayette "Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da, ahirette de boşa gider"(Bakara 217) buyurmaktadır. İmam Buhari bu konuda dört hadise yer vermektedir. Birinci hadis, İbn Mesud'un rivayet i olup "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya!"(En'am 82) ayetinin tefsiri esnasında geçmişti. Bu hadisin açıklaması, İman bölümünün baş taraflarında daha önce yapılmıştı. "Fakat her kim Müslümanlıkta kötülük işlerse hem önceki (cahiliye dönemindeki} ameliyle, hem de sonra (Müslümanlıktaki yaptıkları) ile hesaba çekilir." Hattabı şöyle demiştir: Bu ifadenin zahiri, İslam'ın kendisinden önceki durumu sileceği yolunda ümmetin iemaına muhalif düşmektedir. Allahu Teala "İnkar edenlere (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle"(EnfaI 38) buyurmaktadır. Hattabı şöyle der: Bu hadise göre bir kafir Müslüman olduğunda geçmiş günahlarından dolayı hesaba çekilmez. Müslüman olduktan sonra Müslümanlığına devam ederken en büyük kötülükleri ve en ağır günahları işlediği takdirde Müslümanlık dönemindeki günahları ile hesaba çekilir ve kafir iken işlediği günahlar ileri sürülerek şöylece susturulur: "Sen kafir iken şu fiilleri işlememiş miydin? Müslümanlığın bu fiilerin aynısını yeniden yapmana engel olmadı mı?" Kısacası kafir iken işlediği şeyler susturulmak için gündeme getirilirken, Müslüman iken işlediği günahlar cezalandırılmak için zikredilir. En uygun olanı bir başka alimin şu açıklamasıdır: Hadiste yer alan "isaet" kelimesinden maksat küfürdür. Çünkü kafirlik, kötülüğün zirvesi ve günahların en beteridir. Bir kimse dinden dönüp, kafir olarak öldüğü takdirde hiç Müslüman olmamış gibi olur ve işlediği bütün günahların tamamının cezasını çeker. Buhari "Büyük günahların en büyüğü şirktir" hadisinden sonra bu hadise yer vermekle bu gerçeğe işaret etmiştir. Buhari bu hadisleri mürtedler bölümünde zikretmiştir. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu bölümdeki hadisin manası şudur: Her kim Müslümanlığını yaşamaya devam ederek, şartlarını yerine getirerek, güzel bir fiil işlerse cahiliye döneminde işlediklerinden hesaba çekilmez. Her kim de Müslüman iken tevhidi terk etmek suretiyle kötülük işlerse geçmiş bütün günahlarından hesaba çekilir. İbn Battal şöyle demiştir: Bu açıklamamı bir grup bilgine açtım. Bana şöyle dediler: Bu hadisin bundan başka bir manası yoktur. Hadiste yer alan "isaet" kelimesi küfürden başka bir anlama gelemez. Zira bir Müslümanın cahiliye döneminde işlediklerinden hesaba çekilmeyeceği konusunda icma vardır. Taberi"nin de bu görüşü vurguladığını belirtmiş olalım. Abdulmelik el-Blinı şöyle demiştir: "Kim Müslümanlıkta güzel hareket ederse"nin manası nifak ve şek olmaksızın sahih bir şekilde kim İslam'a girerse "Kim de Müslümanlıkta kötülük işlerse" nin manası ise her kim riya ve gösteriş olsun diye Müslüman olursa demektir. Kurtubi bu görüşü teyid etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İkrime şöyle demiştir: Ali r.a.'e birkaç zındık getirildi de o da bunları yaktı. Bu olay İbn Abbas'ın kulağına gidince şöyle dedi: Ben olsaydım Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in AIlah'ın azabı ile azap etmeyin" yasaklamasından dolayı onlara yakma cezası uygulamazdım. Onları Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Dinini değiştiren kimseyi öldürünüz!" emrinden dolayı öldürürdüm
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardım. Yanımda Eş'arllerden iki adam vardı. Bunlardan biri sağımda, diğeri de solumda idi. Bu sırada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dişlerini misvaklıyordu. Yanımdaki iki kimse de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den iş istediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ey Ebu Musa!" veya "Ey Abdullah b. Kays!" diye seslendi. Ebu Musa şöyle devam etti: Ben şöyle cevap verdim: Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ediyorum ki bu iki kişi içlerinden geçen iş istemeyi bana bildirmediler, dolayısıyla ben onların böyle bir iş isteyeceklerini bilmiyordum. Bu sırada ben onun yukarı kalkmış olan du dağının altındaki misvakına bakıyordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İş isteyen kimseyi biz işimizde istihdam etmeyiz fakat sen ey EbU Musa -yahut ey Abdullah b. Kays- Yemen'e git!" buyurdu. Sonra ibn Abbas'ın arkasından Muaz b. Cebeloraya gitti. Muaz, Ebu Musa'nın yanına geldiği zaman Ebu Musa onun için bir yastık koydu ve ona "Bineğinden in!" dedi. Ebu Musa'nın yakınında bir bağla sıkıca bağlanmış bir adam bulunuyordu. Muaz, Ebu Musa'ya "Bu nedir?" dedi. Ebu Musa "Bu bir Yahudi idi, islam'a girdi, sonra da yine Yahudi oldu" dedi. EbU Musa, Muaz'a "otur" dedi. Muaz da üç kere "Allah'ın ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hükmü olarak (dininden dönen bu kişi) öldürülünceye kadar oturmam!" dedi. Akabinde Ebu Musa'nın emri üzerine o kişi öldürüldü. Bundan sonra Muaz ile Ebu Musa gece yaptıkları ibadeti aralarında konuşmaya başladılar. Bunlardan biri "Bana gelince, ben gece ibadeti yapar ve uyurum. ibadetimden umduğum sevabı uykumdan da umarım" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Erkek ile Kadın mürtedin hükmü." Yani bunların hüküm itibariyle aynı mı yoksa ayrı mı oldukları. ibnü'I-Münzİr şöyle demiştir: Çoğunluğu oluşturan fıkıh bilginlerine göre dinden dönen (mürted) kadın öldürülür. Hz. Ali ise "Köle edinilir'' demiştir. Ömer b. Abdulaziz'in görüşüne göre ise dinden dönen kadın başka bir yerde satılır. Sevrı'ye göre hapsedilir ve ölüm cezası uygulanmaz. Sevrı bu görüşün İbn Abbas'a ait olduğunu söylemiştir. Sevrı ayrıca Ata'nın görüşünün de bu doğrultuda olduğunu belirtmiştir. İmam Ebu Hanıfe'ye göre dininden dönen hür kadın hapse atılır, şayet cariye iseefendisine onu İslam'a girmeye zorlaması emredilir. "İbn Ömer, Zührı ve İbrahim en-Nehaı ise mürted olan kadın öldürülür demişlerdir. İbn Ömer'in görüşünü Moğoltay, İbn Ebi Şeybe'nin nakline dayandırmıştır. Zührı ve İbrahim en-Nehal'nin görüşünü Abdurrezzak Ma'mer vasıtasıyla Zührı'ye dayandırarak şöyle nakletmiştir: Müslüman olduktan sonra kafir olan kadına tövbe verilir, tövbe ederse canını kurtarır, aksi takdirde öldürüıür.(Abdurrezzak, Musannef) Darekutnl'nin İbnü'l-Mükedder vasıtasıyla nakline göre Cabir "Kadının biri dininden dönünce Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun katlini emretti" demiştir. "İman etmelerinden, Resulün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet eder?"(Al-i İmran 86) Nesal'nin nakledip, İbn Hibban'ın sahih olarak değerlendirdiği bir rivayette İbn Abbas şöyle demiştir: Ensardan bir kişi Müslüman oldu, sonra dinden dönüp, müşrik oldu. Ardından pişman oldu. Kavmine haber göndererek, "Benim durumumu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sorun, tövbe edebilir miyim?" dedi. Kavmi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Filanca kişi pişman olmuş, tövbesi olup olmadığını size sormamızı istiyor" dediler. Bunun üzerine "İman etmelerinden, Resulün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet eder?"(Al-i İmran 86) ayet-i kerimesi indi. O kişiye haber gönderildi ve Müslüman oldu.(Nesai Tahrımü'd-dem, İbn Hibban, Sahih, X, 329) "Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsaniz, imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevkederler."(Al-i İmran 100) İkrime bu ayetin Şa's b. Kays adındaki Yahudi hakkında indiğini söylemiştir. Bu kişi Ensarın arasına eskiden aralarında cereyan eden savaşları (Buas savaşlarını) hatırlatmak suretiyle bir fitne soktu. Bunun üzerine Evs ve Hazrec kabileleri birbiriyle çarpışmaya başladı. Olayı duyan Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yanına gelerek kendilerine İslam nimetini hatırlattı. Bu söz üzerine onlar bunun şeytanın bir vesvesesi olduğunu anladılar ve birbirleri ile kucaklaşıp, sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrini dinleyerek ve itaat içinde geri döndüler. Bu olay üzerine yukarıdaki ayet indi. Bu habere İshak Tefsir'inde uzun uzadıya yer vermektedir. Ayet-i kerime ehl-i kitap ile dost olmaktan kaçındırmaya işaret etmektedir. Zira onların kendilerine dost olan kimseyi dininden çevirmeye çalışmayacağından emin olunainaz. "İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip, tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak, ne de onları doğru yola iletecektir. "(Nisa 137) Bu ayet Ebu Zerr tarafından "innellezıne amenu sümme keferu" .şeklinde.okunurken, Nesefi'de .......... şeklinde okunmuştur. Ileride açıklaması geleceği üzere zındıkların tövbesi kabul edilmez diyen bilgin, bu ayeti delil olarak almıştır. "Kim kalbini kafirliğe açarsa işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır. "(Nahl 106) Bu ayet, -bundan sonra açıklaması yapılacağı üzere- zorlamaya maruz kalınarak yapılan fiillerden sorumluluk olmayacağı görüşüne delildir. "Hiç şüphesiz" Allahu Teala hakkı söyler. "Onlar ahirette ziyana uğrayanların ta kendileridir. "(Nahl 109- 110) Bu ayet kendi isteği ve iradesiyle dinden dönen kimseye şiddetli bir tehdit yöneltmektedir. Çünkü Allahu Teala "Fakat kim kalbini kafirfiğe açarsa" buyurmaktadır. "Onlar eğer güçleri yeterse sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. "(Bakara 217) İbn Battal şöyle der: Bilginler mürtede tövbe teklif edilip edilmeyeceği noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları ona tövbe teklif edilir, tövbe ederse canını kurtarır aksi takdirde öldürülür demişlerdir. Çoğunluğu oluşturan fıkıh bilginlerinin görüşü bu doğrultudadır. Bazı bilginler ise mürted derhal öldürülür görüşünü benimsemişlerdir. Bu görüş Hasan-ı Basri ve Tavus'tan naklediimiştir. Zahiriye mezhebi bilginlerinin görüşü de bu doğrultudadır. Biz şunu belirtelim: Bu görüşü İbnü'l-Münzir, Muaz, Ubeyd b. Umeyr'den nakletmiştir. İmam Buharl'nin tutumu da buna delalet etmektedir. Çünkü o görüşünü içinde tövbe vermekten söz etmeyen ve tövbenin fayda vermeyeceğini belirten ayetlerle "Dinini değiştireni öldürünüz" hadisinin genelliğine ve bundan sonraki Muaz olayına dayanarak güçlendirmektedir. İmam Buhari bundan başka bir delil zikretmemiştir. Tahavı şöyle demiştir: Bu bilginler "İslam' dan dönen kimsenin hükmünün İslam davetini duyan harbınin hükmü gibidir. Çünkü o davet edilmeden önce çarpışmaktadır" demişlerdir. Bilginler şöyle derler: Tövbe İslam'dan şuursuzca çıkan kimseye teklif edilir. Düşünüp taşınarak çıkan kimseye gelince, ona tövbe teklif edilmez. Tahavi bundan sonra Ebu Yusuf'un onlara katıldıklarını nakleder. Fakat o şöyle demiştir: Mürted, tövbe ederek gelirse salıverilir ve durumu Allah'a hava le edilir. İbn Abbas ve Ata ise şöyle demişlerdir: Mürtedin aslı Müslümansa kendisine tövbe teklif edilmez, değilse edilir. İbnü'l-Kassar çoğunluğu oluşturan bilginlerin görüşlerini sükutı iemaya dayandırmıştır. Zira Hz. Ömer mürted hakkında "Keşke onu üç gün hapse atıp, her gün bir parça ekmek verseydiniz. Belki tövbe ederdi ve Allahu Teala da tövbesini kabul ederdi" demiştir. Tahavı şöyle devam eder: Hz. Ömer'in bu mektubundaki görüşlerini sahabeden hiç kimse tepki ile karşılamamıştır. Onlar Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Dinini değiştireni öldürünüz" emrinden "şayet bundan dönmediği takdirde" şeklinde bir mana anlamış gibidirler. Allahu Teala ise şöyle buyurur: "Eğer tövbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. "(Tevbe 5) ''Ali'ye getirildi." Yani Hz. Ali'ye getirildi. Ebü'l-Muzaffer el-İsferayını, elMilel ve'n-Nihal isimli eserde Hz. Ali'nin yaktığı kimselerin ilah olduğunu iddia eden Rafızlıerden olduğunu ileri sürmüştür. Söz konusu grup, sabiller olup liderleri Yahudi olan Abdullah b. Sebe idi. Bunlar önce Müslüman göründüler ve yukarıdaki sözü uydurdular. Bu haberin aslı üçüncü ciltte Ebu Tahir el-Muhlis, Abdullah b. Şerik eı-Amirı ve babası vasıtasıyla naklettiğimiz şu haber olabilir. Hz. Ali'ye "Mescidin kapısında senin rableri olduğunu iddia eden bir topluluk var" denildi. Hz. Ali onları çağırdı ve şöyle dedi: "Yazıklar olsun size! Ne söylüyorsunuz?" Onlar "Sen bizim Rabbimiz, yaratıcımız ve rızkımlZı verensin" dediler. Hz. Ali "Yazıklar olsun size! Ben de sizin gibi bir kulum. Sizin yediğiniz gibi yemek yerim, içtiğiniz gibi içerim. Allah'a itaat ettiğim takdirde dilerse bana sevap verir, isyan ettiğimde bana azap edeceğinden korkarım. Allah'tan korkun ve geri dönün!" Adamlar geri dönmediler. Ertesi günü tekrar Hz. Ali'ye geldiler. Bu arada Kanber geldi ve şöyle dedi: "ValIahi aynı şeyi söyleyip duruyorlar." Hz. Ali "Onları içeri al" dedi. Adamlar içerde aynı şeyleri söylediler. Üçüncü gün olunca Hz. Ali onlara "Yine aynı şeyleri söyleyecek olursanız sizi en iğrenç bir şekilde katlederim" dedi. Ancak onlar sözlerinden geri dönmediler. Bunun üzerine Hz. Ali "Kanber! Onlara karşı benim için kendilerini silip süpürecek bir şey yap" dedi. Bunun üzerine Kanber mescidin kapısıyla sarayarasında onlar için bir çukur kazdı ve "Çukuru kazın ve oradan uzaklaşın" dedi. Hz. Ali odun getirip çukurdaki ateşin üzerine attı ve şöyle dedi: "Ya bu sözünüzden dönersiniz ya da sizi ateşe atarım." Adamlar sözlerinden dönmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Hz. Ali onları çukura attı ve orada yandılar. Hz. Ali şu beyti okudu: Gördümmü dine aykırı işlenen bir münkeri Yakarım ateşimi, çağırırım Kamber'i Bu haberin isnadı hasendir. İbn Ebi Şeybe'nin nakline göre Katade şöyle demiştir: Hz. Ali'ye lut kabilesinden puta tapan bir takım insanlar getirildi ve o bu kişileri yakarak cezalandırdı. Bu haberin isnadı munkatıdır. "lındıklar getirildi." İmam Malik şöyle demiştir: lındıklar münafıkların inançlarını taşıyan kimselerdir. Aynı şekilde Şafiı mezhebinden bir grup fıkıh bilgini de hu görüşü ileri sürmüştür. Bunların dışındaki bilginlere göre zındık, dıştan Müslüman görünüp, içinden gizlice kafir olan kişidir. Nevevi Lügatu'r-ravda isimli eserinde zındık herhangi bir dine mensup olmayan kişidir der. Muhammed b. Ma'n, et-Tenkfb a/e'/-Mühezzeb isimli eserinde şöyle der: lındıklar puta tapan kimseler olup, zamanın ebedi olduğunu söyleyerek tenasuha inanırlar. İslamın ilk döneminde Ca'd b. Dirhem, zındıklıkla meşhur oldu ve Halid el-Kasrı bir kurban bayramı günü onu boğazından kesti. Sonra Mansur'un döneminde zındıklar çoğaldılar. Bunların içinden bazıları inancını Mansur'a açınca Mansur onları katlederek köklerini kazıdı. Sonra Mansur'un oğlu el-Mehdı onları takip etti ve daha çok katletti. Bunun ardından Me'mun döneminde Babek el-Hurremı çıktı ve el-Cebel mıntıkasına hakim olup, birçok Müslümanıkatletti ve orduları hezimete uğrattı. Nihayet el-Mutasım onu ele geçirip, asarak idam etti. Babek'in el-Hurremiyye adında tabileri vardır. Bunların tarih kitaplarındaki hikayeleri meşhurdur. "Bu olay İbn Abbas'ın kulağına gidince ... " İbn Abbas o zamanlar Hz. Ali' den önce Basra emiri idi. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in 11 Ila h 'ın azabı ile azap etmeyin' yasaklamasından dolayı. .. " Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın azabıyla azap etmeyin diyerek yakarak öldürmeyi yasaklamıştır. Ebu Davud'da İbn Mesud bir başka kıssayı aktarırken şöyle der: "Ateşin yaratıcısı hariç ateşle azap etmek uygun bir yol değildiL "(Ebu Oavud, Cihad) Bu haber bir mürted kadının mürted erkek gibi ölüm cezasıyla cezalandırılamayacağına delil gösterilmiştir. Hanefiler bunu özelolarak zikrederler ve kadınların öldürülmesinin yasak edildiği hadisi delilolarak alırlar. Çoğunluğu oluşturan fıkıh bilginleri ise kadınların öldürülmesi yasaklığının esas en kafir olup, bizzat savaşmayan ve adam öldürmeyen kadınlarla ilgili olduğunu söylemişlerdiL Çünkü kadınların öldürülmesinin yasaklığından söz eden hadisin rivayet yollarından bazılarında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadını öldürülmüş görünce şöyle buyurmuştur: "Bu kadın savaşmamalıydl." Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadınların öldürülmesini yasaklamıştır. Çoğunluğu oluşturan bilginlerin bir başka delilleri ise "ır" şart edatının, müennesleri kapsamayacağıdır. Ancak bu görüş haberin ravisi olan İbn fı.bbas "mürted olan kadın öldürülür" demektedir. Ebu Bekir hilafeti döneminde mürted olan bir kadını öldürmüştür. O sırada sahabllerin çoğunluğu hayatta olup, hiç kimse Ebu Bekir'e tepki göstermemiştir denilerek tenkide uğramıştır. Bütün bunları İbnü'l-Münzir rivayet etmiştir. Darekutnı, Ebu Bekir'in haberini hasen bir yolla rivayet etmiştir. Muaz hadisine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu Yemen' e gönderince kendisine şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir erkek İslam'dan döndüğünde onu İslam'a davet et. Dönerse ne dld, dönmeıse boynunu vur! Herhangi bir kadın İslam'dan dönerse onu İslam'a davet et. Dönerse ne dld, dönmeıse boynunu vur." (Taberani, Mu'cemu'l-kebir, XX, 53) Bu rivayetin senedi hasendir. Rivayet, ihtilaf konusunda nastır. Dolayısıyla onu esas almak gerekir. Çoğunluğu oluşturan bilginlerin görüşünü erkeklerin ve kadınların zina, hırsızlık, içki içme, iffete iftira gibi şer'ı cezaların tümünde ortak olarak ceza almaları teyid etmektedir. Zina cezasının şekillerinden birisi de evlilik geçirmiş bir kimsenin {muhsan} recmedilerek öldürülmesidir. Bu uygulama kadınların öldürülmesi yasaklığından istisna edilmiştir. Aynı şekilde mürted olan kadının öldürülmesi hükmü de bu yasaklıktan istisna edilir. "Akabinde Ebu Musa'nın emri üzerine o kişi öldürüldü." Ebu Davud'da Talha b. Yahya ve Büreyd b. Abdullah'ın Ebu Berde'den nakillerine göre Ebu Musa, "Ben Yemen'de iken Muaz'a geldi ... " diyerek yukarıdaki Yahudi olayını zikretmiştir. Bu haberde "Muaz, bu kişi öldürülmedikçe hayvanımdan aşağı inmem dedi ve o kişi öldürüldü" şeklinde bir cümle geçmektedir.(Ebu Davud, Hudud) Ravilerden biri şöyle der: Katledilen o kişiye bundan önce tövbe teklif edildi. Bu haberin Ebu İshak eş-Şeybanı vasıtasıyla Ebu Berde'den bir başka rivayet yolu daha vardır. O da şöyledir: "Ebu Musa'ya İslam'dan dönmüş bir adam getirildi. Ebu Musa o kişiyi İslama davet etti. Ancak adam yirmi gece veya buna yakın bir süre bunu kabul etmedi. Sonra Muaz geldi, o da davet etti. Adam yine kabul etmeyince, boynu vuruldu." "İbadetimden umduğum sevabı uykumdan da umarım." Said'in rivayetinde ".r'-)" yerine her iki yerde de "i" fiili geçmektedir. Kısacası o, ibadet ederken daha aktif olmak için uykuyla kendisini dinlendirme esnasında da bir ecir ve sevap ummaktadır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1 - Bir belde üzerine bir emir tayin edilir. 2- Bir beldeyi iki emirin yönetimine bölmek mümkündür. 3- Emirlik isteme ve buna düşkün olmak çirkin görülmüştür. Ahkam bölümünde daha geniş olarak geleceği üzere bir göreve hırsla talip olana bu görev verilmez. 4- Din kardeşleri, emirler ve alimler birbirlerini karşılıklı olarak ziyaret ederler. 5- Misafire ikram edilir. 6- Münker olan bir fiile tepki göstermeye devam etmek gerekir. 7 - Hak edene şer'ı ceza uygulanması gerekir. 8. Mubah olan fiiller vacip veya mendub maksat1ara vesile olduğunda ya da bunlardan herhangi bir şeyi tamamlayıcı hale geldiğinde niyet etmek şartıyla onlardan da sevap elde edilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat edip, Ebu Bekir halifelik görevine getirildiğinde ve Araplardan bazıları kafir olduğunda Hz. Ömer şöyle dedi: Ey Ebu Bekir! Bu insanlara karşı nasıl savaş açar, çarpışırsm? Halbuki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanlarla la ildhe illallah deyineeye kadar savaşmakla emrolundum. Her kim bu 'la ilahe illallah'ı söylerse, haklı olmak hariç benden malını ve canını korumuş olur ve onun hesabı Allah'a aittir" buyurmuştu, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik r.a. şöyle anlatmıştır: Bir Yahudi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e uğrayarak "es-Samu aleyke = ölüm üzerine olsun!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Ve aleyke= senin üzerine olsun!" diye mukabele etti. Akabinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında bulunanlara "Sizler onun ne söylemekte olduğunu biliyor musunuz? O 'es-samu aleyke' dedi" diye ekledi. Sahabiler "Ya Resulallah! Onu öldürelim mi?" diye sordular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hayır! Kitap ehli olanlar size selam verdikleri zaman sizler de onlara 've aleykum' şeklinde söyleyiniz!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe şöyle anlatmıştır: Bir keresinde beş on kişilik Yahudi izin isteyip Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girdi. Bunlar içeri girince (selam vermiş olmak için "ölüm üzerine olsun" demek olan) "es-Samu aleyke" dediler, Bunun üzerine ben "Sam da, lanet de sizin üzerinize olsun" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Ya Aişe! Allah yumuşaktır ve bütün işlerde yumuşaklığı sever" dedi. Ben de "Ne dediklerini duymadın 'mı?" dedim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ve aleyküm (o sizin üzerinize olsun) dedim" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Dinar'ın İbn Ömer r.a.'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yahudiler herhangi birinize selam verdikleri zaman ancak 'sam aleyke' derler. Bunun üzerine siz de 'aleyke = (senin üzerine de)' deyiniz!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bir zimmı veya bir başkası" yani muahid veya Müslüman görünen birisi, "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e üstü kapalı bir biçimde dil uzatırsa" yani onun derecesini eksiltmeye kalkışacak olursa, "c. r-!J= bunu açıkça söylemezse ... " Bu cümle tekid içindir. Zira üstü kapalı söylemek, açıkça söylemenin aksinedir. "es-Samu aleyke gibi. .. " İbnü'l-Münzir, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e açıkça dil uzatan kimsenin katledilmesinin vacip olduğu noktasında bilginlerin ittifakı olduğunu söylemiştir. Şafii imamlarından biri olan Ebu Bekir el-Farisı icma bölümünde Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e açıkça iftira sözcüklerinden biriyle dil uzatan bir kimsenin alimlerin ittifakı ile kafir olduğunu nakletmiştir. Böyle bir kimse tövbe etse bile katl cezası düşmez. Çünkü onun attığı iftiranın cezası öldürülmektir. İftiranın cezası tövbe etmekle düşmez. el-Kaffal ise Ebu Bekir el-Farisl'ye itiraz ederek şöyle demiştir: Bir kimse Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e dil uzatmakla kafir olur. Müslüman olmasıyla öldürülme cezası düşer. Saydalanı ise katl cezası ortadan kalkar ve iftira cezasını uygulamak gerekir demiştir. Ancak imam, bu görüşün zayıf olduğunu belirtmiştir. Hattabı "Üstü kapalı bir ifadeyle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e dil uzatan kimsenin Müslüman olduğu takdirde öldürülmesinin vacip olduğu noktasında ihtilaf olduğunu ben bilmiyorum" demiştir. İbn Battal ise şu bilgiyi verir: Bilginler Nebi s.a.v.'e dil uzatan kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir. "Muahid ve zimmlYahudi gibidir." İbnü'l-Kasım'ın nakline göre İmam Malik "Böyle bir kimse Müslüman olmadıkça katledilir. Müslümana gelince, o kendisine tövbe teklif edilmeksizin katledilir" demiştir. İbnü'l-Münzir, Leys, Şafii, Ahmed b. Hanbel ve İshak'ın gerek Yahudi, gerekse başkaları hakkında bu hükmü verdiklerini nakletmiştir. el-Velid b. Müslim'in nakline göre Evzaı ve İmam Malik Müslüman hakkında "Bu bir irtidaddır. Müslümana bundan dolayı tövbe teklif edilir" demişlerdir. KCıfe bilginlerinden nakledilen bir görüşe göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e dil uzatan kişi, zimmı ise ta'zir edilir, Müslüman ise bu dinden dönmektir. 5. YA RABBİ KAVMİMİ BAĞIŞLA (DİKKAT BU BAB BUHARİ DE YOK)
- Bāb: ...
- باب ...
Şekik'in nakline göre Abdullah;b. Mesud şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Nebilerden birinin başından geçenleri anlattığı an hala gözlerimin önündedir. Bu Nebii kavmi dövmüş ve kanını akıtmışlardı. O da yüzünden hem kanını siliyor, hem de "Ya Rab! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!" diyordu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Öyle anlaşılıyor ki İmam Buhari bu hadise yer vermek suretiyle Yahudilerin öldürülmemesinin onlarla kaynaşma maslahatına yönelik olduğu yolundaki görüşü tercih ettiğine işaret etmektedir. Zira bir Nebi'yi dövüp, yaralayan kimse helak olması için kendisine beddua ile muaheze etmeyip, aksine verdiği eziyete sabrettiği ve üstüne üstlük bir de dua ettiğine göre sözlü eziyete evleviyetle sabreder ve üstü kapalı sataşmayla öldürmeyi terk etme hükmü evleviyetle alınır. İbn Mesud hadisinin açıklaması meğazi bölümünde Uhud savaşı başlığı altında geçmişti. "Nebilerden bir Nebii anlatır." Bu hadis, Enbiya bölümünde İsrailoğulları ilgili hadislerin arasında bu isnadla daha önce geçmişti. Orada adı geçen Nebiin Hz. Nuh olduğunu söyleyen kişiden söz etmişti k. Sonra A'meş'in bu hadisin isnadına ilaveten kendi isnadıyla yaptığı ve İbn Asakir'in rivayet ettiği hadisi gördüm. Hz. Nuh'un aleyhisseliim hayat hikayesini konu alan bu hadiste şöyle bir cümle geçmekteydi: "Nuh'u aleyhisseliim kavmi bayılıneaya kadar dövdü, sonra ayılıp kendine geldiğinde 'Ya Rabbi! Kavmime hidayet eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar' dedi." Orada ayrıca Kurtubl'nin şu ifadeleri de geçmişti: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hem hikaye idi ve hem de kendisinden hikaye olunan bir şahsiyetti. Bu ifadenin neden reddedildiğini belirtmiştik. Uhud savaşı bölümünde Nebi s.a.v.'in yüzünden yara alması ve "Nebilerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl iflah olur?" buyurduğu ve yine "Ya Rabbi kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar" şeklinde dua ettiği geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Suveyd b. Ğafele'nin nakline göre Ali r.a. şöyle demiştir: Size Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den bir hadis naklettiğimde yemin olsun ki gökten düşmem, bana onun dilinden yalan uydurmaktan daha sevimlidir. Kendi aramızda konuştuğumda ise "Savaş hileden ibarettir" taktiği geçerlidir. Çünkü ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle işittim: "Zaman'ın ahirinde yaşları küçük, akılları zayıf bir topluluk meydana çıkacaktır. Onlar yaratıkların en hayırlısı olan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözünden birşeyler söyleyeceklerdir. Fakat imanları boğazlarından öteye geçmeyecektir. Onlar okun avı {delip} çıkışı gibi dinden çıkacaklardır. Onlara nerede rastlarsanız öldürünüz. Çünkü bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyamet gününde ecir ve sevap vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme ve Ata b. Yesar, Ebu Said el-Hudrl'ye gelerek ona Haruriyye'yi sormuşlar ve "Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Haruriyye'den söz ettiğini işittin mi?" demişlerdir. Ebu Said şöyle cevap vermiştir: "Ben Haruriyye'nin kimler olduğunu bilmem. Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. Şöyle buyuruyordu: "Bu ümmetin içinde -bu ümmetin içinden demedi- bir kavim çıkar ki onların namazlarını karşısında kendi namazlarınızı hor görürsünüz. Onlar Kur'an okurlar fakat Kur'an boğazlarından yahut " hançerelerinden öteye geçmez. Onlar okun avı delip çıkışı gibi dinden çıkarlar. Okun atıcısı okuna, temrenine, onun yukarsına sarılan sargıya bakar sonra avcı şüphelenerek fuka denilen kiriş yerine kandan bir şey bulaşıp, bulaşmadığına bakar (orada da kan izi göremez)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer, r.a. Harurilerden söz ederek şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onlar okun avı delip çıkışı gibi İslam dininden çıkarlar!" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Haricllerin ve İnkarcıların Kendilerine Delil Getirilmesinden Sonra Öldürülmesi" ve Allahu Teala'ın "Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir" sözü. "Havaric", "harice" kelimesinin çoğuludur. Kelime taife ve zümre anlamına gelmektedir. Bunlar bid'atçi bir topluluk olup, dinden çıktıkları ve Müslümanların hayırlılarına karşı geldikleri için bu ismi almışlardır. Rafii'nin eş-Şerhu'l-Kebir isimli eserde naklettiği üzere bunların bid'atlarının aslı Hz. Ali'ye karşı gelmelerine dayanmaktadır. Çünkü onlar Hz. AIi'nin, Osman'ın katillerini bildiğine ve onları yakalama gücü olduğuna ve buna rağmen onun kat1ine razı olduğundan veya kendileriyle anlaştığından onlara kısas uygulamadığına inanıyorlardı. Ram'nin ifadesi bu yöndedir. Bu görüş tarihçilerin üzerinde anlaştıkları yaklaşıma terstir. Çünkü tarihçiler nezdinde Haridierin Hz. Osman'ın kanını talep etmedikleri noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Tam tersine onlar HZ.Osman'ın yaptığı birtakım icraatlara tepki gösteriyorlar ve ondan uzak olduklarını söylüyorlardı. Bu işin aslı şudur: Bazı Iraklılar Hz. Osman'ınakrabalarından bazı kişilerin yaşantılarına tepki gösteriyorlar ve bu konuda Osman'a dil uzatıyorlardı. Bunlar Kur'an okuma ve ibadette çok çaba harcadıklarından dolayıkendilerine kurra deniliyordu. Ancak bu kimseler Kur'an'ı maksadı dışında tevil ediyorlar, kendi görüşlerini esas alıyorlar, zühd, huşu ve bunun dışındaki şeylere çok titizlik gösteriyorIardı. Hz. Osman öldürülünce, Aliyle birlikte çarpıştılar ve Osman'ın ve kendisiyle birlikte bulunanların kafir olduğuna inandılar. Hz. Ali'nin imam olduğuna inanıp, Talha ve ZUbeyr'in başkanlık ettiği Cemel savaşında kendisiyle çarpışanların kafir olduğunu ileri sürdüler. Talha ile ZUbeyr, Hz. Ali'ye bey' at ettikten sonra Mekke'ye çıkmışlar ve Hz. Aişe radıyallahu an ha ile karşılaşmışlardı. Aişe r.anha o sene haccetmişti. Bunlar Hz. Osman'ın katillerini arama noktasında ittifak edip, Basra'ya doğru yola çıktılar. Maksatları insanları buna davet etmekti. Bunların durumları Hz. Ali'nin kulağına gidince, onlara karşı yola çıktı ve aralarında meşhur Cemel vakası meydana geldi. Hz. Ali bu çarpışmadan galip geldi. Talha ile ZUbeyr savaştan döndükten sonra öldürüldü. Hz. Osman'ın kanını talep edenler, ittifakla kabul edildiği üzere işte bu gruptur. Sonra benzer taleple Şam'da Muaviye ayaklandı. Muaviye o zamanlar Şam emiri idi. Hz. Ali, Şam halkı kendisine bey' at etmesi için ona haber gönderdi. Muaviye, Hz. Osman'ın haksız yere öldürüldüğünü ve onun katillerinin kısas edilmesi için harekete geçmenin gerekli olduğunu ve kendisinin bunu talep etmede insanların en güçlüsü olduğunu ileri sürdü ve Hz. Ali' den kendisine bu fırsatı vermesini istedi. Ona bundan sonra bey' at edeceğini belirtti. Hz. Ali ise ona "İnsanların girdiği kapıdan sen de gir. Sonra onlar için bana dava aç ve haklarında hakka göre hüküm vereyim" dedi. Bu mesel e uzayınca Hz. Ali Şamlılarla çarpışmak maksadıyla Iraklılarla birlikte yola çıktı. Muaviye de Şamlılarla birlikte onunla çarpışmak üzere yola çıktı. İki ordu Sıffin denilen yerde karşılaştı. Aralarındaki savaş aylarca sürdü. Şamlılar tam yenilmek üzere iken Mushafları mızrakların ucuna takıp, "Sizi Allah'ın kitabına davet ediyoruz" diye seslendiler. Bu, Muaviye'nin saflarında bulunan Amr b. eı-As'ın işareti üzerine yapıldı. Hz. Ali'nin saflarında bulunan birçok kimse ve özellikle Kurra, dini hassasiyetlerinden dolayı çarpışmayı bıraktılar ve hareketlerine gerekçe olarak "Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağırılıyorlar da, sonra içlerinden bir grup cayarak geri dönüyor"(Al-i İmran 23) ayetini gösterdiler. Bu konuda Şamlılarla haberleştiler ve "Aranızdan bir hakem gönderin, bir hakem de biz çıkaralım. Bunlarla birlikte savaşa katılmayan kimseler de hazır bulunsun. Bunlar kimin haklı olduğunu söylerlerse ona itaat etsinler" dediler. Hz. Ali ve beraberinde bulunanlar bu talebe olumlu cevap verdiler. Harkller haline gelecek olan o zümre ise buna tepki gösterdi. Hz. Ali Iraklılarla Şamlılar arasında şu antlaşma metnini kaleme aldı. "Bu mu'minlerin emirinin Muaviye'ye hükmüdür." Ancak Şamlılar bunu kabul etmeyip, "Onun ve babasının adını yaz" dediler. Hz. Ali bu isteği de kabul etti. Ancak Hariciler buna da karşı geldiler. Sonra iki grup, (hakemler ve beraberinde bulunanlar) Şam'la Irak arasındaki orta yerde belirledikleri bir tarihte yeniden buluşmak üzere birbirlerinden ayrıldılar. Her iki ordu hüküm çıkıncaya kadar kendi beldelerine geri döndü. Muaviye Şam'a, Hz. Ali KCıfe'ye gitti. Sayıları sekiz bini bulan Hariciler, Hz. AIi'den ayrıldılar. Bazı tarihçiler onların sayısının on binden fazla olduğunu söylerken, bazıları altı bin sayısını verirler. Hariciler HarCıra denilen biryere konakladılar. Bundan dolayı onlara HarCırller denildi. Onların liderleri Abdullah b. el-Kewa el-Yeşkurı ve Şebes et-Temimı idi. Ali b. Abbas onlara haber gönderdi ve kendileriyle tartıştı. Haricilerden büyük bir kısmı onunla birlikte geri döndü. Sonra yanlarına Hz. Ali gitti, ona itaat edip kendisiyle birlikte adı geçen iki reisieri KCıfe'ye girdi. Akabinde Hz. Ali'nin hakemlik uygulamasından tövbe ettiği ve bu yüzden kendisiyle birlikte döndükleri şaiyasını yaydılar. Bu haber Hz. AIi'nin kulağına gidince bir konuşma yaptı ve buna tepki gösterdi. Hariciler mescid tarafından "Hüküm ancakAllah'ındır" diye seslendiler. Hz. Ali "Söylenen söz doğru ancak bununla batıl bir amaç kastediliyor" dedi ve Haricilere hitaben "Sizin bizim üzerimizde üç hakkınız var, bunlar şunlardır: "Sizleri mescidlere girmekten alıkoyamayız. Fey gelirinizi engelleyemeyiz ve fesad çıkarmadığınız sürece sizinle çarpışmaya ilk başlayan biz olmayız." Hariciler birer ikişer çıkarak el-Medain' de toplandılar. Hz. Ali onlara geri dönmeleri için elçi gönderdi. Ancak hakem uygulamasına razı olduğu için kafir olduğunu ikrar edip, bundan tövbe ettiğini belirtinceye kadar gelmeyeceklerini ısrarla vurguladılar. Sonra onlara bir elçi daha gönderdi. Hariciler onun elçisini öldürmek istediler. Bundan sonra kendileri gibi inanmayan kimsenin kafir olduğu, kanının, malının ve ailesinin dokunulmazlığı olmadığı noktasında görüş birliğine vardılar. Bunun ardından işi eyleme döktüler ve insanları kırıp geçirdiler. Karşılaştıkları Müslümanları katlettiler. Karşılarına Abdullah b. Habbab b. el-Eret çıktı. Abdullah, Hz. Ali'nin o bölgelerdeki valisi idi. Beraberinde hamile olan cariyesi bulunuyordu. Hariciler onu öldürüp, cariyesinin karnını deşerek çocuğunu öldürdüler. Hz. Ali bu durumu haber alınca Şam'a gitmek için hazırlamış olduğu ordunun başında Haricilerin üzerine yürüdü. Nehrevan'da onlara saldırdı ve Haricilerden sadece on kişi kurtulabildi. Kendisiyle birlikte bulunanlardan ise ancak on kişi öldürüldü. Haricılerin ilk çıktıklarındaki durum kısaca buydu. Sonra görüşlerine eğilim duyanlar hayatta kalanlara katıldılar. Bunlar Hz. Ali'nin zamanında gizlenmişlerdi. onlardan birisi Hz. Ali'yi sabah namazında öldüren Abdurrahman b. Mü!cem idi. Daha sonra Hz. Hasan ile Muaviye sulh yaptıklarında Haricilerden bir grup harekete geçti. Şam ordusu en-Nuceyle denilen yerde bunlara saldırdı. Akabinde Hariciler Ziyad ve oğlu Ubeydullah'ın Irak valiliği döneminde Muaviye'nin ve oğlu Yezid'in halifeliği boyunca yer altında gizlendiler. Ziyad ve oğlu Haricilerden bir grubu ele geçirdi ve bunların bir kısmını katledip, bir kısmını uzun hapislere çarptırarak yok etti. Yezid öldükten sonra tefrika meydana gelip, hilafete Abdullah b. ez-ZUbeyr geçince ve -Şam halkının bir kısmı hariç- belli başlı yörelerdeki insanlar kendisine itaat edince Mervan isyan etti ve halifelik iddiasında bulundu ve bütün Şam diyarına Mısır' a kadar hakim oldu. Bu esnada Hariciler, Irak'ta Nafi b. el-Ezrak, Yemame'de Necdet b. Amir başkanlığında ortaya çıktı. Necdet Haricilik inancına "Kendileriyle çıkıp Müslümanlarla savaşmayan kimselerin onların inandığı gibi inansa bile kafir olduğu" ilkesini de ekledi. Haricilerin sebep olduğu bela böylece büyüdü ve fasid inançları yaygınlık kazandı. Hariciler muhsan olan kimseye recm cezası uygulamasını ortadan kaldırdılar. Hırsızın elini koltuğundan itibaren kesip, adet gören kadınların namaz kılmakla yükümlü olduklarını ileri sürdüler ve gücü yettiği halde emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapmayan kimsenin kafir olduğuna, gücü yetmiyorsa büyük günah işlediğine hükmettiler. Büyük günah işleyen kimse onların nazarında kafir hükmünde idi. Hariciler zimmllerin mallarını almayıp, onlara mutlak olarak ilişmediler. Müslümanlığa nispet edilen kimseleri ise öldürerek, esir alarak ve mallarını yağma ederek yok ettiler. Bunların içinde bu katliam ı herhangi bir davette bulunmaksızın mutlak olarak işleyenler olduğu gibi önce davet edip, sonra öldürenler de bulundu. Bu bela, Mühelleb b. Ebi Sufra'nın onlarla çarpışma emri vermesine kadar günden güne artmaya devam etti. Mühelleb onlarla mücadeleye başladı ve kendilerini ele geçirdi. Böylece sayıları azaldı, ardından Harici kalıntıları Emevi devleti boyunca ve Abbasilerin ilk yıllarına kadar varlığını sürdürdü. Haricilerden bir zümre Mağrib'e gitti. Ebu Mansur el-Bağdadı, el-Makdldt isimli eserinde şöyle der: Haricılerin fırkaları yirmiyi bulur. İbn Hazm: "Bunların en kötüsü, sözü edilen aşIri gruptur. Ehl-i hakka görüşü en yakın olanlar ise İbadiye'dir" demiştir. İmam Gazzal1, el-Vasit isimli eserinde başka alimlere paralelolarak "Harici'ler hakkında verilecek hükmün iki yönü bulunmaktadır" der. Bunlardan birincisine göre, Harici'lerin hükmü mürtedler gibidir. İkincisine göre Haricıler ehl-i bağy hükmündedirier. Ram bu iki görüşten birincisini tercih etmiştir. Onun düşüncesi her Harici' hakkında isabetli değildir. Çünkü Hariciler iki kısımdır. Bunlardan birincisi, daha önce zikredildi. İkincisi ise kendi inancının propagandasını yapmak için değil, sırf mülk elde etmek için çıkmıştır. Bunlar da kendi içlerinde ikiye ayrılmışlardır. Bir kısmı idarecilerin zulmü ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine göre amel etmemeleri dolayısıyla din uğruna çıkmışlardır. Bunlar hak üzere olan gruptur. Aralarında Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, el-Harra'da toplanmış olan Medineliler ve Haccac'a isyan eden kurralar bulunmaktadır. Diğer kısım ise içlerinde ister şüphe taşıyanlar, isterse taşımayanlar olsun sırf saltanat maksadıyla ortaya çıkan Haricilerdir. Bunlar bağllerdir. Bunların hükümleri Yüce Allah'ın yardımıyla inşallah Fitenbölümünde gelecektir. "İbn Ömer "Harici'leri Allah'ın kötü yaratıkları olarak görür ... " Müslim'de yer alan sahih ve merfu bir Ebu Zerr hadisinde Harici'lerin nitelikleri anlatılırken "Onlar mahlukatın en kötüleridir" cümlesi yer almaktadır.(Müslim, Zekat) Bezzar'da Şa'bı ve Mesruk'un nakillerine göre Aişe r.anha şöyle demiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Harici'lerden söz ederek "Onlar benim ümmetimin en kötüleridir. Ümmetimin hayırlı/arı onları katledecektir" buyurdu. Bu hadisin isnadı hasendir. Ahmed b. Hanbel ve İbn Ebi Şeybe'de yer alan merfu EbU Berze hadisinde Harici'ler "Onlar bütün halkın en kötüleridir" cümlesi üç kez tekrarlanmaktadır. "Akıl/arı zayıf." Hadiste geçen "ahlam", "hiim" kelimesinin çoğuludur. Anlamı akıldır. Buna göre hadisin manası onların akılları aşağılıktır, zayıftır demek olur. Nevevi şöyle der: Bu hadisten anlaşıldığına göre araştırma ve basi:-et gücü, yaş kemale erdiğinde, hayat tecrübesi çok olduğunda ve akıl kuvvetli olduğunda meydana gelir. "Onlara nerede rastlarsanız öldürünüz. Çünkü bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyamet gününde ecir ve sevap vardır." Müslim'de Abide b. Amr'ın rivayetine göre Hz. Ali şöyle demiştir: "Eğer şımarmayacak olsaydınız, size Allahu Teala'ın Muhammed'in lisanı ile onları öldürecek olanlara vaat ettiği şeyleri rivayet ederdim." Abide şöyle devam eder: Hz. Ali'ye "Bunu sen duydun mu?" diye sordum. Bana üç kez "Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki evet" dedi.(Müslim, Zekat) Müslim'de Zeyd b. Vehb'in HaricIlerin katli olayı hakkındaki rivayetine göre Hz. Ali onları öldürünce 'Allah doğru söyledi! Ve Nebiine bildirdi' dedi. Bunun üzerine'• Abide ayağa kalkarak "Ey mu'minlerin emiri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah adına soruyorum. Sen bunu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemiden duydu n mu?" dedi. Hz. Ali "Evet, kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki evet" dedi. Abide de kendisine üç kez yemin verdi (Müslim, Zekat) Nevevi şöyle der: Abide'nin Hz. Ali'ye yemin vermesi, bunu duyanlar nezdinde olayı iyice pekiştirmek, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mucizesinin ortaya çıkmasını sağlamak ve Hz. Ali ve beraberinde bulunanların hak üzere olduklarını vurgulamaktır. Biz de şunu ekleyelim: Bunun yanında yemin veren Abide'nin kalbini yatıştırmak ve ikna etmek içindir. Çünkü Hz. Ali'nin "Savaş hiledir" şeklinde işaret ettiği ifadeden kaynaklanan bir zannı gidermek gerekir. Abide, Hz. Ali'nin bu konuda fiilen bir şey duymamış olduğundan kort{muştur. "Hor görürsünüz." Yani kıldığınız namazları azımsarsınız. "Okun atıcısı (avı delip geçen) okuna bakar." Hadiste geçen '\Sj" avın herhangi bir kanı kalıp kalmadı diye şüphelenir demektir. "Fuka", kta yay takılan yer demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ganimet taksimi yaparken Abdullah b. zi'l-Huveysıra et-Temımı geldi ve "Adil ol Ya Resulallah!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona "Yazıklar olsun sana! Eğer ben adil olmazsam kim adil olur?" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer "Müsaade et şunun boynunu vurayım!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi: "Onu bırak! Şüphesiz onun birtakım arkadaşları vardır ki onların namazıarı karşısında kendi namazınızı, oruçları karşısında kendi orucunuzu küçük görürsünüz. Onlar okun avı (delip) çıkışı gibi dinden çıkacaklardır. (Avı delip geçen) okun tüyüne bakılır. Orada kandan hiçbir eser bulunmaz. Sonra demirine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz. Sonra okun yaya giriş yerine bakılır. Orada da bir şey bulunmaz. Sonra oku n ağaç kısmına bakılır, orada da bir şey bulunmaz. Ok avın işkembesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış fakat onlardan hiçbir şey oka 'yapışıp kalmamıştır. Onların alameti, iki elinden biri -veya iki memesi dedi- kadın memesi gibi -ya da öteye beriye gidip gelen büyük bir et parçası gibi dedi- olan bir adamdır. Aralarında öyle biri olacaktır). Onlar, insanlar arasında bir tefrika olduğu zaman ortaya çıkarlar!" Ebu Said şöyle dedi: Ben şehadet ediyorum ki bu hadisi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim ve yine şehadet ediyorum ki Hz. Ali bunlarla savaşmıştır ve ben de onun maiyetindeydim. Sonunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in anlattığı nitelik üzere bir adam getirildi. Ebu Said "Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar"(Tevbe 58) ayeti bunun hakkında indi, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Yuseyr b. Amr şöyle demiştir: Sehl b. Huneyfe " Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den Haricıler hakkında herhangi bir şey söylerken işittin mi?" diye sordum. Sehl şöyle cevap verdi: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den elini Irak tarafına doğru uzatarak şöyle buyurduğunu ışittim: "Bu taraftan bir kavim çıkacak, onlar Kur'an okurlar, Kur'an onların köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Onlar atılan bir okun avı delip çıkması gibi İslam'dan çıkarlar." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kaynaşmanın sağlanması ve insanların kendisinden kaçmaması için Haridler ile çarpışmayı terkeden kimse." İsmam şöyle demiştir: Atılan başlık, Haridler ile savaşmayı terk hakkındadır. Hadis, gerek fert, gerek toplum olarak öldürmeyi terk hakkındadır. Ancak propagandalarını yapmaya başlayıp, insanlarla savaşacak olurlarsa onlarla çarpışmak gerekli olur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ömer'in teklif ettiği boynunu vurmayı terk etmiştir. Çünkü ilgili kişi niyetinden geçenleri ortaya koyacak bir fiilde bulunmamıştır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam henüz kök salıp, kalplere yerleşmeden önce insanların gözünde salih olan bir kimseyi öldürecek olsaydı, onları İslam'a girmekten kaçındırmış olacaktı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra ise görüşlerini ortaya koyduklarında, cemaatten ayrıldıklarında ve imamlara muhalif davrandıklarında -onlarla çarpışma kuvveti varken çarpışmamak- caiz değildir. Biz de şunu ekleyelim: Buharl'nin yukarıda attığı başlıkta bu görüşe ters düşen bir şey yoktur. Ancak o şuna işaret etmiştir: Hadiste zikredilen bir durum meydana gelse ve bir zümre sözgelimi Haridier gibi inansa ve savaşmasa devlet başkanının -maslahatı bu yönde gördüğü takdirde- onlara ilişmemesi caizdir. Bu masıahat devlet başkanının şu yönde taşıdığı bir endişe olabilir: Şayet sözü edilen zümreye ilişecek olursa onlar gibi inanç taşıyıp, durumunu gizleyen bazı kimseler ortaya çıkıp, kendileri ile çarpışabilir ve bu onların isyanlarına ve Müslümanlara karşı savaş açmalarına sebep olabilir. Harici:! erin savaşta acımasız, sebatkar ve gözlerini kırpmadan kendilerini ölüme atan kimseler oldukları bilinen hususlardandır. Tarihçilerin Haricılere dair zikrettikleri üzerinde düşünen kimse bunu anlayacaktır. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Kaynaşma İslam'ın ilk başlarında onların zararlarını savuşturmak için buna ihtiyaç olduğu dönemlerde sözkonusu idi. Buna karşılık Allahu Teala İslam'ı üstün kıldığında uzlaşma gerekmez. Ancak insanların buna ihtiyaçları olması müstesnadır. Buna karar verecek olan o dönemin devlet başkanıdır. Biz de şunu ekleyelim: İmam Buharl'nin rivayet ettiği haber "katl=öldürme" hakkında iken onun "kıtal=çarpışma" şeklinde başlık atması, "kıtali terk etme"nin "katli terk etmek"ten anlaşılmasından dolayıdır. Ama katli terk etmek kıtali terk etmekten anlaşılmaz. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ganimet taksimi yaparken ... " Edeb bölümünde Abdurrahman b. Ebu Na'm vasıtasıyla Ebu Said'den yapılan rivayete göre taksim edilen mal, külçe altın idi ve Hz. Ali onu Yemen'den göndermişti. ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunları, dört kişi arasında böıüştürmüştü. Bu kişilerin isimlerini orada zikretmiştik. "Onun birtakım arkadaşları vardır ki." Bu ifadenin zahirinden anlaşılan Nebi s.a.v.'in O kişinin katledilmesi emrini vermeyişi, kendisinin bahsedilen nitelikte arkadaşları olmasından dolayıdır. Bu, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e o şekilde itiraz ettiği halde öldürülmemesini gerektirmeyen bir husustur. Burada Buharl'nin anladığı gibi bir kaynaşma maslahatı da sözkonusu olabilir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onları Müslüman olduklarını izhar etmekle birlikte ibadette mubalağada bulunmakla nitelemektedir. ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların öldürülmelerine izin vermiş olsaydı, bu başkalarını İslam'a girmekten kaçındıracaktl. "Sizden biriniz onların namazıarı karşısında kendi namazınl, oruçları karşısında kendi orucunu muhakkak küçük görür." Hadisin manası şudur: Vü.ce Allah onların kıraatlarını hançerelerinden yukarı çıkarmaz ve kabul buyurmaz. Bazıları şöyle demiştir: Onlar Kur'an'a göre amel etmezler. Dolayısıyla okudukları Kur'an'ın sevabına eremezler. Netice olarak onu kıraat etmiş olmaktan başka bir şeyelde edemezler. Nevevl'nin kanaati şudur: Bundan maksat onların okudukları Kur' an' dan dillerinde telaffuz edilmekten başka bir nasipleri yoktur. Bu Kur' an kalplerine ulaşmak şöyle dursun, boğazlarına bile ulaşmaz. Çünkü Kur'an okumaktan maksat onun akledilmesi, üzerinde düşünülmesi ve kalbe yer etmesidir. Biz de şunu ekleyelim: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ifadesi, HaridIer hakkındaki "Onların imanları hançerelerini aşmaz" şeklindeki sözü gibidir. Yani onlar kelime-i şehadeti telaffuz ederler. Ancak bunu kalpleri ile tanımazlar. Müslim'de yer alan bir rivayette "Onlar Kur'an'ı yaş olarak okurlar" denilmektedir.(Müslim, Zekat) Bu, Kur'an'ı maharetle okurlar anlamına gelmektedir. Bir başka ifadeyle en güzel şekilde okurlar demektir. Bazıları, bundan maksadın onların Kur'an okumaya devam ettiği ve dillerinin bundan dolayı hala yaşlığını koruduğudur demişlerdir. Kurtubi'nin nakline göre başka bazıları ise bunun, Kur'an'ı güzel sesle okumanın kinayeli anlatımı olduğunu söylemişlerdir. Ebu'I-Veddak'ın elMüsedded'de Ebu Said'den naklettiği "Onlar Kur'an'ı insanların okuduğu en güzel biçimiyle okurlar" şeklindeki rivayet, birinci açıklamayı teyid etmektedir. Sonuncusunu ise Müslim'in rivayetinde Ebu Bekre'nin babasından yaptığı "Sert, keskin ve dilleri Kur'an'la belagatli bir topluluk" ifadesi teyid etmektedir. (Ahmed b. Hanbel, V, 44; Beyhaki, Sünen, VIII, 187) Bunların içinde tercih e en değer olanı üçüncüsüdür. "Okun avdan delip çıkışı gibi." Yani onlar İslam'dan ansızın çıkarlar. Tıpkı pamları güçlü olan bir kimsenin attığı okun avı bir anda delip geçmesi gibi ki okun hızından dolayı ona ve onun herhangi bir parçasına avdan hiçbir şey bulaşmaz. Oku atan kimse okunu aradığında onu bulurken attığı avı bulamaz. Sonra okunun ava isabet edip etmediğini anlamak için onu inceler. Okuna kan veya başka bir şey bulaşmadığını gördüğünde ok ava isabet ettiği halde onu ıskaladığını zanneder. "Ayetuhum" yani onların alameti, "İki elinden biri -veya iki memesi dedi- kadın memesi gibi -ya da öteye beriye gidip gelen büyük bir et parçası gibi. .. ......... hareket eden, öteye beriye gidip gelen demektir. "Ben şehadet ediyorum ki Hz. Ali bunlarla savaşmıştır." İshak b. Rahuye'nin Müsned'inden nakline göre Habıb b. Ebi Sabit şöyle anlatmıştır: Ebu Vail'e gittim ve ona "Hz. Ali'nin savaştığı şu kimseleri bana haber ver. Bunlar niçin Hz. Ali'den ayrıldılar ve o, niçin bunlarla çarpışmayı helal gördü?" dedim. Ebu Vail şöyle cevap verdi: Biz iki safa ayrılınca (sıffin) Şamlılar saflarında büyük bir zayiat meydana geldi. Bunun üzerine Mushafları kaldırdılar. Ebu Vail bundan sonra hakem olayını anlattı. Haricller tarihte bilinen o sözlerini söylediler ve HarCıra'ya inip konakladılar. Hz. Ali onlara bir elçi gönderdi ve fikirlerinden döndüler. Sonra "Biz onun yanında yer alırız. Eğer hakem olayını kabul ederse onunla çarpışırız, verdiği sözü çiğnerse onun safında yer alır, kendisini destekleriz" dediler. Bundan sonra aralarından bir grup, insanlarla çarpışmak üzere ayrıldı ve Hz. Ali onların durumuyla ilgili olmak üzere Resulullah s.a.v.'den O hadisi nakletti. Ahmed b. Hanbel, Taberani ve Hakim'de yer alan bir rivayet e göre Abdullah b. Şeddad, Hz. Ali'nin Haricller ile çarpıştığı gecelerde Irak dönüşü Aişe r.anha'nın huzuruna girer. Aişe r.anha ona "Hz. Ali'nin çarplŞtığl şu kimselerin durumundan söz et" der. Abdullah b. Şeddad şöyle cevap verir: Ali, Muaviye ile yazışıp, bir hakemin hükmüne gitmeye karar verdiklerinde kurralardan sekiz bin kişi ona karşı geldi ve Klife tarafında Harlira denilen bir yerde toplandılar. Ardından Hz. Ali'yi kınayarak "Allahu Teala'ın sana giydirdiği gömleği ve sana verdiği ismi çıkarıp attın, sonra din konusunda birtakım insanları hakem tayin ettin. Allah'a yemin olsun ki hüküm ancak Allah'ındır" dediler. Onların bu sözleri Hz. Ali'nin kulağına gidince insanları topladı ve büyük bir Mushaf getirilmesini emretti. Eliyle Mushafa vurarak "Ey Mushaf! Bu insanlarla konuş" dedi. Onlar "O insan değil ki konuşsun. O sadece mürekkep ve kağıttan ibaret. Biz ondan rivayet ettiğimiz şeyleri konuşuyoruz" dediler. Hz. Ali "Allah'ın kitabı benimle onların arasında hakemdir. Allahu Teala bir erkeğin karısı hakkında 'Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsamz erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin'(Nisa 35) buy/ur-m.ktadır. Muhammed'in ümmeti, bir adamın karısından çok daha önemlidir" decfı. Onlar "Muaviye ile yazıştın" diye Ali'ye düşman kesildiler. Oysa Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Süheyl b. Amr ile yazışmıştı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ta sizin için güzel örnek vardır.(Ahmed b. Hanbel, I, 86; Hakim, el-Müstedrek, II, 165) Hz. Ali bundan sonra İbn Abbas'ı onlara gönderdi ve İbn Abbas, onlarla tartıştı. Aralarında Abdullah b. el-Kewa'nın da bulunduğu dört bin kişi gqrüşlerinden döndü. Hz. Ali diğerlerine görüşlerinden dönmeleri için elçi gönderdi. Ancak onlar bunu kabul etmediler. Hz. Ali bunun üzerine onlara şu haberi gönderdi: Dökülmesi haram olan bir kanı dökmemek, yol kesmemek ve hiç kimseye zulüm etmemek şartı ile dilediğiniz yere gidebilirsiniz. Şayet bu fiilleri işlerseniz size savaş açarım. Abdullah b. Şeddad şöyle devam etti: Vallahi onlar yol kesip, dökülmesi haram olan kanı akıtıncaya kadar Hz. Ali onlarla çarpışmadı. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1. Bu hadiste Hz. Ali'nin büyük bir menkıbesi yer almaktadır. 2. Hz. Ali'nin gerçek bir devlet başkanıdır. Cemel, Sıffin ve başka savaşlarda haklı olan Ali'dir. Diyet bölümünde "Yanımızda Kur'an ve şu sahifeden başka bir şey yoktur" ifadesinde "sahife" şeklindeki sınırlamadan maksat, yazma ile kayıtlıdır. Yoksa Allahu Teala'ın ileride olacak hadiselere dair Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bildirdiği şeylerden yanında ne varsa tümü bu sahifededir demek değildir. Bu hadisin rivayet yolları birçok şeyi ihtiva etmektedir. Buna göre Hz. Ali'nin yanında Haricller ile savaşma ve bunun dışında zikredilen şeylere dair Resulullah Sallallahu Aleyhi ve SellemIden naklen bilgi bulunmaktaydı. Onun kendisini kavmi n en bedbahtının öldüreceğini haber verdiği sabittir. Bu bedbahtlık birçok meselede sözkonusuydu. 3. Devlet başkanına isyan etmek gerekli olduğuna inanan kimsenin -bu amaçla savaş açmadığı veya bunun için hazırlıkta bulunmadığı sürece- öldürülmemesi gerekir. Çünkü "Onlar isyan ettiklerinde kendilerini öldürünüz" denilmektedir. 4. Haridiere delil getirilmedikçe kendileriyle savaşmak ve onları öldürmek caiz değildir. Söz konusu delilin amacı, hakka dönmeleri çağrısında bulunmak ve kendilerine yapılacak icraatta mazur olmaktır. İmam Buhari başlıkta sözkonusu ayete yer vermek suretiyle buna işaretetmektedir. Haridierin kafir olduğu kanaatini taşıyanlar delil olarak bunu ileri sürmektedirler. Bu İmam Buharl'nin yaptığı tasarrufu n bir gereğidir. Çünkü o HaridIeri bütün dinleri inkar edenlerle (mülhid) birlikte zikrederken, tevilciler için ayrı bir başlık açmıştır. Kadı Ebu Bekir b. elArabı, Şerhu't-Tirmizf isimli eserinde bu hususu açıkça şöyle ifade eder: Sahih olan görüşe göre Haridier kafirdir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onlar İslam'dan çıkmışlardır" buyururken, bir başka yerde "Onları Ad kavminin katledildiği gibi katledecegim" demiştir. Bu rivayet başka bir lafızda "Semud" şeklinde yer almaktadır. Gerek Ad, gerekse Semud kavimleri kafir oldukları için helak oldular. HaridIerin kafir olduğunun bir başka delili "Onlar bütün mahlukatın en kötüsüdür" ifadesidir. Bu şekilde ancak kafirler nitelenirler. Onların kafir olduğunun bir başka delili ise "Onlar Allahu Teala'ın nezdinde yaratıkların en sevimsizidirIer" ifadesidir. Haridierin kafir olduğunun bir başka göstergesi onların kendi inançlarına muhalif olan herkese kafir damgası vurup, cehennemde ebediyyen kalacağı hükmünü vermeleridir. Oysa kendileri bu isme o kişilerden daha layıktırlar. Bu kanaatte olanlardan birisi son dönem alimlerinden Şeyh Takıyyuddin es-Sübkı'dir. O Fetava'sında şöyle der: Haricller ile Rafızllerin aşırılarının kafir olduğunu söyleyenler onların sahabelerin önde gelenlerini tektir etmelerini delil olarak göstermişlerdir. Çünkü büyük sahabileri tekfir, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin onların cennetlik olduğu yolundaki şehadetinde kendisini yalanlama anlamına gelir. es- Sübkı şöyle der: Bizce bu isabetli bir akıl yürütmedir. Kurtubi el-Müfhim isimli eserinde şöyle der: Haridierin kafir olduğu görüşünü Ebu Said hadisindeki temsil teyid etmektedir. Ebu Said hadisinden maksat, bundan sonraki bölümde gelecek olan hadistir. Bu hadisin zahirinden anlaşılan onların İslam'dan çıktıkları ve İslam'la hiçbir alakalarının kalmadığıdır. Tıpkı bir ava atılan okun hızından ve onu atan kişinin kuwetinden dolayı deldiği avdan üzerinde hiçbir kan lekesinin bulunmaması gibi. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buna "Ok avın işkembesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış ... " diyerek işaret etmiştir. eş-Şijd müellifi bu konuda şöyle der: Ümmetin sapkın oIduğu veya sahabenin tekfir edildiği sonucunu doğuran sözler söyleyen herkesin katir olduğuna kesinlikIe hükmederiz. EhI-i sünnet usul bilginlerinin çoğunluğu, Haridierin fasık oldukları, iki kelime-İ şehadeti telaffuz edip, İslam'ın rükünlerine riayete devam ettikleri için üzerlerinde İslam hükmünün cereyan edeceği kanaatine varmışlardır. Onların fasık oImaları, bozuk bir tevile dayanmak suretiyIe Müslümanları tekfir etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bozuk tevil, kendilerini muhalif olanIarın kanlarını ve mallarını mubah görmeye ve onların katir ve müşrik olduklarını söylemeye itmiştir. Hattabi' şöyle der: Müslüman alimler, sapıklıklarıyla birlikte Harici'lerin Müslümanlardan bir fırka olduğu noktasında icma etmişler ve onlarla evlenmenin, kestiklerini yemenin caiz olduğu, İslam'ın aslına sarıldıkları müddetçe katir olmadıkları kanaatine varmışlardır. Kadi İyad ise şöyle der: Bu mesele kelamclIar nezdinde başka meseIeIere nispeten neredeyse çözüImesi en zor bir mesele olmuştur. Hatta fakih Abdülhak, İmam Ebü'l-Meali"ye bu meseleyi sormuş, ancak o bir katirin Müslümanların arasına katılmasını, bir Müslümanın da onların arasından çıkarılmasını dinde vebali ağır bir fiil gördüğü için özür dilemiş ve cevap vermekteykcrçınmıştır. Hattabi' şöyle devam eder: Ondan önce Kadı Ebu. Bekir el-Bakıllcmi' de bu konuda hüküm vermekten kaçınmış ve şöyle demiştir: Haridier açıkça katir olduklarını söyIememişlerdir. Onlar küfre yol açacak birtakım sözler söylemişlerdir. Gazzali, et-Tefrika beyne'/-İman ve'z-Zendeka isimli eserinde şöyle der: Uygun olanı, imkan olduğu sürece bir kimseyi tekfir etmekten kaçınmaktır. Zira namaz kılan ve tevhid ilkesini kabul eden kimselerin kanlarını mubah görmek hatadır. Hata ederek bin katiri sağ bırakmak, hata edip bir Müslümanın kanını akıtmaktan çok daha ehvendir. İbn Battal şöyle der: Bilginlerin çoğunluğu, Haridierin Müslümanların dışına çıkmadıkları kanaatine varmışlardır. Kurtubi"nin, e/-Müfhim'deki görüşü şöyledir: Haridierin katir olduğunu söyIemek, hadise göre daha zahirdir. Onların katir olduğu görüşüne göre kendileriyle çarpışılır, öldürülürler, malları musadere edilir. BunIar HaridIerin malları konusunda hadisçilerden bir zümrenin görüşüdür. Haridlerin katir olmadıkları görüşüne göre ise onlara -cemaate muhalif olup, savaş açtıkları takdirde- baği' muamelesi yapılır. Bunların içerisinden bid'atını gizleyenlere gelince, üzerinde bu bid'at görüldüğü takdirde kendilerine tövbe teklif edildikten sonra öldürülür mü yoksa öldürülmeyip, bid'atından geri çevrilmeye mi çalışılır. Bu konuda onların tekfirinde geçerli olan ihtilafa paralel ihtilaf edilmiştir. Kurtubi' şöyle devam eder: Tekfir, kapısı tehlike kapısıdır, hiçbir şey selamete denk değildir. 5. Bu hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Nebilik alametlerinden birisi bulunmaktadır. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem olacak olan olayı daha meydana gelmeden haber vermiştir. 6. İbn Hubeyre şöyle der: Hadisten Hariciler ile çarpışmanın, müşriklerle savaşmaktan daha evla olduğu anlaşılmaktadır. Bunun hikmetine gelince Hariciler ile çarpışma, İslam sermayesini muhafaza sonucunu verirken, müşriklerle savaşma kar amaçlıdır. Sermayeyi korumak daha evladır. 7. Zahirine göre hüküm vermek, selefin icmaına muhalefete yol açan tevile müsait olan tüm ayetlerin zahirine göre amel etmek yasaktır. 8. Dinde aşırı gitmek ve şeriatın izin vermediği biçimiyle nefse yüklenerek ibadetlerde müşkülpesent olmaktan kaçınmak gerekir. Şari, İslam şeriatını kolay ve müsamahalı olarak nitelemektedir. 9. Dinimiz, kafirlere şiddetli davranma, mu'minlere ise yumuşak ve şefkatle muamele etme çağrısında bulunmaktadır. Hariciler ise daha önce açıklandığı üzere bu ilkeyi tersine çevirmişlerdir. 10. Adil devlet başkanına isyan eden, ona savaş açan ve bozuk bir inanç uğruna mücadele eden, yol kesmek üzere çıkan, gelip geçenleri korkutan ve yeryüzünde hak düzeni bozmaya çalışan kimselerle çarpışmak caizdir. 11. Zalim olup, malına veya canına ya da ailesine galebe çalmak isteyen devlet başkanına isyan eden kimse mazurdur ve böyle bir kimse ile çarpışmak helal değildir. Bu vasıftaki bir kişinin kendi canını, malını, ailesini gücü yettiği kadarıyla savunma hakkı vardır. Bu konunun açıklaması Fiten bölümünde gelecektir. 12. Yukarıda belirtilen şartlar çerçevesinde Hariciler ile savaşmak ve savaşta onları öldürmek mubahtır ve onlarla çarpışan sevaba girer. 13. Bazı Müslümanlar, dinden çıkma kastı yoksa ve İslam dini üzerine başka bir din seçme tercihi taşımasa bile dinden çıkarlar. 14. Hadiste Hz. Ömer'in din konusunda titizliğine dair büyük bir menkıbe yer almaktadır. 15. Bir kimse ibadette, dünyadan el etek çekmede ve takvada zirveye ulaşmış bile clsa -iç yüzü denenmedikçe- adil bir kimse olduğunu belirtmek için zahir haline bakmakla yetinilemez
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Davaları bir olduğu halde iki topluluk birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır" buyurmuştur. Bu hadisin geniş bir açıklaması inşallah Fiten bölümünde gelecektir. Hadiste sözü edilen "el-fieteyn = iki topluluk"dan maksat, Ali r.a. ile Muaviye r.a. taraftarlarıdır. "Dava" kelimesinden maksat ise tercih edilen görüşe göre İslam'dır
- Bāb: ...
- باب ...
Ömer (bin el-Hattab r.a.) şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatta olduğu günlerden birinde Hişam b. Hakim'in Furkan suresini okuduğunu işittim. Hişam'ın kıraatini dinledim, bir de ne göreyim bu sureyi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bana okutmadığı birtakım lehçelerle okuyordu. Az kalsın namazın içinde üzerine atılacaktım. Fakat selam verinceye kadar bekledim. Sonra selam verince ridasını -yahut ridamı- göğsünün üzerinde toparlayıp "Bu sureyi sana kim okuttu?" diye sordum. Hişam "Bu sureyi bana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem okuttu" dedi. Ona "Yalan söylüyorsun. Valiahi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sureyi bana senin okumakta olduğundan başka türlü okuttu!" dedim ve onu yakasından tutarak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanma götürdüm ve "Ya Resulallah! Ben bunun Furkan suresini senin bana okutmadığın birtakım lehçelerle okurken işittim. Halbuki Furkan suresini bana bizzat sen öğretmiştin" dedim. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hişam 'ın yakasını bırak Ey Ömer!" buyurdu. Ona da: "Hişam! Oku" diye emretti. Hişam da ona karşı benim kendisinden okuduğunu işittiğim kıraatle okudu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu sure böyle indirildi" buyurdu. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana da " Ömer oku!" diye emretti. Ben de okudum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu sure böyle indirildi" buyurdu. Bundan sonra da "Şüphesiz bu Kur'an yedi lehçe üzerine indi. Bundan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyunuz!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud r.a. şöyle demiştir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar var ya işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır"(En'am 82) ayet-i kerimesi indiğinde bu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerine ağır geldi ve "Hangimiz nefsine zulmetmiyor ki!" dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu sizin zannettiğiniz gibi değildir. O ancak Lokman'ın oğluna 'Yavrucuğum Allah'a ortak koşma! Doğrusu şjrk. büyük bir zulümdür"(Lokman 13) buyurduğu zulümdür" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İtban b. Malik r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gün yükseldiği vakit bana geldi. Evimin bir tarafında bize namaz kıldırdt. Bizimle birlikte namaz kılanlardan biri "Malik b. Duhşun nerede?" dedi. Aramızdan bir kişi "O AIlah'ı ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i sevmeyen bir münafıktır!" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ona böyle demeyiniz! O 'la ilohe Wallah' diyor ve ununla da Allah'm rızasını istiyor" buyurdu. İtban için o sözü söyleyen kimse "Evet öyledir" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şu muhakkak ki kıyamet günü tevhid ile gelecek herbir kul üzerine Allah ateşi elbette haram kılmıştır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Fulan (Sa'd b. Ubade) şöyle anlatmıştır: Ebu Abdurrahman ile Hibban b. Atiyye birbiriyle çekişti. Ebu Abdurrahman, Hibban'a hitaben Hz. Ali'yi kastederek "Yemin olsun, senin arkadaşlarını Müslüman kanı dökmeye cüretlendiren şeyin ne olduğunu -Hz. Ali'yi kastediyordu- biliyorum" dedi. Hibban "Neymiş o hadi söyle" dedi. Ebu Abdurrahman "Söylerken işittiğim bir şey" dedi. Hibban "Neymiş o?" dedi. Ebu Abdurrahman şöyle cevap verdi: Hz. Ali dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni, ZUbeyr' i ve Ebu Mersed'i -ki üçümüz de süvari idik- (bir göreve) gönderdi. Bize "Hac bahçesine kadar gidiniz" buyurdu. -Ebu Seleme dedi ki: Ebu Avane bu kelimeyi cim harfi ile birlikte "hac" şeklinde telaffuz etti.- "Çünkü o bahçede bir kadın bulacaksınız ki onunt-fcJnında Hatıb b. Ebi Beltea tarafından Mekke'deki müşriklere yazılmış bir sahifş vardır. O sahifeyi bana getiriniz!" buyurdu. Ali r.a. şöyle devam etti: Bizler atlarımızı koşturarak süratle gittik. Sonunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bize söylemiş olduğu yerde devesi üzerinde yol almakta olan bir kadına yetiştik. Hatıb, Mekkelilere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendilerine doğru yürüyeceğini bildiren bir mektup yazmıştı. Kadına "Yanında bulunan mektup nerede?" dedik. Kadın "Bende hiçbir mektup yoktur!" diye inkar etti. Biz kadının devesini çöktürüp, eşyası arasında mektubu aradık, fakat hiçbir şey bulamadık. İki arkadaşım "Biz bu kadında hiçbir mektup görmüyoruz" dediler. Hz. Ali dedi ki: Ben de onlara "Yemin olsun ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hiç yalan söylemediğini biliyoruz" dedim. Bundan sonra Ali yemin ederek "Adına yemin edilen Allah'ın adı üzerine yemin ederim ki ya bu mektubu çıkarırsın ya da elbiseni üzerinden çıkarıp, seni çırılçıplak soyarım" dedi. Bunun üzerine kadın elini kuşanmakta olduğLL izannın bağına doğru uzattı ve oradan mektubu çıkarttı. Ali ile arkadaşları bu mektubu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirdiler. Ömer "Ya Resulallah' Bu zat Allah'a, Resulüne ve mu'minlere hiyanet etmiştir. Müsaade et bunun boynunu vurayım!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Hatıb' Bunu neden yaptın sebebi nedir?" buyurdu. Hatıb "Ya Resulallah! Ben AlIah'a ve Resulüne iman etmeyen bir kişi değilim. Fakat Kureyşlilerin yanında kendim için ailemi ve malımı korumama yarayacak bir minnettarlık eli olmasını istedim. Senin arkadaşların içerisinde herbir kişinin orada kendi kavminden ailesini, mallarını muhafaza edecek kimsesi olmayan yoktur dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hatıb doğru söyledi, onun hakkında hayırdan başka bir söz söylemeyiniz!" buyurdu. (Ali şöyle devam etti): Ömer, Hatİb hakkındaki sözünü tekrarladı ve "Ya Resulallah! O, Allah'a, Resulüne ve mü minlere hıyanet etmiştir, müsaade et de boynunu vurayım!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Hatıb, Bedir'e katılanlardan değil midir? Ne biliyorsun belki Allahu Teala Bedir ehline muttali olmuştur. (Bundan sonra) dilediğinizi yapınız, ben sizler için cenneti vacip kılmışımdır buyurmuştur" dedi. Bu söz üzerine Hz. Ömer'in iki gözü yaşa boğuldu ve "Doğruyu en iyi Allah ve Resulü bilir" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Tevii Ediciler." Edeb Bölümünde "Din Kardeşini Tevile Dayanmaksızın Tekfir Eden Kimsenin• Kendisi Dediği Gibi Olur" başlığıyla, onu izleyen başlık altında tevile dayanarak din kardeşini tekfir edenin kafir olmadığı görüşünü benimseyen kimse ile bundan maksadın ne olduğu daha önce geçmişti. Kısacası bir Müslümanı tekfir eden kimsenin durumuna bakılır. Şayet bunu herhangi bir tevile dayanmaksızın söylüyorsa kınanmayı hak eder. Belki de asıl o kafir olur. Şayet bir tevile dayanarak söylüyorsa duruma bakılır. Yaptığı tevil geçerli değilse yine kınamayı hak eder. Ancak durumu küfür derecesine ulaşmaz. Tam terne ona nerede hatta ettiği açıklanır ve kendisine uygun bir şekilde böyle davranması yasaklanır. Çoğunluğu oluşturan bilginlere göre bu kişi öncekisi gibi değildir. Bir kişi geçerli bir tevile dayanarak birisini tekfir ediyorsa kınanmayı hak etmez. Tam tersine doğruya dönünceye kadar kendisine delil getirilir. Bilginler şöyle derler: Tevile dayanan herkes, yaptığı bu tevil ile mazurdur, tevili Arap dili açısından uygun ve ilmi bir desteği bulunduğu takdirde günaha girmez. İmam Buhari burada dört hadise yer vermiştir. Birinci hadis, Hz. Ömer hadisidir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Fezailu'I-Kur'an bölümünde geçmişti. Hadisin buradaki atılan başlıkla ilişkisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Hişam'ı yalanlaması, ridasını göğsünün üzerine toplaması ve ona vurmaya kalkışması nedeniyle Ömer' i azarlamaması, tam tersine yaptığı nakilden dolayı Hişam'ı doğrulayıp, inkarından dolayı Ömer' i mazur görmesi ve her iki kıraat tarzının caizliği noktasında delili açıklamaktan başka bir şey yapmaması sebebiyledir. İkinci hadis İbn Mesud hadisidir. Bu hadisin açıklaması Mürtediere Tövbe Teklif Etme bölümünün ilk hadisi sadedinde geçmişti. Hadisin yukarıdaki başlık altına girmesi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabileri ayette geçen "zulüm" kelimesini genelliği üzere anlayıp, bütün günahları kapsar şeklinde yorumlamalarından dolayı muahaze etmemesi, tam tersine mazur görmesidir. Çünkü onların bu anlayışları, tevilde ağır basan bir husustur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan sonra sahabilere problemi ortadan kaldıracak şekilde "zulüm"den maksadın ne olduğunu açıklamıştır. Bu bölümde yer alan üçüncü hadis, ltban b. Malik h?disidir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Namaz bölümünde el-Mesacid fi'I-Büyut başlığı altında geçmişti. Hadisin başlıkla ilişkisi ise Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Malik b. Duhşum hakkında konuşanları o ifadelerinden dolayı eleştirmemiş, tam tersine onlara İslam ahkamının batına göre değil, zahire göre icra edileceğini beyan etmiş olmasıdır. Hadiste "ela tekulunehu" ifadesi "zannetmiyor musunuz" manasındadır. "Ale'd-dimai" yani Müslümanların kanlarını akıtmaya. Çünkü müşriklerin kanlarının akıtılması bilginlerin ittifakı ile mendubtur. Hadiste geçen ...... bir kimseyi bir şeye teşvik ederken söylenilen bir sözdür. Bu ifadenin aslı şuna dayanmaktadır: İnsan bir sıkıntılı duruma düştüğünde babası yardımına koşar. Ona .........= baban olmaya" denildiğinde bunun manası, "Senin baban olmaz olsun! babasız kalasın. Bu meselede yardımcısı olmayan bir kimse gibi işi sıkı tut" demektir. Bu cümle daha sonra muhatabın ağzından çıkan söz veya yaptığı fiilin uzak bir ihtimal görüldüğünü ifade etmek için kullanılmaya başlamıştır. "Ebu Avane, Hac bahçesi demiştir." Burada Musa'nın ifadenin doğrusunun "hah" şeklinde olduğunu bildiğine işaret edilmektedir. Neve{,ı şöyle demiştir: Bu, Ebu Avane'den kaynaklanan bir hatadır. Sanki o burayı "Zatu hac" adında bir başka mekanla karıştırmış gibidir. Zatu hac, Medine ile Şam arasında bulunan hacıların geçtikleri bir yerin adıdır. "Hah bahçesi" ise Mekke ile Medine arasında olup, Medine'ye yakın bir yerdir. "Ya bu mektubu çıkarırsın ya da elbiseni üzerinden çıkarıp, seni çırılçlplak soyarım." Yani elbiselerini çıkarır, seni anadan uryan hale getiririm. Bu kadının Müslüman veya kavminin dini üzere olup olmadığı noktasında ihtilaf edilmiştir. Bilginlerin çoğuna göre kadın kavminin dini üzerine idi. Bu kadın Mekke'nin fethi günü Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kanlarını heder ettiği kişilerin arasındaydı. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'ı ve ashabını hicveden şarkılar söylüyordu. "Fakat Kureyşlilerin yanında bir minnettarlık eli olmasını istedim." Yani ailemi ve malımı savunacağım bir minnettarlık olsun istedim. "Ne biliyorsun belki Yüce Alf,ıh Bedir ehline muttali olmuştur." Bedir'e Katılanların Faziletlileri bölümünde bu cümle "Belki" sözcüğü ile değil de kesin bir ifade ile geçmişti. Bu konu ve "dilediğinizi yapınız" hadisinin manası hakkındaki açıklama geçmişti. Hadisten maksadın Bedir' e katılanların günahlarının -mesela bir farzı terk etmiş bile olsalar- bağışlanmış olduğu ve bununla hesaba çekilmeyecekleri anlamını teyid eden şeylerden birisi, Sehl b. el-Hanzaliye hadisinde yer alan Huneyn gecesi Müslümanlara bekçilik yapan Enes b. Ebi Mersed olayıdır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Enes'e "(Bu gece) hiç binitinden aşağı indin mi?" diye sorunca, "Hayır, ancak tuvalet ihtiyacı müstesna" diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bundan dolayı sorumlu değilsin, ancak bir daha böyle yapma" buyurmuştur.(Ebu Davud, Cihad) Bu yaklaşım, Ebu Abdurrahman es-Süleml'nin anlayışına uygun düşmektedir. Söz konusu anlayışı Hz. Ali'nin, Harurılerin öldürülmesi konusunda söylemiş olduğu "Allahu Teala'nın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diliyle onları öldüren kimseler hakkındaki hükmünü size haber vermiş olsaydım, amel etmekten vazgeçerdiniz" ifadesi de teyid etmektedir. Bunun açıklaması daha önce geçmişti. Burada bazı salih amelleri yapmaya başlayan kimsenin birçok farizayı terk etmekten meydana gelen günahlara karşı duracak şekilde bol sevap elde edeceğine işaret vardır. İbn Battal, Ebu Abdurrahman es-Süleml'yi tenkid ederek şöyle demiştir: Onun bu sözü kendi zannına dayanmaktadır. Çünkü Hz. Ali ilimde, fazilette ve dinde bilinen o derecesiyle birlikte ancak öldürülmesi gereken kimseyi katleder. Kirmanı şöyle der: Onun maksadı şu olabilir: Hz. Ali bu kesin ifadeli hadisten kendisinin cennetlik olduğu sonucunu çıkarmış ve içtihadında hata etse bile kesinlikle bundan dolayı hesaba çekilmeyeceğini anlamıştır. Ancak bu değerlendirme tartışmaya açıktır. Zira müçtehidin içtihad ederken olanca gücünü sarfettiği takdirde yaptığı hatalar bağışlanmıştır ve bundan dolayı sevap elde eder. Müçtehid yaptığı içtihadda isabet ederse iki ecir kazanır. Gerçek şu ki Hz. Ali yaptığı savaşlarda doğru karar vermişti. Bundan dolayı yaptığı bütün içtihadlarda iki ecir elde edecektir. Buradan ortaya çıkıyor ki Süleml'nin anlayışı İbn Battal'ın da işaret ettiği üzere kendi zannına dayanmaktadır. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. Hadiste geçen ". ı..::.JJJI" gözyaşlarına boğuldu demektir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1. Bir mu'min salihlik açısından kesin olarak cennetlik olduğu söylenecek dereceye ulaşsa bile günaha düşmekten kurtulamaz. Çünkü Hatıb Allahu Teala'ın cenneti kendilerine vacip kıldığı kimselerden biriydi. Buna rağmen yukarıdaki olayda zikredilen hataya düşmüştür. 2. Bu hadis, Nebi s.a.v.'in "Dilediğinizi yapınız" emrini Bedir' e katılanlar her türlü günaha düşmekten korunmuşlardır şeklinde tevil edenlere tenkit mahiyetindedir. 3. Hadis günah işleyen Müslümanı tenkid edip, ebediyyen cehennemde kalacağını söyleyen ve böyle bir kimsenin kesinlikle azaba uğrayacağını ifade eden kimseye de red mahiyetindedir. 4. Hata eden bir kimsenin bunu inkar etmemesi, tam tersine iki günahı birden işlemiş olmamak için onu itiraf edip, özür dilemesi daha uygundur. 5. Gerçeği öğrenmek amacıyla sert konuşmak ve onu söyleyecek olan kimseyi korkutmak maksadıyla yapmayacağı şeyle kendisini tehdit etmek caizdir. 6. Casusluk yapan kimsenin gizlilik perdesini yırtmak caizdir. Hz. Ömer'in casusu öldürmek için izin istemesi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ona sadece Hatıb'ın Bedir'e katılanlardan olduğunu söylemekle yetinmesi dolayısıyla Malikilerden bazı alimler casusun öldürülebileceği sonucunu çıkarmışlardır. Onlardan bazıları ise öldürmenin sözkonusu suçun tekerrür etmesi ile kayıtlı olduğunu söylemiştir. İmam Malik'ten nakledilen meşhur görüş ise casus hakkında devlet başkanının içtihadda bulunacağı yolundadır. Tahavi' Müslüman casusun kanının mubah olmadığı noktasında icma nakleder. Şafiiler veya fıkıh bilginlerinin çoğunluğu casusun ta'zir edileceği görüşündedirler. Bunlara göre casus, yüksek kademeden birisi ise affedilir. Evzai' ve İmam Ebu Hani'fe'ye göre casus canı yanacak bir şekilde cezalandırılır ve hapsi uzatılır. 7. Yüksek tabakaya mensup olan kimselerin hatalarını bağışlamak uygun bir harekettir. Taberi', Hatıb olayı ile bunu delil olarak kullananlara (Nebi s.a.v.'in Hatıb'ı affetmesi ileri sürdüğü mazeretindeWoğru olduğunu Allahu Teala'ın bildirmesi dolayısıyladır. Başkası böyle olamaz" diyerek cevap vermiştir. Kurtubi' ise bu hatalı bir zandır ifadesini kullandıktan sonra Allah'ın kulları hakkındaki hükümleri onların zahiri hallerine göre cereyan eder demiştir. Allahu Teala Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e huzurunda bulunan münafıkların durumunu haber vermiş, bununla birlikte Müslüman olduklarını izhar ettiklerinden dolayı öldürülmelerini mubah kılmamıştır. Zahiren Müslüman görünen herkes hakkındaki hüküm de böyledir. Bunlar hakkında İslam'ın ahkamı cereyan eder. 8. Bu hadiste Nebilik alametlerinden birisi yer almaktadır. O da bu konudaki rivayetlerde daha önce geçtiği üzere Allahu Teala Nebiine Hatıb'ın o kadınla ilgili olayını bildirmiş olmasıdır. 9. Toplumda önde gelen bir kişi devlet başkanına faydası Müslümanlara yönelik olan şahsi görüşünü sunabilir ve devlet başkanı da bu konuda muhayyer olur. 10.Asi olan kimseyi affetmek caizdir. 11. Asi dokunulmazlığını kaybeder. Bilginler ister mu'min, ister kafir olsun yabancı bir kadına bakmanın haram olduğu noktasında icma etmişlerdir. Hatıb olayındaki kadının isyanından dolayı haramlığı sakıt olmamış olsaydı, Hz. Ali onu soyup çırılçıplak etmekle tehdit etmezdi. Bu görüş İbn Battal'a aittir. 12. Bid'at ehli bazı kimselerin görüşlerinin aksine Allahu Teala'ın bütün günahları dilediği kimselerden bağışlaması mümkündür. Daha önce geçtiği üzere Hz. Aişe radıyaIIahu anha'nın iffetine iftira attı diye Mistah'a had cezası uygulanmıştır. Oysa o Bedir' e katılanlardan birisi idi ve işlemiş olduğu bu büyük günah bağışlanmamıştır. Buna karşılık Hatıb'ın suçu bağışlanmıştır ve buna gerekçe olarak onun Bedir'e katılanlardan birisi olduğu ifade edilmiştir. Bu probleme verilecek cevap "Bedir' e Katılanların Fazileti" bölümünde geçmişti. Buna göre Bedir'e katılan bir kişinin af konusu olan suçları had cezası kapsamına girmeyen fiillerdir. Hadisten onların daha sonra işledikleri günahların bağışlanmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Bunun delili birçok haberde gelecek günahların bağışlanmasına dair yapılan duadır. 13. Hadisten Hz. Ömer'in nasıl terbiyeye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre devlet başkanından izin almadan onun huzurunda had cezası uygulamak ve bir kimseyi tedib etmek isabetli değildir. 14. Bu hadiste bir de Hz. Ömer'le bütün Bedir'e katılanların menkıbeleri yer almaktadır. 15. Sevinç anında ağlamak caizdir. Hz. Ömer'in o esnada ağlaması Hatıb hakkında söylediklerine duyduğu pişmanlık ve huşudan da kaynaklanmış olabilir)