Sahih-i Buhari

...

(96) Kitāb: Kur'an ve Sünnete Sımsıkı Sarılmak

(96) ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Tarık b. Şihab şöyle demiştir: Yahudilerden biri Ömer'e "Ya emire'lmu'minin 'Bugün size dininizi ikma/ ettim, üzerinize nimeti tamam/adım ve sizin için din olarak İs/amı beğendim'(Maide 3) ayet-i kerimesi bize inseydi, biz o günü bayram günü olarak kutlardık dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Ben bu ayetin hangi gün indiğini biliyorum. Ayet Arafe'de bir Cuma günü indi" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik Müslümanların Ebu Bekir'e bey'atlarının ertesi günü Ömer'in Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberine çıkarak şöyle dediğini işitti: Ömer, Ebu Bekir' den önce teşehhüdde bulundu ve şöyle dedi: İmdi! Allah, Resulü için kendi katındaki sevap ve şerefi, sizin katınızdaki makam ve mansıblara tercih etmiştir. Bu, Allah'ın Nebiinize hidayet ettiğiKitabıdır. Onu alın ki hidayete eresiniz. Çünkü Allah onunla Nebiine hidayet etmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni bağrına bastı ve "Allah'ım ona kitabı öğret!" diye dua etti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Berze şöyle demiştir: "Yüce Allah İslamla ve Muhammed'le ihtiyacınızı gidermiş veya sizi uyandırmıştır." Ebu Abdullah şöyle demiştir: Bu rivayette "......" yuğnikum fiili geçmektedir. O aslında "" "ne'aşekum" şeklindedir. I'tisam Bölümünün aslına bakmak gerekir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Dinar'ın nakline göre Abdullah b. Ömer, Abdulmelik b. Mervan'a mektup yazarak bey'atta bulunmuş ve şöyle demiştir: "Gücümün yettiği kadar Allah'ın sünneti ve Resulünün sünneti üzere sana boyun eğip, itaat etmeye söz veriyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kitaba ve Sünnete Sarılma." Başlıkta yer alan "el-i'tisam", "el-ısme" kökünden türemiş iftial babından bir kelimedir. Bundan maksat Yüce Allah'ın "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın" (AI-i İmran 103) emrine yapışma ve sarılma anlamındadır. Kirmanı şöyle demiştir: Bu başlık Yüce Allah'ın "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışzn"(AI-i İmran 103) ayet-i kerimesinden alınmıştır. Zira "el-habl" kelimesinden maksat, istiare yoluyla Kitap ve Sünnettir. Bunların ikisinin ortak noktası, hedefe ulaştıran araç olmalarıdır. Hedef sevap ve azaptan kurtuluştur. Ayrıca "elhabl=ip" sulama ve başka amaçları elde etmeye de sebeptir. "el-Kitab" kelimesinden maksat, okunarak ibadet edilen Kur'an'dır, "sünnet" kelimesi ile kastedilen ise Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözleri, fiilleri, takriri ve yapmaya önem verdiği şeylerdir. "Sünnet" Arapçada "yol" anlamına gelir. UsOVmetodoloji bilginleri ile muhaddisierin teriminde ne anlama geldiği geçmişti. Bazı fıkıh bilginleri bunu müstehapla eş anla!TIlı olarak kullanmışlardır. İbn Battal şöyle demiştir: Allah'ın kitabı veya Nebiinin sünneti ya da bu iki kaynaktaki bir nitelik üzerine alimlerin icmaı olmaksızın hiç kimse için korunmuşluk yoktur. Bundan sonra İbn Battal Nebiden nakledilen (söz, fiil ve takrir) itibarıyla sünnetten söz etmiştir. Yüce Allah'ın "Bugün size dininizi ikmal ettim" ifadesinin zahiri, dinle ilgili şeylerin bu ayetle birlikte kemale erdiğini göstermektedir. Bu ayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından yaklaşık seksen gün önce inmişti. Buna göre bu ayetten sonra ahkamla ilgili olarak hiçbir şey inmemiştir. Ancak bu düşünce tartışılır. Bir grup bilgin ayette geçen "ikmal" kelimesinden maksadın hükümlerin dayanağı olan ana esaslarla ilgili olduğunu, yoksa bunlardan kaynaklanan detay (fürO) hükümler olmadığını söylemişlerdir. Buradan hareketle ayette kıyası inkar edenlere destek olacak herhangi bir durum yoktur. Onların delillerini birinci görüşü kabul ederek reddetmek de mümkündür. Şöyle ki olayların hükme bağlanmasında kullanılan kıyas, Allah'ın kitabından alınmıştır. Ortada hiçbir şey olmasa ve sadece "Nebi size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının"(Haşr 7) ayetinin genelliği olsa bu bile yeterdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kıyası emrettiği ve kabul ettiği haberlerde yer almaktadır. Dolayısıyla kıyas "ikmal" niteliğinin genelliği kapsamına girmiş olur. "Enes b. Malik Müslümanların Ebu Bekir' e bey'at1arının ertesi güne Ömer' in Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberine çıkarak şöyle dediğini işitti." Bunun açıklaması Ahkam Bölümünün sonlarında el-İstihlaf başlığı altında geçmişti. Haberin devamı orada daha mükemmel ve tamdır. İmam Buhari bu rivayette "Allah, Resulü için kendi katındaki sevap ve şerefi, sizin katınızdaki makam ve mansıblara tercih etmiştir" ifadesine yer vermiştir. Bu şu demektir: Allah, Resulü için kendi katındaki sevap ve onuru, sizin katınızdaki makamlara tercih etmiştir. Üçüncü hadis olan İbn Abbas hadisinin açıklaması İlim Bölümünde geçmişti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ben cevamiu'l-kelim (özlü ve kapsamlı sözler) ile gönderildim. Bana (bir aylık mesafedeki düşmanın gönüllerine) korku salmak suretiyle yardım edildi. Bir de ben uyuduğum sırada bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları getirildi de benim elime konuldu." (Sonra) Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (bu hazinelerden hiçbirisine nail olmadan bu dünyadan) gitti. Şimdi siz bu hazineleri iştahla yiyorsunuz. Ebu Hureyre burada "telğasuneha" veya "terğasuneha" ya da buna benzer bir fiil kullandı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Hiçbir Nebi yoktur ki ona insanlığın gördüğünde emin olmasına -veya iman etmesine- sebep olacak bir mucize verilmiş olmasın. Bana verilen ise Yüce Allah'ın bana vahyettiği vahiydir. Ben kıyamet günü o Nebilerin içinde mensubu en kalabalık olanı olacağımı umarım." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ben cevamiu'l-kelim ile gönderildim sözü." İmam Buhari bu konuda Ebu Hureyre'den iki hadise yer vermektedir. Bunlardan birisi yukarıdaki başlıkta yer alan ifade ile naklediimiştir. Buhari bu cümleye hadisin devamını şu şekilde eklemiştir: "Bana (bir aylık mesafedeki düşmanın gönüllerine) korku salmak suretiyle yardım edildi. Bir de ben uyuduğum sırada bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları getirildi de benim elime konuldu" Cevamiu'l-kelimin açıklaması Tabir Bölümünde "Rüyada Elde Anahtarlar Görme" başlığı altında geçmişti. Orada bu ifadenin Zührl'den nakledilen tefsiri yer almaktaydı. Kısaca söylemek gerekirse Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözcükleri az, ancak ifade ettiği mana çok olan bir ifadeyle konuşurdu. Zührı'den başkası "cevamiu'l-kelim" tabirinden maksadın, '\::.=gönderildim" cümlesinin karinesi ile Kur'an olduğunu ifade etmiştir. Kur'an kısa söz ve geniş mana açısından bir zirvedir. "Düşmanların kalbine korku salmakla yardım olundum" ifadesinin açıklaması Teyemmüm Bölümünde geçmişti. "Şimdi siz bu hazineleri iştahla yiyorsunuz." Bu ifade önceki zikredilen isnada bitişiktir. Burada yer alan "Jj=geçti gitti" yani öldü anlamındadır. "Ebu Hureyre burada 'telğasuneha' veya 'terğasuneha' ya da buna benzer bir fiil kullandı." En uygun olanı bu kelimenin "er-regas" kökünden türemiş olduğudur. Bu refah içinde yaşamanın kinayeli anlatımıdır. Aslı "regase'l-cedyu ümmehu" ifadesinden türemedir ki bunun manası, oğlak anasını emdi demektir veya kelime "ergasethu" fiilinden türemedir ki manası annesi oğlağı emzirdi demektir. İbn Battal şöyle demiştir: "el-legas" köküne gelince, bunu karıştırdığım sözlüklerde bulamadım. Ben onun kitabındaki bir haşiyede bu iki kelimenin sahih birer sözcük olduklarını ve manalarının "bir şeyi iştahla yemek" olduğunu gördüm. Nevevı şöyle der: Yeryüzünün hazineleriyle kastedilen Müslümanların önüne açılacak olan dünyalıklardır. Bu, ganimet ve hazineleri kapsamaktadır. "İnsanlığın gördüğünde emin olmasına -veya iman etmesine- sebep olacak bir mucize verilmiş olmasın." Bu hadisin geniş bir açıklaması -hamdolsun Allah'a- Fedailu'l-Kur'an bölümünün baş taraflarında geçmişti. "Bana verilen ise" ifadesindeki "hasr" şurdan kaynaklanmaktadır. Kur'an, mucizelerin en büyüğü, en faydalısı ve en devamlı alanıdır. Zira bu kitap, zamanın sonuna kadar içinde daveti, hücceti ve devamlı yararı bulundurmaktadır. Ona faziletçe eşit olmak şöyle dursun yakın olan bir şey bile bulunmadığına göre onun dışındaki şeyler yok hükmündedir. Bilginlerin cevamiu'l-kelime örnek olarak verdikleri ayetler arasında şu iki ayet de vardır: "Eyakıl sahipleri kısasta sizin içi,n hayat vardır. "(Bakara 179) "Her kim Allah 'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve ondan sakmırsa işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir."(Nur 52) Bunun dışında başka ayetleri sıralamak da mümkündür. Hadisten cevamiu'l-kelim örnekleri arasında Aişe r.anha'nın rivayet ettiği "Bizim prensibimiz üzere olmayan her iş (sahibine) reddedilir"(Buhari, İ'tisam; Müslim, Akdiyye) hadisi ile "Allah'm kitabında bulunmayan her şart batıldır"(Buhari, Şurut; Müslim, itk) hadisi ve Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği "Size bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız" hadisidir. Bu hadisin açıklaması yakında gelecektir. Bir diğer hadis ise Mikdam'ın naklettiği "Ademoğlu karnından daha kötü bir kabı doldurmamıştır" hadisidir.(İbn Mace, et'ime; Tirmizi, Zühd) Bu hadisi Sünen imamları rivayet etmişlerdir. İbn Hibban, Hakim ve hadisleri çokça araştıran daha başka bilginler sahih olduğunu ifade etmişlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Vail şöyle demiştir: Bu mescidde (Kabe'de) Şeybe ile birlikte oturdum. Şeybe bana "Senin bu oturduğun yerde Ömer benimle birlikte oturdu ve 'Bu Kabe'de sarı (altın) ve beyaz (gümüş) namına ne varsa Müslümanlar arasında taksim etmeyi düşündüm' dedi." Ben de ona "Bunu yapamazsın" dedim. Ömer "Niçin?" diye sordu. Şöyle cevap verdim: "Çünkü senin iki arkadaşın (Nebi s.a.v. ve Eba Bekr) bunu yapmadılar" dedim. Ömer "O ikisi kendilerine uyulan örnek şahsiyetlerdir" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Huzeyfe şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: "Emanet gökten insanların kalplerinin özüne inmiştir. Kur'an nazil olmuş ve onlar Kur'an'ı okumuşlar, sünnetten öğrenmişlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Murre el-Hemedani'nin nakline göre Abdullah şöyle demiştir: Sözün en güzeli Allah'ın kitabı, hidayetin en güzeli Muhammed'in hidayeti, işlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır. Size vaad edilen mutlaka gelecektir. Siz bunu önleyemezsiniz

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid r.a. şöyle demişlerdir: Bir gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunduğumuz bir sırada davalı ve davacıya '1\ranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ümmetimin herbir ferdi -kaçınanlar hariç- cennete girecektir" buyurmuştur. Orada bulunanlar "Ya Resulallahi Kaçınan kimdir?" deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bana itaat eden cennete girecektir, bana karşı gelen kaçınmıştır" diye cevapladı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Bir gün melekler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem uyurken kendisine geldiler. İçlerinden biri "O uyuyor" dedi. Bir diğeri "Gözü uyuyor ama kalbi uyanıktır" dedi. Melekler "Bu arkadaşınız bir örnektir" dediler. İçlerinden biri "Onu örnek veriniz" dedi. Bir diğeri "O uyuyor" dedi. Bazıları "Gözü uyuyor ama kalbi uyanıktır" dediler. Melekler şöyle dediler: O, bir ev yapıp, içinde ziyafet veren ve sonra halkı yemeğe davet eden kimseye benzer. Davetçiye icabet eden eve girer ve ziyafetten yer. Davetçiye uymayan eve girmez, ziyafetten yemez. Melekler "Bunu ona tevil edin de anlasın" dediler. İçlerinden birisi "O uyuyor" dedi. Bazıları "Gözü uyuyor ama kalbi uyanıktır" dediler. Sonra hep birlikte "Burada yer alan ev cennet, davetçi Hz. Muhammed'dir. Muhammed'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Ona karşı gelen Allah'a karşı gelmiştir. Muhammed insanların arasını ayırmıştır" dediler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Huzeyfe r.a. şöyle demiştir: "Ey kurra topluluğu! Dos-doğru olunuz. Siz uzun bir mesafe aldınız. Eğer sağa ve sola saparsanız, büsbütün sapıtmış olursunuz

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Musa'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Benimle Yüce Allah'ın benimle birlikte gönderdiğinin benzeri bir kavme gelen kimse gibidir. O kişi 'Ey topluluk! Ben orduyu iki gözümle gördüm. Ben çıplak uyarıcıyım, kurtuluşa geliniz' der. Ona kavminden bir zümre itaat eder ve gecenin ilk vaktinden yola çıkarlar. Acele etmeksizin yürürler ne kurtulurlar. Bir zümre de yalanlar ve bulundukları yerde sabahı ederler. Sabahleyin ordu karşılarına dikilir. Onları helak edip, kırıp geçirir. Bu bana itaat edip, getirdiğime tabi olanla, bana karşı gelip, getirdiğim hakkı yalanlayanın örneğidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat edip, arkasından Ebu Bekir halife olunca, Araplardan bazıları küfre geri döndü. Ömer, Ebu Bekir'e dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'İnsanlar la ilahe illallah deyinceye kadar onlarla çarpışmakla emrolundum. La ilah e illallah diyen benden malını ve -haklı bir gerekçe ile olması hariç- canını korumuştur. Haklı bir gerekçe ile öldürülenin hesabı Allah'a aittir' dediği halde sen insanlarla nasıl çarpışırsın?" Ebu Bekir şöyle cevap verdi: "Vallahi namazIa zekat! birbirinden ayıranla çarpışacağım. Çünkü zekat malın hakkıdır. Allah'a yemin olsun ki bana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verdikleri zekat! vermezlerse bu yüzden onlarla çarpışırım." Ömer "Allah'a yemin olsun ki Yüce Allah'ın Ebu Bekir'in savaş konusunda kalbine genişlik verdiğini gördüm ve anladım ki o hak üzeredir" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr geldi ve kardeşinin oğlu el-Hurr b. Kays b. Hisn'ın yanına konakladı. - O, Hz. Ömer'in yakın adamlarındandır. Kurra yaşlı veya genç Ömer'in meclisine katılan. ve danişmalarda bulunduğu kimselerdendi.- Uyeyne kardeşinin oğluna dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu! Senin bu emırin (halifenin) katında herhangi bir itibarın var mı? Benim için izin istesen de onunla başbaşa görüşsem?" dedi. el-Hurr "Senin için ondan izin isteyeceğim" dedi. İbn Abbas şöyle dedi: el-Hurr, Uyeyne için izin istedi. Uyeyne, Ömer'in huzuruna girince "Ey Hattab'ın oğlu' Allah'a yemin olsun ki bize çok vermiyorsun ve aramızda adaletle yönetimde bulunmuyorsun" dedi. Bu söz üzerine Ömer kızdı. Hatta onu dövmeye kalkıştı. el-Hurr şöyle dedi: "Ey mu'minlerin emıri! Yüce Allah Kur'an'da 'Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir'(Araf 199) buyurmaktadır. Bu da cahillerden biridir. Allah'a yemin olsun ki el-Hurr bu ayeti kendisine okuyunca onu aşamadı. Ömer, Allah'ın kitabının hükmü nerede ise orada dururdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Fatıma bnt. el-Münzir'in nakline göre Esma bnt. Ebi Bekr şöyle demiştir: Güneş tutulduğu zaman Aişe r.anha'ya gelmiştim. İnsanlar ayakta Aişe r.anha de ayakta namaz kılıyordu. Ben "İnsanların neyi var?" diye sordum. Aişe r.anha eliyle göğe doğru işaret etti ve "Sübhanallah!" dedi. Ben "Mucize mi?" dedim. Aişe r.anha başıyla evet işareti yaptı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazı bitirince, A1lah'a hamdetti ve onu layık olduğu şekilde övdü. Sonra şöyle dedi: "Şu anda durduğum yerde cennet ve cehennem ile ilgili olarak görmediğim hiçbir şey kalmadı gibi. Yüce Allah bana vahiyle bildirdi ki sizler kabirlerde Deccal'in fitnesine yakın bir fitneye uğrayacaksınız. mu'mine -veya Müslümana burada ravi Fatıma, Esma'nın hangi kelimeyi kullandığım hatırlamadığını ifade etmiştir- gelince, o şöyle der: Muhammed bize delilleri getirdi. Biz ona icabet ettik ve iman ettik. Kendisine "Salih bir kişi olarak uyu, senin inanmış olduğunu biliyoruz" denir. Münafığa -veya şüphe duyan ravi Fatıma, Esma'nın hangi kelimeyi kullandığım bilmiyorum demiştir- gelince o, "Bilmiyorum, insanların bir şeyler dediğini işitmiştim. Ben de öyle söyledim" diyecektir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizi bıraktığım sürece beni kendi halime bırakınız. Çünkü sizden öncekiler Nebilerine soru sordukları ve onlara çokça başvurdukları için helak oldular. Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız. Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Resullahın sünnetlerine uyma." Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetlerini kabul edip, anlamına göre amel etme. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözlerine gelince, bunların içinde emir, yasak ve (birtakım şeyleri) haber verme vardır. Emir ve yasağın hükmü ileride başlı başına gelecektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiillerine gelince, onlar da yakında ayrı bir bölümde gelecektir. "Yüce Allah'ın "Ve bizi takva sahiplerine önder kıl!" ayeti. İmam Buhari bunu şöyle açıklamıştır: Bizleri bizden öncekilere uyan ve bizden sonrakilerin de uyduğu önderler kıL." Taberi, İbn Ebi Hatim'in, Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla nakillerine göre İbn Abbas ayeti "Bizleri takva sahiplerine uyacakları önderler kıl" şeklinde tefsir etmiştir. Taberi'nin ifadesi böyledir. İbn Ebi Hatim'in rivayetine göre ise "Bizleri bize uyulması için hidayet önderleri kıl, bizleri sapıklık önderleri kılma" şeklinde tefsir etmiştir. Zira Yüce Allah saadet ehli olanlara "Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık"(Enbiya 73) buyurmaktadır. Bedbaht olanlar için de "Onları ateşe çağıran öncüler kl/dık (Kasas 41) ifadesini kullanmaktadır. Taberl'nin tercihine göre onlar muttakilere önder olmayı istemişler, Allah'ın muttakileri kendilerine önder kılmasını istememişlerdir. Abd b. Humeyd'in sahih bir senedIe nakline göre Katade "Bizi takva sahiplerine önder kıl" ayetindeki "imam" kelimesini hayırda lider ve yine hayırda kendilerine uyulan hidayet davetçileri kıl şeklinde açıklamıştır. İbn Ebi Hatim'in Süddı vasıtasıyla nakline göre ayetten maksat, bizi takva sahiplerine imam kıl demek değildir. Onlar şunu istemektedirler: Bizleri takva sahiplerine helal ve haram konusunda uyulan önderler kıl. "Kardeşlerim için." Hammad'ın rivayetinde bunun yerine "ashabım için" ifadesi yer almaktadır. "Bu sünnet" bu kelime ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoluna şahsi değil, bir tür ve çeşit işareti yapılmaktadır. "İnsanların öğrenmelerini ve onu sormalarını severim." "Hayırda olması durumu hariç insanları kendi hallerine bırakmaktır." Bu cümle çoğu eserlerde "dal" harfinin üstün haliyle "yeda'u" şeklinde yer almaktadır. Fiil bu haliyle "el-veda" kökündendir ki manası bırakmak, kendi haline terk etmek demektir. Küşmıhenl'nin rivayetinde ise "dal" harfi sakin olarak "dua" kökünden olmak üzere kelime "yed'u" şeklindedir. Kirmanı şöyle demiştir: İbn Avn Kur'an hakkında "yetefehhemuhu=onu anlamaya çalışıyorlar" fiilini kullanırken sünnet hakkında "yeteallemuha = onu öğrenmeye çalışıyorlar" ifadesini kullanmıştır. Sebebine gelince, genelde Müslüman Kur'an'ı daha ilk çocukluk yıllarından itibaren öğrenir. Dolayısıyla ona Kur'an'ı öğrenme tavsiyesinde bulunmaya gerek yoktur. Bundan dolayı İbn Avn onun manasını anlamaya çalışmayı ve ifadesini kavramayı tavsiye etmiştir. İki farklı ifadenin kullanılmasının sebebi şu da olabilir: Kur'an o zamanlar mushafın iki kapağı arasında toplanmışken, sünnet henüz toplanmamıştı. İbn Avn sünnetin öğrenilmesiyle onu peyderpey anlayabilmek için toplanmasını kastetmiştir. Oysa Kur'an böyle değildir. Çünkü o mushafın iki kapağı arasında biraraya getirilmiştir. Dolayısıyla Müslüman onu hemen anlamaya çalışmalıdır. "Orada" yani Kabe'de "bir şey bırakmayayım." İbn Battal şöyle demiştir: Ömer, bu ifadeyle malın Müslümanların maslahatlarına taksim edilmesini istemiştir. Şeybe kendisine Nebi s.a.v. ile ondan sonra gelen Ebu Bekir'in bu konuya el atmamaları dolayısıyla onlara muhalefet etmesinin caiz olmadığını bildirmiş ve onlara uymanın vacip olduğu kanaatini ifade etmiştir. Bizim kanaatimize gelince, bu konudaki tamamlayıcı bilgi şöyledir: Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in takriri, -değişiklik yapmadığı şeyler devam edip gittiği için- onun hükmü mesabesindedir. Dolayısıyla bu konuda ona uymak gerekir. Zira Yüce Allah'ın "Buna uyun"(En'am 153) emrinin genelliği bunu göstermektedir. Ebu Bekr' e gelince, onun bu işe el atmamış olması Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözünden ve uygulamasından yukarıda sözü edilen takrire aykırı bir şey görmemiş olmasından dolayıdır. Şayet karşısına böyle bir delil çıksaydı, o bunu yapardı. Özellikle halifeliği döneminde mal az olduğu için buna ihtiyacı varken mutlaka yapardı. Ömer ise kendi halifelik döneminde mal çok olmakla birlikte ikinci hadise yani Huzeyfe'nin emanet konusundaki hadisine evleviyetle değinmez. Bu hadisin şerhi Fiten bölümünde geçmişti. "İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır." Bu ibarede yer alan "elmuhdesat" "muhdese" kelimesinin çoğuludur. Muhdese, sonradan uydurulan, şeriatta aslı esası olmayan demektir. Buna şeriat örfünde "bid'at" denilir. Şeriatın delalet ettiği aslı olan şey ise bid'at değildir. Bid'at, şeriat örfünde dilin aksine kınanmıştır. Çünkü dil açısından daha önce geçmiş bir örneğe benzemeksizin ortaya çıkan her şeye -ister övülsün, ister kınansın- bid'at denir. "el-Muhdese" konusunda da hüküm böyledir. Hz. Aişe radıyallahu aııha hadisinde yer alan "Sonradan ortaya çıkan durum" hakkında da hüküm böyledir: Aişe r.anha hadisi şöyledir: "Kim bizim bu yolumuzda onda olmayan bir şeyi uyduracak olursa bu reddedilir." Bu hadisin açıklaması ve izahı Ahkam Bölümünde kısa bir süre önce geçmişti. Cabir'in işaret edilen hadisinde "Her bid'at sapıklıktır" buyurulmuştu. el-İrbad b. Sariye hadisinde ise "Sonradan uydurulan şeylerden sakınınız. Çünkü her bid'at sapıklıktır" buyurulmuştur. Bu hadisin baş tarafı "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize son derece belağatli bir öğütte bulundu" şeklindedir. Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi rivayet etmişler, İbn Mace, İbn Hibban ve Hakim sahih olduğunu belirtmişlerdir.(Ahmed b. Hanbel, Müsned, ıV, 126; Ebu Davud, Sünne; TIrmizi, İlim) Bu hadis mana açısından yukarıda işaret edilen Aişe r.anha hadisine yakındır. Hadis, cevamiu'l-kelim örneklerinden biridir. İmam Şafii şöyle demiştir: "Bid'at ikiye ayrılır; Güzel ve çirkin. Sünnete uygun olan güzeldir, ona aykırı olan da kınanmıştır." İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Sizler fıtrat üzere oldunuz. İleride (bir şeyler) uyduracaksınız ve size de uydurulacak. Sonradan uydurma bir şey gördüÇjÜnüzde ilk hidayete yapışınız." Hadislerin tedvin edilmesi, Kur'an'ın tefsiri, sırf reyden yararlanarak ortaya çıkarılan fıkhı meselelerin tedvini, sonra kalplerin amellerine dair şeylerin tedvini. Bunlar, hep sonradan ortaya çıkan şeylerdendir. Bunlardan birincisine (hadislerin tedvini) Ömer ve Ebu Musa tepki göstermişlerdi, çoğunluk ise buna ruhsat vermişti. İkinciye (Kur'an'ın tefsiri) gelince, Şa'bı gibi tabiun alimlerinden bir grup bunu reddetmişlerdir. Üçüncüye gelince (fıkhı meselelerin tedvini) buna Ahmed b. Hanbel ve sayıca az bir zümre tepki göstermişlerdir. Aynı şekilde Ahmed b. Hanbel'in ondan sonrakine tepkisi de şiddetli olmuştur. Sonradan ortaya çıkan şeylerden birisi de dini esaslar konusundaki sözlerin tedvinidir. Buna bazıları olumlu tavır takınırken, bazıları karşı durmuşlardır. Buna olumlu bakanlar (Allah'ı başka bir şeye) benzetecek dereceye düşmüşler, diğerleri ise inkarda ileri gidip, bunların tamamını yok kabul etmişlerdir. Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Şafii gibi selef bilginlerinin buna tepkisi şiddetli olmuştur. Onların, kelamcıları kınama konusundaki ifadeleri meşhurdur. Bunun sebebi kelamcıların Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının söz etmedikleri konularda konuşmalarıdır. İmam Malik'in "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir, Ömer döneminde heva ve hevesten hiçbir şey yoktu -O, bununla Haricilerin, Rafızlıerin ve Kaderiyenin bid'atlerini kastetmektedir.- Faziletli olan ilk üç nesilden sonra gelenler tabiun ve etbau't-tabiın imamlarının inkar ettikleri bir çok konuda geniş davranmışlar, bununla da yetinmeyerek dini meseleleri Yunan kelamı ile birbirine karıştırmışlar, filozofların sözlerini asıl kabul ederek ona muhalif olan haberleri tevil ile -çirkin bile kaçsa- bu asla bağlamışlardır. Sonra bununla da yetinmemişler, tertip ettikleri şeyin ilimIerin en şereflisi ve en önce öğrenilmesi gereken ilim olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Onlara göre üzerinde ittifak ettikleri bu şeyleri kullanmayanlar avamdan olup, cahildirier. Netice olarak mutluluğu elde edecek kişi, selef bilginlerinin yoluna yapışan ve halefin uydurduklarından kaçınandır. Bu uydurma şeylere mutlaka yapışacaksa ihtiyacı kadarıyla yetinsin ve birinciyi asıl hedef olarak alsın. Başarıya ulaştıracak olan Yüce Allah'tır. Ahmed b. Hanbel'in ceyyid bir isnadla nakline göre Gudayf b. el-Haris şöyle demiştir: Abdulmelik b. Mervan bana şöyle bir haber gönderdi: "Biz insanları Cuma günü minber üzerinde imamın ellerini kaldırması, sabah ve ikindi namazından sonra cemaate va'zetmesi konusunda görüş birliği oluşturduk." Gudayf şöyle demiştir: Bahsettiğim bu iki mesele bence sizin bid'atlerinizin en bariz olanıdır. Ben size bu iki konuda cevap verecek değilim. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu. "Herhangi bir kavim bir bid'atı ortaya çıkarır çıkarmaz sünnetten onun kadar bir şeyi giderir. Bir sünnete yapışmak, bir bid'atı ortaya çıkarmaktan daha hayırlıdır. "(Ahmed b. Hanbel 4, 105) Bu sünnette aslı olan bir konuda sahabinin cevabı olunca, sünnette dayanağı olmayan bir hususta ne cevap vereceğini zannedersin! Sünnete muhalif olan bir şeyi içinde bulunduran şeye karşı ne tepki vereceğini düşünürsün! "Ümmetimin herbir ferdi -kaçınanları yan çizenler hariç- cennete girecektir." urada yer alan "........" fiili "el=kaçındı / yanaşmadı / yan çizdi" anlamınadır. Ifadenin zahirinden anlaşılan bu genelliğin sürekli olduğudur. Çünkü ümmetin herbir ferdi cennete girmekten kaçınmaz. Zaten bundan dolayı orada bulunanlar "Kaçınanlyan çizen/yanaaşmayan kimdir?" diye sormuşlardır. Buradan anlaşılıyor ki cennete girmekten kaçınmanın onlara isnadı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinden kaçınmanın -bu ona isyandır- mecazi anlatımıdır. Ahkam Bölümünün baş tarafında "Her kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir" şeklindeki Ebu Hureyre hadisi ve geniş bir açıklaması geçmişti. "Melekler 'Bunu ona tevil edin de anlasın' dediler." Tabir alimlerinin "Rüyada tabir yapıldı mı ona itibar edilir" şeklindeki görüşleri, bu ifadeden alınmıştır demişlerdir. İbn Battal şöyle der: "Bunu ona tevil edin" ifadesi rüyanın rüyada tabir edildiği üzere olduğunu gösterir demişlerdir. Ancak bu tartışılır. Zira rüyayı gören Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve görülen melek olduğundan dolayı bu hükmün bu olaya mahsus olma ihtimali vardır. Netice olarak bu başkaları hakkında geçerli bir kuralalamaz. "Muhammed' e itaat eden, AIlah'a itaat etmiş olur." Çünkü o sözkonusu ziyafetin sahibinin elçisidir. Her kim bu davete icabet eder ve o eve dahil olursa o ziyafetten yer. Bu da cennete girmenin kinayeli anlatımıdır. Bunun açıklaması Sa'id'in rivayetinde daha önce geçmişti. O rivayet şöyleydi: "Sen ya Muhammed! Allah'ın Resulü! Kim sana icabet ederse cennete girer. İslama giren cennete girer. Cennete giren orada bulunanlardan yer." "Eğer sağa veya sola saparsanız." Yani sözkonusu duruma muhalefet ederseniz. Huzeyfe'nin ifadesi Yüce Allah'ın "Şüphesiz bu benim doğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah 'ın yolundan ayırır"(En'am 153) ayet-i kerimesinden alınmıştır. Merfu hükmünde olan bu Huzeyfe hadisi, muhacir ve ensardan ilk nesiin faziletine işaret etmektedir. Zira onlar istikamet üzere yürümüşler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda şehit düşmüşler veya ondan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yolu üzere yaşamışlar, sonra şehit düşmüşler ya da yataklarında vefat etmişlerdir. Çıplak uyarıcı ile ilgili olan dokuzuncu Ebu Musa hadisinin açıklaması Rikak Bölümünde Günahlardan Vazgeçme başlığı altında geniş bir şekilde açıklanmıştı. "Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedr geldi." Yani Uyeyne el-Fezari geldi. Bu Uyeyne sahabeden kabul edilmektedir. Uyeyne cahiliye döneminde cesaret, cehalet ve katılıkla meşhurdu. Meğazi Bölümünde ondan söz edilmektedir. Uyeyne daha sonra Mekke'nin fethinde Müslüman oldu ve Nebi s.a.v. ile birlikte Huneyn savaşında bulundu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem müellefe-i kulub ile birlikte ona bağışlarda bulundu. Uyeyne'nin Ebu Bekir ve Ömer'le birlikte yaşadıkları bir olay vardır. O Ebu Bekir' den bir toprak parçası istedi. Ömer ise bunu kabul etmedi. İmam Buhari bu olayı et-Tarihu's-Sağir isimli eserinde zikreder. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "el-ahmaku'l-muta' = itaat edilen ahmak" adını verdi. Uyeyne Nebilik iddiasında bulunan Tulayha el-Esedl'ye uyanlardan biriydi. Müslümanlar, mürtedlerle yaptıkları savaşta onlara galip gelince, Tulayha firar etti, Uyeyne ise esir düştü. Ebu Bekir onu getirdi ve tövbe etmesini istedi, o da tövbe etti. Uyeyne'nin Medine'de Hz. Ömer'in huzuruna gelmesi durumu düzeldikten ve fetihlerde bulunduktan sonradır. Uyeyne' de bedevilere mahsus katılık vardı. "O, Ömer'in yakın adamlarındandır." Sözünün anlamı şöyle izah edilir: Buhari bundan sonra bunun sebebini şöyle açıklar: "Kurra" yani ibadete düşkün olan alimler "Ömer'in meclisine gelip gidenlerdi." Bu ifade, el-Hurr'un da bu özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. "Senin bu emırin (halifenin) katında herhangi bir itibarın var mı?" Bu Uyeyne'nin katılıkları arasındadır. Çünkü "bu emir" diyeceğine, "emırü'lmu'min!n" diyebilirdi. Fakat o büyüklerin mertebelerini bilen biri değildi. "Benim için izin istesen de onunla başbaşa görüşsem." Zira Ömer evine çekildiği ve istirahat ettiği zamanlar hariç insanlardan kaçınan bir halife değildi. Bundan dolayı Uyeyne'ye "Kendisiyle baş başa kalabilmen için ondan izin isteyeceğim" demiştir. İbn Abbas dedi ki: "O" yani el-Hurr, "Uyeyne için izin istedi." Uyeyne içeri girince, "Ey Hattab'ın oğlu" dedi. Buradaki "Ey Hattab'ın oğlu" ifadesi de Uyeyne'nin kaba davranışlarından biridir. Çünkü "emıru'l-mu'minın" diyeceğine "Ey Hattab'ın oğlu" demiştir. "Allah'a yemin olsun ki bize çok vermiyorsun" yani çok vermeyeceksin. İfadede geçen "el-cezel" kelimesinin aslı, büyük miktarda odun demektir. "Hatta onu dövmeye kalkıştı." "........=onu aşamadı" cümlesinin manası, ayetin delalet ettiğinin dışında bir şey yapmadı. Tam tersine onun gereğine göre amel etti demektir. Bundan dolayı "Ömer, Allah'ın kitabının hükmü nerede ise orada dururdu" ifadesini kullanmaktadır. Yani o Allah'ın kitabında olanlarla amel eder ve onu bir yana bırakıp, daha ileri gitmezdi. Bu ifade "Bu ayet muhkemdir" görüşünü taşıyan çoğunluğun yaklaşımını takviye etmektedir. Taberi bu konuda selef alimlerinin görüşlerine yer verdikten sonra -ki bunların arasında ayetin kıtal ayetiyle neshedildiği kanaatini taşıyanlar bulunmaktadır.- Şöyle demektedir: En doğru olanı ayetin mensuh olmadığıdır. Zira Yüce Allah müşriklere meydan okuyarak Nebiine öğretisini bildirmektedir. Ayette neshe delalet eden bir unsur yoktur. Sanki ayet Hz. Nebie müşriklerden savaşması emredilmeyen kimselerle nasıl yaşayacağını tarif etmek için indirilmiştir ya da bununla Müslümanlara eğitim verilmek istenmiş ve daha öncekilerin bağışlama vasfını almaları emredilmiştir. Dolayısıyla bu, vacip olmayan hususlarda insanların birbirleriyle nasıl yaşayacaklarının Yüce Allah tarafından öğretilmesidir. Vacip olana gelince, bunu gerek yaparak, gerekse yapmayarak mutlaka yerine getirmek gerekir. Rağıb şöyle demiştir: "Af yolunu tut" ifadesinin manası alması kolayolanı al demektir. Bazıları insanlara af ile muamele et anlamına gelir demişlerdir. Buna göre mana, insanların fiillerinden ve ahlaklarından sana kolayolanı külfetsiz olarak aL. Onlardan güçlerini bitirecek olan şeyleri ve kendilerine zor olanları talep etme ki nefret edip kaçmasınlar demek olur. Bu tıpkı "Kolaylaştmnız, zorlaştırmayınız" hadisi gibidir. "Sizi bıraktığım sürece ... " Yani sizleri herhangi bir şeyi emredip, yasaklamaksızın kendi halinize bıraktığım sürece. Bu emirden maksat, hakkında vaciplik veya haramlık iner korkusuyla henüz vuku bulmamış şeyin hükmünü sormayı terk etmek ve çok soru sormayı bırakmaktır. Zira bu, genellikle kargaşa ve inatlaşmaya götürür. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu emri vermesinin bir başka sebebi mükelleflere ağır gelecek bir cevap verilmesi endişesidir. Bu bazen o emre sarılmayı terke ve neticesinde emre aykırı davranmaya sebep olur. "Size bir şeyi yasak ettiğim de ondan kaçınınız." Burada geçen yasaklık, bütün yasaklıkları kapsamaktadır. Bundan içki içmek örneğinde olduğu gibi mükellefe zorla yaptırılan şeyler müstesnadır. Çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Bazıları bu görüşe muhalefet etmiş ve genelliği esas alarak şöyle demişlerdir: Bir günahı işlemeye yapılan zorlama o günahı mubah kılmaz. Ancak doğru olanı, ortada geçerli bir zorlama olduğu takdirde sorumluluğun olmadığıdır. Bazı Şafı alimleri bu hükümden zinayı istisna etmişler ve şöyle demişlerdir: Zina konusunda zorlama olacağını tasavvur etmek mümkün değildir. Zira zorlama altında zina eden kimse adeta bu fiile devam etmek istiyor gibidir. Aksi takdirde bir kimsenin sebepsiz yere cinselorganının sertleşmesi, sonra ilişkiye zorlanması ve bunu nikahı olmayan bir kadınla gerçekleştirmesinde herhangi bir mani yoktur. Böyle bir durum imkansız değildir. Kişi zinayı kendi irade ve isteğiyle yaparsa zinakar olur. Netice olarak zinaya zorlama tasavvur edilebilir. "İçki gibi haram olan bir şeyle tedavi, susuzluğu gidermek ve boğaza dikilen bir lokmayı aşağıya indirmek caiz değildir" diyenler delilolarak bunu göstermişlerdir. Şafil mezhebinde sahih olan görüşe göre canı korumak amacıyla üçüncünün yani boğaza dikilen şeyi haram olan bir içecekle aşağıya indirmenin caiz olduğudur. Bu durum, darda kalan bir kimsenin ölü etini yemesine benzer. Haram nesneyle tedavi ise böyle değildir. Zira o konuda yasaklık vardır. Müslim'in (Müslim, Eşribe) Vail'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içkinin deva değil, hastalık olduğunu ifade etmiştir. Ebu Davud'un (tıb) Ebü'd-Derda'dan nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Haramla tedavi olmayınız" buyurmuştur. Ebu Davud'un Ümmü Seleme'den naklettiği bir başka hadis şöyledir: "Yüce Allah ümmetimin şifasını onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır." Susuzluğa gelince, içki içmekle susuzluk gitmez. Zira bu haram bir şeyle tedavi niteliğindedir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Gerçek olan şudur ki yasak olan şeyden kaçınma emri, -darda kalanın ölü eti yemesi örneğinde olduğu gibi- yasak olan bir fiili işleme izni sözkonusu olmadığı sürece genelliği üzeredir. "Bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz yettiği kadar yapınız." Yani onu gücünüz yettiği oranda işleyiniz. Nevevı şöyle demiştir: Bu cümle cevamiu'l-kelim örneklerindendir ve İslamın kaidelerinden biridir. Birçok ahkam bu hükme dahildir. Namazın bir rüknünü veya şartını yerine getirmekten aciz olan kimse, gücünün yettiği kadarını yapar. Abdest, avret yerini örtme, Fatiha'nın bir kısmını ezberleme, tamamını vermeye gücü yetmeyen kimselerin fitrenin bir kısmını vermesi, bir mazerete dayalı olarak Ramazan' da orucunu bozan, sonra gün içinde oruç tutabilecek güce sahip olan kimsenin günün kalan kısmında oruçlu durması. Daha bunun dışında açıklaması uzun sürecek bir çok mesele buraya dahildir. Bir başkası şöyle demiştir: Hadise göre bazı şeyleri yapmaktan aciz olan kimseden gücünün yettiğini yapması sorumluluğu düşürmez. Bazı fıkıh bilginleri bunu şöyle formüle etmişlerdir: Meysur (güç yeten hareket), ma'sur ile (zor olan şeyle) düşmez. Aynı şekilde namazın bazı fiillerini yerine getirmeye gücü yetmeyen kimseden, gücünün yettiği rükünleri yapmasının sorumluluğu düşmez. Bu hadisten şari' tarafından yasaklık sabit olmadığı sürece bütün eşyada aslolanın mubah olduğu sonucu çıkarılmıştır. Yine meseleleri çoğaltmanın ve bu konuda derinlemesine gitmenin yasaklığı, bu hadise dayandırılmıştır. Beğavı Şerhu's-Sünne isimli eserinde şöyle der: Meseleler iki yönlüdür: Birincisi dini konulardan ihtiyaç duyulanları öğretme tarzındadır. Bu caizdir hatta "Eğer bilmiyorsdnız, bilenlere sorunuz" (Nahl 43) ayet-i kerimesi dolayısıyla bu, emredilmiştir. Sahabilerin enfal, kelale ve başka konularda sordukları sorular bu tür sorulardır. İkincisi soru sorarak karşı tarafı köşeye sıkıştırma ve yapmacık davranma yollu sorulardır. Bu hadiste kastedilen bu tip sorulardır. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Sözkonusu yaklaşımı hadiste bunu yasaklama ile ilgili gelen ifadeler ve selefin kınaması teyit etmektedir. Ahmed b. Hanbel'in Muaviye'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanı hataya düşüren zor meseleleri sormayı yasaklamıştır."(Ahmed b. Hanbel, V, 435) Evzaı şöyle demiştir: Hadiste geçen "el-uğIut...' zor olan meselelerdir. Evzai de şöyle demiştir: "Yüce Allah, kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek istediğinde onun diline yanıltıcı sorular sordurur. Ben bu kimseleri insanların arasında ilmi en az olan güruh olarak gördüm." İbn Vehb'in na.kline göre İmam Malik şöyle demiştir: "İlimde riyakarlık, ilmin nurunu insanın kalbinden alıp götürür." İbnü'l-Arabi ise şöyle der: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde soru sormanın yasaklığı, onlara ağır gelecek hükümlerin inebileceği korkusuna dayanıyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra artık bu korkudan emin olunmuştur. Fakat selef bilginlerinden konuşmanın mekruhluğuna dair gelen nakillerin çoğunluğu, henüz vuku bulmamış meselelerle ilgilidir." İmam Malik şöyle der: "Bu -alimler hariç- haram değilse mekruhtur. Alimler ise meseleleri dallara ayırmışlar, hazır hale getirmişlerdir. Yüce Allah onlardan sonra gelenleri bu hükümlerle yararlandırmıştır. Özellikle alimler gittikten ve ilim yeryüzünde yok olduktan sonra. Bir alim için mekruhluk, bu fiilin onu bundan daha önemli olan şeyle ilgilenmekten alıkoyması durumunda sözkonusu olur. Dolayısıyla çok vuku bulan şeyi nadiren meydana gelenlerden ayırmakta fayda vardır. Özellikle öğrenilmesinin kolayolması açısından muhtasarlarda böyle davranmalıdır. Yardım dilenecek tek varlık Yüce Allah'tır. Hadis-i şerif şu anda ihtiyaç duyulmayan şeyi bırakarak acilen ihtiyaç duyulan daha önemli şeyle meşgulolmak gerektiğine işaret etmektedir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle buyurmaktadır: Emredilenleri yapıp, yasak edilenlerden kaçınmalısınız. Henüz vuku bulmamış şeylerin hükmünü sormakla meşgulolmak yerine bunlarla meşgulolunuz. Bir müslümanın Yüce Allah'tan ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den gelen şeyleri araştırması, sonra bunları anlamak için çaba harcaması ve ne anlama geldiği konusunda kafa yorması daha uygundur. Müslüman bundan sonra öğrendikleriyle amel etmekle meşgulolur. Bunlar ilmi şeylerdense bunları doğrulamakla ve hakikatine inanmakla meşgulolur. Şayet ameli hususlardan ise bütün gücünü onları yapmak ve yapmamak noktasında harcar. Buna karşılık kişinin ilgisi emir ve yasağı duyduğunda duyduğu şeyin gereğine göre ameletmekten yüz çevirerek vuku bulması mümkün olan veya olmayan birtakım durumları öngörmeye yönelikse işte bu, yasaklık kapsamına giren hareketlerdendir. Dinde ah karnı derinlemesine öğrenmeye çalışmak ancak -cedel ve tartışma maksadıyla değil- gereğince amel etmek maksadıyla olunca güzel bir fiil olarak kabul edilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın babasından nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müslümanların içinde günahı en büyük olan, haram olmayan bir şeyin hükmünü sorup da haram kılınmasına sebep olan kimsedir" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Zeyd b. Sabit'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescidde hasırdan bir oda edindi ve burada birkaç gece namaz kıldı. Sonunda insanlar onun etrafında toplanmaya başladılar. Sonra bir gece Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sesini duymaz oldular. Onun uyuduğunu zannettiler. Bazıları Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanlarına çıkması için boğazını temizlemeye ıhı ıhı demeye başladı. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Yaptığınız hareketleri görüyorum. Ancak bunun sizefarz kılınacağından ve kılındığı takdirde ifa edemeyeceğinizden korktum. Ey insanlar! Namazı evlerinizde kılınız. Çünkü farz namaz hariç bir kimsenin en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Musa el- Eş'ari şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hoşlanmadığı birtakım şeyler soruldu. Sahabiler soru sormayı çoğaltınca, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem öfkelendi ve "Sorun!" buyurdu. Birkişi ayağa kalkarak "Ya Resulallah! Babam kimdir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Baban HuzCıfe'dir" dedi. Sonra bir başkası ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Benim babam kimdir?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Baban Şeybe'nin azatlısı Salim'dir" dedi. Hz. Ömer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüzündeki öfkeyi görünce "Biz aziz ve celil olan Al1ah'a tövbe ederiz" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muğıre'nin katibi Verrad şöyle demiştir: Muaviye, Muğıre'ye bir mektup yazarak "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den duyduğunu bana yaz" dedi. Bunun üzerine Mugıra şöyle yazdı: Allah'ın Nebii her namazın sonunda şu duayı yapıyordu: "La ilahe illallahu vahdeha la şerıke leh, lehu'l-mulkü ve lehü'l-hamdu ve hüve ala kulli şey'in kadır. Allahümme la mania li ma a'teyte ve la mu'tiye li ma men'ate. Ve la yenfeu zelceddi minke'l-ceddü=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O her şeye kadirdir. Allah'ım senin verdiğini engelleyecek, vermediğini verecek hiç kimse yoktur. Senin katında mal varlığı olana zenginliği fayda vermez." Mugıra mektubunda bir de şunu yazdı: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı zayi etmeyi yasak ederdi. O annelere karşı gelmeyi, kız çocuklarını (diri diri) toprağa gömmeyi ve dilenmeyi yasak ederdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes r.a. şöyle demiştir: Ömer'in yanında bulunduğumuz sırada bize "Zorlama ve yapmacık tavır takınmak bize yasak edildi" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneş (tam tepe noktasından batıya doğru) kayınca (odasından) dışarı çıktı ve öğlen namazını kıldırdı. Selam verince minbere çıktı. Kıyametten ve onun hemen öncesinde birtakım büyük olayların meydana geleceğinden söz etti. Sonra şöyle buyurdu: "Herhangi bir şey sormak isteyen varsa buyursun sorsun! Allah'a yemin ederim ki bana ne sorarsanız şu makamımda bulunduğum sürece onu size haber vereceğim." Enes şöyle devam etti: İnsanlar gözyaşlarına boğuldular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bana sorun" deyip durdu. Sonra birisi ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Ben nereye gireceğim" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Cehenneme" buyurdu. Abdullah b. Huzafe ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Babam kimdir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Baban Huzafe'dir" diye cevap verdi. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Dilediğinizi sorun, dilediğinizi sorun" deyip durdu. Bunun üzerine Hz. Ömer dizleri üzere çökerek şöyle dedi: "Bizler Allah'ı Rab, İslamı din ve Muhammed'i Resul olarak seçtik ve razı 01duk." Ömer'in bu sözü üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sustu, sonra şöyle buyurdu: "Bu daha iyidir. Kudretiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki az önce namaz kılarken bu duvarda bana cennet ve cehennem gösterildi. Hayır ve şerde bugünkü gibisini görmedim

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik şöyle demiştir: Adamın biri "Ya Resulallah! Babam kimdir" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Baban filanca kişidir" dedi ve "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayınız" ayeti indi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanlar soru sormaya o kadar dalacaklar ki sonunda 'Her şeyi yaratan Allah'tır. Peki Allah'ı kim yarattı?' diyeceklerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Mes'ud şöyle demiştir: Ben Medine'de bir tarlada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemla birlikte idim. O bir hurma dalına dayanmıştı. Derken Yahudilerden bir grup geldi. Bunlardan birisi "Ona ruh hakkında soru sorun" dedi. Bir diğeri "Ona hiçbir şey sormayın ki size hoşlanmadığınız şeyleri söylemesin" dedi. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına geldiler ve "Ey Ebü'l-Kasım! Bize ruhtan söz et" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir süre ayakta baka kaldı. Anladım ki ona vahiy geliyor. Vahiy bitinceye kadar ondan geride durdum, Sonra "Sana ruh hakkında soru sorarlar. Deki ruh, Rabbimin emrindendir"(İsra 85) ayeti indi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Çok soru sormanın ve kendisini ilgilendirmeyen şeyi üstüne almanın me kruhluğu." İmam Buhari attığı bu başlıkla ayeti, ileri sürdüğü mekruhluğa deli olarak göstermek ister gibidir. Bu tavır, ayetin tefsiri hakkında ileri sürülen gö• rüşlerden bir tercihte bulunmaktır. Söz konusu ayetin nüzul sebebi hakkında ihtilaftan Maide suresinin tefsirinde söz etmiş ve İbnü'l-Müneyyir'in ayetin olmuş ve olmamış şeyler hakkında çok soru sormayla ilgili olarak indiği yolundaki tercihinden söz etmiştik. Buhari"nin tutumu da bunu göstermektedir. İmam Buharl'nin bu bölümde zikrettiği hadisler bu görüşü teyid etmektedir. Fıkıh bilginlerinden bir grubun bu konudaki tepkisi çok sert olmuştur. Bunların arasında Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi' de yer almaktadır. O şöyle der: Bazı gafiller topluluğu, olayların hükmü hakkında soru sormanın yasak olduğuna inanmışlar ve bu ayeti delilolarak almışlardır. Oysa gerçek böyle değildir. Çünkü ayet, yasak olan şeyin cevabı verildiğinde üzüntüye sebep olacak soru olduğu noktasında gayet açıktır. Olayların hükmü ile ilgili sorular bu nitelikte değildir. Gerçek İbnü'l-Arabi"nin dediği gibidir. Zira ifadenin zahirinden anlaşılan bu yasaklığın vahyin indiği zamana mahsus olduğudur. Bu anlayışı Buharl'nin en başa koyduğu Sa' d hadisi desteklemektedir. Bu o kişidir ki haram olmayan bir şeyin hükmünü sorar ve haram kılınmasına sebep olur. "Çünkü böyle bir sakıncanın meydana gelmeyeceği noktasında artık güven hasılolmuştur. Bezzar' ın naklettiği hadis Sa'd hadisinin manasına dahildir. Bezzar bu hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmiştir. Hakim ise Ebü'd-Derda'dan sahih değerlendirmesiyle birlikte şöyle bir nakilde bulunmuştur: "Yüce Allah'ın kitabında helal kıldığı şeyler helaldir. Haram kıldıkları haramdır. Hüküm vermeyip, sükQt ettikleri bağışlanmıştır. Yüce Allah'ın bağışlamasını kabul ediniz. Zira Allah hiçbir şeyi unutmaz." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan sonra "Senin Rabbin unutkan değildir"(Meryem 64) ayetini okumuştur. Darekudni'nin Ebu Salebe'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah birtakım şeyleri farz kılmıştır ki bunları ihmal etmeyiniz. O birtakım şer'f cezalar koymuştur ki bunları aşmayınız. Baz! şeyleri unuttuğundan değil, size rahmetinden sükQt geçmiştir. Bunları araştırmayınız. "(Darekutni, Sünen, LV, 183) Bu hadisin Tirmizl'nin naklettiği Selman hadisinden şahidi vardır. Bir diğerini ise İbn Abbas nakletmiş olup Ebu Davud'dadır. Müslim'in Sabit vasıtasıyla Enes'ten naklettiği hadisin aslı İlim Bölümünde geçtiği üzere Buharl'de yer almaktadır. Bu hadis şöyledir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e herhangi bir şey sormamız yasaktı. Bedevilerden bu tip yasaklardan habersiz birisinin gelip O'na soru sormasından hoşlanıyorduk. Bedevi gelip Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e soru soruyor, biz de cevabını dinliyorduk. "(Müslim, İman) Müslim bu hadisi sonuna kadar nakleder. Uan başlığı altında İbn Ömer hadisinde şu ifade geçmişti: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem soru sormadan hoşlanmadı ve onu ayıpladı." Müslim' in nakline göre Newas b. Sem'an şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ila birlikte Medine' de bir yıl kaldım. Benim hicret etmeme ona soru sormaktan başka bir mani yoktu. Herhangi birimiz hicret ettiğinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e soru sorma imkanı kalmıyordu."(Müslim, Birr ve's-Sıla) Newas'ın demek istediği şudur: Kendisi bir heyet içinde Medine'ye gelmiş ve meselelerin hükmünü öğrenmek üzere bu şekilde kalmaya devam etmiştir. Çünkü o, heyet üyeliği vasfından çıkıp, sürekli ikamet durumuna düşmekten ve böylece muhacir haline gelip, soru sorma imkanını kaçırmaktan korkuyordu. Bu hadis soru sorma yasaklığına muhatap olanların, -ister heyet üyesi, ister başkaları olsun- Araplardan başkası olduklarına işaret etmektedir. Ahmed b. Hanbel'in nakline göre Ebu Ümame şöyle demiştir: "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın" ayeti inince bizler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e soru sormaktan kaçınmaya başladık. Sonra bir bedevinin yanına gittik. Ona rüşvet olarak bir hırka verdik ve "Nebi'e soru sor" dedik.(Ahmed b. Hanbel, V, 266) Ebu Ya'la'nın nakline göre Bera şöyle demiştir: Bir yıl geçerdi de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e herhangi bir meselenin hükmünü sormak isterdim ancak korkardım. Bizler bedevilerin gelip Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e soru sormasını ve sordukları soruların cevabını duyup, bundan istifade etmeyi temennı ederdik. Hadislerde sahabilerin soru sorduklarına dair ifadelere gelince bunun sözkonusu ayetin inmesinden önce olma ihtimali olduğu gibi, ayetteki yasaklığın hükmü açıklanan şeylerden ihtiyaç duyulanlara veya o anda bilme ihtiyacı içinde oldukları şeylere şamil olmama ihtimali de vardır. Kamış kullanarak hayvan boğazlamanın hükmü, Allah'a itaatten başkasını emrettiklerinde yöneticilere (emır) itaat etmenin vacip olup olmadığı, kıyamet gününün ahvali, kıyametten önce meydana gelen fitne ve savaşlara dair sorular buna örnektir. Yine onların kelale, içki içme, kumar oynama, haram aylarda savaşma, yetimler, adet hali, kadınlar, av ve başka şeyler konusundaki sorularında olduğu gibi Kur'an'la ilgili soruları da başka bir örnektir. Fakat henüz meydana gelmemiş bir mesele hakkında çok soru sormanın mekruhluğu konusunda ayeti esas alanlar, bu hükmü ilhak yoluyla elde Rtmişlerdir. Şöylesine; çok soru sormak zor olan hükümle mükellef kılınmaya sebep teşkil ettiğine göre bundan kaçınmak uygun olur. Darimı Müsned'inin baş taraflarında bu konuyla ilgili özel bir bölüm açmıştır ve orada sahabi ve tabiUndan konuyla ilgili birçok nakillere yer vermiştir. Bunlardan biri İbn Ömer'in şu ifadesidir: "Henüz meydana gelmemiş şeyi sormayınız. Çünkü ben (babam) Hz. Ömer'den henüz meydana gelmemiş şeyin hükmünü sorana lanet okuduğunu işittim." Hz. Ömer de "Size henüz meydana gelmemiş olan şeyin hükmünü sormayı yasaklıyorum. Çünkü meydana gelmiş olanlarla ilgili bizim (büyük bir) meşguliyetimiz vardır" demiştir. Zeyd b. Sabit'e herhangi bir şeyin hükmü sorulduğunda "Bu oldu mu?" diye sorar, kendisine "Hayır" denildiğinde "Meydana gelinceye kadar bekleyin sonra sorarsınız" diye cevap verirdi. Bazı imamlar şöyle demişlerdir: Gerçek şu ki hakkında herhangi bir nas bulunmayan şeyi araştırmak iki şekilde olur: Birincisi onun farklı şekilleriyle birlikte nassın delaletine dahil olup olmadığı araştırılır. Bu çirkin bir şey değil, arzu edilen bir durumdur. Dahası belki de müçtehidler arasından bunu yapabilecek tek kişi kalanlar için farz bile olur. İkincisi farkların şekilleri üzerinde iyice düşünmekle olur. Böylece bilgin birbirine benzer olan şeyleri arada birlik niteliği olduğu halde şer'an etkisi olmayan bir farkla birbirinden ayırır ya da bunun aksini yapar yani birbirinden farklı olan şeyleri mesela. geçerli olmayan bir nitelikle birleştirir. Selef bilginlerinin kınadığı budur. İbn Mesud hadisi, tam da bu tavra uygun düşmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "(Fiillerinde ve sözlerinde haddi aşan ve aşırı giden, herşeyi) derinlemesine araştıranlar helak olmuşlardır" buyurmuştur. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.(Müslim, İlim) Bilginler bu tip bir hareketin boş yere zaman kaybı olduğu kanaatine varmışlardır. Kitaptan, sünnetten ve icmadan dayanağı olmayan bir mesele üzerine detayı çoğaltmak da böyledir. Bu gerçekten meydana gelmesi nadir olan şeylerdendir. Kişi buna zaman harcar ama zamanını başka bir mesele için harcasa daha iyi olurdu. Özellikle bu yapılan hareket, vukuu çok olan şeyi beyan etmede genişlemeyi dikkatten kaçırmaya sebep oluyorsa! Çok soru sormada bundan daha beteri, şeriatın nasıllığını sormayarak iman etme esasını getirdiği gaybi şeyleri araştırmadır. Bunlardan birisi de his ve duyu aleminde şahidi olmayandır. K.ıyametin vaktini, ruhu, bu ümmetin ömrünü sormak ve buna benzer ancak nakille bilinebilecek şeyleri merak etmek bu kabildendir. Bunların çoğu hakkında herhangi bir şey sabit değildir ki araştırmadan ona iman etmek gereklidir. Bundan daha kötüsü ise hakkında çok soru sormanın insanı şüpheye ve şaşkınlığa sürüklediği şeydir. Bunun örneği Ebu Hureyre hadisinde şöyle gelecektir: ""İnsanlar soru sormaya o kadar dalacaklar ki sonunda 'Her şeyi yaratan Allah'tır. Peki Allah'ı kim yarattı?' diyeceklerdir." Bu hadis, bu bölümün sekizinci hadisidir. "Haram kılındı." İbnü't-Tin şöyle der: Buna bitişik olan günah, Müslümanları sorduğu soru dolayısıyla zarara sokmaktır. Buna örnek, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sorudan önce helal olan konuda onlara hareket yasağı getirmesidir. Iyaz şöyle demiştir: Hadisteki "el-curm" kelimesinden maksat, karşılığında ikab olan günah anlamında değil, Müslümanların üzerine bir hükmün gelmesine sebep olmak manasındadır. Çünkü soru sormak mubahtl. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bana dilediğinizi sorunuz" buyurmuştur. Ancak Nevevi, Kadı Iyaz'ı tenkit etmiş ve şöyle demiştir: Bu, zayıf hatta batıl bir cevaptır. Doğru olan Hattabi, Teymive başkalarının söyledikleridir. Buna göre "cürüm"den maksat günahtır. Bilginler bunun hiç ihtiyaç yokken sırf zorlama ve inatla soru soran kimselere mahsus olduğunu söylemişlerdir. Günahın bunlara mahsus olmasının sebebi, ihtiyaç duyulan konularda soru sorma emrinin varlığıdır. Zira Yüce Allah "eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz" buyurmuştur. Bir kimse başına gelen bir olayın hükmünü sorarsa mazurdur, bundan günaha girmez ve kınanmaz. Soru sorma emri ve bundan yasaklık diğerinde olmayan bir yöne mahsustur. Nevevi şöyle der: Buradan bir şey yapıp da başkasına zarar veren kimsenin günaha girdiği sonucu çıkmaktadır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Eşyada aslolan -şeriattan aksine bir hüküm gelmedikçe- mubahlıktır. 2- Bu hadisten İmam Buhari'nin attığı başlıktan başka şey daha anlaşılmaktadır. O da sahabilerin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in durumunu gözetmeleri ve öfkelendiğinde ona çok şefkatli davranmalarıdır. Öfkenin sebebi, onunla ilgili olan bir konunun sahabileri de kapsayacağı endişesidir. Hadisten ayrıca Hz. Ömer'in ona karşı nazlandığı anlaşılmaktadır. 3- Öğüt verme esnasında öfkelenmek mümkündür. 4- Bir öğrenci kendisinden istifade ettiği hocanın önünde diz çökebilir. 5- Fitnenin meydana geleceğine dair karinenin ortaya çıktığı bir şeyin varlığında ondan A1lah'a sığınmak meşrudur. İbn Abdilberr şöyle demiştir: İmam Malik' e çok soru sormanın yasaklığının ne demek olduğu soruldu. O da şöyle cevap verdi: Bilmiyorum Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizin yaptığınız şekilde olayların hükmünü sormayı mı yasakladı, yoksa insanların mal dilenmesini mi yasakladı? İbn Abdilberr şöyle der: Doğrusu birinci şıktır. İkinciye gelince, bunun az ve çokluğunu birbirinden ayırıp, az olursa caizdir, çok olursa değildir demenin herhangi bir manası yoktur. İbn Abdilberr şöyle devam eder: İfade edildiğine göre sahabiler bir şeyin hükmünü sorarlar ve bu konuda ısrarcı olurlar, sonunda o şeyin haram olmasına sebep olurlardı. Bilginlerin çoğunluğuna göre soru sormaktan maksat, yeni çıkan olaylar hakkında soru sormak, şaşırtmaca ve düzmece birçok soru yöneltmektir. Bu konuda İlim Bölümünde bir parça açıklama geçmişti. "Enes şöyle demiştir: "Ömer'in yanında bulunduğumuz sırada bize 'Zorlama ve yapmacık tavır takınmak bize yasak edildi' dedi." Humeydi'nin ifadesine göre Sabit vasıtasıyla yapılan bir başka rivayette Enes, Hz. Ömer'in "....... Fakiheten ve ebba = meyveler ve çayırlar"(Abese 31) ayetini okumuş ve "ebb nedir?" diye sormuş, ardından "Biz bununla mükellef tutulmadık" veya "Bize bunu yapmak emredilmedi" demiştir. Taberi'nin sahih bir isnadla Asım b. Küleyb vasıtasıyla babasından nakline göre İbn Abbas "Ayette geçen 41 ebb, insanların değil, hayvanların yediği şeylerden yerde bitenlerdir (çayırlar)" demiştir. "Peki Allah'ı kim yarattı?" Müslim'in naklinde bu ifade "Gönlünden böyle bir şey geçen kimse amentu billah desin" şeklindedir.(Müslim, İman) Bir başka rivayette ise "Allah'a ve Nebilerine iman ettim desin" buyurulmaktadır. Ebu Davud, Nesai'nin yaptıkları bir rivayette ise "Allahu ahad, Allahu's-samed deyiniz" ifadesi yer almaktadır. Bunun ardından "Sol tarafına tükürsün, sonra Allah'a sığınsın" emri yer almaktadır. Ahmed b. Hanbel'in Aişe r.anha'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Herhangi birinizin gönlünden böyle bir şey geçecek olursa Allah'a ve Resulüne iman ettim desin" buyurmuştur.(Ahmed b. Hanbel, V, 214) İşte bu ondan sözkonusu vesveseyi giderir. Ebu Hureyre'nin naklettiği bir başka hadiste ise şöyle denilmektedir: "Şeytan devamlı olarak size gelir ve şunu kim yarattı, şunu kim yarattı der. Sonunda da Allah'ı kim yarattı diye sorar. Herhangi birinizin aklından böyle bir şey geçtiğinde Allah'a iman ettim desin." Bir başka rivayette ise Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu, imanın açık ve sarih alanıdır" buyurmuştur. Ebu Davud'un Süheyl b. Ebi Salih, babası isnadıyla Ebu Hureyre'den yaptığı rivayette sahabinin istediği herhalde budur. Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerinden bazı kimseler gelerek "Ya Resulallah! Bizim aklımızdan öyle çirkin şeyler geçiyor ki onu konuşmayı büyük bir vebal kabul ediyoruz. Bunları dile getirmenin karşılığında dünyadan şu kadar malımız olmasını istemezdik" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Gerçekten böyle mi oldu? Bu samimi imandır" dedi. (Ebu Davud, Edeb) İbn Ebi Şeybe'nin nakline göre İbn Abbas şöyle demiştir: Adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek şöyle dedi: Benim aklımdan öyle şeyler geçiyor ki bunları konuşmaktansa yanıp külolmayı tercih ederim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle cevap verdi: "Bunu vesveseye katan Allah'a hamdolsun." Bundan sonra Hattabi "sarihu'l-iman" ifadesini açarak bunun gönüllerinden geçeni konuşmayı büyük bir vebal kabul ettiren, şeytanın içlerine attığı vesveseyi kabule engelolan bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Şayet bu samimi iman olmasaydı gönüllerinden geçen o şey, onların gözünde ağır bir vebal olarak görülmez ve buna tepki koymazlardı. Vesvesenin bizzat kendisinin sarihu'l-iman olması kastedilmemiştir. Tam tersine o şeytanın vesvesesi ve hilesidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem altın bir yüzük taktı. Onu gören insanlar da altından yüzük takmaya başladılar. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben altından yüzük takmıştım" dedi ve onu çıkardı. Sonra "Ben bunu asla takmayacağım" dedi. Onu gören insanlar da yüzüklerini çıkardılar. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi s.a.v.'in fiillerine uyma." Bu konudaki temel dayanak "Andolsun ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizin için güzel bir örnektir" (Ahzab 21) ayet-i kerimesidir. Bir grup bilgin Nebi s.a.v.'e uymanın vacip (farz) olduğu kanaatine. varmışlar ve buna delil olarak "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem size ne verdiyse onu alın. Size ne yasakladıysa ondan da sakının"(Haşr 7) ayetiyle, "Bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin"(Al-i İmran 31) ve "Ona uyun"(Araf 158) ayetlerinin genelliğini göstermişlerdir. Dolayısıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiillerine uymak -o fiilin mendub olduğuna veya Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e mahsus bulunduğuna dair bir delil bulunmadıkça- tıpkı sözlerine uymanın vacipliği gibi vaciptir. Başkaları şöyle demişlerdir: Burada vaciplik, mendubluk ve mubahlık ihtimali sözkonusudur. Dolayısıyla karineye ihtiyaç vardır. Çoğunluğa göre Allah'a yaklaşma yönü ortaya çıktığı takdirde hükmün mendubluk olduğudur. Bazıları Allah'a yaklaşma yönü belli olmasa bile mendubluktur demişlerdir. Bazı bilginler tekrarla, tekrarın bulunmaması arasında fark görmüşlerdir. Başka bazıları ise şu kanaati benimsemişlerdir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiili bir mücmeli beyan ediyorsa bunun hükmü o mücmelin hükmüyle aynı olup ya vaciptir veya mendubtur ya da mubahtır. Sözkonusu fiilde Allah'a yaklaşma yönü belli ise bu mendubluktur, belli değilse bunun hükmü mubah!ıktır. Rasulullahın, huzurunda yapılanları takririne gelince, bu o fiilin caiz olduğuna delalet eder. Bu mesele usulu'l-fıkh kitaplarında genişçe ele alınmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak bir de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözleriyle, fiillerinin birbirine çelişmesi konusu vardır. Bunda Hz. Nebie mahsus fiillerin hükmü gündeme gelir. Ben bu konuyla ilgili olarak özel bir eser yazdım. Bir de hocamız hafız Selahuddin el-Alal'nin bu konuda değeri yüksek bir eseri vardır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiilleri konusunda zikredilenler kısaca üçe ayrılır. 1 - Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözleriyle fiilleri birbiriyle çeliştiğinde sözleri tercih edilir. Çünkü sözün -fiilin aksine- manaları içeren kalıbı vardır. 2- Fiile öncelik verilir. Zira fiile söze bulaştığı gibi ihtimal bulaşmaz. 3- Tercihe gidilir. Bütün bunların yeri, o fiilin Hz. Nebie mahsus bir fiil olduğuna dair karinenin bulunmadığı durumlardır. Çoğunluk bu üç ihtimalden birinciyi benimsemiştir. Bunun delili şudur: Söz ile -fiilin aksine- duyu organlarıyla hissedilen şeyler ve aklen kavrananlar ifade edilir. Fiil ise sadece duyu organlarıyla hissedilen şeylere mahsustur. Dolayısıyla söz daha tamdır. Bir de sözün -fiilin aksine- delil olduğu konusunda ittifak vardır. Zira söz -fiilin aksine- bizzat kendisi bir manaya delalet eder. Oysa fiil için bir vasıtaya ihtiyaç vardır. Sonra fiilin tercih edilmesi söze dayanarak amel etmenin terkine yol açar. Oysa sözle amelle birlikte fiilin delalet ettiği şeyle amel etmek de mümkündür. Netice olarak söz bu açılardan daha ağır basmaktadır. "Onu gören insanlar da altından yüzük takmaya başladılar." Bu rivayetin devamı şöyledir: "Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben altından yüzük takmıştım" dedi ve onu çıkardı. Sonra "Ben bunu asla takmayacağım" dedi. Onu gören insanlar da yüzüklerini çıkardılar." İmam Buhari sahabilerin gerek yapma ve gerekse yapmama konusunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e uymalarını içermesi bakımından bu örnekle yetinmiştir. Altın yüzükle ilgili ifadelerin açıklaması Libas bölümünde geçmişti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Visal orucu tutmayın!" Sahabiler "Siz tutuyorsunuz?" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben sizin gibi değilim. Ben geceliyorum ama Rabbim beni yedirip içiriyor" buyurdu. Ancak sahabiler visal orucu nu bırakmadılar. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlarla iki gün veya iki gece visal orucu tuttu. Sonra hilali gördüler, bunun üzerine "Eğer hilal gecikseydi sizin için (ders olsun diye) ben de o kadar daha arttırırdım!" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbrahim et-Teyml'nin nakline göre babası şöyle demiştir: Hz. Ali bize pişirilmiş tuğladan yapılmış bir minber üzerinde konuşma yaptı. Üzerinde bir kılıç ve kılıcın ucunda asılı bir sayfa vardı. Bize şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki bizim yanımızda Allah'ın kitabından başka okunan bir kitap yoktur. Bu sahifede hiçbir şey yoktur." Hz. Ali bundan sonra o sayfayı açtı. Bir de ne görelim içinde deve dişleri vardı. Bir de şunlar yazılı idi: "Medine Ayr'dan şuraya kadar Harem'dir. Kim bu şehirde dinde olmayan bir şey uyduracak olursa, Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne farz, ne de nafile amel kabul etmeyecektir." Bir de şunlar yazılı idi: "Müslümanların verdikleri zimmet birbirine eşittir ve onların (statü itibariyle) en alt tabakadaki ferdi, (kMire verdiği eman) için çalışır. Kim bir müslümana ihanet ederse Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun. Allah onun farz ve nafile hiçbir ibadetini kabul etmez." Bu sayfada bir de şunlar vardı: "Kim efendilerinin izni olmaksızın bir toplulukla muvalat anlaşması yaparsa Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun. Allah onun farz ve nafile hiçbir ibadetini kabul etmesin

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir harekette bulundu ve bunda ruhsatı tercih etti. Ancak bazıları (Resulullah s.a.v.'in yaptığı gibi yapmayıp) bundan kaçındı. Bu hareketleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kulağına gidince, önce Allah'a hamdetti, sonra onu layık olduğu şekilde övdü. Ardından şöyle buyurdu: "Bazılarına ne oluyor ki benim yaptığım şeyden kaçınıyorlar? Allah'a yemin olsun ki ben Allah'ı onlardan daha iyi biliyorum ve Allah'tan korkum onlardan çok daha fazladır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ebi Muleyke şöyle demiştir: İki hayırlı -Ebu Bekir ve Ömer- az kalsın helak olup gideceklerdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Temim oğullarından bir heyet gelmişti. Ebu Bekir, Mücaşi oğullarından el-Akra b. Habis et-Temimi el-Hanzali'yi teklif etti. Ömer ise bir başkasını önerdi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer'e "Sen sırf bana muhalefet olsun diye böyle söylüyorsun" dedi. Ömer de "Sana muhalefet etmek istemedim" dedi. Böylece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu ayet indi: "Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi Nebie yüksek sesle bağırmayın yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir. Allah elçisinin huzurunda seslerini kısanlar şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır. "(HucurEıt 2,3) İbn Ebi Müleyke'nin nakline göre İbnü'z-ZUbeyr şöyle demiştir: Bundan sonra Ömer - İbnü'z-ZUbeyr, bu tavrı, babası (yani anneden dedesi) Ebu Bekir'den nakletmedi- Hz. Nebie bir şeyanlatacağı zamcn sanki sırdaşı gibi sessizce konuşurdu. Söyleyeceğini ona işittirmezdi de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona (ne dediğini) sorardı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Mu'minlerin annesi Aişe r.anha'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hastalığında şöyle demişti: "Ebu Bekir'e söyleyin insanlara namazı kıldırsın." Aişe r.anha şöyle devam etti: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ebu Bekir senin makamına durduğunda ağlamaktan kıraatini insanlara duyuramaz. Ömer'e emret de o kıldırsın" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ebu Bekir'e söyleyin, insanlara namazı kıldırsın" buyurdu. Aişe r.anha olayın devamını şöyle anlattı: Hafsa'ya dedim ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' e "Ebu Bekir senin makamına durduğunda ağlamaktan insanlara kıraatı duyuramaz. Ömer'e emret de insanlara namazı o kıldırsın" diye bir de sen söyle. Hafsa dediğimi yaptı. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sizler var ya sizler Yusuf'un etrafındaki kadınlar gibisiniz. EbU Bekir'e emredin, insanlara namazı kıldırsın" buyurdu. Bunun üzerine Hafsa, Hz. Aişe radıyallahıı anha'ya "Senden hayır görecek değildim ya!" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Sehlb. Sa'd es-Saidi şöyle demiştir: Uveymir el-Aclanı, Asım b. elAdiyy'e gelerek "Bir erkek, karısıyla birlikte bir kişiyi yatağında yakalasa ve onu öldürse siz bu kişiyi (kısasen) öldürür müsünüz? Ey Asım! Bu soruyu benim için Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sor" dedi. Asım da gidip sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sorulardan hoşlanmadı ve soruyu ayıpladı. Asım geri dönüp, ona Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu tip sorulardan hoşlanmadığını haber verdi. Bunun üzerine Uveymir "Valiahi ben Nebie gideceğim" dedi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi. O geldiğinde Asım'ın ardından Kur'an'dan ayet inmişti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Allah sizin hakkınızda Kur' an ayeti indirdi" buyurdu ve sonra o kim kocayı çağırdı ve lianda bulundular. Sonra Uveymir "Ya Resulallah! Ben bu kadını nikahımda tuttuğum takdirde ona yalan iftira etmiş olurum" dedi ve ondan ayrıldı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Uveymir'e O kadından ayrılmasını emretmemişti. Uan yapan eşler hakkındaki sünnet böylece yerleşti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kadına bakın şayet kızıl kertenkele gibi kısa bacaklı bir çocuk dünyaya getirirse zannediyorum Uveymir yalan söylemiş olur. Şayet siyah, kumral, et/i kalçalı bir çocuk doğuracak olursa Uveymir onun hakkında zannederim doğru söylüyor" dedi. Kadın dostuna benzer bir çocuk dünyaya getirdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Şihab'ın nakline göre Malik b. Evs en-Nasri-Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im bana onun hakkında bir şeylerden söz etti- şöyle demiştir: "İmam Malik'in huzuruna girdim ve ona bu konuyu sordum. Bana dedi ki: Ben yola çıktım ve Ömer'in huzuruna girdim. Yanına yırtığını yamamak üzere muhafızı içeri girdi ve ona dedi ki: "Osman, Abdurrahman, ZUbeyr, Sa'd huzurunuza girmek için izin istiyorlar." Ömer "tamam" dedi ve ismi geçen kişiler içeri girdiler. Ömer'e selam verip, oturdular. Muhafız, "Ali ve Abbas'ın içeri girmesine izin verir misin?" dedi. Ömer onlara da izin verdi. Abbas "Ey mu'minlerin emiri! Benimle zalim arasında -iki kişiden her biri diğerinin kendisine haksızlık ettiğini iddia ediyordu- hükmünü verir misin dedi. Önceki gelenler yani Osman ve arkadaşları, "Ey mu'minlerin emiri! Onların arasında hükmünü ver ve birini diğeri karşısında rahata kavuştur" dedi. Ömer "Sakin olun, acele etmeyin" dedikten sonra gökyüzünün ve yerin, izniyle ayakta durduğu Allah adına soruyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Bizler miras bırakmaylZ, geriye bıraktığımız sadakadır -burada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendini kastetmektedir-" buyurduğunu biliyor musunuz? Heyet "Evet, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle buyurmuştur" dedi. Ömer, Ali ve Abbas'a yönelerek "Allah aşkına soruyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in böyle buyurduğunu biliyor musunuz?" dedi. Ömer ve Abbas "evet" diye cevapladılar. Ömer "Ben bu konu hakkında size açıklamada bulunacağım. Yüce Allah, Resulüne bu maldan bir payayırmıştır ki bunu ondan başka hiç kimseye vermemiştir. Yüce Allah 'Allah'ın, onlardan (mallarından) Nebiine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz' (Haşr 6) buyurmuştur. Bu ganimet sırf Hz. Nebie mahsustu. Öte yandan Allah'a yemin olsun ki o sizi bir yana bırakıp da buna kendi sahip olmadığı gibi, siz dışlayıp kendi nefsi için tercihte bulunmadı. Söz konusu ganimeti size verdi ve aranızda dağıttı. Sonunda o ganimetten işte bu mal geriye kaldı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ailesine bu maldan bir yıllık masrafını ayırıyordu. Sonra geri kalanını alıp, Allah'ın malı gibi değerlendiriyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatı boyunca bu şekilde hareket etti. Şimdi size Allah adına soruyorum. Bunun böyle olduğunu biliyor musunuz?" Onlar "evet" diye cevap verdiler. Sonra Ali ve Abbas'a dönerek ''Allah adına size soruyorum. Bunun böyle olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Onlar "evet, sonra Allah Nebiini vefat ettirdi" dediler. Bunun üzerine Ebu Bekir "Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in izinden gidiyorum" dedi ve bu ganimeti alıp, ona Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı uygulamayı yaptı. O zaman siz ikiniz -Ömer, Ali ve Abbas'a döndü- "Ebu Bekir'in bu malda şu kadar hakkı vardır diyordunuz. Allah onun bu ganimet hakkında doğru, itaatkar, isabetli ve hakka uyan birisi olduğunu biliyordu. Sonra Allah Ebu Bekir'i vefat ettirdi ve ben 'Resullah'ın ve Ebu Bekir'in izinden gidiyorum' dedim ve o malı iki yıl kabzedip, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Ebu Bekir'in yaptığı gibi yaptım. Sonra ikiniz geldiniz. Sizin sözleriniz bir, işiniz bir aradadır. Sen bana gelmiş, kardeşinin oğlundan olan payını istiyorsun. Bu da bana gelmiş karısının babasından olan hissesini istiyor. Benim görüşüm şudur: Eğer dilerseniz sözkonusu malı ikinize vereyim ancak AIlah'ın ahdi ve misakı üzerinizde olmak ve onu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir ve hilafete geldiğim andan itibaren benim yaptığım şekilde harcamanız şartıyla' Aksi takdirde bu mal hakkında benimle konuşmayınız. Sizler ise şöyle dediniz: O malı bu şartla bize ver. Ben de bu şartla onu size verdim. Allah için soruyorum. Onu size bu şartla mı verdim? Topluluk "evet" dediler. Ömer, Ali ve Abbas'a dönerek "Allah aşkına soruyorum, malı size bu şartla mı verdim?" diye sordu. Onlar "evet" dediler. Ömer "Benden bunun dışında bir hüküm istiyor musunuz? Göğün ve yerin izniyle ayakta durduğu Allah'a yemin ederim ki bu mal hakkında kıyamete kadar bunun dışında başka bir hüküm vermeyeceğim. Şayet bu şartla malı kullanmaktan aciz olursanız onu bana verin ve ben sizin yerinize onu işleteyim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Müslümanların verdikleri zimmet birbirine eşittir." Bununla ilgili açıklama cizye ve Muvadea Bölümünde geçmişti. "Fe men ahfera" yani kim hıyanet ederse demektir. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir harekette bulundu ve bunda ruhsatı tercih etti. Ancak bazıları (Resulullah s.a.v.'in yaptığı gibi yapmayıp) bundan kaçındı." Burada kastedilen şudur: İster azimet, isterse ruhsat konusunda olsun hayır, daima Resulullah s.a.v.'e uymadadır. Resulullah s.a.v.'e uymak maksadıyla haberin varid olduğu yerlerde ruhsata göre hareket etmek, azimete göre hareket etmekten daha iyidir. Hatta belki de azimeti kullahmak bu durumda tercih edilmeyen bir şık bile olabilir. Tıpkı yolculuk halinde namazı tam kılmakta olduğu gibi. Dahası mest üzerine mesh vermeyi terketmek örneğinde olduğu gibi sünnetten yüz çevirme sözkonusu olduğunda böyle bir hareket kınanmış bile olur. İbn Battal, hadiste sözü geçen kaçınanların yapmadıkları hareketin oruçlu iken eşini öpmek olduğuna işaret etmiştir. Bir başkası ise herhalde bu yolculuk halinde oruç tutmamaktır demiştir. İbnü't-Ti'n'in nakline göre Davudi' şöyle demiştir: Resulullah s.a.v.'in ruhsata göre hareket ettiği şeylerden kaçınmak, günahların en büyüklerindendir. Çünkü böyle bir kimse kendi şahsın! Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e göre Allah'tan daha çok korkuyor görmektedir. Bu dini ve Nebii inkar etmektir (ilhad). Biz de şunu ekleyelim: Buna inanan kimsenin dini ve Nebii inkar ettiğinde hiç şüphe yoktur. Fakat hadiste işaret edilen kimselerin uzaklaşmaya çalıştıkları şahsiyet geçmiş ve gelecek günahları bağışlanan Nebidir. Yani o bir konuda ruhsata göre hareket ettiğinde günahları bağışlanmamış bir başkası gibi değildir. Dolayısıyla günahları bağışlanmamış olan kimse kurtuluşa ermek için azimeti ve sıkı olan uygulamayı almaya muhtaçtır. Netice olarak Resulullah s.a.v. onlara şunu bildirdi: Yüce Allah her ne kadar geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış olsa bile o yine de Allah'tan en çok korkan ve sakınan birisidir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, azimet ve ruhsata göre hareket etse bile yine de takva ve huşunun zirvesindedir. Yüce Allah'ın ona bağışlanma ihsan etmesi, kendisini şükreden bir kulolmak için amelinde ciddiyeti bırakmaya sevk etmemiştir. O her ne kadar amelinde ruhsatı tercih etse bile bu faal ve aktif olarak am el edebilmesi için azimete yar iımcı olmaya yöneliktir. "Sanki sırdaşı gibi sessizce konuşurdu." Burada geçen "es-sirar" gizli söz demektir. Sır verme anlamına gelen "el-müsarera" bu kökten gelmedir. Beşinci hadisin yani Aişe r.anha'nın naklettiği Ebu Bekir' e insanlara namaz kıldırması emri ve Aişe r.anha ile Hafsa'nın Resulullah s.a.v.'e başvurmalarını konu alan hadisin geniş bir açıklaması Namaz Bölümünde İmamet başlığı altında geçmişti. Hadise burada yer verilmesinden maksat, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrine aykırı davranmanın kınanmış olduğunu açıklamaktır. Altıncı hadisin yani Sehl b. Sa'd'ın Lianla ilgili naklettiği hadisin geniş bir açıklaması, Lian Bölümünde geçmişti. Hadise burada yer verilmesinin amacı "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sorulardan hoşlanmadı ve soruyu ayıpladı" ifadesidir. Malik b. Evs'in, Abbas ve Ali'nin, Ömer'in huzurunda Resulullah s.a.v.'in sadakası konusundaki çekişmeleri ile ilgili naklettiği yedinci hadisin geniş bir açıklaması Humus Bölümünde geçmişti. Hadise burada yer verilmesinin gayesi çekişmenin çirkinliğini açıklamaktır. İbn Battal şöyle demiştir: Bu bölümde zikredilen hadisler aşırı gitme, zorlama ve çekişmenin çirkinliği şeklindeki İmam Buharl'nin attığı başlığa uygun hadislerdir. Bu hadislere yer verilmesi yasaklığın ardından visal orucu tutmaya devam eden kimsenin kınanan bir kişi olduğuna işaret etmek içindir. Ayrıca Hz. Ali'nin kendisi hakkında aşırıyı kaçıp, Resulullah s.a.v.'in dini konularda başkalarına vermediği birtakım bilgileri sırf kendisine verdiğini iddia eden kimseyi kınadığına işaret edilmiştir. Bunun yanında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ruhsata göre hareket ettiği konularda sıkı davranan kimsenin kınanmasına işaret edilmiştir. Temim oğulları olayında tartışmaya yol açan çekişme ve Ebu Bekir'le Ömer'in birbirlerine muhalefet kast ı güttüğü yolundaki iddialarının kınanması yer almıştır. Bu haberde insanı tefrikaya veya düşmanlığa sevkeden her türlü durumun kınanacak bir durum olduğuna işaret vardır. Aişe r.anha hadisinde Ebu Bekir'in Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in makamına durmasından dolayı korkmuş olduğu şeyler konusunda zorlamanın kınanmasına işaret edilmektedir. İbnü't-Tin şöyle der: Bu rivayette geçen "istebba" fiilinin anlamı, taraflardan her biri diğerinin kendisine haksızlık ettiği iddiasında bulundu demektir. Bu rivayette davacı olan taraf, "Benimle bu zalim arasında hüküm ver" diyerek bunu açıkça ifade etmiştir. İbnü't-TIn şöyle devam eder: Onun insanlara zulmettiği varid değildir. Onun kastettiği bu olayla ilgili olarak yaptığı tevildir. Yoksa o Ali'nin bunun dışında Abbas'a kötü söylediğini kastetmemektedir. Zira o babasının ikiz kardeşi idi. Ayrıca Abbas da bunun dışında Ali'ye kötü söylememişti. Zira o Ali'nin faziletini ve kendisinden daha önde olduğunu biliyordu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Asım şöyle demiştir: Enes'e dedim ki "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'yi haram kıldı mı?" Enes "Evet filan yerle, filan yerin arasını haram kıldı. Buranın ağacı kesilmez, burada bir günah uyduran kimsenin Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti üzerine olsun." Asım şöyle dedi: Musa b. Enes bana Enes'in "Veya bir günah icad edene yataklık yapan" dediğini haber verdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Günah icad eden kimseye yataklık etmenin günahı." Yani bir günahı uydurana yataklık eden kimsenin günahı. İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis, Medine dışında sonradan münker bir şey uyduran veya böyle bir kimseye yataklık eden kimsenin, bunları Medine'de işleyen kişiye yönelik tehditin aynısı bir tehdide muhatap olmadığını göstermektedir. Gerçi günah işleyen kimselere yataklık eden kişinin, günah açısından onlara ortak olduğunu biliyoruz. Zira bir topluluğun fiilinden veya amelinden hoşnut olan kimse,• onlar gibi olur. Fakat Medine'nin özelolarak zikredilmesi, şerefinden ve vahyin indiği yer ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vatanı olmasından dolayıdır. Din, yeryüzünün diğer beldelerine buradan yayılmıştır. Böylece Medine'nin başka beldelere daha fazla bir üstünlüğü sözkonusudur. Bir başkası şöyle demiştir: Hadiste özelolarak Medine'nin zikredilmesinin ardında yatan sır, buranın o zamanlar Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vatanı olmasındandır. Medine daha sonra Hulefa-yı Raşidın'in oturdukları şehir haline gelmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Urve şöyle demiştir: Abdullah b. Amr hacca giderken bizim yanımıza uğradı ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu sözlerini nakletti: "Şüphesiz Allah ilmi size verdikten sonra (hafızalarınızdan) zorla söküp almaz. Fakat bunu kendilerinden ilim adamlarını bilgileriyle birlikte (toplumun içinden) çekip alarak yapar. Artık geride çok cahil birtakım insanlar kalır. (O sırada halk tarafından bunlara) dinı şeyler sorulur. Onlar da şahsı görüşlerine göre cevap verirler. Böylece hem insanları saptırırlar, hem de kendileri sapar giderler. " Urve şöyle dedi: Ben bu hadisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Aişe r. anha'ya rivayet ettim. Sonra Abdullah b. Amr daha sonra bir hac daha yaptı. Hz. Aişe r.a. bana "Ey kız kardeşimin oğlu! Abdullah b. Amr'a git de senin bana ondan rivayet etmiş olduğun hadisi benim için bir tespit et1" dedi. Bunun üzerine ben ona gittim ve o hadisi kendisine sordum. Abdullah b. Amr, bana sözkonusu hadisi daha önce rivayet ettiği gibi aynen nakletti. Akabinde Aişe r.anha'ya geldim ve bunu kendisine haber verdim. Aişe r.anha hayret etti ve "Valiahi Abdullah b. Amr bu hadisi sağlam ezberlemiş" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Vail'in nakline göre Sehl b. Huneyf şöyle demiştir: Ey insanlar! Dininiz hakkında görüşlerinizi itham ediniz! Yemin olsun ki ben (Hudeybiye'deki) Ebu Cendel gününde kendi nefsimi şöyle gördüm: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in (Ebu Cendel'i sulh maddesine göre müşriklere) geri vermesi emrini reddetmeye gücüm yetseydi, muhakkak onu reddedecektim. Biz Allah yolunda kılıçlarımızı henüz omuzlarımızdan indirmemiştik. (Ebu Cendel'i geri vermeme teşebbüsümüz) bizleri korkunç bir duruma düşürecekti. Şu kadar var ki, kılıçlarımız bizi (şu harb) işinden başka hayırlı bilmekte olduğumuz kolay bir işe götürmüştür. A'meş şöyle dedi: Ebu Vail "Ben Sıffın'da hazır bulundum. O ne kadar çirkin Sıffın idi" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Re'yin kötülenmesi." Yani düşünceye dayanan fetvanın kötülüğü. Nassa uygun olan görüşe rey denildiği gibi, muhalif olana da denir. Kınanmış olanı, nassın aksini gösterdiği görüştür. İmam Buhari yukarıdaki başlıkta "min" kelimesi ile reye dayanan bazı fetvaların kınanmayacağına işaret etmektedir. Bu, hakkında kitap veya sünnet ya da icmadan bir nas bulunmayan durumlardır. Buharl'nin başlığındaki "tekellüfü'l-kıyas" deyiminden maksat şudur: Herhangi bir mesele hakkında kitap, sünnet ve icma hükmü bulunmayıp, kıyasa ihtiyaç duyulduğunda kişi kendini buna zorlamaz. Aksine kıyası kendi kalıpları içinde kullanır ve kıyasın rükünlerinden olan ortak illeti bulmada kendini zorlamaz. Aksine ortak illet açık ve net olmadığında beraet-i asliyye delilini esas alır. Bir kimsenin nas varken kendi formuna uygun olarak kıyası kullanması ve nas bulunduğu halde ona muhalefet edip, bunu da uzak bir şeyle tevil etmesi kıyasta tekellüfe girer. Bu konuda taklit ettiği kimsenin tarafını tutan kişiye yönelik olan kınama, şiddetlidir. Zira taklit edilen kişinin nastan haberdar olmama ihtimali vardır. "Ardına düşme: Hakkında bilgin bulunmayan şeyi söyleme." İmam Buhari sözünü ettiği zorlamanın kınanmasına bu ayeti delilolarak göstermiştir. Ayette geçen "el-kafv" İbn Abbas tarafından "söz" şeklinde tefsir edilmiştir. İbn Abbas'ın bu tefsiri Taberi tarafından nakledilmiştir. Ayrıca İbn Ebi Hatim de Ali b. Ebi Talha vasıtasıyla İbn Abbas'tan bu rivayeti nakletmiştir. Aynı şekilde Abdurrezzak'ın Ma'mer'den nakline göre Katade "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme" ayetini görsen de, görmesen de, işitsen de, işitmesen de söyleme şeklinde tefsir etmiştir. Bu kelimenin manası olarak bilinen, onun "birisine tabi olma, uyma" anlamına geldiğidir. Musa ve Hızır hadisinde "fentalaka yekfU eserehCı" şeklinde bir cümle geçmişti. Bunun manası Musa onun izini takip etmek üzere yola çıktı demektir. İmam Şafii kıyası habere tercih edenlere karşı "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resule götürün"(Nisa 59) ayet-i kerimesini delil olarak göstermiş ve bunun manası "-Allah daha iyi bilir ya- bu konuda Allah'ın ve Resulünlin dediğine tabi olunuz şeklindedir" demiştir. Üzerinde durduğumuz konuda Beyhaki, İbn Mesud'un şu hadisine yer vermiştir: "Kendisinden sonra ondan daha kötüsü olmayan hiçbir yıl yoktur. Ben "Bir yıl, diğerinden daha verimlidir. Bir emir diğerinden daha hayırlıdır" demiyorum. Fakat alimlerin gideq:ı ğinden söz ediyorum. Sonra bir topluluk çıkar ve meseleleri kendi görüşlerine kıyas ederler ve böylece İslam yıkılır." "Abdullah b. Amr hacca giderken bizim yanımıza uğradı ve Resulullah s.a.v.'in şu sözlerini nakletti: Müslim'in rivayetine göre(Müslim, ilim) Urve şöyle demiştir: Aişe r.anha bana dedi ki: 'Ey kızkardeşimin oğlu! Abdullah b. Amr'ın bize uğrayarak hacca gideceğini duydum. Git, ona sor, çünkü kendisi Hz. Nebiden çok miktarda ilim almıştır. Ben de gittim, onunla karşılaştım ve kendisine birçok şey sordum. O bunları Hz. Nebiden rivayet etti. Zikrettiklerinden birisine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem" Şüphesiz Allah ilmi size verdikten sonra (hafızalarınızdan) zorla söküp almaz." Zannediyorum Abdullah b. Amr bu hadisi Ebu Ümame'nin rivayet ettiği hadisi soran kimseye cevap olarak nakletmiştir. Ebu Ümame'nin rivayeti şöyledir: Veda haccı yapılınca Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem siyah bir devenin üzerinde ayağa kalktı ve "Ey insanlar! İlmi kabzedilmeden ve dünyadan kaldırılmadan önce alınız" buyurdu. Bu hadisin son kısmında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç kez "Dikkat ediniz! İlmin gitmesi onu taşıyanların (alim) gitmesidir" buyurdu. Hadisi Ahmed b. Hanbel, Taberani ve Darimi rivayet etmişlerdir. (Ahmed b. Hanbel, V, 266; Taberani, el-Mucemu'l-Kebir, VIII, 215) Bu hadis zamanın müçtehitsiz olabileceğine delilolarak göstermiştir. Hanbelilerin büyük bir kısmının ve oDların dışındaki bazı bilginlerin aksine çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Zira hadis alimlerin kabzedilmesi ile ilmin toplumdan alınacağı, cahillerin başa geçirileceği noktasında açıktır. Cahil kimselerin baş yapılmasının ayrılmaz parçası ise bilmeden hüküm vermektir. Toplumda ilim ve ilme göre hüküm veren yok olunca bundan içtihadın ve müçtehidin yok olacağı sonucu çıkar. Bu görüşe "Allah'ın emri kendilerine gelinceye kadar -bir rivayette- kıyamet kopuncaya kadar -veya- Allah'ın emri gelinceye kadar ümmetimden bir zümre hep (hak üzere) olmaya devam edecektir" hadisiyle itiraz edilmiştir. Bu yaklaşıma ilkin hadisin kıyamete kadar ümmet içinden bir zümrenin hak üzere bulunmasının imkansızlığı noktasında değil, zamanın alimsiz kalmayacağı konusunda açık ve net olduğu şeklinde cevap verilmiştir. İkinci olarak birinci delil -ikincinin aksine- bazen ilmin alınacağı, bazen de yeryüzünden kaldırılacağı noktasında daha açıktır. Bu iki hadisi birbiriyle çelişir farzetsek bile belli bir zamanın alimsiz kalacağına mani olmadığı şeklindeki temel kural, geçerliliğini korur. Bilginler şöyle demişlerdir: içtihat, farz-ı kifayedir. içtihadın olmaması insanların batıl üzere ittifaklarını gerektirir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Farz-ı kifayenin varlığını koruması, alimlerin bakası şartına bağlıdır. Alimlerin yeryüzünden silindiklerine delil bulunduğunda farz-ı kifaye de geçerliliğini kaybeder. Çünkü alimlerin yok olmasıyla içtihat gücü ve fırsatı da ortadan kalkar. içtihadın imkan dahilinde olması yok olunca böyle bir mükellefiyet de varlığını yitirir. Bir grup alim bu konuyu bu şekilde kısıtlamıştır. Fiten Bölümünün sonlarında yer alan Zamanın Değişmesi ve Nihayet Putlara Tapılması başlığı altında bunun İsa'nın aleyhisselam yeryüzüne inmesinden sonra esecek bir rüzgarla müslümanların yeryüzünden silinme anı olacağına işaret edilmişti. Dolayısıyla bu rüzgardan sonra kalbinde zerre ağırlığında iman olup da ruhu kabzedilmemiş kimse kalmayacak, geriye sadece kötü insanlar kalacak ve kıyamet de onların başına kopacaktır. HadistenÇıkan Sonuçlar 1- Fesada yol açacağı için cahil bir kimse başkan olarak başa geçirilemez. Cahil bir kimseyi -akıllı ve iffetli bile olsa- yönetime getirmenin caiz olmadığını söyleyenler bu hadise dayanmışlardır. Fakat iş fasık alimle, iffetli cahil arasında bir tercih noktasına varmışsa iffetli cahil daha iyidir. Çünkü onun takvası, kendisinin bilmeden hüküm vermesine engelolur ve onu araştırmaya, sormaya sevkeder. 2- Alimlerin ve öğrencilerin birbirinden ilim alması gerekir. 3- Alimler ve öğrencileri birbirlerinin hıfzına ve faziletine şehadette bulunmalıdır. 4- Alim öğrencisini kendisinde olmayan şeyden istifade etmesi için başkasından ilim almaya teşvik etmelidir. 5- Bir muhaddisin yanıldığına dair bir karine bulunduğu takdirde yaptığı rivayeti araştırmak ve faziletli olanı gözetmek gerekir. Çünkü Aişe r.anha Urve'ye "Ona git ve bu konuyu aç" ki ona hadisi sorasın demiş, bunun yerine Abdullah b. Amr'ın kendisinden uzak duracağı korkusuyla ilk baştan "bunu ona sor" dememiştir. İbn Battal şöyle der: Reye dayanarak amel etmeyi kınayan ayet ve hadisle, selefin hüküm istinbat etme şeklindeki uygulamasını birbiriyle şu şekilde uzlaştırmak mümkündür: Ayet bilmeden yere konuşmayı kınamaktadır. Dolayısıyla ayet in sözkonusu ettiği kişi herhangi bir asla dayanmaksızın sırf görüşüne göre konuşan kimsedir. Hadis ise bilmediği halde fetva veren kimseyi kınamaktadır. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu tip kişileri yolunu sapıtmış ve başkalarını saptıran olarak nitelemektedir. Bir asla dayanarak hüküm çıkaran kimse ise "Onların arasından işin iç yüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi"(Nisa 83) ayet-i kerimesi gereğince övülmüştür. Rey kitap veya sünnet ya da icma gibi bir asla dayandığında övülmüştür. Bunlardan herhangi birine dayanmadığında ise kınanmıştır. Sehl b. Huneyf ve Ömer hadisi reyi kınamaya delalet etmekle birlikte bu, nassa aykırı olan reye mahsustur. Sanki o şöyle demiştir: Sünnete muhalif olduğunda reyi itham ediniz. Nitekim bizim başımızdan böyle bir şey geçmiştir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize ihramdan çıkmamızı emretti. Biz ihramlı olarak kalmak istedik. Hac ibadetimizi tamamlamak ve düşmanımızı yenmek için savaşa devam etmek istedik. O anda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gördüğü ve akıbeti güzelolan şeyi biz göremedik. Ömer ise Kadı Şureyh'a şu satırları yazan kişidir: "Allah'ın kitabından senin için açık olana bak. Onu kimseye sarma. Allah'ın kitabından sana bir şeyaçık olmazsa bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetine uy. Onun sünnetinden açık bir şey bulamazsan bu konuda kendi reyinle içtihat et." "Sehl b. Huneyf dedi ki: Ey insanlar!" Sehl'in bu konuşmasının sebebi, Fetih suresinin tefsirinde geçmişti. Ebu Cendel'in geri iade edileceği gün Sehl'in konuşmasından maksadın ne olduğu orada açıklanmıştı. Ebu Cendel'i geri vermeme teşebbüsümüz bizleri muhakkak korkunç bir işin içine düşürecekti." Yani feci ve son derece çirkin bir işin içine düşürecekti. "İlla eshelne=kolay bir işe götürmüştür." Bunun manası şudur: Kılıçlarımız bizi avaya indirmiştir yani bizi araya götürmüştür. Bu ifade şiddetten kolaylığa geçişin kinayeli anlatımıdır. Sehl'in demek istediği şudur: Onlar sıkıntıya düştüklerinde ömür boyu savaş, buna sebat ve fetih uğrunda çarpışmaya ihtiyaç duydular. Bundan dolayı kılıçlarına yöneldiler ve onları omuzlarına aldılar. Bu, savaşta ciddiyetin kinayeli bir anlatımıdır. Böyle davranınca galip geldiler. "Avaya inmek" deyiminden maksat budur. Sonra Ebu Vail Sıffın savaşını bundan istisna etti. Çünkü bu savaşta iki tarafın ileri sürdüğü delilden dolayı savaş gecikti ve direniş şiddetli oldu. Zira Ali ve taraftarlarının delili hakka dönünceye kadar bağllerle savaşmanın kendilerine meşru olduğu görüşü idi. Muaviye ve taraftarlarının delili ise, Osman'ın haksız yere öldürülmesi ve katillerinin Irak askerlerinin içinde bulunması idi. Böylece her iki tarafın saflarında şüphe büyüdü, çarpışma şiddetlendi ve çok kişi öldürüldü. Sonunda hakeme gidildi, arda da olanlar oldu. Sehl'in ifadesine benzer bir görüş. Hz. Ömer'den de şöyle nakledilmiştir: "Dininiz konusunda reyden sakınınız." Bu ifadeyi Beyhaki eserinin baş tarafında bu şekilde kısaca rivayet etmiştir. Aynı haberi, Taberi ve Taberani uzun haliyle şu şekilde rivayet etmiştir: Din hakkında reyinize göre hareket etmeyin. Ben içtihat ederek kendi görüşüme dayanıp, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrini geri çevirdiği mi görmüşümdür. Allah'a yemin olsun ki haktan geri dönmem. Bu olay Ebu CendeJ'in (geri iade edildiği) gün olmuştu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana 'Benim razı olduğumu görüyorsun ve bundan yüz çeviriyorsun' dedi. "(Taberami, el-Mucemu'l-Kebir, I, 72) Kısacası reye nassın bulunmadığı zaman başvurulur. İmam Şafil'nin ifadesi de buna işaret etmektedir. Beyhakl'nin sahih bir isnadla Ahmed b. Hanbel'den nakline göre İmam Şam zaruret durumunda kıyası kabul ederdi. Bununla birlikte reyine göre ameJ eden kişi, aslında o hükümden hedeflenen hümü yakalamış olduğuna güvenmemelidir. Ona düşen, yanlışlıkla bile olsa ecir ve sevap kazanabilmek için içtihadında olanca gücünü harcamaktır. Başarı yalnız Allah'tandır. Beyhaki'nin Şa'bı vasıtasıyla Amr b. Hureys'ten nakline göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rey sahiplerinden kaçınınız! Çünkü onlar sünnetlerin düşmanıdır. Bunlar hadislerini ezberlemekten aciz kalmışlar ve reyi kabul etmişlerdir. Böylece hem kendileri sapmış, hem de başkalarını saptırmışlardır. Hz. Ömer'in hadisten nas varken reyi kabul eden kimseyi kınamak istediği gayet açıktır. Çünkü böyle bir kimse, hadisi araştırmaktan gafildir. Bu tip bir kişi hiç kınanmaz mı?" Kınanmaya bundan daha layık olan ise nassı bildiği halde ona muhalif olan reye göre amel eden ve nassı reyi ile reddetmek için kendini zorlayan kişidir. İmam Buharl'nin attığı başlıkta "Kıyasta Zorlamaya Gitme" derken işaret etmek istediği budur. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. İbn Abdilberr, reyin kınanması hususunda birçok haberi naklettikten sonra ilmin açıklanması sadedinde özetle şöyle der: Alimler gerekmerfu, gerek mevkuf, gerek maktu bu haberlerde yer alan kınama ile kastedilen reyin ne olduğu noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bu, sünnetlere muhalefete inanarak söz söylemektir demişlerdir. Çünkü bunlar, görüşlerini ve kıyaslarını hadisleri red alanında kullanmaktadırlar. Hatta şefaat hadisi örneğinde olduğu gibi tevatür derecesine ulaşmış meşhur hadislere bile dil uzatmışlar ve cehenneme girdikten sonra oradan herhangi bir kimsenin çıkacak olmasını inkar etmişlerdir. Bunlar ayrıca havzı, mizanı, kabir azabını inkar etmişlerdir. Bunun dışında Allah'ın sıfatları, ilim ve nazar konusundaki görüşleri de böyledir. İlim ehlinin çoğunluğunun görüşü şudur: Üzerinde düşünmenin ve kendisiyle meşgulolmanın caiz olmadığı kınanmış olan rey, bu gibi durumlarda ileri sürülmüş çeşitli bid'atler şeklindeki görüşlerdir. İbn Abdilberr bundan sonra Ahmed b. Hanbel'in şu görüşüne yer verir: Rey üzerine düşünüp de, kalbinde ayıp ve kusur olmayan hiç kimseyi hemen hemen göremezsin. İbn Abdilberr şöyle devam eder: Bilginlerin çoğunluğu zikredilen haberlerdeki kınanmış olan rey ahkam konusunda istihsana göre hüküm vermek, yanıltıcışeylerle meşgulolmak, detay hükümleri (furu) sünnetlerin asıllarına havale edecek yerde birbirine kıyas etmektir. İbn Abdilberr şöyle der: Ümmetin alimlerinden yanında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den herhangi bir şey konusunda hadis var olduğu sabit olup da onu reddeden hiç kimse yoktur. Ancak nesih bulunduğu iddiası, bir başka haberle çelişme veya icma ya da boyun eğmek gerekli olan bir uygulama ya da senediyle ilgili bir tenkit bulunması müstesnadır. Bunların dışında bir kimse böyle hareket edecek olursa imam olarak kabul edilmesi şöyle dursun, adaleti bile sakıt olup düşer. Allah onları böyle durumlara düşmekten korusun. O, bu konuyu meşhur zahid Sehl b. Abdullah et-Tusterl'den duyduğu şu sözle kapatmaktadır. Bir kimse ilim konusunda herhangi bir şey uydurursa kıyamet günü bu kendisine sorulur. Yaptığı sünnete uygunsa yakası nı kurtarır. Aksi takdirde kurtaramaz

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah r.a. şöyle anlatmıştır: Hastalandığımda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Ebu Bekir yürüyerek beni ziyarete geldiler. Bana geldiklerinde bayılmış halde idim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem abdest aldı. Sonra abdest aldığı sudan benim üzerime döktü. Ben bunun üzerine ayıldım ve "Ya Resulallah! -Ravi Süfyan, bu hitabı ey 'Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem' şeklinde nakletmiş olabilir- Malım hakkında nasıl hükmedeyim, malım hakkında nasıl davranayım" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana miras ayeti ininceye kadar hiçbir cevap vermedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Başlıktan anlaşılan şudur: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hakkında vahiy inmeyen bir şey sorulduğunda iki durum sözkonusuydu: Ya bu soruya "bilmiyorum" diye cevap verir ya da kendisine vahiyle açıklaması gelinceye kadar susardı. Burada "vahiy" kelimesinden maksat, okunmasıyla ibadet edilen Kur'an ve bunun dışında başka şeyleri kapsar. "Bilmiyorum" ifadesi için İmam Buhari herhangi bir delil zikretmemiştir. Çünkü mu allak ve mevsul her iki hadis ikinci şık için örnektir. Öyle anlaşılıyor ki İmam Buhari, başlıkta buna benzer şeylerde adeti olduğu üzere bu konuda varid olan habere işaret etmiştir. Fakat -haber delil olmaya elverişli olsa bile- onun gerekli gördüğü şartı taşıyan herhangi bir rivayet sabit değildir. Bu konuda birçok hadis vardır. Bunlardan biri İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadistir: "Adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip 'dünyanın hangi köşesi daha hayırlıdır?' diye sordu. O da 'bilmiyorum' dedi. Akabinde kendisine Cebrail ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu soruyu ona sordu. Cebrail de 'bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Rabbine sor' deyince Cebrail öyle bir sarsıldı ki. .. " Hadisi İbn Hibban rivayet etmiştir. Hakim de CUbeyr b. Mut'im'den buna benzer şekilde nakletmiştir.(Hakim, Müstedrek, I, 167, II, 9) "Rey ve kıyasa göre hüküm vermezdi." Evza! "İlim, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerinden nakledilen şeylerdir. Onlardan gelmeyenler ilim değildir" demiştir. Ebu Ubeyd ve Yakub b. Şeybe'nin nakline göre İbn Mesud şöyle demiştir: "İnsanlar Muhammed'in sahabilerinden, onların büyüklerinden kendilerine ilim geldiği sürece hayır içinde kalmaya devam edeceklerdir. Onların küçüklerinden kendilerine ilim geldiğinde hevesleri ve arzuları birbirinden farklı olduğunda helak olurlar." Ebu Ubeyde bu sözü şöyle tefsir etmiştir: Sahabe ve onlara iyilikle tabi olan önde gelen büyüklerden nakledilen her şey, miras olarak alınan ilimdir. Onlardan sonra gelenlerin uydurdukları ise kınanmıştır. Selef bilginleri ilimle reyi birbirinden ayırıyorlar, sünnete "ilim" derken, bunun dışındakilere "rey" diyorlardı. Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: İlim, Nebiden sonra sahabilerden alınır. Sahabi yoksa kişi tabiOndan ilim almakta muhayyerdir. Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediği nakledilir: Hulefa-yı Raşidın'den gelen şeyler sünnetten sayılır. Onların dışındaki sahabilerden "Bu sünnettir" diyen kimsenin ifadesini reddetmem. İbnü'l-Mübarek, "Hükme esas alınacak olan haber olmalıdır, reyden de size haberi tefsir edeni alınız" demiştir. Kısacası, rey kitap veya sünnetten bir nakle dayalıysa övülmüştür. İlimden dayanağı yoksa kınanmıştır. Abdullah b. Amr'ın yukarıdaki hadisi, bunu ifade etmektedir. Çünkü o, ilmin yok olmasından sonra cahillerin kendi görüşlerine dayanarak fetva vereceklerini söylemiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said şöyle demiştir: Bir kadın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Ya Resulallah! Erkekler senin sözlerini alıp gittiler. Şu halde biz kadınlar içinde kendiliğinden bir gün ay ır da bizler o günde sana gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere öğretirsin!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Filan ve filan günlerde, şu ve şu mekanlarda toplanın" buyurdu. Kadınlar (o günlerde ve yerlerde) toplandılar. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yanlarına geldi ve Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden kadınlara da öğretti. Sonra onlara "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki çocuklarından üç tanesini kendisinden önce ahirete yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın!" dedi. Bunun üzerine kadınlardan biri "Ya Resulallah! İki tanesi de öyle mi?" dedi. -Ebu Said, kadın 'İki tane' sözünÜ iki defa tekrar etti" dedi.- Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç kere tekrar ederek "İki tane de, iki tane de, iki tane de öyledir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: MüheIleb şöyle demiştir: Buharl'nin demek istediği şudur: Bir alimin (bir konuda) nasları bildirme imkanı varsa kendi görüşüne ve kıyasına göre konuşmaz. Başlıkta yer alan "temsil" kelimesinden maksat, kıyastır. Kıyas, malum olan bir hükmün aynısını aradaki illet benzerliğinden dolayı bir başka meselede de söylemektir. Rey, bundan daha geneldir. Buhari bu konuda bir kadının "Erkekler senin sözlerini alıp gittiler" diyerek Hz. Nebie başvurmasını konu alan Ebu Said hadisine yer vermiştir. Bu hadiste "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yanlarına geldi ve Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden kadınlara da öğretti" ifadesi yer almaktadır. Kirmani şöyle demiştir: Yukarıdaki başlığın hadisteki karşılığı " ... kendisinden önce ahirete yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın!" ifadesidir. Zira bu mesele haber vermeye dayalı bir konu olup, ancak Yüce Allah'ın bildirmesiyle bilinir. Bu konuda kıyasa ve reye yer yoktur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muğira b. Şu'be'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir zümre kendilerine Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerinde birbirine yardım etmekte devam edecek ve bunlar daima galip geleceklerdir" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Humeyd şöyle demiştir: Muaviye b. Ebi Süfyan'ı bir konuşma yaparken duydum. Şöyle diyordu: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Allah kimin hayrını isterse ona din hususunda (büyük bir) anlayış verir. Ben (verici değil) yalnız aranızda taksim ediciyim. Veren ise Allah'tır. Bu ümmetin işi kıyamet kopuncaya -yahut Allah'ın emri gelinceye- kadar hep hak din üzerinde dosdoğru olmakta devam edecektir." Fethu'l-Bari Açıklaması: Buhari'nin başlığındaki "Bunlar ilim sahipleridir" ifadesi, Buharl'nin kendisine aittir. Hakim'in Ulumu'l-Hadis'te sahih bir isnadla nakline göre Ahmed b. Hanbel "Bunlar muhaddisler değilse başka kim olabilirler ben bilmiyorum" demiştir. "Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerinde birbirine yardım etmekte devam edecek ve bunlar daima galip geleceklerdir." Yani kendilerine muhalif olanlara galip olacaklardır. Ya da "zuhur" kelimesinden maksat, onlar gizli değil, meşhur olmaya devam edeceklerdir demek de olabilir. Fakat birincisi daha iyidir. Müslim'in Cabir'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bu din hep var olacaktır. Müslümanlardan bir grup kıyamet kop uncaya kadar onun uğrunda mücadele edecektir. "(Müslim, imara) Müslim'in Ukbe b. Amir'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ümmetimden bir zümre hiç eksik olmayacaktır. Bunlar kıyametle karşılaşıncaya kadar düşmanlarına galip olarak Allah'ın emri uğruna çarpışacaklar ve kendilerine muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir. "(Müslim, imara) Bu hadisle "Kıyamet ancak insanların kötülerinin başına kopacaktır" hadisinin nasıl cem ve telif edileceğini Fiten Bölümünün sonlarında açıklamıştık. Yine Müslim'in nakline göre Abdullah b. Amr, "Kıyamet ancak halkın kötülerinin başına kopacaktır. Onlar cahiliye insanlarından daha beterdirler. Bunlar Allah'tan bir şey istediler mi derhal buna icabet eder."(Müslim, imara) Bu rivayette Ukbe b. Amir'in Mesleme b. Muhalled'e bu hadisle şöyle bir karşı cevabı da vardır: "Abdullah b. Amr "evet" dedi. Sonra şöyle şöyle devam etti: Bundan sonra Allah misk kokusu gibi bir koku gönderir. Kalbinde habbe miktarı iman olan hiçbir kimseyi ruhunu almadan bırakmaz. Sonra insanların kötüleri kalır ve kıyamet bunların başına kopar. "(Müslim, imara) Biz buna ilmin (yeryüzünden) alınması hadisini açıklarken kısa süre önce işaret etmiştik. Bu, yukarıdaki iki hadisi cem ve telif etme noktasında esas alınmaya en uygun olan rivayettir. "Bu ümmetin işi kıyamet kopuncaya -yahut Allah'ın emri gelinceye- kadar hep hak din üzerinde dosdoğru olmakta devam edecektir." Nevevi, hadiste icmanın delil gücü olduğu hükmü yer almaktadır demiştir. Sonra şöyle devam etmiştir: Hadiste sözü edilen "taife=zümre" nin çeşitli mu'minlerden oluşan birçok cemaat olması mümkündür. Bu cemaatin içinde cesur, savaş konusunda basiretli, fakih, muhaddis, müfessir, emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-müriker vazifesi yapan, zahid, ibadetedüşkün kimseler bulunur. Bunların bir tek beldede bir arada bulunmaları gerekmez. İçlerinden bazıları bir beldede bulunurken, bazıları diğer beldede bulunabilir. En sonunda bütün yeryüzünün bir belde de bir tek fırka kalıncaya kadar birer birer bunların bazılarından yoksun kalması mümkündür. Sözü edilen kimseler tamamen yok olduklarında Allah'ın emri gelir. Buradaki uyarının bir benzeri bazı imamların "Allah bu ümmete her yüz yılın başında dinini tecdid edecek birisini gönderir"(Ebu Davud, Melahim) hadisini yorumlamalarıdır. Bu hadisi bilginler şöyle anlamışlardır: Hadisin bu ifadesinden müceddidin sadece her yüzyılın başında geleceği sonucu çıkmaz. Tam tersine bu konudaki durum yukarıdaki "zümre" konusunda zikredilen gibidir. Bu açıklama da isabetlidir. Çünkü yenilenmesine ihtiyaç duyulan niteliklerin bir arada bulunması, hayır türlerinden sadece bir türe mahsus değildir. Hayrın niteliklerinin tümünün bir şahısta toplanması gerekmez. Ancak bunun Ömer b. Abdulaziz'de toplandığı iddia edilerse bu müstesnadır. Çünkü o, hayrın niteliklerinintümünü kendisinde toplamış ve bu konuda ileri gitmiş biri olarak ilk yüz yılın başında halifelik görevinde bulunuyordu. Bundan dolayı Ahmed b. Hanbel bilginlerin bu hadisi Ömer b. Abdulaziz şeklinde açıkladıklarını ifade etmiştir. Ondan sonra gelen kişi ise güzel sıfatlarla bezenmiş olarak İmam Şafil'dir. Ancak o cihad ve adalete göre yönetim işini yürütmüyordu. Buna göre yüz yılın başında bu sıfatlardan herhangi biriyle bezenmiş olm herkes -ister birden çok olsun, isterse olmasın- bu hadiste sözü edilen müceddid olabilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Deki onun sizin üstünüzden bir azap göndermeye gücü yeter" ayeti inince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Rabbim senin zatına sığınırım!" dedi. "Yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye kadirdir" ifadesinden sonra "Senin zatına sığınırım!" dedi. "Veya birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter" ayeti inince "Bu iki özellik daha hafiftir -veya- daha kolaydır!" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari burada "De ki o sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye gücü yeter" ayetinin inişi konusunda Cabir hadisine yer verdi. Bu hadisin geniş bir açıklaması En'am suresinin tefsirinde geçmişti. Bunun bir önceki başlıkla ilişkisine gelince, ümmetin tümünün değil, bir kısmının düşmanlarına galip gelmesi, aralarında farklılık olmasını gerekli kılmaktadır. Hatta bunlarıniçinden bir zümre belli bir niteliği almada tek başına kalmıştır. ÇÜnkü sözü edilen zümrenin galip gelmesi, -şayet kafirlere ise- iddia sabit olur. Bu ümmetten bir zümre üzerine de sözkonusu olduğunda farklılığın sübutunda bu, daha da belirgin olur. Buhari bundan sonra farklılığın asıl dayanağından söz etmiş ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in böyle bir farklılığın meydana gelmemesi isteğinde olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Yüce Allah kendisine böyle bir farklılığın vuku bulacağına hükmettiğini ve onun takdir ettiği her şeyi ortadan kaldırmanın imkanı olmadığını bildirmiştir. İbn Battal şöyle der: Yüce Allah, Nebiinin ümmetinin verilecek bir azapla kökünün kazınmaması yolundaki duasına icabette bulunmuş, buna karşılık onları birbirine düşürmeme yani farklı fırkalara ayırmama ve bir kısmının hıncını savaş ve katl sebebiyle diğerine tattırmama duasına icabet etmemiştir. Bu da her ne kadar Allah'ın azabından ise de ümmetin kökünün kazınmasından daha hafif bir cezadır. Bunda mu'minlere kefeıret niteliği de vardır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Çöl halkından bir bedevi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Benim karım siyah bir çocuk doğurdu. Bu çocuğu reddetmek istiyorum!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Senin develerin uar mı?" diye sordu. Bedevi "evet, vardır" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "O develerin renkleri nasıldır?" diye sordu. Bedevi "kızıldır" diye cevap verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunların içinde boz renkli olan uar mıdır?" dedi. Bedevi "evet, bunların içinde boz renıdi develer elbette vardır" diye cevap verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu boz renkler sence nereden gelmiş olabilir?" diye sordu. Bedevi "Ya Resulallah! Bu bir damardır, ona çekmiştir" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Belki bu da bir damardır ve ona çekmiştir" dedi ve o bedevinin çocuğunu reddetmesine izin vermedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Kadının biri Nebi (s.a.v.)'e gelerek "Annem hac yapmayı nezretmişti, haccedemeden önce öldü. Şimdi ben onun adına hac yapabilir miyim?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evet, annenin adına vekdleten hac edebilirsin! Bana söyler mİsin eğer onun üzerinde bir (kul) borcu olsaydı, sen onu öder miydin?" diye sordu. Kadın "evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ''Allah'ın hakkı olan borcu da ödeyiniz! Şüphe yok ki Allah hakkı ödenmeye başkalarından daha ziyade layıktır" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: "Teşbih" ve "temsil" Araplara göre kıyastır. Müzeni bu iki hadisi kıyası inkar edenlere delilolarak zikretmiş ve şöyle demiştir: Kıyası ilk inkar eden İbrahim en-Nazzam olup, bazı Mutezile alimleri de ona uymuştur. Fakih olduğu söylenenlerden kıyası inkar eden kişi, Davud b. Ali olmuştur. Topluluğun üzerinde ittifak ettiği görüşün delil gücü vardır. Sahabiler ve onlardan sonra gelen tabiun nesli ve belli başlı beldelerdeki fıkıh bilginleri (fukahau'lemsar) kıyas yapmışlardır. Başarılı kılacak olan yalnız Yüce Allah'tır. İmam Şafii kıyasa taraftar olanların şartlarını zikretmiş ve şöyle demiştir: Kıyas yapacak kişinin Allah'ın kitabından ahkamı, kitabın nesh eden ayetini, neshedileni, hükmü genel alanını (amm) ve kapsamı dar alanını (hassını) bilmesi şarttır. Kıyas yapacak kişi, tevile ihtimali olan şeye sünnet ve icma ile delil getirir. Bu iki kaynaktan delil yoksa Allah'ın kitabında olana kıyas yapar. Bu konuda ayet yoksa sünnette bulunan hükme kıyas yapar. Sünnette de yoksa selef bilginlerinin üzerinde ittifak ettikleri, icma ettikleri ve muhalif olduğu bilinmeyen görüşe kıyas eder. Şafii şöyle devam eder: İlmin herhangi bir konusunda bu dayanaklardan herhangi biri olmadıkça söz söylemek caiz değildir. Hiç kimsenin kendisinden önceki sünnetleri, selef bilginlerinin sözlerini, alimlerin iemaını, ihtilaflarını, Arap dilini bilmedikçe kıyas yapması caiz değildir. Sağlığı yerinde olan akıl, birbirine benzer olan şeyleri birbirinden ayırır ve acele etmez. Kendisine muhalif olanları dinler ki şayet gaflete düşmüşse böylece ona karşı uyanık olur. Bu konuda olanca gücünü harcar ve kendi nefsine insaflı davranır ki söylediğini nereden söylediğini bilsin. İhtilaf iki çeşittir. Nassa dayanan görüş hakkında ihtilafta bulunmak helal değildir. Tevile muhtemelolan ya da kıyasla kavranan şeylerde tevil eden veya kıyasta bulunan kimse, ihtimale açık bir manayı benimser. Bir başkası da ona muhalif olur. Ben demiyorum ki o, muhalifini nassa muhalif olanı sıkıştırdığı gibi sıkıştırabilir. Kıyas yapabilme gücü olan bilginler kıyas yapıp, ihtilafa düştüklerinde her biri kendi içtihadına göre konuşabilir. Böyle bir kimsenin içtihadıyla ulaştığı kanaat konusunda bir başkasına tabi olması caiz değildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Mes'ud r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "iki kişiden başkasına hased edilmez. Bunlardan biri Allah'ın kendisine mal verip de bunu hak yolunda tüketmeye muktedir kıldığı kimse, diğeri de Allah'ın kendisine hikmet verdiği kimsedir ki o da bu hikmetle hükmeder ve onu başkalarına öğretir" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muğire b. Şu'be şöyle anlatmıştır: Ömer b. el-Hattab gebe bir kadın'ın karnına vurulması sebebiyle cenin'i ölü olarak düşürmesinin hükmünü sordu ve "Hanginiz Nebi'den bu konuda bir şey işitti?" dedi. Ben "Ben işittim" dedim. Ömer "İşittiğin nedir?" diye sordu. 'Ben Nebi'den işittim 'Bu durumda bir ğurre yani bir köle veya cariye verilir' buyurdu" dedim. Bunun üzerine Ömer bana "Bu söylediğin hadis hususunda bana bir çıkış yeri, bir delil getirmedikçe ayrılma!" dedi. [-7318-] Ben hemen onun yanından çıktım ve akabinde Muhammed b. Mesleme'yi buldum ve onu Ömer' e getirdim. O da benimle beraber Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den "Bu durumda bir ğurre yani bir köle veya cariye verilir" dediğini işittiğine şehadet etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Bir hakimin önüne gelen olayın hükmünü kitap veya sünnetten araştırmadan hüküm vermesi caiz değildir. Şayet bu iki kaynakta aradığı hükmü bulamayacak olursa, icmaa başvurur. Bu konuda icma da bulamazsa önüne gelen meseleyi aralarındaki ortak illetten dolayı kitap veya sünnette mevcut olan bazı hükümlere katmanın sahih olup olmayacağı üzerinde düşünür. Böyle bir hüküm bulursa o meseleyi buna kıyas etmesi gerekir. Aksi takdirde o olayın başka bir illeti olursa tercihte bulunması gerekir. Eğer illet bulamayacak olursa asılların şahitliğine ve benzerliğin baskınlığına dayanarak hüküm verir. Bunlardan hiçbir şey bulamayacak olursa aklın hükmüne başvurur. İbn Battal şöyle der: Ebü't-Tayyib Ebu Bekir el-Bakıllanl'nin görüşü budur. İbn Battal, bundan sonra onun "Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık"(En'am 38) ayeti hakkındaki son ifadesini çirkin gördüğüne işaret etmiştir. Herkesin bildiği üzere naslar bütün hadiseleri hükme bağlamazlar. Buradan biliyoruz ki Yüce Allah olayların hükmünü nas yolundan başka bir yolla açıklamıştır ki bu da kıyastır. Bu görüşü Yüce Allah'ın "onların arasından iç yüzünü anlayanlar onun ne olduğunu bilirlerdi"(Nisa 83) ayet i teyit etmektedir. Zira istinbat hüküm çıkarmak demektir ki bu da kıyas yoluyla olur. Zira nas bu konuda gayet açıktır. İbn Battal bundan sonra kıyası inkar edenlere cevap verir ve onların çelişki içinde olduklarını belirtir. Zira onların temel prensibi, herhangi bir konuda nas bulunmadığında icmaa başvurmaktır. İbn Battal şöyle devam eder: O zaman kıyası terk etmeye dair bir icma getirmeleri gerekir. Oysa bunu getiremezler. Buradan açıkça ortaya çıkıyor ki kıyas, ancak nassın ve iemanın bulunmadığında değil, nas veya icma varken yapıldığında kabul edilmez. Başarı yalnız Yüce Allah'tandır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetim kendisinden evvelki (ümmetlerin) yolunu karış karış, arşın arşın takip etmedikçe kıyamet kopmaz. " Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! (Yollarına gidilen) Fars ve Rum gibi milletler midir?" diye soruldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: "Onlardan başka kim olabilir?" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said el-Hudrl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Muhakkak, sizden önceki ümmetierin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girseler sizler de onları takip edeceksiniz" buyurdu. Biz: "Ya Resulallahi Bu ümmetler Yahudilerle, Hıristiyanlar mıdır?" diye sorduk. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Başka kim olacak?" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Onlardan başka kim olabilir?" Yani Fars ve Rumlardan başka kim olabilir? Çünkü onlar o zamanlar yeryüzünün en büyük krallarına, en çok nüfusa ve en geniş topraklara sahiplerdi. "Karış karış, arşın arşın." Kadi İyad şöyle demiştir: Hadiste geçen karış, arşın, yol, keler deliğine girme gibi ifadeler şeriatın yasakladığı ve kınadığı her türlü hususta onlara uymanın temsili bir anlatımıdır. "Başka kim olacak?" Bu soru inkar istifhamıdır. Cümlenin takdiri şöyledir: Onlardan başka kim olacak? İbn Battal şöyle demiştir: Bilmek gerekir ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmeti kendilerinden önceki ümmetierde olduğu gibi, sonradan uydurulmuş şeylere, bid'at1ere ve heveslerine tabi olacaklardır. Birçok hadiste heva ve hevese uymanın kötü olduğu uyarısında bulunulmuş ve kıyametin ancak insanların kötülerinin başına kopacağı ve seçkin insanlar bulunduğunda dinin ayakta kalmaya devam edeceği ifade edilmiştir. Biz de şunu ekleyelim: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uyarıda bulunduğu şeylerin büyük bir kısmı meydana gelmiştir. Bunların kalanları da bir gün olacaktır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Mes'ud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Adem oğullarından herhangi bir kimse haksız yere öldürülürse muhakkak ilk Ademoğlu Kabil üzerine onun günahından bir pay ayrılır." -Humeydi dedi ki: Ravi Süleyman İbn Uyeyne, "Onun kanından" da demiş olabilir- "Çünkü Adem'in oğlu bu öldürme cinayetini ilk adet ve yol yapan kimsedir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanları sapkınlığa çağıran kimsenin günahı..." Çünkü Yüce Allah "Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler)"(Nahi 25) buyurmuştur. "Kim sapkınlığa davet ederse" hadisini Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etmişlerdir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kim hidayete davet edecek olursa kendi ecir ve sevabından hiçbir şey eksilmeksizin ona tabi olanların ecirleri kadarı o kişiye de verilir. Her kim de bir sapkınlığa davet edecek olursa kendi günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin kendine tabi olanların günahlarının aynısı ona da yazılır. "(Müslim, İlim; Ebu Davud, Sünne; Tirmizi, İlim) "Kim köta bir çığır açarsa" hadisini Müslim rivayet etmiştir.(Müslim, Zekat) "Her kim İslamda güzel bir çığır açacak olursa kendisine tabi olanların ecirlerinden bir şey eksiltmeksizin onların amelinin sevabı kadar da kendisine verilir. Her kim İslamda kötü bir çığır açacak olursa o çığırdan yürüyenıerin günahlarından bir şey eksilmeksizin onların günahı kadar da kendisine yazılır. "(Müslim, Zekat) Bu bölümdeki hadislerden Abdullah b. Mesud hadisine gelecek olursak, hadiste yer alan "cemaatten ayrılan" deyiminden maksadın ne olduğu Kısas bölümünde geçmişti. Mühelleb şöyle der: Bu ve bundan önceki bölüm sapıklıktan sakındırma, dinde bid'at ve sonradan uydurulmuş şeylerden kaçınma ve mu'minierin yoluna aykırı davranmayı yasaklama niteliklidir. Uyarı şu açıdandır: Dinde bid'at çıkaran kime'ilk başta basit bir şeyolduğu için bunu önemsemez ve bunun doğuracak olduğu mefsedeti dikkatten kaçırır. Sözünü ettiğimiz mefsedet, kendisinden sonra gelip, buna göre amel edenlerin günahını üstlenmiş olmasıdır. Kendisi o bid'ate göre amel etmiş olmasa bile onu uydurmada asıl unsur olduğu için bunu üstlenecektir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah es-Sülemİ şöyle demiştir: Bir bedevi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İslam üzere bey'at etti. Akabinde Medine'de kendisine ateşli bir hastalık vurdu. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Ya Resulallah! Benim bey'atı mı boz!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu teklifi kabul etmedi. Sonra bedevi yine gelip "Ya Resulallah! Benim bey'atı mı boz!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yine kabul etmedi. Akabinde o bedevi Medine' den çıkıp gitti. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Medine ancak demirci körüğü gibidir, Pislikleri dışan atar, temiz olanı alıkor" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf'a Kur'an okutuyordum. Ömer'in son haccını yaptığı sene Mina'da Abdurrahman bana şöyle dedi: Eğer mu'minlerin emirinin yanında hazır bulunsaydın (acaip bir şeye şahit olacaktın!) Onun yanına bir adam geldi "(Ey mu'minlerin emiri) haberin olsun filanca kişi 'Eğer mu'minlerin emiri Ömer ölürse ben filan kimseye bey'at ederim" diyordu" dedi. Bunun üzerine Ömer "Vallahi bu akşam halkın karşısına çıkıp (bir konuşma yaparak) milletin mukadderatını gaspetmek isteyen bu adamları ortaya koyarak halkı onlardan sakındıracağım!" dedi. Ben de şöyle dedim: "Ey mu'minlerin emiri! Böyle yapma. Çünkü bu hac mevsimi esnasında insanların cahilleri ve rezilieri toplanırlar ve senin meclisine galip gelirler. Ben onların senin konuşmanı yerli yerine koyamayacaklarından ve onu her nakledip, taşıyanın (süratle ve düşüncesizce) bir yerlere uçuracağından korkarım. Onun için sabret nihayet Medine'ye, hicret ve sünnet yurdu Medine'ye var ve orada muhacir ve ensardan olan Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabileri ile buluşur toplanırsın. Onlar senin konuşmanı iyi beııerler ve layık olduğu şekilde değerlendirirler." Bunun üzerine Ömer "Valiahi Medine' de ilk duracağım yerde elbette dikilip, bu konuşmayı yapacağım!" dedi. İbn Abbas (rivayetine devamla) şöyle dedi: Medine'ye geldiğimizde Ömer gelip minbere oturdu, müezzin susunca ayağa kalktı. Şöyle dedi: "Şüphesiz Allah Muhammed'i hak Nebi olarak gönderdi ve ona kitabı indirdi. Ona 'indirilen şeyler içinde recm ayeti de vardı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muhammed b. Sirin şöyle demiştir: Ebu Hureyre'nin yanında bulunuyorduk. Üzerinde mışk denilen kırmızı çamur boyasıyla boyanmış ketenden iki elbise vardı. Bu sırada sümkürdü ve "Beh beh! Ebu Hureyre keten elbise içinde sümkürüyor! Yemin olsun bir vakitler ben kendimi şu halde görmüşümdür: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi ile Hz. Aişe r.anha'nın hücresi arasında baygın olarak yere düşerdim de biri gelir, ayağını boynum üzerine kor ve beni deli olmuş zannederdi. Halbuki bende hiçbir delilik yoktu, bende açlıktan başka bir şey yoktu" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdurrahman b. Abis şöyle demiştir: İbn Abbas'a "Sen Nebi iIe birlikte bayram namazgahında hazır bulundun mu?" diye soruldu. İbn Abbas şu cevabı verdi: "Evet, bulundum. Ona olan yakınlığı m olmasaydı, küçüklüğümden dolayı orada hazır bulunamayacaktım. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kesır b. Salt'ın evinin hizasındaki sütunun yanına geldi. Sonra bir konuşma yaptı. -Ne bir ezan ve ne bir kametten söz etti. - Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sonra (kadınlar tarafına gelip onlara) sadaka vermelerini emretti. Bunun üzerine kadınlar kulaklarına ve boğazlarındaki zınetlerine işaret etmeye başladılar. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bilal'e emretti de Bilal kadınların yanına vardı. (Kadınlar zınetlerini onun elbisesi içine attılar.) Sonra Bilal Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına döndü

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer'in Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Kuba'ya bazen yürüyerek, bazen (hayvanına) binerek gelirdi" dediği nakledilmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha Abdullah b. Zübeyr'e şöyle dedi: "(Öldüğümde) beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer eşleriyle birlikte (Baki mezarlığına) göm. Sakın beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gömmeyesin! ÇÜnkü tezkiye edilip (övülmeyi) istemiyorum

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik'in "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikindi namazını kılardı da (namazdan sonra) avalıye gider ve oraya vardığında güneş hala yükseklerde bulunurdu" dediği nakledilmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Saib b. Yezid şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında sağ ölçeği bugünkü müddümüz ölçüsüyle bir müd ile üçte bir müd miktarı idi. Sağ ölçeği (Ömer b. Abdulaziz'in zamanında) arttırıldı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Medinelileri kastederek) "Allah'ım! Bunların mikyal ölçeklerine bereket ihsan et! Onların sa' ve müd ölçekıerine de bereket ver!" diye dua etti demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer şöyle demiştir: Yahudiler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına -evli oldukları halde- birbiriyle zina etmiş bir erkekle kadın getirdiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların recm edilmelerini emretti de onlar mescidin yanında cenazelerin konulduğu yerin yakınında recm edildiler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Uhud dağı kendisine görününce "Şu Uhud'dur. O bizi sever, biz de onu severiz. Allah'ım! Şüphesiz İbrahim Nebi Mekke'yi harem kıldı. Ben de Medine'nin şu iki kara taşlık arasındaki sahasını harem kılıyorum" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Sehl (r.a. dediki): "Mescid-i Nebi’nin kıble tarafına olan duvarı ile minberi arasında bir koyun geçecek kadar açıklık vardı" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evimle minberim arasındaki saha cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim de havzımın üzerindedir" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem atlar arasında koşu yarışı yaptırdı. Önce idmana çekilmiş, zayıflatılmış at1ar salıverildi. Bu koşunun uzaklığı Hayfa ile Veda tepesine kadardı. Bir de zayıflatılmamış atlar salıverildi. Bu koşunun uzunluğu da Veda tepesi ile Züreyk oğulları mescidine kadardı. Abdullah b. Ömer yarış yapan birincilerin içindeydi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer, Ömer b. el-Hattab'tan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi üzerinde (konuşma yaparken) işittim, demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Saib b. Yezid'in Osman b. Affan'ı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi üzerinde konuşma yaparken işittiği nakledilmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha "Benimle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (cünüplükten yıkanmamız) için şu mirken denilen leğen konulurdu da biz yıkanırken beraberce onun içinden suyu elimizle almaya başlardık" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ensar ile Kureyş arasında Medine' deki benim evimde birbirlerine yardım etmek üzere muahede yaptı. [-7341-] Ve yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Kur'an hafızlarını öldüren) Süleym oğullarından bazı kabileIere "Bir ay rükudan sonra kunut duası yapıp, beddua etti" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Bürde şöyle anlatmıştır: Medine'ye geldim. Beni Abdullah b. Selam karşıladı ve şöyle dedi: "Haydi benim evime gidelim de sana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in içinden su içmiş olduğu bir kadehle su içireyim ve sen de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namaz kıldığı bir mescid içinde namaz kılarsın" dedi. Bunun üzerine onunla birlikte gittim. Bana sevik içirdi ve hurma yedirdi. Ben de onun mescidinde namaz kıldım

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'ın nakline göre İbn Ömer şöyle demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle dedi: "Bu gece bana Rabbim tarafından bir gelen geldi de Akık vadisinde iken bana 'Bu mübarek vadide namaz kıl ve umretun ve haccun' diye söyle

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Karn mevkisini Necd ahalisi için, el-Cuhfe'yi Şam ahalisi için, Zülhuleyfe'yi de Medine halkı için mikat noktası tayin etti. İbn Ömer dedi ki: Ben bunu Nebiden işittim. Duyduğuma göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yemen ahalisi için Yelemlem mevkisini mikat noktası tayin etmiştir. İbn Ömer'in yanında Irak'tan söz edilince "O vakit Irak yoktu" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Salim b. Abdullah'ın babasından nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e veda haccında Zulhuleyfe'deki gece sonu istirahati içindeyken rüyasında "Şüphesiz ki sen mübarek bir Batha vadisindesin" denildi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ilim ehlini ittifaka teşvik etmesi" Başlıkta geçen "hadda" fiili teşvik etti anlamındadır. "İki harem halkının yani Mekke ve Medine'lilerin üzerinde ittifak ettikleri şeyler, bu iki yerde Nebi s.a.v.'in, muhacirlerin ve ensarın hazır bulundukları yerler." Kirmanı şöyle demiştir: İcma, ehlü'l-hal ve'l-akd'in ittifakıdır. Bir başka ifadeyle icma, Muhammed ümmetinden müçtehidlerin dini meselelerden herhangi biri üzerinde ittifakıdır. Çoğunluğa göre icma sadece Haremeyn müçtehitlerinin ittifakı değildir. İmam Malik şöyle demiştir: Medinelilerin iemaının delil değeri vardır. Buharl'nin kullandığı ifade, Haremeyn müçtehitlerinin ittifakının iema olduğuna işaret etmektedir. Biz de şunu belirtelim: Herhalde o icma iddiasını değil, bunu tercih ettiğini ifade etmek istemektedir. İmam Malik ve taraftarları, Medinelilerin iemalarının delil değeri taşıdığını söylediklerinde -Mekkeliler onlara muvafakat ettiği takdirde- bunun delil değeri taşıdığını evleviyetle söylemiş olurlar. İbnü't-Tın'in nakline göre Sehnun Mekkelilerin Medinelilerle birlikteki iemalarının geçerli olduğunu söylemiştir. O şöyle demiştir: Bunların tamamı herhangi bir meselede ittifak etse ve İbn Abbas kendilerine muhalif olsa bu iema sayılmaz. Sözkonusu hüküm, muhalifin nadir bulunmasının iemanın doğmasına etki ettiği görüşüne dayalıdır. "Bedevinin biri" İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu ifade Medine'nin başka şehirlerden daha faziletli olduğunu göstermektedir. Çünkü Yüce Allah bu şehre içindeki kiri dışarı atma özelliği vermiştir. Bu görüş Medinelilerin icmanın delil değeri taşıması sonucunu doğurmuştur. Ancak Mühelleb, İbn Abdilberr'in şu yaklaşımı ile tenkit edilmiştir: Hadis Medine'nin faziletini göstemektedir. Fakat hadiste zikredilen nitelik, bütün zamanlar açısından Medine için geçerli olan bir nitelik değildir. Tam tersine bu, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanına mahsustur. Çünkü Hz. Nebile birlikte ikamet etmek istemeyerek oradan ancak kendisinde hayır olmayan bir kimse çıkar. Kadi İyad da buna benzer bir açıklama yapmıştır. Bu yaklaşımı Ebu Hureyre'nin Müslim'de yer alan şu nakli teyit etmektedir: "Medine, içindeki kötüleri -körüğün demirin cürufunu dışarı attığı gibi- dışarı atmadıkça kıyamet kopmayacaktır."(Müs!im, Hac) Kadi İyad şöyle demiştir: Ateş ancak cüruf ve değersiz olan şeyleri dışarı atar. Hz. Nebiden sonra Medine'den sahabilerin faziletlileri çıkıp gitmişler ve başka şehirlere yerleşip, Medine dışında vefat etmişlerdir. İbn Mesud, Ebu Musa, Ali, Ebu Zerr, Ammar, Huzeyfe, Ubade b. es-Samit, Ebu Ubeyde, Muaz, Ebü'd-Oerda ve başkaları buna örnek olarak gösterilebilir. Bu da bize sözkonusu özelliğin Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanına mahsus olduğunu göstermektedir. Öte yandan kalitesiz kimselerin Medine' den tam olarak çıkarılması -Fiten Bölümünün son kısmında açıkça belirtildiği üzere- Oeccal'in kuşatması esnasında olacaktır. Orada şöyle bir ifade geçmişti: "Medine' den çıkmamış hiçbir erkek ve kadın münafık kalmayacaktır. Bu kurtuluş günüdür." Medinelilerin iemaının delil değeri taşıdığı görüşünde olan birçok bilgin bu meseleyi sahabilerin iemaı meselesine katmış ve şöyle demiştir: Çünkü onlar vahyin inişine şahit oldular. Vahiy inerken orada bulundular ve buna benzer başka özelliklere sahiptirler. Bu iki mesele birbirinden farklıdır. Sahabilerin icmaı delil değeri taşır görüşü, başka görüşten daha güçlüdür. Ancak bu iema merfu bir nas ile çatışmamalıdır. Ayrıca sahabilerin rivayetleri, nakilde araştırma yapmak ve tedlise prim vermemekle meşhur oldukları için tercih edilir. Bu bölüme mahsus olan, ittifak ettikleri takdirde Medinelilerin görüşlerinin delil değeri taşıdığıdır. Medine'nin ve Medinelilerin faziletlerine gelince, bu bölümde zikredilenIerin çoğu bu amaca delil olmak noktasında güçlü değildir. Üçüncü hadiste yer alan "sevbani mümeşşekani" mışk denilen kırmızı çamur boyasıyla boyanmış elbise demektir. "Bah bah" hayret ve övgü ifade eden bir kelimedir. Bu kelimenin çeşitli şekillerden telaffuzu bulunmaktadır. Sözkonusu kelimenin açıklaması Rikak Bölümünde Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaşantısı başlığı altında geçmişti. Hadisin burada zikredilmesinden maksat "Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi ile Aişe r.anha'nın hücresi arasında baygın olarak yere düşerdim" cümlesidir. Kastedilen yer, Nebi s.a.v.'in mübarek kabrinin olduğu noktadır. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu ifadenin Buharl'nin başlığında yer alması, Ebu Hureyre'nin ilim öğrenmek amacıyla Hz. Nebiden ayrılmama uğruna işaret ettiği sıkıntıya katlanmış olduğuna dikkat çekmek içindir. Çektiği bu sıkıntıya çok hadis ezberleme, ahkam ve benzeri konularda çok nakilde bulunma açısından birieik olmak gibi bir mükafat verilmiştir. Bu, onun Medine'ye sabrının bereketiyle olmuştur. "Aişe r.anha, Abdullah b. ZUbeyr' e dedi ki" "Maa savahibi" Bu kelime "sahibe" kelimesinin çoğulu olup, kastettiği Nebi s.a.v.'in diğer eşleridir. "Çünkü tezkiye edilip (övülmeyi) istemiyorum." Yani hiç kimsenin beni bende olan bir özellikten dolayı değil, diğer eşlerinden farklı olarak onun yanında gömülmüş olmamdan dolayı övmesini istemiyorum. Çünkü bu durumda buraya gömülmek onun diğer eşlerine değil -bende bulunmayan bir nitelikten dolayı- bana mahsus zannedilir. Bu ifade, Aişe r.anha'nın ne kadar alçak gönüllü olduğunu göstermektedir. On altıncı sırada zikredilen İbn Ömer'in atlar arasındaki yarışla ilgili hadisinin açıklaması Cihad Bölümünde geçmişti. Hadiste yer alan "Hafya" Medine' de bir yerin adıdır. Kelime uzatılarak ve uzatılmadan okunabilir. Belki ya harfi, fa harfinden önce olmak suretiyle "hayfa" da olabilir. İbn Batta1'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Sehl hadisinde mescidin kıble tarafındaki duvarıyla minberi arasında bir koyun geçecek kadar açıklık bırakmak gibi uyulan bir sünnetten söz edilmektedir ki bu boşluk, oraya bu noktadan girmek için bırakılmıştır. Bir de Hafya ile Seniyyetu'l-Veda arasında at yarışıarı yapmak için tahsis edilmiş bir alan bırakmak gibi bir başka sünnet sözkonusudur. Bu mesafe yarış esnasında idman yaptırılarak zayıflatılmış atlar içindir. "Osman b. Affan'ı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi üzerinde konuşma yaparken işittiği nakledilmiştir." İbn Batta1'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu iki hadiste bir sünnetten daha söz edilmektedir. Buna göre halife önemli işler hakkında minbere çıkıp, konuşma yapabilir. Halife minberde insanlara yüzünü döndüğünde yaptığı konuşmayı insanlar duysun diye sesini kısmadan yapar. Hadisten Nebi s.a.v.'in minberinin o döneme kadar herhangi bir ilave veya noksanlık sözkonusu olmaksızın olduğu gibi durduğuna işaret vardır. Bir başka hadiste minberin bu dönemden sonra uzun bir süre ilk haliyle kaldığı ifade edilmektedir. "Haze'l-mirken." el-Halil, bunun deriden yapılmış su kabına benzer bir şey olduğunu ifade etmiştir. Bir başkası ise bakırdan yapılmış leğen benzeri bir şeydir demiştir. "Fe neşra'u fihi cemian" yani biz o leğenden bir kap kullanmaksızın suyu elimizle alır ve yıkanırdık. İbn Battal şöyle demiştir: Hadiste karı ve kocanın boy abdesti aldıklarında kendilerine yetecek miktardaki sUYl1n açıklaması konusunda bir sünnetten söz edilmektedir. Yirminci sıradaki Kureyşle, ensar arasındaki muhalefet ve Nebi s.a.v.'in Süleym oğullarından bir kabileye bir ay boyunca kunut okuyarak beddua etmesi konusundaki Asım el-Ahvel rivayetiyle gelen Enes hadisini İmam Buhari iki hadisten özetleyerek nakletmiştir. Bunların her ikisi onun burada zikrettiğinden daha uzundur. Birinci !:ı adisin açıklaması Edeb bölümünde geçmişti. Orada kardeşlikle muahede arasındaki fark açıklanmıştı. İkinci hadisin açıklaması ise Vitr bölümünde geçmişti. Yirmi üçüncü sıradaki "O vakit Irak yoktu" ifadesi, o vakit Irak müslümanların elinde değildi anlamındadır. Çünkü o zamanlar Irak, baştan sona kadar Kisra ve onun Fars ve Araplardan olan valilerinin elinde bulunuyordu. İbn Ömer adeta Iraklılar o zamanlar Müslüman değillerdi ki kendilerine mikat mahalli tespit edilsin demiş olmaktadır. Bu hükmü, "Şamiılar" ifadesi bulandırmaktadır. Herhalde İbn Ömer'in maksadı, iki Irak olmadığını söylemektir. Bunlar meşhur Kufe ve Basra şehirleridir. Bu iki şehirden her biri müslümanların Fars beldesini fethetmelerinin ardından büyük şehir haline geldiler. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: İmam BuhMi'nin bu başlık ve hadisleriyle maksadı Medine'nin Yüce Allah'ın buraya dinin sembollerinden bahşettiği şeylerle üstün olduğunu vurgulamaktır. Hadiste Medine'nin vahyin yurdu, meleklerin hidayet ve rahmetle indikleri yer olduğu belirtilmektedir. Yüce Allah, bu toprak parçasını Nebiinin ikameti ile şereflendirmiş, onun kabrini, minberini buraya tahsis etmiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kabriyle minberi arasında cennet bahçelerinden bir bahçe vardır. Mühelleb bundan sonra bölümün hadisleri hakkında kendisinden daha önce nakledildiği şekilde açıklamada bulunmuş ve bunları tekrarına ihtiyaç kalmayacak şekilde incelemiştir. Medine'nin faziletli bir şehir olduğu sabittir. Buna özel delil getirmeye ihtiyaç yoktur. Medine'nin fazileti hakkında Hac Bölümünün sonlarında tatmin edici şekilde hadislergeçmişti. Burada Medine'nin fazileti ile ilgili hadise yer verilmesinin nedeni, Medinelilerin ilimde başka şehrin insanlarını geride bırakmış olmalarıdır. Bundan maksat, onlamı bazı çağlarda önde olduklarını vurgulamaksa bu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in burada ikamet ettiği asır ile sahabilerin başka şehirlere dağılmadan önce kendisinden sonra yaşadıkları asırdır. Bu iki asrın başkalarına üstün olduğu noktasında hiçbir kuşku yoktur. Zaten bu, bu bölümdeki hadislerden ve başkalarından anlaşılmaktadır. Bundan maksat sözkonusu üstünlüğün her çağda Medine' de oturan herkese mahsus olduğunu vurgulamaksa bu, tartışılır. Bu konuda genellemeye gitmeye imkan yoktur. Çünkü müçtehit imamlar döneminden sonraki geç dönemde Medine' de ikamet edenlerin tümü şöyle dursun, ilimde ve fazilette başkalarına üstün olan bir kimse bile yoktu. Tam tersine -daha önce vurguladığımız üzere- kötü niyetinde ve habisliğinde kuşku duyulmayan iğrenç bid'at ehli kimseler oturmaktaydl. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (yaralanıp, dişi kırılınca) sabah namazının son rekMında başını rüku'dan kaldırıp, 'Allahumme Rabbena ve leke'l-hamd" dedi. Bunun ardından da 'Allah'ım filana ve filana lanet eyle!" diye beddua etti. Bunun üzerine Yüce Allah "Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur veya tövbelerini kabul etsin ya da onlara azap etsin diye (Allah Bedir'de yardım etti). Çünkü onlar zalimdirier" ayetini indirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu konuda ayetin nüzul sebebini içeren İbn Ömer hadisine yer verdi. Bunun açıklaması, Al-i İmran suresinin tefsirinde bir parça açıklamasıyla birlikte geçmişti. Kendilerine beddua edilen kimselerin kimler oldukları Uhud savaşı anlatılırken verilmişti. İbn Battal şöyle demiştir: Yukarıdaki başlığın İ'tisam Bölümüne girmesi, Nebi s.a.v.'in adı geçenlere beddua etmesi açısındandır. Çünkü onlar lanetten kurtulmak için imana boyun eğmediler. Yüce Allah'ın "Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur" ayeti, liOnları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir"(Bakara 272) ayeti ile aynı manadadır. İmam Buharl'nin bu hadise yer vermekten maksadı, usul-i fıkıhta meşhur olan ihtilaflı konuya işaret etmek olabilir. Bu Nebi s.a.v.'in ahkam konusunda içtihat edip etmediği meselesi idi. Bu konu bundan sekiz başlık önce ele alıp açıklanmıştı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ali b. Ebi Talib şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gece benimle ve kızı Fatıma'nın aleyhisselam ziyaretine geldi ve bize "Sizler namaz kılmaz mısınız?" diye sordu. Ali olayın devamını şöyle anlattı: Ben "Ya Resulallah! Nefislerimiz ancak Allah'ın elindedir. Bizi uyandırmak istediği zaman uyandırır!" dedim. Bu cevabım üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem geri döndü ve bana hiçbir cevap vermedi. Sonra dönüp giderken dizine vurarak "Tartışmaya en çok düşkün varlık insandır" ayetini okumakta olduğunu işittim

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Mescidde bulunduğumuz bir sırada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza Çıktı ve "Haydin Yahudilerin yurduna yürüyün!" buyurdu. Bizler onunla birlikte yola çıktık. Nihayet Yahudilerin içinde alimlerinin Tevrat okudukları Beytü'l-Midras'a vardık. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayakta dikilip, onlara seslenerek "Ey Yahudi topluluğu! İslam dinine girin ki selamette olun!" buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler "Sen tebliğ ettin ya Ebe'lKasım" dediler. Ravi dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Ben ancak bunu istiyorum" dedi. Yahudiler yine "Sen tebliğ ettin ya Ebe'l-Kasım!" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara tekrar "Ben ancak bunu istiyorum" dedi. Sonra bu sözünü üçüncü kez yine söyledi ve ardından şöyle buyurdu: "Biliniz ki yeryüzü ancak Allah'a ve Resulüne aittir. Ben sizleri bu araziden çıkarmak istiyorum. Bunun için sizden her kim kendi malından (taşıyamayacağı) bir şeyolursa onu satsın. Aksi takdirde iyi biliniz ki yeryüzü ancak Allah ve Resulüne aittir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said el-Hudri'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Kıyamet gününde Nuh Nebi getirilir de ona 'Tebliğ ettin mi?' diye sorulur. Nuh da 'Evet, tebliğ ettim ya Rab!' der. Bunun ardından Nuh'un ümmetine 'Nuh size tebliğ etti mi?' diye sorulur. Onlar da 'Bizi uyaran bir uyarıcı gelmedi' derler. Soruyu soran Nuh'a 'Senin şahitlerin kimdir?' der. Nuh da 'Muhammed ve ümmetidir' der. Bunun üzerine sizler getirilecek ve Nuh'un tebliğ ettiğine şahitlik edeceksiniz." Ravi bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu ayeti okudu dedi: "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi adil bir millet kıldık. "(Bakara 143) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette yer alan "el-vasat", Bakara suresinin tefsirinde geçtiği üzere "eladl=adalet" anlamındadır. Ayette ifade edilen kısaca hidayet ve adaletin hatırlatılmasıdır. Buharl'nin başlıkta yer alan "Ve ma emera" diye başlayan cümlesinin buradaki hadisle uygunluğu açık değildir. Sanki o zikredilen sıfat açısından yani adalet bakımından gibidir. Zira hitabın zahiri dolayısıyla bu herkese geneldir. Buhari bunun kendisiyle has kastedilen genel nitelikli (amm) ya da tahsis görmüş genel nitelikli bir lafız olduğuna işaret etmiştir. Çünkü cahiller adil değildirler. Bid'atçılar da böyledir. Buradan anlaşılıyor ki zikredilen nitelikten maksat ehl-i sünnet ve'l-cemaattir ki bunlar, şer'i ilmi bilen kimselerdir. Alimlerin dışındakiler, her ne kadar bildikleri iddia edilse de bu gerçek değil, biçimsel bir mensubiyettir. Cemaatten ayrılmama emri birçok hadiste yer almıştır. Bunlardan birisini Tirmizi sahih değerlendirmesiyle birlikte el-Haris b. el-Haris el-Eş'ari'den nakletmiştir. O bu konuda uzunca bir hadis rivayet eder. O hadiste şöyle denilmektedir: "Ben Yüce Allah 'ın bana em rettiği beş şeyi size emrediyorum: Bunlar dinlemek, itaat etmek, cihad etmek, hicret etmek, cemaatten ayrılmamaktır. Çünkü cemaatten bir karış ayrılan İslamın halkasını boynundan çıkarmış olur. "(Tirmizi, Edeb) Hz. Ömer'in Şam yakınlarındaki Cabiye'de yaptığı meşhur konuşmada şöyle bir ifade yer almaktadır: "Cemaate sarılın! Sakın tefrikaya düşmeyin. Çünkü şeytan bir kişiyle birliktedir. O iki kişiden daha uzaktır!" Bu konuşmada "Her kim cennetin tam ortasını isterse cemaatten ayrılmasın" şeklinde bir cümle yer almaktadır.(Tirmizi, fiten) İbn Battal şöyle demiştir: Bu İmam Buharl'nin kullandığı başlıktan maksat, cemaate yapışmaya teşviktir. Zira Yüce Allah "İnsanlığa şahitler olmanız için" buyurmaktadır. Şahitliğin kabul şartı adalettir. Bu ümmetin adil olduğu "vesatan" kelimesiyle sabittir. Zira "el-vasat" adalet demektir. Burada geçen "el-cemaa" kelimesinden maksat ise her asırdaki ehlü'l-hal ve'l-akd'dir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ensardan Adiy oğullarının kardeşi olan birini Hayber' e memur olarak tayin edip gönderdi. Sonra bu zat Hayber'den Cenib (denilen iyi cins) hurma ile geldi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Hayber'in bütün hurmalan böyle midir?" diye sordu. O kişi "Hayır vallahi, hepsi böyle değildir Ya Resulallah! Biz bu iyi hurmadan bir sa'ını (adi hurmanın) iki sa'ı karşılığında satın alırız" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Böyle yapmayın! Fakat misli mukabiliyle mislini değiş tokuş edin. Yahut bu adi hurmayı para ile satın da onun parasıyla şu iyi hurmadan alın. Tartılan her şey böyledir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Vali -veya idareci- idihad edip hata eder ve bilmeden Resulullah s.a.v.'e muhalif bir hüküm verirse" yani Resulullah s.a.v.'e kasten muhalefet etmez, sadece yanlışlıkla muhalefet ederse. "Onun bu hükmü reddedilir. Çünkü Nebi s.a.v. her kim bizim işimize (dinimize) aykırı bir şey yaparsa o reddedilmiştir buyurmuştur." İbn Battal şöyle der: İmam Buhari'nin maksadı şudur: Her kim bilmeden veya yanlışlıkla sünnet dışı bir hüküm verecek olursa onun sünnetin hükmüne dönmesi gerekir ve sünnete muhalif olan şeyi -Yüce Allah'ın Resulüne itaati gerekli kılan emrine sarılmış olmak için- terk eder. İşte bu, sünnete sarılmanın ta kendisidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Amr b. eı-As Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemı şöyle buyururken işitmiştir: "Bir hdkim hükmedeceği zaman içtihat eder sonra bu hükümde isabet ederse o hdkime iki ecir vardır. Eğer hükmedeceği zaman içtihat eder fakat sonunda hata ederse onun da bir ecri vardır." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari yukarıda attığı başlıkla bir hakim içtihat edip, yanıldığı takdirde hükmünün veya fetvasının reddedilmesinden onun günaha girdiği sonucunun çıkmayacağına, aksine olanca gücünü harcadığı takdirde ecir ve sevap kazanacağına, hükmünde isabet ederse ecrinin iki katına çıkacağına işaret etmektedir. Fakat kişi bilgisi olmadığı halde hüküm veya fetva vermeye kalkarsa daha önce işaret edildiği üzere günaha girer. İbnü'l-Munzir şöyle demiştir: Hakim hata ettiğinde içtihat usullerini bildiği takdirde içtihat ettiği için sevaba girer. Buna karşılık alim değilse sevap elde etmez. İbnü'l-Munzir bu görüşünü "Hokimler üçtür" hadisine dayandırmaktadır. Bu hadiste şöyle bir ifade geçmektedir: "Haksız yere hükmeden hdkim ki cehennemdedir. Bir diğeri ise bilmeden hüküm veren hdkimdir ki o da cehennemdedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ubeyd b. Ömer şöyle demiştir: Ebu Musa Ömer'in yanına girmek için izin istemiş, ancak onu meşgul bulup geri dönmüştü. Ömer "Duyduğum Abdullah b. Kays'ın sesi değil miydi? Ona izin verin gelsin!" dedi. Akabinde Ebu Musa çağrıldı. Ömer "Bu yaptığın işe (beklemeyip, geri dönmene) seni sevkeden nedir?" diye sordu. Ebu Musa da "Biz böyle yapmakla emrolunduk" dedi. Ömer "Ya bu söylediğin şeyi teyid eden bir delil getirirsin ya da emin ol seni cezalandırınm!" dedi. Bunun üzerine Ebu Musa ensardan (oluşan) bir meclise gitti, (onlardan buna şahitlik edecek bir kimse istedi.) Orada bulunanlar "Bu mesele hakkında en küçüklerimiz bile şahitlik eder" dediler. Akabinde Ebu Said elHudrı ayağa kalktı ve gidip Ömer' e hitaben "Biz böyle yapmakla emrolunduk" dedi. Bunun üzerine Ömer "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrinden olan bu iş bana gizli kalmış, çarşılarda (yaptığım) alışveriş, beni (bu hükmü öğrenmekten) alıkoymuş" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre şöyle demiştir: Sizler "Ebu Hureyre, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çok hadis rivayet ediyor" diye iddia ediyorsunuz. Allah vadedendir. (Yani yalan söylersem kıyamet günü beni hesaba çekecektir.) Ben miskin, fakir bir kimse idim. Karın tokluğuna Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den hiç ayrılmazdım. Muhacirler çarşı ve pazarlarda alışveriş etmekle, ensar da malları, toprakları üzerindeki işlerinde çalışmakla meşgul bulunurlardı. Ben bir gün Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den şuna şahit oldum: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim ben sözümü bitirinceye kadar ridasım yayar, sonra onu yumarsa benden işitmiş olduğu hiçbir şeyi asla unutmayacaktır" buyurdu. Bunun üzerine ben üzerimde bulunan bir burdeyi yaydım. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemi hak ile gönderen Allah adına yemin olsun ki bundan sonra kendisinden işittiğim hiçbir sözü unutmadım." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi s.a.v.'in hükmü insanlar için gizli değildi diyen kimseye karşı deliL." Yani Nebi s.a.v.'in hükmü, -nadir olanlar hariç- insanlara açıktı ve gizli değildi. Bu başlık, sahabilerin büyüklerinden birçoklarının Nebi s.a.v.'in teklifi fiillere dair bazı şeyleri söylerken veya yaparken yanında bulunmadıklarını açıklamak için getirilmiştir. Dolayısıyla o sahabi kendi muttali olduğu duruma göre hareket ederdi. Ya neshedici hükmü bilmediği için mensuha göre amele devam eder ya da beraet-i asliye ye göre hareket ederdi. Bu prensip yerleşince o büyük sahabinin fiilini -özellikle de idari görevlerde bulunmuşsa- başkasının rivayetine tercih eden kişiye karşı delil meydana gelmiş oldu. Büyük sahabinin uygulamasını tercih eden kişi onun yanında bulunan rivayet, bu rivayetten daha güçlü olmasaydı o buna muhalefet etmezdi anlayışı ile bu tercihi yapmaktadır. Ancak bu prensibi esas almak, zanni bir delil dolayısıyla kesin olanı terk etmeye yol açar diye reddedilmiştir. İbn Battal şöyle der: Müellif " Nebi s.a.v.'in hükümleri ve sünnetleri kendisinden mütevatir olarak nakledilmiştir ve ondan mütevatir olarak nakledilmeyen habere göre amel etmek caiz değildir" diyen Rafızi ve Haricilere cevap vermek istemiştir. Müellif şöyle der: Onların bu görüşleri sahabilerin birbirlerinden delil aldıkları ve bir kısmının diğerinin rivayetine döndükleri şeklindeki sahih rivayetle reddedilmiştir. Haber-i vahidle amel edileceğine dair icma oluşmuştur. Biz de şunu ekleyelim: Beyhaki giriş kısmında sahabiliği eskiye dayanan ve ilmi geniş olup, başkasına öğreten birisinin hafızasından bazı şeylerin silineceğine delil şeklinde bir başlık açmış ve akabinde şu hadisleri örnek vermiştir: Ebu Bekir'in Muvatta'da yer alan ninenin mirastan payını konu alan hadisi, bu bölümde zikredilen Hz. Ömer'in izin almayla ilgili hadisi, İbn Mesud'un bir kadınla nikah akdi yapıp, sonra onu boşadıktan sonra annesi ile evlenmek isteyen erkeği konu alan hadisi. İbn Mesud "Bunda herhangi bir sakınca yoktur" demiştir. Bir başka örnek ise onun küçük küçük parçalara ayrılmış gümüşü külçe halindeki gümüşle fazlalıklı olarak mübadele etmeye cevaz vermesi, sonra bu iki hükümden başka sahabilerden duyduğu yasaklıktan dolayı vazgeçmesi. Beyhaki bunun dışında başka örnekler de vermiştir. "Karın tokluğuna" yani karnımı doyurmam için. Bir başka ifadeyle Ebu Hureyre'nin Nebi s.a.v.'den çok hadis duymasının asıl sebebi, yiyecek bir şeyler bulabilmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemtan hiç ayrılmamasıdır. Zira onun alıp satacağı bir şeyi olmadığı gibi, ekin ekeceği toprağı ve üzerinde çalışacağı tarlası da yoktu. O yiyecek bulamam korkusuyla Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den hiç ayrılmıyordu. İşte bu birliktelikten Resulullah s.a.v. ile onun kadar bir arada bulunmayan kimsenin duyamayacağı kadar söz duyma, uygulama görme ve rivayette bulunma fırsatı doğmuştur. Onun bunları sürekli hafızasında tutmasına -kendisinin işaret ettiği üzere- Nebi s.a.v.'in duası da yardımcı olmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muhammed b. el-Münkedir şöyle demiştir: Ben Cabir b. Abdullah r.a.'ı, İbnü's-Sayyad'ın Deccal olduğuna Allah adına yemin ederken gördüm. Ona "Allah adına bu hususta nasıl yemin edersin?" dedim. O da "Ben Hz. Ömer'i bunun Deccal olduğuna Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda yemin ederken işittim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona tepki göstermedi" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Başlıkta yer alan "en-nekir", "azim" ölçüsünde olup, tepkide ileri gitmek anlamındadır. Bilginler, Nebi s.a.v.'in huzurunda yapılan bir hareketi veya kendisine söylenip de haberdar olduğu bir şeyi tepki göstermeksizin takrir etmesinin onun caizliğine delilolduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Çünkü onun ismet sıfatı, tepki göstermek gereken bir fiil hakkında bir başkasının yapması muhtemel tepkisizliği geçersiz kılmaktadır. Netice olarak o, bir batılı kabul etmez. Buradan hareketle İmam Buhari "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den başkası değil" demiştir. Çünkü bir başkasının sükCıtu, o şeyin caiz olduğunu göstermez. "Allah adına bu hususta nasıl yemin edersin?" dedim. O da "Ben Hz. Ömer'i bunun Deccal olduğuna Nebi s.a.v.'in huzurunda yemin ederken işittim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona tepki göstermedi." Cabir, Ömer'in Nebi s.a.v.'in huzurunda yemin ettiğini duyup, Nebi s.a.v.'in ona tepki göstermediğini görünce bundan yapılan fiilin uygunluğunu anlamış oldu. Fakat geriye takride amel etmenin şartının, onun aksine açık bir beyannın bulunmaması olduğu kalıyor. Her kim Nebi s.a.v.'in huzurunda bir şey söyler veya yaparsa, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bunu ikrar ederse bu davranışı o fiilin caizliğini gösterir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunun aksini yap" derse -o emrin o kişiye mahsus olduğuna delil bulunmadığı takdirde" bu, sözkonusu takririn neshedildiğine delildir. Beyhaki şöyle demiştir: Cabir hadisinde Nebi s.a.v.'in Ömer'in yeminine sükCıt etmesinden daha fazla bir şey yoktur. Dolayısıyla Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İbnü's-Sayyad hakkında fikir yürütmeyip durmuş olması ve sonra Temim ed-Dari olayının gerektirdiği üzere Yüce Allah'tan kendisine Deccal'in İbnü's-Sayyad'dan başkası olduğuna dair bir hüccet gelmiş bulunması ihtimal dahilindedir. Deccal'in İbn Sayyad'dan başkası olduğunu ifade eden bilginler, buna dayanmışlardır. Bu rivayetin nakil yolu daha sahihtir. İbnü's-Sayyad'ın vasfı, Deccal'deki niteliklere uygun düşmüş olmaktadır. Biz de şunu eklemekte fayda görmekteyiz: Temim olayını Müslim, Fatıma bnt. Kays'tan şu şekilde nakletmiştir: Nebi s.a.v. bir konuşma yaptı ve Temim ed-Dari'nin kavminden otuz kişiyle birlikte deniz yolculuğuna çıktığından söz etti. Yolculuk esnasında Temim ve arkadaşları dalgalara kapılıp, bir ay kıyıya yanaşamazlar. Sonra bir adaya inerler. Orada karşılarına gövdesi çok kıllı bir hayvan çıkar ve onlara ben Cessaseyim der. Sonra manastırda bulunan bir adamdan söz eder. Temim ed-Dari olayın devamını şöyle anlatır: Hızla yolasıktık ve o manastıra girdik. Bir de ne görelim, şimdiye kadar gördüğümüz en iri cüsseli, elleri boynuna demirle sımsıkı bağlanmış bir insanla karşı karşıyayız! Ona "Vay sana, sen nesin" diye sorduk. Bu uzunca hadisin devamında o iri cüsseli zatın onlara ümmilerin Nebiinin gönderilip, gönderilmediğini sorduğu, ona itaat ettikleri takdirde bunun kendileri için daha hayırlı olacağını söylediği, Taberiyye gölünü, Aynzugar'' ve Nahlbisan'' sorduğu yer almaktadır. Aynı rivayete göre onlara "Benim kim olduğumu size bildireyim. Ben Mesih'im. Buradan çıkmama izin verileceği günler yakındır. Buradan çıkıp yeryüzünde gezeceğim ve kırk gece zarfında ayak basmadık hiçbir köy bırakmayacağım. Ancak Mekke ve Medine bundan müstesnadır" dediği ifade edilmektedir.(Müslim, fiten) Hadisin Beyhaki' de yer alan rivayet yollarından birisine göre o kişinin yaşlı biri olduğu ifade edilmektedir. Bu haberin isnadı sahihtir. Beyhaki şöyle demiştir: Bu habere göre zamanın ahrında ortaya çıkacak olan en büyük decca! İbn Sayyad' dan başka biridir. İbn Sayyad çıkacakları haber verilen yalancı deccallerden birisidir. Sözkonusu deccallerin çoğu çıkmıştır. Decca!'in, İbn Sayyad olduğunu kesin bir dille ifade edenler, Temim olayını duymamışlardır. Temim hadisindeki ifade ile İbn Sayyad'ın deccal olduğu görüşü en uygun şu şekilde cem ve telif edilir: Temimin bağa vurulmuş olarak görmüş olduğu, deccalin bizzat kendisidir ve İbn Sayyad bir şeytan olup, o andan lsfehan'a yönelinceye kadar deccal kılığında ortaya çıkmıştır. Sonra Yüce Allah'ın çıkacağını takdir ettiği süreye kadar akranıyla birlikte kendisini gizlemiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "At ırkı üç sınıf insan için olur. Bir kimse için ecirdir, bir kimse için (fakirlik ve ihtiyacına) perdedir, bir kimse üzerinde ise vebaldir. Atın kendisi için ecir olduğu kimseye gelince, o öyle bir kişidir ki atını Allah yolunda (cihad için) bağlamıştır ve o bağı bol otlu, geniş bir sahada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sahibi için birer hasenedir. Hele bir de ipi kopsa da şahlanarak bir veya iki mil sevinç ile koş sa yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sahibi için haseneler ol\.,1r. Bir de hayvan (bu sırada) bir nehre uğrayıp da ondan su içerse -sahibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sahibi için haseneler olur. Dolayısıyla böyle bir at, sahibi için büyük bir sevaptır. Bir kimse de atını insanlardan müstağni olmak, iffetini korumak için bağlar da sonra o kişi hayvanları konusundaki Allah hakkını, gerek sırtlarına takatlerinden fazla yük vurmamayı unutmazsa bu da o kimse için (fakirliğe karşı) bir perdedir. Bir kimse de atın! övünmek ve gösteriş için bağlarsa bu hayvan da onun için büyük bir vebaldir." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eşeklerin hükmü soruldu. O şöyle cevap verdi: "Yüce Allah her hükmü toplayıcı bir vecize olan şu ayetten başka bir nas indirmedi: 'Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, kim zerre miktarı şer işlemişse onu görür. ' (Zilzal)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha şöyle demiştir: Bir kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e adet gördükten sonra nasıl yıkanacağını sordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de (nasıl yıkanacağını tarif etti. Sonra) ona "Miske bulanmış pamuklu parçayı alırsın ve onunla yıkanır temizlenirsin" buyurdu. Kadın "Onunla nasıl temizlenip, abdest alayım Ya Resulallah?" diye tekrar sorunca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Temizlen işte!" buyurdu. Kadın "Onunla nasıl temizlenip, abdest alayım Ya Resulallah?" diye tekrar sorunca Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Temizlen işte!" buyurdu. Aişe r.anha "Bunun üzerine ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kastettiği şeyi anladım ve kadını tutup, kendime doğru çektim ve ona öğrettim" dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas şöyle demiştir: "Ümmü Hufeyd bintü'l-Haris b. Hazn bir keresinde Nebie bir miktar tereyağ, keş ve birkaç tane keler hediye etmişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların getirilmesini istedi ve bunlar onun sofrası üzerinde yeniidi. Fakat Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kelerleri tiksinmiş gibi bıraktı. Eğer keler haram olsaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sofrası üzerinde yenilmezdi ve onların yenilmesini emretmezdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Her kim sarımsak, soğan yemiş bulunursa bizden -veya mescidimizden- uzak durup, evinde otursun" buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna içinde taze sebzeler bulunan yuvarlak bir kap getirildi. -Abdullah b. Vehb hadiste geçen "bedir" kelimesi tabak anlamına gelir dedi.- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onda sevilmeyen bir ko ku duydu ve içinde ne olduğunu sordu. Kendisine onun içindeki sebzelerin ne olduğu haber verildi. Bunun üzerine sahabilerine "Bunu (filan kimseye) götürünüz!" buyurdu. Onlar da bu kabı yanında bulunan bir sahabiye götürdüler. O sahabi de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in böyle yaptığını görünce onu yemek istemedi. Bunun üzerine "Sen ye! Çünkü ben senin münacat etmediklerinle (meleklerle) münacat ederim (konuşurum)" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cübeyr b. Mut'im'in nakline göre ensardan bir kadın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve onunla (vereceği) bir şey hakkında konuştu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona (dönerken) bir şeyemretmişti. Bunun üzerine kadın "Ya Resulallah! Ben gelir de seni bulamazsam?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şayet benİ bulamazsan EbU Bekir'e git" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Delillerle bilinecek hükümler." İbare çoğu kitaplarda böyledir. Küşmıhenl'nin rivayetinde tekil olarak "bi'd-delili" şeklindedir. Delil insanı matluba götüren ve medhllün varlığı hakkında bilgi doğuran şey demektir. Kelimenindil açısından aslı herhangi bir mekana gitmek isteyen kimseyi oraya ulaştıran yolu gösteren kimse demektir. "Delaletin manasının nasılolduğu ve bunun tefsiri." Şeriat terimi olarak delalet, hakkında özel bir nas gelmeyen, özel bir şeyin hükmünün genelleme yoluyla bir başka delilin hükmü altına girdiğini göstermektir. Delaletin manası budur. Delaletin tefsirine gelince, bundar l11akat onu açıklamaktır. Tefsir, emre muhatap olan kimseye kendisine emredilen şeyin nasılolduğunu öğretmek demektir. Bu başlık' altındaki ikinci hadiste buna işaret edilmektedir. Buharl'nin attığı başlıktan övülen ve güzel görülen reyin ne olduğunun açıklaması anlaşılmaktadır ki bu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den tansis (nas olarak belirtme) ve işaret yoluyla sabit olan söz ve fiillerinden elde edilen şeydir. İstinbat da buna dahildir. Zahir üzerine donup kalmak istisnadır. "Nebi s.a.v. atların ve diğerlerinin durumunu haber vermiştir." İmam Buhari bu ifadeyle bu başlık altındaki birinci hadise işaret etmiştir. Maksadı Yüce Allah'ın "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, kim zerre miktarı şer işlemişse Gnu görür" ayetidir. Bu ifade amel eden kimseyle, ameli hakkında genellik ifade etmektedir. Haberde Hz. Nebi s.a.v. at beslemenin hükmünü ve onu besleyenlerin durumlarını açıklamış, kendisine eşeklerin durumu sorulunca onların, atların ve başkalarının hükmünün ayetten çıkarılan genellik hükmüne dahil olduğuna işaret etmiştir. İmam Buhari bu konuda beş hadise yer vermiştir. Bunlardan birincisi "At ırkı üç sınıf insan için olur" şeklindeki Ebu Hureyre hadisidir. Bu hadisin açıklaması Cihad Bölümünde geçmişti. "Bir kadın Nebie adet gördükten sonra nasıl yıkanacağını sordu." İbn Battal şöyle demiştir: Soruyu soran kadın, Nebi s.a.v.'in ne demek istediğini anlamadı. Çünkü o, bir bez parçasıyla kanın takip edilmesine "kan ve rahatsızlık"tan söz edildiği zaman "tevaddu=temizlenme" ismi verileceğini bilmiyordu. Kendisine bu şekilde cevap verilmesi, açıkça anlatılması utanılacak şeylerden olduğu içindir. Hz. fişe radıyalIahu anha, Nebi s.a.v.'in maksadını anlamış ve kadına bilmediği bu konuyu açıklamıştır. "O sahabi de Nebi s.a.v.'in böyle yaptığını görünce onu yemek istemedi." Yemek istemeyen kişi, Ebu Eyyub'tur. İfadede hazf vardır. Takdiri şöyledir: "O kişi Nebi s.a.v.'in onu yemekten kaçındığını ve kendisine verilmesini emrettiğini görünce, onu yemek istemedi." Bu cümleyi şöyle takdir etme ihtimali de vardır: "O sahabi Nebi s.a.v.'in yemediğini görünce kendisi de yemek istemedi." Ebu Eyyub, Yüce Allah'ın "Andolsun ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizin için güzel bir örnektir"(Ahzab 21) ayet-i kerimesinin genelliğini, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bütün fiillerinde ona uymanın meşru olduğuna delilolarak değerlendirmiştir. "Nebi s.a.v. O sebzeleri yemekten kaçınınca" Ebu Eyyub ona uymuştur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise neden kendisinin yemek istemediğini açıklayarak "Çünkü ben senin münacat etmediklerinle (meleklerle) münacat ederim (konuşurum)" buyurmuştur. Müslimde Salat Bölümünün sonlarında açıklaması geçtiği üzere Ebu Eyyub'un rivayet ettiği bir hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem"Arkadaşıma eziyet etmekten korkuyorum" demiştir. İbn Huzeyme rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben Allah'ın meleklerinden haya ederim yoksa bunlar haram değildir" buyurmuştur. İbn Battal şöyle demiştir: Hadisteki "karribUha.=bunu götürünüz" emri, sözkonusu sebzeleri yemenin caizliğine açık bir ifadedir. "Ben münacat ederim" ifadesi de bu niteliktedir. "Ensardan bir kadın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi." Bu hadisin açıklaması Menakıbu's-Sıddik başlığı altında geçmişti. "Humeydı, İbrahim b. Sa'd rivayetinde kadın "eğer seni bulamazsam" sözüyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatını kasteder gibiydi fıkrasını eklemiştir." İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kadının "Ben gelir de seni bulamazsam?" cümlesi ile ölümü kastettiği sonucunu çıkarmış ve ona Ebu Bekir' e gitmesini emretmiştir. İbn Battal şöyle devam etmiştir: Sanki kadının sorusuna öyle bir durum eşlik etmiştir ki kadın bunu açıkça ifade etmese bile sözkonusu durum onu kastettiğini ortaya koymuştur. Bu durum, olumsuzluk ifade etme açısından hayat ve ölüm durumundan daha geneldir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in O kadına Ebu Bekir'i göstermesi, sözkonusu genelliğe uygundur. Bazılarının "Bu Hz. Nebiden sonra Ebu Bekir'in halife olması gerektiğini göstermektedir" şeklindeki ifadeleri isabetlidir. Fakat bu açık ve net olarak değil, işaret yoluyla yapılmıştır. Hz. Ömer'in "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yerine halife bırakmadı" şeklindeki ifadesi bununla çelişmez. Çünkü onun maksadı, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu konuda açıkça bir isim belirtmemiş olduğudur. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ve Ebû'l-Yemân şöyle dedi: Bize Şuayb haber verdi ki, ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Humeyd ibn Abdirrahmân haber verdi; kendisi Muâviye'den işitmiştir. Muâviye, halifeliğinde hacc ettiği zaman Medine'de tahdîs ediyordu. Ve bu arada zikretti de şöyle dedi: bu Ka'b, Kitâb ehlinden İslâm'a girip de eski kitâblardan hadîs tahdîs etmekte olan bu muhaddislerin en doğru söyleyenidir. Yine muhakkak ki, bununla beraber biz onun eski kitâblardan nakletmekte olduğu haberlerinde, Ka’bın bazen hatâ edip yalan yanlış şeyler söylemekte olduğunu da Ka'b aleyhine tecrübe etmekteyizdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ehl-i Kitap (Yahudiler) Tevrat'ı İbranice metni ile okurlar ve onu Arap diliyle Müslümanlara tefsir ederlerdi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabilerine şöyle buyurdu: "Ehli Kitab'ın sözlerini tasdik etmeyiniz, tekzip de etmeyiniz. Ancak şöyle deyin: 'Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbat'a indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlere Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk' deyin. "(Bakara)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Abbas r.a. şöyle demiştir: Sizler ehl-i kitaba herhangi bir şeyi nasıl soruyorsunuz? Halbuki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e indirilmiş olan kitabınız, kitapların en yenisidir. Sizler onu halis olarak ve (içine başka hiçbir şey) karışmamış olduğu halde okumaktasınız. (Bu kitap) ehl-i kitabın Allah'ın kitabını tebdil edip, değiştirdiklerini, kitabı kendi elleriyle yazdıklarını ve onu verip az bir bedeli almak için 'Bu Allah katındandır' dediklerini sizlere söylemiştir. Dikkat edin! Size gelmiş olan ilim, onları sorma yasağı getirmiyor mu? Vallahi biz onlardan hiçbir kimseyi size indirilmiş olan kitap hakkında size soru sorarken görmüş değiliz! Abdurrezzak'ın Hureys b. Zahir'den nakline göre Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Ehl-i kitaba (dininiz hakkında herhangi bir şey) sormayınlZ. Çünkü onlar, nefislerini saptırmış kimseler olarak sizlere doğru yolu asla göstermeyeceklerdir. (Onlara uyarsanız) ya hakkı yalanlarsınız ya da bir batılı doğrularsınız."(Abdurrezzak, Musannef, VI, 111) Süfyan es-Sevri bu haberi bu isnatla ancak şu lafızia nakletmiştir: "Ehl-i Kitaba herhangi bir şey sormayınız' Çünkü onlar sapıtmış kimseler olarak bir hakkı yalanladığınız veya bir batılı doğru!adığınız yolunda uyarıda bulunarak size doğru yolu asla göstermeyeceklerdir." Bu haberin isnadı hasendir. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Sözkonusu yasaklık, ehl-i kitaba hakkında nas olmayan bir mesele hakkında soru sormakla ilgilidir. Çünkü bizim şeriatımız kendisi ile yetinen bir dindir. Bizim dinimizde herhangi bir nas bulunmadığında nazar (düşünme ve tefekkür) ve istidlal, onlara soru sormaya ihtiyaç bırakmaz. Sözkonusu yasaklığa bizim şeriatımızı tasdik eden haberlerle, geçmiş milletlere dair haberler hakkında soru sormak dahil değildir. Yüce Allah'ın "Senden önce kitabı okuyanlara sor"(Yunus 94) ayetine gelince, bundan maksat, ehl-i kitabın iman edenleridir. Yasaklık ise onların içinden iman etmeyenıere soru sormaktır. Emrin tevhid ve Muhammedi risalet ve benzeri konularla ilgili olması, yasaklığın bunun dışındaki şeylerle bağlantılı olması ihtimali de mevcuttur. "Muaviye şöyle demiştir: Ka'bulahbar, ehl-i kitaptan bize haber verenlerin en doğru sözlüsü ise de bazen yalan söylemekte olduğunu da tecrübe etmekteyiz." Yani onun rivayetleriyle şahsı hakkındaki bilgiler arasında çelişki bulunmaktadır. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbnü't-Tin şöyle demiştir: Bu, İbn Abbas'ın Ka'bulahbar hakkındaki "Kendiliğinden değiştirdi ve yalana düştü" şeklindeki ifadesine benzemektedir. Muaviye'nin sözündeki "muhaddisın" kelimesinden maksat, Ka'bulahbar gibi ehl-i kitaptan olan, sonra Müslüman olan kimselerdir. Ka'bulahbar, ehl-i kitaptan rivayette bulunurdu. Onlarına kitaplarına bakıp, orada olan şeyleri nakledenler de böyledir. İbnü't-Tin şöyle devam eder: Herhalde onlar da Ka'b gibi idiler. Ancak Ka'b onlardan çok daha basiretli ve sakınacağı şeyi çok iyi bilen bir kişi idi. İbn Hibban, Kitabu's-Sikat isimli eserinde şöyle der: Muaviye'nin maksadı, Ka'b'm yalancı olduğunu bildirmek değil, verdiği haberlerde zaman zaman hataya düştüğünü vurgulamaktır. Bir başkası ise şöyle demiştir: "Li nebluve aleyhi=tecrübe etmekteyiz" ifadesindeki zamir Ka'b yerine değil, kitap yerine kullanılmıştır. Yani kitaplarını değiştirip, tahrif ettikleri için içinde yalan yanlış şeyler yer almıştır. lyaz'ın bu konudaki görüşü şöyledir: Sözkonusu zamirin, "kitap", "Ka'b" ve yalan söylemek istemese ve kasıtlı davranmasa bile "Ka'b'ın sözü" yerine kullanılmış olması mümkündür. Zira "yalan" sözcüğünde kasıtlı olmak şart değildir. Tam tersine yalan, herhangi bir şeyi olduğunun aksine haber vermekten ibarettir. Bunda Ka'b'ı yalancılıkla cerh etmek niteliği yoktur. İbnü'I-Cevzi şöyle demiştir: İfadenin manası şudur: Ka'b'ın ehl-i kitabtan haber verdiği bazı şeyler asılsızdır. Yoksa cümlenin manası, Ka'b kasten yalan söylemektedir demek değildir. Çünkü Ka'b bilginlerin hayırlılarındandır. Bu, Zı Ra'ın oğullarından Ka'b b. Mati' b. Amr b. Kays olup, künyesi Ebu İshak'tır. O Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sağlığında yaşını başını almış bir kişi idi. Yahudi olup, onların kitaplarını biliyordu. Hatta ona Ka'bu'I-Habr veya Ka'bulahbar deniyordu. Onun İslama girmesi, Ömer'in zamanında olmuştur. Bazıları Ebu Bekir'in halifeliği döneminde olmuştur derler. Ka'b'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in döneminde Müslüman olduğunu ve hicretinin daha sonra gerçekleştiğini söyleyenler vardır. Bu görüşlerden birincisi, daha meşhurdur. Ka'b, Medine'ye yerleşmiş ve Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Rumlarla çarpışmıştır. Sonra Hz. Osman'ın halifeliği sırasında Şam'a gitmiş ve onun halifeliği döneminde hicri 32 veya 33 ya da 34 yılında Humus'ta vefat edinceye kadar burada ikamet etmiştir. Vefat tarihlerinden birincisi daha çok kişi tarafından tercih edilmiştir. İbn Sa'd'ın Abdurrahman b. CUbeyr b. Nufeyr'den nakline göre Muaviye şöyle demiştir: Dikkat edin! Ka'bulahbar alimlerden biridir. Biz onun hakkında aşırıya gitmiş olsak bile onda denizler gibi ilim vardır. "Ehl-i Kitap (Yahudiler) Tevrat'ı ibranice metni ile okurlar ve onu Arap diliyle Müslümanlara tefsir ederlerdi." Bu haber, aynı isnad ve metinle Bakara suresinin tefsirinde geçmişti. Buna göre "ehl-i kitab" deyiminden maksat, Yahudiler olmaktadır. Fakat bu hüküm genelolduğu için Hıristiyanları da kapsamaktadır. "Ehli Kitab'ın sözlerini tasdik etmeyiniz, tekzip de etmeyiniz." Bu ifade başlıkta geçen hadisle çelişmez. Çünkü orada ehl-i kitaba soru sorma yasaklanıyordu. Burada ise onların sözlerini doğrulama ve yalanlama yasaklanmaktadır. İkinci haber ehl-i kitabın Müslümanlara haber vermek için söze başlamaları durumu ile ilgilidir diye açıklanmıştır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cündeb b. Abdullah el-Beceli'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kur'an'ı kalpleriniz üzerinde ülfet edip, birleştiği sürece okuyunuz. İhtilaf ettiğinizde artık bırakıp, kalkınız" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cündeb b. Abdullah el-Beceli'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kur'an'ı kalpleriniz üzerinde ülfet edip, birleştiği sürece okuyunuz. İhtilaf ettiğinizde artık bırakıp, kalkınlz" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı yaklaştığı zaman -evde aralarında Hz. Ömer'in de bulunduğu birtakım kimseler varken- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Gelin size sonra hiç sapmayacağınız bir yazı (bir vasiyetname) yazayım" buyurdu. Ömer, "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ağrıları arttı. Yanınızda Kur'an vardır, bize Allah'ın kitabı yeter" dedi. Bunun üzerine evde bulunan (sahabiler) ihtilaf ettiler ve münakaşa edip, çekişmeye başladılar. Onlardan kimi "(Yazacak bir şey) yaklaştırın da Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sizler için sonra sapıtmayacağınız bir yazı yazsın" diyor, kimi de Ömer'in dediği gibi diyordu. Nihayet onlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında gürültüyü ve ihtilafı çoğaltınca Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Yammdan kalkın!" buyurdu. Ravi Ubeydullah b. Abdullah şöyle dedi: İbn Abbas bu hadisin sonunda şöyle diyordu: "Ah ne büyük bir musibettir o musibet ki, gürültü ve ihtilaf etmeleri yüzünden Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabiler için yazmak istediği bu yazı arasına perde oldu!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "İhtilafın Çirkinliği." Bazıları "ihtilaf" yerine "hilaf" kelimesini kullanmışlardır. Hilaf, şer'i' ahkamda ihtilaf anlamındadır ya da bundan daha geneldir. İbn Battal'ın rivayetinde bu başlık yoktur. Onun hadisi, bundan sonra gelen " Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Yasaklamasının Haramlık İfade Etmesi" başlığın altında yer almıştır. Gerekçesi ise şöyledir: Kur'an okurken ihtilaf olduğunda kalkma emri, ihtilaf anında kıraatte bulunmanın haramlığı için değil, mendubluk içindir. Ancak daha uygun olan görüş çoğunluğun yaklaşımıdır. Kirmani' de bunu söylemiştir: O Abdullah b. Muğaffel'in rivayet ettiği bu hadisin sonunda "Bu, el-Cami"de, usul-i fıkıh meselelerine dair yer vermek istediğim en son husustur" demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ata b. Ebi Rebah şöyle demiştir: Ben, yanında bulunan birçok kişinin arasında iken Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini işittim: Biz Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabileri beraberinde umre olmayarak yalnız hac niyetiyle ihrama girdik. Ata şöyle devam etti: Cabir olayın devamını şöyle anlattı: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zilhicce ayının dördüncü sabahında (Mekke'ye) geldi. Biz de oraya geldiğimiz zaman Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere ihramdan çıkmamızı emretti ve "İhramlarınızdan çıkınız ve kadınlarınızla ilişkiye girebilirsiniz" buyurdu. Ata'nın nakline göre Cabir şöyle devam etti: "(Nebi s.a.v.) onlara kadınlarla (cinsel ilişkide bulunmalarını) kesin olarak emretmedi. Fakat onları erkekler için helal kıldı. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem arafe gününe ancak beş gün kaldığı halde kadınlarımızia cinsel ilişkide bulunmamızı ve Arafat'a çıkmamızı emrediyori" diye söylendiğimiz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kulağına gitti. Ata "Cabir işaret eder ve elini hareket ettirip, şöyle diye gösterirdi" demiştir. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: "Biliyorsunuz ki ben sizin Allah'a en takvalı, en sadığınız ve en itaatlinizim. Eğer yanımda kurbanım olmasaydı, sizin ihramdan çıktığınız gibi ben de muhakkak ihramdan çıkardım. Sizler ihramdan çıkınız. Sonradan karşılaştığım şeyle, baştan karşılaşacağımı bilseydim beraberimde kurban sevketmezdim. Onun için artık sizler ihramdan çıkınız!" buyurdu. Bunun üzerine bizler ihramdan çıkıp Nebi'i dinledik ve ona itaat ettik

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Muğaffel el-Müzenl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Akşam namazından önce (iki rek6.t) namaz kılınız" buyurdu. Üçüncü defasında insanların bunu terk edilmez bir yol edinmelerini istemeyerek "Bu, dileyen kimse içindir" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Yasaklamasının Haramlık İfade etmesi." Bunun manası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den gelen yasaklık, haramlık olarak yorumlanır. Kelime haramlık konusunda hakiki manasında kullanılmıştır demektir. "Mubah olduğu" ifade akışından veya hal karinesinden (durum belirtisi) veya bu konudaki bir delilden "bilinenler hariç." "Onun emri de böyledir." Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emrine sarılmanın farzlığından dolayı ona muhalefet, -mendubluğuna veya başka bir hükme delilolmadığı sürece- haramlık ifade eder. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emri de böyledir." Veda haccında "İhramdan çıktıklarında" "kadınlarla ilişkiye girebilirsiniz" emrinde olduğu gibi. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emri üzerine hac ihramını umreye çevirmişler ve umre ihramından çıkmışlardı. "Emir" kelimesinden maksat "yap" ve yasaklamadan maksat "yapma" ifadesidir. Bilginler sahabinin "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize şunu emretti veya yasakladı" ifadesinin ne anlama geldiği noktasında ihtilaf etmişlerdir. Selef bilginlerinin çoğunluğuna göre tercih edilen görüş, bunların arasında fark olmadığı yönündedir. Kadı Ebu Bekir b. et-Tayyib'in nakline göre imam Malik ve Şafil'nin nezdinde aksine bir delil ortaya çıkıncaya kadar emir, vücub (farzlık), yasaklama haramlık ifade eder. ibn Battal şöyle demiştir: Çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Şafiilerden bir çoklarıyla başkaları şöyle demişlerdir: Emirde vacipliğe, yasaklamada haramlığa delil bulununcaya kadar emir mendubluk, yasaklık mekruhluk ifade eder. Onlardan birçok bilgin ise görüş bildirmeyip, durmayı tercih etmiştir. Onların durmalarının sebebi emir kipinin vücub, mendubluk, mubahlık, yol gösterme (irşad) ve başka anlamlara gelmesinden dolayıdır. Çoğunluğun deliline göre kendisine emredilen şeyi yapan kimse övgüyü hak eder. Terkeden kişi ise kınanmaya layık olur. Yasaklıkta ise bunun tam tersi sözkonusudur. Yüce Allah'ın "Onun emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar"(Nur 63) ayeti emir ve yasaklık kapsamaktadır. Ayetteki tehdit gerek yapma ve gerekse yapmama şeklinde onun haramlık ifade ettiğini göstermektedir. "Kadınlarınızla ilişkiye girebilirsiniz." Bu, sahabilerin eşleriyle ilişkiye girmeleri konusunda verilmiş olan bir izindir. ifade, ihramdan çıkılmış olma konusunda mubalaya işaret etmektedir. Çünkü cinsel ilişki, -ihramlıya haram olan diğer fiillerin aksine- ibadetin bizzat kendisini bozmaktadır. "Ümmü Atıyye ise 'Biz kadınlara cenazenin ardından gitmemiz yasak edildi, fakat bu bize vacip kılınmadı' demiştir." Bu ifadenin geniş bir açıklaması Cenaiz Bölümünde geçmişti. Hadisin açıklaması, Namaz Bölümünde Ezanla KSmet Arasında Kaç RekSt Namaz Vardır başlığında geçmişti. Hadisin buradaki başlıkla ilgili olan kısmı "Bu, dileyen kimse içindir" ifadesidir. Çünkü bu cümle, emrin vaciplik konusunda hakiki manada olduğuna işaret etmektedir. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yapmayla yapmama arasında muhayyerliği gösteren bir cümle getirmiştir. Bu cümle, ifadenin vacipliğe yorumlanmasına engelolmaktadır. "İnsanların bunu terk edilmez bir yol edinmelerini istemeyerek" yani gerekli, terk etmek caiz olmayan bir yol veya terk etmesi mekruh olan ratib bir sünnet olduğunu zannetmelerini istemeyerek demektir. Yoksa maksat, -daha önce geçtiği üzere- vacipliğin mukabili olan değildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha iftiracıların kendisi hakkında iddialarını dile getirdiklerinde şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vahiy gecikince Ali b. Ebi Talib ile Üsame b. Zeyd'i ailesinden ayrılması hususunda görüşlerini sorup, istişare etmek üzere yanına çağırdı. Üsame Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesinin suçsuzluğunu bildiğini ifade etti. Ali ise "Ya Resulallah! Allah sana (dünyayı) dar etmemiştir. Aişe r.anha' den başka kadın çoktur. (Bununla beraber) (Aişe r.anha'nın cariyesi) Berire'ye de sor. O doğrusunu sana söyleyecektir" demişti. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Berıre'yi çağırıp" (Aişe r.anha'de) sana şüphe veren herhangi bir hal gördün mü?" diye sordu. Berıre "Ben onda (hata, ayıp olarak) şundan daha fazlasını görmedim: Aişe r.anha küçük yaşta bir kadındır. Ailesinin hamurunu yoğururken uyur kalır da evin ehil hayvanı gelir, onu yerdi!" demiştir. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem minbere çıkıp şöyle buyurdu: "Ey müslümanlar topluluğu! Ailem hakkında bana eziyeti dokunan bir kimseden dolayı kim (onu kınamamı) haklı görür? VAllahi ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim" dedi ve Aişe r.anha'nın suçsuzluğunu ifade etti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara bir konuşma yaptı, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra 'Aileme dil uzatmakta olan bir topluluk hakkında bana ne tavsiye edersiniz? Ben onların hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum" dedi. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe r.anha'ya iftiracıların söyledikleri şeyler haber verilince şöyle dedi: "Ya Resulallahi Aileme gitmeme izin verir misin 7" Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kendisine izin verdi ve Aişe r.anha'nın beraberinde hizmetçi bir köleyi de gönderdi. Bu sırada ensardan biri "Subhaneke' Seni tenzih ederiz! Bu iftirayı konuşmak bizlere yakışmaz. Seni tenzih ederiz! Bu büyük bir iftiradır" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Onların işleri aralarında danışma iledir' sözü." Birinci ayetten başlarsak; el-Edebü'l-Müfred isimli eserinde İmam Buharl'nin ve İbn Ebi Hatim'in güçlü bir isnadla nakillerine göre Hasan-ı Basri "Bir topluluk kendi aralarında istişare eder etmez huzurlarında olan şeyin en iyisine iletiimiş olurlar" demiş ve bu ayeti okumuştur. Bu ifade bir başka rivayette "İstişare eder etmez Allah onlar için doğruyu veya faydalı olan şeyi yaratır" şeklindedir. İkinci ayete gelince; İbn Ebi Hatim'in hasen isnadla nakline göre Hasan-ı Basri şöyle demiştir: Yüce Allah, Nebi s.a.v.'in onlara ihtiyacı olmadığını biliyordu, fakat ondan sonrakilerin kendisini örnek almalarını istemiştir. "Danışmanın işe karar vermeden ve o iş iyice açığa çıkmadan önce olduğu. Çünkü Yüce Allah 'Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven' buyurmuştur." Bilginler müşaverenin hangi konuda yapılacağı noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları, hakkında nas olmayan her türlü hususta yapılır derken, bazıları sadece dünyevi işlerde buna başvurulur demiştir. Davudi şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabilerle hakkında hüküm olmayan şeylerden olan savaş konusunda danışmalarda bulunuyordu. Çünkü hükmün ne olduğu ancak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den öğrenilir. Nebi s.a.v.'in ahkam hususunda sahabilere danıştığını iddia eden büyük bir gaflete düşmüştür. Ahkam dışı meselelere gelince, belki bir başkası onun görmediğini görür veya işitmediğini işitmiş olabilir. Bu, yolda yanına rehber almak gibi bir şeydir. Bir başkası ise şöyle demiştir: Kelime her ne kadar genel anlamlı ise de bundan maksat özel durumdur. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in farz olan hükümler konusunda sahabilere danışmadığı ittifakla kabul edilen hususlardandır. Bize göre böyle kayıtsız şartsız ve mutlak konuşma tartışılır. Tirmizl'nin hasen, İbn Hibban'ın sahih değerlendirmesiyle nakillerine göre Hz. Ali şöyle demiştir: "Ey iman edenler! Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile gizli bir şey kon uşacağıniz zaman bu konuşmamzdan önce bir sadaka veriniz"(Mücadele 12) ayet-i kerimesi inince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Görüşün nedir? Bir dinar olur mu?" diye sordu. Ben "Hayır, buna güçleri yetmez" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yarım dinara ne dersin?" diye sordu. Ben "Buna da güçleri yetmez" diye cevap verdim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "O halde ne kadar?" diye sordu. Buna "Bir arpa ağırlığı kadar altın" diye cevap verdim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Senin de malın azdır (Kendi malına göre takdir ettin)" dedi. Bunun üzerine "Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi?" ayet-i kerimesi indi.(Mücadele 13) Hz. Ali şöyle devam etti: "Yüce Allah benim sebep olmam üzerine bu ümmete yükünü hafifletti." (Tirmizi, Tefsir Suretü'!-Mücadele) Bu hadis bazı ahkam, konusunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in danışmalarda bulunduğunu göstermektedir. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir işe kesin karar verip, azmettiğinde hiçbir beşerin Allah'ın ve Resulunün önüne geçemeyeceği." İmam Buharl'nin demek istediği şudur: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem denışmalarda bulunduktan sonra danışma konusu olan şeylerden birini yapmaya karar verdiğinde ve buna başladığında bu andan itibaren hiç kimsenin ona bunun aksini tavsiye etmesi mümkün değildir. Çünkü Hucurat suresindeki ayetlerde Allah'ın ve Nebiinin önüne geçme yasaklı ğı vardır. Bu açıklamaların tümünden ortaya çıkan, danışma ayeti ile Hucurat suresindeki ayet arasında ayetin genelliğinin danışmalarla tahsis edilmesi durumu olduğudur. Dolayısıyla bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önüne geçmek mümkündür, fakat bu da istişare ettiği yerde onun izniyle olacaktır. Danışma dışında insanların Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önüne geçmeleri caiz değildir. Yüce Allah unlara istişare konusunda cevap vermek için konuşma izni vermiş, gerek danışma ve gerek başka hususlarda kendiliklerinden konuşmalarını yasaklamıştır. Buna kişinin kendi görüşüne dayanarak Nebie itiraz etmesi eweliyetle dahildir. Buradan anlaşılan Nebi s.a.v.'in emri sabit olduğunda hiç kimsenin ona muhalefet edeyemeyeceği ve muhalif davranmak için birtakım hileli yollara başvuramayacağıdır. Tam tersine kişi bu tavrı, muhalifinin gelecek olduğu bir temel ilke edinir. Yoksa bazı mukallidlerin yaptığı gibi aksine hareket edip Yüce Allah'ın "Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar"(Nur 63) ayetinden gafil olanların yaptığı gibi yapmaz. "Zırhını giyince" hadisteki "lametehu" kelimesi zırh demektir. Bazıları bu bir araçtır demişlerdir. Kastedilen şey, zırh, miğfer ve bunun dışında diğer silahlardır