Sahih-i Buhari
...
(81) Kitāb: Kalbi İnceltmek (Ar-Riqaq)
(81) ...
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın anlattığına göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Çoğu insanın farkına varamadığı iki nimet vardır ki, onlar sağlık ve boş vakittir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'in rivayet ettiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah'ım' Sadece ahiret hayatı gerçek hayattır. Muhacirler ile Ensarı bağışla" diye dua etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd es-Sa'idi r.a. şöyle rivayette bulunmuştur: Hendek gazvesinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraberdik, o kazıyor, biz toprağı taşıyorduk. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi görünce: "Allah'ıml Sadece ahiret hayatı gerçek hayattır. Ensar ve Muhacirleri bağışla" diye dua etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: Müellifin "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, Kitabu rikak, sıhhat ve boş vakit, sadece ahiret hayatı gerçek hayattır" sözlerine gelince, "er-Rikak" ve "er-Rekaik" kelimesi "Rakika (yumuşaklık)" kelimesinin çoğul halidir. Söz konusu hadislerin bu isimle adlandırılması, bu hadislerin her birinin kalpte bir yumuşaklık oluşturmasındandIL Dil alimleri "Yumuşak kalp ii olmak merhamete ve sertliğin zıddına vesiledir" demişlerdir. İbn Battal şöyle der: İnsan beden sağlığını güvenceye almadıkça rahat edemez. Sağlığını güvence altına alan kimse, Allah'ın kendisine verdiği nimete şükretmeye devam etsin. Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasakladıklanndan sakınmak ona şükretmektiL Bunu yerine getiremeyen ise aldatılmıştıL Hadisteki "çoğu kimse" ifadesi ile de emirleri yerine getirip yasaklardan sakınan kimselerin sayıca azlığına işaret edilmiştiL İbnü'l-Cevzi şöyle demiştir: İnsan bazen sağlıklı olur fakat maişete kendini veremez. Bazen zengin olur fakat sağlığı pekiyi olmaz. Hem sağlık hem de zenginlik bir araya gelip de tembellik galip gelirse, işte o kişi aldanmıştır. Bütün bunlar, dünyanın ahiretin tarlası olmasındandır. Dünyada ticaret vardır ki, onun faydası ahirettedir. Fırsatlarını ve sağlığını Allahla itaatte kullanan kimse, gıpta edilecek kimsedir. Vaktini ve sağlığını Allah'a masiyet ederek kullanan kimse, aldanan kimsedir. Zira fırsatı iştigal, sağlığı da hastalık takip eder
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl r.a. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Cennette bir kırbaç kadar yer dünya ve dünyadaki her şeyden daha iyidir" buyurduğunu rivayet etmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Müellifin "Dünya ahiret mukayesesi" ifadesi Müslim, Tirmizı ve Nesai'nin Kays İbn Ebi Hazim Müstevrid İbn Şeddad (Müstevrid Resulullah'a kadar ulaştırmış) tarikiyle rivayet ettikleri "Allah'a yemin ederim ki, dünya ahirete nisbetle ancak şudur: Biriniz parmağını denize batırıp çıkardığında elinde ne kadar su kalır?" hadisinin bir kısmından ibarettir. Buhari'nin şartına göre bu rivayetin senedi tabiıye kadar gelmektedir. Zira o tabiı Müstevrid'den radıyaJlahu anh hadis rivayet etmemiştir. Kurtvbi şöyle demiştir: Bu "Dünya malları azıcık bir şeydir" ayetine benzemektedir. Buradaki "azıcık" ifadesi de dünya hayatına nispetledir. Ahirete nispetle ise dünya malının hiçbir değer ve kıymeti yoktur. Bir benzetme yapmak ve akla yaklaştırmak için bu ifade sarf edilmiştir. Yoksa sonu olan ile sonu olmayan arasında bir kıyaslama yapmak asla mümkün değildir. "Elinde ne kadar su kalır?" ifadesi de buna işaret etmektedir. Şöyle ki, parmakta kalan deniz suyu nasıl değer ifade etmiyor ise, dünya da ahirete nispetle öyle değersizdir. Netice itibariyle dünya denize batırılıp çıkarılan parmağa yapışan su (ıslaklık), ahiret ise bütün denizin suyudur. İbn Atiyye şöyle demiştir: Bu ayette dünya hayatı ile dünyaya ait tasarrufIar kastedilmiş, fakat dünyada yapılan ibadetler, hayatı devam ettirmeye ve ibadetleri yerine getirmeye gerekli olan şeyle kastedilmemiştir. "Ziynet" eşyayı süsleyen ve güzelleştiren bir şeydir, fakat eşyanın zatından değildir. "Övünmek" Arapların adeti olan neseple övünmek anlamında kullanılır. "Servetin çokluğu" kelimesinin müteallakı ayette yer almaktadır. Benzetme şu şekildedir: İnsan doğup büyür, güçlenir, mal, evlat ve mevki sahibi olur, yükselir daha sonra inişe başlar, yaşlanır, iş-güçten kalır, hastalanır, başına çeşitli musibetler gelir, sonra ölür, işler ters döner, malları başkasının eline geçer ve eski düzen değişir. Bu durum bir toprağa benzer ki, ona yağmur yağar ve yeşerip çok cazip hale gelir, bu yeşillikler kurur ve sararır, sonra parçalanıp darmadağın olur. Kafirler kelimesi ile bu ayette kimlerin kastedildiği hususunda ihtilaf olmuştur: Bazılarına göre bu ayette kendilerinden söz edilen kafirler Allah'ı inkar eden kişilerdir. Zira onlar dünya hayatına aşırı düşkün ve dünyadaki güzelliklere çılgınca hayrandırlar. Bazılarına göre ise bu ayette çiftçiler kastedilmiştir. Onlar da tohumu toprağa gömer yani toprakla tohumu örterler. Bitkiler konusunda bilgi sahibi kimseler oldukları için neye hayran olacağını bilen kimseler olarak burada zikredilmişlerdir. İmam Gazali İhyau ulumi'd-dfn adlı eserinde Müstevrid'in hadisini zikretmiş ve ardındanşöyle demiştir: Bilmiş ol ki, gafIetteki dünya ehli, bir gemiye binip seyahate çıkan kimselere benzer. Onlar bir adacığa gelir, ihtiyaçlarını gidermek için gemiden inerler. Görevliler de onları uyarır ve fazla kalmamalarını aksi halde onları bırakıp gideceklerini söylerler. Onların bazıları bu uyarıyı dikkate alır, acele eder, çabuk döner, geniş ve rahat yere yerleşirler. Bazıları da etrafa dağılır, bir grup etraftaki yeşilliğe, çiçeklere, meyvelere, nehirlere, madenIere bakıp kendini kaybeder, sonra birden kendine gelip gemiye gelir, fakat ilk yerleştikleri yerler kadar iyi yerlere yerleşemezler. Ancak yine de kendilerini kurtarmış olurlar. Diğer bir grup da birinci grup gibi dağılır, dalarlar. Fakat bunlar bu güzelliklere, meyvelere, çiçeklere iyice dalar ve oradan ayrılmak istemezler. Onları toplar, almaya ve gemiye götürmeye çalışırlar. Ancak onlar gemiye geldiklerinde daha dar ve kötü koşullar altında bir yolculuk yapmak zorunda kalırlar, kendilerinden başka hiçbir getirdiklerini sığdıramazlar, zorlanırlar, meyve ve çiçekler kurur, topladıkları her şey rüzgarda savrulur ve sonunda kendilerini kurtarmak için onları atmak zorunda kalırlar. Üçüncü bir grup ise, bu nimetin içine iyice dalarlar, uyarıcının dediklerine kulak tıkarlar. Sonra geminin hareket edeceği çağrısını duyunca apar top ar kalkıp gemiye gelirler, fakat gemiyi çoktan hareket etmiş bulurlar. Onlar aldıkları ile adada kalır ve helak olurlar. Dördüncü bir grup ise, aşırı dalgınlıktan geminin hareket edeceği nidasını bile duymazlar, o arada gemi de gitmiş olur, onlar darmadağın olur, kimilerini yırtıcı hayvanlar yer, kimileri sağa sola çarpar ölür, kimileri açlıktan ölür, kimilerini de yılan çayanlar sokar ölürler. İşte bu anlık değerlerin peşinde koşan geleceğini ihmal eden, dünya ehlinin misalidir ki onların sonu hakkında şöyle demek kalır: Ne çirkindir dünyadaki altın, gümüş gibi taşlara aldanıp dünya hayatına dalanların hali ki, onlar bu topladıklarının hiç birini kendileriyle beraber ahirete götüremediler. Allah yardımcımız olsun
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a.'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem omzumu tutup "Dünyada garip veya yolcu gibi ol" buyurdu. İbn Ömer hep "Akşam'a kavuştuğunda sabahı, sabaha ulaştığında akşamı bekleme, sağlığında hastalığın için, yaşamında da ölümün için bir şeyler yap" derdi. Diğer tahric: Tirmizi, zühd; İbn-i Mace, rikak Fethu'l-Bari Açıklaması: "Dünyada garip veya yolcu gibi ol" hadisi hakkında et-Tibi şöyle demiştir: Buradaki "veya" kelimesi şek için değil, emre icabette seçenek bırakmak içindir. "J (daha doğrusu)" manasında demek daha güzelolsa gerek. Böylece kul önce kalacak yeri olmayan bir miskine benzetilmiş, sonra durum daha da ileri bir noktaya götürülerek yolcuya benzetilmiştir. Zira garip, bazen gurbet beldelerinde ikamet edebilmektedir. Ancak uzak bir diyara doğru yola çıkan kimse ise, onu bekleyen vadiler, dağlar, yol kesiciler ve beklenmedik nice tehlikeler vardır. Çünkü o bir an bile durmaz, yoluna devam eder. Bu vecihten olsa gerek İbn Ömer bu ifadenin akabinde "Akşama kavuştuğunda sabahı, sabaha ulaştığın da akşamı bekleme", "Kendini kabir ehlinden say" demiştir. Yani hiç yorulmadan yoluna devam et, zira sen bir kusur işleyip yolunu devam ettirmezsen o vadilerde helak olursun. Bu benzetmede benzetilenin anlamı budur. Benzeyen ise "sağlığında hastalığın için bir şeyler yap" sözüdür. Yani ömür hiçbir zaman sağlık ve hastalıktan hali olamaz. Dolayısıyla sağlıklı olduğun zamanda kudretin yettiği ölçüde yaşam seyrinden daha fazla mesafe kat etmeye çalış ki, hastalandığında, zayıf düştüğünde kaybettiklerinin yerini doldursun. Bazıları da şöyle demiştir: Bu hadis dünyadan el çekip zühde dalmaya ve kanaatli olmaya teşvik eder. İmam-ı Nevevi de şöyle demiştir: Bu hadisin manası, dünyaya itimat etme, orayı ebedi kalınacak yer olarak görme, dünyadan gurbetçinin almayacağı şeyleri alma. Bazıları da şöyle demektedir: Yolcu, bir istikamete doğru gitmekte olan kimsedir. Dolayısıyla insan dünyada, efendisi tarafından bir ihtiyaç için başka bir şehre gönderilen köle gibidir. Dolayısıyla o, üstlendiği görevi yerine getirip biran evvel memleketine geri dönmeli ve gereksiz şeylere takılmamalıdır. "Sağlığında hastalığın için de bir şeyler yap" yani sağlıklı olduğun zamanlar itaat ve ibadetlerle meşgul ol ki, hastalandığında eksiklik olursa yerini doldurabilsin. "Hayatında ölümün için bir şeyler yap". Bunun manası Hakim'in rivayet ettiği İbn Abbas'ın şu merfu hadisiyle daha iyi anlaşılmaktadır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem birine nasihat ederek: Beş şeyden önce şu beş şeyin kıymetini bil: Yaşlanmadan önce gençliğinin; hastalanmadan. önce sağlığının; fakirleşmeden önce zenginliğinin; meşguliyetten önce boş vaktinin ve ölüm gelmeden önce hayatının kıymetini bil". Bu hadisi İbnü'l-Mübarek de Kitabu'z-Zühd'de Amr İbn Meymune'nin mürsel rivayetlerinden biri olarak sahih bir tarikle rivayet etmiştir. Bazı alimler şöyle demiştir: İbn Ömer'in sözleri merfu hadiste de yer almaktadır. İsteksizliğe son vermekle ilgilidir. Akıllı kimse daha akşamdan sabahı; sabahtan da akşamı beklememeli ve ölümün kendisini daha erken yakalayabileceğini düşünmelidir. "Sağlığında hastalığın için bir şeyler yap" sözü, ölümünden sonra sana faydalı olacağını düşündüğün bazı şeyleri yap anlamındadır. Sağlıklı günlerinde daha fazla salih ameller işlemekte acele et. Zira hastalık bazen aniden gelir ve yapacaklarımıza mani olur. Dolayısıyla miadına hazırlıksız yakalanan kimse olmaktan korkulmalıdır. Yukarıda zikredilen bu hadis şu hadise zıt değildir: "Kul hastalandığında veya yolculuğa çıktığında Allah ona sağlıklı ve mukim iken yapmış olduklarının mislini yazar". Çünkü bu hadis amel işleyen kimse hakkında müjde olarak söylenmiştir. İbn Ömer'in hadisindeki uyarı ise, am el işlemeyen kimseler hakkında varit olmuştur. Çünkü insan hastalanınca yapamadığı ameller için pişmanlık duyar, ancak bu pişmanlık ona fayda getirmez. Hadis-i şerifte Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (insanları) ümmeti için iyilik yapmaya, dünyaya fazla rağbet etmemeye, dünyadan sadece ihtiyaç kadarını almaya teşvik etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah r.a.'dan şöyle anlatıyor: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir dikdörtgen çizdi, ortasına bir çizgi ve bunun etrafına da birkaç kısa çizgi daha çizdi. Buyurdu ki, "Bu insan, bu da onun eceli ve etrafını sarmış, bu dışarıdaki de onun arzuları, bu kısa çizgiler ise ona sarılmış durumda. Eğer bu insan bu tarafa giderse ona bu, öbür tarafına giderse de bu isabet eder
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'in anlattığına göre ise: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem birkaç çizgi çizdi ve "Bu insanın arzu-istekleri, bu da ecelidir. İnsan bu ikisi arasında böyle (zor durumda) kalır. Zira hangi tarafa adım atsa o tarafındaki hata yaklaşmış olur". Fethu'l-Bari Açıklaması: "Arzuların çok olması" ifadesinde arzu, insanın sevdiği uzun ömür, zenginlik gibi istek ve ümitleridir. Bir bakıma temenni de denilebilir. Temenni ile arzu farklıdır diyenler de vardır. Zira arzu-istek, temenninin aksine belli bir sebebe dayanmaktadır. Bazılarına göre insan arzusuz ve ümitsiz yaşayamaz, zira ümidini kaybedenin istekleri temenniden öteye geçemez. Bazılarına göre ise, istek şahsın bir iradesi olup şahsın bir şeyelde etmesi ancak o isteğin olmasına bağlıdır. İsteği olmayan hiçbir şeyelde edemez. Ulemanın çoğu "Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler" (el-Hicr 3)" ayetinin umumi bir ifade olduğunu söylemişse de bir grup ilim adamı, bu ayetin kafirler hakkında nazil olduğunu, buradaki emrin de onları tehdit ve dünya lezzetlerine daimaları sebebiyle sert bir uyarı olduğunu söylemiştir. Arzu ve isteklerin çok olması hakkında Enes'ten r.a. şu merfu hadis naklediimiştir: "Dört iş bedbahtlıktır: Gözlerin donması, kalbin kirlenmesi, arzu ve isteklerin artması ve dünyaya hırsın artması (Bezzar rivayet etmiştir) Abdullah İbn Amr'den r.a. de şu merfu hadis naklediimiştir: "Bu ümmetin ewelinin salaha kavuşmuş olması züht ve yakin (sağlam iman) ile sonunun helak olması da cimrilik ve bitmek bilmez istekler ile olmuştur (Taberani ve İbn Ebi'd-Dünya rivayet etmiştir)". Arzu ve istekleri azaltmanın gerçek züht olduğu söylenmiştir. Ancak arzu ve istekleri azaltmanın zühdün sebebi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Zira isteklerini azaıtanın takvası artar. Arzu ve isteklerin artmasıyla ibadete karşı soğukluk ve tembellik ortaya çıkar, tövbeler ertelenir, dünyaya rağbet artar, ahiret unutulur ve kalpleri kasvet bürür. Çünkü "Onların arzu-istekleri çoğalınca kalplerini kasvet kapladı" ayetinde ifade buyrulduğu gibi ancak ölümü, kabri, sevap-günahları ve kıyamette olacakları hatırlamakla kalbin yumuşaması ve berrakıaşması gerçekleşir. Arzu ve istekleri az olan kimsenin gam-endişelerinin azalacağı ve kalbinin nurlanacağı söylenmiştir. Zira böyle bir kişi ölüme hazırlandığından dolayı ibadetler için çaba sarfeder, gamları azalır ve aza razı olmaya başlar. İbnü'l-Cevzı şöyle der: Arzu-istek insanlar için pek hoş değildir. Ama ulema bundan müstesnadır. Zira onlar istekli olmasalardı telif-tasnif işleri.,i yapamazlardı. Başkaları da şöyle demişlerdir: "Yetişkin insanın kalbi genç olarak her zaman dünya sevgisi ile arzu ve isteklerle doludur" hadisinde ifade edildiği gibi arzu-istek bütün insanoğlunun tabiatında vardır. Bu hadis-i şerifte ince bir nokta vardır. Zira arzu-istek olmasaydı kimse eğlenemez ve dünya işlerinden haz alamazdı. Burada olumsuz olan bu istekleri serbest bırakmak ve ahireti için hazırlık yapmamaktır. Bu duruma düşmeye kimseye isteklerinden tamamen arınma teklif edilmez. Hadis-i şerifte de insanlar istekleri azaltmaya ve ahiret için hazırlanmaya teşvik edilmiştir. Kötü akıbet mübalağa yoluyla, zehirli yılan sokması diye ifade edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre radiyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Altmış yaşına kadar gelmiş uzun ömürlü insan için Allah'ın huzurunda özür beyan etme (daha fazla yaşasaydım demek gibi) hakkı kalmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Yine Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatıyor: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den "Yetişkin insanın kalbi genç olarak her zaman dünya sevgisi ve arzu isteklerle doludur" buyurduğunu işittim
- Bāb: ...
- باب ...
Enes radiyallahu anh rivayet edildiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "İnsanoğlu büyüdükçe mal-mülk sevgisi ve uzun yaşama arzusu da artar". Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu bab başlığı ile ilgili en-Nesefi'nin rivayeti şöyledir: Tefsir ehli bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir. Çoğunluğa göre burada yaşlılık kastedilmiştir. Zira insan altmış ve sonrasında ihtiyarlamış olur ki bu onun, beyhude oyun ve şakayı andıran çocukluk dönemini çoktan geride bıraktığının bir alametidir. Ali bununla Resulullah s.a.v.'in kastedildiğini söylemiştir. Onlar yine ayetteki "ömür vermek" kelimesi hakkında da ihtilaf edilmiştir: Taberi Mesruk'tan naklen bunu kırk yaş olarak yorumlamıştır. Sanki bu "Sonunda erginlik çağına erince ve kırk yaşına varınca (Ahkaf, 46115)" ayetine dayanmışlardır. Kimileri de bunu konuyla ilgili gelen rivayetıere istinaden bu ayeti altmış yaş olarak yorumlamıştır. Bu rivayetlerin bazı tariklerinde ayetin muradının bu şekilde olduğu açıkça belirtilmiştir. "Allah'ın huzurunda mazeret hakkı kalmaz" ifadesinde "mazeret" kelimesi özrü ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir. Buna göre mana: "O klmsEi için özÜr beyan etmeye hiç imkan kalmamıştır" demektir. Yani adam: Şayetdaha uzun ömür verilfl1iş olsaydı bana emredilenleri yerine getirecektim der;btina cevaben de ona: "Ozür beyan etmek için sana yeterince zaman ve imkan tanındı, artık özrünü kabul etmek için hiç imkan yoktur, denilir. " Yeterince zaman ve imkan verilip de itaat ve ibadetlerini yEirine getirmediği için özür beyan etme yolu kapanmış olan kimseye ancak tövbe etmek ve büsbütün ahirete yönelmek kalır. İbn Battal şöyle der: Burada altmış yaşın sınır noktası olarak belirlenmesi, bunun tevekkül ve huşu yaşından ibaret olan olgunlukçağına yakın olmasındandır. Bu, özürden sonra gelen bir özür olup kullarını cehaletten marifete çıkarmak amacıyla Allahu Teala'tan onlara gösterilen bir lütuftur. Allahu Teala onların özürlerini kabul etmiş ve onları açık delil olmadan azaba mahkum etmedi. Gerçi onlar dünya sevgisi ve uzun yaşama arzusu üzerine yaratılmış olsalar bile yine de onlar yapmakla yükümlü olanları yerine getirmek ve sakınmakla uyarılanlardan kaçınmak için bu konuda nefisleriyle mücadele etmeye emredilmişlerdir. Hadis-i şerifte, altmışını tamamlayanların müddetlerini doldurdukları intibaını veren bazı işaretler vardır. Örneğin Tirmizı'nin hasen bir tarikle rivayet ettiği bir hadiste Ebu Hureyre'nin radıyaııilhu anh Resulullah s.a.v.'e istinaden "Ümmetimin yaşları altmış ila yetmiş arasında olacaktır. Onların pek azı yetmişi geçecektir" dediği yer almaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Mahmud İbn er-Rebi, r.a., Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onların bahçesindeki bir kuyudan ağzına su alıp kendisine püskürttüğünü nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Mahmud, 'İtban İbn Malik el-Ensari ve Salimoğullarından bir kişiden şöyle işittiğini nakletmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün bana uğradı ve şöyle buyurdu: Sadece Allah için söylenen kelime-i tevhid kıyamet gününde kişiyi cehennemden kurtarmaya yeter
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den nakledildiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Allah Teala şöyle der: Dünyada sevdiği bir yakınını vefat ettirdiğim kişiyi ahirette cennetle mükafatlandırırım". Fethu'l-Bari Açıklaması: (Allah rızası için işlenen amel) Bu konu başlığı tüm nüshalarda yer alır. Ancak İbn Battal şerhinde yer almaz. İbn Battal, İtban hadisini daha önceki konu başlığına eklemiş, altmış yaş ile ilgili konu başlığını bu hadisle şöyle diyerek açıklamıştır: "musannif altmış yaşına varıp da günah işleyen kişinin cehenneme gideceği zannedilmesin diyerek ihlasla söylenen kelime-i tevhidin kişiyi kurtaracağını açıklamaya çalışmıştır. Bu durumun da uzun ömürlü ya da çok amel işleyen kişilerle sınırlı olmadığına işaret etmiştir. Bu hadisten hareketle tövbenin hadislerde belirtilen vakte kadar makbulolduğu anlaşılır. O vakit de ölüm anıdır. (Yakının vefat ettirilmesi) Bu yakın kişi, evlat ve kardeş gibi kişinin can-ı gönülden sevdiği çok yakınlarıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Amr İbn Avf (Amir İbn Lüey oğullarının himayesindeydi. Bedir Savaşında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunmuştur) şöyle rivayet etmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Ubeyde İbn El-Cerrah'ı cizye toplaması için Bahreyn'e gönderdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bahreyn halkı ile barış yapmış ve onlara el-Ala İbn El-Hadrami"yi vali tayin etmişti. Ebu Ubeyde Bahreyn'den cizye gelirlerini getirdi. Ensar onun geldiğini duydular ve sabah namazında mescitte Resulullah'ın yanında bulundular. Ebu Ubeyde oradan ayrılınca hepsi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e doğru yöneldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları görünce gülümsedi ve şöyle dedi: "Ebu Ubeyde'nin gelince bir şeyler getirdiğini duydunuz değil mi?" Onlar da: "Evet ey Allah'ın elçisi" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Hadi birbirinize müjdeyi verin ve sizi mutlu edecek şeyleri isteyin. Allah'a yemin ederim ki ben sizin fakirleşmenizden korkmuyorum. Aksine sizden önceki ümmetierin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilmesinden, sizin de sizden öncekiler gibi birbirinize düşmenizden ve sizden öncekileri gaflete düşürdüğü gibi dünya nimetlerinin sizi de gaflete düşürmesinden korkuyorum
- Bāb: ...
- باب ...
Ukbe İbn Amir şöyle rivayet etmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün evden çıktı ve Uhut şehitleri için cenaze namazı kıldı. Daha sonra minbere çıkarak şöyle buyurdu: "Ben sizin önde gideninizim ve ben sizin yaptıklarınızın şahidiyim. Allah'a yemin ederim ki şu anda cenneteki Havuz'a bakıyorum. Bana dünyanın hazinelerinin anahtarları verilmiştir. Ancak Allah'a yemin ederim ki ben, benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Aksine, dünya için birbirinizle çekişmenizden korkuyorum
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Sizin için en çok korktuğum şey Allah'ın yeryüzünün bereketlerini çıkarmasıdır." Bunun üzerine ashap yeryüzü bereketlerinin ne olduğunu sordular. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Dünyanın güzellikleridir" diye cevap verdi. Bir adam: "Hayır, şer mi getirir?" diye sordu. Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sustu. Ben ona vahiy geldiğini düşündüm. Daha sonra alnındaki terleri sildi ve "Soru soran nerede?" dedi. Adam: "Benim" dedi. Ebu Said: "Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, adama sorusundan ötürü kızmayarak cevap verdiği için hamdettik" demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Hayır yalnızca hayır getirir. Dünya malı yeşildir, tatlıdır. Baharda yeşeren bitkiler çok yemelerinden ötürü hayvanları öldürür ya da perişan eder. Çimenler hariç. Hayvan çimenleri yer, yan dönüp yatar, güneşe döner, geviş getirir, pisler. Daha sonra döner tekrar yer. Tatlı olan mala gelince, onu hakkıyla alan ve hakkını veren kişi ne iyi kişidir. Ancak hakkı olmayan bir malı alan kişi yiyip de doymayan kimse gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
İmran İbn Husayn Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "En hayırlınız benim yaşadığım zamanda yaşayanınızdır. Sonra onlardan sonra gelenler gelir. (İmran Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ifadeyi iki kere mi üç kere mi tekrarladığını hatırlamadığını söylemiştir). Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözüne şöyle devam etmiştir: "Onlardan sonra şahitliğe çağrılmadıkları halde şahitlik eden, güvenilmeyen, ihanet eden, adak adarlar ve adaklarını yerine getirmezler, o toplumda şişmanlık yaygınlaşır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğini nakletmiştir: "İnsanların en hayırlısı benim zamanımda yaşayanlardır. Daha sonra onlardan sonrakiler, daha sonra da onlardan sonrakiler gelir. Daha sonra şahitlikleri yeminlerini geçen, yeminleri şahitliklerini geçen kimseler gelir
- Bāb: ...
- باب ...
Habbab (Habbab karnından yedi kez dağlanarak işkence görmüş bir sahabidir) şöyle demiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölümü dilemeyi yasaklamamış olsaydı ben ölmek için dua ederdim. Dünya nimetleri Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının edrlerinden hiçbir şey eksiltmemiştir. Biz onlardan sonra, toprağa gömmek dışında koyacak yer bulamayacağımız kadar şeyelde ettik
- Bāb: ...
- باب ...
Kays İbn Ebi Hazım şöyle diyor: Habbab'ın yanına gittim. Bir duvar örüyordu. Şöyle dedi: "Arkadaşlarımız ölüp gittiler ama dünya nimetleri sebebiyle kazandıkları ecirlerinden hiçbir şey eksilmedi. Biz onlardan sonra, toprağa gömmek dışında koyacak yer bulamayacağımız kadar şeyelde ettik
- Bāb: ...
- باب ...
Buradaki râvî de: Habbâb ibnu'l-Erett (radıyallahü anh): Biz Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber hicret ettik dedi, diyerek, onun bu hadîsini nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Eban şöyle demiştir: Osman İbn Aftan'a abdest suyu, getirdim. O esnada oturuyordu. Güzelce abdest aldı ve sonra şöyle dedi: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu mecliste güzelce abdest aldığını gördüm. Abdest aldıktan sonra şöyle buyurmuştu: 'Kim bu abdest gibi abdest alır daha sonra mescide gelerek iki rekat namaz kılar sonra da mescidde oturursa geçmiş günahları bağışlanır. Osman dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Aldanmayın" demişti. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nebi s.a.v.'in "aldanmayın" demesinin anlamı Temizlik kitabında açıklanmıştı. Özetle mana şöyledir: Buradaki bağışlanma ifadesini umumi anlamıyla yorumlamayın, tüm günahların bağışlanacağını zannederek namazia nasılolsa bağışlanır diye gevşeyip günahlara dalmayın. Günahlara kefaret olan namaz makbul namazdır. Hangi namazın makbulolacağını da kimse bilemez. Bu hadisle ilgili gördüğüm bir diğer yorum da namazın kefaret olduğu günahların sadece küçük günahlar olduğudur. Sakın bu hadisi yanlış anlayıp namazın kefaret olacağını sanarak büyük günah işlemeyin. Kefaret olunabilenler küçük günahlardır. Ya da aldanıp küçük günahları arttırmayın. Zira ısrar halinde, küçük günahlar da büyük günah hükmünde olur. Küçük günaha kefaret olan bir şey böyle bir günaha kefaret olmaz. Namazın küçük günahlara kefaret olması da itaatkar insanlara hastır. Masiyet işleyenler böyle bir mertebeye nail olamazlar
- Bāb: ...
- باب ...
Mirdas el-Eslemi'den nakledildiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Salih insanlar birer birer ölürler. Daha sonra arpa elekten geçirildiğinde artık kalan parçalar gibi insanlar geriye kalır. Bu insanlara Allah aldırış etmez." Ebu Abdullah hadiste yer alan artıkحفالة kelimesinin حثالة diye kullanıldığını da. söylemiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: (Arpa ya da buğdayın artığı) Hattabi şöyle der: "Artık" her şeyin bayağı alanıdır. İbn et-Tın de artığın imanı sakat insanlar olduğunu söylemiştir. (Allah onlara aldırış etmez) Yani onlara değer ve kıymet vermez. Allah katında onların bir ağırlığı yoktur. İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadiste Salih kimselerin ölümünün kıyametin alametleri arasında olduğu, hayır sahiplerini görevlendirmek ve onlara itaat etmek gerektiği, onlara karşı gelinmemesi gerektiği hükümleri yer alır. Zira hayır sahiplerine muhalefet edene Allah aldırış etmez. Hadiste ahir zamanda hayır sahiplerinin sayısının azaldığı, hatta sadece şerli kimselerin hayatta kalacağı hükmü de yer alır. Bu hadiste yeryüzünde tek bir alimin kalmayacağı bir zaman geleceği sadece cahil kimselerin kalacağı ve onların tasarruflarının geçerli olacağı neticesi de elde edilir. Fiten bölümünde gelecek bir hadis de bu yorumu destekler: "Hiçbir alim kalmayınca insanlar cahilleri lider edinirler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Altın, gümüş, kadife ve hamisanın kul'u olanlar kahrolsun' Böyle kişiye verilirse memnun olur, verilmezse (Allah'ın takdirine kızar) razı olmaz
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Adem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncüsünü ister. Adem oğlunun iç boşluğunu topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah (ihtirastan) tövbe edenin tövbesini kabul eder
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Adem oğlunun bir vadi dolusu malı olsa bir o kadarını daha ister. Adem oğlunun (aç) gözünü ancak toprak doldurur. Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder
- Bāb: ...
- باب ...
Abbas İbn Sehl İbn Sa'd şöyle demiştir: Abdullah İbnü'z-Zübeyr'in Mekke'de minber üzerinde konuşma yaparken şöyle dediğini işittim: Ey insanlar' Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyordu: "Adem oğluna altın ile dolu bir vadi verilseydi, o kendisine ikinci bir vadi verilmesini arzu ederdi. Şayet kendisine ikinci bir vadi verilse, üçüncüsünü isterdi. Adem oğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah da (hırstan) tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Adem oğlunun altından bir vadisi olsa o iki vadisi olmasını ister. Onun ağzını topraktan başka bir şeyasla dolduramaz. (Hırstan) tövbe edenin tövbesini Allah kabul eder
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Ubey İbn Ka'b şöyle demiştir: "Elhakumu't-tekasuru" suresi ininceye kadar "Adem oğlunun altından bir vadisi olsa ... " cümlesini Kur'an'dan bir ayet zannediyorduk. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Min fitneti'l-mal= mal fitnesinden" yani mal ile oynayıp, oyalanmaktan demektir. Allahu Teala'ın "innema emvaluküm ve evladuküm fitne = doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir"(Teğabun 15) sözü. Burada geçen "fitne" kelimesinden maksat, insanın aklını itaati yerine getirmekten alıkoyan şey demektir. Çocuk fitnesine gelince bu konuda Ahmed İbn Hanbel, sünen imamları, sahihtir değerlendirmesiyle İbn Huzeyme ve İbn Hibban'ın, Büreyde'den nakletlikleri şöyle bir hadis vardır: Hz. Nebi hutbe okuyordu. Derken iki torunu Hasan ile Hüseyin üzerlerinde kırmızı bir gömlekle düşe kalka içeri girdiler. Nebi minberden aşağı indi ve onları kucağına alarak önüne koydu. Sonra "Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir" buyurdu.(-Ebu Davud, salat; Tirmizi, Menakıb; Nesai Cuma; İbn Mace, Libas; Ahmed İbn Hanbel, V, 354-) Bu hadisin zahirinden hutbeyi kesip çocuklar için aşağı inmenin fitne olduğu anlaşılmaktadır ve Nebi'i buna sevkeden çocuk sevgisidir. Dolayısıyla minberden aşağı inmek, yapılması tercih edilmeyen seçenek olmaktadır. Bu görüşe şöyle cevap verilmiştir: Bu söylenilen, Nebi'den başkası hakkında geçerlidir. Nebi'in uygulaması ise sözkonusu fiilin caizliğini göstermek için yapılmış bir davranıştır. Dolayısıyla Nebi açısından o hareket tercih edilen bir davranış olur. Bir şeyin caiz olduğunu beyan etmek için yapılan fiilden evla olanın onu yapmamak olduğu sonucu çıkmaz. Hadis çocuk fitnesinin de derece derece olduğuna dikkat çekmekte ve bunun o derecelerin en düşüğü olduğunu vurgulamaktadır. Ancak söz konusu fitne, insanı daha ağır bir dereceye sürükleyebilir. Dolayısıyla bundan kaçınmak gerekir. Hadiste geçen "taise" sözlükte düştü anlamındadır. Burada kelimeden maksat, "helak olsun" anlamıdır. İbnü'l-Enbarı şöyle demiştir: Arapçada "et-tais" kötülük anlamınadır. Allahu Teala "fe ta'sen lehum = inkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır"(Muhammed 7) demektedir ki kötülüğün yakalarına yapıştığı anlamını kastetmektedir. "Abduddinar" malı toplamaya hırsla talip olan ve onu muhafaza eden demektir. Kişi böylece adeta o malın hizmetkan, kulu ve kölesi olmaktadır. Tıybı'nin ifadesine göre bu hadis şöyle açıklanmıştır: Paraya düşkün olana "abd = köle" denilmesi, o kişinin dünya sevgisi ve şehvetleri karşısında bundan kurtuluş çaresi bulamayan esir gibi olduğuna işaret etmek içindir. Hz. Nebi, hadiste "dinar sahibi" veya "dinar biriktiren" dememiştir. Zira mülkiyetin ve para biriktirmenin kınanmış olanı, ihtiyaçtan fazla olan kısımdır. Aynı hadiste "ona verilirse" denilmesi kişinin paraya, pula aşırı hırsının derecesine işaret edilmeye matuftur. Bir başkası şöyle demiştir: Hz. Nebi'in mal hırsı içinde olan kimseyi dinar ve dirhemin kölesi şeklinde nitelemesi, kişinin buna olan aşırı sevgisi ve hırsı dolayısıyladır. Heva ve hevesine köle olan kimsenin ağzından Çıkan "iyyake na 'budu = ancak sana kulluk ederiz" cümlesi onun açısından doğru olamaz. Netice olarak bu vasıftaki bir kimse doğru sözlü bir kişi olamaz. "el-Kat1fe= Kadife" tüylü yüzlü kumaş demektir. "el-Hamısa" ise dört kenarlı kumaş demektir. Bu hadis, Cihad Bölümünde geçmişti. "İntekese" hastalık nüksetti anlamına gelir. Buna göre "ta 's" kelimesinin düşme anlamına geldiği şeklindeki daha önce yapılan açıklamaya göre "intekese" düşüp ayağa kalktıktan sonra tekrar düşer demektir. "Ta'ise" kelimesinden sonra "intekese"nin manasının düştükten sonra baş aşağı döndü anlamına gelme ihtimali de vardır. "Ve iza şıke" yani bir yerine diken battığında onu alet yardımıyla çıkaracak kimseyi bulamaz demektir. "İntakaşe" kelimesinin manası budur. Bu fiilin manasının doktor bunu çıkaramaz şeklinde olması da muhtemeldir. Hadiste kişiyi çalışma ve hareketten alıkoyacak şeyle beddua edildiğine işaret vardır. Sözkonusu şahsa bedduayı caiz hale getiren, onun bütün çabasını dünyalık biriktirmeye ve bununla meşgulolarak kendisine emredilen vacib ve mendublarla meşgulolmayı ihmal etmeye yönelmesidir. Tıybı şöyle demiştir: Hadiste "intikaşu'ş-şevke == diken batması" deyiminin kullanılması, tasavvur edilen yardımlaşmanın en kolay şekli olmasındandır. Bu en kolay şey imkansız olduğuna göre onun üzerindeki evleviyetle imkansız olur. İbn Abbas'ın ikinci rivayet yoluyla naklettiği "Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder" cümlesi, Allahu Teala dünya malına hırsla sarılan kimsenin tövbesini başkasından kabul ettiği gibi kabul eder demektir. Bazılarına göre bu hadis, dünya malını toplamakta ileri giden ve bunu temenni edip, hırsla isteyen kimsenin kınanacağına işaret edilmektedir. Böylece sözkonusu davranışı bırakan kimseye "tövbe etti" demenin mümkün olduğuna işaret edilmektedir. "Tabe == tövbe etti" fiilinin lügat manasına olma ihtimali de vardır. Sözlükte "tabe" mutlak olarak rücu etti, döndü anlamına gelir ki bu sözkonusu fiil ve temenniden rücu edip döndü anlamındadır. Tıybı şöyle demiştir: Hadisin manasının Adem oğlu dünya malı sevgisiyle yaratılmıştır. Allahu Teala'ın koruduğu ve bu karakteri nefsinden silmek için başarılı kıldığı kimseler hariç insan mal biriktirmeye doymaz. Allah'ın koruduğu ve muvaffak kıldığı bu tip insanlar da azdır. "Abdurrahman İbn Süleyman el-Gasıl" Abdurrahman'ın künyesindeki "e1Gasll" meleklerin yıkadığı anlamınadır. Bu, Hanzala İbn Ebi Amir el-Evsı'dir. İbn Battal ve başkaları şöyle demişlerdir: Allahu Teala'ın "Çokluk kuruntusu sizi oyaladı"(Tekasür 11) sözü hitap sözcüğüyle gelmektedir. Zira Allahu Teala insanları mal ve çocuk sevgisi üzerine yaratmıştır. Onların mal ve çocuğu çoğaltma istekleri vardır. Bu isteğin ayrılmaz parçası ise kendilerine emredilen şeylerden gafil olmaktır ki bu gafletin sonucunda ölüm aniden insanın önüne çıkar. Burada zikredilen hadisler, hırs ve açgözlülüğü kınamaktadır. Buradan hareketle selef bilginlerinin çoğunluğu az bir dünya malı edinmeyi, az malla kanaat etmeyi ve geçinecek miktara razı olmayı tercih etmişlerdir. Sahabenin "Adem oğlunun bir vadi dolusu altın! olsa iki vadi dolusu olmasın! ister" sözünü Kur'an'dan zannetmeleri, o hadisin çok mal biriktirme hırsınt kınaması, bu hırsı kesen ve herkesin başına gelecek ölümle onları azarlaması yüzündendir. Bu sure inince ve sözkonusu manayı fazlasıyla ifade edince sahabe birinci sözün Hz. Nebi'in ifadesi olduğunu anladı
- Bāb: ...
- باب ...
Hakim İbn Hizam şöyle anlatmıştır: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den istedim, o da bana verdi. Sonra yine istedim, o da bana verdi. Sonra yine istedim, yine verdi. Bundan sonra "Bu mal" buyurdu. Belki de ravi Süfyan, Hakim şöyle dedi demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Ya Hakimi Şüphesiz bu mal caziptir, tatlıdır. Her kim bu malı nefis güzelliğiyle, hırs olmaksızın alırsa o mal kendisi için bereketli kılınır. Kim de bunu nefis düşkünlüğü ile alırsa mal alan için bereketli kılınmaz. O ihtiraslı kişi yiyip yiyip de hiç doymayan kimse gibi olur. Yukarıdaki el (veren) aşağıdaki elden (alan) hayırlıdırı" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Zuyyine = çekici kılındı, süslendi" fiili hakkında şu açıklama yapılmıştır: Bunu yapan failin gerçekte Allahu Teala olduğu bilindiği halde süsleyen ve çekici kılanın açıklanmamasındaki hikmet, o sözcüğün süsleme fiilinin nispet edilmesinin mümkün olduğu akla gelebilecek herkesi kapsamasını sağlamaktır. Asıl fail Allahu Teala'tır. Çünkü dünyayı ve içindekileri yoktan var eden, yararlanmaya hazır kılan ve kalpleri bunlara meyilli olarak yaratan Allah 'tır. Çekici kılma kavramına nefsin telkini ve şeytan ın vesvesesi de girsin diye "et-tezyin" kelimesi ile buna işaret edilmiştir. Çekici kılmanın Allahu Teala'a nispet edilmesi yaratma, takdir ve hazırlama itibariyledir. Aynı fiilin şeytana nispet edilmesiise Allahu Teala'ın ona nefsinin telkininin kendisinden kaynaklandığı vesvesi ile Adem oğluna musallat olma gücü vermesi itibariyledir. İbnü't-Tıyn şu açıklamayı yapmıştır: Ayet-i kerimede "nefsani arzular"a kadınlarla başlanması, erkekleri baştan çıkaran şeylerin en güçlüsünün onlar olmasındandır. "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım" hadisi de bu doğrultudadır. İbnü't-Tıyn şöyle der: Kadınların süslü gösterilmesi, erkeklerin onları beğenmesi ve kendilerine itaat etmeleri demektir. "Hz. Ömer 'Allah'ım! Biz ancak senin bizler için süslediğin şeylerle ferahlanmaya muktedir oluruz. Allah'ım! Ben senden malı haklı yerinde harcamama muvaffak kılmanı dilerim' demiştir." Bu haber, ayet-i kerimede sözü edilen "tezyinırin gerçek failinin Allah olduğuna ve bunların süslü gösterilmesinden maksadın Adem oğlunun kalplerine güzel gösterilmesi ve insanların bu karakterde yaratılmış olmasına işaret etmektedir. Ancak insanlardan yaratıldığı bu karakter üzere devam edip, bu şehvetlere dalan kimseler kınanmışlardır. Bunların içerisinde bu konudaki emir ve yasağa riayet eden, kendisine çizilen sınırı aşmayıp o noktada kalan kimseler vardır. Bu, Allah'ın ona nasip ettiği başarı sayesinde nefsi mücahede ile olmuştur. Kınama bu gibi kimseleri kapsamaz. İnsanların arasında bu seviyeden daha yukarıya yükselip, sözkonusu şehevi şeyleri elde etme imkanı bulmuşken ona eğilim duyduğu ve eline geçirebildiği halde bundan yüz çevirip, zühd içinde olanlar vardır ki işte bu da övülmüş bir makamdır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha çok sevimlidir?" diye sordu. Sahabiler "Ya Resulallah! Bizden her bir kişiye muhakkak kendi malı daha sevimlidir!" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Çünkü kişinin kendi malı, (ölümünden önce hayır yolunda harcayıp) önden gönderdiği maldır. Mirasçının malı da (kişinin hayra sarfetmeyip, ölünceye kadar) geri bıraktığı maldır" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanın kendi malından (hayır yollarırıa harcayıp) önden gönderdikleri, kendisinindir sözü." Yani insanın şu anda kendisine nispet edilse bile geri bırakmış olduğu mal, varisinin malıdır. Çünkü bu mal, varisine intikal etmesi açısından varise nispet edilir. Onun hayatında malikine nispet edilmesi hakiki, miras bırakanın hayatında varisine nispet edilmesi mecazi iken, ölümünden sonra hakiki bir isimlendirmedir. "Çünkü onun malı önden gönderdiği maldır." Yani mirasçısına bıraktığı malın aksine hayatında ve öldükten sonra kişiye nispet edilen malıdır. İbn Battal ve başkası şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözü, kişinin ahirette yararlanması için malını Allah'a yakınlaşmaya sebep olan yerlere ve çeşitli iyiliklere önden göndermesi mümkün olanları göndermeye teşvik etmektedir. Çünkü kişinin geriye bıraktığı her şey, varisinin mülkü haline gelir. Varisi onun bıraktığı malı Allah'a itaatte kullanacak olursa özelolarak sevabını alır. O malı biriktirme ve kimseye vermeme noktasında çileyi çeken de bırakan kişidir. Varis sözkonusu malı Allah'a isyan yolunda harcayacak olursa bu mal -sorumluluğundan kurtulsa bile- yararlanma açısından- ilk malikinden çok uzakta olur. Sözkonusu anlayış, Hz. Nebi'in Sa'dıa "Varislerini ihtiyaç içinde bırakmaman başkalarına muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır" sözü ile çelişmez. Çünkü Sa'd hadisi malının tamamını veya büyük bir kısmını hastalığı esnasında tasadduk eden kimseyle ilgilidir. İbn Mesud'un naklettiği yukarıdaki hadis ise sağlığında ve mala düşkün olduğu bir anda onu tasadduk eden kişi ile ilgilidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer' r.a. şöyle anlatmıştır: Gecelerden birinde dışarı çıktım. Baktım ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de yanında hiçbir insan olmadığı halde tek başına yürüyor. Ebu Zer' dedi ki: Onun beraberinde hiçbir kimsenin yürümesini istemediğini zannettim. Ebu Zer' şöyle devam etti: Ayın gölgesinde yürümeye başladım. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dönüp beni gördü ve: "Kimdir o?" diye sordu. "Ebu Zer' dir, Allah beni sana feda eylesinl" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Eba Zer'! Gel!" diye çağırdı. Ebu Zer' dedi ki: Ben de onun beraberinde bir müddet yürüdüm. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Malı devamlı çoğaltanlar kıyamet gününde sevabı azaltanlardır, ancak Allah'ın kendisine bir hayır (yani mal) verdiği, onun da bu malı sağına, soluna, önüne, arkasına veren ve bu malda hayır yapan kimse böyle değildir." Ebu Zer' şöyle devam etti: Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni etrafı taşlık bir meydanda oturttu ve "Ben sana dönünceye kadar burada otur!" buyurdu. Ebu Zer' şöyle devam etti: Sonra kara taşlık arazi içinde ben kendisini görmez oluncaya kadar gitti ve bana dönmesi epey zaman aldı ve bayağı gecikti. Sonra ben onun gelmekte olduğunu işittim. Gelirken: "Hırsızlık yapsa ve zina etse de mi?" sözlerini söylüyordu. Ebu Zer' şöyle devam etti: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelince sabredemeyip: "Ey Allah'ın Nebi'i Allah beni sana feda etsin! Sen taşlık yerin kenarında birisiyle konuşuyordun, fakat ben sana cevap veren bir kimse işitmedim" dedim. "Bu, Cibril A.S.'dır. Harre'nin yanında bana geldi de 'Ümmetini müjdele! Her kim Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölürse cennete girer!' dedi. Ben 'Ya Cibril' O kimse hzrsızlık yapsa ve zina etse de mi?' dedim. 'Evet' dedi. Ben yine 'Hırsızlık yapsa ve zina etse de mi?' dedim. O da 'Evet, şarap içmiş olsa da' dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "(Mallarını Allah yolunda harcamayıp) çoğaltanlar, (sevapıarını) azaltanlardır. " Hadisteki "azlık"tan maksat, sevabın azlığıdır. Sevabı az olan her şey, sevabı çok olana nispetle kayıptır, zarardır. "Kim (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise işlerinin karşılzğını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar." Bu ayetin ne manaya geldiği hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre ayet kafirlerle amelinde riyakarlık yapan Müslümanlar hakkında genelliği üzeredir. Muaviye bu ayeti Ebu Hureyre'nin mücahid, Kur'an okuyan (kari) veya tasadduk eden kimse hakkındaki merfu hadisinin sıhhatine delil olarak göstermiştir. Allahu Teala bu üç kişinin her birine 'Sana şöyle şöyle denilsin diye amel ettin' diyecektir. Muaviye duyduğu bu hadisten dolayı ağlamış sonra yukarıdaki ayeti okumuştur. Bu hadisi Tirmizı uzun şekliyle rivayet etmiştir. Hadisin aslı Müslim'dedir. Bazılarına göre ayet özellikle kafirler hakkındadır. Çünkü bu ayeti izleyen ayette "İşte onlar ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyolmayan kimselerdir"(Hud 16) şeklinde bir hasr vardır. Genelolarak mu'minin akıbeti ya şefaatle veya mutlak afla birlikte cennete gitmektir. Ayette cehenneme atılma ve amelin boşa gitmesi ve batıl olması şeklindeki tehdit ancak kafir için sözkonusudur. Bu anlayışa şöyle cevap ver imiştir: Sözkonusu tehdit sadece içinde riya olan amelle ilgilidir. Dolayısıyla o ameli işleyen kimseye Allah'ın affı olmadığı takdirde karşılığı verilecektir. Yoksa kastedilen, o kimsenin içinde riya olmayan bütün salih amellerinin boşa gideceğini vurgulamak değildir. Kısacası ameliyle dünyadan bir bedel almayı hedefleyen kimseye bu peşinen verilir. Ancak o kimse, niyetini yalnız dünyaya yönelttiği ve ahiretten yüz çevirdiği için azapla karşılık görür. "İşlerinin karşılığını orada" dünyada "onlara tam olarak veririz" ifadesinin genelliği Allahu Teala'ın bunu kendisine takdir etmediği kimseye mahsustur. Çünkü Allah bir başka ayet-i kerimede şöyle demektedir: "Her kim bu çarçabuk geçen dünyay dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen veririz. ''(İsra 18) Netice olarak mutlak olan ifade bu kayıt doğrultusunda yorumlanır. Aynı şekilde Allahu Teala'ın "Kim ahiret kazancını istiyorsa onun kazancInı amınnz. Kim de dünya karını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz"(Şura 20) ayetindeki mutlaklık da aynı şekilde yorumlanır. Bu açıklamayla şu görüşün ortaya attığı problem kendiliğinden ortadan kalkar. Bazı kafirler dünyada fakir, mal veya sağlık ya da uzun ömür açısından istedikleri durumda değillerdir. Dahası bütün bunlardan nasibi tepetaklak olmuş kimseler bulunabilir. Bunlar tıpkı haklarında "O dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir"(Hac 11) denilen kimselere benzerler. Yukarıdaki ayetin orada zikredilen hadisle olan ilişkisine gelince; hadis içinde yer alan tehdidin Müslümanlardan haklarında bu tehdidin geçerli olduğu kimseler bakımından ebediyyen değil, belli bir süreliğine şeklinde yorumlandığına işaret etmektedir. Çünkü hadis Müslümanlardan büyük günah türünden herhangi birini işleyen kimsenin cennete gireceğini göstermektedir. Bu ifadede o kimsenin cennete girmeden önce azap görmeyeceğine dair herhangi bir kayıt yoktur. Aynı şekilde ayette de riyakarlık günahının azabını gördükten sonra cennete girmeyeceğine dair herhangi bir kayıtlama yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer' şöyle anlatmıştır: Ben (bir keresinde) Medine'nin Harre mevkiinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in beraberinde yürüyordum. Uhud dağı karşımıza çıkınca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: ''Ya Eba Zerr!" diye seslendi. Ben "Lebbeyk ya Resulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (buyur!)" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: "Yanında şu Uhud dağı kadar altın olup da ondan benim yanımda bir dinar altın bulunduğu halde üzerimden üç gün geçmesi beni sevindirmez. Ancak borç için hazırlamakta olduğum miktar altın müstesnadır. Beni sevindiren ancak o kadar çok altını Allah'ın kulları uğrunda şöyle şöyle ve şöyle verip dağıtmamdır!" Nebi s.a.v. bundan sonra sağına soluna ve arkasına eliyle verme işaretleri yaptı. Sonra yürüdü ve "Malları çok olanlar kıyamet gününde sevapıarı az olanlardır, ancak sağına, soluna, arkasına şöyle şöyle ve şöyle verip hayır yollarına harcayanlar müstesnadır. Bu cömert insanlar da ne kadar a?dırlar!" dedi. Sonra bana "Ben sana gelinceye kadar yerinden ayrılma!" buyurdu. Sonra gecenin karanlığı içinde görünmez oluncaya kadar gitti. Bu sırada ben yüksekçe bir ses işittim ve birisinin karşısına çıkmış olabileceğinden korktum ve hemen onun yanına gitmek istedim, fakat "Ben sana gelinceye kadar yerinden ayrılma!" diye bana verdiği tenbihi hatırladım ve yerimden ayrılmadım. Nihayet yanıma geldi. Ona "Ya Resulallah! Bir ses işittim ve korktum" dedim. Resulullah "O sesi sen de işitti n mi" buyurdu. Ben de "Evet işittim" dedim. Resulullah "O, Cebrai! idi, bana geldi ve 'Ümmetinden AIlah'a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer' dedi. Ben 'O kimse zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?' diye sordum. Cebrail 'Zina etse ve hırsızlık yapsa dal' diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Benim Uhud dağı kadar altınım olsa ondan yanımda bir parça şey bulunduğu halde üzerimden üç gecenin geçmemesi beni sevindirir, ancak bir borç ödemek için ayırıp hazır tutmakta olduğum miktar hariçtir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ancak bir borç ödemek için ayırıp hazır tutmakta olduğum" yani hazırladığım veya muhafaza ettiğim "miktar hariçtir" demektir. Hadiste sözü edilen bu "irsad= para ayırma" geneldir. Hem kişinin şu anda o diyarda bulunmayan alacaklısı için ayırdığı parayı kapsar ki alacaklı geri dönünce parasını alır. Hem de ertelenmiş borç için ayırdığı parayı içerir ki vadesi gelince kişi borcunu öder. "Allah'ın kulları uğrunda şöyle şöyle ve şöyle verip dağıtmamdır!" Bu ifadeden malı sevmemenin infak yani harcama yapmamayla kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla harcama ile birlikte mal varlığını sevmek gerekir. Harcama devam ettiği sürece mal varlığı çirkin bir şey değildir. Harcama olmadığı takdirde mal varlığının sevimsizliği sabit olur. Bundan harcamanın devam etmesiyle birlikte Uhud dağı kadar veya daha fazla olsa bile bir başka şeyi ele geçirmenin mekruhluğu sonucu çıkmaz. "Birisinin karşısına çıkmış olabileceğinden korktum." Yani başına bir musibet gelmiş olmasından korktum. "Cennete girer." Bu cümle şart cümlesinin hükmüdür. Cennete girme Allah 'a şirk koşmaksızın ölümün vuku bulmasından sonradır. Bazı büyük günahları işleyen kimselere cehenneme girecekleri, bunları işledikleri takdirde cennete giremeyecekleri şeklinde tehdit sözkonusudur. Bundan dolayı "Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı?" şeklinde bir soru sorulmuştur. Hadislerden Çıkan Sonuçlar 1 - Bu hadisin ifade ettiği hükümlerden birisi, Ebu Zerr'in Hz. Nebie karşı takındığı edep onun durumunu gözetmesi ve rahatsızlık duyacağı herhangi bir şeye maruz kalmaması için üzerine titizlenmesidir. 2- Hadis büyüklere karşı güzel edebin nasılolduğunu göstermektedir. Buna göre küçük, büyüğü tek başına gördüğünde kendisinden izin almaksızın üzerine çullanmaz. Onunla birlikte oturmaz ve hep onunla birlikte hareket etmez. Sözkonusu büyüğün mescit, çarşı-pazar gibi insanların toplandıkları yerlerde bulunması hali böyle değildir. Bu takdirde küçüğün onunla birlikte oturması kendisine layık olan tutuma göre olacaktır. 3- Bir kimse iyi niyetle kendisine künye alabilir. Kişinin kendisinin isminden daha meşhur olması durumu buna örnektir. Özellikle ismi bir başkasıyla müşterekse ve künyesi tek ise bu caizdir. 4- Küçüğün büyüğe nefsini ve başka bir şeyi feda etmesi caizdir. Onun "Lebbeyk ve sa'deyk" şeklinde cevap vermesi edep ve terbiyede ziyadelik anlamına gelir. 5- Bir kimse doğal ihtiyacını giderirken tek başına olur. 6- Büyüğün emrine sarılma ve onu aşmama düşüncesine dayanarak buna muhalif olanı işlemekten daha evladır. 7 - Birisine tabi olan, tabi olduğu şahsa dini veya ilmi ya da başka alanda fayda sağlayacak şeyler sorabilir. Nevevi şöyle demiştir: Tüm ehl-i sünnet alimlerinin görüşü, günahkar olan kimselerin durumunun Allahu Teala'ın dilemesine kaldığı doğrultusundadır. Buna göre ki kelime-i şahadete hiç şüphesiz olarak inanmış bir şekilde ölen kimse cennete gider. Eğer günahlarından tövbe etmiş veya esasen hiç günah işlememiş ise Allah'ın rahmeti ile cennete girer. Allah ona cehennemi haram kılar. Kişi emirlerin tümünü veya bir kısmını yapmayarak yasak edilmiş şeyleri veya bir kısmını işleyerek bunları birbirine karıştıran kimselerden ise ve tövbe etmeden ölmüşse onun durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Böyle bir kimse sözkonusu tehdidi n hakkında yürürlüğe konulması sadedindedir. Ancak Allah'ın affetmeyi dilediği kimseler müstesnadır. Böylelerine Allahu Teala dilerse azap eder. Böyle bir kimsenin cennete gitmesi şefaate bağlıdır. Buna göre birinci lafzın takdiri şöyledir: Zina edip, hırsızlık yapmışsa da cennete girecektir. Fakat o bundan önce mas iye te ısrar ederek ölürse durumu Allah'ın dilemesine kalmıştır. İkincinin takdiri ise Allah ona cehennem ateşini haram kılar. Ancak diledikleri veya ebedi ateşe haram kıldığı kimseler bundan müstesnadır. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. Tıybi şöyle demiştir: Bazı tahkik ehli kimseler şirki terk etmenin kafi olduğu zannı ile bu tip hadisleri mükellefiyetleri ortadan kaldırma ve ameli iptal etmeye vesile olarak alabilirler. Bu, dinin defterini dürüp, hadleri iptal etmeyi gerektirir. İtaati teşvik, masiyetten kaçındırmanın bunda herhangi bir etkisi yoktur. Aksine söz konusu anlayış, dinden çıkıp şeriatın kontrolünden çıkmayı, zabt-u rabt altına girmekten kurtulmayı, rastgele gelişigüzel davranmayı ve insanları ihmal ederek başıboş bırakmayı gerektirir. Bu da ahireti harap etmeye yol açtıktan sonra dünyayı harap etmeye götürür. 8- Hadis hayrın sözkonusu olduğu yerlere harcamayı teşvik etmektedir. Hadisten Hz. Nebi'in dünyada zühd derecelerinin en zirvesinde olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o dünya malından elinde hiçbir şeyin kalmasını istememekte, bunu, layık olan kişilere harcamayı arzu etmektedir. Nebi'in elindeki malı ayırması buna hak sahibi olanlar içindir. 9- Hadisten almaya hak sahibi bulunmadığı takdirde farz olan zekatı ertelemenin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Böyle bir durumla karşılaşan kimse vacib olan miktarı kendi malından ayırmalı ve onu alacak kimseyi bulmak için çaba harcamalıdır. Zekat alacak kimseyi bulamadığı takdirde herhangi bir sıkıntı sözkonusu değildir ve böyle bir kimse malını elinde tuttuğundan dolayı herhangi bir kusur işlemiş olarak değerlendirilmez. 10- Hadisten borcu vermenin tatawu sadakadan önce geldiği anlaşılmaktadır. 11- Bu hadis aynı zamanda borçları ödemeyi, emanetleri eda etmeyi teşvik etmektedir. 12- Hadisten hayır temenni edildiğinde "Iev" kelimesinin kullanılmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. "Lev" kelimesinin kullanılmasına dair hadis, şer'an övülmemiş bir işe mahsus kılınmıştır. 13- Hadis kişiyi hayatta ve sağlığında mal harcamaya teşvik etmektedir. Hadis kişinin ölüm esnasında harcamasının tercih e değer olduğunu göstermektedir. Bu konuda daha önce "Sağlığın yerinde ve elin sıkı iken tasadduk et" hadisi geçmişti. Sebebine gelince, zengin olan birçok kimse elinde olanı sağlığı yerinde olduğu sürece vermeyerek cimrilik gösterir ve dünyada kalacağını umut ederek fakir düşmekten korkar. Ahiret sevabın! tercih ettiği için şeytanının sözünü dinlemeyen ve nefsini alt eden kimse kurtuluşa erer. Kim bu konuda cimrilik ederse vasiyetinde haksızlık yapmayacağından emin olunamaz. Bundan kurtulsa bile vasiyet ettiği şeyin yerine getirilmesinin geciktirileceğinden veya terk edileceğinden ya da bunun dışında başka bir afete uğramayacağından emin olamaz. Özellikle kişi muvaffak olmayan bir var is bırakmışsa böyle bir kişi en kısa sürede o malı saçıp savuracak ve aklı biriktirdiği parada kalacaktır. Yardım dilenecek tek varlık Allahu Teala'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Zenginlik mal çokluğundan meydana gelmez. Fakat asıl zenginlik insanın gönül zenginliğidir" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Asıl Zenginliğin Kalp Zenginliği Olduğu." Yani zenginlikle nitelenmiş olan kimse ister malı az, ister malı çok olsun asıl zenginliğin kalp zenginliği olduğu. "Sanıyorlar mı ki onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar." Ayetin manası şudur: Onlara rızık olarak verdiğimiz malı nezdimizde şerefli oldukları için verdiğimizi mi zannediyorlar? Eğer böyle zannediyorlarsa hata ediyorlar. Tam tersine o bir istidrac (yavaş yavaş helake yaklaştırmaldır. Nitekim Allahu Teala bu mealde şöyle buyurur: "İnkar edenler sanmasınlar ki kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. "(Al-i İmran 178) "Ayrıca onların bundan öte birtakım işleri vardır ki onlar bu işleri yapar dururlar" ifadesine gelince, bundan maksat yöneldikleri küfür veya iman gibi ameldir. İbn Uyeyne'nin tefsirindeki şu sözü buna işaret etmektedir: "Onlar bu kötü işleri henüz yapmadılar fakat ölümlerinden önce onları muhakkak yapacaklard1r." Bu tip bir açıklamayı ondan önce Süddi' ve bir grup bilgin yapmış ve şöyle demişlerdir: Ayetin manası şudur: Ben onların aleyhine birtakım kötü ameller yazdım. Bunları azap hükmü haklarında tahakkuk etsin diye ölmeden önce mutlaka yapacaklardır. Yukarıdaki ayetin hadisle münasebetine gelince, malın hayırlı olması zatından kaynaklanmamaktadır. Aksine genelolarak "hayır" şeklinde isimlendirilse de ona taalluk eden şeye göre gerçekleşmektedir. Çok mala sahip olan kimse de zatı itibariyle zengin değildir. Aksine o malı tasarrufuna göre zengindir. Kişi gönlü itibariyle zenginse malını çeşitli iyilik ve Allah'a yakınlık yerleri olan vacip ve müstehablara sarfetmekten geri durmaz. Gönlü fakirse o zaman malı bitip tükenecek korkusuyla kendisine emredilen yerlere harcamaktan kaçınır. Bu kişi aslında elinde malolduğu halde sureten ve manen fakirdir. Çünkü elindeki maldan ne dünyada, ne de ahirette yararlanmamaktadır. Hatta bu malonun aleyhine vebal bile olabilir. "An kesreti'l-arad" Buradaki "an" sebep bildirmektedir. Hadiste geçen "elarad" dünya metaı olarak kendisinden yararlanılan şey demektir. İbn Battal hadise şu manayı vermiştir: Zenginliğin aslı ve esası mal çokluğu değildir. Çünkü Allahu Teala'ın eline mal genişliği verdiği kimselerden birçokları kendisine verilenden yararlanmaz. Elindeki malı daha da arttırmaya çaba harcar ve o malın nereden geldiğine aldırmaz. Böyle bir kimse, mala olan aşırı hırsından dolayı adeta fakir gibidir. Asıl zenginlik ise gönül zenginliğidir. Gönül zenginliği kişinin sanki zenginmiş gibi kendisine verileni yeterli görmesi, buna kanaat etmesi, razı olması, daha da arttırma hırsı içinde olmadığı gibi, para kazanmada ısrar etmemesidir. Kurtubi' şöyle demiştir: Hadisin manası yararlı olan veya büyük ya da övülen zenginlik gönül zenginliğidir şeklindedir. Açıklamasına gelince, kişinin nefsi müstağni olduğunda tamah edilecek şeylerden kaçınır, böylece nefsin tamah edilecek şeylerden uzak durur, aziz olur, büyük olur ve gönlü fakir olan kimsenin elde edeceği zenginlikten daha çok itibar, nezihlik, şeref ve övgü elde eder. Zira gönlü fakir olan kimseyi bu tamahı himmeti düşük ve cimri olduğu için aşağılık işlere ve değersiz fiillere yuvarlar. Böyle bir kimseyi kınayan çok olur ve o insanların nazarında itibarı düşük olur ve böyle bir şahıs hakirin en hakiri, zelilin en zelili olur. Kısacası "gönül zenginliği" ile vasıflı olan kimse Allah'ın kendine verdiği rızka kani olur, ihtiyaç yokken daha fazlasına hırsla sarılmaz, mal talep etmede ve istemede ısrarlı olmaz. Tam tersine Allah'ın kendisine taksim ettiğine razı olur. Sanki o sonsuza kadar zengin gibi bir tavır takınır. Gönlü fakir olan kimse ise bunun tam zıttıdır. Çünkü o kendisine verilene kani olmaz. Aksine imkan bulduğu her yönden malını daha da arttırma talebi içinde olur. Öte yandan matlubunu elden kaçırdığında -sanki yoksulmuş gibi- üzülür, esef eder. Çünkü o kendisine verilenle yetinmemektedir. Sanki ihtiyacı olmayan bir kimse değil gibidir. Öte yandan gönül zenginliği esasen Allah'ın kazasına rıza ve emrine teslimden kaynaklanır. Bilindiği üzere Allah'ın katında olan daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Gönül zengini hırs ve talepten yüz çevirir. Şair ne güzel der: İhtiyaca yeten miktara derler gönül zenginliği diye Çıkarsa bir şey bunun üzerine döner zenginlik fakirliğe' Tıybi şöyle demiştir: Gönül zenginliği ile ilmi ve am eli kemalıeri elde etmek de kastedilmiş olabilir. Şairin biri buna şöyle işaret eder: Harcarsa kim vaktini hep mal peşinde! Olursa korkusu fakirlik, fakirlik asılodur işte! Şairin demek istediği, kişinin vakitlerini gerçek zenginlik peşinde harcamasının daha isabetli olduğudur ki bu da kemalatı elde etmektir. Gönül zenginliği mal toplamak değildir. Çünkü bununla kişinin ancak fakirliği artar. Öte yandan bu söylenenin kastedilmiş olması mümkün olmakla birlikte daha önceki açıklamanın kastedilmiş olma ihtimali daha ağır basmaktadır. Gönül zenginliği ancak kalp zenginliği ile elde edilir. Bu da kişinin tüm işlerinde Rabbine ihtiyaç duymasıyla meydana gelir. Netice olarak Allahu Teala'ın veren ve mani olan olduğu tahakkuk eder. Böylece kişi Rabbinin kazasına razı olur, verdiği nimetlere şükreder ve başına gelen sıkıntıların giderilmesinde ona sığımr. Kalbin Rabbine ihtiyaç duygusundan kişinin Rabbinden başkasına muhtaç olmadığı duygusu çıkar. "Ve vecedeke ailen fe ağ na = O seni fakir bulup zengin etmedi mi?"(Duha 8) ayetinde yer alan "zenginlik" "gönül zenginliği" şeklinde yorumlamr. Çünkü bu ayet Mekke'de inmiştir. Hz. Nebi'in Hayber ve başka yerler fethedilmeden önce mal darlığı içinde olduğu herkesçe malumdur. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd es-Saidi şöyle anlatmıştir: Adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanından geçti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında oturmakta olan bir adama: "Şu adam hakkındaki görüşün nedir? diye sordu. O adam "Bu, halkın eşrafından bir adamdır. Vallahi bu zat bir kadınla evlenmeye talip olsa evlenilmeye, birisi hakkında şefaat etse şefaati kabul edilmeye layık bir kimsedir" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sükut etti. Sonra oradan diğer bir adam daha geçti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yine yanında oturana "Bu adam hakkındaki görüşün nedir?" diye sordu. O da "Ya Resulallah! Bu, Müslümanların fakirlerinden bir adamdır. Bu, bir kadınla evlenmeye talip olsa, kendisi ile evlenilmemeye, birisi hakkında şefaat etse şefaati kabul edilmemeye, bir görüş ileri sürse sözü dinlenmemeye layık bir kimsedir" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "İşte bu (fakir) kişi, öteki zengin gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Vail şöyle anlatmıştır: Hasta olan Habbab'ı ziyarete gitmiştik. Bize şöyle dedi: Bizler Allah rızasını isteyerek Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Medine'ye hicret ettik. Artık ecir ve mükafatımız Allahu Teala üzerine vaki olmuştur. Biz Muhacirlerden bazı kimseler, bu hicretin dünya ücretinden (ganimetierden) hiçbir şey almadan geçip gittiler. İşte onlardan biri de Mus'ab İbn Umeyr'dir. Mus'ab, Uhud günü şehid edildi ve arkasında çizgi ii yün bir kumaştan başka bir şey bırakmadı. Biz o tek kumaş ile onu kefenlemeye çalıştık. Başını örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkıyor, ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. (Yokluk karşısında) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır otundan bir miktar koymamızı emretti. Biz Muhacirlerden kimi de hicretin meyvelerini toplama zamanına ulaştı ve o şimdi bu meyveleri toplamaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
İmran İbn Husayn'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Ben (mi'rac gecesi) cennete üzerinden baktım ve cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemliklerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm
- Bāb: ...
- باب ...
Enes şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölünceye kadar yüksek bir masa üzerinde yemek yemedi. Yine ölünceye kadar inceltilmiş (halis buğday unundan) ekmek de yemedi
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: ValIahi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat etti. Öyle bir halde ki o zaman benim rafımda herhangi bir ciğer sahibinin yiyeceği yarım ve sk arpadan başka bir şey yoktu. Ben bana ait olan bu raf içindeki arpadan yemeğe davet ettim. Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm, sonra tükendi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Fakirliğin Fazileti." Bilginlerin ifadesine göre İmam.Buharl bundan önceki başlığın ardından böyle bir başlık atmakla fakirliğin zenginliğe veya zenginliğin fakirliğe üstünlüğü konusundaki ihtilafı tahkik etmeye işaret etmiştir. Çünkü "Asıl zenginlik kalp zenginliğidir" ifadesinden anlaşılan bu konuda bir hasr olduğudur. Dolayısıyla zenginliğin üstünlüğü noktasında gelen bütün haberler bu anlayış doğrultusunda yorumlanır. Gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse övülmez. Aksine kınanmıştır. Şu halde nasılolur da üstün ve faziletli olabilir? Fakirliğin üstünlüğüne dair gelen haberler de böyledir. Çünkü gönül zenginliği içinde olmayan bir kimse gönlü fakir demektir. Nebi'in kendisinden sığınmış olduğu işte bu fakirliktir. Bilginler arasında ihtilafın ve çekişmenin meydana geldiği fakirlik mal sahibi olmama ve az mala malik olmadır. Allahu Teala'ın "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur"(Fatır 15) ayetinde yer alan "fakirlik"ten maksat mahlukun yaratıcısına olan ihtiyacıdır. Yaratıkların fakirliği zati bir mesele olup, bu durumdan asla kurtulamazlar. Asıl zengin olan Allahu Teala'tır ve o hiç kimseye muhtaç değildir. İbn Battal fakirlikle zenginliğin hangisinin daha üstün olduğu konusunda birtakım açıklamalarda bulunmuş ve şöyle demiştir: Bilginlerin bu konudaki ihtilafları uzay ip gider. Bazıları fakirliğin daha üstün olduğunu söylemiş ve gerek bu başlık altında, gerekse başka yerlerde geçen sahih ve zayıf hadisleri delil olarak almışlardır. Bazıları ise zenginliğin daha faziletli olduğunu ifade etmiş ve bundan bir başlık önceki hadiste yer alan "Malları çok olanlar kıyamet gününde sevapıarı az olanlardır, ancak sağına, soluna, arkasına şöyle şöyle ve şöyle verip hayır yollarına harcayanlar müstesnadır." Hadisini delil olarak almışlardır. Onların bir başka delili ise Vasaya Bölümünde geçen Sa'd'ın rivayet ettiği "Varislerini ihtiyaç içinde bırakmaman başkalarına muhtaç bırakmandan daha hayırlıdır" hadisidir. Bir başka delil ise Ka'b İbn Malik hadisidir. Ka'b bütün malını elden çıkarma konusunda Nebi s.a.v.'e fikrini sorunca Resulullah s.a.v. ona "Malının bir kısmını elinde tut, bu senin için daha hayırlıdır" buyurmuştur. Bunların bir başka delilleri ise "Çok mala sahip olanlar ecir ve sevabı alıp götürdüler" ifadesidir. Bu hadisin son kısmında "Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur." Cümlesi yer almaktadır. Bir başka delilleri ise Amr İbn el-As'ın naklettiği "Salih ma!, salih kişi için ne iyidir" hadisidir. Bu hadisi Müslim nakletmiştir. Bunun dışında başka delilIer de sözkonusudur. İbn Battal şöyle devam eder: Bu konuda benim gördüğüm ifadelerin en güzeli Ahmed İbn Nasr ed-Oavudi'nin şu açıklamasıdır: Fakirlik ve zenginlik Allahu Teala'ın kullarını şükür ve sabır konusunda denemiş olduğu bir sıkıntı ve musibettir. Nitekim Allahu Teala bu konuda şöyle buyurur: "Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık. "(Kehf 7); "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. "(Enbiya 35) Nebi s.a.v.'in "fakirlik ve zenginlik fitnesinin kötülüğünden Allah'a sığındığı" sabittir. Oavudi bu konuda uzun uzun açıklamalarda bulunur. Kısacası fakir ve zenginden her biri fakirliği ve zenginliği içinde birtakım anzalara maruz kalmaları dolayısıyla karşı karşıyadır. Bundan dolayı her biri övülür de, kınanır da. Faziletin tamamı Allahu Teala'ın "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun"(İsra 29) ayeti uyarınca "kefM = ne fazla, ne eksik, ancak yeten miktar"dır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle bir duada bulunmuştur: "Allahümme urzuk aW Muhammedin kuten = Allah'ım! Muhammed ailesine geçinecek kadar rızık ihsan eyle." Bu hadis, biraz ileride gelecektir. "Ya Rabbi! Senden hem kendimin, hem de şunların ihtiyaçlarının giderilmesini dilerim" ifadesi bu doğrultuda yorumlanır. Tirmizi'nin naklettiği "Allah'ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür." Şeklindeki hadise gelince, bu hadis zayıftır. Sabit olduğunu varsaysak bile bundan maksat ne eksik, ne fazla ihtiyaç miktarını (kefM) geçmeme kastedilmektedir. Biz de şunu ekleyelim: Bütün bu görüşler isabetlidir. Fakat bunlar fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha faziletli olduğu şeklindeki asıl soruya cevap teşkil etmemektedir. Çünkü ihtilaf noktası bu iki sıfattan birisini taşıyan kimse hakkında onun açısından hangisinin daha faziletli olduğudur. Bundan dolayı Davudi yukarıdaki açıklamasının son kısmında önce şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlikten hangisinin daha üstün olduğu şeklindeki soru isabetli değildir. Çünkü bunlardan birisindeki salih amel, diğerinde bulunmayabilir. Dolayısıyla o daha faziletli olur. Asıl soru fakirlikle zenginliğin birbirine eşit olması durumunda yani bunlardan her birinin amelinin diğerinin ameline eşit olması durumunda geçerlidir. Bu sorunun neticesinde Allah katında bunların hangisinin daha faziletli olduğu bilinir. İbn Teymiyede aynı görüştedir. Fakat o şöyle demiştir: Fakirlik ve zenginlik takva açısından birbirine eşit olduğunda fazilet açısından da eşit olur. İbnü'l-Cevzı ise şöyle der: İhtilaf asıl hırs içinde olmayan fakirle, malını elinde tutmayan ve veren zengin noktasındadır. Zira kanaatkar olan fakirin cimri olan zenginden daha faziletli olduğu, infak eden zenginin de hırs içinde olan fakirden daha faziletli olduğu herkesçe malumdur. İbnü'l-Cevzı şöyle devam eder: Bizatihi murad edilmeyen ve bi gayrihi murad edilen her şeyde onun maksadına izafe edilmesi uygun olur. Bu açıklamayla hangisinin daha faziletli olduğu ortaya çıkar. Mal bizatihi sakıncalı bir şey değildir. Tam tersine bazen kişiyi Allah'tan alıkoyduğu için sakıncalı görülmüştür. Bunun aksi de aynı şekilde geçerlidir. Nice zengin vardır ki zenginliği Allah'ı hatırlamasına engel değildir. Nice fakir vardır ki fakirliği Allah'ı anmasına engeldir. İbnü'l-Cevzı sözü sonunda şuraya getirir: Eğer çoğunluğu esas alacak olursak fakir tehlikeden daha uzaktır. Zira zenginlik fitnesi, fakirlik fitnesinden daha beterdir, (netice olarak) harcayacak mal bulamaman senin için tehlikeden kurtuluştur. Son dönem (müteahhirun) bilginlerinden birisi Ebu Abdullah İbn Merzuk'un el yazısıyla yazılmış olarak bulduğu açıklama hakkında şöyle der: Acaba az mal edinmek mi daha hayırlıdır? Çünkü bu durumda insanın kalbi kendisini meşgul edecek şeylerden uzak olur. Kişi Rabbine yakarmasının !ezzetini alır ve Allah'ın huzurunda uzun uzun hesaba çekilme derdinden rahata kavuşmak için kendini mal kazanmaya kaptırmaz. Yoksa çok mal kazanmakla meşgulolmak mı daha faziletlidir? Bu durumda kişi iyilik, yardım ve sadakalarla Rabbine daha çok yaklaşma imkanı elde eder. Bütün bunlarda başkalarına etki edecek faydalar vardır. Sözkonusu alim şöyle der: Durum bu olduğuna göre en efdal olanı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabilerin çoğunluğunun tercih ettiği şekilde dünyalığı az edinmek ve dünyanın süsünden uzak durmaktır. Biz de şunu belirtelim: Sahabilerin çoğunluğunun az mal elde ettikleri ve zühd içinde oldukları iddiası, onların durumlarına dair meşhur olan haberlere göre kabul edilemez. Zira sahabiler fetihlerden sonra iki kısma ayrıldılar. Bazıları iyilik etmek, yardımda bulunmak, Rabbine yaklaşmak ve gönül zenginliği içinde olmakla birlikte ellerindekini tuttu. Bazıları ise bundan önceki durumu neyse o şekilde kalmaya devam etti. Bunlar fetihlerden ellerine geçen malın zerresini yanlarında tutmadılar. Ancak bunlar birinci zümreye oranla daha azdır. Selefin hal ve hareketini derinlemesine inceleyen kimse söylediğimizin isabetli olduğunu anlayacaktır. Selefin bu konudaki haberleri sayılamayacak kadar çoktur. Burada yer verdiğimiz Habbab hadisi söylediğimizin kanıtıdır. Her iki zümrenin faziletine dair gelmiş olan deliller çoktur. Birinci zümrenin faziletli olduğuna burada ve başka yerlerde zikredilen hadisleri delil olarak gösterebiliriz. İkinci zümrenin faziletine ise Sa'd İbn Ebi Vakkas'ın naklettiği Müslim'de yer alan "Allahu Teala zengini, takva sahibini ve kendini gizleyeni sever" (Müs!im, Zühd) hadisini gösterebiliriz. Bu hadis, zenginliği ister mal, ister gönül zenginliği olarak alalım, onların az olduklarını göstermektedir. Hadiste "et-takıyy" kelimesinden maksat kendisine emredilene sarılıp, yasak edilenden kaçındığı için masiyetleri terk eden kimse demektir. "el-hafiyy" kelimesi ise riyanın terkine işaret olarak sözü tamamlamak için getirilmiştir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. Alimlerin tereddüt ettikleri yerlerden birisi hiçbir mala sahip olmayan kimsedir. Onun hakkında en uygun olanı, dilenciliğin zilletinden kendisini korumak için çalışıp kazanmaktır veya bunu bırakıp, dilenmeksizin kendisine nasip edilecek şeyi beklemektir. Ahmed İbn Hanbel'in zühd ve ve ra ile meşhur olmakla birlikte bu konuda görüşüne başvuran kimseye "Çarşı pazardan ayrılma" dediği sahih olarak nakledilmiştir. Ahmed İbn Hanbel' bir başkasına ise "İnsanlardan müstağni ol, onlara muhtaç olmamak gibi bir zenginlik görmüş değilim" demiştir. Ahmed İbn Hanbel şöyle devam etmiştir: Bütün insanların Allah'a tevekkül etmeleri, kendilerini çalışıp kazanmaya alıştırmaları uygun olur. Çalışıp kazanmayı terk ettiğini söyleyen kimse dünyaya boş vermek isteyen ahmak bir şahsiyettir. Bu görüşü ondan Ebu Bekir el-Mervezi nakletmiş ve şöyle demiştir: Ders verme ve öğrenme ücreti bana insanların elindekini bekleyerek oturmaktan daha sevimlidir. "İnsanların eşrafından bir adam" cümlesinin sonunda geçen "hariyyun" kelimesi, vezin ve mana itibariyle "cedirun = layık" ve "hakikun = layık" anlamınadır. "İn hatabe en yunkeha" yani bu zat bir kadınla evlenmeye talip olsa talebi uygun karşılanır. "Ve in şefaa en yuşeffea" yani birisine şefaat etse şefaati kabul edilmeye layık bir kimsedir. "Nebteği vechallahi = Allah'ın rızasını isteyerek." Yani dünya cihetinden değil, sevap cihetinden onun katında olanı isteyerek. "Ecruna ale'l-lahi" yani bize sevap ve karşılığını vermek Allah'a aittir. "Lem ye'kül min ecrihi şey'en." Yani bazı kimseler, bu hicretin dünya ücretinden (ganimetierden) hiçbir şeyalmadan geçip gittiler. Bu cümle, "Allah'ın rızasını isteyerek Medine'ye hicret ettik" cümlesinin tefsirine göre anlaşılması zor problemli bir durum oluşturmaktadır. Ancak şöyle bir açıklamayla bu iki cümle telif edilebilir: Dünyada mala "ecir" denmesi, ahiret sevabına nisbetle mecazendir. Şöyle ki hicret edilirken ilk niyet, daha önce söylendiği gibiydi. Sahabilerin içinden Mus'ab İbn Umeyr gibi henüz fetihler başlamadan önce vefat edenler olduğu gibi, fetihlerin başladığı döneme kadar yaşayanlar da olmuştur. Sonra onlar bölünmüşlerdir. Bazıları dünya malından yüz çevirmiş, ihtiyacı olanlara teker teker yardım etmiş ve eski hali üzere kalmayı tercih etmiştir ki bunlar azdır. Ebu Zerr bu gruba örnektir. Bunlar birinci kısma katılırlar. Bazı sahabiler ise mubah olan bazı hususlarda geniş davranmış, çok kadınla evlenmiş, cariye edinmişler veya birtakım hizmetçiler, elbiseler ve benzeri şeylere malik olmuşlardır. Ancak bundan daha fazlasını istememişlerdir. Bu tür sahabiler çoktur. İbn Ömer bunlardan biridir. Bazıları ise vacib ve mendub hakları yerine getirmekle birlikte ticaret yoluyla veya başka bir vesileyle daha çok mal edinme yolunu seçmiştir. Bunlar da çoktur. Abdurrahman İbn Avf bu gruba girer. Habbab işte bu iki kısma işaret etmiştir. Birinci kısım la onlara katılan zümrenin ahiretteki ecri çok olacaktır. İkinci kısma gelince, haber, ellerine geçen dünya malının ahiretteki sevaplarından düşüleceğini gerektirmektedir. Müslim'in Abdullah İbn Amr'dan naklettiği şu hadis bu görüşü teyid etmektedir: "Hiçbir gazi yoktur ki savaşsın, ganimet alsın ve sağ kalsın da ecrinin üçte ikisini dünyada peşin almış olmasın. "(Müs!im, İmara) Buradan hareketle birçok selef malının az olmasını tercih etmiş ve bununla kanaat etmiştir. Bunu ya ahiretteki sevaplarının kendilerine bol bol verilmesini tercih ettiklerinden ya da hesaba çekilecekleri için mallarının az olmasını istediklerinden dolayı yapmışlardır. "İşte onlardan biri de Mus'ab İbn Umeyr'dir." Mus'ab'ın künyesi İbn Hişam İbn Abd Menaf İbn Abdiddar İbn Kusay'dır. Mus'ab'ın nesebi Kusay'da Nebi Efendimiz ile birleşmektedir. Künyesi Ebu Abdullah olup, kendisi İslama ilk girenlerden ve Medine'ye ilk hicret edenlerdendi. el-Be .• 'Cı şöyle demiştir: Medine'ye bize ilk gelen Mus'ab İbn Umeyr ile İbn Ümmi Mektum olmuştur. Bunlar Kur'an okurlardı. Haberi İmam Buhari Hicret Bölümünün baş taraflarında nakletmişti. İbn İshak'ın ifadesine göre Hz. Nebi onu birinci akabede bulunanlarla birlikte Medinelilere Kur'an okutsun ve öğretsin diye göndermişti. Mus'ab, Mekke'de iken servet ve nimet içind yüzen bir kişiydi. Hicret edince malı az olan biri haline geldi. Tirmizı'nin nakline gör Muhammed İbn Ka'b şöyle demiştir: Bana birisinin verdiği habere göre Hz. Ali şöyle anlatmıştır: "Biz mescidde bulunduğumuz bir sırada üzerimize Mus'ab İbn Umeyr geldi. Üzerinde sadece deri ile yamanmış bir hırka vardı. Resillullah onu görünce ağladı. Çünkü o bir zamanlar nimet içinde yüzen birisi iken, bugün bu haldeydi. "(Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame) "Muslab, Uhud günü" şehit olarak "katledildi." O Uhud günü Hz. Nebi'in sancağını taşıyordu. "Ve arkasında çizgili yün bir kumaştan başka bir şey bırakmadı." Hadiste geçen "nemire" yünden yapılmış çizgili bir izar veya hırkadır. "Eyne'at = meyveleri olgunlaştı" yani nihayete erdi ve toplanmaya uygun bir hale geldi. "Fe huve yehdibuha" O bu meyveleri toplamaktadır. İbn Battal şöyle demiştir: Hadis selefin durumlarını anlatırken doğru söylediklerini göstermektedir. Hadise göre fakirliğe ve onun zorluğuna katlanmak iyi insanların mertebelerindendir. Bu hadisten kefenin bütün bedeni örten bir kumaş olduğunu ve ölünün bedeninin tamamının avret haline geldiğini anlıyoruz. Bunun kemal itibariyle böyle olma ihtimali de vardır. Bu konuyla ilgili başka şeyler Cenaiz Bölümünde geçmişti. Bi de şunu ekleyelim: Hadisin zahiri dünya malında genişliğe gitmeyi bırakmaya teşvik etmektedir. Ayrıca hadis kadınları cehenneme girmemeleri için dinin emrine riayete teşvik etmektedir. Nitekim bu husus, İman Bölümünde Hz. Nebi'in ifadesiyle şöyle geçmişti: "(Ey kadınlar) Tasadduk ediniz! Çünkü ben sizleri cehennem halkının çoğunluğu olarak gördüm." Hz. Nebi'e "ni_ çin?" diye soruldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnkar ettikleri için" dedi. Kendisine "Allah'ı inkar ettikleri için mi?" diye soruldu. Nebi "Yapılan iyiliği inkar ettikleri için" buyurdu. "Ölünceye kadar inceltilmiş (halis buğday unundan) ekmeği de yemedi." İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüksek bir masa üzerinde halis buğday unundan ekmek yememesi, ebedi hayattaki hoş şeyleri seçtiği için dünyanın hoş yiyeceklerini reddetmek maksadıyladır. Mal ancak ahirete yardımcı olunması için arzu edilir. Dolayısıyla Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu açıdan mala ihtiyaç duymamıştır. "Şatra şa'trin." Bununla kastedilen yarım vesk arpadır. ''Fi' reHin lt = bana ait olan raf içinde" Cevheri şu açıklamayı yapmıştır: "Raf" duvarda kemer benzeri bir oyuktur. "Nihayet bunu yemek bana uzun geldi de ben o arpayı ölçtüm, sonra tükendi." İbn Battal şöyle der: Hadise göre ölçülerek mübadele edilen buğday, ölçülerek ne kadar olduğu bilindiğinden dolayı ne zaman biteceği de malum olur. Ölçülmemiş buğdayda ise bereket vardır. Çünkü onun miktarı malum değildir. Biz de şunu söyleyelim: Bu hükmü bütün yiyecek maddelerine genellemek bizce tartışılır. Öyle anlaşılıyor ki bu söylenen Hz. Nebi'in bereketi dolayısıyla Hz. Aişe'ye mahsus özelliklerdendi. Kurtubi şu açıklamayı yapmıştır: Bir yiyecek maddesini sıkma ve ölçme durumunda ondan nemanın kaldırılma sebebi -Allah daha iyi bilir- Allah'ın nimetlerinin, ikramlarının armağanları ve bereketlerinin çokluğunun peşpeşe aktığını gördüğü halde onimete hırs gözüyle bakmaktan, şükründen ve onu bahşeden Allah'a güvenmekten gafil olmaktan, olağanüstü durumu müşahede ettiği halde alışılagelmiş sebeplere meyletmekten kaynaklanmaktadır. Bu hadisten herhangi bir şeye nailolan veya herhangi bir ikrama eren ya da herhangi bir hususta bir lutfa mazhar olan kimsenin şükrüne devam etmesi ve bunun Allah'tan geldiğini görmesi ve bu durumda herhangi bir değişikliğe gitmemesi gerekir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Mücahid'in nakline göre Ebu Hureyre şöyle anlatmıştır: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki (bazen) açlıktan karnımı yere dayardım, bazen de açlıktan karnıma taş bağlardım. Bir gün (Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile sahabilerinin mescitten) çıkıp gittikleri yol uğrağı üzerine oturdum. Bu sırada Ebu Bekir geçti. Ona Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Soruyu ancak beni doyursun diye sormuştum, fakat geçti gitti, (umduğum çağrıyı) yapmadı. Sonra Hz. Ömer geçti. Ona da Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Ona da ancak beni doyursun diye sormuştum. Ömer de geçti gitti, benim (umduğum çağrıyı) yapmadı. Sonra Ebü'l-Kasım (Nebi s.a.v.) uğradı ve beni gördüğü zaman bendeki halsizliği ve yüzümdeki açlık belirtisini anladı da güıümsedi. Sonra bana: "Ya Eba Hirr'" dedi. Ben de "Lebbeyk ya Resulallah = buyur emrine hazırım!" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Beni takip et!" buyurdu ve yürüdü. Ben de onu takip ettim. Eve girdi. Ben de izin istedim. Bana da izin verildi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem girdiğinde bir bardak içinde süt buldu. "Bu süt nereden geldi?" diye sordu. "Onu sana filan kimse veya filan kadın hediye etti!" dediler. Resulullah da bana "Ya Eba Hin!" diye seslendi. Ben de "Buyur ya Resulallah emrine hazırım!" dedim. "Haydi, Suffa ehline git ve onları bana çağırı" buyurdu. Ebu Hureyre şöyle devam etti: Suffa ehli İslam konukları idiler. Sığınacakları aileleri, malları ve dayanacak bir kimseleri yoktu. Resulullah bir sadaka geldiğinde sadaka malını onlara gönderirdi. Kendisi o maldan hiçbir şey almazdı. Bir hediye geldiğinde de bunu Suffa ehline gönderirdi. Hediyeden kendisi de alır ve Suffa ehlini buna ortak ederdi. Ebu Hureyre şöyle devam etti: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Suffe ehlini çağırması beni üzdü. (Kendi kendime) dedim ki: Suffa halkı içinde şu bir bardak süt nedir ki! Bu sütten bir yudum içerek kuvvet kazanmaya ben daha layıktım. Suffa halkı geldiğinde, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana emrettiğinde ve benim de onlara dağıttığımda bu bardak sütten bana ne düşecek?" Fakat Allah'a ve Resulüne itaatten başka çare yoktu. Bu sebeple gittim, Suffa halkını davet ettim. Geldiler, izin istediler, kendilerine izin verildi ve evde yerlerini aldılar. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Ya Eba Hirr!" diye seslendi. Ben de "Buyur ya Resulallah! Emrine hazırım!" dedim. Resulullah bu bardağı al ve onlara ver" buyurdu. Ben de bardağı alıp vermeye başlad\m. Bir kişiye veriyordum o kanmcayakadar içiyordu. Sonra bardağı banay{,riyordu. Ben de bardağı alıp diğer bir kişiye veriyordum. O da kanıncaya kadar içiyor sonra bardağı bana veriyordu. Bu suretle bütün halk kana kana içip bardağı bana vererek ta Resulullah'a kadar gelip dağıtım işi sona erdi. Artık davetlilerin hepsi süte kanmışlardı. Şimdi Resulullah süt bardağını aldı. Elinde tutarak bana bakıp gülümsedi ve "Ya Eba Hirr!" buyurdu. Ben "Emret ya Resulallah, emrine hazırım!" dedim. "(Süt içmedik bir) ben, bir de sen kaldm!" buyurdu. Ben de "Doğru söylediniz ya Resulallah!" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Haydi otur da iç!" buyurdu. Ben de oturup içtim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tekrar "İç!" buyurdu. Ben de içtim. Resulullah s.a.v.tekrar "İç!" diye emretmeye devam etti. Sonunda "Ya Resulallah! İçemeyeceğim! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki süt için gidecek bir yol bulamıyorum!" dedim. "Öyle ise bardağı bana ver!" buyurdu. Ben de bardağı ona verdim. Resulullah Allah'a hamdetti, besmele çekti ve geri kalan sütü içti
- Bāb: ...
- باب ...
Sa'd İbn Ebi Vakkas şöyle anlatmıştır: Muhakkak ki ben Allah yolunda ilk ok atan Arap mücahidiyim. Huble yaprağı ve şu Semurden başka yiyeceğimiz olmadığı halde Allah yolunda gaza ettiğimizi görmüşümdür. Her birimiz davarların gübrelerini çıkarışı gibi hiç birbirine karışmayan kuru dışkı çıkarırdık. Sonra Esed oğulları kabilesi bana İslam hükümleri ve adabı üzerine öğretme (güzel yapmıyorum diye) ayıplar hale geldi. (İslamdaki öncülüğümle birlikte din rükünlerini bana Esed oğulları öğretmeye kalkarsa) bu takdirde ben ziyan etmiş, geçmişte yaptığım çalışmalarım da zayi olmuş gitmiş demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha: "Muhammed'in ailesi Medine'ye geldiğinden vefatı zamanına kadar üç gün arka arkaya buğdayekmeğinden karnını doyurmadı" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe r.anha "Muhammed'in ailesi bir günde iki öğün yemek yemedi, yediği iki öğünden biri muhakkak hurma idi" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe r.anha "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in döşeği tabaklanmış deriden idi. İçi de hurma lifi doluydu" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Katade, biz (Basra'da) Enes İbn Malik'in yanma giderdik, ekmekçisi yanıbaşmda ayakta dururken bize "Yiyiniz, ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Allah'a kavuşuncaya kadar ne inceltilmiş halis buğday unundan yapılmış ekmek ve ne de kızartılmış davar gördüğünü bilmiyorum" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe r.anha "Üzerimizden ay gelir geçerdi de evimizde yemek pişirecek bir ateş yakmazdık. Bizim yemeğimiz sadece hurma ile sudan ibaretti. Ancak bize bir parça et verilmesi müstesna" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe, r.anha Urve'ye hitaben "Ey kızkardeşimin oğlu! Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ailesi iki ay içinde üç hilal görürdük de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in evlerinde bir ateş yakılmazdı" demişti. Urve de "Teyzeciğim! Sizleri ne yaşatırdı?" diye sorunca, "İki siyah şey: Hurma ile su" diye cevap verip şunu ilave etmiştir: "Ancak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Ensardan birtakım komşuları vardı. Bunların sağmal develeri veya koyunları olurdu. Bu komşular Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e evlerinden süt gönderir, o da bunu bize içirirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allahümme urzuk ald Muhammedin kClten = Allah'ım Muhammed ailesine geçinecek kadar nzık ihsan eyle!" diye dua ederdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi s.a.v.'in ve sahabilerinin" hayatlarında "nasıl yaşadıkları" ve "dünya nimetlerinden" yani onun lezzetlerinden "uzak durmaları" ve bu hususta geniş davranmaları. "(Bazen) açlıktan karnımı yere dayardım." Yani karnımı yere yapıştırırdım. Ebu Hureyre böyle yaparak ya karnına taş bağlamaktan elde ettiği yararın aynısını kazanıyordu ya da bu onun baygın olarak yere düşmesinin kinayeli bir anlatımıdır. Nitekim Ebu Hazim'in At'ime Bölümünün baş tarafında yaptığı nakilde onun açlıktan düşüp bayıldığı "Ömer İbn Hattab'a rastladım, ondan bir ayeti bana okutmasını istedim" dedikten sonra şöyle devam eder: "Birkaç adım atar atmaz bitkinlikten ve açlıktan yüz üstü yere yığıldım. (Kendime gelince) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i başucumda buldum." "Bazen de açlıktan karnıma taş bağlardım." Ahmed İbn Hanbel'in nakline göre Abdullah İbn Şakık şöyle anlatmıştır: "Ebu Hureyre ile bir sene birlikte kaldım. Bana '(o günler) bizi görseydin. Üzerimizden günler geçiyordu da herhangi birimiz belini doğrultacak bir yiyecek bulamıyardu. Hatta bazılarımız taşı alıp karın boşluğuna getiriyor ve sonra belini doğrultmak için onu elbisesi ile bağlıyordu' dedi."(Ahmed İbn Hanbel, II, 324) Alimler karna taş bağlamanın faydası, kişinin belini doğrultup ayağa kalkmasına yardımcı olmasıdır demişlerdir. "Geldiler, izin istediler, kendilerine izin verildi ve evde yerlerini aldılar." Yani Suffa ehlinden her bir fert kendisine layık olan yere oturdu. Suffa halkının o anda kaç kişi olduğuna vakıf olamadım. Ancak Salat Bölümünün baş taraflarında "Ebvabu'l-Mesacid" başlığı altında Ebu Hazim'in naklettiği bir rivayette Ebu Hureyre şöyle demekte idi: "Suffa ehlinden yetmiş kişi gördüm." Bu hadiste onların yukarıdaki olayda bu sayıdan daha çok olduklarına işaret vardır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'a hamdetti, besmele çekti." Yani sözkonusu sütte az olmasına rağmen bereket ihsan ettiği ve orada bulunanların tümü süte kanıp hatta arttığı için Rabbine hamdetti ve içmeye başlarken besmele çekti. "Şeribel fadlete geri kalan sütü içti" bu cümledeki "el-fadla" sütün geri kalanı demektir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1 - Bir şeyi oturarak içmek müstehabtır. 2- Bir topluluğa hizmet eden kişi onlara meşrubat dağıtırken kabı onların her birinden alır ve yanındakine verir. Misafirlerden herhangi birinin o bardağı yanındakine vermesine müsaade etmez. Çünkü bu tavır misafire değer verilmediği anlamını taşır. 3- Bu hadiste büyük bir mucize görülmektedir. 4- En son noktasına ulaşsa bile doymak -bunun haram olduğunu söyleyenlerin aksine- caizdir. Zira yukarıdaki olayda Ebu Hureyre Nebi'e "Süt için gidecek bir yol bulamıyorum!" demiş ve Resulullah s.a.v. de onun bu ifadesini kabul etmiştir. 5- Hadise göre bir kimsenin ihtiyaç içinde olduğunu gizlemesi ve buna işaret etmesi, onu açığa dökmekten ve açıkça söylemekten daha evladır. 6- Bu olayda Hz. Nebi'in ne kadar cömert olduğunu ve gerek ailesini, gerekse hizmetçilerini kendi nefsine tercih ettiğini görmekteyiz. 7- Hz. Nebi'in zamanında bazı sahabilerin durumu maddi bakımdan dardı. Ebu Hureyre ise açıkça istemeyecek kadar nezih olup buna işaret etmekle yetiniyordu. O şiddetli ihtiyaç içinde olduğu halde Nebie itaati kendi nefsinin payalmasına tercih etmişti. Ayrıca bu olayda Suffa ehlinin fazileti de görülmektedir. 8- Hizmetçi efendisinin evine girmek istediğinde ondan izin alır. Bir kimse kendi evinde daha önce tanıyıp bilmediği bir şeyle karşılaştığında gereği ne ise onun doğması için bunu sorabilir. Hz. Nebi hediyeyi kabul eder, ondan alır bir kısmını fakirlere verir, sadakayı almaz, onu alabilecek kimselere verirdi. Meşrubat dağıtan sonunda içer. Ev sahibi ise ondan sonra içer. Allahlın verdiği nimetlere hamdedilir ve meşrubat içmeye başlarken besmele çekilir. "es-Semer" Ebu Ubeyd ve başkaları bu ağaç hakkında şu bilgiyi vermişlerdir: Semer denilen ağaç, çöl ağaçlarından olup iki çeşidi vardır. Bazıları "el-huble" Semer denilen ağacın meyvesidir. Bir çeşit akasya ağacı (talh) ve teke dikeni (avsec) gibi dikenli bir ağaçtır demişlerdir. Nevevı şöyle der: Bu açıklama Buhari'nin rivayetine göre isabetlidir. Çünkü onun rivayetinde yaprak huble ağacına atfedilmiştir. Burada bir hususu belirtmekte fayda vardır: Nevevıinin sözünü ettiği Buhari'de "illel huble ve varaka's-semer" şeklinde yer alan bir başka rivayettir. "Leyadau" Bu fiil, sözkonusu haberde kişinin tuvalette dışkılamasının kinayeli anlatımıdır. "Ma lehu hıltun" yani kişinin dışkısının sefalet içinde yaşamasından dolayı şiddetli bir şekilde kuruması nedeniyle birbirine karışmayıp, koyun dışkısı haline gelmesidir. "Tuazzirunı" fiilinin manası "tukifunı = bana bilgi verirdi" demektir. Arapça'da "et-ta'zi'r" ahkam hakkında bilgi vermek anlamına gelir. Taberi şöyle der: Bu fiilin manası beni dosdoğru yapar ve bana bilgi verir. Hadiste anlatılan, İslam'a daha önce girdiği ve sahabiliği daha eskiye dayandığı için Sa'd'ın Esed oğullarının kendisine ahkam öğretmesine tepki gösterdiğidir. "Hibtu izen ve dalle sa'yı= o takdirde ben ziyan etmiş, geçmişte yaptığım çalışmalarım da zayi olmuş, gitmiştir." İbnü'l-Cevzı şöyle demiştir: Burada şöyle bir soru gündeme gelebilir: "Sa'd nefsini nasıl övebilir. Bir mu'minin şiarı bu konudaki yasaklıktan dolayı böyle bir hareketi yapmamak değil midir?" Bu soruya cevabımız şudur: Bilmeyenler Sa'd'ı namazı doğru dürüst kılmadığı şeklinde ayıplayınca, onun da kendisini övmesi caiz olmuştur ve kendi faziletini zikretmek zorunda kalmıştır. Övgü, haksızlık, böbürlenme gibi şeylerden uzak olduğunda ve kişinin maksadı hakkı ortaya çıkarmak ve Allah'ın nimetine şükretmek olduğunda mekruh değildir. Bu, tıpkı bir kimsenin Allah'a şükrünü ortaya koymak veya kendisinden istifade edilsin diye ilmi seviyesini belirtmek maksadıyla ben Allah'ın kitabını ezbere biliyorum, onun tefsirini ve dini derinlemesine biliyorum demesine benzer. Zira böyle demezse durumu bilinmez. Bundan dolayı Yusuf aleyhisselam "Çünkü ben {onlan} çok iyi korurum ve bu işi bilirim" demişti,(Yusuf 55) Hz. Ali de "Bana Allah'ın kitabından istediğinizi sorabilirsiniz" derdi. İbn Mesud ise şöyle der: Herhangi birinin Allah'ın kitabını benden daha iyi bildiğini öğrenirsem ona giderim. İbnü'l-Cevzı bu konuda sahabe ve tabiundan naklen bunu teyid eden birçok haber ve nakilde bulunur. "Allahummerzuk ala Muhammedin kuten" Kurtubi şöyle der: Hadisin manası Resulullah'ın Allahu Teala'tan kendi ihtiyacına yetecek miktarı istediğidir. Çünkü "kut" bedeni besleyen ve ihtiyacı gideren şey demektir. Bu durumda kişi zenginliğin ve fakirliğin bütün afetlerinden selamette olur. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk şöyle anlatmıştır: Hz. Aişe'ye "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e amelin hangisi daha sevimli idi?" diye sordum. Aişe: "Devamlı olan amel" dedi. Ben ona tekrar "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (gece namazına) ne zaman kalkardı?" dedim. O da "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem horoz sesini işittiği zaman kalkardı" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in en çok sevdiği amel, sahibinin üzerinde devam ettiği ameldi" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Sizden hiçbirinizi asla kendi ameli kurtaramaz!" buyurdu. Sahabiler: "Ya Resulullah! Seni de mi amelin kurtaramaz?" diye sordular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi: "Evet, beni de kendi amelim kurtaramaz. Ancak Allah beni rahmetiyle bürüyüp korur. Sizler doğru yolu tutun, ifrat etmeyin, gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gecenin sonundan da bir miktar faydalanın ve sizler (her hal ve hareketinizde) itidale tutunun, itidale tutunun ki maksadınıza eresiniz
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe’nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Doğru yolu tutunuz, ifrat etmeyiniz. Şunu iyi biliniz ki sizlerden hiçbirinizi kendi ameli cennete girdiremeyecektir. Amellerin Allah'a en sevgili olanı da az olsa bile en devamlı yapılanıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir gün "Amellerin hangisi Allah'a daha sevimlidir?" diye sorulunca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Az da olsa en devamlı yapılanıdır" buyurdu ve "Sizler amellerden takat getirebileceğiniz kadannı üzerine alınız!" tavsiyesinde bulundu
- Bāb: ...
- باب ...
Alkame şöyle anlatmıştır: Ben mu'minlerin anası Aişe r.anha'ya: "Ey mu'minlerin anası! Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ameli nasıl idi? O herhangi bir şeyi günlerden birine tahsis eder miydi?" diye sordum. Aişe: "Hayır, tahsis etmezdi. Onun ameli devamlı olurdu. Sizin hanginiz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in güç yetirmekte olduğu kadar amele güç yetirebilir?" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Doğru yolu tutunuz, ifrat'a gitmeyiniz, müjdeleyip sevindiriniz. Sonra şu muhakkak ki hiçbir kimseyi kendi ameli cennete girdiremez" buyurdu. Sahabiler: "Seni de mi ya Resulallah?" diye sordular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Evet beni de! Ancak Allah beni bir mağfiret ve bir rahmetle bürüyüp korumuş olması müstesnadır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a. şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün bizlere namaz kıldırdı, sonra minbere çıktı ve eliyle mescidin kıble tarafına işaret edip göstererek şöyle buyurdu: "Şimdi sizlere namaz kıldırdığımdan beri mescidin şu kıble duvarı önünde cennet ve cehennem, misallendirilmiş olarak bana gösterildi. Ben hayır ve şerde bugünkü gibisini görmedim, hayır ve şerde bugünkü gibisini görmedim!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kast" yani mutedil doğru yolu tutma, bir başka ifadeyle bunun müstehab olduğu. İleride bilginlerin "es-sedad" kelimesini, "kast" kelimesiyle açıkladıkları gelecektir. Bu açıklamayla hadisle başlık arasındaki münasebet ortaya çıkmaktadır. "Ve'l-müdaveme ale'l-amel" yani salih amele devam etme. İmam Buhari bu başlık altında sekiz hadise yer vermiştir. Bu hadislerin tümü salih amele -az bile olsa- devamı teşvik etmekte ve hiç kimsenin kendi ameli ile cennete giremeyeceğini, aksine Allah'ın rahmeti sayesinde gireceğini ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namazında cenneti ve cehennemi gördüğünü ifade etmektedir. Birinci hadis atılan başlığı açıklamak için asıl hadistir. İkincisi ise konu dışı olarak zikredilmiştir. Onun da başlıkla ilişkisi vardır. İbn Battal bu hadisle, Allahu Teala'nın "Onlara 'işte size cennet; yapmış olduğunuz iyi ameilere karşılık ona varis kılındınız' diye seslenilir"(Araf 43) ayetinin cem ve telifi konusunda özetle şöyle demiştir: Ayet cennetteki makam ve mertebelere amellerle erişilir şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü cennetin dereceleri kişinin amellerinin farklılığına göre farklılık gösterir. Hadis ise cennete girme ve orada ebedi kalma ile ilgili olarak yorumlanmıştır. İbn Battal bunun ardından yukarıdaki cevaba Allahu Teala'ın "(Onlar) meleklerin 'size selam olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin' diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir. "(Nahl 32) ayetini vermektedir. Bu ayet cennete girmenin de amellere göre olacağını açıkça belirtmektedir. İbn Battal buna ayetin lafzının mücmel olduğunu ve onu hadisin beyan ettiğini belirterek cevap vermiştir. Buna göre ayetin takdiri yapmış olduğunuz amellere karşılık cennetin makamlarına ve köşklerine giriniz şeklindedir. Yoksa bundan maksat cennete girmek değildir. İbn Battal daha sonra şöyle der: Hadisin ayet i tefsir etmiş olması mümkündür. Buna göre ayetin takdiri Allah'ın size olan rahmeti ve ihsanı ile birlikte yapmış olduğunuz amellere karşılık cennete girin şeklinde olur. Zira cennetin mertebeleri Allah'ın rahmeti sayesinde böıüşüıür. Cennete giriş de aynı şekilde onun rahmeti sayesindedir. Zira o amel edenlere sayesinde nail oldukları ameli ilham etmektedir. Onun kullarına verdiği müka.fat1ardan hiçbiri, rahmeti ve ihsanından hali değildir. Allahu Teala kullarını yoktan var ederek, sonra rızıklandırarak, ardından kendilerine ilim vererek daha ilk başta ihsanda ve lütufta bulunmuştur. İbnü'l-Cevzı şöyle der: Bütün bu açıklamalardan dört hüküm çıkmaktadır: 1- Amele muvaffak kılınmak Allah'ın rahmeti sayesindedir. Allah'ın daha önceden olan rahmeti olmasaydı, ne iman, ne de sayesinde kurtuluşun kazanıldığı itaat olmazdı. 2- Kulun sağladığı menfaatler efendisi içindir. Dolayısıyla onun ameli me vlasının hakkıdır. Mevlası ona ne kadar müka.fat verirse versin bu efendinin kendi ihsanından ve lütfundandır. 3- Bazı hadislerde cennete girmenin bizzat kendisi Allah'ın rahmeti ve cennetteki derecelerin taksimi ise amellere göredir denilmektedir. 4- İtaat amelleri kısa bir zaman dilimini almaktadır. Buna verilen sevap ise bitip tükenmez. Kısa bir zaman alan amelin karşılığı olarak verilen bitip tükenmeyen bir nimet, amellerin karşılığı değil, Allah'ın lütuf ve ihsanıdır. "Bi rahmetin" Ram şöyle demiştir: Bu hadis amel eden kimsenin kurtuluşu talep ederken ve cennetteki derecelere ermede kendi ameline güvenmesinin doğru olmadığını göstermektedir. Çünkü kul ancak Allah'ın muvaffak kılması sayesinde am el etmektedir. O masiyeti Allah'ın koruması sayesinde terk etmektedir. Bütün bunlar onun lütfu ve rahmeti iledir. "Seddidu." Bunun manası doğru yolu tutunuz ve ona yöneliniz şeklindedir. Bu ara cümlenin (istidrak) manası şudur: Kulun cennete kendi ameli ile gidemeyeceği vurgusundan amelin faidesizliği anlaşılabilir. Bundan dolayı sanki "Bilakis amelin faydası vardır. Amel kişiyi cennete sokan rahmetin varlığına alamettir. Dolayısıyla amel ediniz ve amelinizle doğruya yöneliniz. Bir başka ifadeyle gerek ihlas ve gerekse başka şeylerle sünnete uyunuz ki ameliniz kabul edilsin ve üzerinize rahmet insin" denilmektedir. "Karibu" yani ifrat etmeyiniz. İfrat edip de ibadette nefsinizi bitirmeyiniz. Çünkü bu sizi usanmaya götürür ve am eli büsbütün terk edip, ifrata gidersiniz. Bunun zühd konusunda İbnü'l-Mübarek'ten mevkuf olan Abdullah İbn Amr hadisiyle şahidi vardır. Abdullah İbn Amr şöyle der: "Bu din sağlamdır. Onda yumuşaklıkla ilerleyiniz. Nefislerinizi Allah'a ibadetten nefret ettirmeyiniz. Çünkü biniti helak olmuş olan kimse ne bir yol kat eder, ne de binecek herhangi bir sırt bulabilir." Bu ifadede geçen "el-münbett" çok yol almaktan dolayı biniti helak olmuş kişi demektir. Kelime "kesmek" anlamına gelen "el-bett" kökünden türemedir. Abdullah İbn Amr şunu söylemiş olmaktadır: Nefislerini Allah'a ibadetten nefret ettiren kimse yoldan kesilmiş olur. Maksadına eremez. Yumuşak davransa kendisini hedefine ulaştıracak olan binitini kaybeder. "Gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyün, gecenin sonunda da bir miktar faydalanın." Bu ifadede yer alan "el-ğuduvvu" gündüzün ilk saatinde yürümek, "er-revah" ise gündüzün ikinci yarısının baş tarafında yürümektir. "ed-Dulce" ise gece yürüyüşüdür. Arapça'da "Sara dulceten mine'l-leyl" denilir ki manası geceleyin bir süre yürüdü demektir. Bundan dolayı "şeyen mine'd-dulce" denilmiştir ki bunun sebebi bütün gecE' yürümenin zorluğundan dolayıdır. Burada adeta günün tamamının oruçla geçirilmesi, gecenin ise bir kısmında ibadet edilmesi ve bundan da genelolarak bütün ibadet şekillerinde böyle davranılması gerektiğine işaret vardır. Hadis ibadetlerde yumuşak davranmaya teşvik etmektedir. Bu da Buharlinin attığı başlığa uygun düşmektedir. O bunu yürüyüşe delalet eden bir kelime ile ifade etmiştir. Çünkü abid ikamet mahalline -cennete- giden yolcu gibidir. "el-Kasta" yani mutedil ve orta olan yolu tutunuz. "İklefu." Bundan maksat bir şeyi gayesine ulaştırmak demektir. Arapça'da keleftu "bi'ş-şey'i" denilir ki manası ona şiddetle sarıldım demektir. Burada "ame!" kelimesinden maksat namaz, oruç ve bunun dışındaki diğer ibadetlerdir. "Ma tutikCıne" yani takat getirebildiğiniz kadar. Kısacası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ibadetlerde ciddiyeti ve onları son sınırına kadar ulaştırmayı emretmektedir. Fakat bu ibadeti yaparken insanı usanmaya ve bıkkınlığa götürecek meşakkatlerin 01mamasıyla kayıtlıdır. "O herhangi bir şeyi günlerden birine tahsis eder miydi?" Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benzerini başka günlerde yapmadığı özel bir ibadeti herhangi bir güne tahsis eder miydi? Hz. Aişe o soruya hayır diye cevap vermiştir. Ancak bu noktada ortaya bir sorun çıkmaktadır. Çünkü Sıyam Bölümünde açıklaması yapıldığı üzere Hz. Aişe Resulullah s.a.v.'in oruçlarının çoğunun Şaban ayında olduğunu belirtmiştir ve yine Sünenlerde yer aldığı ve daha önce açıklandığı üzere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde "eyyam-ı bıyd" (oruç tuttuğu) nakledilmiştir. Bu probleme Hz. Aişe'nin maksadı muayyen bir ibadeti özel bir vakte tahsis etmediğidir. Onun Şaban ayında çok oruç tutması şiddetli durumlarla çok karşılaşmasındandı. Resulullah s.a.v. savaş dolayısıyla sık sık sefere çıkar ve oruç tutmak istediği bazı günlerde orucunu tutamazdı. Bazen de bunları ancak Şaban ayında kaza etme imkanı bulurdu. Dolayısıyla onun Şaban ayındaki tuttuğu oruç dıştan bakıldığında başka aylarda tuttuğundan daha çok olurdu. Eyyam-ı bıyda gelince, Resulullah bizzat bugünlerde oruç tutmaya devam etmezdi. Aksine bazen ayın başında, bazen ortasında, bazen sonunda tutardı. Bundan dolayı Enes şöyle demiştir: "Sen Resulullahı gündüzün oruç tutar görmek istediğinde görürdün. Geceleyin namaz kılar görmek istediğinde bunu da görürdün." Bütün bunlar burada yaptığımızdan daha geniş olarak Sıyam Bölümünde daha önce geçmişti. "Kane ameluhu dımeten" yani onun ameli daim idi demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah rahmeti yarattığı gün onu yüz rahmet olarak yarattı ve doksan dokuz rahmeti kendi yanında tutup alıkoydu, geri kalan tek bir rahmeti de bütün mahlukları arasında salıverdi. Eğer kafir, Allah'ın yanında bulunan rahmetin hepsini bilir olsaydı, cennetten ümidini kesmezdi. Eğer mu'min de Allah yanındaki azabın hepsini bilir olsaydı, cehennem azabından emin olmazdı!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Korkuyla birlikte ümitli olmak." Yani bunun müstehab olduğu. Ümit durumunda korku, korku durumunda ümit göz ardı edilemez. Bunun sebebi birincinin aldanmaya, ikincinin Allah'ın rahmetinden ümit kesmeye yol açmasıdır. Bunların her ikisi de kınanmıştır. "er-Reca." kelimesinden maksat şudur: Herhangi bir ihmalde bulunan kimse Allah'a karşı güzel zan beslemeli ve onun, günahını sileceğini ummalıdır. Aynı şekilde herhangi bir itaatte bulunan kimse onun kabul edeceğini ummalıdır. Herhangi bir masiyeti işlediğine pişmanlık duymaksızın ve ondan vazgeçmeksizin hesaba çekilmeyeceği ümidi ile bu günaha dalan kimse, aldanış içindedir. Osman el-Ciz! ne güzel söylemiştir: İtaat etmen ve kabul edilmeyeceğinden korkman saadetin alametlerindendir. İsyan etmen ve bundan kurtulacağını umman ise bedbahtlığın işaretlerindendir. İbn Mace'nin Abdurrahman İbn Said İbn Vehb vasıtasıyla babasından nakline göre Hz. Aişe şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri çarparak yapanlar"(Mu'minun 60) ayetinde kastedilen, hırsızlık yapıp, zina eden midir diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hayır fakat o oruç tutan, tasadduk eden, namaz kılan ve bunların kendisinden kabul edilmeyeceği korkusunu taşıyandır" dedi (İbn Mace, Zühd) Bütün bunların kişinin sağlık durumunda müstehab olduğu bilginlerce kabul edilen husustur. Bazıları şöyle demişlerdir: En uygun olanı sağlıklı iken korkunun, hastalık halinde umudun daha çok olmasıdır. Kişi ölmeye yaklaştığında bazı bilginler Allah'a ihtiyaç duyma içerdiği için sadece umutla yetinmek müstehabtır demişlerdir. Çünkü korkuyu terk etmekten kaynaklanan sakınca artık imkansız hale gelmiş olabilir. Netice olarak affını ve mağfiretini umarak Allah'a güzel zan beslemek tek çıkar yol haline gelir. "Herhangi biriniz Allah'a güzel zan beslemeden ölmesin" (Müs!im,Cenne) hadisi de bu düşünceyi teyit etmektedir. Tevhid Bölümünde bu konu hakkında açıklama gelecektir. Başkaları ise şöyle demişlerdir: Kişi güvende olduğuna kesin olarak inanarak esasen korku tarafını ihmal etmemelidir. Bu yaklaşımı Tirmizı'nin Enes'ten naklettiği şu hadis teyit etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölmek üzere olan bir gencin yanına girdi. Ona "Kendini nasıl buluyorsun?" dedi. Genç "Allah'tan umuyorum ve günahlarımdan korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu durumda olan bir kulun kalbinde korku ve ümit bir araya geldiğinde Allah ona umduğunu verir, korktuğundan emin kılar" dedi.(Tirmizı, Cenaiz) Herhalde Buhari yukarıdaki başlıkta buna işaret etmektedir. "Süfyan" yani Süfyan İbn Uyeyne dedi ki: "Bana göre Kur'an-ı Kerim'de şu ayetten daha şiddetli bir ayet yoktur." Bu rivayetin değerlendirilmesi, açıklanması el-Ma ide suresinin tefsirinde daha önce geçmişti. "Cennetten ümidini kesmezdi." Bazı bilginler bundan maksat, "KMir Allah'ın rahmetinin genişliğini bilseydi bu bilgi, azabın büyüklüğüne dair bildiğini siler ve böylece umudu doğardı" demiştir. Bundan maksat, -rahmetin mukabili olan azaba iltifat etmeksizin- rahmetin genişliğine onu umarak ilminin bağlanması da olabilir. Hadisin yukarıdaki başlığa olan uygunluğu, onun umut ve korku doğuran vaad ve tehdidi içermesi dolayısı iledir. Her kim Allahu Teala'ın rahmet etmek istediği kimselere rahmetinin, intikam almak istediği kimselerden intikamının sıfatlarından olduğunu bilirse rahmetini uman, intikamından emin olmaz, intikamından korkan rahmetinden ümitsizliğe düşmez. Bu, -küçük bile olsa- kötülükten kaçınmaya ve -az bile olsa- itaate devam etmeye sebeptir. Kirmanı burada "lev" kelimesi hakkında kısaca şöyle söylemiştir: "Lev" burada birincinin -ilim- olmaması yüzünden, ikincinin -umut- olmadığını ifade etmektedir. Kelime bu haliyle "lev ci'teni ekramtuke = bana gelseydin, sana ikram ederdin" cümlesinin başındaki "lev" kelimesine benzemektedir. Kirmanı şöyle der: Hadisten maksat şudur: Mükellefin korku ve ümit arasında bulunması uygun olur ki umut noktasında ifrata kaçıp, iman varsa hiçbir şey zarar vermez diyen Mürde gibi olmasın. Korkuda da irrata kaçıp, büyük günah işleyen tövbe etmeden ölürse cehennemde ebedi olarak kalacaktır diyen Hariciye ve Mutezile gibi de olmasın. Allahu Teala'ın "Onun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar"(İsra 57) ifadesinde olduğu gibi tam ortada bulunurlar. İslam dinini inceleyen onun gerek usul, gerek füru kaidelerinin tümünün orta yönde olduğunu görürler. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrı r.a. şöyle demiştir: Ensardan bazı kimseler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den mal istediler. Aralarından kim istediyse Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona mutlaka verdi. Nihayet yanındaki mallar tükendi. Elleriyle infak ettiği şeylerin hepsi tükendiği zaman onlara şöyle buyurdu: "Yanımda bulunan hayırdan (yani mal'dan) hiçbir şeyi sizlerden alıkoymuyorum. Şurası muhakkak ki kim (istemeyip) iffetli kalmak isterse Allah onu iffetli kılar. Kim de sabretmeye çalışırsa Allah ona da sabır ihsan eder. Kim insanlardan müstağni olmak isterse Allah onu müstağni kılar. Sizlere sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş bir hediye asla verilmemiştir!" Bu Hadis 1469 dada geçiyor. Diğer tahric edenler: Tirmizi Birr; Müslim, Zekat
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire İbn Şu'be'nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki ayağı şişinceye veya kabarıncaya kadar gece namazı kılardı. Kendisine (bunun sebebi sorulduğunda) "Ben çok şükredici bir kul olmayayım mı?" diye cevap verirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'ın haramlarına sabretmek." Bu "sabır" kavramına vacipleri işlemeye ve haramlardan kaçınmaya devam etmeye sabretmek de girer. Sözünü ettiğimiz sabır, kulun haramların çirkinliğini ve Allahu Teala'ın kulunu ahlaksızlıklardan korumak için bunları haram kıldığını bilmesinden kaynaklanır. Bu bilinç, aklı başında olan kimseyi haramları -işlenmesine karşılık tehdit gelmeseydi bile- onu terk etmeye sevkeder. Allah'tan haya etmek ve tehdidini başına geçireceğinden korkmak buna dahildir. Böylece kul kötü akıbetinden dolayı haram olan fiilleri terk eder. Kul Allahu Teala'ın gözünün ve kulağının önündedir. Bu duygu, kula kendisine yasak edilen fiillerden kaçınma duygusu verir. Allah'ın nimetlerini gözetmek de buna girer. Çünkü masiyet genellikle nimetin elden gitmesine sebeptir. Allah'! sevme de buna dahildir. Çünkü seven nefsini sevdiğinin arzularına, sabra alıştırır. Sabrın en güzel tarifi şudur: Sabır, nefsi hoş olmayan fiillerden, dili şikayetten alıkoymak, şikayete sebep olan dertleri sineye çekmek ve sıkıntının gitmesini beklemektir. Allahu Teala birçok ayette sabredenleri övmüştür. İman Bölümünün baş taraflarında "Sabır imanın yansıdır" hadisi mu allak olarak geçmişti. Rağıb şöyle der: Arapça'da sabır darlık içinde tutmak demektir. "Sabartu'şşey'e" demek bir şeyi hapsettim, sıkıştırdım demektir. Sabır, nefsi aklın veya şeriatın gerektirdiği şeye hapsetmek demektir. Sabrın bağlantılı olduğu şeylere göre manası değişiklik gösterir. Eğer bir musibet sözkonusuysa buna sabretmeye sadece "sabır" denir. Sabır düşmanla karşılaşma konusunda ise bunun adı "şecaat"tir. Konuşmaya sabır ise "kitman" denilmiştir. Sabır yasak edilen bir şeyi işlemeye karşı ise buna "iffet" denir. Bizce buradaki sabır iffet anlamındadır. "Hz. Ömer biz yaşayışımızın hayrını sabırla bulduk demiştir." Sabır "an" kelimesiyle geçişli yapıldığında masiyetlere sabır anlamına gelir. Şayet "ala" ile geçişli yapılmışsa itaata sabır anlamı taşır. "Ma yeko.nu indı min hayrin = yanımda bulunan hayırdan" yani maldan hiçbir şeyi sizlerden alıkoymuyorum. Hadis insanlardan müstağni olmaya, (yokluğa) sabredip onlardan istemeyerek iffetli olmaya, Allah'a tevekküle ve onun vereceği rızkı beklemeye teşvik etmektedir. Hadise göre sabır kişiye verilenden daha faziletlidir. Çünkü sabra karşı verilecek mükafat sınırsız ve hududsuzdur. Kurtubi şu açıklamayı yapmıştır: "Men yesta'iffe" cümlesi kim istemekten kaçınırsa anlamına gelir. "Yu'iffuhullahu" Allah yüzünün suyunu korumak ve ihtiyacını gidermek suretiyle iffetine karşılık mükafat verir demektir. "Ve men yestağni" yani her kim Allah ile birlikte olup, ondan başkasından müstağni olursa "yuğnihi" Allah ona istemeyip, müstağni olduğunu verir ve kalbinde zenginlik yaratır. Çünkü daha önce geçtiği üzere asıl zenginlik gönül zenginliğidir. "Ve men yetesabbar." Kim nefsini istememeye alıştırırsa ve kendisine rızık verilinceye kadar sabrederse "yusabbiruhullahu" Allah onu güçlendirir. Nefsine hakimiyet bahşeder ve böylece nefsi kendisine itaat eder, şiddete tahammül etmek için boyun eğer. İşte bu anda Allah onunla birlikte olur ve o da talep ettiğini elde eder. İbnü'l-Cevzı şöyle demiştir: İffetli olmak insanın durumunu başkalarından gizlemesini ve onlara karşı ihtiyacı yokmuş gibi görünmeyi gerektirdiği için kişi içten içe Allah için böyle davranmış olur ve bu davranışındaki sıdkı ve doğruluğu oranında karlı çıkar. Sabrın en hayırlı bağış olması şundandır: Nefsi sevdiği fiilden alıkoyup, kısa vadede hoşlanmadığı işi yapmaya zorlamak, kişinin yaptığı veya yapmadığı takdirde karşılığında ahirette eziyet göreceği şeylerden olmasından dolayıdır. İbnü't-Tıyn şöyle der: Resulullah s.a.v.'in "yuiffuhullahu" ifadesinin manası şudur: Ya Allah ona kendisini istemeye muhtaç bırakmayacak kadar mal verir ya da kendisine kanaat bahşeder. Doğruyu Allahu Teala bilir. "Ben çok şükredici bir kulolmayayım mı?" Bu hadisin açıklaması kalan kısmıyla birlikte geniş bir biçimde Teheccüd Bölümünün baş taraflarında geçmişti. Hadisin burada atılan başlıkla ilişkisine gelince, şükretmek vaciptir, vacibi terk etmek de haramdır. Nefsin vacib olan bir fiille meşgulolması haram fiili işlemekten sabretmesi anlamına gelir. Kısacası şükür itaata ve masiyete sabrı içerir. İmamlardan biri şöyle demiştir: Sabır şükrü gerektirir. Sabır ancak onunla tamam olur. Bunun tersini düşündüğümüzde bunlardan birisi gittiğinde diğeri de yok olur. Kim nimet içinde ise ona düşen farz şükür ve sabretmektir. Neden şükretmesi gerektiği açıktır. Neden sabretmesi gerektiğine gelince, masiyete sabredecektir. Her kim bir bela ve sıkıntı içinde ise ona farz olan sabır ve şükürdür. Neden sabretmesi gerektiği yine açıktır. Neden şükretmesine gelince, bu sıkıntı içinde Allah'ın kendi üzerindeki hakkını yerine getirmek zorundadır. Çünkü Allah'ın kul üzerinde nimet içinde yüzerken kendisine kulluk hakkı olduğu gibi, bela ve sıkıntıda iken de böyle bir hakkı vardır. Öte yandan sabır üç kısımdır: a- Masiyete sabır: Bu günah işlememek demektir. b- İtaate sabır: Bu da itaati yerine getirmek demektir. c- Bela ve sıkıntıya sabır. Bu da kulun o esnada Rabbine şikayet etmemesi anlamını taşır. Kişinin bu üç durumdan birisi ile sabretmesi şarttır. Sabır kula ebediyyen gereklidir. Bundan çıkış yoktur. Sabır bütün mükemmellikleri kazanmaya sebeptir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem birinci hadiste "Sabır, kula verilen en hayırlı şeydir" buyurmuştur. Bazıları şöyle der: Sabır bazen Allah için olurken, bazen Allah'ın yardımıyla birlikte olur. Birinci durumda sabreden kişi Allah'ın rızasını talep ettiğinden onun emrine sabreder ve itaat üzere olup, masiyeti işlememeye sabreder. İkinci durumda kul kendisinde zerre kadar güç ve kuvvet görmeyerek her şeyi Allah'a havale eder. Böylece gücü ve kuvveti Rabbine izafe eder. Bazıları bir de "es-sabr ale'llah" diye bir çeşitten bahsetmişlerdir. Bu kadere rıza demektir. "es-Sabru li'l-lah" Allah'ın ilahlığına ve muhabbetine bağlı iken "es-sabru bi'llah" dilemesi ve iradesiyle ilişkilidir. Üçüncüsü olan "es-sabru ale'llah" incelendiğinde ilk iki kısma dahil olduğu görülür. Çünkü bu çeşit sabır, Allah'ın dini' ahkarnı olan emir ve yasaklarına sabrın veya kevni' ahkam olan kullarını imtihanına sabrın dışında değildir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girer, onlar efsun yapmazlar. (Herhangi bir şeyde) uğursuzluk olduğuna inanmazlar ve her hususta Rablerine güvenip dayanırlar" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kim Allah'a tevekkül ederse o, ona yeter." Buradaki tevekkülden maksat "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah'ın üzerinedir"(Hud 6) ayetinin delalet ettiği şeye inanmak demektir. Yoksa bundan maksat, sebebe sarılmayı ve mahlukattan gelen şeylere dayanmayı terk etmek demek değildir. Çünkü bu insanı bazen düşündüğü tevekkülün zlttına götürebilir. Ahmed İbn Hanbel'e evinde veya mescidde oturan ve "Hiçbir şey yapmam ve rızkım bana gelir" diyen adamın durumu soruldu. Ahmed İbn Hanbel "Bu, ilmi bilmeyen bir adamdır" dedikten sonra şöyle devam etmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah rızkımı mızrağımın gölgesi altında yaratmıştır. " "Sizler Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz sabahleyin boş karınlarla gidip, akşamleyin dolu karınla geri dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizleri de rızıklandırırdı" (Tirmizı ve İbn Mace, Zühd) demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadisinde kuşların rızık peşinde sabahleyin gidip, akşamleyin döndüklerinden bahsetmektedir. Ahmed İbn Hanbel şöyle der: Sahabiler ticaretle meşguloluyorlar, hurmalıklarında çalışıyorlardı. Bizim örneğimiz onlardır
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire İbn Şu'be'nin nakline göre Muaviye İbn Ebi Süfyan kendisine "Benim için Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işitmiş olduğun bir hadis yaz" diye mektup yolladı. Bunun üzerine Muğire de Muaviye'ye şunları yazdı: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namazdan çıkmasının akabinde üç kere şunları söylediğini işittim: 'La ilahe illallahu vahdehu la şerike lehu, lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu ve huve ala kulli şey'in kadir == Bir olan Allah'tan başka ilah yoktur. Onun ortağı yoktur. Mülk onundur. Hamd ona mahsusutur. O her şeye kadirdir.' Ve yine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ''Kİyle ve kale yi (dedikodu), çok soru sormayı, mal telef etmeyi, analara itaatsizlik etmeyi, kızları diri diri toprağa gömmeyi yasakladı" diye yazdı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Dedikodunun çirkin görülmesi." Bundan maksat Hz. Nebi'in içinde fayda olmayan sözü yasaklamış olduğudur. Bazıları, söylenmek istenenin insanların sözlerini nakletme ve bunu araştırmalarıdır kanaatini benimsemiştir. Mesela bir kimsenin kendisinden nakledilmesinden hoşlanmadığı halde "Filanca şöyle dedi", "Onun hakkında şöyle dendi" denmesi buna örnektir. Bazıları ise hadiste getirilen yasaklık herhangi bir olay hakkında alimlerden birçok görüş nakledip, sonra tercih ettirici bir sebep olmaksızın bunlardan birine göre amel etmek veya ağır basan görüşü beyan etmek maksadıyla araştırmada bulunmadan ve ihtiyatlı olmaksızın bunları mutlak olarak söylemektir. Çok soru sorma yasaklığı, talepte ısrarı ve kişiyi ilgilendirmeyen şeyi sormayı da kapsar. Yasaklıktan maksat, "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın"(Maide 101) ayetinin hakkında indiği meselelerdir denilmiştir. Bazılarına göre ise bu yasaklık, dini meseleleri n (ihtiyaç yokken) detayına girmeden ileri gitmeyi kapsar. İmam Malik'in şöyle dediği nakledilir: Allah'a yemin olsun ki ben meseleleri füruuna ayırma tavrınızdan korkuyorum. Buradan hareketle selef alimlerinden bir grup henüz meydana gelmemiş olayların hükmünü sormayı -dinde zorlama, zor beğenen, zaruret yokken zanna dayanarak hüküm verme gibi sakıncalar içerdiğinden- mekruh görmüşlerdir. Bu konuların birçoğu Salat Bölümündeki hadis açıklanırken geçmişti ve orada çok soru sorma yasaklığının mal konusunda olduğundan söz edilmişti. Bazıları "Malı telef etme" ifadesine uygun düştüğü için bu yaklaşımı tercih etmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim iki çene kemiği arasındaki (dili)ni ve iki budu arasında bulunan (organ)'ı (kötülükten korumayı) bana garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim!" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hayır söylesin veya sussun. Allah'a ve ahiret gününe iman eden konuşursa eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden konuğuna ikram etsin!" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Şureyh el-Huzaİ şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadisi tebliğ ederken iki kulağım söylediklerini işitti ve kalbim de ezberledi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Konukluk üç gündür. Onlardan biri caizesidir" buyurdu. "Konuğun caizesi (yani mutat üstü ikramı) nedir?" denildi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Konuğun mutat üstü ikramı (caizesi) bir gün ve bir gecedir. Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa konuğuna ikram etsin. Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa hayır söylesin veya sükQt etsin!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kul bazen manasını düşünmeden bir söz söyler de o söz sebebiyle cehennemin içinde güneşin doğduğu yer ile battığı yer arasından daha uzak bir derinliğe kayıp gider
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bir kul, Allah'ın hoşnut olduğu kelimelerden bir kelimeyi önem vermeyerek söyler de Allah o kimseyi bu kelime sebebiyle birçok derecelere yükseltir. Bir kul da Allah'ı öfkelendirecek kelimelerden bir kelimeyi hiç önem vermeden söyler de kendisi o kelime sebebiyle cehennemin içine düşer!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Dili muhafaza etme." Yani lisanı şer'an konuşmak caiz olmayan şeylerden muhafaza etmek. Bunlar kişinin o sözleri ağzına almaya hiç ihtiyacı olmayan sözlerdir. Ebü'ş-Şeyh'in Kitabu's-Sevab'da, Beyhakıınin Şuabu'l-İman'da Ebu Cuhayfe'den yaptıkları nakle göre Resulullah s.a.v. "Amellerin Allah'a en sevimli olanı dili muhafazadır" demiştir. "Allahu Teala'ın 'İnsan hiçbir söz söylem ez ki yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın. '(Kaf 18) sözü." Bu ayette geçen "er-rakıb" muhafaza eden, "el-atıd" hazır bulunan demektir. Susmanın faziletine dair birçok hadis gelmiştir. Bunlardan birisi Süfyan İbn Abdullah es-Sakafı'nin şu rivayetidir: Resulullah'a "Benim açımdan endişe ettiğin en korkunç şey nedir?" diye sordum. Resulullah s.a.v. "Budur" dedi ve dilini tuttu (Tirmizı, Zühd) Tirmizı bu hadisi hasen-sahih şeklinde değerlendirmiştir. İman Bölümünde "Müslüman, Müslümanların lisanından ve elinden salim olduğu kimsedir" ifadesi daha önce geçmişti. Ahmed İbn Hanbel'in, sahihtir değerlendirmesi ile İbn Hibban'ın, el-Bera'dan yaptıkları nakle göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hayır söylemek hariç dilini tut" buyurmuştur.(Ahmed İbn Hanbel, LV, 299; İbn Hibban, Sahih, II, 97) Ukbe İbn Amir şöyle anlatmıştır: Resulullaha "Kurtuluş nedir?" diye sordum. Bana "Dilini tut" diye cevap verdi. Bu hadisi Tirmizı nakletmiş ve hasendir değerlendirmesinde bulunmuştur.(Tirmizı, Zühd) Muaz'ın naklettiği bir hadise göre Resulullah "Bütün işin özünü sana haber vereyim mi? Bunu tut" dedi ve diline işaret etti. Ben "Ya Resulallah! Bizler bnuştuğumuz şeylerden hesaba çekilecek miyiz?" dedim. Resulullah "İnsanları yüz üstü cehenneme atan dilleriyle kazandıklarından başka nedir ki?" buyurdu. Bu hadisi Ahmed İbn Hanbel, sahihtir değerlendirmesiyle Tirmizı, Nesaı ve İbn Mace rivayet etmişlerdir.(Ahmed İbn Hanbel, V, 231, 236, 237; Tirmizı, İman; Nesaı, es-Sünenu'l-Kübra, VI, 428; İbn Mace, Fiten) Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyi terketmesi güzel Müslümanlığındandır" buyurmuştur. Bu hadisi Tirmizı nakletmiş ve hasendir değerlendirmesinde bulunmuştur.(Tirmizi, Zühd) "Men yadman = kim garanti eder." Kelime masiyeti terk etme sözünde durma anlamına "ed-daman"dan türemiştir. Hadiste "ed-daman" kullanılmış ve bununla kelimenin lazimı manası kastedilmiştir. Bu mana dil üzerindeki hakkı ifa etmektir. Buna göre hadisin manası şöyle olmaktadır: Her kim dili üzerindeki gerekli olan şeyleri konuşup, gereksiz şeyleri konuşmamak şeklindeki hak ile cinsel organı üzerindeki onu helal yolda kullanıp, haramdan kaçınma şeklindeki hakkı ifa ederse, ben de ona cenneti garanti ederim. "Lahyeyhi." Bu ağzın iki yanındaki kemikler anlamına gelir. Hadiste kastedilen bu ikisi arasındaki dil ve onunla sağlanan konuşma, iki bacağı arasındakinden maksat da cinselorgandır. İbn Battal şöyle demiştir: Hadis dünyada kişinin başına gelebilecek belanın en büyüğünün dilinden ve cinselorganından kaynaklandığını göstermektedir. Her kim bu iki organın şerrinden korunursa kötülüğün en büyüğünden korunmuş olur. Ebu Hureyre'nin naklettiği ikinci hadisin açıklaması Edeb Bölümünün baş taraflarında geçmişti. Bu hadiste misafire ikram etme, ona eziyet etmeme tavsiye edilmektedir. Hadiste "Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayrı söylesin ya da sussun" buyurulmuştur. Ebu Şureyh'in rivayet ettiği üçüncü hadiste de yine misafire üç gün ikram edileceği e bir de mutat üstü bir ikram (caize) söz konusu olduğu bildirilmiştir. Caizenin ne olduğu sorulduğunda bunun bir gün ve bir gece olduğu şeklinde cevap verilmiştir. "Kul bazen manasını düşünmeden bir söz söyler de ... " Bu cümledeki "elkelime" ister uzun, ister kısa hayır veya şer olarak anlaşılan söz demektir. "Kelimetu'ş-şahade = Şehadet sözü" buna örnektir. Nitekim kasideye de "kelimetu fulanin = filancanın sözü" denilir. "Ma yetebeyyenu fıha = manasını düşünmeden" yani manasını talep etmeksizin, bir başka ifadeyle o mana üzerinde acele etmeden dikkatli davranmış olmak için ve ancak masıahat ortaya çıktığında onu söylemiş olmak için düşünce bazında araştırmadan ve üzerinde düşünmeden demektir. "Yezellu biha" yani düşer, ayağı kayar. İbn Abdilberr şöyle der: İnsanın cehenneme yuvarlanmasına sep olan söz, zalim sultanın yanında söylediği sözdür. İbn Battal bu cümleye haksız yere veya Müslümanın aleyhine çalışarak zalim sultanın yanında söylediği sözdür ilavesinde bulunmuştur. Bu söz -söyleyen bunu kastetmemiş bile olsa- o kişinin helakine sebeptir. Kişi bunu kastetmemiş bile olsa bazen bu sakıncalı duruma yol açabilir ve onun günahı söyleyenin üzerine yazılır. Dereceleri yükselten ve Allah'ın rızasının yazılmasına sebep olan söz ise bir Müslümandan herhangi bir haksızlığı gideren veya bir sıkıntısını ortadan kaldıran ya da bir mazluma yardım etme sağlayan sözdür. Bir başkası şöyle demiştir: Bu söz sultan sahibinin yanında Allah'ı gazaplandırmak pahasına onu hoşnut eden sözdür. İbnü't-Tıyn şöyle der: Çoğunlukla olan budur. Bazen otorite sahibi olmayan fakat kendisinden sultandan gelebilecek faydaların gelebileceği kimselerin nezdinde de söylenebilir. Kadı lyaz şöyle demiştir: Bu sözün müstehcen ve çirkin söz olma, bir Müslümana üstü kapalı büyük günah işleme iftirası veya akıl hastası olduğu iftirası ya da içinden inanmasa da Nebiliği ve dini hafife alma sözleri olma ihtimali de vardır. Nevevı şöyle der: Bu hadis dili muhafaza etmeye teşvikte bulunmaktadır. Dolayısıyla konuşmak isteyen kimsenin söz ağzından çıkmadan önce söyleyeceği şeylerin üzerinde iyice düşünmesi uygun olur. Konuşacağı sözde bir masıahat ve menfaat ortaya çıkarsa konuşur. Aksi takdirde susar. İkinci ve üçüncü hadisin açıkça ifade ettiği şeyin bu olduğunu belirtmiş olalım. "Yehvı" kelimesi hakkında Kadı lyaz düşerek cehennemi boylar demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları (kıyamet gününde) kendi gölgesi altında gölgelendirecektir. Bunlardan biri Allah'ı anıp da iki gözü yaşlarla dolan kişidir" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında Allahu Teala'ın kendi gölgesiyle gölgelendirecek olduğu yedi sınıf insandan söz eden hadisin bir kısmına yer vermiştir. Bu hadis, bütünlüğü içinde açıklamasıyla birlikte Mesacid Bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Huzeyfe'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden önce geçen ümmetierden bir kişi vardı. Amelinin kötülüğünü düşünerek ailesine şöyle bir vasiyette bulunmuştu: 'Ben öldüğüm zaman benim cesedimi alın ve beni küçük küçük zerrelere parçalayın ve sıcak bir günde denize serpip dağıtın!' ÖıÜnce aile fertleri onu dediği şekilde yaptılar. Allah onun zerrelerini topladıktan sonra kendisine 'Seni bu yaptığın işe sevkeden nedir?' diye sordu. O kul da 'Beni bu işi yapmaya sevkeden, ancak senden korkmamdır' dedi. Bunun üzerine Allah onu bağışladı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri'nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle bir olay anlatmıştır: "Sizden önce geçenler içinde -veya sizden öncekiler içinde- bir adam vardl. Allah ona mal ve eulat vermişti." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Kendisine ölüm yaklaşınca oğullarına 'ben sizler için ne çeşit bir baba oldum?' dedi. Oğulları 'Sen bize hayırlı bir baba oldun' dediler. O da 'Şurası muhakkak ki bu baba Allah yanında bir hayır biriktirmemiştir' dedi." Katade bu "Iem yebteir" sözünü "Allah yanında bir hayır biriktirmemiştir" şeklinde tefsir etmiştir. "Baba şöyle devam etti: 'Bu baba Allah huzuruna vardığında Allah ona azap edecektir. Bunun için bakınız! Ben öldüğüm zaman beni yıkayınız, kapkara kömür olduğum zaman beni ezip öğüterek ufalayınız -veya beni iyice inceltiniz.Sonra şiddetli esen bir rüzgar olduğu zaman benim zerrelerimi rüzgara verip uçurunuz' dedi ve oğullarından bu söylediklerini yapacaklarına dair 'Rabbime yemin olsun ki yapacağız!' diye kesin ahd ve söz aldı. Sonra oğulları onun kendilerine söylediği bu işleri yaptıilir Allah o kimseye 'OL! buyurdu. O da hemen bir adam olup, ayakta durdu. Sonra Allah ona 'Ey kulum bu yaptığın uasiyete seni seukeden nedir?' diye sordu. O zat 'Senin mehafetin -veya senden korkmaktır-' dedi. Allah 'onu Allah'ın kendisine merhamet etmesi telafi eder' buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'tan korkma." Allah'tan korkma, yüce makamlardan birisidir. Bu, imanın gerektirdiği şeylerdendir. Allahu Teala bu konuda şöyle buyurmuştur: "Şu halde eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. "(Al-i İmran 175) "Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun. "(Maide 44) "Kulları içinden ancak alimler Allah'tan (gereğince) korkar. "(fatır 28) Bundan önce "Ben sizin içinizde Allah'ı en iyi bileniniz ve O'ndan en çok korkanınızım"(Ahmed İbn Hanbel, VI, 122) hadisi geçmişti. Kul, Rabbine ne kadar yakın olursa onun dışındakileri bir yana bırakarak ondan o derece korku içinde olur. Allah'Cı Teala melekleri "Onlar üstlerindeki Rablerinden korkarlar"(Nahl 50) şeklinde nitelerken Nebileri "O Nebiler ki Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve ondan başka kimseden korkmazlar"(Ahzab 39) şeklinde nitelemektedir. Allah'a yakın olanların (mukarrabCın) korkuları daha fazla olur. Çünkü onlardan, başkalarından istenmeyen şeyler talep edilir ve onlar bu mertebelerinin hakkını verirler. Zira o kulun Allah için yapmas1 gereken şey, erişmiş olduğu mertebeye şükretmektir. Dolayısıyla onun işgal ettiği mertebenin yüceliğinden dolayı yapacağı şükür katlanır. Kul istikamet üzere dosdoğru olduğunda korkusu ya kötü akıbete uğramaktan kaynaklanır. Çünkü Allahu Teala "Allah kişi ile onun kalbi arasına girer"(Enfal 24) buyurmaktadır. Ya da derecesinin nispeten eksikleceği endişesinden kaynaklanır. Bu kişi doğru yoldan sapmışsa korkusu yaptığı fiilin kötü akıbetindendir. Bu korku, pişmanlık duygusu ve günahtan vazgeçmekle birlikte ona fayda sağlar. Çünkü korku, yapılan fiilin çirkinliğini bilmekten ve o fiile karşı yöneltilen tehdide inanmaktan ve kendisine tövbe etmenin nasip olmayacağı düşüncesinden kaynaklanır ya da kişinin Allahu Teala'ın bağışlamayı dilediği kişilerden olmadığı düşüncesinden doğar. Netice olarak kul günahından korkmakta, Rabbinden kendisini bağışladığı kimselerin zümresine katmasını talep etmektedir. Bu konuya bundan önceki hadis de dahildir. O hadiste şöyle bir cümle yer almaktaydı: "Bir diğeri de varlıklı ve güzel bir kadının davet ettiği erkektir ki o 'ben Allah'tan korkarım' der." Bu konuya giren bir başka hadis ise mağaraya sığınan üç kişiden söz eden rivayettir. Onlardan birisi Allah korkusuyla bir kadından çekinen ve kendisine verdiği malı ona bağışlayan erkektir. Bu hadisin açıklaması Enbiya Bölümünde İsrailoğulları başlığı altında geçmişti. "Amelinin kötülüğünü düşünerek" bu kişinin kefen soyucu olduğu daha önce geçmişti. "Fe zerrCınl" Bu fiil "tezriye" kökünden türeme olup, zerrelere parçalamak imlamınadır. "TezrCıhu'r-riyah = rüzgarın savurduğu"(Kehf 45) tabiri de bundandır. "Onu Allah'ın merhamet etmesi telafi eder." Yani ortadan kaldırır. İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Burada sözü edilen kişi, inanmış bir mu'mindi. Çünkü o hesaba çekileceğine ve yapılan kötülüklere ceza verileceğine kesin olarak inanmıştl. Yaptığı vasiyete gelince, her halde bu tövbenin geçerli olması için onların dininde caizdi. İsrailoğullarının şeriatında tövbelerinin geçerli olması için kendilerini öldürmesi biçiminde bir hüküm olduğu sabittir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Ebi Cemre'ye göre bu hadisten bir şeye ona yakın olanla isim vermenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü hadiste "hadarahu'l-mevtu =ona ölüm gelip çattı" denilmektedir. Oysa bu durumda o kişiye gelip çatan ölüm değil, onun ön alametleridir. 2- Hadisten Muhammed ümmetinin fazileti ve üstünlüğü anlaşılmaktadır. Zira bu ümmete böylesi ağır şer'i mükellefiyetler getirilmemiştir ve hoşgörülü bir din (el-hanmyye es-semha) getirilmek suretiyle ihsanda bulunulmuştur. 3- Hadisten Allahu Teala'ın kudretinin ne kadar büyük olduğu anlaşılmaktadır. Zira o sözkonusu kişinin bedenini ezilip ufaltılarak dağıldıktan sonra toplamış bir araya getirmiştir. Biz de şu hatırlatmayı yapalım: Bunların kıyamet günü alacaklara dair bir haber verme olduğu daha önce geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Benim benzerim ve beni kendisiyle Allah'ın (Nebii olarak) gönderdiği şeyin benzeri şu kimsenin misali gibidir ki o bir kavme gelmiş ve 'Ben şurada gözlerimle bir ordu gördüm. Ben çıplak bir korkutucuyum. Hemen kurtulmaya, hemen kaçmaya bakm!' demiştir. Bu haber üzerine bir zümre ona itaat edip, sözünü tutarak bütün gece vakar içinde kaçıp kurtuldu. Bir zümre de onu yalanladı. Bunun üzerine sabahleyin ansızın ordu onları basıp hepsini öldürdü
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Benim durumumla insanların durumu ancak şu adamın durumu gibidir: o, bir ateş yakar da ateşin ışığı etrafını aydınlattığı zaman küçük kelebekler ve onun içine düşen şu hayvancıklar içine düşmeye başlarıar. O adam da bu hayvancıkları geri çekmeye başlar. Fakat onlar bu davetçiye galip gelip hepsi de ateşin içine düşerler. İşte ben de sizlerin izar bağlarınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise ateşe giriyorlar
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selamette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı şeyleri terk edendir" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Masiyetlerden vazgeçme." Yani onları kesin ve nihai olarak terk etmek, içine düştükten sonra onlardan yüz çevirmek. "Ben çıplak uyarıcıyım." İbn Battal şöyle demiştir: "Çıplak uyarıcı" deyimi Has'am kabilesinden bir adamdan çıkmıştır. Zülhalasa günü birisi ona hamle yapar ve onunla karısının elini keser. Bu kişi kavmine geri döner ve onları uyarıro Bir haberin araştırılması ve tahkiki uğrunda bu kimse "çıplak uyarıcı" şeklinde darb-ı mesel haline gelir. "Fe edlecu" gecenin ilk başında veya manasındaki farklılığa göre bütün gece boyu yürüdüler. "Ala mehelihim" vakar ve sükun içinde demektir. "Fe ceale'r-raculu yez'uhunne" yani onları geri çekmeye başladı. "Fe yaktahimne flha" yani onun içine giriyorlardı. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1 - Hadis insanoğlunun müjdeciden çok uyarıcıya ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir. Çünkü insanın yaratılışı ileride verilecek nasibe değil, peşinen verilecek olan haz ve paya meyyaldir. 2- Hadis Hz. Nebi'in şefkati, rahmeti ve ümmetinin kurtuluşuna olan hırsını göstermektedir. Nitekim Allahu Teala aynı manada "O, size çok düşkün, mu'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir"(Tevbe 128) demektedir. "Bi hucezikum" yani izar bağladığınız yerden demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Benim bilmekte olduğumu sizler biliyor olsaydınız muhakkak az güler, çok ağlardınlz" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Benim bilmekte olduğum şeyleri sizler biliyor olsaydınız muhakkak az güler, çok ağlardınzz" buyurmuştur. Diğer tahric: Daha geniş hali; Tirmizi h.no: 2312, İbn-i Mace 4190 Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu konuda Ebu Hureyre'nin yukarıdaki başlığı oluşturan kelimelerle naklettiği hadise ile, Enes hadisini nakletmiştir. Enes'in rivayet ettiği hadis, Maide suresinin tefsirinde daha önce geçen hadisin bir kısmıdır. Bu hadisin açıklaması inşaallah İ'tisam Bölümünde gelecektir. Burada "bilmek"ten maksat, Allah'a karşı gelen kimsenin onun azameti ve intikamına dair bilgisiyle, insanın canı çıkarken ve ölürken, kabirde ve kıyamet günü karşılaşacağı korkunç olaylara dair bilgidir. Bu noktada çok ağlama ve az gülmenin ilişkisi gayet açıktır. Bundan maksat, hadisi duyan ilgili kimselere korku vermektir. Hasan-ı Basrı'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Her kim ölümün varış yeri, kıyametin randevu yeri, Allah'ın huzurunda durmanın bulunma noktası olduğunu bilirse uzun süre dünyada kalması onu üzer
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Cehennem şehvet perdeleriyle, cennet de nefsin hoş!anmadığı mükellefiyet perdeleriyle perdelenip örtü!müştür" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cehennemin şehvet perdeleriyle örtülmüş olduğu." Bu hüküm herkes için geçerlidir. Ebu Nuaym'in rivayetinde "hudbet" yerine "huffet" kelimesi yer almaktadır ki manası cehennem şehvet perdeleriyle örtülmüştür demek olur. Buna göre şehvetler cehenneme düşmeye sebeptirler. Bu cümle Hz. Nebi'in nefisler kendisine meyletse de şehvetleri kınama, ne fisler kendisinden hoşlanmayıp, onlara ağır gelse de itaatlere teşvik noktasında özlü sözlerinden (cevamiu'l-kelim) ve eşsiz belagatından biridir. "Huffet", "el-hifaf" kökünden türemedir. Manası bir şeye kendisini geçmedikçe ulaşmak mümkün olmayacak derecede onu kuşatan ve çevreleyen demektir. Netice olarak cennete ancak hoşlanılmayan şeylerin çöllerini kat ederek ulaşılırken, cehennemden ancak şehvetleri terk etmek suretiyle kurtulmak mümkün olur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah bin Mes’ud'un nakline göre Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Cennet sizin her birinize kendi ayağındaki nalınının tasmasından daha yakındır. Cehennem de bunun gibidir" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre (r.a.)'ın nakline göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Şairlerin söylediği en doğru beyiti ‘ala kulli şey'in ma hale'l-lahe batilu Ve kulli na min la mahalate zailu’ (= Allah'tan başkası ne varsa mutlaka fani! Çıkacaktır elden her nimet bir gün yani!)" Beytidir" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis, itaatin cennete götürdüğünü, masiyetin cehenneme yaklaştırdığını, itaat ve masiyetin bazen en basit şeylerde bile gerçekleşebileceğini ifade etmektedir. Bu manada kısa bir süre önce "Kul bazen manasını düşünmeden bir söz söyler" hadisi geçmişti. Dolayısıyla kişinin az bir hayrın kendisine gelmesi ve az bir kötülükten kaçınmak konusunda uzak durmamalıdır. Çünkü o Allah'ın merhametine sebep olacak iyiliği, gazabına sebep olacak kötülüğü bilemez. İbnü'l-Cevzl şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Kulun niyetini düzeltip, itaat ederek cenneti elde etmesi kolaydır. Aynı şekilde heva ve hevesine uyup, masiyet işleyerek cehenneme düşmesi de kolaydır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi biriniz yaratılış, mal ve evlat hususunda kendisinden üstün kılınmış kimselere baktığı zaman (üzülmesin), hemen kendisinden aşağı (halli) kimselere baksm!" Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis, hayrın birçok maksadını bir arada toplamaktadır. Çünkü kişi dinle ilgili olarak Rabbine ibadet noktasında hangi seviyede bulunursa bulunsun mutlaka bu konuda kendisinden daha üstün birisi olduğunu görecektir. Nefsi bu kişinin seviyesine ulaşmak istediğinde kendi durumunu eksik görecek ve sonuna kadar Rabbine yaklaşmasını arttırmaya çalışacaktır. Öte yandan dünyada (maddi bakımdan) ne kadar aşağı durumda olursa olsun kendisinden daha aşağı konumda olan birilerini mutlaka görecektir. İnsan bu nokta üzerinde kafa yorduğunda Allah'ın nimetinin -bunu gerektiren bir sebep de olmadığı halde- lütufta bulunduğu birçoklarına değil de kendisine ulaştığını öğrenir, böylece nefsini şükre zorlar ve ahiretinde buna olan nzası büyür
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Rabbinden rivayet ettiği bir hadisinde Allahu Teala'nın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Şüphesiz Allahu Teala güzellikleri ve çirkinlikleri takdir edip yazdı. Sonra bunu beyan edip açıkladı. Her kim bir güzel iş yapmayı diler de onu yapamazsa, Allah o kimse hesabına kendi divanında tam bir hasene yazdırır. Eğer o kimse güzel bir iş yapmak ister ve yaparsa Allah o kimse lehine kendi katında on hasene sevabından yedi yüz misline ve daha çok misline kadar hasene sevabı yazdırır. Bir kimse de çirkin bir iş yapmaya niyetlenir ve onu işlemezse, Allah kendi katında onun lehine tam bir hasene sevabı yazdırır. Eğer o kimse fena bir iş yapmak ister de o fenalığı yaparsa Allah onun aleyhine bir tek kötülük yazdırır." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari'nin attığı başlıkta yer alan "el-hemm" insanın fiili işleme kastının ağır basması demektir. "Hememtu bi keza" yani o işi azmimle yapmaya yöneldim demektir. Bu, bir şeyin sırf kalpten geçirilmesinden daha ötedir. "Rabbinden rivayet ettiği bir hadisinde." Yukarıdaki hadis, kudsi hadislerden biridir. Öte yandan bu ifadeler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Rabbinden vasıtasız olarak aldığı vahiylerden olabileceği gibi, melek vasıtasıyla aldığı vahiy olma ihtimali de vardır ve tercih edilen de budur. "Sonra bunu beyan edip açıklad!." Yani "fe men hemme = kim azmederse" ifadesiyle ayrıntısına girdi. Mücmel olan "Allahu Teala (eşyadaki) güzellikleri ve çirkinlikleri takdir edip yazdı" cümlesindeki "ketebe" fiilidir. Tufı bunu Allahu Teala hafaza meleklerine yazmalarım emretti şeklinde açıklamıştır ya da maksat Allah bunu ilminde vaki olana uygun olarak takdir etti demektir. Bir başkası ise, yazmaktan maksat takdir etti ve katib olan meleklere bu takdirini bildirdi. Dolayısıyla her vakitte yazmanın nasılolduğunu sormaya ihtiyaç yoktur. Çünkü bu bitirilmiş bir iştir demiştir. İmam Şafii'den bu haberin zahirine uygun bir açıklamaya rastladım. Şafii'ye göre hesaba çekilme bir fiile azmedip fakat eyleme dönüştürmeyene değil, onu yapmaya azmedip, bizzat başlayanadır. "Fe men hemme = Her kim azmederse" Müslim'de Hemmam'ın Ebu Hureyre'den yaptığı rivayette "hemme" yerine "iza tahaddese = içinden geçirdiğinde" ifadesi geçmektedir. Bu diğer rivayetlere uygun olması için "insanın içinden geçirmesi" şeklinde yorumlanmıştır. Bunu zahiri üzere almak da mümkündür. Fakat insanın kendi kendine konuşması iyiliğin yazılması açısından bir kayıt ve şart değildir. Tam tersine sırf irade etmiş olmakla iyilik yazılır. Mutlak olarak azim ve iradenin yetmediğini gösteren birtakım haberlerin olduğunu biz de kabul etmekteyiz. Ahmed İbn Hanbel, sahihtir değerlendirmesi ile İbn Hibban ve Hakim'in Hureym İbn Fatik'ten yaptıkları bir rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim bir iyiliği yapmaya azmederse Allah onu kalbine hissettirdiğini ve bunu istediğini bilir" buyurmuştur.(İbn Hibban, Sahih, XLV, 45) İbn Hibban bu haberi esas almış ve Sahih'inde habere yer verdikten sonra burada "el-hemm"den maksat azimdir demiş sonra da şu açıklamayı yapmıştır: Allahu Teala'ın kul azmetmese bile fazladan lütufta bulunmak için sırf içinden geçirmekle iyiliği yazma ihtimali de vardır. "Onu yapmazsa." Bu cümlede yapılmayan organların amelidir. Kalbin ameline gelince, bu cümlenin onu kapsaması da mümkündür. Ancak bunun için iyiliğin, hadislerin büyük bir kısmında ifade edildiği üzere sırf insanın içinden geçirmesiyle yazılması ve Hureym'in hadisinde ifade edildiği üzere azimle kaydedilmemesi gerekir. Ebu Zerr'in, Müslim'de yer alan "Kötülükten elini çekmenin sadaka olduğu" yolundaki rivayet birinci görüşü teyit etmektedir. "Bir kimse de çirkin bir iş yapmaya niyetlenir ve onu işlemezse, Allah kendi katında onun lehine tam bir hasene sevabı yazdırır." Hattabi şöyle demiştir: Çirkin bir fiili terke hasene (güzellik) yazılması, o fiili terk eden kimsenin bunu işlemeye gücünün olması ve sonra da onu terk etmesi şartına bağlıdır. Çünkü insan bir şeyi ancak yapmaya kudreti varken yapmamışsa terk etmiş sayılır. Bir kimse ile bir fiili işlemeye olan isteği arasına herhangi bir mani girmesi de buna dahildir. Sözgelimi kişi zina etmek üzere bir kadına gitse ve kapıyı kapalı bulup açamasa zinayı terk etmiş sayılmaz. Aynı şekilde bir kimse zina imkanı bulsa ancak ereksiyon olmasa ya da karşısına kısa vadede kendisine zarar verecek bir durum çıksa bu kişi de zinayı terk etmiş olmaz. "Eğer o kimse fena bir iş yapmak ister de o fenafığı yaparsa Allah onun aleyhine bir tek kötülük yazdırır." Müslim'de yer alan Ebu Zerr hadisine göre Allahu Teala "Onun karşılığı misli bir kötülüktür veya ben onu bağışlarım" buyurmuştur.Müslim, Zikir ve Dua) Bunun manası şudur: Allahu Teala, o kötülüğü lutfuyla veya tövbe ile ya da istiğfarla veya kötülüğüne kefaret olan iyi bir amelde bulunmakla siler. Ebu Zerr hadisinin zahirinden dolayı bunlardan birinci ihtimal daha ağır basmaktadır. Hadis, büyük günahların ancak tövbe ile bağışlanacağını iddia eden görüşe red mahiyetindedir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis Allahu Teala'nın bu ümmete büyük lütuf ve ihsanını açıklamaktadır. Zira eğer böyle olmasaydı hemen hemen hiç kimse cennete giremezdi. Zira kulların kötülük işlemeleri, iyilik işlemelerinden daha çoktur. İyilik işlemeyi düşünmeye sevap verileceği, kötülük işlemeyi düşünmeye hesap sorulmayacağını ifade eden yukarıdaki hadisi Allahu Teala'ın "Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir"(Bakara 286) ayeti teyit etmektedir. Zira kötülükten söz edilirken -iyiliğin aksine- uğraşma ve zorlama anlamı taşıyan "iftial = iktisab" kalıbı kullanılmıştır. 2- Hadiste kulun Rabbi için, onun sevabını arzu ettiğinden, cezasından korktuğundan, lezzetinden vazgeçmesi, şehvetini terk etmesi karşılığında kendisine neyin verileceğinden söz edilmektedir. Hadisten hafaza meleklerinin iyilikleri ve kötülükleri yazma ile görevlendirildikleri için mubahları yazmadıkları sonucu çıkmaktadır. Buna bazı hadis şarihleri, bazı imamların mubahı hasenattan saydıkları yolunda cevap vermişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a. şöyle demiştir: Sizler birçok amel işlemektesiniz ki onlar sizin gözlerinizde kıldan incedir. Şu muhakkak ki bizler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanında onları helak edici günahlar sayardık. Fethu'l-Bari Açıklaması: Başlıkta yer alan "el-muhakkarat" Sehl İbn Sa'd'ın rivayet ettiği hadiste şöyle yer almaktadır: "Günahların küçük görülenlerinden sakınınız! Küçük görülen günahlar bir vadiye inen topluluk gibidir. Bu topluluktan her biri bir odun getirmiş ve ekmeklerini pişirecekleri odunu oraya yığmışlardır. "Onlar sizin gözlerinizde kıldan daha incedir." "Edekku", "ed-dikka" kelimesinden ism-i tafdildir. Söz konusu kalıp, işlenilen küçük günahların ne kadar küçük görüldüğüne ve değer verilmediğine işaret etmektedir. Bu kelime bir işte bakışı inceitme yani dikkatini ona verme anlamına kullanılır. Buna göre hadisin manası şöyle olur: Değersiz olduğunu zannettiğiniz birçok amel işlemektesiniz. Oysa bunlar büyüktürler veya sonunda büyük hale gelirler. İbn Battal şu açıklamayı yapmıştır: Küçük görülen günahlar çoğaldığında ısrarla ışlendiği takdirde büyük günah haline gelirler. Esed İbn Musa'nın Zühd Bölümünde Ebu Eyyub el-Ensarilden naklettiği bir rivayet şöyledir: "Bir kimse güzel bir iş yapar, buna güvenir ve küçük görülen günahlan unutur, sonunda Allahu Teala'a o küçük günahlar kendini kuşatmış olarak ulaşır. Bir kimse de kötülük işler ve bundan dolayı hep korku içinde olur. Nihayet Allah'a güven içinde ulaşır
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd es-Saidi anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem müşriklerle çarpışmakta olan bir adama baktı. O adam savaştaki yeterlilik bakımından Müslümanların en büyükleri derecesinde idi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona baktı ve "Her kim cehennemlik bir adama bakmak isterse şu kişiye baksın!" buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözü üzerine sahabilerden bir zat, gözünü hiç ayırmadan o adamı takip edip gözle di. Adam sonunda yaralanınca hemen ölmek isteyerek kendi kılıcının sivri ucunu iki memesinin arasına koydu. Sonra üzerine dayanıp yüklendi, kılıç iki küreği arasından dışarı çıktı (ve adam öldü). (Onun bu yaptığını Nebi s.a.v. duyunca) "Kul insanların gözünde cennet ehlinin amelini yapar. Halbuki o muhakkak cehennem ehlindendir. Yine kul insanların gözünde cehennemliklerin amelini yapar, halbuki o cennet ehlindendir. Ameller ancak (ölüm sırasındaki) sonlarına göre değerlendirilir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Amellerin Sonlarına Göre Değerlendirildiği ve Bunlardan Korkulacak Olanlar." İmam Buhar! bu konuda kendisini öldüren kişinin konu edildiği Sehl İbn Sa 'd hadisine yer vermiştir. Bu hadisin son kısmında Resulullah "Ameller ancak (ölüm sırasındaki) sonlarına göre değerlendirilir" buyurmaktadır. Bu olayın açıklaması Meğazi Bölümünde Hayber Gazvesi başlığı altında geçmişti. İbn Battal şöyle demiştir: Kula amelinin hayatının sonunda nasıl noktalanacağının bildirilmemesinde büyük bir hikmet ve çok latif bir ilahi plan vardır. Çünkükul sonunda kurtuluşa erenlerden olacağını bilirse kendisini beğenir ve tembelleşir. Buna karşılık sonunda helak olacağını bilirse haddi daha da aşar. Bundan dolayı kula amelinin akıbeti bildirilmemiştir ki korku ile ümit arasında yaşasın. Taberi'nin nakline göre Hafs İbn Humeyd şöyle demiştir: İbnü'lMübarek'e "Birisini haksız yere öldüren bir kişi görsem ve kendi kendime 'Ben şu adamdan daha faziletliyim' desem bunun hükmü nedir?" dedim. İbnü'l-Mübarek "Nefsinden emin olman o adamın günahından daha beterdir" dedi. Taberi bu sözü şöyle açıklamıştır: Çünkü kendisini ondan daha üstün gören kimse kendi akıbetinin nasılolacağını bilmiyor. Belki de o katil Allah'a tövbe edecek ve tövbesi kabul edilecektir. O katilin yaptığını beğenmeyen kimse belki desonunda kötü bir akıbetle gidecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri şöyle anlatmıştır: Bir bedevi Arap Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve: "Ya Resulallah! İnsanların hangisi hayırlıdır?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Canıyla, malıyla (Allah yolunda) cihad eden adamdır ve bir de vadilerden bir vadi içinde (yalnızlığa çekilerek) Rabbine ibadet eden ve insanları şerrinden rahat bırakan adamdır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "İnsanların üzerine öyle (sıkıntılı) bir zaman gelir ki, o günlerde Müslüman kişinin hayırlı malı koyun sürüsüdür. Müslüman o koyun sürüsünü dağ başlarına ve yağmur düşen vadilere götürür. Böylece dini yüzünden olacak fitnelerden kaçar kurtulur!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yalnız Yaşamanın Kötülerle Birlikte Bulunmaya Göre Rahatlık Olduğu." İbnü'I-Mübarek'in Rakaik'ta nakline göre Hz. Ömer "Uzletten nasibinizi alınız" demiştir. Cüneyd'in -Allah bereketinden bizleri de nasip etsin- şu sözü ne kadar güzeldir: "İnzivaya katlanmak insanların içine karışıp, onların suyuna gitmekten daha kolaydır." Hattabi şöyle demiştir: İnzivaya çekilmekte sadece gıybetten ve ortadan kaldıramadığı münkeri görmekten selamette kalmak olsaydı bu bile büyük bir hayır olurdu. imam Buhariinin attığı başlık ile aynı manada Hakim Ebu Zerr'den şöyle bir hadis nakleder: "Bir başına olmak kötü bir kişiyle birlikte olmaktan daha hayırlıdır. "(Hakim, Müstedrek, III, 387) Bu hadisin isnadı hasendir. Yukarıdaki hadiste geçen "eş-şilb" dağ yolu veya dağda bir yer, vadi demektir. "Şalaf" ise dağ başı demektir. Hattabı Kitabu'l-Uzlelde şöyle der: Uzlete çekilmek ve insanların arasına karışmak bağlantılarına göre farklı hüküm içerir. insanlarla birlikte olmayı teşvik eden hadisler, imamlara itaat ve dini durumlarla ilgilidir şeklinde yorumlanmıştır. Bunun aksi olan deliller de aksi durumlar için sözkonusudur. Bedenen insanlarla birlikte bulunmak ve onlardan ayrılmak meselesine gelince; kişi geçimini sağlama ve dinini yaşama açısından kendi nefsiyle yetinebileceğini biliyorsa onun için en uygun olarıı insanlarla bir arada bulunmaktan kaçınmaktır. Ancak bu kişinin cemaate devam etmesi, selam vermesi, verilen selamı alması ve Müslümanların kendi üzerindeki hasta ziyareti, cenazede bulunmak ve benzeri haklarını ifa etmesi şartıyladır. Burada matlub olan bunun dışında fazladan birlikte bulunmayı terk etmektir. Çünkü bu insanın kafasını meşgul eder ve önemli şeyleri ele alacak vakit bırakmaz. insanlarla bir arada bulunma öğlen ve akşam yemeğine ihtiyaç duymaya benzer. Dolayısıyla kişi vazgeçemeyeceği şeyleri yapmakla kısıtlıdır. Bu, beden ve kalp için daha rahatlık vericidir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. Kuşeyrı Risalesinde şöyle der: inzivaya çekilmeyi tercih edenlerin düşünce tarzı kişinin insanların kendi kötülüğünden selamette kalmalarına inanmasıdır, bunun aksi değildir. Çünkü birinci anlayışı doğuran kişinin kendi nefsini küçük görmesidir. Bu da mütevazi olan bir kimsenin niteliğidir. ikincisi ise kişinin kendi nefsinde başkalarına göre bir meziyet görmesidir ki bu da böbürlenen ve kibirlenen kimsenin vasfıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!" Bir bedevi "Emaneti zayi etmek nasılolur ya Resulallah?" diye tekrar sorunca Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "İş ehli olmayan kimseye havale edilip verildiğinde kıyameti bekle!" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Huzeyfe şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize iki hadiseyi haber verdi. Bunlardan birisini gördüm, diğerini ise bekliyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize emanetin salih kimselerin gönüllerinin derinliğine indiğini haber verdi. Sonra o kulların Kur'an'dan bilgi aldıklarını, ardından sünnetten öğrendiklerini bildirdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize emanetin kaldırılacağını da haber verip şöyle dedi: "Kişi uyku uyur. O uyurken emanet kalbinden silinip alınır ve emanetin eseri rengi uçuk bir nokta halinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o kişi bir uyku daha uyurken emanetin (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta sallayan bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır. Şu halde emanet, senin ayağına düşürdüğün bir ateş parçasının düştüğü yerin şişirip senin onu bir kabarcık şeklinde görmen gibidir. Halbuki bu kabarcıkta bir şey yoktur. Şu vaziyetteki halk birbiriyle alışveriş etmek için sabahına ermiş bulunur. Hiçbir kimse emaneti eda etme imkanı bulamaz. Şöyle ki bazen 'Filan oğulları içinde emin bir kimse vardır' denilir. Bazen birisi lehine 'O ne akıllıdır, ne tedbirlidir, ne zerafetli bir adamdır, o ne kahramandır!' diye şehadet olunur. Halbuki o şahsın kalbinde iman'dan hardal tanesi kadar bir eser yoktur." Huzeyfe dedi ki: Öyle bir zaman yaşadım ki o devirde kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdım. Çünkü münasebette bulunacağım kimse Müslümansa onu İslam dini (bana hıyanet etmekten) men ederdi. Eğer Hıristiyan ise onu bulunduğu yerin valisi hıyanetten men ederdi. Bugün ise ben filan ve mandan başka kimse ile alışveriş edemez oldum
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah bin Ömer r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ancak yüz deve gibidir. İçlerinde hemen hemen kamil sıfatlı, kullanışlı, bir tane iyi binek devesi bulamazsın!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Emanetin Kaldırılmas!." "Emanet", "hıyanet" kelimesinin zıttıdır. Onun kaldırılmasından maksat, güvenilir kimsenin yok olması veya yok denecek kadar azalacak şekilde ortadan kaldırılmasıdır. "Emanet zayi edildiği zaman." Bu cümle kıyametin ne zaman kopacağını soran bedeviye verilen cevaptır. "Emaneti zayi etmek nasılolur?" sorusunu soran da aynı kişidir, "İş ehli olmayan kimseye havale edilip verildiğinde." "İş" kelimesinden maksat hilafet, idarecilik, yargı, fetva ve bunun dışında başka şeyler gibi dinle alakah olan işler demektir. İbn Battal şöyle demiştir: "İş ehli olmayan kimseye havale edilip verildiğinde" cümlesinin manası şudur: İdareciler, Allahu Teala'ın kullarını kendilerine emanet ettiği ve onlara içtenlikle bağlı olmalarını emrettiği kimselerdir, Dolayısıyla onların dindar kimseleri göreve getirmeleri gerekir. İdareciler dindar olmayan kimseleri göreve getirdiklerinde Allahu Teala'ın kendilerine yüklediği emaneti zayi etmiş olurlar. Emanet konusunda zikredilen ve merfu olduğu ifade edilen ikinci sıradaki Huzeyfe hadisi isnadı ve metniyle Fiten Bölümünde gelecektir ve inşaailah orada açıklanacaktır. Hadisteki "el-müntebir" kabarcık demektir. Hattabi'ye göre Huzeyfe "baya'tu" fiili ile alışverişi kastetmiştir. "Ala sa'ihL" Bundan maksat o hıristiyandan karşı tarafın hakkını almak için başına getirilmiş olan validir. "Sa'!" kelimesi çoğunlukla zekat memurları anlamında kullanılır. Burada cizyeyi almaya yetkili olan memur anlamı da kastediImiş olabilir. İbn Kuteybe'nin hadiste geçen "er-rahile" kelimesinin binmek için seçilmiş iyi cins deve anlamında olduğunu söylediği naklediimiştir. "İnsanlar ancak yüz deve gibidir" hadisinde geçen "er-rahile" kelimesini Ezheri şöyle açıklamıştır: "er-rahile" Araplarda erkek ve dişi olmak üzere iyi cins binek devesi demektir. Hadiste ifade edilmek istenen şudur: Dünyadan zühd içinde olan, bu konuda kamil olan ve ahireti isteyen kimseler, iyi cins binek devesinde olduğu gibi gayet azdır. Nevevi şöyle demiştir: Bu, güzel bir açıklamadır. Bu iki açıklamadan daha güzeli ise başkalarının şu ifadesidir: İnsanlardan durumundan hoşnut olunan, vasıfları kamil olan azdır. Bizce bu ikinci şıktır. Ancak onu "zahid" kelimesiyle tahsis etmiştir. Uygun olanı şeyh in de dediği gibi bunu genellemektir. Kurtubi şöyle demiştir: Hadisteki örneklemeye uygun olan açıklama insanların yüklerini ve ağırlıklarını onların adına yüklenen, sıkıntılarını gideren, kqliteli insan birçok devenin içinde iyi cins binek devesinde olduğu gibi az bulunur. İbn Battal şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: İnsanlar çoktur, onlardan hoşnut olunanlar azdır. İmam Buhari, hadisi "Emanetin Kaldırılması Bölümünde zikretmek suretiyle bu manaya işaret etmiştir. Çünkü niteliği bu olan kimse hakkında tercih edilen davranış, onunla samimiyet kurmamak, birlikte bulunmamaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Cündeb'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: -Seleme dedi ki: Ben (bu zamanda) Cündeb'ten başka kimseden "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu" derken işitmedim. Cündeb'e yaklaştım ve onun şöyle demekte olduğunu işittim: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kim insanlara duyurursa, Allah onun (gizli işlerini) duyurur. Kim de gösteriş için yaparsa Allah da onun gösterişçiliğini meydana çıkarır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Amellerde Gösteriş Yapma ve Yayarak Şöhret Kazanma Düşkünlüğü." Başlıkta yer alan "er-riya", "er-ru'ye" kelimesinden türemedir. Bundan maksat insanlar görsün ve de kendisini övsün diye ibadetini göstermektir. "es-Süm'a" kelimesi ise, "semi'a" fiilinden türemiştir. Bundan maksat ise riyada olduğu gibidir. Ancak süm'a işitme duyusuyla alakah iken, "riya" görme duyusuyla ilgilidir. İmam Gazali şöyle demiştir: Riya insanlara güzel vasıflar göstermek suretiyle onların kalbinde yer edinme isteğidir. Riyakar kimse amel eden kişidir. İbn Abdusselam ise şu kanaattedir: Riya, kişinin Allah'tan başkası için amel etmesi, "süm'a" kişinin amelini Allah için gizlemesi, sonra insanların ondan söz etmesidir. "Men semme'a = Kim (işlediği hayrı şöhret için) insanlara duyurursa." İbnü'lMübarek Zühd Bölümünde İbn Mesud'un şu hadisine yer vermiştir: "Kim amelini insanlara duyurursa Allah onun (gizli işlerini) duyurur. Kim de herhangi bir hayrı gösteriş olsun diye yaparsa Allah da onun gösterişçiliğini meydana çıkarır. Kim kendini büyÜk göstermek maksadıyla böbürlenip, kibirlenirse Allah onu alçaltır, kim Allah korkusuyla alçak gönüllü davranırsa Allah onu yüceltir." Resulullah s.a.v. İbn Abbas'ın nakline göre ise "Kim (işlediği hayrı şöhret için) insanlara duyurursa, Allah (gizli işlerini) duyurur, kim gösteriş yaparsa Allah da onun gösterişini meydana çıkarır" buyurmuştur. Hattabi şöyle demiştir: Bunun manası şudur: Kim ihlas dışı bir amel işleyecek olursa o ancak insanların kendisini görmesini ve duymasını istemektedir. Böyle bir kimseye Allahu Teala kendisini teşhir etmek, rezil rüsvay etmek ve içinde gizlediklerini dışarı dökmek suretiyle karşılık verir. Denilmiştir ki bir kimse yaptığı amelle insanların nazarında makam ve mertebe edinmeyi kasteder, Allah rızasını hedeflemezse Allahu Teala onu mertebe edinmek istediği insanların yanında konuşulan bir unsur haline getirir. Ancak onun ahirette hiçbir sevabı olmaz. Hadiste geçen "yurai" kelimesi o kimse bunu Allah rızası için değil, o kimseler için yaptığını kendilerine bildirir demektir. Allahu Teala'ın "Kim (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (Dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir; Yapmakta oldukları şeyler (zaten) batıldır"(Hud 15,16) ayeti de bu kabildendir. Bazıları şöyle demiştir: Söylenmek istenen şudur: İnsanlar kendisini yüceltsin ve onların nazarında mertebesi yükselsin diye amelini insanların duymasını hedefleyen kimse bu amacına ulaşır. Bu, onun amelinin karşılığı olur. Ancak ahirette kendisine sevap verilmez. Bazılarına göre mana şudur: Kim insanların kusurlarını başkalarına duyurur ve yayarsa Allah da onun kusurlarını ortaya döker, hoşlanmayacağı şeyleri işittirir. Bazılarına göre ise mana şöyledir: Kim yapmadığı salih bir ameli kendine nispet eder, işlemediği bir hayrı yaptığını iddia ederse Allah onu rezil rüsvay eder ve yalanını ortaya çıkarır. Hadisten salih ameli gizlemenin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Fakat toplumda önder pozisyonundaolan kimselerin kendisine uyulması arzusuyla yaptıkları amelleri ortaya dökmeleri müstehab olabilir. Bu da ihtiyaca göre takdir edilir. İbn Abdisselam şöyle demiştir: Ameli gizlemenin müstehablığından, onu -kendisine uyulması veya ilmi yazma örneğinde olduğu gibi- kendisinden yararlanılması için açıkça işleme istisna edilmiştir. Cuma Bölümünde geçen "Bana uyunuz ve benim namazımı öğreniniz" şeklindeki Sehl hadisi, bu kabikkı::ı:dir. Taberi şöyle demiştir: İbn Ömer, İbn Mesud ve seleften bir grup bilgin, insanlar kendilerini örnek alsınlar diye mescidlerinde teheccüd namazı kılıp, amellerinin güzelliklerini gösteriyorlardı. Taberi şöyle devam eder: Her kim ameli örnek alınan, Allah'ın üzerindeki hakkını bilen ve şeytanına hakim olan önder bir kimse ise onun görünen ve gizlenen ameli niyeti doğru olduğu için birbirine eşittir. Her kim de bunun aksine olduğunda onun hakkında amelini gizleme daha faziletlidir. Selefin uygulaması buna göre cereyan etmiştir. Hammad İbn Seleme'nin Sabit vasıtasıyla Enes'ten naklettiği hadis, birinci grup önder kimseler içindir: Enes'in nakline göre Resulullah s.a.v. Kur'an okuyan ve sesini yükselten birini duyunca "Bu adam evvabdır" demiştir. Enes şöyle devam eder: Söz konusu kişiyi incelediğimizde el-Mikdad İbn el-Esved olduğunu gördük. Hadisi Taberi rivayet etmiştir. Zühri"nin Ebu Seleme vasıtasıyla Ebu Hureyre'den naklettiği hadis de ikinci grup insanlar içindir: Adamın biri namaz kılmak üzere ayağa kalktı ve namazda açıktan okudu. Bunun üzerine Resulullah ona "Bana değil, Rabbine işittir" buyurdu. Bu hadisi Ahmed İbn Hanbel ve İbn Ebi' Hayseme rivayet etmişlerdir. Hadisin isnadı hasendir.(Ahmed İbn Hanbel, II)
- Bāb: ...
- باب ...
Muaz İbn Cebel r.a. şöyle anlatmıştır: Ben bineği üzerinde iken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arka tarafına binmiş, onunla aramda ancak semerin ağacı olup, beraber yol aldığımız bir sırada bana: "Ya Muazl" diye seslendi. Ben de "lebbeyk ya Resulallah ve sadeyk (buyur ya Resulallah, tekrar tekrar emrine hazırım, tekrar tekrar yardıma hazırım)" dedim. Sonra bir müddet yürüdü, ardından yine: "Ya Muazl" diye seslendi. Ben "buyur ya Resulallah! İtaate hazırım, yardıma hazırım!" dedim. Sonra bir müddet daha yürüdü. Sonra yine: "Ya Muaz İbn Cebel!" diye seslendi. Ben "buyur ya Resulallah itaatine ve yardım etmeye hazırım!" dedim. "Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir misin?" diye sordu. Ben "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedim. "Allahın kulları üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah'a itaat ve ibadet etmeleri ve Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmamalandır" buyurdu. Sonra bir süre daha yürüdü. Ardından "Ya Muaz İbn Cebel" dedi. Ben yine "lebbeyk ya Resulallah ve sadeyk" dedim. "Kullar bu tevhid, ibadeti yaptıkları zaman, onlann Allah üzerindeki hakları nedir bilir misin?" diye sordu. Ben "Allah ve Resulü en bilendir!" dedim. "Kulların Allah üzerindeki hakkı, Allahın onlara azap etmemesidir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'a İtaat Yolunda Nefsiyle Mücahede Eden Kimse." Yani Allah'a itaat yolunda nefsiyle mücahede eden kimsenin faziletinin beyanı. "Mücahede" kelimesinden maksat, nefsi istemiş olduğu ibadet dışı şeylerden alıkoymak demektir. İmam Buhariinin attığı başlıkla burada yer verdiği hadis arasındaki münasebet bu açıklamayla sağlanmaktadır. İbn Battal şöyle demiştir: Bir kimsenin nefsiyle olan cihadı en mükemmel cihattır. Çünkü Allahu Teala "Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegane bannaktır"(Naziat 40, 41) buyurmaktadır. Sözkonusu cihad, nefsi masiyetlerden, şüpheli şeylerden ve mubah olan istek duyduğu şeyleri çok çok yapmaktan alıkoymakla olur. Bunun amacı nefse bunların ahirette bol bol verilmesidir. Buna bir gerekçe de biz ekleyelim: Nefisle mücahede, kulun mubah olan şeyleri çok çok işleyerek buna alışmasının, bunun da kendisini şüpheli şeylere çekmesinin, böylece haramı işlemekten emin olamaz bir duruma düşmesinin önüne geçmek içindir. Ebu Amr İbn Buceyd şöyle demiştir: Kime dini değerli olursa ona nefsi değersiz olur. Kuşeyrı ise şöyle der: Nefisle mücahedenin aslı, onu alıştığı şeylerden kesmek ve heva ve hevesi dışındaki fiillere yönlendirmektir. Nefsin iki sıfatı vardır: a- Şehvetlere dalmak, b- İtaatten kaçınmak. Nefisle mücahede buna göre yapılır. İmamlardan biri şöyle demiştir: Nefisle cihad, düşmanla cihada dahildir. Çünkü düşmanlar üçtür: Bunların en başı şeytandır. Ardından nefis gelir. Çünkü nefis insanı Rabbi gazaplandıracak haramlara düşmeye götüren lezzetlere çağırır. Şeytan bu konuda ona yardımcıdır ve kendisine haramları süsler. Kim nefsinin heva ve hevesine muhalif olursa şeytanını baskı altına almış olur. Kişinin nefsiyle mücahedesi onu Allah'ın emirlerine uymaya ve yasaklarından kaçmaya sevketmesi demektir. Kul bu konuda güçlü olduğunda dindüşmanlarıyla cihadı kolayolur. Birincisi batını, ikincisi zahirı cihaddır. Nefisle cihad dört mertebelidir: ı - Nefsi dini, meseleleri öğrenmeye zorlamak, 2- Nefsi, bunların gereğine göre amel etmeye zorlamak, 3- Nefsi, bilmeyenleri öğretmeye zorlamak, 4- Allahiın tevhidine çağrıda bulunmak, dinine muhalif olan ve nimetlerini inkar edenlerle çarpışmaktır. Nefis ile cihada en güçlü yardımcı şeytan la cihaddır. Bu da şeytanın insana dikte ettiği şek ve şüpheyi, kendisine yasak edilen haramları güzel göstermesini, ardından mubahlardan çok yapılanın şüphelere düşürmeye yol açtığı şeyleri güzel göstermesini reddetmekle olur. Mücahedenin tamamı kişinin her durumda kendi nefsi için müteyakkız ve uyanık olması iledir. Çünkü kişi bundan gafil olduğunda şeytanı ve nefsi kendisine ayartarak yasak olan şeye düşmesine yol açar. Başarı Allah'tandır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Ya Muaz' diye seslendi. Ben 'lebbeyk' dedim." Bu cümlenin açıklaması Hac Bölümünde geçmişti. "Allah'ın kulları üzerinde ne hakkı vardır bilir misin?" Burada "hak"tan maksat, Allahu Teala'ın kulları üzerinde hakkı olduğu ve onların yapmakla kesin olarak yükümlü oldukları şeylerdir. İbnü't-Teymı et-Tahrır isimli eserde böyle demiştir: Kurtubi'nin görüşü ise şudur: Allah'ın kullar üzerindeki hakkı, kendilerine vaat ettiği sevap ve hitabıyla yapmalarını bağlayıcı olarak istediği şeydir. "Allah'a ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamalandır." Burada "ibadet" kelimesinden maksat, itaati yapmak, masiyetlerden kaçınmaktır. Hadiste "Allah'a şirk koşmamak" ibadet üzerine atfedilmiştir. Çünkü bu tevhidi tamamlayan bir unsurdur. Allah'a şirk koşmamanın ibadet üzerine atfedilmesindeki hikmet, bazı keferelerin kendilerinin Allah'a ibadet ettiklerini iddia etmeleridir. Fakat onlar bu iddialarına rağmen başka ilahlara ibadet ediyorlardı. Dolayısıyla ibadet ederken Allah'a şirk koşmamak şart kılındı. Bu cümlenin hal cümlesi olduğu daha önce geçmişti. Buna göre cümlenin takdiri şöyle olur: Allah'a şirk, şirk koşmaksızın ibadet etmeleridir. İbn Hibban şöyle der: Allah'a ibadet, !isan ile ikrar, kalp ile tasdik ve organlar ile amelden ibarettir. Bundan dolayı ona verilen cevapta şöyle denilmiştir: "Bunları yaptıklarında kulları üzerindeki hakkı nedir? Bu cümle de eylem "söz" ile değil, "fiiı" ile ifade edilmiştir. "Kulların Allah üzerindeki hakkı Allah'ın onlara azap etmemesidir." Kurtubi şöyle demiştir: Kulların Allah üzerindeki hakları, kendilerine vaad ettiği sevap ve karşılığı vermesidir. Onun doğru olan vaadi ve doğru sözü gereği bu hak edilmiş ve vacib olmuştur. Onun verdiği haberde yalan söylemesi, vaadinden cayması kendisi açısından mümkün değildir. Allahu Teala'ın üzerine emirden hiçbir şey vacib olmaz. Çünkü onun üzerinde bir emreden olmadığı gibi, aklın hükmü de geçerli değildir. Çünkü akıl bir yükümlülük getirmez, sadece olanı ortaya çıkarır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İki kişinin bir merkebe binmesi caizdir. 2- Hadisten Hz. Nebi'in (s.av) alçak gönüllü olduğu, Muaz'ın fazileti, gerek konuşma, gerekse ilimde güzel edebi yer almaktadır. Çünkü Muaz hakikatini bilmediği şeyi Allah'ın ve onun Nebiinin ilmine hava le etmektedir. Ayrıca bu hadisten onun Hz. Nebi'e (s. av) yakın olduğu da anlaşılmaktadır. 3- Bir ifadeyi pekiştirmek ve anlaşılmasını sağlamak için tekrarlamak caizdir. Hoca, talebesine onu denemek ve o hüküm konusunda zorlukla karşılaştığı şeyi açıklamak için soru sorabilir. İbn Receb, Buhari'nin baş taraflarını şerh ederken şöyle demiştir: Alimler, Muaz'ın hadisteki müjdeyi insanların buna güvenmemesi için açıklanmasını yasak etmesinden şöyle bir kaide çıkarmışlardır: İnsanlar maksadını yanlış anlamasınlar diye Ruhsat hadisleri halkın arasında yayılmaz. Muaz bu müjdeyi duyduğunda sadece ameli ve Allah'tan korkusu artmıştır. Onun derecesine ermeyen kimsenin haberin zahirine güvenerek amelini ihmal etmeyeceğine güvenilemez. Kitap ve sünnetin naslarından bazı tevhid ehli asilerin cehenneme girecekleri şeklindeki mütevatir haber bu anlayışla çelişmektedir. Buna göre her iki meseleyi birbiriyle cem ve telif etmek gerekir. Bilginler bu konuda çeşitli anlayışları benimsemişlerdir. Bunlardan birisi Zühri'nin "Ruhsat farzlar ve şer'i cezalar inmeden önce sözkonusu idi" şeklindeki görüşüdür. Osman'ın abdest hakkındaki hadisi açıklanırken bu görüş ondan nakledilecektir. Bir başkası ise bu yaklaşımı haberin neshe uğramasını uzak gördüğü için uzak bir ihtimal olarar değerlendirmiş ve Muaz'ın bu haberi farzların çoğunun inmesinden daha sonra duyduğunu söylemiştir. Bazı bilginlere göre burada nesih yoktur, aksine haber genelliği üzeredir. Fakat birtakım şartlarla kayıtlıdır. Bu, ahkamın kendisini gerektiren ve manilerin bulunmamasına dayanan sebeplerin sonucu olması gibi bir şeydir. Bu husus tekamül ettiğinde yapılması gereken şey- anlaşılır. Vehb İbn Münebbih, Cenaiz Bölümünde geçen "La ilahe illallah cennetin anahtarıdır" hadisi üzerine yaptığı açıklamada buna işaret etmektedir. Kendisi orada "anahtar" ancak bazı dişleri olan bir araçtır diyerek bu kelimenin hadiste mecazen kullanıldığını ifade etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a. şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Adba isimli bir dişi binek devesi vardı. (Koşuda) onun önüne geçilemezdL Bir ara genç bir yük devesi üstünde bir bedevi geldi. (Yapılan koşuda) bu yük devesi Adba'yı geçti. Bu geçiş, Müslümanların ağırına gitti ve "Adba'nın önüne geçildi" dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allahım dünyadan yükselttiği her bir şeyi muhakkak alçaltması hak bir kanundur!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Allahu Teala şöyle buyurdu: 'Her kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona savaş ilan ederim. Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulum u sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Diliyle de her ne isterse muhakkak onlarz kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulum u sığındzrzr, korurum. Ben yapmasını dilediğim hiçbir şey hakkında, mu'minin ölümü karşısındaki tereddütüm gibi tereddüt etmedim. Bana bunda kulum ölümden hoşlanmıyordu. Ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum." Fethu'l-Bari Açıklaması: Başlıkta geçen "tevazu" kendisine tazim edilmesi istenen kişiye karşı insanın mertebesinden aşağıya indiğini ortaya koyması demektir. Bazılarına göre tevazu, bir kimsenin faziletinden dolayı kendinden daha üstün olana tazim etmesidir. İmam Buhari bu başlık altında iki hadise yer verdi. Bunlardan biri kendisi geçilen devenin konu edinildiği Enes hadisidir. Bu hadisin açıklaması Cihad Bölümünde "Hz. Nebi'in (s.av) Devesi" başlığı altında geçmişti. Bazıları bu hadisin yukarıdaki başlıkla herhangi bir ilişkisinin olmadığını ileri sürmüşler ve hadisin Nesailde yer alan rivayet yollarından birisinde geçen ifadeyi gözden kaçırmışlardır. Nesailde şöyle denilmektedir: "Bir şeyin dünyada kendi nefsini yükseltir, yükseltmez onu aşağıya indirmesi Allah üzerinde bir haktır. "(Nesai, Hayl) Çünkü bu hadiste kibirlenmemeye, tevazuya teşvike işaret vardır. Hadis dünyadaki işlerin kamil olmayıp, nakıs olduğunu bildirmektedir. İbn Battal şöyle demiştir: Hadisten dünyanın Allahu Tealalın nezdinde değersiz olduğu anlaşılmakta ve insanların birbirine karşı övünme ve gururlanmamaları gerektiğine uyarı vardır. Hadise göre Allah'ın nazarında değersiz olan her şey düşük bir seviyededir ve aklı olan herkesin bundan kaçınması, onu talep ederken yarışmayı ve rekabeti azaltması uygundur. Taberi şöyle demiştir: Alçak gönüllülükte din ve dünya açısından masıahat vardır. Çünkü insanlar dünyada alçak gönüllü oldukları takdirde aralarındaki kin, nefret ortadan kalkar, birbirlerine karşı övünme ve gururlanmanın yorgunluğundan rahata kavuşurlar. Biz de şunu ekleyelim: Hadis aynı zamanda Hz. Nebi'in (s.av) güzel ahlaklı ve alçak gönüllü olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Resulullah s.a.v. bu hadise göre bedevinin kendisiyle yarışmasına razı olmuştur. Bu da müsabakanın caiz olduğunu göstermektedir. 6502"Kim benim dostuma düşmanlık ederse." Burada "Allah dostu"ndan maksat Allah'ı bilen, O'na itaate devam eden ve ibadetinde ihlas içinde olan kimse demektir. Allah dostlarına düşmanlık edecek kimsenin bulunabileceği meselesi bir anlaşılması zor problem olarak ortaya çıkmıştır. Zira düşmanlık ancak iki taraftan gelir. Allah dostu olan kimsenin ise ağır başlı, kendisine bilmeden bir harekette bulunanı bağışlayan bir kişilikte olması esastır. Bu problem e şöyle cevap verilmiştir: Buradaki "muadM" sadece husumetle, dünyevi muameleyle kısıtlı değildir. Tam aksine bazen taassubtan kaynaklanan bir kinden de meydana gelebilir. Rafızı'nin Hz. Ebu Bekir'e kini, bid'atçinin sünniye olan nefreti buna örnektir. Bunun neticesinde her iki taraftan düşmanlık meydana gelir. Allah dostu tarafından olan Allah için ve Allah hakkında olurken karşı taraftan olan, -yukarıda değindiğimiz üzere- taassub kaynaklıdır. Allah hakkında dost olana kinini açıktan ortaya koyan fasık da böyledir. Velinin ona olan kini ise yaptıklarına tepki gösterdiğinden ve Allah'ın, şehvetlerine uyma yasaklığına riayet etmesinden dolayıdır. İbn Hübeyre şöyle demiştir: Bu hadisten mazur olmanın uyarıdan önce geldiği anlaşılmaktadır ki bu gayet açıktır. "Fe kad azentuhu" ona ilan ederim. "Izan", ilan etmek demektir. "Ezan" kelimesi bu kökten alınmadır. "Bi'l-harbi =savaş ilan ederim." Savaşın meydana gelmesi problemli bir durum olarak görülmüştür. "Muharebe", "mufa'ale" kalıbından olup, her iki taraftan kaynaklanan fiiller için kullanılır. Oysa mahluk yaratanın hakimiyeti altındadır. (Nasıl olur da Allah'a savaş açabilir?) Buna' şöyle cevap verilmiştir: Bu ifade, insanlara anladıkları bir şeyle hitap kabilindendir. Çünkü savaş düşmanlıktan, düşmanlık muhalefetten kaynaklanır. Savaşın sonu helaktir. Allahu Teala'ı hiçbir şey yenemez. O zaman mana adeta şöyle olur: Kim benim bir kuluma düşmanlık ederse kendisini benden kaynaklanacak helake maruz bırakmış olur. Böylece hadiste savaş kelimesi kullanılmış, bununla onun lazımı (savaş bulununca bulunacak olan şey yani helak) kastedilmiştir. Bunun manaya yansıması şöyledir: Kim benim kuluma savaş açarsa ben de ona savaşçı bir düşmanın yaptığı muameleyi yaparım. Fakihanı şöyle demiştir: Bu hadiste şiddetli bir tehdit vardır. Çünkü Allah'a savaş açanı Allah helak eder. Bu ifade beliğ bir mecazdır. Zira Allah'ı sevenden hoşlanmayan kimse, Allah'a muhalif olmuş demektir. Allah'a muhalif olan ona inatla karşı çıkıyor demektir. Allah'a inatla karşı çıkanı o helak eder. Bu kural düşmanlık tarafında bu şekilde işlediğine göre, dostluk tarafında da böyle sabittir. Her kim Allah'ın dostlarını severse Allah ona ikramda bulunur demektir. TCıfi şöyle der: Allah'ın dostu itaat ve takva ile Allah'ı dost edindiğine göre Allah da onu koruyarak ve yardımda bulunarak dost edinir. Allahu Teala şöyle bir kanun koymuştur: Düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu düşmandır, Allah'ın dostunun düşmanı Allah'ın düşmanıdır. Her kim ona düşmanlık ederse tıpkı kendisine savaş açmış gibi olur. Her kim ona savaş açarsa sanki Allah'a savaş açmış gibidir. "Kulum bana kendisine farz kzldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz." Bütün farz-ı ayn ve kifayeler bu sözcüğün hÜkmüne dahildir. Bu ifadeden farzları eda etmenin Allah'a amellerin en sevimlisi olduğu anlaşılmaktadır. Tufi der ki: Farzların emredildiği kesindir ve bunların terk edilmesine ceza tahakkuk eder. Nafileler ise sevap elde etmede farzlarla aynı olmakla birlikte her iki açıdan bunlardan farklıdır. Dolayısıyla farzlar en mükemmelolmaktadır. Bundan dolayı Allah'a en sevimli ve en yakınlaştıncı ibadet farzlar olmaktadır. Öte yandan farz asıl ve temel, nafile onun uzantısı ve binası gibidir. Farzları emredildiği şekilde ifa etmek emre sarılma, emredene boyun eğmek suretiyle onu ululamak ve hürmet etmek anlamı taşır. Bu harekette rububiyyete tazim gösterme ve ubudiyyetin zilletini ortaya koyma vardır. Netice olarak bunlarla Allah'a yaklaşmak amellerin en büyüğü olmaktadır. Farzı ifa eden kimse bunu bazen ceza korkusuyla yapar. Nafileyi ifa eden ise bunu ancak Rabbine hizmeti tercih ettiği için yapar. Dolayısıyla muhabbetle karşılık görür. Bu muhabbet kendisine hizmetle yaklaşan kimsenin hedeflediği bir gayedir. "Yetekarrabu ileyye = Bana yaklaşıyor" "takarrub" yaklaşmayı talep etmek demektir. Ebü'l-Kasım el-Kuşeyri şöyle demiştir: Kulun Rabbine yaklaşmasıönce ona imanla, sonra ihsanıyla olur. Rabbın kuluna yaklaşması dünyada kendisine irfan vermesiyle olur. Ahirette ise ondan hoşnutluğuyla meydana gelir. Bu ikisi arasında onun lutfunun ve nimetlerinin çeşitli şekilleri bulunmaktadır. "Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim." Keşmiheni rivayetinde "ahbabtuhu" yerine "uhibbuhu" kelimesi yer almaktadır. Bu cümle Allah'ın kulunu sevmesinin, kulun nafilelerle ona yaklaşmayı bırakmamasıyla olduğunu açıkça göstermektedir. Ancak daha önce geçtiği üzere farzların kendisiyle Allah'a yaklaşılan ibadetlerin en sevimlisi olması, sonra da muhabbeti doğurmaması problemli bir husus olarak görülmüştür. Buna şöyle cevap verilmiştir: Nafilelerden maksat farzların bitişiğinde olan, onları ihtiva eden ve tamamlayan ibadetler demektir. İbn Ebi Umame İbn Adem'in rivayeti bu anlayışı teyit etmektedir: "Sen benim yanımda olanı ancak sana farz kıldığım şeyleri ifa ederek elde edebilirsin." Fakihani şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Kul farzları ifa edip, namaz, oruç ve başka ibadetler gibi nafileleri yerine getirmeye devam ettiğinde bunlar o kulu Allah'ın sevgisine ve muhabbetine götürür. İbn Hübeyre şöyle demiştir: "Ma tekanabe" fiilinden nafile leri n farzdan önce olamayacağı hükmü anlaşılmıştır. Çünkü nafilenin "nafile" olarak isimlendirilmesi farz üzerine fazladan gelmesinden dolayıdır. Farz ifa edilmediğinde nafile hasıl olmaz. Farzı ifa eden kimse sonra üzerine nafile ilave ettiğinde ve bunu sürekli yaptığında kendisinde Allah'a yaklaşma iradesi tahakkuk eder. Öte yandan örf ve adete göre birine yaklaşma, genellikle hediye ve armağan gibi o kişi üzerine verilmesi vacip olan şeyler dışında bir şey vermekle olur. Böyle bir kimse vermekle yükümlü olduğu haracı ödeyen veya zimmetinde olan bir borcu ifa eden kimsenin aksinedir. Diğer taraftan farzları telafi etmek, nafilelerin getirilme amaçları arasında yer alır. Nitekim Müslim'in naklettiği sahih bir hadise göre Resulullah s.a.v. Allahu Teala'ın "Bakınız! Kulumun tatavvu ibadeti var mıdır? Varsa onunla birlikte farzı tamamlanır" buyurmuştur.(Tirmizi, salat; Ebu Davud, Salat) Buradan anlaşılan nafilelerle Allah'a yaklaşan, farzları ihlal eden değil, onları ifa eden kimselerdir. Nitekim büyüklerden biri şöyle demiştir: Her kim farzları ifa ettiği için nafileleri işleyemezse mazurdur, ama nafilelerle meşgulolup, farzı ihmal eden aldanmıştır. Hattabi şöyle demiştir: Bütün bunlar, temsili anlatımdır. Manası; Allah'ın kulunu bu organlarla yapmaya başladığı amellerinde başarılı kılması ve kendi sevgisini ona kolay kılmasıdır. Allahu Teala bunu kulun organlarını koruyarak ve onu çirkin gördüğü şeylere düşmekten muhafaza ederek yapar. Kulun kulağıyla eğlenceyi dinlemesi, gözü ile Allah'ın yasak ettiği şeye bakması, dokunulmasını haram kıldığı şeyleri eliyle tutması ve ayağıyla batıla yürümesi, korunmanın söz konusu olduğu alanlardır. Davudi de bu görüşe meyletmiştir. Kelabazi'nin yaklaşımı da böyledir. Allahu Teala şunu söylemektedir: O kulumu korurum ve sadece beni sevenlerle birlikte münasebette bulunur. Çünkü kul Allah'ı sevdi mi onun hoş görmediği hususlarda tasarrufta bulunmak hoşuna gitmez. (Allahu Teala'ın nasılolup da kulun işiten kulağı ve gören gözü olduğu meselesinde ileri sürülen görüşlerden) yedincisini açıklarken Hattabi şöyle demiştir: Allahu Teala bununla kulun duasını hızlı bir şekilde kabul ettiğini ve talep ettiği şeyde kendisini başarılı kıldığını ifade etmektedir. Şöyle ki insanın çabalarının tamamı ancak burada sözü geçen organlarla yapılmaktadır. Bazıları şöyle demiştir: Bu anlam daha önce geçen "Hiçbir organı yoktur ki Allah'la Allah için hareket etmiş olmasın" hadisinden alınmadır. Böyle bir kulun bütün organları hakkın sayesinde hak için amel eder. "Bana sığınmak isteyince." Ebu Ümame'nin rivayet ettiği bir hadiste bu ifade "Benden yardım dilediğinde ona yardım ederim" şeklinde geçmektedir. Bu cümleden nafilelerden maksadın mendub olan tüm söz ve fiiller olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kulların ve salih kimselerin dua ettikleri ve bunda ısrarlı oldukları ama buna rağmen dualarının kabul edilmediği ileri sürülerek burada anlaşılmaz bir nokta olduğu ifade edilmiştir. Buna verilecek cevap bir değil, bir çoktur. Bazen kulun talep ettiği şeyin bizatihi aynısı derhal gerçekleşir. Bazen talep edilen şey gerçekleşir, fakat bir hikmetten dolayı bu zaman alır. Bazen kulun duası kabul edilir, fakat talep ettiği şeyin bizatihi aynısı verilmeden kabul edilir. Çünkü talep edilen şeyde peşin bir masıahat olmaz, gerçekleşende peşin masıahat olur veya bu diğerine göre daha çok masıahat sağlar. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Bu hadisten namazın ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Zira Allah'ın kendisine yaklaşmaya çalışan kula sevgisi namazdan kaynaklanmaktadır. Sebebine gelince; namaz Allah'a yakar ma (münacat) ve yaklaşma mahallidir. Namazda kul ile Rabbi arasında bir vasıta yoktur. Kulun gözünü namazdan daha çok aydınlık kılacak bir şey yoktur. Bundan dolayı Enes'in naklettiği bir hadiste Hz. Nebi (s.av) şöyle demiştir: "Namaz gözümün nuru kılındı" hadisi Nesaı ve başka muhaddisler nakletmişlerdir.(Nesai, işretu'n-Nisa) Kimin gözü ne de aydın oluyorsa kişi ondan ayrılmayı istemez ve ondan dışarı çıkmayı talep etmez. Çünkü onun mutluluğu bu şeydedir ve hayatı bununla amacına ulaşır. Kul bunları ancak çalışıp didinmeye iyi sabretmekle elde eder. Çünkü sülCık ehli, afetlerin ve gevşekliğin hedefidir. 2- Bu hadis üzerine vacip olanları ifa eden ve nafilelerle yaklaşmaya çalışan kimsenin duasının reddedilmeyeceğini ifade etmektedir. Çünkü bu doğru ve yeminle pekiştirilmiş olan vaadin gereğidir. Duanın hemen kabul edilmemesine verilecek cevap az önce geçmişti. 3- Kul en yüksek derecelere ulaşsa ve Allah'ın sevgili bir kulu haline gelse bile ondan talep etmeyi bir kenara bırakmaz. Çünkü talepte Allah'a boyun eğme ve kulluk izharı vardır. Bu konunun açıklaması Deavat Bölümünün baş taraflarında geçmişti. Alçak gönüllülüğe teşvik hususunda birçok sahih hadis gelmiştir. Fakat bunlardan Buhari'nin şartını taşıyan hiçbir hadis yoktur. Bundanolayı İmam Buhari yukarıda zikredilen iki hadise yer vererek diğerlerini zikretmeye ihtiyaç duymamıştır. Sözkonusu hadisIerden bazıIarı şunIardır: [yaz İbn Himar'ın nakline göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allahu Teala bana alçak gönüllü olunuz, kimse kimseye karşı övülmesin diye vahyetti"(Müslim, Cennet; Ebu Davud, Edeb) demiştir. Bu hadisi Müslim, Ebu Davud ve başkaIarı nakIetmişIerdir. Ebu Hureyre'nin nakIine göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Herhangi bir kimse Allah için mütevazi olursa Allah onu yüceltir" buyurmuştur. (Müslim,Birr; Tirmizi, Birr ve's-Sıla) Bu hadisi de Müslim ve Tirmizi nakIetmişIerdir. Ebu Said'in nakline göre ResuIuIlah s.a.v. "Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yüceltir ve ruhlar aleminin en yüksek mertebesine koyar" buyurmuştur. Hadisi İbn Mace nakIetmiş, İbn Hibban sahih oIduğunu belirtmiştir.(İbn Mace, Zühd; İbn Hibban, Sahih, XII)
- Bāb: ...
- باب ...
SehI'in nakline göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki parmağını uzatıp, işaret ederek "Kıyamet günü ile ben şu ikisi gibi gönderildim" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Kıyamet günü ile ben şu ikisi gibi gönderildim" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki parmağını kastederek "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi (birbirine yakın olarak) gönderildik" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hadisin Arapça metninde geçen "es-sa'a" burada kıyamet günü anlamındadır. "Resulullah s.a.v. iki parmağını uzatıp, işaret ederek." Süfyan'ın rivayetinde "İşaret parmağıyla orta parmağını birbirine bitiştirdi" ifadesi yer almaktadır. Taberi'nin nakline göre Cabir İbn Semura işaret parmağı ile onun yanındakine işaret ederek "Sanki Nebi'in iki parmağına hala bakıyor gibiyim" demiştir. Nebi "Ben ve kıyamet şunun şuna yakınlığı gibi yakın gönderildik" buyurmuştur. Yine Cabir'den gelen bir rivayete göre Nebi "İşaret parmağıyla orta parmağını birbirine bitiştirmiştir." Arapçada "sebbabe" kelimesinden maksat baş parmakla orta parmak arasındaki işaret parmağıdır. Müsebbihadan maksat budur. İşaret parmağına "müsebbiha" denilmesi, tesbih esnasında onunla işaret edilmesi ve teşehhüdde tevhide işaret olsun diye kelime-i tehlili (La ilahe illailah) telaffuz ederken bu parmak oynatılmasındandır. Kurtubi el-Müfhim'de şöyle demiştir: Hadisten ortaya çıkan sonuç, kıyametin yaklaşması ile onun gelişinin hızlı olmasının birbirine yakın olduğudur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz." Güneş batıdan doğduğu zaman insanların hepsi onu görürler de toptan iman ederler. İşte bu "Rabbinin bazı alametleri geldiği gün önceden inanmış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz"(En'am 158) diye haber verdiği zamandır. Muhakkak ki kıyamet şüphesiz kopacaktır; Öyle bir halde ki alım satım için satıcı ile müşteri aralarında kumaşlarını yaymış olacaklar da alım satım yapamadan ve kumaşlarını da düremeden ansızın kopacaktır. Yine muhakkak kıyamet kopacaktır. Şöyle ki kişi sağımlı devesinin sütünü sağıp getirdiği halde onu tadıp içemeden ansızın kopacaktır. Yine kıyamet şüphesiz kopacaktır. Öyle bir halde ki kişi su havuzunu sıuayıp, tamir edecekfakat kıyamet ansızın kopacak da havuzun suyunu kullanmak nasip olmayacaktır. Kıyamet muhakkak kopacak; Öyle bir çabukluktaki sizden herhangi birisi yemek yerken lokmasını ağzına kaldıracak, fakat kıyamet ansızın kopacak da o lokmayı yiyemeyecektir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz." Taberi şöyle demiştir: Ayetin manası; güneş batıdan doğmadan önce iman etmemiş olan kafire doğduktan sonraki imanı fayda sağlamaz. Güneş batıdan doğmadan önce salih amel işlememiş olan mu'mine güneş doğduktan sonra salih ameli fayda vermez. Çünkü o esnadaki imanın ve salih amelin durumu canın boğaza geldiği esnadaki iman ve amelin hükmü gibidir. Şöyle ki bu iman ve amel hiçbir fayda sağlamaz. Nitekim Allahu Teala "Fakat azabımızı gördükleri zaman imanlan kendilerine bir fayda vermeyecektir"(Mu'min 85) buyurmaktadır. Bir sahih hadiste de "Kulun tövbesi canı boğazına gelmedikçe kabulolunur" denilmektedir.(İbn Mace, Zühd; Hakim, Müstedrek, ıV, 287) İbn Atıyye şöyle demiştir: Bu hadis, "yevme ye'ti ba'du ayati Rabbike = Rabbinin bazı alametleri geldiği gün" ayetindeki "ba'du" kelimesinden maksadın güneşin batıdan doğması olduğuna delildir. Çoğunluk bu görüşü benimsemiştir. Kadİ iyad şöyle der: Ayetin manası bundan sonra yapılacak tövbe herhangi bir fayda sağlamaz. Aksine herkesin ameline o durumla mühür vurulur, demektir. Bunun hikmeti şudur: Güneşin batıdan doğması alemin değişikliğe başlamasıyla kıyametin kopmasının ilk başladığı andır. Bu görüldüğünde zaruri (zorunlu) iman hasıl olur ve gayba iman ortadan kalkar. Bu, tıpkı canın boğaza geldiği andaki imana benzer. Bu esnadaki iman da fayda sağlamaz. Güneşin batıdan doğduğunu görmek de canın boğaza gelmesi gibidir. İbnü'l-Müneyyir, el-İntisaf isimli eserde buna şöyle cevap vermiştir: [Not aşağıda] Belagat ilminde bu üsluba "lef" denilir. Ayetin aslı şöyledir: Rabbinin bazı alametleri geldiği gün bundan önce mu'min olmamış hiç kimseye (bundan sonraki) imanı ve bundan önce hayır kazanmamış kimseye de hayn fayda vermez. Burada iki cümle birbiriyle lef edilmiş ve icaz olsun diye bir tek cümle haline getirilmiştir. Bu açıklamayla ayetin ehl-i hakkın (ehl-i sünnetin) mezhebi ile çelişmediği ortaya çıkmaktadır. Netice olarak alametlerin ortaya çıkmasından önceki iman, -ebediliği kazanmaya vesile olsa bile- bundan sonraki hayır işleme, herhangi bir fayda sağlamaz. Ayet Zemahşerı'nin mezhebine (Mu'tezile) delaletten ziyade, onu redde daha uygundur. İbnü'l-Hacib, Emailsinde şöyle der: Alamet gelmeden önce iman etmek bundan başka salih amel olmasa bile fayda verir. Ayetin manası şöyledir: Alametten önce iman yoksa veya iman olduğu halde amel yoksa o kişiye bundan sonraki imanı ve salih ameli fayda sağlamaz. Allahu Teala bunlar bilindiği için ifadeyi muhtasar Ç)larak kullanmıştır. Tıybı bu konuda imamların görüşlerini naklettikten sonra şöyle der: Esas alınması uygun olan İbnü'I-Müneyyir ve İbnü'I-Hacib'in görüşleridir. Buna göre mana şöyledir: Rabbinin bazı alametleri geldiği gün bundan. önce iman etmemiş olan kimseye bundan sonraki imanı fayda vermediği gibi, bu imanı ile alametten sonra yapacağı salih amelin benzeri daha önce salih amel işlemeyen nefse de imanı fayda sağlamaz. İbnü'l-Hacib şöyle devam eder: Bu açıklama ile ehl-i sünnetin görüşü ortaya çıkmaktadır. Netice olarak alametlerin ortaya çıkmasından sonra kazanılacak olan hayır fayda vermez. Çünkü bundan sonra tövbe kapısı kapanmış, amel defterleri ve hafaza melekleri kaldırılmıştır. Alametıerin zuhur etmesinden önceki iman ise genelolarak sahibine fayda verir. "Yülıtu havdahu = su havuzunu sıvayıp,tamir ediyor." Bu kelimenin aslı "elata havdahu" şeklindedir. Manası taş topladı ve onları havuz gibi yaptı. Sonra içinde suyun tutulması için taşların aralarındaki boşlukları çamur ve benzeri bir şeyle kapatıp sıvadı demektir. Fiilin aslı budur. Bazen havuzda çatlaklar oluşur ve kişi içine su doldurmadan o çatlakları çamurla sıvar. Bütün bunlar Allahu Teala'ın "Ui te'tfkum illa bağteten = o size ansızın gelecektir"(A'raf 187) ayetinde olduğu gibi kıyametin ansızın kopacağına işaret etmektedir . [Not:] Eser öyle ihtisar edilmiş ki neye cevap verildiği ancak orjinaline bakıldığında anlaşılmaktadır. Mu'tezile'ye göre el-En'am 158 ayetine göre kıyamet alametlerinden önce iman etmemiş ve salih amel işlememiş kimselere, bundan sonraki imanları fayda vermeyecektir"Bu açıdan alametlerden önce sadece iman etmiş kimseye -salih ameli yoksa- o imanı fayda vermeyecektir. Mu'tezile'ye göre iman ve salih amel birbirinden ayrılmaz. Ehl-i sünnetin cevabı yukarıda metinde özet olarak yer almaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ubaıde İbn es-Samit'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'a kavuşmayı arzu eder severse Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz." Aişe -veya Nebi'in eşlerinden bir başkası- "(Ya Resulallah!) Bizler ölmekten elbette hoşlanmayız!" dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Konu bu değildir. Fakat şöyledir: mu'mine ölüm hali gelince, Allah'ın o kuldan hoşnutluğu onun ikram ve ihsanı ile müjdelenir. Bu müjde üzerine artık mu'mine (ölüm gibi) kendisini karşılayacak hallerden daha sevimli bir şey olamaz. O anda mu'min Allah'a kavuşmayı arzu edip ister, Allah da mu'min kuluna kavuşmayı sever. Fakat kafir öyle değildir. Ona ölüm hali geldiğinde Allah'ın azabı ve ukubeti müjdelenir. O anda kafire önündeki ölüm gibi hallerden daha çirkin bir hal olamaz. Bu suretle kafir Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmayı çirkingörür
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim Allah'a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de Allah'a kavuşmayı sevmezse, Allah da onunla buluşmayı istemez" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi s.a.v.'in eşi Hz. Aişe şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sağlığı yerinde iken "Hiçbir Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ruhu, cennetteki durağını görmedikçe kabzolunmaz. Sonra (ölmekle hayatta kalmak arasında) muhayyer kılınır." buyurup dururdu. Hastalanıp, ruhu kabzolunma zamanı gelince, başı benim dizimin üstünde bulunduğu bir sırada: kendisine bir süre baygınlık geldi. Sonra ayılınca gözünü tavana doğru dikti, sonra "Ya Allah en yüksek refiki isterim" diye dua etti. Bunun üzerine ben "Artık Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şimdi bizleri tercih etmiyor" dedim ve bildim ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu duası sıhhatlı zamanında bize söyleyegeldiği haber(in kendisinde tecellisi)dir. Aişe r.anha Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in konuştuğu en son kelime işte bu "Allahumme errefika'l-a'la= Allah'ım! En yüksek refiki isterim" duası oldu demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'a Kavuşmayı Arzu Eden Kimseye Allah'ın da Kavuşmayı Sevmesi." Alimler şöyle demişlerdir: Allah'ın kulunu sevmesi, onun için hayır irade etmesi, kendisine hidayette bulunması, in'am etmesi, sevmemesi ise bunun tam zıttını yapması demektir. "Artık mu'mine (ölüm gibi)" kendisini karşılayacak "hallerden daha sevimli bir şeyolamaz." Yani öldükten sonra kendisini karşılayacak hallerden daha sevimlisi olamaz. İbnü'I-Esir en-Nihaye'de şöyle der: Burada "Allah'a kavuşmak" tabirinden maksat, ahiret yurduna gitmek, Allah'ın katında olanları talep etmek demektir. Yoksa bundan maksat ölüm değildir. Çünkü hiç kimse ölümden hoşlanmaz. Dünyayı terk eden ve ondan hoşlanmayan kimse Allah'a kavuşmayı sever. Dünyayı tercih edip, ona meyleden kimse Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz. Çünkü kendisi Allah'a ölümle ulaşır. "Allah'a kavuşma" deyimini ölümün dışında bir anlayışlatevil meselesinde İbnü'l-Esır'i İmam Ebu Ubeyd el-Kasım İbn Sellam geçmiş ve şöyle demiştir: Bence bunun açıklaması ölümden hoşlanmamak ve onun şiddeti değildir. Zira bu duygudan uzak olan hiç kimse hemen hemen yoktur. Fakat asıl kınanmış olanı dünyayı tercih etmek, ona meyletmek, Allah'a ve ahiret yurduna gitmekten hoşlanmamaktır. İbnü'l-Esır şöyle der: Bu anlayışı ortaya koyan şeylerden biri Allahu Teala'ın dünya hayatını seven topluluğu şu şekilde ayıplamasıdır: "Huzurumuza çıkacaklannı beklemeyenler, dünya hayatına razı olup, onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar yok mu? İşte onlann kazanmakta olduklan (günahlar) yüzünden varacaklan yer ateştir!"(Yunus 7, 8) İmam en-Nevevı şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Şer'an geçerli sayılan sevgi ve hoşlanmama tövbenin kabul edilmediği durum olan canın çıktığı andır. Zira o esnada canını veren kimse için gerçek ortaya çıkar ve gittiği yer gözünün önünde belirir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1 - Kötü insanlar çok olsa bile söze taşıdıkları şereften dolayı iyilerle başlanır. 2- Verilecek karşılık, yapılan amelin cinsinden olur. Zira Allahu Teala sevgiye sevgiyle, hoşlanmamaya hoşlanmama ile karşılık vermektedir. 3- mu'minler ahirette Rablerini göreceklerdir. Ancak bu tartışılır. Zira "Allah'a kavuşmak" onu görmekten daha geneldir. 4- Bağışlanan kişinin üzerinde sevinç alametleri belirdiğinde bu onun hayırla müjdelendiğinde, aksi durumun bunun aksine delildir. 5- Allah'a kavuşma sevgisi ölümü temenni etme yasaklığına dahil değildir. Çünkü o ölümü temenni etmemekle birlikte mümkündür. Şöyle ki; Allah'a kavuşma sevgisi mevcuttur ve kişinin bu durumdaki hali ölümün gelmesi veya geç gelmesiyle farklı olmaz. Ölümü temenni etme yasağı, hayatın devam etmesi durumunda geçerlidir diye yorumlanmıştır. Can çekişme ve gideceği yeri görme durumunda Allah'a kavuşma sevgisi sözkonusu yasaklığa dahil olmaz. Tam tersine bu müstehab olur. 6- Sağlıklı iken ölümden hoşlanmamanın ayrıntısı vardır. Ölümden sonraki ahiret nimetine yaşamayı tercih ettiği için ölmekten hoşlanmayan kimse kınanmıştır. 7 - Bir kimse hesaba çekilmesine yol açacak diye ölümden hoşlanmıyorsa, amelinde kusurlu olup, sorumluluktan kurtularak ve Allah'ın emrini gerektiği gibi yerine getirerek hazırlık yapmak suretiyle ölüme hazırlanmamışsa bu kimse mazurdur. Fakat kendisinde bu kusurları bulan kimsenin derhal hazırlığa başlaması en uygunudur. Böyle bir kimseye ölüm gelip çattığında ondan nefret etmez. Aksine ölümden sonra Allah'a kavuşmayı umduğu için onu sever. 8- Allahu Teala'ı bu dünyada canlı olan hiçbir şahıs göremez. Bu mu'minler için öldükten sonra gerçekleşecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ölüm hastalığı boyunca önünde deriden veya ağaçtan içi su dolu bir kap dururdu. -Tereddütlü ifadeyi ravi Ömer b. Said kullanmaktadır.- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini suyun içine sokmaya ve (ıslak elleri ile) yüzünü mesh etmeye başlar ve "La ilahe illailah ölümün birçok sekeratı vardır" derdi. Sonra elini kaldırdı ve ruhu alınıncaya kadar "Ya Allah! Beni en yüksek refik camiasında kıl!" diye dua etmeye başladı ve bu duayla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mübarek eli (yana) düştü
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Çöl bedevilerinden kaba ve cahil birtakım adamlar vardı. Bunlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelirler ve: "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sorarlardı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bunların en küçük yaşlısına bakar ve "Şu genç yaşarsa buna ihtiyarlık erişmeden sizin başınıza kıyametiniz kopar (hepiniz ölürsünüz)" buyururdu. Hişam b. Urve, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kıyametiniz kopar" sözüyle onların öleceklerini kastediyordu, demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Katade b. Rib'i el-Ensari'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanından bir cenaze geçirilmişti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kendisi rahatlayan veya kendisinden kurtulunmuş alandır" dedi. Sahabiler "Ya Resulallah! Rahatlayan veya kendisinden rahatlanan nedir?" diye sordular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi: "Mu'min olan kul, dünyanın yorgunluklarından ve ezalarından aziz olan Allah'ın rahmetine gidip istirahat eder. Facir olan kul'a gelince, onlar da diğer kul/ar, şehirler, ağaçlar ve hayvanlar kurtulup istirahat ederler!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Katade'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önünden bir cenaze geçti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "(Ölmekle) istirahat eden ve kendisinden istirahat edilendir. Mu'min (dünya yorgunluğundan) istirahat eder" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ölüyü üç şey takip edip kabre kadar gider ve ikisi tekrar geri döner. Biri onunla birlikte kalır: Ölüyü ailesi, malı ve ameli takip eder. Neticede ailesi ve malı geriye döner, kendisiyle beraber sadece ameli kalır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz vefat ettiği zaman sabah akşam ona oturacağı yer arz olunup, gösterilir. Ateşten olan ve cennetten olan oturağı gösterilir de ona ta diriltileceği vakte kadar 'İşte burası senin durağındır!- denilir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ölülere sövmeyİniz. Çünkü onlar önden göndermiş oldukları amellerin karşılıklarına ulaşmışlardır" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ölüm sekeratı", "sekerat" "sekra" kelimesinin çoğuludur. Rağıb ve başkaları şöyle demişlerdir: Sekr, kişi ile aklı arasına engelolan durumdur. Kelime daha çok sarhoşluk verici şeyleri içmede kullanılır. Bu kelime öfke, aşk, elem, uyuma, elemden kaynaklanan kendinden geçme durumlarında da kullanılır. Burada kastedilen bu son durumdur. Hadis-i şerif ölüm şiddetinin insanın mertebesinde eksiklik olduğunu göstermediğini ifade etmektedir. Tam tersine bu durum mümin için ya güzel amellerini arttırma veya yaptığı kötü fiilleri örtme amaçlıdır. Bu açıklamadan yukarıdaki hadislerin atılan başlıkla olan ilişkisi ortaya çıkmaktadır. "Sizin başınıza kıyametiniz kopar." Enes'in radıyallahu anh rivayet ettiği bir hadiste ise "kıyamet kopuncaya kadar" denilmektedir. Kadı Iyaz şöyle der: Hz. Aişe'nin naklettiği bu hadis Enes'in hadisini tefsir etmekte ve maksadın hitaba muhatap olanların kıyameti olduğunu belirtmektedir. Bu cümle Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Sizin şu içinde bulunduğunuz gece var ya! Bundan tam yüz sene sonra şu anda bu gecede bulunanlardan hiçbir kimse, yeryüzünde (hayatta) kalmayacaktır" ifadesine benzemektedir. Bu hadisin açıklaması İlim Bölümünde geçmişti. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in demek istediği, o nesiin o andan yüz sene sonra yok olacağı ve kendi zamanında yaşayanların hiçbirinin konuşmanın üzerinden yüz sene geçtikten sonra hayatta olmayacağıdır. Nitekim gerçek aynen Nebi s.a.v.'in haber verdiği gibi çıkmıştır. Zira Hz. Nebii görenlerden hayatta kalan en son kişi, Müslim ve başkalarının kesin olarak belirttikleri üzere Ebü't-Tufeyl Amir b. Vasile olmuştur. Ebü't-Tufeyl'in vefatı hicrı 110 yılına tesadüf eder. Bu tarih, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı o konuşmadan tam yüz sene sonraki tarihtir. Kirmani şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in verdiği bu cevap üslubu hakimdir. Yani Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle demiş olmaktadır: Büyük kıyametin ne zaman kopacağını sormayı bırakın. Çünkü bunu Allah'tan başka bilen yoktur. Siz asıl• içinde yaşadığınız asrın yok olacağı vakti sorun. Bu sizin için daha uygun bir sorudur. Zira bu tarihi bilmeniz sizleri vakti geçmeden salih ameli bırakmamaya sevkeder. Çünkü hiçbiriniz diğerini geçecek kişinin kim olduğunu bilmiyorsunuz. "Min nasabi'd-dünya ve ezaha = Dünyanın yorgunluklarından ve eza larından." Hadiste geçen "en-nasab" yorgunluk demektir. "en-Nasab" ve "et-taab" vezin vemana itibariyle aynıdır. İbnü't-Tıyn şöyle der: Hadiste yer alan "el-mümin" kelimesi ile özellikle takva sahibi müminin kastedilmiş olma ihtimali olduğu gibi her çeşit müminin kastedilmiş olması da muhtemeldir. "el-Facir" kelimesi ile de katirin kastedilme ihtimali olduğu gibi her türlü asinin buna dahil olma ihtimali de söz konusudur. Davudi şöyle der: "Kulların istirahatı" o kimsenin yapmış olduğu münkerden dolayıdır. Şayet kendisine tepki gösterecek olurlarsa onlara eziyet eder, tepkiyi bir tarafa bırakacak olurlarsa günaha girerler. "Şehirlerin istirahatı" o kişinin işlediği masiyetlerden kaynaklanır. Zira bu tavır kuraklık sebeplerindendir. Dolayısıyla yapılan hareket ekin ve neslin helak olması sonucunu doğurur. "(Ölmekle) istirahat eden ve kendisinden istirahat edilendir. Mümin dünya yorgunluğundan istirahat eder." Bir Uyarı: Bu hadisin yukarıdaki başlıkla ilişkisi şu açıdandır: Ölü için iki durumdan birisi sözkonusudur: Ölü ya rahatlayandır ya da kendisinden kurtulunmuş olandır. Bunlardan her biri için ölüm anında sıkıntılı bir durum veya hafif bir hal sözkonusu olabilir. Bunların birincisi sekeratu'l-mevti oluşturandır. Bunun o kişinin takvası veya günahkarlığı ile alakası yoktur. Aksine kişi takva ehli birisi ise sevabı daha da artar. Aksi takdirde o miktarca günahları bağışlanır. Öte yandan aynı kişi kendi sonunda olan dünyanın eziyetinden rahata kavuşur. Bu anlayışı birinci hadisteki Hz. Aişe'nin ifadesi de teyit etmektedir. Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: Ölüm sarhoşluğunun (sekeratu'l-mevt) bana kolay geçmesini istemem. Çünkü bu durum, bir mu'minin günahının bağışlanacağı son andır. Bununla birlikte müminin karşılaşacağı müjde kendisiyle karşılaştıkları için meleklerin sevinç duyması ve ona refakat etmeleri, Rabbine kavuşma sebebiyle du ya cağı ferahlık ölüm eleminden başına gelen her şeyi kolay hale getirir. Hatta kişi bunlardan hiçbir şey duymuyormuş hale gelir. "Ölüyü ailesi, malı ve ame/i takip eder." Genellikle olan budur. Nice ölü vardır ki kendisini sadece ameli takip eder. Ehlinden cenazesini takip edenlerden maksat arkadaşları ve Arapların adeti üzere hayvanlarıdır. Ona üzüntü duyma durumu geçince aile fertleri definden sonra ister ikamet etsinler, isterse etmesinler geri dönerler. Kişinin amelinin baki kalması, amelin onunla birlikte kabre girmesi demektir. "Sizden biriniz vefat ettiği zaman sabah akşam ona oturacağı yer arz olunup gösterilir." Bu gösteri, gerçekte ruha ve açıklaması daha önce geçtiği üzere onun bedene nimetin veya azabın idrakini mümkün kılan bitişme ile bitiştiği yeredir. Kurtubi bu konuda iki ihtimalden söz eder: Sözkonusu gösteri sadece ruha mıdır Yoksa hem ruha ve hem de bedenin bir kl5mına mıdır? İbn Battal'ın nakline göre kendi memleketinden birisi şöyle demiştir: Burada sözkonusu gösteriden maksat, bu sizin Allah katında amellerinizin karşılığmın verileceği yerdir demektir. Tekrarla onların bunu hatırlamaları kastediimiştir. Delilolarak cesetlerin fani olduğu ve fani olan bir şeye sunum yapmanın mümkün olmadığı ileri sürülmüş ve şöyle denilmiştir: Buradan anlaşılıyor ki kıyamete kadar devam edecek olan sunum, ancak özellikle ruhlara karşı olacaktır. Sözkonusu sunumu "haber verme" şeklinde yorumlama, hadisin zahirinden bunu gerektiren bir şey yokken dönmek anlamına gelir. Dönme ancak ifadenin zahirinden insanı çeviren bir gerekçe olduğunda geçerlidir denilerek bu görüş tenkit edilmiştir. Bizim kanaatimiz ise şudur: Hadisi zahiri manaya yorumlamayı haberin mümin ve kafir hakkında genelolarak varid olması teyit etmektedir. Bu ruha mahsus bir durum olsaydı bu durumda şehir için büyük bir fayda hasıl olmazdı. Çünkü onun ruhu sahih hadislerde ifade edildiği üzere kesinlikle nimetlenmektedir. Kafirin ruhu da aynı şekilde kesin olarak cehennemde azap görmektedir. Hadis bedenle ilişkisi olan ruha sunum şeklinde yorumlandığında bunun faydası hem şehit ve hem de kafir hakkında ortaya çıkar
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Biri Müslümanlardan, biri de Yahudilerden olan iki adam birbiriyle sövüştü. Müslüman yahudiye "Muhammed'i alemler üzerine seçip tercih eden Allah'a yemin ederim ki!" dedi. Yahudi de Müslümana hitaben: "Musa'yı alemler üzerine seçip tercih eden Allah'a yemin ederim ki!" dedi. Ebu Hureyre dedi ki: Yahudi bu yemini yaptığı sırada Müslüman öfkelendi ve yahudinin yüzüne bir tokat attı. Bunun üzerine Yahudi, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti ve Müslümanla arasında geçen şeyleri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e haber verdi. Bunun üzerineNebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Beni Musa üzerine daha hayırlı kılmayınız! Çünkü insanlar kıyamet gününde hep çarpılıp bayılacaklardır. (Onlarla birlikte ben de çarpılıp bayılırım.) Fakat ben ilk ayılan kimseler için olurum. O anda Musa'ya arşın bir tarafına sıkıca tutunmuş halde görürüm. Bilmiyorum, Musa da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı yoksa bayılmaktan Allah'ın müstesna kıldığı kimselerden mi idi?
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Bayılıp düşecekleri zaman insanlar hep birlikte bayılıp düşerler. Kalkışta ben, ayağa kalkanların ilki olurum. Bir de görürüm ki, Musa arşa sıkıca tutunmuş durmaktadır. Artık ben Musa'da bayılanların içinde miydi (yahut değil miydi) bilemiyorum. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sura üfürülmesi." Bu kelime Kur'an'da el-En'am, el-Muminun, en-NemI, ez-Zümer, Kaf ve başka surelerde tekrar edilir. Aynı şekilde meşhurkıraatlarda ve hadislerde de geçer. Hasan-ı Basrl'nin "suret" kelimesinin çoğulu olarak "suver" şeklinde okuduğu ve ruhların cesetlere yeniden iade edilmesi için onlara üflenmesi manasındadır şeklinde tevil ettiği nakledilmiştir. Ebu Ubeyde, el-Mecaz'da şöyle der: Bu kelime "suret" kelimesinin çoğulu olarak "sur" şeklindedir. Kelime bu haliyle "suru'l-medine" ifadesindeki "sur" gibidir. Duvar ve sur anlamına gelen bu kelimenin çoğulu da sin harfiyle birlikte "suret" şeklindedir. Bu açıklamanın benzerini Taberi bir topluluktan nakletmiştir ve o kelimenin "sufe" kelimesinin çoğulu olan "suf" gibi olduğunu ilave etmiştir. Bilginler şöyle derler: Sura üfürülmek tabirindeki "sur" kelimesinden maksat, ruhların yeniden iade edilmesi için cesetler ve bedenlerdir. Nitekim Allahu Teala "ve nefahtu fihi min ruhi=ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanzn."(Hier 29; Sad 72) en-Nehhas ve başkaları tevile cevap vermede ileri gitmişlerdir. Ezherı şöyle der: Bu açıklama ehl-i sünnet ve'l-cemaatin anlayışına terstir. Biz de şunu ekleyelim: Ebü'ş-Şeyh, Kitabu'I-Azama'da Vehb b. Münebbih'İn şu cümlesine yer verir: Allah suru cam gibi berrak bir halde beyaz inciden yarattı. Sonra arşa "suru al" dedi ve sur ona yapıştı. Ardından "ol" emrini verdi ve İsrafil meydana geldi. Allahu Teala ona suru almasını emretti. O da aldı. Üzerinde bütün ruhun ve alınan nefesin sayısınca delik vardı. Bu hadisin devamında şu ifadeler de yer alır: Sonra bütün ruhlar surda birleşti. Öte yandan Allahu Teala İsrafil'e emredecek ve o sura üfürecek. Böylece her ruh kendi cesedine girecek. Buna göre ruha üfürme suretlere yani cesetlere ulaşsın diye önce sura üfürme şeklinde gerçekleşecektir. Üfürmenin boynuzdan ibaret olan sura üfürülmesİ gerçek, cesetlerden ibaret olan surlara üfürülmesi mecazdır. "Mücahid b. Cebr, sur boru gibi bir şeydir" demiştir. es-Sıhah müellifi şöyle der: Çalınan boru herkesçe malumdur. Batıla da "el-buk" denilir. Yani batıl cinsi bir şeyolduğu için mecazen ona da el-buk denir. Bir Uyarı: Bir şeyin kınanmış olması, övülen bir şeyin ona benzetilmemesini gerektirmez. Vahyin sesi çan sesine benzetilmiştir.Oysa Bed'ü'I-Vahy Bölümünde açıklaması geçtiği üzere namaz vakitlerinin insanlara duyurulması için çan çalınma adeti yasaklanmıştı. Sur merfu hadislerde geçtiği üzere bir borudur. Ezan uygulamasının başlangıcının konu edinildİği yerlerde Yahudilerin ezan vaktini bildirmek için kullandıkları alet hakkında "el-buk" ve "el-karn" kelimeleri kulJanılmıştır. Yemen lehçesinde "sur", "el-karn"ın ismidir. Ebu Davud, hasendir . değerlendirmesiyle Tirmizi, Nesai, .sahihtir değerlendirmesi ile İbn Hibban ve - Hakim'in naklettikleri bir hadiste Abdullah b. Amr b. eı-As şöyle demiştir: Bir bedevi Hz. Nebie gelerek "Sur nedir?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İçine üflenen bir borudur"'cevabını verdi.(Ebu Davud, Sünne; Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame; İbn Hibban, Sahih, XVI, 303; Hakim, Müstedrek, Il, 550) Tirmizi'nin hasendir değerlendirmesi ile Ebu Said' den yaptığı bir nakle göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "SCirun sahibi onu ağzına dayamış, ona üflenmesine ne zaman izin verilecek üfleyeceğim diye beklerken ben nasıl rahat hayatyaşanm?" buyurmuştur (Tirmizi, Sıfatu'I-Kıyame)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Allah (kıyamet günü) bütün yeryüzünü kabzasına alır, gekleri de sağ eli içine dürer büker, sonra (mahşer halkına) 'İşte ben kainatın melikiyim! Yeryüzünün melikleri nerede?' diye hitap eder" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde bütün yeryüzü tandırda pişirilen bir tek ekmek (gibi) olur. Cebbar olan Allah onu eliyle evirir çevirir alt üst eder. Sizin biriniz yolculukta bazlamasını (tandıra koyup pişirinceye kadar) evirip çevirdiği gibi. (Bu muazzam ekmek) cennet ehli için yolcuk konuk azığı olarak hazırlanır. " Ebu Said dedi ki: Bu sırada bir Yahudi geldi ve "Ya Ebe'I-Kasım! Rahman sana mübarek kılsın! Cennet ehlinin kıyamet günü yol azığının ne olduğunu sana haber vereyim mi?" dedi; Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evet" buyurdu. Yahudi "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediği gibi, yeryüzü bir tek ekmek yapılır!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize baktı, sonra azı dişleri meydana çıkıncaya kqdar güldü. Sonra Yahudi "Sana cennet ehlinin ekmeklerinin katığını da haber vereyim mi?" dedi ve şöyle devam etti: "Cennet ehlinin katıkları balam ve nun' dur" dedi. Sahabiler "Bunlar nedir?" diye sordular. Yahudi "öküzle balıktır! Bu iki hayvanın ciğerlerinin en nefis uç parçalarını cennet ehlinden yetmiş bin kişi yiyecektir" diye cevap verdi;
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü insanlar, kepekten arınmış beyaz undan yapılan somun ekmek gibi beyaz bir saha üzerinde. toplanırlar" buyurmuştur. Sehl b. Sa'd -veya başka biri- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "O sahada bir kimseye yol gösterecek (dağ taş gibi) hiçbir alamet yoktur" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah (kıyamet günü) bütün yeryüzünü kabzaslna alır, gökleri de sağ eli içine dürer, büker." İbn Vehb'in Yunus'tan yaptığı rivayette "yevme'l-kıyameti" şeklinde bir farklılık vardır. Kadı lyaz şöyle der: Bu hadis Sahih'te üç lafıila yer almıştır: Bunlar "el-kabz", "et-tayy" ve "el-ahz" kelimeleridir. Bunların her üçü de "el-cem' = toplama" manasınadır. Zira gökler yayılmış, yeryüzü ise elips şeklinde dürülmüş ve uzatılmıştır. Öte yandan söz konusu manalar, "er-ref ' = yukarı kaldırma", "el-izale = izale etme" ve "et-tebdll = değiştirme" manasında birleşir. Bu da Allahu Teala'ın yeryüzünü bir uçtan diğer uca toplayıp yok edeceği sonucuna ulaşır. Üzerinde durduğumuz ifade, sözkonusu mahlukları Allah'ın kabzetme ve yaydıktan sonra toplama ve dağıtmasının temsili anlatımıdır. İfade bu haliyle yayma ve kabzetmeye değil, kabzedilen ve yayılan şeye delalet etmektedir. Burada tamamen kuşatmaya da işaret vardır. Bu konunun daha fazla açıklaması inşallah ileride Tevhid Bölümünde gelecektir. "Kıyamet gününde bütün yeryüzü tandırda pişirilen bir tek ekmek (gibi) olur." Hadisteki "arz" kelimesinden maksat, dünya yuvarlağıdır. "Hubze" hakkında Hattabi şöyle demiştir: Hubze, içinde ateş yakıldıktan sonra tandır çukuruna konulan hamur demektir. "Yetekeffeuha el-cebbaru" yani onu evirir çevirir, alt üst eder. "Nüzülen li ehli'l-cenne" bu ifadede yer alan "nüzül" misafire ve askere takdim edilen yiyecek şeyler, azık demektir. Rızka, ihsan ve lütfa da "nüzül" denir. "Aslaha li'l-kavmi nüzülehCı" yani onlara başına oturmaları uygun olan gıdalarını güzelce hazırladı demektir. "Nüzül", yemekten önce misafire acele ile verilen şeye de denir. Kelimenin manaları içinde burada en uygun olanı bu son manadır. "Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize baktı, sonra güldü." Ravi bununla yahudinin kendi kitaplarından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vahiy yoluyla haber verdiğinin aynısını bildirmesine taaccub ettiğini ifade etmek istemektedir. Hakkında vahiy inmeyen hususlarda ehl-i kitabın söylediklerine uygun şeyler söylemesi, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hoşuna gidiyordu. Onların muvafakatları bir de kendisine vahiy inen hususta olduğunda durum nice olur! "Hatta bedet nevacizuhCı." Bu cümledeki "nevaciz", "nacize" kelimesinin çoğuludur. Bundan maksat azı dişlerinin en arkasında alandır. Hadis metninde yer alan "idam" ekmekle birlikte yenilen katık demektir. "Yahudi öküzle balıktır dedi." Hattabi şu açıklamayı yapar: Hadis metninde yer alan "nun" hadiste açıklaması yapıldığı üzere balık demektir. "Balam"a gelince, yahudinin yaptığı tefsir onun öküz olduğunu göstermektedir. Kadı Iyaz şöyle der: Bu konuda söylenebilecek en uygun şey "balam" kelimesinin rivayette yer aldığı şekilde bırakılması ve İbranice bir kelime olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. İmam Nevevi bunu kesin bir dille ifade ederek kelimenin öküz manasında İbranice bir kelime olduğunu söylemiştir. "Bu iki hayvanın ciğerlerinin en nefis uç parçalarını cennet ehlinden yetmişbin kişi yiyecektir." Kadı Iyaz şöyle demiştir: "Ziyadetü'l-kebid" ve "zaidetuha" ciğere bitişik başlı başına bir parçadırki ciğerin en nefis kısmıdır. Bundan dolayı yetmiş bin kişinin özelolarak bundan yiyeceği ifade edilmiştir. Herhalde onlar cennete sorgusuz sualsiz girecek olan kimselerqir. Bundan dolayı da misafire takdim edilen ikramın en hoşu ile üstün tutulmuşlardır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "yetmiş" kelimesi ile birçok kişiyi kastetmiş ve bununla herhangi bir rakamı sınırlamak istememiş olma ihtimali vardır. Meğazi Bölümünden biraz önce "Ebvabu'l-hicre" başlığı altında Abdullah b. Selam'ın cennettekilerin yiyeceği ilk yemeğin balık ciğerinin uç parçası olduğunu söylediğine değinmiştik. Müslim'de yer alan Sevban hadisine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Cennet/iklerin armağanıbalık ciğerinin bir parçası olacaktır" demiştir. Aynı hadiste "Onların bu ön ikramdan sonraki gıdaları ise cennetin etrafından yiyen cennet öküzünün kendilerine kesilmesidir" ifadesi ile "Onların içecekleri selsebil adındaki pınardandır" cümlesi de yer almaktadır.(Müslim, hayz) "Ardun afra." Hattabi "el-afer" açık ve net olmayan bir beyazlıktır demiştir. "Ke kursati'n-nakiyyi." Hattabtnin açıklamasına göre karışımdan ve kepekten arınmış halis beyaz undan yapılmış somun ekmek gibi demektir. Sehl veya bir başkasının rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'O sahada bir kimseye delalet edecek, yol gösterecek hiçbir alamet yoktur' buyurmuştur. "el-Alem" ve "el-ma'lem" aynı manayadır. Hattabi'nin belirttiğine göre bununla yeryüzünün dümdüz olacağı ifade edilmek istenmektedir. "el-Ma'lem" kendisi sayesinde yolun bulunduğu şey, işaret demektir. Kadı Iyaz şöyle der: Söylenmek istenen dünyanın üzerinde mesken, bina, iz ve yol boylarındaki dağ, göze batan bir kaya parçası gibi işaretlerin olmaya. cağıdır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Bu hadis dünya yüzeyinin nasılolacağını üstü kapalı olarak anlatmakta, onun gideceğini ve onunla olan (mülkiyet) bağın (ın) kesileceğini belirtmektedir. Davı}dı şöyle der: Söylenmek istenen şudur: O gün hiçbir kimse dünyadan herhangi bir şeyi ihraz edemeyecektir, sadece idrak ettiğini elde edecektir. 2- Ebu Muhammed b. Ebi Cemre şöyle der: Bu hadis Allah'ın kudretinin büyüklüğüne delildir. Hadis, kıyamet günü meydana gelecek olayları ayrıntısıyla bildirmektedir ki bunu duyan basiret üzere olsun ve nefsini o korkunç durumdan kurtarsın. Çünkü herhangi bir olayın ayrıntılarını daha meydana gelmeden bilmek onun ansızın gelmesinin aksine nefsi eğitme ve onu kurtuluşunu sağlayacak şeye sevketmek anlamınadır. 3- Hadis insanların mahşergünü dikilecekleri yerin şu andaki yeryüzünden çok daha büyük olduğuna işaret etmektedir Sözkonusu sıfatın hikmeti o günün adalet ve hakkın zuhur edeceği gün olduğudur. Aiıah'ın hikmeti bunların üzerinde gerçekleşecek olduğu yerin masiyet ve zulümden temiz olmasını gerektirmiştir. Bir de Allah'ın mü min olan kullarına kendi azametine layık olan bir yerde tecelli etmesi öngörülmüştür. Çünkü böyle bir yerde verilecek hüküm, ancak Allah için olacaktır. Dolayısıyla o mahallin Allah'a halis olması uygun düşmüştür. 4- Hadis, dünya arzının yok olacağına ve mahşerde durulacak ola yerin yenileceğine işaret etmektedir. Selef bilginleri arasında "Yer başka bir yer, gökler de (başka gökler) haline getirildiği, (insanlar) bir ue gücüne karşı durulamaz olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gün (Allah bütün zalimlerin cezasını uerecektir)"(İbrahim 48) ayetinden neyin kastedildiği yani "yerin değiştirilmesi"nin zatı ve sıfatıyla mı, yoksa sadece sıfatıyla mı olacağı noktasında ihtilaf etmişlerdir. Buraya aldığımız hadis, birinci ihtimali güçlendirmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "İnsanlar (mahşerde) üç fırka olarak toplanırlar. Birinci fırka (gelecek hayatı) özleyen, nefret eden zümredir. İkinci fırka ikisi bir deve, üçü bir deve, dördü bir deve, onu bir deve üzerinde sevk olunurlar. Bunların bakiyesini (ki üçüncü fırkadır) bir ateş haşr edip toplar. Onlar nerede istirahat ederlerse o ateşte beraberlerinde istirahat eder. Onlann geceledikleri yerde onlarla birlikte geceler, onlann sabahladıklan yerde beraberlerinde sabahlar v onlarla birlikte yürüyüp, onlann akşamladıklan yerde onlarla beraber akşamlar
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik r.a. şöyle anlatmıştır: Bir adam "Ey Allah'ın Nebii! Kafir kıyamet günü yüzü üzerinde nasıl haşrolunur?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Dünyada onu iki ayağı üzerinde yürüten Allah, kıyamet gününde yüzü üzerinde yürütmeye kadir değil midir?" diye cevap verdi. Ravi Katade "Evet, Rabbimizin izzetine yemin ederim ki o kudretlidiri" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Muhakkak ki sizler Allah'a yalın ayak, çıplak, yaya ve sünnetsiz olarak kavuşacaksınız
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. O minber üzerinde konuşma yaparken şöyle diyordu: "Muhakkak ki sizler Allah'a yalın ayak, çıplak, sünnetsiz olarak kavuşacaksınız
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem aramızda ayağa kalktı ve bir konuşma yaparak şöyle dedi: "Muhakkak sizler yalın ayak, çıplak olarak toplanacaksınız. 'Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu), üzerimize aldığımız bir vaat oldu. Biz (vaat ettiğimizi) yaparız. "'(Enbiya 104) Mahluklar içinde kıyamet gününde ilk olarak elbise giydirilecek kimse İbrahim'dir. Şu da muhakkak ki ümmetimden birtakım adamlar getirilecek ve yakalanıp sol tarafa (cehennem tarafına) götürüleceklerdir. Hemen ben 'Ya Rab onlar benim arkadaşlarımdır (usayhCibf = az sayıda veya zavallı ashabımdırlar)' derim. Allah bana 'Sen onların senden sonra 'dinde ne bid'atler meydana getirdiklerini bilmezsin!' der. Ben de Allah'ın salih kulunun (Meryem oğlu İsa'nın) dediği gibi (şöyle) derim: 'Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artı onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin. EğJr kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin."(Maide, 117, 118) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: "Bunun üzerine bana 'Bunlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedler olmakta devam etmişlerdir' denilir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Sizler yalın ayak, çıplak, sünnetsiz olarak toplanacaksınız" diye haber verdi. Aişe şöyle devam etti: Ben de "Ya Resulallahi Erkekler ve kadınlar birbirlerine (avret yerlerine) bakarlar" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Haşr işi, onların bunu düşünmelerinden bile çok şiddetli ve çetindir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatmıştır: Biz (kırk kişi kadar bir topluluk) bir kubbenin içinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in beraberinde bulunuyorduk. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Sizler cennet ehlinin dörtte biri olmaya razı olur musunuz?" buyurdu. Bizler "Evet" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Cennet ehlinin üçte biri olmaya razı olur musunuz?" diye sordu. Biz tekrar "Evet" diye cevap verdik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Cennet ehlinin yarısı olmaya razı olur musunuz?" buyurdu. Bizler yine "Evet" diye cevap verdik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Muhammed'in canı elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ben sizin cennet ehlinin yarısı olacağınızı kuvvetle ümit ediyorum. Şu da muhakkak ki, cennete Müslüman nefisten başka girmeyecektir. Sizler şirk ehline nispetle siyah öküzün derisi üzerindeki beyaz kıl mesabesinden başka değilsiniz. Yahutta sanki kırmızı öküzün derisi üzerindeki siyah kıl mesabesindesiniz'" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Adem Nebidir. Zürriyeti ona arz olunup görülür. Onlara 'Bu, babanız Adem'dir!' denilir. Adem 'Lebbeyke ve sa'deyke (ya Rab)!' der. Allah ona 'Zürriyetinden cehennem kafilesi çıkar (gönder)!' buyurur. Adem 'Ya Rab! Ne kadar çıkarayım?' der. Allah 'Her yüz kişiden doksan dokuzu çıkar!' buyurur." Sahabiler "Ya Resulallah' Araızdan her yüz kişiden doksan dokuzu alındığı zaman bizden ne kadar kişi geri kalacak?" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Benim ümmetim, diğer ümmetler içinde siyah öküzdeki beyaz kıl gibidir!" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: . "Haşr (toplanma)." Kurtubi şu açıklamayı yapmıştır: "el-Haşr" toplamak anlamına gelir. Haşr dört çeşittir: Bunlardan ikisi düada,ikisi ahirettedir. Dünyada olanlardan birisi Haşr suresinde sözü edilendir. İkincisi ise kıyamet alametleri arasında zikredilen haşrdır ki bunu Müslim Huzeyfe b. Useyd'den şöyle nakletmiştir: "Sizler kıyamet öncesinde on alameti görmedikçe kopmaY6lcaktır. "(Müslim, Fıten) Haşrın üçüncü çeşidi ölülerin tümünün dirilmesinden sonra kabirlerinden ve başka yerlerden toplanıp "mevkıf" denilen toplantı mahalline gelmeleridir. Yüce Allah "Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız"(Kehf, 47) buyurmaktadır. Haşrın dördüncü çeşidi cennete veya cehenneme gitmek üzere toplanmaktır. Biz de şunu ekleyelim: Haşrın birinci çeşidi başlı başına bağımsız bir haşr değildir. Çünkü maksat o gün her mevcut olanın toplanmasıdır. Birincisi ancak özel bir fırka için vaki alandır. "Onlar nerede istirahat ederlerse, o ateş de beraberlerinde istirahat eder." Bu ifade, ateşin onlar haşr yerine ulaşıncaya kadar kendilerinden ayrılmayacağına işaret etmektedir. Söz konusu haşr, haşrın üçüncü çeşidi olmaktadır. Hattabi şöyle der: Hadiste sözü edilen bu haşr, kıyametten önce olup, insanlar canlı olarak Şam' da toplanacaklardır. Kabirden kalkıp mahşer yerine gitmek üzere olan haşra gelince, bu develere binme ve onun üzerine ardarda binme gibi tablonun aksinedir. Sözkonusu haşr yukarıda yer alan İbn Abbas hadisinin ifadesi ile "yalın ayak, çıplak ve yaya" şeklinde olacaktır. Halimi ise sözkonusu haşrın kabirden çıktıktan sonra olacağı kanaatini benimsemiştir. Gazzali de bunu kesin bir dille ifade eder. İsmaili şöyle der: Ebu Hureyre hadisinin zahiri insanların yalın ayak, çıplak ve yaya olarak mahşere geleceklerini ifade eden İbn Abbas hadisine ters düşmektedir. İsmaili şöyle der: Bu iki haber şöylece cem ve telif edilebilir: Bazen "haşr" ile kendisine bitişik olduğu için "neşr" ifade edilebilir. Neşr, yaratıkların kabiderinden yalın ayak ve çıplak olarak çıkarılmaları ve hesap vermek için mahşer yerine sevk edilip, toplanmalarıdır. Bu takdirde muttakiler develere binmiş olarak oraya geleceklerdir. Bir başkası ise bu iki rivayeti, onlar kabiderinden İbn Abbas hadisinde anlatıldığı şekilde çıkacaklar, sonra durumları -Ebu Hureyre hadisinde anlatıldığı gibi -oradan "mevkıf" denilen mahşer yerine gidinceye kadar farklılık gösterecektir diyerek cem ve telif etmiştir. Bu yaklaşımı Ahmed b. Hanbel, Nesai ve Beyhaki' de yer alan Ebu Zerr hadisi teyit etmektedir: "Sözünde doğru ve doğrulanmış olan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana insanların kıyamet günü üç fırka halinde haşr olunacaklarını haber verdi: Bir fırka yediği yedik, üstü giyin ik ve binmiş olarak gelirken, diğer fırka yürüyerek, bir üçüncüsü ise meleklerin eşliğinde yüz üstü sürünerek geleceklerdir. "(Ahmed b. Hanbel, V, 164; Nesa!, Cenaiz) "Muhakkak ki sizler Allah'a yalın ayak, çıplak, yaya ve sünnetsiz olarak kavuşacaksınız. " Yani dirildikten sonra mahşerde kavuşacaksınız. "Uraten." Beyhaki şöyle demiştir: Ebu Said'in naklettiği yani Ebu Davud'un ve sahihtir değerlendirmesiyle İbn Hibbadın naklettiği bir hadise göre Ebu Said ölmek üzere iken yeni bir elbise istedi ve giydi. Sonra "Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in 'Ölü içinde öldüğü elbisesi ile diriltilir' buyurmuştur. "(Ebu Davud, Cenaiz; İbn Hibban, Sahih, XVI, 311) Bu iki haber de şöyle cem ve telif edilir: Bazıları çıplak olarak mahşere gelirken, bazıları giyinik olarak geleceklerdir ya da onların tümü çıplak olarak mahşere gelecek, sonra Nebilere elbise giydirilecektir. İlk elbise giydirilecek Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. İbrahim aleyhisselam olacaktır ya da onlar kabirlerinden içinde öldükleri elbiselerle çıkacaklar, sonra mahşerin başlangıcında bu elbiseler üzerlerindEm sıyrılıp çıkacak ve mahşere çıplak olarak gireceklerdir. Ardından ilk elbise giyecek kişi İbrahim aleyhisselam olacaktır. Bazıları Ebu Said hadisini şehitlerle ilgili olarak kabul etmişlerdir. Çünkü elbiselerine sarılarak defnedilmeleri emri bunlar için verilmiştir. Dolayısıyla Ebu Said'in bunu Hz. Nebi'den şehit hakkında duymuş olması ve genelliğe yorumlamış bulunması ihtimal dahilindedir. "Gırlen." bu kelime "ağral"ın çoğulu olup, ölçü ve mana itibarıyla "el-aklef" yani sünnetsiz demektir. Bu, "ğırle"si duran kişidir. Gırle, sünnetçinin erkeklerin organından kestiği ,sünnet derisi demektir. "Mahluklar içinde kıyamet gününde ilk olarak elbisegiydirilecek kimse İbrahim'dir." Kurtubı, Şerh-u Müslim'de şu açıklamayı yapar: Burada geçen "halaik = yaratıklar" kelimesi ile Hz. Nebi'den başkaları kastedilmiş olabilir. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendi nefsine yapılan hitabın genelliğine girmemiştir. Ancak onu talebesi Kurtubı, et-Tezkire'de şöyle tenkit etmiştir: Bu açıklama Hz. Ali hadisindeki ifadeler olmasaydı güzelolurdu. O bununla İbnü'lMübarek'in ez-Zühd'de Hz. Ali'den naklettiği şu hadisi kastetmektedir: "Kıyamet günü ilk elbise giydirilecek kişi Allah'ın dostu İbrahim'dir. Ona ince beyaz ketenden iki elbise giydirilecektir. Sonra Muhammed'e arşın sağ tarafından çizgili keten bir elbise giydirilecektir. "(Ebu Ya'la, Müsned, 1,427; İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 265) Görüldüğü üzere o bu hadisi muhtasar ve mevkuf olarak nakletmiştir. "Şu da muhakkak ki ümmetimden birtakım adamlar getirilecek ve onlar yakalanıp sol tarafa götürüleceklerdir." Yani cehennem in sol tarafına götürü leceklerdir. "Bunlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtetler olmakta devam etmişlerdir denitir." Firebr! şöyle demiştir: Ebu Abdullah el-Buhari"nin Kabısa'dan şöyle bir nakli vardır: Onlar Hz. Ebu Bekir döneminde irtidad edip dinden dönenlerdir ki Ebu Bekir onlarla çarpışmıştır. Yani onlar öld\..irüıünceye veya küfür üzere ölünceye kadar kendileriyle çarpışmıştır .. Hattabı şöyle der: Sahabilerden hiç kimse irtidad etmemiştir. lrtidad edenler ancak Arapların kabalarından ve dinde herhangi bir yardımı sözkonusu olmayan kimselerdir. Bu da meşhur sahabilere herhangi bir leke getirmez. Hadiste geçen "usayhabı'" şeklindeki ism-i tasgir kalıbı, onların sayılarının az olduğunu ifade etmektedir. Bir başkası şöyle demiştir: O zahiri itibariyle küfür üzere olan kişidir. "Ümmetim" kelimesinden maksat da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in icabet ümmeti değil, davet ümmetidir. İbnü't-Tıyn'ın görüşü şudur: Bunların münafık veya büyük günah işleyen kimseler olma ihtimali vardır. Bazıları ise şöyle demiştir: Bunlar Arapların kaba saba olanları olup, İslama istedikleri ve korktukları için girmişlerdir. Davudl'nin görüşü şöyledir: Büyük günah işleyenlerle bid'atçıların bunların arasına girmeleri imkansız değildir. Nevevl'nin görüşü şöyledir: Denildiğine göre bunlar münafık ve mürtedlerdir. Dolayısıyla onların ümmete dahil olmaları dolayısıyla alınlarında beyazlık ve ayaklarında ak seki ile birlikte mahşere gelmeleri ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendilerine simaları itibariyle seslenmesi mümkündür. Ancak Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e 'Onlar senden sonra dini değiştirdiler yani kendilerinden ayrıldığın halin zahiri üzere ölmediler' denilecektir. Kadı Iyaz ve başkası şöyle demiştir: Buna göre alınlarındaki aklık, ayakları ndaki ak seki gidecek ve yüzlerinin nuru sönecektir. Birisi şöyle demiştir: Onların üzerinde sima olması gerekmez. Dahası Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara Müslümanlıklarına dair bilinenler sebebiyle seslenecektir. Bir başkası ise bunlar, İslam üzere ölen büyük günah işleyenlerle bid'atçilerdir demiştir. Buna göre bu zümrenin cehenneme gireceği kesin olarak söylenemez. Çünkü bunların ilkin günahlarının cezası olarak havuzdan uzak tutulmaları, daha sonra kendilerine merhamet edilmesi de mümkündür. Alınlarında beyazlık, ayaklarında ak seki bulunması ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in -ister kendi zamanında, isterse kendisinden sonra gelmiş olsunlar- onları simalarından tanıması imkansız değildir. Beyzavı şöyle demiştir: Hadisteki "mürteddıne" ifadesi, onların İslamdan döndüklerinin açık bir ifadesi değildir. Tam tersine ifade, buna muhtemelolduğu gibi, salih ameli kötüsüyle değiştiren doğru istikametten sapmış asi müminler olduklarının vurgulanması da muhtemeldir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Allahu Teala 'Ya Adem! diye seslenir. Adem hemen cevap olarak 'Lebbeyk ve sadeyk' der. Allah Teala ateşe girecekleri çıkarıp gönder!' der. Adem 'Ya Rab! Ateşe gönderilecekler ne kadardır?' diye sorar. Allahu Teala 'Her bin kişiden dokuzyüz doksandokuzu!' diye cevap verir. Bu (o günkü şiddetli korkudan) çocuğun ihtiyarlayacağı, her gebe kadının çocuğunu düşüreceği, insanları da -sarhoş olmadıkları halde Allah'ın azabı şiddetli olduğu için- sarhoş bir durumda göreceğin gündür. Oradakilere bu haber ağır geldi ve "Ya Resulallah! Bu (binde bir) kişi hangimizdir?" diye sordular. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Size müjdeler olsun! Muhakkak ki sizden bir kişiye mukabil Ye'cüc ve Me'cüc'den bin kişi {cehenneme gönderilecektir}!" buyurdu. Sonra da "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ben sizlerin cennet ehlinin üçte biri olmanızı kuvvetle ummaktayım" buyurdu. Ravi dedi ki: Bunun üzerine biz yine Allah'a hamdettik ve tekbir getirdik. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Canım elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ben sizlerin cennet ehlinin yarısı olmanızı kuvvetle ummaktayım. Çünkü ümmetIere nispetle sizin durumunuz, siyah öküzün derisi üzerindeki beyaz kıl gibidir, yahutta eşeğin ön ayaklarının iç taraflarında bulunan daire şeklindeki mühür gibidir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allahu Teala'ın 'Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir.' sözü." Arapçada "ez-zelzele" sarsıntı demektir. Kelimenin aslı "ez-zelel" kökündendir. "Ze" harfinin tekrarlanması buna uyarıda bulunulmak içindir. "es-SS'a", esasen zamanın belli bir dilimi demektir. Ancak istiare yoluyla kıyamet gününe "saat" denilmiştir. "Yaklaşan yaklaştı." "Kıyamet yaklaştı." "Azife", yakınlık anlamına olan "elezef" kökünden türemedir. Arapçada "ezife keza" demek şöyle yaklaştı anlamınadır. Kıyamete "azife" denitmesi yakın olmasından veya vaktinin darlaşmasından dolayıdır. Müfessirler "ezifet" fiilinin yaklaştı anlamına geldiği noktasında ittifak etmişlerdir. 'ateşe girecekleri çıkarıp gönder!" "el-ba's" gönderilecekler anlamına "elmeb'us" demektir. Bu kelimenin aslı bir idarecinin savaşma ve başka amaçlarla herhangi bir yöne doğru göndermiş olduğu müfreze birlikler demektir. Kelimenin buradaki manası, anlama "Cehennemlikleri diğerlerinden ayır" şeklinde yansımaktadır. Adem'e bu görevin verilmesi onun herkesin babası olması ve mutluluğa erişenlerle, bedbaht olanları tanımış bulunmasındandır. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu İsra gecesi görmüştü. Sağ tarafında birtakım karaltılar, sol tarafında birtakım kara1tılar vardı. Bu olay İsra hadisinde daha önce geçmişti. ':ateşe gönderilecekler ne kadardır?" Yani ateşe gönderilecek kimselerin miktarı ne kadardır? Ebu Hureyre'nin naklettiği hadise göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Rabbi! Ne kadar çıkarayım?" diye soracaktır. "Bu (o günkü şiddetli korkudan) çocuğun ihtiyarlayacağı, her gebe kadının çocuğunu düşüreceği, insanlan da -sarhoş olmadıklan halde Allah'ın azabı şiddetli olduğu için- sarhoş bir durumda göreceği n gündür." Bu ifadenin zahiri sözkonusu gelişmenin mahşer yerinde beklerken olacağını göstermektedir. Ancak bu vakitte hamilelik, çocuk doğurma ve yaşlılık gibi şeyler olmayacağı ileri sürülerek burada anlaşılması zor bir durum olduğu (istişkal) olduğu ileri sürü!müştür. Buradan hareketle bazı müfessirler bunun kıyamet gününden önce olacağınıiddia etmişlerdir, fakat hadis bunu reddetmektedir. Kirmani bu probleme şöyle cevap vermiştir: Ayetin ifadesi, olayı misal vererek anlatma ve korku salma şeklindedir. Nevevi bu açıklamayı Kirmanl'den önce yapmış "Burada alimlerin iki şekilde açıklamaları sözkonusudur" diyerek bunları zikretmiş ve sonra şöyle devam etmiştir: ifadenin takdiri şudur: Kıyametin geldiği anda sıkıntı o dereceye varacaktır ki o esnada kadınlar hamile olsalardı çocuklarını düşürürlerdi. Bu tıpkı Arapların "esabena emrun yeşibu minhü'l-velldu = başımıza öyle bir musibet geldi ki bebeğin başına gelse saçları ağınrdı" cümlesine benzer. Bizim kanaatimiz ise şöyledir: Yukarıdaki ifadeyi hakikati üzere yorumlamak da mümkündür. Eğer bir kimse nasıl öldüyse öyle dirilecekse hamile kadın hamile olarak, emzikli emzikli olarak ve çocuk çocuk olarak dirilecektir. K.ıyametin sarsıntısı meydana geldiği zaman ve Adem'e yukarıdaki emir verildiğinde, insanlar da Adem'i gördüklerinde ve kendisine söyleneni duyduklarında öyle bir titremeye kapılacaklardır ki bu korku ile hamile çocuğunu düşürecek, çocuğun başı ağaracak ve emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutacaktır. Bu olayın sura birinci üfürüşten sonra ve ikinci üfürüşten önce olma ihtimali de vardır. Bu. durumda sözkonusu korku o anda mevcut olanlara mahsus olacaktır. "Fe zake" ifadesiyle işaret edilen kıyamet günüdür. Gerçeğin böyle olduğu, ayette açık ve nettir. Bu yorumdan kıyametin saati ile insanların mahşerde yerlerini alması ve oradakilerin ayrılması için Adem'e seslenilmesi arasındaki uzun mesafe reddedilemez. Çünkü bu olyların ardarda gelişeceği sabittir. Nitekim Allahu Teala bunu "O (diriitme) kork6nç bir sesten ibaret olacak, o anda hemen onlann gözleri açılıp etrafa" mahşer alanına "bakacaklar"(Saffat 19) şeklinde anlatmaktadır. Bir başka ayette ise "çocuklan ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?"(Müzzemmil 17) denilmektedir. K1sacası dirilme üfürüşünden sonraki korkunç durumların, sarsılm.-aların ve bunun dışında, C8nnet veya cehennemde istikrar hasıl oluncaya ka;i-aÇ meydana gelecek gelişmelerin tümüne birden "kıyamet günü"denilmektedir. "Feştedde zalike aleyhim = oradakilere bu haber ağır geldi." Bu cümle ibn Abbas'ın hadisinde "Bu haber orada bulunanlara ağır geldi ve üzerlerine hüzün ve tasa çöktü" şeklinde yer almaktadır. Tirmizl'de İmran'ın, İbn Cüd'şln vasıtasıyla Hasan-ı BasrI' den naklettiği haberde ise (Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kıyametin dehşetini anlatırken) "Feenşeel mu'minCıne yebkCıne = müminler ağlamaya başladılar" denilmektedir.(Tirmizi, "Suretu'l-Hac) "Sizden bir kişiye mukabil Ye'cüc ve Me'cüc'den bin kişi {cehenneme gönderilecektir)!". Tıybi şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ifadesi, Ye'cüc ve Me'cüc'ün yukarıda zikri geçen sayıya ve tehdide dahilolduğuna işaret etmektedir. Bu da "cennetliklerin dörtte biri" ifadesinin bu ümmetin dışında da cennetlikler olduğuna işaret etmesine benzemektedir. Kurtubi şöyle der: "Min Ye' cüce ve Me'cüce elf" yani onlardan ve onlar gibi şirk üzere olanlardan bin demektir. "Ve minküm racül" yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerinden ve müminlerden onlar gibi olanlardan demektir. Biz burayı şöyle toplayabiliriz: Kısacası "minküm" ifadesindeki işaret her milletten Müslümanlaradır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem buna İbn Mesud hadisinde "Cennete ancak Müslüman kişi girer" cümlesi ile işaret etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "yevme yekumu'n-nasu li Rabbi'l-alemin" ayetini "Onlardan her biri kulaklannın yanlarına kadar kendi terleri içinde ayağa kalkacaklar" şeklinde açıklamıştır
- Bāb: ...
- باب ...
(Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Kıyamet günü insanlar mahşer yerinde terleyecektir. Öyle bir derecede ki, dökülen ter yetmiş zira derinliğinde yere geçecek ve onlann ağızlanna yükselip, gemliyecek hatta kulaklanna ulaşacaktır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İbn Abbas "fe tekattaat bihimü'l-esb6bu = Nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır." ayetindeki "el-esbab" kelimesini dünyada birbirlerine olan bağlar, münasebetler şeklinde açıklamıştır." Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "elesbab" onların dünyada birbirlerine iletişim kurdukları bağlar demektir. Kelimenin tekili "vasla" şeklindedir. ) "Kıyamet günü insanlar mahşer yerinde terleyecektir." Şeyh Ebu Muhammed b. Ebi Cemre şöyle demiştir: Hadisin zahiri herkesin bu durumda olacağını göstermektedir. Fakat başka hadisler, söz konusu sıkıntının oradaki bazı kimselere mahsus olduğunu göstermektedir ki bunlar çoğunluktadır. Bu kimselerden Nebiler, şehitler ve Allahu Teala'ın dilediği kimseler/istisna edilmiştir. En fazla terleyecek olanlar sırasıyla kafirler, büyük günah işleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir. Bunların içinde Müslümanların oranı cehenneme gönderileceklerin konu edildiği hadiste açıklandığı üzere kafirlere oranla azdır. İbn Ebi Cemre şöyle devam eder: Doğru olanı hadisteki "zira=arşın" kelimesinden maksadın bilinen ve kullanılan "zira = arşın" olduğudur. Bazıları bunun "zira-ı meleki" olduğunu söylemişlerdir. Hadiste zikredilen durum üzerinde düşünen bir kimse o andaki korkunçluğun büyüklüğünü anlayabilir. Şöylesine ki; ateş mahşer yerinin etrafını çevreleyecek ve güneş ise başlara bir mil kadar yaklaşacaktır. Bu durumda yeryüzünün harareti kaça çıkar ve yeryüzü ne kadar bir terle ıslanır ki bu ter yetmiş arşına çıkar. Halbu ki mahşer yerinde bulunan her bir fert, ancak kendi ayağını bastığı yer kadar bir alan bulabilecektir. İnsanlarınfarklı olmalarıyla birlikte.,ter içindeki durumları nasılolacaktır? Bu durum akılları baştan gideren ve Allah'ın kudretinin büyüklüğünü gösteren, ahirete dair şeylere iman etmeyi gerektiren şeylerdendir. Bu gibi meselelerde aklın yorum yapacak her hangi bir alanı yoktur ve buna akıl, kıyas veya adetle itiraz etmek de mümkün değildir. Bu haberler kabul edilir ve gayba iman prensibinin altına girer. Kim bunlara inanmaz ve duraklarsa bu, onun hüsranadüştüğünü ve m::ıhrum olduğunu gösterir. Bu şekilde haber verilmesinin faydası dinleyenin uyanması ve kendisini bu korkunç durumlardan kurtaracak olan sebeplere yapışması, yaptığı şeylerin sorumiuluğundan tövbeye koşması, selamet vesilelerine karşı yardım etmesi için kerim ve bağışlayıcı olan Rabbine sığınması, daru'l-hevandan (dünyadan) selamette olması, kendisini lütfuyla ve keremiyle keramet yurduna dahil etmesi için Rabbine yakarması gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'ın nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm, kan davaları hakkındadır" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kimin yanında kardeşine ait haksız alınmış bir hak varsa o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helallaşsin. Muhakkak olan şu ki kıyamette hiçbir dinar ve hiçbir dirhem yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi hasenelerinden alınmadan önce dünyada onunla helallaşsin. Ahirette zalimin o hakkı karşılayacak haseneleri bulunmazsa, kardeşinin kötülüklerinden alınır da o zalimin üzerine atılır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü mu'minler (Sırat'tan geçerek} ateşten kurtulurlar ve cennetle ateş arasındakı bır koprü uzerınde durdurulurlar. Orada dunyada iken aralarında meydana gelmiş haksızlıklar birbirinden kısas yapılır. Nihayet haksızlıklardan temizlendikleri ve pak oldukları zaman cennete girmelerine izin verilir. Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki o müminlerden her biri cennetteki menziline, dünyadaki meskeninden daha iyi yol bulur. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kıyamet gününde kısas." "el-Kısas" kelimesi kesmek anlamına gelen "elkass" kelimesinden alınmadır veya izi takip etmek anlamına olan "iktisasu'l-eser" kökünden türemedir. Çünkü izi takip eden kimse, caninin işlediği cinayetin aynısını ona uygulamak için suçunu takip eder. Arapça'da "iktassa min ğarımihı = borçlusundan aldı" ve "iktassa'l-hakimu li fülanin min fülanin = hakim filancaya filancaya yaptığının aynısını uyguladı" demektir. "Ve hiye'l-hakka." Bu cümledeki "hiye" kelimesi "kıyamet" yerine kullanılmıştır. "et-Teğabun, cennet ehlinin cehennem ehlini aldatmasıdır." Bunun sebebi cennetliklerin bedbaht olanların yerine konaklamalarıdır. Bu yer şayet mutlu ve bahtiyar olsalardı kendileri için hazırlanmıştı. İmam Buhari kıyametin isimlerinden yukarıdaki sayılanlarla yetinmiştir. Gazzalı, ardından Kurtubı bu isimleri toplamıştır. Bunlar yaklaşık seksen kadar isme ulaşmıştır. Bunların içinde kıyamet için "yevmu'l-cem = toplama günü", "yevmu'l-fezai'l-ekber = en büyük korku günü", 'yevmu't-tenad = nida ve çağrışma günü", "yevmu'l-va'ıd = tehdit günü", "yevmu'l-hasre = hasret, iç yangısı günü", "yevmu't-telak =' buluşma günü", "yevmu'l-me'ab = varış günü", "yevmu'l-fasl = ayırma günü", "yevmu'l-ard alallah = Allah'a sunma günü", "yevmu'l-huruc = çıkış gunü" ve "yevmu'l-hulud = ebediyet günü." Kıyame-. tin isimleri arasında "yevmun azım = büyük gün", "yevriıun asır = zor gün", "yevmun meşhud = bütün mahlukatın hazır bulunduğu gün", "yevmun abusun kamtarır = çetin ve belalı gün" ifadeleri de yer almaktadır. Yine bu isimlerin arasında şunları da görmek mümkündür: "Yevme ıb yenfeu'z-zalimine maziratuhum = zulmedenlerin mazeretlerinin fayda vermeyeceği gün", "yevmu la yentıkun = kafirlerin konuşmayacağı gün", "yevme la yenfe'u malun ve la benun= hiçbir malın ve evladın fayda vermeyeceği gün", "yevme la yektumuna'l-lahe hadısa = Allah'tan hiçbir haberi gizleyemeyecekleri gün', "yevme la meredde lehu mina'l-lah= Allah'tan geri çevrilmesi imkansız bir güı:ı", "yevme la bey' a fihi ve la hilal = ne alışveriş ve ne de dostluğun bulunmadığı gün." Bu saydığımız isimler asıl kıyamet isimlerine eklendiğinde kıyametin ismi otuzu aşar. Bunların büyük bir kısmı Kur'an-ı Kerim'de yukarıdaki lafızlarıyla birlikte yer almaktadır. İşaret edilen diğer isimler ise Kur'an-ı Kerim'de geçen kelimeden türetilmek suretiyle elde edilmiştir. Sözgelimi "yevmu's-sadr", "Yevmeizin yesduru'n-nasu eştata = o gün insanlar amellerini görmeleri için darmadağınık geri dönüp gelirler"(Zilzal 6) ayetinden türetilmiştir. Aynı şekilde "yevmu'l-cidal", "Yevme te'ti küllü;nefsin tucadilu an nefsiM = O gün herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır"(NahI 111) cümlesinden alınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de bu çeşit bir araştırma yapıldığında sayı yukarıda zikredilenleri de geçer. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir: "Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan davaları hakkındadır." Bu hadis kan meselesinin ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermektedir. Çünkü başlangıç ancak en önemli ne ise onunla yapılır. Günah yol açtığı mefsedetin ve yok ettiği masıahatın büyüklüğüne göre büyür. Bir insanın bedenini ortadan kaldırmak, bu konuda yapılabilecek en büyük günahtır. Adam öldürmenin ne kadar büyük bir günah olduğu hakkında birçok ayet ve meşhur haberler gelmiştir. Bunların bazıları Diyat Bölümünün baş tarafında gelecektir. "Kıyamette hiçbir dinar ve hiçbir dirhem yoktur." İbn Ömer'in naklettiği bir başka hadiste Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim ölür ve dinar veya dir hem borcu olursa bu, onun hasendtından ödenir" demiştir. Bu hadisi İbn Mace rivayet etmiştir.(İbn Mace, Sadakat) Bu hadisin açıklaması Mezalim Bölümünde geçmişti. "Hasenat" kelimesinden maksat, onlara verilen sevap, "seyyiat" kelimesi ile kastedilen ise onlara verilecek cezadır. Kula (işlediği günah sebebiyle) sonsuza dek sürmeyen ceza verilmesine karşılık, (işlediği hasenattan dolayı) sonsuz olan sevabın verilecek olması problemli bir nokta olarak görülmüştür. Buna şöyle cevap verilmiştir: Hadis, hak sahibine sevabın aslından verilecek olan miktar, kötülüğün cezası miktarında olacaktır şeklinde yorumlanmıştır. Bundan daha fazlası ise Allah'ın lütfu ve ihsanıdır. Çünkü o sahibi için kalacaktır. Beyhaki şöyle der: Ehl-i sünnet anlayışına göre müminin kötülüklerinin cezası sonludur, hasenatının karşılığı ise sonsuzdur. Çünkü hasenatın sevabı cennette ebedi olarak kalmaktır. Bence -Allahu Teala daha iyi bilir- hadisi şöyle yorumlamak uygundur: Kötülük işlemiş müminin hasımlarına hasenatının sevabından onun kötülüklerinin cezasına denk kadarı verilecektir. Müminin hasenatı bittiğinde hasmının günahlarından alınacak ve müminin üzerine atılacaktır. Sonra o -şayet affedilmezse- azaba uğrayacaktır. Bu günahların cezası bittiğinde -Allahu Teala'ın mümin için imanından dolayı yazmış olduğu ebediyet nedeniylecennete sokulacaktır. Hasımlarına ise seyyiatının cezası karşılığında hc.senatının sevabından daha fazlası verilmeyecektir. Yani kat kat verilmeyecektir. Çünkü bu Allah'ın lütfu ve ihsanıdır. Allah onu kıyamet günü kendisine milinin olarak gelenlere verecektir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nm nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Kim inceden inceye hesaba çekilirse azab edilmiş olur" buyurmuştur. Aişe dedi ki: Ben "Allahu Teala 'Kolay bir hesapla hesaba çekilecek'(İnşikak 8) buyurmuyor mu?" dedim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu senin söylediğin ayetteki 'kolay hesap' arzdır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nm nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Kıyamet günü inceden inceye hesaba çekilen bir kimse muhakkak helak olur" buyurdu. Ben "Ya Resulallah! Allah Teala 'Kimin kitabı sağından verilirse kolay bir hesabla hesaba çekilecek'(İnşikak 7, 8) buyur mu yar mu?" dedim. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Bu (senin söylediğin) ancak bir arzdır. Kıyamet günü ince hesaba çekilecek kimse muhakkak azab olunur" buyurdu. AÇIKLAMA 2127 DE
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik (r.a.)'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle diyordu: "Kıyamet günü kafir kişi getirilir ve ona 'Ne dersin? Senin dünya dolusu altının olsaydı, şu azaptan kurtulmak için onu feda eder miydin?' diye sorulur. O da 'Evet, feda ederim!' der. Bunun üzerine ona 'Fakat senden bundan daha kolay olan şey istenilmişti!' denilir
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b. Hatim'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: "İçinizden kıyamet günü Allahu Teala'ın kendisiyle konuşmayacağı hiç kimse yoktur. Öyle bir durumdaki kendisiyle Allah arasında hiçbir tercüman bulunmaz. Sonra o kimse bakar, fakat önünde hiçbir şey göremez. Sonra önüne bakar, kendisini ateş karşılar. Sizlerden her kim bir tek hurma yarısıyla olsun ateşten korunmaya gücü yeterse bunu yapsın
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b. Hatim'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ateşten kendinizi koruyunuz!" buyurdu. Sonra yüzünü döndürüp çekti. Sonra "Ateşten korununuz!" buyurdu. Sonra yüzünü bulunduğUyıerrden çevirip çekti. Bunu üç defa yaptı. Hatta biz kendisini ateşe bakıyor zannettik. Sonra yine "Bir hurma yarısıyla bile olsa ateşten korununuz. Bunu da bulamayan, güzel bir sözle kendini ateşten korusun!" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnceden İnceye Hesaba Çekilene Azab Edileceği." Başlıktaki "nukişe", "en-nakş" kökünden türemedir. Manası dikeni battığı yerden çıkarmak demektir. Bunun açıklaması daha önce Cihad Bölümünde geçmişti. Burada "münakaşa" kelimesinden maksat, inceden inceye hesaba çekilmek, az ve çok ne varsa tümünün hesabını sormak ve müsamahaya hiç yer vermemek demektir. "İntakaştu minhu hakki" yani ondan hakkımı milimine kadar istedim demektir. "Allahu Teala 'Kolay bir hesapla hesaba çekilecek' buyurmuyar mu?" dedim. Ahmed b. Hanbel'in bir başka isnadla nakline göre Aişe şöyle demiştir: Nebi s.a.v.'in namazıarından birinde "Allahümme hasibnf hisa ben yesfra = Ya Rabbi beni kolay bir hesapla hesaba çek!" diye dua ettiğini duydum. Namazını bitirince "Ya Resulallah' Kolay hesap nedir?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Allah'ın kulunun amel defterine bakması ue bunların hesabını sormamasıdır. Ya Aişe' Kim o gün inceden inceye hesaba çekilecek olursa helak olur" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, VI, 48) "Kıyamet günü hesaba çekilen kimse muhakkak helak olur." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sonunda şöyle dedi: 'Kıyamet günü inceden inceye hesaba çekilecek kimse muhakkak azab olunur.' Bu iki cümle aynı manaya varır. Çünkü "muhasebe"den maksat, hesabı yazmak demektir. Bu da münakaşayı gerektirir. Kim azab olunursa helak olur. Kurtubi el-Müfhim'de şöyle der: Hadisteki "husibe = hesaba çekilirse" yani inceden inceye hesaba çekilirse, "uzzibe = azab olunur" yani hesaba çekilmesinin ortaya çıkardığı kötülüklerinin karşılığı olarak ateşte aza b olunur, "heleke = helak olur" yani ateşte azabla helak olur demektir. Kurtubi şöyle der: Aişe r.anha "el-hisab" sözcüğünün zahiri manasını almıştır. Çünkü bu az ve çok her şeyin hesabının sorulması anlamına gelir. "Bu ancak bir arzdır." Kurtubi "bu ancak bir arzdır" cümlesinin manasını şöyleaçıklamıştır: Ayettesözü edilen hesap, -en-necva'daki İbn Ömer hadisinde ifade edildiği üzere- müminin amellerinin kendisine arz edilmesidir. Böylece Allahu Teala'ın onları kendisine dünyada iken örtme si ve ahirette affetmesi suretiyle onun lütfunu ve ihsanını anlaması hedeflenmiştir. Kadı lyaz şöyle der: "Uzzib = azab olunur" kelimesinin iki manası vardır. Birincisi inceden inceye hesaba çekilme, günahların arz edilmesi, geçmişte işlenen çirkin fiilleri bildirme anlamınadır. Azarlama aza b etmek demektir. İkinci manası ise bunun azabı hak etmeye yol açmasıdır. Çünkü kulun Allah katından olmayan hiçbir hasenesi yoktur. Çünkü o güzel fiili işlemeye kendisini Allah muktedir kılmış, o amel sayesinde kendisine lütufta bulunmuş ve onları kendisine göstermiştir. Zira Allah rızası için yapılan amel azdır. Bu ikinci manayı bir başka rivayetteki "heleke = helak oldu" fiili teyit etmektedir. Nevev! şöyle der: Yukarıdaki iki açıklamadan ikincisi doğrudur. Çünkü ihmal ve kusur etmek insanlarda yaygın bir niteliktir. Her kim inceden inceye hesaba çekilir ve müsamaha ile muamele görmezse helak olur. Bir başkası şöyle demiştir: Ayet ve hadis arasındaki çelişki şuradadır: Hadisin ifadesi inceden inceye hesaba çekilecek herkese azab edileceği noktasında geneldir. Ayet ise onların bazılarına aza b edilmeyeceğini ifade etmektedir. Bu çelişkiyi şöylece cem ve telif etmek mümkündür: Ayetteki "hisab" kelimesinden maksat arzdır. Arz, amelleri ortaya çıkarıp, izhar etmek ve onu işleyene günahlarını bildirmek ve sonra hesabını sormayıp, kendisini bağışlamaktır. "Fakat senden bundan daha kolayolan şey (yani tevhid) istenilmişW' denilir." Ebu Umran'ın rivayetine göre ona şöyle denir: "Sen Adem'in sulbünde iken bundan daha kalayını yani bana şirk koşmamanı istemiştim, fakat sen bundan yüz çevirdin ve bana şirk koştun." Sabit'in rivayetine göre ise "Senden bundan daha azını istemiştim ancak sen yapmadın denilir ve cehenneme atılması emri verilir." Kadı lyaz şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bununla Allahu Teala'ın "Rabbin Ademoğul/arından, onların bel/erinden zürriyetlerini çıkardl"(Araf 172) ayetine işaret etmektedir. Adem'in belinde iken kendilerinden alınan söz ve misak budur. Her kim dünyaya geldikten sonfa bu sözüne sadık kalırsa o mümindir. Kim de verdiği bu sözde durmazsa o da Yafirdir. Hadiste denilmek istenen şudur: Senden misakı aldığımda bunu isteq.ir.ı, ancak seni dünyaya çıkardığımda bundan vazgeçtin ve şirke düşmekten başkasını yapmadın. Burada yer alan "irade" kelimesin,dtm maksat, talep de olabilir. Buna göre mana sana emrettim ancak yapmadın' demek olur:- Çünkü; Allahu Teala'ın mülkünde ancak onun dilediği olur. Bazıları "irade" fiilinin iki şey karşılığında "irade-i 'takdir" ve "irade-i rıza" manasında olduğunu söylemişlerdir: İkincisi birincisine göre daha dar çerçevelidir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir. İmam Nevev! şöyle demiştir: Bu hadisten çıkan sonçlardan birisi insanın "yekulu'lclahu = Allah söylüyor" demesinin caizliğidir. Ancak bazıları bunu mekruh görmüşler ve caiz olanın sadece "kala'I-lahu=Allah dedi ki" olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu görüş, şaz, selef ve halef alimlerin görüşlerine muhaliftir. BirçQk hadis bizim yaklaşımımızı teyit etmektedir. Allahu Teala "Vallahu yekOlu'lhakka ve hüve yehdi's-sebf/= Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola o eriştirir"(Ahzab 4) buyurmaktadır. "Sizlerden her kim bir tek hurma yansıyla olsun ateşten korunmaya gücü yeterse bunu yapsın." Yani çok basit bir şeyle bile olsa sadaka ve iyilik ederek c.teşle aranıza koruyucu bir şey koyun. "i"I.teşten kendinizi koruyunuz' buyurdu, sonra yüzünü döndürüp. çekti." Hadis metnindeki "eşaha" ateşten kaçındığını gösterdi demektir., İbnü't-Tıyn "eşaha" yüz çevirdi "e büzüldü demektir. Bazıları ateşin kendisine gelmesinden korkan kimsenin _ -ıJtığı gibi yüzünü çevirdi demişlerdir. Bizim kanaatimize göre birinci mana daha isabetlidir. Çünkü yüzünü çevirme manası "a'rada" fiilinden anlaşılmaktadır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Bu hadis, az bile olsa sadakanın kabul edileceğine delildir. Hadiste sadaka "hoş kazanç" şeklinde kayıtlanmıştır. 2- Hadis, az bir sadaka veya başka iyiliği küçük görmemek gerektiğini işaret etmektedir. 3- Bu hadis, tühd ehli kimseleri destekleyen bir delildir. Çünkü onlar, yüzünü sağa ve sola çeviren helak olacaktır demişlerdir. Bu hüküm hadiste sözü edilen kişinin sağına ve soluna bakmasından anlaşılmaktadır ki hadiste geçen ifadeyle "iltifat"ın şekli budur. Bundan dolayı o kişi önüne baktığında kendisini ateş karşılamıştır. 4- Hadis, mahşerde bekleyen kimselere cehennem ateşinin yakın olduğuna delildir. İbn Hübeyre şöyle demiştir: Burada "güzel bir söz" den maksat hidayeti gösteren, aşağılık bir şeye engelolan veya iki kişi arasını düzelten ya da birbiriyle anlaşmazlık halinde olan iki kişi arasında hüküm veren ya da bir problemi çözen veya kapalı bir şıoyi açığa çıkaran ya da öfkeli bir kimseyi savuşturan veya gazaba kapılmış birisini sakinleştiren söz demektir. Doğruyu en iyi Allahu Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bütün ümmetler bana arz olunup gösterildi. Bir Nebi, yanına bir ümmet alıp geçiyordu. Bir Nebi, beraberinde bir toplulukla geçiyordu. Bir Nebi beraberinde on kişiyle geçiyordu. Bir Nebi beraberinde beş kişiyle geçiyordu. Bir Nebi de yalnız başına geçiyordu. Ben uzakta büyük bir karaltı gördüm ve 'Ya Cibri!! Bunlar benim ümmetim mi?' diye sordum. O da 'Hayır değildir lakin şu ufka bak!' dedi. Ben oraya bakınca çok büyük bir karaltı gördüm. Cebrail 'İşte bunlar senin ümmetindir. Bunların yetmiş bin olan öncüc leri, üzerlerinde hiçbir hesab ve azab yoktur' dedi. Ben 'Niçin bunlara hesap ve azab yoktur?' dedim. Cebrai! 'Onlar ateşle dağlanma tedavisi yapmazlar. Rukye yapmazlar, {eşya ve kuşları} uğursuz saymazlar, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirlerdi' dedi." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu söyleyince, Ukkaşe b. Mıhsan kendisine doğru ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Beni onlardan kılması için Allah'a dua et!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Allah! Bunu onlardan kıl!" diye dua etti. Sonra ona diğer bir adam kalktı ve o da "Beni de onlardan kılması için Allah'a dua ediver!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu konuda Ukkaşe seni geçti" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden bir zümre (cennete) girer ki onlar yetmiş bindir. Onların yüzleri ayın on dördüncü gecesindeki parlaması gibi parlar. " Ebu Hureyre dedi ki: Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan el-Esedi üstünde bulunan siyah-beyaz çizgili elbiseyi kaldırarak ayağa kalktı ve "Ya Resulallah' Beni onlardan kılması için Allah'a dua ediverı" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Ya Allah! Bunu onlardan kıl!" diye dua etti. Sonra Ensar'dan bir adam ayağa kalktı ve "Ya Resulallah! Beni de onlardan kılması için Allah'a dua ediver!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu konuda Ukkaşe seni geçtiı" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd'm nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki ümmetimden yetmiş bin veya yediyüzbin (bunların hangisini söylediğinde Ebu Hazim şüphe etmiştir) -kişi veya zümre- hesap ve ceza görmeksizin ilk defa olarak cennete girecektir. Bunlar birbirine tutunmuşlar olarak bazısı bazısına tutunmuş vaziyette cennete girerler. Bu ilk zümrenin sondakileri cennete girinceye kadar öndekileri girmez. Bunların yüzleri, Bedir gecesinde ayın ışığı üzeredir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiği zaman sonra bir nidacı ayağa kalkar ve aralarında 'Ey ateş ehli, artık ölüm yoktur' Ey cennet ehli, artık ölüm yok, ebedilik vardır!" diye nida eder
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Cennet ehline hitaben 'Ey cennet ehfil Artık ebedilik vardır, ölüm yoktur!' Cehennem ehline hitaben de 'Ey ateş ehli! Artık ebedilik vardır, ölüm yoktur!' denilir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yetmiş Bin Kişinin Cennete Sorgusuz Sualsiz Gireceği." Bu hadiste bundan önceki bölümde işaret edilen ayetin ihtiva ettiği taksimin gerisinde başka bir durum olduğuna ve mükelleflerin içinde hiç hesaba. çekilmeyecekler, kolay bir hesapla hesaba çekilecekler ve inceden inceye hesaba çekilecekler olduğuna işaret vardır. "Bir Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanına bir ümmet" yani birçok sayıda insan "alıp geçiyordu." "Ben uzakta büyük bir karaltı gördüm." Husayn b. Nemir'in rivayetine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ufku kaplamış büyük bir kalabalık gördüm" demiştir. Bu hadisin metninde geçen "sevad", "beyad" kelimesinin zıttıdır. Sevad, uzaktan görülen şahıs demektir. 'Ya Cibril! Bunlar benim ümmetim mi'? diye sordum. O da 'Hayır değildir' dedi." Husayn b. Nemir'in rivayetine göre ise Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunların benim ümmetim olma/arını umdum, bana 'Bu kavmi içinde Musa'dır' denildi" demiştir. '''Onlar ateşle dağlanma tedavisi yapmazlar, rukye yapmazlar, (eşya ve kuşları) uğursuz saymazlar, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirlerdi' dedi." Said b. Mansur'un Müslim'de yer alan rivayetine göre .Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "la yektev6.n = dağlama tedavisi yapmazlar" yerine "ve la yerkun = rukye yapmazlar" demiştir.(Müslim, İman) Şeyh Takıyuddin İbn Teymiye bu rivayeti yadırgamış ve bunun ravisi tarafından bir hata olduğunu ileri sürmüştür. Buna sebep olarak da şöyle demiştir: Rukye yapan yaptığı kişiye iyilik etmektedir. Şu halde nasılolur da bunu terk etmesi talep edilir? Öte yandan Cebrail Nebie, Nebi'e sahabelerine rukye yapmış ve onların da rukye yapmalarına izin vermiş ve şöyle demiştir: "Kardeşine fayda vermeye gücü yeten bunu yapsın.'' (Müslim, Selam)Faydalı olmak talep edilen bir şeydir. İbn Teymiye şöyle devam etmiştir: Rukye yapılmasını isteyen ise başkasından bir şey istemekte ve onun faydasını ummaktadır. Allah'a tam tevekkül, bu harekete manidir. İbn Teymiye şöyle demiştir: Hadiste söylenmek istenen, yetmiş bin kişinin Allah'a tam bir tevekkülle nitelenmesidir. Bunun neticesi olarak onlar başkasından kendilerine rukye yapmasını istemezler, dağlamakla tedavi yapmazlar ve hiçbir şeyde uğursuzluk kabul etmezler. Bir başkası buna şöyle cevap vermiştir: Sika olan bir raviden gelen fazlalık makbuldür. Said b. Mansur hadis hafızıdır. Buhari, Müslim ona itimat etmişlerdir. Müslim şu rivayetinde ona dayanmıştır. Bir ravinin ziyadeliği, sahih kılma imkanı varken hatalı olduğu söylenmez. İbn Teymiye'nin hatalı kabul ettiği mana başkasından rukye isteyen kimsede mevcuttur. Çünkü o, bunun sebebini şöyle açıklamıştır: Başkasından kendisine rukye yapmasını talep etmeyen kimse, tam bir tevekkül içindedir. Ancak aynı şeyleri ona da söylemek mümkündür. Çünkü başkasına rukye yapan kimsenin tevekkülün tam olması için bunu yapmaması uygundur. Rukyenin Cebrail tarafından yapılmış olması, ortaya attığı iddiayı desteklemediği gibi, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uygulamasında da bunu gösteren bir husus yoktur. Çünkü o teşri ve ahkamı açıklama makamındadır. Burada şöyle denilebilir: Adı geçenlerin rukyeyi ve rukye istemeyi terk etmeleri, bu mesleği kökünden kazımak içindir. Zira bunu yapan kimsenin bu konuda kendi nefsiyle başbaşa bırakılmayacağından emin olunamaz. Aksi takdirde rukye haddi zatında yasak bir iş değildir. Bunun yasak olanı, şirk olanı veya şirke muhtemel alanıdır. Bundan dolayı Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Rukyelerinizi bana gösterin, rukyede şirk olmadığı sürece herhangi bir sakınca yoktur!! buyurmuştur. Bu ifade açıklaması Tıb Bölümünde net olarak geçtiği üzere yasaklığın sebebini teşkil etmektedir. "Onlar uğursuz saymazlar.!! Uğursuzluk saymanın ne demek olduğu Tıb Bölümünde geçmişti. Söylenmek istenen onların cahiliye döneminde Arapların yaptığı üzere herhangi bir şeyi uğursuz saymadıklarıdır. "Onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler.!! Tevekkül hakkında kısa bir süre önce "Kim Allah'a güvenirse o, ona yeter''(Talak 3 ) başlığı altında açıklama geçmişti. Kurtubı ve başkaları şöyle der: Sufilerden bir zümre şöyle demiştir: Kalbine Allah'tan başkasının korkusu karışmayan kimseden başkası, "tevekkül eden" ismini almaya layık değildir. Gerçek bir tevekkül içinde olan kimseye bir aslan hücum etse bundan çekinmez, hatta Allah kendisine rızkı garanti ettiği için onun peşinde de koşmaz. Ancak çoğunluk bu görüşü kabul etmemiş ve şöyle demişlerdir: Tevekkül, Allah'ın vaadine güvenmek, kazasının mutlaka olacağına kesin olarak inanmak, rızık peşinde koşarak sünnete uymayı terk etmemekle olur. Çünkü yiyecek ve içecek bulmak şarttır. Silah hazırlayarak, kapıyı kapatarak ve benzeri önlemlerle düşmandan kaçınmak gerekir. Bununla birlikte kişi kalben sebeplere bağlanmaz. Aksine sebeplerin bizatihi fayda getirmeyeceğine ve zararı gidermeyeceğine inanır. Tam tersine sebep ve sebebin sonucunun Allah'ın fiili ve her şeyin onun dilemesiyle olduğuna inanır. Kişi sebebe meylettiği va ki olduğunda bu onun tevekkülünü zedeler. Ebü'l-Kasım el-Kuşeyrı şöyle demiştir: Tevekkülün yeri kalbtir. Dışa yansıyan harekete gelince, bu tevekküle mani değildir. Yeter ki kul her şeyin Allah tarafından olduğuna kesin olarak inansın, bir şeyi kolaylıkla ele geçirdiğinde bunun Allah'ın sayesinde olduğuna, herhangi bir şeyi zorlukla ve sıkıntıyla sağladığında bunun da onun tkdiri ile olduğuna inansın. Çalışıp kazanmanın meşruluğuna delillerden birisi BüyÜ Bölümünde geçen Ebu Hureyre had}sidir. Buna göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kişinin yediği şeyin en üstu-nü kendi kazancındandır. Davud a.s." kendi kazancını yerdi" demiştir. Allahu Teala da "Ona savaş sıkıntılarımzdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik"(Enbiya 80) buyururken bir başka ayette "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın"(Nisa 71) buyurmaktadır. "Ukkaşe b. Mıhsan kendisine doğru ayağa kalktı." Ukkaşe İslama ilk girenlerdendi. Künyesi Ebu Mıhsan' dır. O Bedir savaşına katılmış ve orada çarpışınıştır. Tarihçi İbn İshak şöyle der: Bana ulaşan habere göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ''l\rapların içinde en hayırlı süvari Ukkaşe' dir" demiştir. İbn İshak bir de şu tespiti yapar: Ukkaşe, Bedir günü çok şiddetli bir şekilde• çarpıştı. Sonunda elindeki kılıcı kırıldı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona kalın bir sopa verdi ve "Bununla çarpış" dedi. Ukkaşe onunla çarpışmaya başladı. Nihayet o odun parçası elinde uzun, sert, beyaz bir kılıca dönüştü. Ukkaşe bu kılıçla Allahu Teala fethi nasip edene kadar çarplŞtı. Bu kılıç hicretin 12. yılı Halid b. Velid'le birlikte mürtetlerle çarpışırken şehit düşünceye kadar elinde kaldı. "Bu konuda Ukkaşe seni geçti." "Ukkaşe seni geçti." cümlesindeki hikmet hakkında alimlerin farklı görüşleri sözkonusudur. İbnü'l-Cevzı, Keşfü'l-Müşkil isimli eserde yaptığı nakle göre Ebu Ömer ez-Zahid, Sa'leb diye bilinen Ebü'lAbbas Ahmed b. Yahya'ya bunun sebebini sorunca Sa'leb "O, münafıktı" demiştir. İbnü'l-Battal şöyle der: "Seni geçti" cümlesinin manası, bu sıfatları elde etmekte seni geçti demektir. Sözkonusu sıfat, tevekküı, herhangi bir şeyi uğursuz saymama ve onunla birlikte sayılan diğer niteliklerdir. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabilerine lütufkar ve kendilerine güzel bir edeble muamele ettiği için kendisinden dua isteyen ikinci kişiye "Sen onlardan değilsin" veya "Sen onların ahlakı üzere değilsin" dememiştir. İbnü'l-Cevzi şöyle der: "Bana öyle geliyor ki Hz. Nebi'den bunu isteyen birinci kişi sadıkane bir kalple istemiş ve talebi kabul edilmiştir. İkinciye gelince, ona verilen cevapla bu çeşit talebe son verilmek istenmiş olma ihtimali vardır. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikinci şahsa "evet" deseydi, ardından bir üçüncü, bir dördüncü kişi ayağa kalkacak ve bunun sonu gelmeyecekti. Herkes de böyle bir duaya layık değildir." Kurtubi şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den ikinci olarak talepte bulunan şahısta Ukkaşe'de bulunan durumlardal! yoktu. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun talebini kabul etmedi. Zira kabul etseydi orada bulunan herkes böyle bir taleb e kalkışacak ve bu da zincirleme uzayıp gidecekti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kişiye verdiği cevapla bu kapıyı kapatmış oldu. Bu, "O, kişi münafıktı" diyenin görüşünden iki açıdan daha uygundur: Birincisi, sahabilerde aslolan münafık olmamaktır. Sahih bir nakil olmadıkça bunun aksi sabit olamaz. İkincisi sahih bir niyet ve Nebie kesin bir inançla tasdik olmaksızın böylesi bir talebin bir insandan çıkması nadir görülen hususlardandır. Dolayısıyla bir münafıktan böyle bir talep nasıl sad ır olabilir? İbn Teymiye de bu anlayışa meyletmiştir. Nevevi, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Ukkaşe hakkındaki duasının kabul edileceğini, diğeri hakkındakinin ise edilmeyeceğini vahiy yoluyla öğrendiği iddiasını sahih kabul etmiştir. "Ümmetimden bir zümre" yani cemaatin bir kısmı diğerinin izi üzere yürüdüğü takdirde "(cennete) girer." "Onlarıri yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki parlaması gibi parlar." Müslim'in rivayetinde bu cümle "ayın sureti gibi parlar" şeklindedir (Müslim, İman) Kurtubi şöyle demiştir: Müslim'in rivayetinde geçen "ala surati'l-kamer" ifadesindeki "es. sura" vasıf, niteliktir demiştir. Yani onların yüzleri ayın ondördüncügecesindeki olduğu gibi parlar. Buradan cennetliklerin nuriarının derecelerine göre farklı olduğu anlaşılmaktadır. Biz de şunu ekleyelim: Aynı şekilde derecelerine göre güzellikteki vasıfları da farklılık gösterir. "Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan el-Esedı üstünde bulunan siyah-beyaz çizgi li elbiseyi kaldırarak ayağa kalktı." Hadis metninde geçen "nemire", bedevilerin giydiği siyah beyaz çizgili,yünden yapılmış bir elbisedir
- Bāb: ...
- باب ...
İmran'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Cennete muttali oldum ve ahalisinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm; Cehenneme muttali oldum, onun ahalisinin çoğunu da kadınlar olarak gördüm
- Bāb: ...
- باب ...
Usame'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Ben cennetin kapısı önünde durdum. Oraya girenlerin çoğu fakirler idi. Zenginlik sahipleri alıkonulmuşlardı. Lakin cehennemlikler ateşe girmeye emrolunmuşlardı. Ben cehennemin kapısı önünde de durdum. Oraya girenlerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme ayrılıp gidince ölüm (bir koç suretine büründürülerek) getirilir. Bu koç cennetle cehennem arasında yatırılır, sonra kesilir, sonra bir nidacı 'Ey cennet ehli artık ölüm yoktur! Ey cehennem ehli ölüm yoktur!' diye nida eder. Cennet ehlinin ferahına bir ferah daha eklenir. Cehennem ehlinin hüzün ve kederine bir hüzün daha eklenir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Allahu Teala cennet ehline 'Ey cennet ehliı' diye hitap eder. Onlar da 'Ey Rabbimiz, buyur, emrini yapmaya hazırız!' derler. Allahu Teala 'Bu halinizden razı mısınız?' buyurur. Onlar da 'Rabbimiz! Nasıl razı olmayalım, sen bize halkından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan eyledin!' derler. Allah: 'Ben size bunlardan daha şerefli bir nimet vereceğim!' buyurur. 'Ya Rab! Bunlardan daha üstün hangi nimet var ki?' derler. Allah 'Size nzamı 'indiriyorum. Artık bundan sonra ebedi olarak size darılmayacağım' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a. şöyle anlatmıştır: Harise b. Süraka Bedir harbinde vurulup şehit oldu. O henüz genç bir ağlandı. Annesi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Ya Resulallah! Harise'nin benim yanımdaki durumunu bilmektesin. Eğer o cennette ise onun acısına sabrederim ve sabrımın sevabını Allah'tan umarım. Eğer (cennette değil de) diğer bir yerde ise yapacağımı görürsün" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yazık sana sen aklını mı kaçırdın? Cennet bir tane midir? Cennet şüphesiz birçok cennetlerdir. Şu muhakkak ki senin oğlun elbette Firdevs cennetindedir!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "(Cehennem de) kafirin iki omuzu arası, süratli bir süvari yürüyüşüyle üç günlük mesafedir" demiştir. Diğer tahric: Müslim, cennet Mahir: Müslim rivayetinde ‘‘Cehennemde kafirin iki omuzu arası….’’ İfadesi var. Buradaki rivayette ise bu ifade yok, o yüzden parantez içine aldım
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd'ın nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Şüphesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki süvari onun gölgesinde yüz yıl yürür de yine de onu kat edip bitiremez" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said' in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Şüphesiz cennette öyle bir ağaç vardır ki iyi cins talimli ve çok süratli bir atın binicisi onun gölgesinde yüz yıl yürür de yine de onu kat edip bitiremez
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hazim'in Sehl b. Sa'd'dan nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ümmetimden cennete yetmiş bin -veya yediyüz bin- (kişi sorgusuz sualsiz) cennete girecektir" demiştir. Ebu Hazim, Sehl'in bu rakamlardan hangisini söylediğini bilemiyar. Sehl dedi ki: "Bunlar sımsıkı saf olmuşlar, birbirlerine tutunmuşlardır. Bu i/k zümrenin sondakileri cennete girinceye kadar öndekileri girmeyecektir. (Yani saf halinde hepsi birden girecektir.) Bunların yüzleri, ayın ondördüncü gecesindeki ay'ın görünüşü gibi parlaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdulaziz'in babası vasıtasıyla Sehl'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Cennet ehli cennette kendilerinden yükseklerdeki köşkleri {mesafe uzaklığından dolayı} güçlükle görebilirler. Sizin gökyüzündeki yıldızı güçlükle gördüğünüz gibi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdulaziz şöyle dedi: Babam Ebu Hazim şöyle dedi: Ben bu hadisi Numan b. Ebi Ayyaş'a rivayet ettim. Bana ben şehadet ediyorum ki Ebu Said'den işittim. O bu hadisi rivayet ediyor ve burada şu ziyadeyi getiriyordu: "Sizin gündüz doğu ve batı ufkundaki ışıkları kalan parlak yıldızı -aradaki mesafe uzunluğundan dolayı- zorlukla gördüğünüz gibi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Allahu Teala kıyamet gününde cehennem ehlinin en hafif azablısına hitaben 'Eğer senin yeryüzündeki her şeyden malın olsa bu azaba karşılık fidye verir miydin?' buyurur. O kul 'Evet, fidye verirdim' der. Allahu Teala 'Sen Adem'in sülbünde iken ben senden (bundan daha kolayalanını) istemiştim. Bana hiçbir şeyi ortak kılmamanı istemiştim. Fakat sen, bana ortak kılmaya devam edip durdunl' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şefaatle ateşten sanki searir gibi çıkarlar" buyurdu. Hemmad dedi ki: Ben Amr'e "es-searir nedir?" diye sordum. Amr "ed-değabistir" dedi. Amr b. Dinar'ın dişleri düşmüş, bu sebeple ağzı da çökmüştü. (Bu yüzden şın harfi ile olan kelimeyi böyle üç noktalı se harfi ile telaffuz etmişti.) Hammad dedi ki: Ben Amr b. Dinar'a Ya Eba Muhammed! Sen Cabir b. Abdullah'ın ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. O "şefaatle (bir kavim) ateşten çıkar" buyururken işittim dediğini bizzat duydun mu? diye sordum. O "Evet bunu söylerken kendisinden bizzat işittim" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bir kavim kendilerine cehennem ateşi dokunduktan sonra simaları kırmızımsı siyah bir renkte olarak cehennemden çıkacak ve cennete girecek ve cennet ehli bunlara 'Cehennemlikler' diye isim vereceklerdir" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girdikten sonra Allahu Teala 'Kimin kalbinde bir hardal tanesi ağırlığınca iman varsa ateşten çıkarınız!' diye emir buyuracaktır. Bunun üzerine (bu gibiler) simsiyah yanmış ve kömüre dönmüş oldukları halde çıkacaklar ve hemen hayat nehrinin içine atılacaklar ve orada sel uğrağında -yahut selin kokmuş kara çamuru içinde- kalan yabani reyhan tohumları nasıl süratle biterse öylece biteceklerdir." Ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Görmez misin bu tohumlar (ne güzel) sapsarı olarak ve iki tarafına salınarak çıkıp sürerler!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu İshak'ın Numan b. Beşir'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kıyamet gününde cehennem ehlinin azab itibariyle en hafif ceza göreni o kimsedir ki onun ayakları altındaki çukurlara, iki ateş parçası konulacak, bunların tesiri ile onun beyni kaynayacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Numan b. Beşir'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Şüphesiz kıyamet gününde cehennem ehlinin en hafif azablısı şöyle bir adamdır ki onun ayakları altındaki çukurlarda iki ateş parçası vardır ve bunların sıcaklığından onun beyni bakır tencere ve dar boğazlı olup içinde su ısıtılan kumkuma adındaki madeni kabın kaynaması gibi kaynayacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b. Hatim şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ateşten söz edip yüzünü geri çekti ve ondan (Allah'a) sığınd!. Sonra ateşten söz etti ve yüzünü geri çekip ondan (Allah'a) sığınd!. Ardından "Sizler tek hurmanın yarısıyla, bunu da bulamayan güzel bir sözle olsun ateşten korununuz" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında amcası Ebu Talib anılınca: "Umarım ki benim şefaatim kıyamet gününde amcama fayda verir. Şefaatimle amcam topuklarına ulaşabilen ateşten bir çukura konulur ve o çukurdan beyninin özü kaynar" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gününde insanları toplar, onlar 'İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarması için Rabbimize karşı şefaat istesek!' derler. Ardından Adem A.S.'a gelirler ve ona 'Sen, Allah'ın kendi eliyle yarattığı, sana kendi ruhundan hayat verdiği, meleklere emredip de meleklerin senin için secde ettikleri kimsesin. Sen bizim için Rabbinin huzurunda şefaat et!' derler. Adem de 'Ben buna ehil değilim' der ve o işlemiş olduğu hatasını zikreder. 'Siz Allah'ın gönderdiği ilk Resul olan Nuh'a gidin' der. Sonra onlar Nuh'a giderler. Nuh işlemiş olduğu hatasını anar ve 'Ben buna ehil değilim. Siz Allah'ın kendisini bir dost edindiği İbrahim'e gidin' der. Akabinde onlar İbrahim'e gelirler. İbrahim de işlediği hatasını anarak 'Ben buna ehil değilim. Siz Yüce Altah'ın kendisi ile konuştuğu Musa'ya gidin' der. (Musaya gelirler. Musa onlara) 'Ben buna ehil değilim' der, sonra işlediği hatasından söz eder ve 'Siz İsa'ya gidin' der. Akabinde İsa'ya gelirler. O da 'Ben buna ehil değilim, siz Muhammed'e gidin. Allah onun geçmiş ve geri kalmış bütün gunahlannı mağfiret buyurmuştur!' der. Bunun üzerine insanlar bana gelirler. Ben Rabbimin huzuruna izin isterim. Onu görünce hemen secdeye kapanınm. Allah dilediği kadar beni bu vaziyette bırakır. Sonra Allah tarafından bana 'Başını kaldır! İste, sana verilir; Söyle, sözün dinlenir; Şefaat et, şefaatin kabulolunur!' buyurulur. Ben secdeden başımı kaldırır ve Rabbimin bana öğreteceği bir hamd ile Rabbime ham d ederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır tayin buyurur. Sonra ben insanlan ateşten çıkarır ve cennete gönderirim. Sonra üçüncü veya dördüncü defada olduğu gibi döner yine secdeye kapanırım. Cehennemde Kur'an'ın ebediyen kalmalanna hükmettiği kimseler hariç kimse kalmayıneaya kadar buna devam ederim
- Bāb: ...
- باب ...
İmran b. Husayn'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Muhammed'in şefaatiyle birtakım insanlar ateşten çıkar ve cennete girerler. Onlar 'Cehennemlikler' diye isimlendirilirler" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a. şöyle anlatmıştır: Harise'nin annesi Rubey bnt. Nadr Rasulullah'a geldi, oğlu Harise b. Süraka Bedir savaşında atanı bilinmeyen serseri bir ok isabetiyle öldürülmüştü. Kadın "Ya Resulallah! Sen oğlum Harise'nin kalbimdeki yerini biliyorsun. Eğer oğlum cennette ise ben (onun acısını sabredip) ağlamam. Cennette değilse ona nasıl davranacağımı görürsün!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yazık sana sen aklını mı kaçırdın? Cennet bir tane midir? Cennet şüphesiz birçok cennetlerdir. Şu muhakkak ki senin oğlun elbette Firdevs cennetindedir!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Cennete girecek herkese cehennemdeki oturağı muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir. Cehenneme girecek herkese de güzel işler olaydı, cennetten olacak oturağı kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da kendisi aleyhine bir hasret olması içindir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Bir keresinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulullah! Kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime olacak?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ya Eba Hureyre! Hadis için sende gördüğüm hırs'a göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse kalbinden ve gönlünden halis ve samimi olarak 'La ilahe illallah' diyen kimsedir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ben cehennem ehlinin cehennemden son çıkacak ve cennet ehlinin cennete son girecek alanını bilip duruyorum. Bu bir kimsedir kicehennemden emekliye emekliye çıkar. Allahu Teala ona 'Git, cennete gir!' buyurur. O kimse cennete uanr; ona öyle bir hal gelir ki cennet dopdoludur. ' Dönüp 'Ya Rab! Ben cenneti dopdolu buldum' der. Allah yine 'Git, cennete gir' buyurur. O kimse cennete uanr, yine cennet ona dopdolu gibi hayal ettirilir. Dönüp 'Ya Rab! Ben cenneti dopdolu buldum!' der. Allah ona 'Git, cennete gir! Dünya kadar ue dünyanın on misli kadar yer senindir -yahut dünyanın on misli kadar yer senindir!-' buyurur. O kul 'Sen yegane melik olduğun halde benimle alay mı ediyorsun -Yahut bana gülüyor musun?-' der." Ravi dedi ki: (Bu ilahi vaadi o kimse alayolarak değerlendirdiği için) vallahi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gerideki dişleri belirinceye kadar güldüğünü gördüm. Sahabiler arasında "Cennet ehlinin en aşağı makam sahibi işte bu kimsedir!" denilirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Abbas'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Sen amcan Ebu Talib'e herhangi bir şeyle fayda verdin mi?' diye sorduğu nakledilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bi küfrihinne" yani nankörlükleri sebebiyle. Bu hadisin geniş bir açıklaması Küfranu'l-Aşır başlığı altında geçmişti. Kurtubi şöyle der: Kadınların cennet ahalisinin en azı olmalarının sebebi -akıllarının eksikliği ve çok çabuk aldanmaları nedeniyle- heva ve hevesin kendilerine baskın gelmesi, dünya zınetine meyletmeleri ve ahiretten yüz çevirmeleridir. "Ashabu'l-cidd" deyimindeki "el-cidd" zenginlik, başkasına ihtiyaçsızlık demektir. "Mahbusune" yani ellerindeki mallardan dolayı hesaba çekilecekleri için fakirlerle birlikte cennete girmekten alakonulmuşlardır. Bu durum, sırat köprüsünden geçtikten sonra alacak ve vereceklerini takas ettikleri köprünün başında olacaktır. "Ge bi'l-mevti" ölüm getirilir. Meryem suresinin tefsirinde Ebu Said hadisinde "Ölüm boz bir koç suretinde getirilir" hadisi geçmişti. Mukatil ve Kelbi "el/ez! halaka'l-mevte ve'l-hay6te = ölümü ve hayatı yaratan"(Mülk 2) ayetini tefsir ederken ölümü uğradığı herkesin öldüğü bir koç suretinde, hayatı uğradığı herkesin can bulduğu bir at suretinde yaratan demişlerdir. Kurtubi şöyle der: Ölümün koç suretinde getirilmesinin arkasında yatan hikmet İbrahim'in oğlunun koçla kurtulduğu gibi, onların yerine fidye olarak koçun gönderildiğine işaret etmek içindir. "Hatta yuc'ale beyne 'I-cenneti ve'n-nar = Cennetle cehennem arasında yatırılır." Tirmizl'de Ebu Hureyre'nin nakline göre "Bu koç cennetle cehennem arasındaki surun üzerine yatırılacaktır. "(Tirmizi, Sıfatu'l-cenne) "Ey cennet ehli! Artık ölüm yoktur." Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi şöyle der: Bu hadis akla ters düştüğü için anlaşılması problemli görülmüştür. Çünkü ölüm bir arazdır. Araz herhangi bir cisme dönüşmez. Şu halde nasıl kaça dönüşüp kesiliyor? Bir grup bilgin bu hadisin sıhhatini inkar etmişler ve onu kabul etmemişlerdir. Bir başka grup ise tevil etmiş ve "Bu bir temsili anlatımdır, ortada gerçekten herhangi bir kesim yoktur" demişlerdir. Bir başka grup ise "Tam tersine kesim hakiki manadadır. Kesilen insanların ruhlarını almaya görevlidir. Onu herkes tanır, çünkü insanların ruhlarını almaya o görevlendirilmişti" demişlerdir. Biz de şunu ekleyelim: Bazı son dönem (müteahhirun) bilginler bu açıklamayı esas almışlar ve "o, bize görevlendirilmiş olan ölümdür" cümlesindeki "ölüm"ü "ölüm meleği" şeklinde yorumlamışlardır. Çünkü dünyada insanların canlarını almaya görevli olan melek, -Allahu Teala'ın Secde suresinde ifade ettiği üzere- ölüm meleğidir. Buna mana itibariyle bir de ölüm meleği sağ olmaya devam etseydi, cennetliklerin yaşantıları boğazlarına düğümlenirdi demişlerdir. Bu görüşü savunan bilgin kendi yaklaşımını bir de hadisteki "Cennet ehlinin ferahına bir ferah daha ziyade olunur. Cehennem ehlinin hüzün ve kederine bir hüzün daha arttırılır!" ifadesiyle teyit etmiştir. Kurtubi et-Tezkire'de şöyle der: Ölüm soyut bir şeydir. Soyut olan kavramlar cevhere dönüşmezler. Allahu Teala amellerin sevabından şahıslar yaratır. Ölüm de böyledir. Allahu Teala bir koç yaratmış ve ona ölüm ismini vermiştir ve her iki zümrenin kalbine bu (koç suretindeki) ölümün kesilmesinin, onların cennette ve cehennemde ebediyyen kalacaklarına delil olduğu düşüncesini vermiştir. Bir başkası şöyle der: Allahu Teala'ın arazlardan cesetler yaratmasında herhangi bir mani yoktur. Allah bunlardan madde yaratır. Nitekim Müslim' de yer alan bir hadiste "Bakara ue Aif İmran sureleri sanki iki bulut gibi geleceklerdir" (Müslim, Sıfatu'l-müsafirın) denilmiştir. Buna benzer daha başka hadisler de vardır. Kurtubi şöyle demiştir: Bu hadisler cehennemliklerin oradaki ebediyetlerinin sonsuza kadar süreceğini, ikametlerinin ölüm, rahat ve faydalı bir hayat sözkonusu olmaksızın devam edeceğini açıkça belirtmektedir. Nitekim Allahu Teala "Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez"(Fatır 36) "ızdıraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri döndürülürler"(Hacc 22) diye haber vermektedir. Cehennemliklerin oradan çıkacaklarım, cehennemin bomboş kalacağını veya yok olup ortadan kalkacağını iddia edenler, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in verdiği haberlerin gereğinin ve ehl-i sünnetin icmaının dışına çıkmış olurlar. "Uhillu = indiriyorum." "Rıdvanı = hoşnutluğumu." Cabir hadisinde "Benim hoşnutluğum daha büyüktür" ifadesi yer almaktadır. Burada Allahu Teala'ın ':Allah'ın nzası ise hepsinden büyüktür"(Tevbe 72) ayetine bir işaret vardır. Çünkü Allah'ın rızası her türlü başarının ve mutluluğun sebebidir. Efendisinin kendisinden razı olduğunu bilen her kul ve kölenin, bu durum her türlü nimetten daha fazla gözünü aydın eder, kalbini hoş eder. Çünkü bunda bir tazim ve onurlandırma vardır. Hadis, cennetliklere verilen nimetin üstünde başka bir nimet olmadığı ifade edilmektedir. "Senin oğlun elbette firdeus cennetindedir." Firdevs cennetinden burada maksat cennetin en üstün ve yüce makamlarından biri olduğudur. "Men kibei'l-kafir." Bu, pazıyla omuzun birleştiği yer yani omuz arasıdır. "Kafirin iki omuzu arası süratli bir süuari yürüyüşüyle üç günlük mesafedir." İbnü'l-Mübarek'in Zühd Bölümünde Ebu Hureyre'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Kıyamet günü kafirin dişi, Uhud'dan daha büyük olacaktır. Kafirin dişleri onlarla cehennem dolsun ue azap görsünler diye büyütülecektir." Bu hadisin isnadı sahihtir. Ravi bunu Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediğini belirtmemiştir, fakat ifade hükmen merfudur. Zira böyle bir hükmü akıl yürüterek, düşünce ile söylemek mümkün değildir. Haberin baş tarafını Müslim başka bir senedIe Ebu Hureyre'den merfu olaraknakletmiş ve şu farklı cümleyi kuııanmıştır: "Kofirin cildinin kalınlığı üç günlük mesafe kadar olacaktır." (Müslim, Cenne) Bezzar'ın bir üçüncü isnadla ve sahih bir senedIe Ebu Hureyre'den yaptığı nakilde ise şöyle denilmektedir: "Kofirin cildinin kalınlığı ve kesafeti Cebbar arşınıyla kırk iki arşın olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, II, 234, 537; Hakim, el-Müstedrek, IV, 637) Bu haberi Beyhaki nakletmiş ve "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ifade ile yani Cebbar kelimesi ile korkutmayı kastetmiştir dedikten sonra bununla sözkonusu arşının büyüklüğüne işaret olsun diye zorbalardan herhangi birini kastetmiş olma ihtimali de vardır demiştir. İbnü'I-Mübarek'in Zühd Bölümünde Ubeyd b. Umeyr'in naklettiği sahih ve mürsel bir hadiste "Kofirin cildinin kalınlığı yetmiş arşındır" ifadesi yer almaktadır. Bu miktarlardaki farklılık öyle anlaşılıyor ki kafirin cehennem ateşindeki gördüğü azabın farklılığı şeklinde yorumlanmıştır. Kurtubi el-Müfhim'de şöyle der: Kafirin vücudunun cehennem ateşinde büyütülmesi, azabının büyük olması ve eleminin kat kat olması amacıyladır. Kurtubi şöyle devam eder: Bu, bazıları için geçerlidir. Çünkü bir başka hadis şöyle der: "Böbürlenenler kıyamet günü mahşere erkek kılığında kannca şeklinde geleceklerdir. Onlar cehennemde bulunan ve adına bulus denilen bir hapse sevkedileceklerdir. "(Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyame; Ahmed b. Hanbel, ıı, 179) Kurtubi şöyle der: Kafirlerin cehennemde azablarının birbirinden farklı olacağında hiç şüphe yoktur. Nitekim bu kitap ve sünnetten anlaşılmaktadır. Çünkü biz kesin olarak biliyoruz ki Nebileri öldüren, Müslümanları katleden, yeryüzünde fesat çıkaran kimselerin azabları sadece küfre sapmış ama Müslümanlara iyi muamele de bulunan bir kafirle aynı derecede olmayacaktır. "La yaktauha= yine de onu kat edip bitiremez." Yani onun daııarından yere doğru eğilen en son dala ulaşamaz. "Evi'l-mudammer" talimli. Bu kelimenin açıklaması Cihad Bölümünde geçmişti. "el-Guref = köşkleri." Bu köşklerin nitelikleri hakkında Ebu Malik elEş'arl'nin naklettiği merfu bir hadiste Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demektedir: "Cennette öyle köşkler vardır ki dışından içi görünür." Bu hadisi Tirmizi ve İbn Hibban nakletmişlerdirsı "Şefaatle (bir kauim) ateşten çıkar." İbn Battal şu açıklamayı yapmıştır: Mutezile ve Hariciler günahkarlardan cehenneme konulmuş olan kimselerin çıkarılması noktasındaki şefaati inkar etmişlerdir. Onlar delil olarak "Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda uermez"(Müddessir 48) ayetiyle diğer ayetleri esas almışlardır. Ehl-i sünnet buna ayetin kafirlerle ilgili olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir ve Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şefaat edeceğine dair mütevatir hadisler geldiğini ifade etmişlerdir. Ehl-i sünnetin görüşünün isabetliliğini "(Böylece) Rabbinin seni Makam-ı Mahmud'a göndereceğini umabilirsin"(İsra 79) ayeti göstermektedir. Çoğunluk, bu ayette yer alan "Makam-ı Mahmud"dan maksatın şefaat olduğunu söylemiştir. Taberi'nin görüşü şudur: Tevil alimlerinin çoğunluğuna göre "Makam-ı Mahmud" Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mahşer halkını içinde bulundukları sıkıntıdan rahata erdirmek için duracağı yerdir. Taberi bundan sonra bir çok hadise yer vermiştir ki bunların bazılarında bu görüş açıkça belirtilirken, bazıları bunun mutlak şefaat olduğunu söylemişlerdir. Bu hadislerden birisi Selman'ın naklettiği şu hadistir: 'Ililah da ona ümmetine şefaat etme yetkisi uerir. İşte bu Makam-ı Mahmud'dur. "(EbuYa'la, Müsned, VI, 210) Bizim bu konudaki kanaatimiz şudur: Tercih edilen görüşe göre Makam-ı Mahmud'dan maksat, şefaattir. Fakat Makam-ı Mahmud konusunda zikredilen hadislerdeki şefaat iki çeşittir: Birincisi ilahi yargının başlaması konusundaki genel şefaattir, ikincisi günahkarların cehennemden çıkarılması noktasındaki şefaattir. Nevevi Kadı lyaz'a uyarak şöyle demiştir: Şefaat beş çeşittir. Bunlardan birincisi mahşer yerindeki korkudan rahatlatma, ikincisi bazı kimseleri sorgusuz sualsiz cennete koyma, üçüncüsü inceden inceye hesaba çekilip, azabı hak eden bazı kimseleri azab edilmeyecekler zümresine katma, dördüncüsü asilerden cehenneme atılanları oradan çıkarma, beşincisi dereceleri yükseltme .. Şefaatin birinci çeşidine onyedinci hadisi açıklarken dikkat çekilecektir. Şefaatin ikinci çeşidinin delili Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Ümmetim ümmetim!" şeklindeki yakarmasına Cenab-ı Hakkın "Ümmetinden üzerinde hesap olmayanlan cennete koy" şeklindeki emridir. İfade bu şekilde aktarılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bunun delili Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hesapsız olarak cennete girecek yetmişbin kişiden daha fazlasını istemesi ve bu isteğinin kabul edilmesidir. Bunun açıklaması bundan önceki bölümde ilgili hadis açıklanırken geçmişti. Şefaatin üçüncü çeşidi Müslim' de yer alan Huzeyfe hadisindeki şu ifadedir: "Sonra Nebiiniz sıratın üzerinde durur ve 'Ya Rabbı Sıratın zararından ve afetinden bizi uzak kıl' der. "(Müslim, İman) Bunun başka delilleri de vardır. Bunları onyedinci hadisi açıklarken zikredeceğiz. Şefaatin dördüncü çeşidini de geniş geniş zikretmiştik. Şefaatin beşinci çeşidinin delili Müslim'de yer alan Enes hadisindeki şu ifadedir: "Ben cennette ilk şefaat edici olurum. "(Müslim, İman) Kendileriyle karşılaştığımız bazı kişiler hadisi bu şekilde aktarmışlardır. Bu hadisin şefaatin beşinci çeşidine deIilolması, cennetin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şefaatinin gerçekleşeceği mekan olmasındandır. Bizce bu açıklama tartışılır. Çünkü ben cennetin Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendine mahsus olan ilk şefaatinin mekanı olacağını açıklayacağım. Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem oradaki talebi ameli yüksek dereceye eremeyen kimselere o derecelere ermesi için şefaat talep etmesidir. Nevevi er-Ravda isimli eserde dayanağını zikretmeyerek bu şefaatin Hz. Nebi'e mahsus özelliklerden olduğuna işaret etmiştir. Kadi İyad bir altıncı şefaat çeşidine işaret etmiştir. Bu da amcası Ebu Talib'in azabının hafifletilmesidir. Nitekim buna ondördüncü hadis açıklanırken değinilecektir. "Şefaatle ateşten sanki searfr gibi çıkarlar." Bu kelimenin tekili su'rur'dur. "ed-Değabis"tir. İbnü'l-Arabi, searir küçük acurlardır demiştir. Ebu Ubeyde de aynısını söylemiş ve se harfi yerine şın harfi ile telaffuz edileceğini belirtmiştir. Ravinin Amr b. Dinar'ın dişleri düşmüştü. Onun için kelimeyi se He söyleyecek yerde şın harfi ile telaffuz etmişti demesinin sebebi bu olsa gerektir. "Değabis" hakkında Asmai şöyle demiştir: Sumam denilen bitkinin köklerinde biter, kuşkonmaz otuna benzer, soyulur, sonra zeytinyağı ve sirkeye batırılarak yenilir. Bir Uyarı: Bu benzetme cehennemden çıkanların bitki gibi bittikten sonraki niteliklerine dairdir. Cehennemden ilk çıktıklarında onlar -bundan sonraki hadiste geleceği üzere- kömür gibi kapkara olacaklardır. "Ahmasa." Ahmas yere temas etmeyen demektir ki yürüme esnasında ayağın yere temas etmeyen çukur kısmı demektir. "bakır tencere ve dar boğazlı olup içinde su ısıtılan kumkuma adındaki madeni kabın kaynaması gibi kaynayacaktır." Hadis metninde geçen "el-mircel" bakır tencere demektir. "el-Kumkum" aktarların kullandıkları meşhur kaptır. Bazıları bunun dar boğazlı, içinde su kaynayan bir kap olduğunu söylemişlerdir ki bakırdan veya başka şeyden yapılabilir. Kadi İyad "kema yağli'l-mircelü ve'l-kumkumu" demiştir. "Umarım ki benim şefaatim kıyamet gününde amcama fayda uerir." 'I'\rtık şefaatçilerin şefaati onlara fayda uermez"(Muddessir 48) ayet-i kerimesinin yanında Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Şefaatim fayda uerir" ifadesi, anlaşılması zor ve problemli görülmüştür. Buna şöyle cevap verilmiştir:Şefaatin fayda vermesi, Hz. Nebie mahsus bir özelliktir. Bundan dolayı onu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in özellikleri arasında saymışlardır. Bazılarına göre bu ayetteki "fayda verme" hadisteki "fayda verme"den başkadır. Ayette "fayda verme" den maksat cehennE!mden çıkarmak, hadisteki "fayda verme"den maksat ise azabı hafifletmektir. Kurtubi bu açıklamayı kesin bir dille ifade etmiş, şöyle demiştir: Bence bunun açıklaması şudur: Kafirler hakkında şefaat, onlar hakkında hiç kimsenin şefaatte bulunamayacağına dair sadık haberin mevcut olmasından dolayı imkansızdır. Bu her kMir hakkında geneldir. Bu genel hükümden tahsis edileceklerine dair haber bulunanların bundan istisna edilmeleri mümkündür. Kurtubi şöyle der: Bazı düşünce ehli kimseler bunu şöyle yorumlamışlardır: KMirin azaptan olan karşılığı onun küfrüne ve masiyetinedir. Allahu Teala'ın bazı kafirlerin bazı masiyetlerinin cezasını kMire sevap vermek için değil, şefaat edenin kalbini hoş tutmak için kaldırabilir. Çünkü kMirin hasenatı, kMir olarak öldüğü için boşa gitmiştir. Müslim'in Enes'ten nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kafire gelince, ona dünyadaki hasenatı uerilir. Ahirete gittiğinde artık hiçbir hasenesi yoktur. "(Müslim, Sıfatu'l-Münafikin "Lestu hünaküm = ben buna ehil değilim." Kadı lyaz şöyle demiştir: "Lestu hunaküm" cümlesi, onun mertebesinin kendisinden talep edilen mertebeden daha aşağı olduğunun kinayeli bir anlatımıdır. İlgili Nebi s.a.v. bu cümleyi tevazu olsun diye ve kendisinden istedikleri şeyin büyük olduğunu vurgulamak için söylemiştir. Kurtubi şöyle der: Bu cümle "(Benden şefaat etme- . mi istediğiniz) bu makam, bana ait değil, bir başkasına aittir" şeklinde bir anlama işaret olabilir. Biz de şunu ekleyelim: Ma'bed b. Hilal'in rivayetinde "O Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ben buna ehil değilim diyecektir." Huzeyfe'nin rivayetinde ise "Ben bunun sahibi değilim" diyecektir. Bu, sözkonusu işareti teyit etmektedir. "Yezkuru hatıetehu = hatasını zikreder." Bu cümle Müslim'de işlemiş olduğu hatasını zikreder şeklindedir.(Müslim, İman) Hemmam'ın rivayetinde "O ağaçtan yediğinden söz eder. Halbuki ona yaklaşmak yasak edilmişti" cümlesi yer almaktadır. "Siz Nuh'a gidin der. Sonra onlar Nuh'a gelirler." Müslim'in rivayetinde bu cümle "Fakat onlar Allah'ın yeryüzüne gönderdiği ilk resulolan Nuh'a gelirler" şeklindedir. "Ben buna ehil değilim der ve işlediği hatadan söz eder ve Rabbinden o yüzden haya eder." Hişam'ın rivayetinde "Rabbinden hakkında bilgisi olmayan şeyi ister" cümlesi yer almaktadır. Ebu Hureyre'nin rivayetinde ise Nuh aleyhisselaın "Ben Rabbime bir duada bulundum ve yeryüzü suyla kaplandı" demiştir. Bununla bundan öncekini birbirinden şöyle ce cem ve telif etmek mümkündür: İbrahim aleyhisselaın Allahu Teala'tan iki sebepten özür dilemiştir. Bunlardan birisi Allah kendisine hakkında bilgisi olmayan şeyi istemesini yasaklamış ve o da mahşerde bulunanlara olan şefaatinin bu kabilden bir şeyolmasından korkmuştur. İkincisi ise onun kesin olarak kabul edilecek bir duası vardı. O bu duasını yeryüzündeki insanların aleyhine olarak kullandı ve şimdi (daha önce kesin olarak kabul edilecek duasını yaptığı için) şefaat talep ettiği takdirde bunun kabul edilmeyeceğinden korktu. "İbrahim'e gidin." Bu cümle Müslim'in rivayetinde "Fakat siz Allah'ın kendisini dost edindiği İbrahim'e gidin" şeklindedir.(Müslim, İman) "İbrahim 'Ben buna ehil değilim' der ve işlediği hatadan söz eder." Müslim'de bu cümle şu şekildedir: "O işlediği hatadan söz eder ve bundan dolayı Rabbinden haya eder." Ebu Bekir'in rivayet ettiği hadiste ise "Bu istediğiniz benim yanımda değildir" diyeceği nakledilir. Hemmam'ın rivayetinde ise "Ben üç kez yalan söylemiştim" şeklindedir. Şeyban kendi rivayetinde onun söylediği yalanları şöyle nakleder: "Bunlar 'Ben hastayım'(Saffat, 89) 'Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır'(Enbiya, 63) ve karısına söylediği 'Ona benim senin erkek kardeşin olduğumu söyle' cümleleridir. " Beyzeıvi şöyle demiştir: Gerçek şu ki bu üç cümlenin üçü de üstü kapalı ta riz şeklindeki ifadelerdir. Fakat şekli itibariyle yalan olduğu için İbrahim aleyhisselam böyle bir ifadeyi kullandığı halde -şefaat etme açısından kendisini küçük gördüğü için- bundan korkmuştur. Çünkü Allah'ı en iyi tanıyan ve mertebe itibariyle ona en yakın olan kimse, ondan en çok korku duyan kişidir. "Allahu Teala'ın kendisiyle konuştuğu Musa'ya gidin." Hemmam'ın rivayetinde bir de "Fısıldaşan kimse kadar kendisine yaklaştırdığı" cümlesi yer almaktadır. "Ona gelirler." Müslim'in rivayetinde "Musa'ya gelirler. Musa der ki" şeklindedir. Ebu Hureyre hadisinde ise rivayet şöyledir: "Ona 'Ya Musa! Sen Allah'ın Resulüsün. Allah risaleti ile ve seninle konuşmasıyla seni insanlara üstün kıldı. Bize şefaat et' derler." Musa da Adem'in dediği gibi söyler ve aynı cevabı verir, fakat sonunda "Ben öldürmem emredilmeyen bir kişiyi katlettim" der. "İsa'ya gidin." Müslim'in rivayetinde bu cümle "Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidin" şeklindedir. "Muhammed'e gidin. Allah onun geçmiş ve geri kalmış bütün günahlannı mağfiret buyurmuştur der." "Geçmiş günah"tan maksat, Nebilikten öncesi, "geri kalmış günah"tan maksat ise onun günahlardan korunmuşluğudur denilmiştir. Bir başkası ise "yanılarak veya tevilde bulunarak işlediği hatalardır" demişlerdir. Bir diğeri ise şöyle demiştir: "Geçmiş günah"tan maksat, Adem'in günahı, "geriye kalmış günah"tan maksat ümmetinin günahıdır. Bir başkasına göre bu cümlenin manası şöyledir: O bağışlanmıştır, günah işlese bile hesabı sorulmayacaktır. Bir başkası ise bundan başka demiştir. Bizim kanaatimize göre buraya en uygun olan mana dördüncüsüdür. "Ben Rabbimin huzuruna izin isterim." Hemmam'ın rivayeti "Rabbimin yurduna girmek için izin isterim ve bana izin verilir" şeklindedir. Kadi İyad ise "Şefaat konusunda bana izin verilir" demiştir. Ancak bu görüş şu şekilde tenkide uğramıştır: Daha önce geçen ifadelerin zahirinden anlaşılan Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ilk izin isteği ve kendisine izin verilmesi, Dar'a yani cennete giriş esnasındadır. Oranın Allah'a izafe edilmesi şereflendirme izafesidir. Nitekim "Vallahu yed'(i ila dari's-selam = Allah kullannı esenlik yurduna çağınyor"(Yunus 25) cümlesi de bu kabildendir. Burada "es-selam" kelimesinden maksat, Allah'ın ism-i azamıdır. Bu, Allah'ın esma-i hüsnasındandır. Bazılarına göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bulunduğu mekandan daru's-selama intikal etmesindeki hikmet şudur: Mahşerde bekleme alanı, arz ve hesaba çekilme makamı olduğu için bir korku ve ürperme mkanıdır. Şefaat eden zatın makamı ise bir ikram ve onurlandırma makamının ise olması uygundur. Buradan hareketle dua için şerefli bir mekanın araştırılması hoş olmuştur. Çünkü orada dua, kabule daha yakındır. Biz de şunu ekleyelim: Hadisin rivayet yollarından birinde mahşerde bulunanların talepleri arasında cennet kapısının açılması talebi de vardır. Müslim'in Sahih'inde yer alan bir rivayete göre cennetin kapısının açılmasını isteyecek ilk kişi, Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olacaktırM Müslim'de yer alan Ali b. Zeyd'in Enes'ten yaptığı rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben cennet kapısının halkasını elime alır ve çeviririm. Bana 'Kimdir ..... denilir. Ben 'Muhammed' derim ve bana kapıyı açarlar, hoş geldin derler ve ben hemen secdeye kapunınm" demiştir.(Tirmizi, Tefsir) Müslim'de Sabit'in Enes'ten nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem aynı olayı şöyle anlatmıştır: "Cennetin bekçisi 'Kimdir o;::>' diye sorar. Ben 'Muhammed' derim. Cennetin bekçisi 'Senden dolayı daha önce bu kapıyı hiç kimseye açmamam emredildi' der. "(Müslim, İman) "Sonra şefaat ederim." Ma'bed b. Hilal'in rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Rabbi ümmetim! ümmetim! ümmetim' derim" demiştir. "Benim için bir sınır tayin buyurur." Allah benim için şefaatin her aşamasında durmam gereken bir sınır tayin eder ve ben o sınırı geçmem. Mesela "Ya Rabbi! Cemaatle namazı ihlal edenler hakkında senden şefaat dilerim" derim. Sonra namazını ihmal edenler hakkında, içki içenler hakkında, zinaedenler hakkında sana şefaat dilerim derim. Ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu üslup üzere şefaat eder. Bunu Tıybi nakletmiştir. Haberin ifade akışının gösterdiği, bundan maksadın oradan çıkarılanların mertebelerinin salih amele göre birbirinden farklı olacağını vurgulamaktır. "Kur'an'ın hapsettikleri hariç." Katade bu cümleye gelince "Bunlar, üzerlerine hulCıd (ebedilik) vacib olanlardır" derdi. Ahmed b. Hanbel'de yer alan Said'in rivayetinde "Kur'an'ın hapsettikleri hariç" cümlesinden sonra Enes b. Malik'in rivayeti yer almaktadır. Buna göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "La ildhe illa'l-lah deyip, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığı kadar hayır olan kimse cehennemden çıkacaktır" buyurmuştur. Bu cümle, Hişam'ın hadisten ayırdığı kısım olup, açıklaması İman Bölümünde başlı başına geçmişti. Ma'bed b. Hilal'in Enes'ten, Hasan-ı Basri vasıtasıyla Enes'e dayandırdığı rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Sonra dördüncü kez ayağa kalkar ve 'Ya Rabbi! La ildhe illailah diyenler hakkında bana izin ver' derim. Rabbim de bana senin böyle bir iznin yoktur buyurur" demiştir. Enes bundan sonra hadisin onların cehennemden çıkarılmaları ile ilgili olan kalan kısmını nakleder. Bazı bid'atçiler, asilerden cehenneme girenler bir daha oradan çıkmayacaktır şeklindeki iddialarını ispat ederken bu hadise dayanmışlardır. Çünkü onlar ayetten de "Artık kim Allah ve Resulüne karşı gelirse bilsin ki ona (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi uardır"(Cin 23) ayetini delil olarak almışlardır. Ehl-i sünnet buna ayetin kaHrler hakkında indiğini söyleyerek cevap vermiştir. Ehl-i sünnete göre ayetin bundan daha genelolduğunu kabul etsek bile tevhid ehli kimselerin özellikle cehennemden çıkarılacakları sabittir. Ayette sözü edilen "ebedilik" şefaatçilerin şefaati gerçekleştikten sonra orada kalanlar hakkındadır ki bunlar merhamet edenlerin en merhametlisi Allahu Teala'ın kabzasıyla oradan çıkacaklardır. Bu mesele bundan sonraki hadisin açıklamasında gelecektir. Buna göre ayetteki "ebedilik" gelip geçici olur. Kadi İyad şöyle demiştir: Nebilerin -hadiste her birine dair örneklerin zikredildiği gibi- hata işlemelerinin mümkün olduğunu söyleyenler bu hadise dayanmışlardır. Kadi İyad meselenin ashna şöyle cevap vermiştir: Nebilerin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduktan sonra kaHrlikten korunmuş (ismet) oldukları noktasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Sahih olan görüşe göre Nebilikten önce de kaHrlikten korundukları esastır. Yukarıda zikri geçen açıklamaya uygun olarak onların büyük günah işlemekten korundukları hakkındaki hüküm de böyledir. Yapanı ayıplayan küçük günahlar da büyük günahlara katılmıştır. Söz açısından tebliği zedeleyen her türlü şeyler de bu kategoridedir. Bilginler fiil açısından Nebilerin hata edip etmeyecekleri noktasında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları unutmaya varıncaya kadar bunun mümkün olmadığını söylemişlerdir. Çoğunluk ise Nebilerin yanılabileceklerini söylemişler, fakat bunun süreklilik arzetmediğini belirtmişlerdir. Bilginler, Nebilerin bu sayılanlar dışında küçük günah işleyip, işlemeyecekleri konusunda ihtilaf etmişlerdir. Düşünceye yer veren bilginlerden bir grup, onların mutlak olarak bu gibi küçük günahlardan da masum oldukları kanaatine varmışlar, bu konudaki ayet ve hadisleri çeşitli tevillerle tevil etmişlerdir. Bu tevillerden birisi şudur: Nebilerden sad ır olan şeyler ya bazılarının tevili veya yanılması ya da bir izne dayanır. Fakat onlar bunun kendi Nebilik makamlarına uygun düşmemesinden endişe etmişler, bunun neticesi olarak hesaba çekilmekten veya kınanmaktan korkmuşlardır. Kadi İyad bu konudaki görüşlerin tercihe en uygun olanının bu olduğunu söylemiştir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Büyükten önemli bir şey isteyen istemeden önce o şah sı en güzel nitelikleriyle, en şerefli meziyetleriyle anmahdır. Bu, istediği şeyin verilmesi için en etkili yoldur. 2- Kendisinden bir şey istenen, istenilen şeyi vermeye gücü yetmediği takdirde kabule değer bir şeyle özür diler ve bunu mükemmel şekilde yapabileceğini zannettiği kişiyi gösterir. Çünkü bir hayra yol gösteren onu yapmış gibidir. Ayrıca o gösterdiği kişiyi buna ehil olduğu vasıflarla över. Bu, yapamayacağına dair mazeretinin kabulü için en iyi yoldur. "Ve ikisi arasını" güzel "bir koku do/dururdu." Said b. Amir'in hadisinde bu cümle "Muhakkak yeri misk kokusu do/dururdu" şeklindedir. "Dünyada iken kötü amel yapmış olduğu takdirde cehennemdeki yeri kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir." Yani kötü bir amel -bu da küfürdür- işlemiş olduğu ve cehennemlikten olduğu takdirde cehennemdeki yeri kendisine muhakkak gösterilecektir. "Li yezdade şükran = Şükrünün artması için" yani sevincinin ve rızasının artması için. Allahu Teala bu sevinç ve hoşnutluğu onun lazımı ile ifade etti. Çünkü bir şeye razı olan bunu kendisine yapana teşekkür eder. "Habven = emekliye emekliye" yani "zahfen = sürünerek" demektir. Bu iki kelime hem vezin ve hem de mana itibariyle aynıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Bir defasında birtakım insanlar: "Ya Resulallah' Kıyamet gününde biz Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Önünde görmeye engel hiçbir bulut yokken güneşi görmeniz hususunda itişip kakışma suretiyle herhangi bir sıkışıklığa düşer misiniz?" diye sordu. Sahabiler "Hayır ya Resulallahı" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tekrar: "Önünde engel hiçbir bulut yok iken ayın ondördüncü gecesi onu görme hususunda itişip kakışma suretiyle herhangi bir sıkışıklığa uğrar mısınız?" diye sordu. Sahabiler "Hayır ya Resulallah!" deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: "İşte sizler onu kıyamet gününde muhakkak böyle apaçık, sıkışmaksızın göreceksiniz. Allah bütün insanlan bir araya toplayacak ve: 'Her kim her neye tapıyar idiyse onun ardına düşsün!' buyuracak. Artık güneşe tapmakta olan güneşin ardına düşer, ay'a tapmakta olan ay'ın ardına düşer, tağutlara tapmakta olanlar onların ardına takılıp gider. Yalnız bu ümmet, içlerinde münafıkları da olduğu halde yerinde durup kalacaktır. Allah onlara önce tanıdıklarından başka surette gelip 'Ben sizin Rabbinizimi' buyuracak. Onlar 'Biz senden Allah'a sığınırız. Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır, Rabbimiz bize geldiğinde biz onu tanırız!' diyecekler. Allah onlara bu defa da tanıdıkları surette gelip 'Ben sizin Rabbinizim!' buyuracak. Onlar da 'Sen bizim Rabbimizsin' diyecekler ve ona tabi olacaklar ve cehennem köprüsü kurulur." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: "(Ümmetini onun üstünden) en önce geçirecek ben olacağım. O gün resullerin duaları 'Allahumme! Sellim sellim (= ya Allah selamet ver, selamet ver) , den ibaret olacaktır. Sırat köprüsünde Sa'dan dikenlerine benzer birçok çengeller vardır. Siz Sa'dan dikenlerini gördünüz mü?" Sahabiler "Evet görmüşüzdür ya Resulallah!" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem devamla dedi ki: "İşte bu çengeller Sa'dan dikenlerine benzerler. Ancak şu var ki ne kadar büyük olduklarını yalnız Allah bilir. İşte bu çengeller insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimi kötü ameli sebebiyle helak olur, kimi yere çalındıktan sonra kurtulur. Nihayet Allah Teala kulları arasında hüküm ve adaletini tamamlayıp sırf ilahi rahmeti olarak cehennem ehlinden dilediklerini cehennemden çıkarmayı irade ettiğinde meleklerine, ilahi rahmete nailiyetleri murad olunanlardan Allah'a bir şey ortak edinmemişleri 'La ilahe illallah' diye şehadet etmişleri cehennemden çıkarsınlar diye emir buyuracaktır. Melekler bunları cehennemde üzerlerindeki secde izleri, alametleriyle tanıyıp çıkaracaklardır. Allah Adem oğlundan secde eserini yemeyi ateşe haram kılmıştır. Melekler onları ateşten kavrulup kapkara olarak çıkaracaklardır. Sonra üzerlerine hayat suyu denilen bir su dökülecek ve sel uğrağında biten yabani reyhan tohumları nasıl çabuk biter/erse (yeniden) öyle biteceklerdir ve onlardan yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki o 'Ya Rab! Beni şu ateşin kokusu zehirleyip duruyor, yalını beni yakıp duruyor, benim yüzümü bu ateşten döndür!' diyecek. O kimse mütemadiyen yüzünü ateşten çevirmesi için Allah'a dua edip duracak. Sonunda Allah ona 'Senin istemekte olduğun şeyi sana verirsem ondan başka bir şey daha istemen olacak mı?' buyuracak. O kul 'İzzetine yemin ederim ki, senden ondan başkasını istemem!' diyecek. Allah onun yüzünü ateşten döndürecek. Sonra bunun ardından o kul 'Ya Rab! Beni cennetin kapısına yanaştır!' diyecek. Allah 'Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine azmedip, kesin söz vermiş değil miydin? Yazık sana ey Ademoğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz, ahdine vefa etmez kişisin!' buyurocak. O kul Allah'a devamlı dua edip durocak. Allah 'Bu isteğini sana verirsem, ondan .. başkasını ister misin?' buyuracak. O kul 'Hayır! İzzetine yemin ederim ki ondan başka bir şey istemem!' deyip, ondan başka hiçbir şey istemeyeceğine dair Allah'a birçok ahidler ve misaklar verecek. Bunun üzerine Allah onu cennetin kapısına yaklaştıracak. O kimse cennet kapısından yanaşıp da ondaki güzellik/eri görünce Allah'ın dilediği kadar bir müddet sükut edecek. Sonra 'Ya Rab! Beni cennetin içine girdir!' diyecek. Sonra Allah da 'Sen ondan başka hiçbirşey istemeyeceğine kesin söz vermiş değil miydin? Yazık sana ey Ademoğlu! Sen ne sözünde durmaz kimsesin!' buyuracak. O da 'Ya Rab beni mahlukatının en bedbahtı kılma' diyecek ve bu söz üzerine dua ve niyazını tekrar ede ede nihayet Allah Teala ona gülecek. Allah ona gülünce de o kimseye cennete girmesine izin vermiş olacaktır. Cennete girdiği zaman da o kul'a 'Filan şeyden temenni etI' denilir. O da temenni eder, sonra ona 'Filan şeyden de temenni et' denilecek. O da uzun uzun temennilerde bulunacak. Nihayet bütün temennileri kesilince Allah Teala ona 'Bunların hepsi ve bir o kadar dahası da hep senindir!' buyurocaktır." Ebu Hureyre dedi ki: Bu kimse, cennet ehlinin cennete en son girecek ferdidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ata dedi ki: Ebu Hureyre bunu rivayet ederken Ebu Said el-Hudrl'de Ebu Hureyre'nin beraberinde oturuyor ve Ebu Hureyre'nin dediklerinden hiçbir şey değiştirmeye lüzum görmüyordu ta "Bunların hepsi senin ve bir o kadar dahası da hep senindir" sözüne gelince Ebu Said, Ebu Hureyre'ye: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve SellemIden "Bunların hepsi ve daha on misli de senindir buyuracaktır" derken işittim dedi. Ebu Hureyre de ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den yalnız "Bunlar ve beraberinde bir misli daha senindir" buyurduğunu ezberledim, dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sıratın cehennem köprüsü olduğu." Yani sıratın Müslümanlar üzerinden geçip cennete gitsinler diye cehennem üzerine kurulan köprü olduğu. "Hel tudarrCıne" yani çekişerek, mücadele ederek ve birbirinizi sıkıştırarak kimseye zarar veriyor musunuz ve kimse de size zarar veriyor mu? Bu kelime "ra" harfi şeddelenmeden de rivayet edilmiştir. Bu takdirde fiil zarar anlamına gelen "ed-dayr" kökünden türemiş olur. Buna göre mana, kimse kimseye muhalif olup da onu yalanlıyor, onunla çekişiyor ve böylece ona zarar veriyor mu demektir. Fiilin kullanımı "darahCı, yadiruhCı" şeklindedir. Bazılarına göre bu fiilin manası bir diğer rivayette olduğu gibi sıkıştırıyor musunuz demektir. "TeravnehCı kezalike =onu böyle apaçık göreceksiniz." Vurgulanmak istenen "görme"nin net, kuşkunun olmadığı, meşakkatin ve birbirine düşmnin bulunmadığı görmeye benzetilmesidir. Nevevi şöyle demiştir: Ehl-i sünnet mezhebine göre müminlerin Rablerini görmeleri mümkündür. Mutezile ve Hariei bid'atçiler ise bunun mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu, onların cehaletlerini gösterir. Kitap, sünnet, sahabelerle Ümmetin selefinin ahirette müminlerin Rablerini görecekleri yolundaki iemalarında birçok delil vardır. "Tağutlara tapmakta olanlar onların ardına takılıp gidecektir." Hadiste geçen "tevağit" "tağut" kelimesinin çoğuludur. Tağut, şeytan, put demektir. Kelimenin çoğulu, tekili, müzekkeri ve müennesi aynıdır. Nisa suresinin tefsirinde tağuta bir parça işaret edilmişti. Taberi şöyle der: Bence isabetli olanı şudur: TağCıt, Allah'tan başkasına ibadet olunan ve Allah'a karşı azgınlık edip, haddi aşan her şeydir. Bu da ya onun kendisine ibadet edene galebe çalmasıyla ya da ibadet edenin itaatiyiedir. Bu tapılan varlık insan olabileceği gibi şeytan veya hayvan ya da cansız bir varlık olabilir. Taberi şöyle devam eder: Onların kıyamet günü bu tağCıtların ardına düşmeleri, onlara inanmaya devam etmelerinin cezasıdır. TağCıta tapanların onların peşinden gitmeleri, istemeseler bile zorla cehenneme sürüklenmeleri için de olabilir. Ebu Said el-Hudrl'nin Tevhid Bölümünde nakledilen hadisinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demektedir: "Haç ehli haçlarıyla, putperestler putlarıyla, her ilaha tapanlar ilahlanyla birlikte gideceklerdir." Burada şeytan ve benzeri tapılmaktan hoşnut olan bir varlığa veya cansız bir nesneye ya da hayvana tapanların bu hükme dahilolduklarına işaret edilmektedir. Melekler ve Mesih İsa gibi tapılmaktan hoşnut olmayanlar ise böyle değillerdir. "Yalnız bu ümmet kalacaktır." İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: "Ümmet" kelimesinden maksat Muhammed ümmeti olabileceği gibi, bundan daha geniş olarak yorumlama imkanı da vardır. Bu takdirde cinler dahil bütün tevhid ehli, ümmet kavramına girer. Hadisin devamındaki itaatkar veya günahkar olup, Allah'a ibadet eden herkesin yerinde kalacağını ifade eden cümle de bunu göstermektedir. Bizce söz konusu hüküm, hadisin devamındaki "Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek ben olacağım" cümlesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu cümlede, diğer Nebilerin Hz. Nebilden sonra kendi ümmetierini sırattan geçireceklerine işaret edilmektedir. "Onlara 'Yalan söylediniz' denilir." İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadisten münafıkların dünyada yaptıkları gibi -kendilerine fayda verir umuduyla- müminlerle birlikte geri kalacakları ifade edilmektedir. Münafıklar bunun kendileri için devam edeceğini zannetmektedirler. Oysa Allahu Teala müminleri alınlarındaki beyazlık (ğırra) ve ayaklarındaki akseki (tahdı) ile ayıracaktır.' Zira münafıkta ne ğırra, ne de tahdl olacaktır. Biz de şunu ekleyelim: Gırra ve tahdlin Muhammed ümmetine mahsus olduğu sabittir. Bu münafıkların ayrılma meselesine daha yakından bakacak olursak, onlar ğırra ve tahdie sahip olduktan sonra secdeye muafık olamayarak ve nuriarı söndürülmek suretiyle müminlerden ayrılacaklardır. Bir ihtimale göre ise ğırra ve tahdie sahip olacaklar, sonra nurun söndürülmesi esnasında bunlar kendilerinden alınacaktır. "Allah onlara evvelce tanıdıklanndan başka bir surette gelecektir." İbnü'lArabi şöyle demiştir: Onların bu esnada (Allah'a) sığınmaları bunun istidrac olduğuna inanmalarındandır. Çünkü Allah kötü bir şeyi emretmez. Batıla ve batıl taraftarlarına uymak çirkin şeylerdendir. Bundan dolayı Sahih'te şöyle bir ifade yer alır: "Allah onlara tanımadıkları bir surette gelir. Bu, batıla tabi olanlara uyma emridir. Bundan dolayı 'Rabbimiz geldiğinde biz onu tanırIZ' derler." Bunun manası Rabbimiz bize bildiğimiz hak sözü söyleyerek geldiğinde biz onu tanırız demektir. İbnü'l-Cevzl'ye göre hadisin manası şudur: Allah onlara kıyamet gününün korkunçluğuyla ve dünyada mislini tanımadıkları şekliyle meleklerin suretinde gelir. Onlar da bu durumdan (Allah'a) sığınırlar ve şöyle derler: Rabbimiz gelseydi biz onu tanırdık yani Rabbimiz bize tanıdığımız lütfuyla gelseydi biz onu tanırdık. Bu Allahu Teala'ın "İncikten açılır"(Kalem 42) ifadesiyle anlattığı durumdur ki "incikten açılmak" işlerin güçleşmesi demektir. Kurtubi şöyle demiştir: Bu, kullarından murdar olanları temizlerden ayırması için Allahu Teala'ın onları imtihan ettiği korkunç bir durumdur. Şöyle ki münafıklar dünyada iken olduğu gibi, orada da mümkün olduğu zannıyla kendilerinin de müminlerden olduğunu iddia ederek onlarla birlikte karışık olarak geri kaldıklarında Allah onlara korkunç bir şekilde gelmek suretiyle kendilerini imtihan eder ve onların tümüne "Ben sizin Rabbinizim" der. Müminler Rablerine inkarla cevap verirler. Çünkü onlar Allahu Teala'ı daha önceden tanımaktadırlar ve onun bu suretteki niteliklerden uzak olduğunu bilmektedirler. Bundan dolayı "Senden Allah'a sığınırız. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız" derler. Hatta bazıları az kalsın dönecek hale gelir yani ayağı kayıp da münafıkların düşündüğü gibi düşünecek duruma gelir. Kurtubi şöyle der: Bunlar alimler arasında kökü ve kökeni olmayan bir zümredir. Herhalde bunlar hakka inanıp, basiretsizce onun etrafında dönenlerdir. Hattabi'nin düşüncesi ise şöyledir: Allah'ın bu görülmesi, onlara onurlandırma ölsun diye cennetteki görülmesinden farklı olacaktır. Çünkü bu imtihan içindir. Diğeri onların onurunu arttırmak içindir. Nitekim "el-hüsna ve ziyade = güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır"(Yunus 26) ayetindeki "bir de fazlası" bu şekilde tefsir edilmiştir. Hatta.bi şöyle devam eder: Mahşer yerinde imtihanın yapılmasında herhangi bir problem yoktur. Çünkü mükellefiyetierin izleri, ancak cennete veya cehenneme yerleştikten sonra kesilir. Kurtubi sözüne devamla der ki: Burada şöyle denebilır: Allahu Teala'ın ilk başta kendisini onlardan gizlemesi, aralarında kendisini görmeye layık olmayan münafıkların bulunmasındandır. Onlar müminlerden ayrılınca aradaki perde kaldırılır ve müminler o zaman "Sen bizim Rabbimizsin" derler. Bizim kanaatimiz ise şu yöndedir: "Bize kendisini tanıtınca onu tanırız" ifadesi ve onun teviliyle ilgili söylediklerimiz göz önüne alındığında problem ortadan kalkmaktadır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki: 'Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek ben olacağım'" Şuayb'ın rivayetinde "men yüCızu" cümlesi "yucevvizu bi ümmetihi" şeklindedir. Asmai şöyle demiştir: "Caze'l-vadiye" vadide yürüdü, "ecazehCı" vadiyi yürüyüp kat etti demektir. Nevevi şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Sıratın üzerinden ilk geçecek ve onu kat edecek ben ve ümmetim oluruz. Arapçada "d'ize'l-vadiye ve ecazehu" vadiyi yürüyüp kat etti ve arkasında bıraktı demektir. "O gün Nebilerin duaları :4l/ahümme sel/im sel/im' şeklinde olacaktır." Bu cümle Şuayb'ın rivayetinde "ve la yetekellemu yevmeizin ahadun iIIe'rrusül =0 gün Nebilerden başka hiç kimse konuşmayacaktır" şeklindedir. İbrahim b. Sa'd'ın rivayetinde ise "Onunla ancak Nebiler konuşabilir. Nebilerin o günkü duaları :4l/ahumme! Sel/im, seiUm' şeklinde olur." Tirmizl'de yer alan el-Muğire hadisine göre Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müminin sırattaki şiarı 'Rabbi sel/im, sel/im = Allah'ım selamet ver, selam et ver' şeklindedir. "(Tirmizi, Kıyame) Bu ifadeden müminlerin şiarının bunu konuşacakları şeklinde olduğu sonucu çıkmaz. Tam tersine bunu müminlere selamet duası yapan Nebiler söylerler ve buna onların şiarı ismi verilir. Bu açıklamayla bu konudaki haberlerin tümü cem ve telif olmaktadır. Ebu Said hadisinde şöyle bir farklı ifade vardır: "Mümin (sırattan) göz açıp kapama hızında, şimşek gibi, rüzgar gibi, cins atlar ve develer gibi geçer." Huzeyfe ve Ebu Hureyre'nin birlikte rivayet ettikleri hadiste ise şöyle denmektedir: "Onların ilk zümresi şimşek gibi geçer, sonra rüzgar, sonra kuş ve hızlı koşan erkekler gibi geçerler. Onları sırattan amel/eri geçirir. "(Müslim, İman) . "Ve bihf kela/fb= Onun çengel/eri vardır." "Bihi''' kelimesindeki zamir, "slrat" yerine kullanılmıştır. Huzeyfe ve Ebu Hureyre'nin birlikte yaptıkları rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sıratın iki yanında asılı ve işaret edilen kimseleri yakalaması emredilen çengel/er vardır" diye haber vermiştir. Kadı Ebu Bekir el-Arabi' şöyle demiştir: Buradaki "çengeller" "Cehennem şehvetlerle kuşatılmıştır" şeklinde daha önce geçen hadiste işaret edilen şehevi şeylerdir. İbnü'I-Arabi' şöyle der: Şehvetler sıratın iki tarafına konmuştur. Her kim bunlara dalacak olursa cehenneme düşer. Çünkü şehvetler sırat köprüsünün insanı kapan çengelleridir. Huzeyfe hadisinde ise "Emanet ve sı la-i rahim gönderilir ve sıratın sağlı sol/u iki tarafında durur" (Müslim, İman) yani sıratın iki yakasında dururlar. Bu hadisin manası şudur: Emanet ve sıla-i rahim, şanları yüce, kullara riayeti gerekli olan hakkının büyüklüğü sebebiyle emanete riayet eden, etmeyen, akrabalarıyla ilişkisini koparan ve koparmayan herkes orada durdurulur. Bunlar, hak üzere olan adına mücadele ederken batıla sapanların aleyhine şehadet ederler. "Emanet" kelimesi ile "inna aradna'l-emanete ale's-semavati ve'l-ardi = Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik''(Ahzab 72) ayetinde geçen "emanet", "sıla-i rahim" den de "vetteku'l-lahellezi: tesaelune bihi: ve'l-erham = adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının"(Nisa 1) ayetinde yer alan "sıla-i rahim" kastedilmiş olabilir. Allah'ın emrine tazimde ve yarattıklarına şefkatte bulunmak da buna dahilolur. Sanki emanet ve sıla-i rahim, sırat-i müstakim, imanın ve dosdoğru dinin iki fıtratı olan İslamın iki yanına gizlenmişlerdir. "İşte bu çengeller insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar." ez-Zeyn b. el-Müni:r şöyle demiştir: Sözkonusu çengellerin Sa'dan dikenine benzetilmesi, insanları kapmaktaki hızı, kaçınma ve korunmaya rağmen ona taktlmanın çokluğu açısından benzetilmiştir. Böylece insanlara dünyada bildikleri ve doğrudan alıştıkları bir şeyle örnek verilerek temsili bir anlatım yapılmıştır. Sonra Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözkonusu benzetmenin bunların miktarları konusunda olmadığına işaret etmek üzere istisnada bulunmuştur. "Minhum el-muhardelu." Bunun manası sırat onları kurtuluşa erenlere katılmaktan alıkoyar demektir. Bazılarına göre "el-muhardel" yere çarpılmış demektir. İbnü't-Tıyn' u manayı tercih etmiş ve haberin ifade akışına bu daha uygundur demiştir. "Summe yencu = sonra kurtulur." İbn Ebi: Cemre şöyle demiştir: Bu cümleden sırattan geçecek olanların üç sınıf oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar herhangi bir sıyırık, tırmalama olmaksızın kurtuluşa erenler, ilk etapta helak olanlar ve bunların ortası olanlardır ki bunlar önce yara alırlar, sonra kurtuluşa ererler. Bu kısımlardan her biri de kendi aralarında tekrar kısımlara ayrılır. Böyle olduğu "bi kadri a'm6/ihim = amellerine göre" ifadesinden anlaşılmaktadır. "Mekdus" kelimesinin telaffuzu hakkında ihtilaf edilmiştir. Kelime Müslim'de yer alan bir rivayette (Müslim, İman) "mekdus" şeklinde yer alırken bazıları "mekduş" şeklinde rivayet etmişlerdir. "Mekduş", şiddetli bir şekilde sevk etmek demektir. "Mekdus" ise bir kısmı diğerine binen demektir. "Allah kulları arasında hüküm ve adaletini tamamladığında." İbn Ebi: Cemre bu cümleyi Allah'ın ilminde onlara merhamet edeceği vakit geldiğinde şeklinde tefsir etmiştir. Nevevi: şöyle der: Hadisin zahirine göre cehennem ateşi yedi secde organlarının tamamını yemeyecektir. Bunlar alın, iki el, iki diz, iki ayaktır. Ba,:ı alimler bunu kesin bir dille ifade etmişlerdir. İbn Ebi Cemre bu hadisten Müslüman olup namaz kılmayan bir kimsenin cehennemden çıkmayacağını, çünkü onun alnında ve ayaklarında alamet olmayacağını söylemiştir. Fakat bu hadis "Iem ya'melu hayran kattu = hiç amel işlememiş" ifadesinin genelliği dolayısıyla Allah'ın kabzasında çıkacak şeklinde yorumlanmıştır. "Yabani reyhan tohumları nasıl çabuk biterlerse (yeniden) öylece biteceklerdir. " İman bölümünde bu kelimenin yabani reyhan olduğu geçmişti. Kelimenin çoğulu "hibeb"dir. "Ff hamili's-seyl = sel uğrağında" yani selin getirdiği ince toprak üzerinde. İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Bu ifade onların yerden bitme hızlarına işaret etmektedir. Zira yabani reyhan tohumu, bitkilerin içerisinde en hızlı bitendir. Bir de sel artığında oldıı mu daha da hızlı biter. Zira sel artığında yumuşak çamurla birlikte selle birlikte gelen çerçöpün harareti bir araya gelir. "Bir kimse kalır." Bundan önceki başlık altında yer alan 22. hadisin açıklamasında cehennemden en son çıkacak kişiden söz edilmiş ve bu kişinin kefen soyucu olduğu belirtilmişti. Huzeyfe'nin naklettiği İsrailoğulları ile ilgili hadiste şu ifade yer almaktaydı: "Adamın biri kendi ameli hakkında iyi düşünmüyordu. Allesine '(Ölünce) Beni yakın' dedi." Bu hadisin son kısmında o kişinin "Kefen soyucu olduğu" yer almaktaydı Ahmed b. Hanbel, Ebu Avane ve başka kaynaklarda zikredilen Huzeyfe'nin Ebu Bekir'den naklettiği hadiste şu ifade yer almaktadır: "Sonra Allah 'Cehennemde herhangi bir am el yaptığı halde kalan var mı bakın?' diye emreder ve orada bir kişiyi bulurlar. Ona 'Hiç hayır işledin mi?' diye sorulur. O da 'Hayır! Ancak alışverişlerimde insanlara müsamaha ederdim' der." (Ahmed b. Hanbel, 1,4) "Şu ateşin kokusu beni zehirleyip duruyor." Hattabi şöyle demiştir: "Kaşabehu'd-duhan" duman boğazına doldu ve kişi onu yutmaya başladı demektir. "el-Kaşb" kelimesinin aslı yemeğe zehir katmak demektir. Kullanımı "kaşabehu" şeklindedir. Manası onu zehirledi demektir. Daha sonra bu fiil dumanla hoş kokunun zirveye çıkması anlamında kullanılmıştır. Nevevi şöyle der: "Kaşebeni" beni zehirledi, bana eziyet etti ve beni helak etti anlamınadır. Bu anlam dilbilimcilerin çoğunluğunun görüşünü yansıtmaktadır. Bizce Hattabi'nin görüşünün güzelliğini herkes fark edebilir. "Yalını beni yakıp duruyor." Hadis metninde geçen "zekauha" alevi çoktur, tutuşması ve yakıcılığı şiddetlidir anlamınadır. "Ya Rab' Ben İ mahlukatının en bedbahtı kılma!" Hadis metninde geçen "elhalk" kelimesinden burada maksat cennete girenlerdir. "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası da hep senindir!" Ebu Said Ebu Hureyre'ye 'Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den duydum ... ' demiştir.' Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Hadise göre bir şahsa hakikatı kavranamayan bir şeyle hitap etmek caizdir ve gerçeği kavranılmayan bu şeyi o kişinin anladığı simgelerle ifade etmek mümkündür. Ahirette olacak şeyler isimlendirme hariç dünyadakilere benzemez. 2- Mükellefiyet, kişi cennette veya cehennemde yerini almadıkça kesilmez. Mahşer yerinde emri yerine getirme ister istemez zorunlu olarak gerçekleşir. 3- Hadisten imanın fazileti anlaşılmaktadır. Zira münafık zahiren imanlı göründüğü için yüzündeki nur ve başka şeyler söndürülüp, müminlerden ayrılıncaya kadar dokunulmazlığı kendisinde kalmıştır. Sırat köprüsü olanca inceliğine ve keskinliğine rağmen Adem'den kıyamete kadar gelip geçmiş bütün mahlukatı içine alır. 4- Cehennem ateşi büyüklüğüne ve şiddetine rağmen yakılması emredilen sınırı aşmayacaktır. 5- Şefaat dilemek ancak günahkar için sözkonusudur gerekçesi ile bunu kabul etmeyenlerin aksine onu dilemek caizdir. Kadi İyad şöyle demiştir: Bu görüşü savunanlar daha önce açıklandığı üzere hesapsız bir şekilde ve bunun dışında cennete girme esnasında şefaatin olacağını gözden kaçırmışlardır. Bunun yanında aklı başında olan herkes, kendisinin kusurlu olduğunu itiraf ettiğine göre kusurundan dolayı af talebine ihtiyaç duyacaktır. Amel eden herkes de aynı şekilde amelinin kabul edilmeyeceğinden korku duyacak ve onun kabulü için şefaate ihtiyaç duyacaktır. Kadı Iyaz şöyle devam eder: Karşı görüşü ileri süren kimsenin bağışlanma ve rahmet duasında bulunmaması gerekir. Bu da selefin dualarında izledikleri yola aykırıdır. 6- Hadisten Allahu Teala'ı ahirette görmenin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. 7 - Bu ümmete mensup günahkar bir zümre ateşle azaba uğrayacak, sonra şefaat ve rahmetle oradan çıkacaktır. Ancak bazıları bu ümmet için böyle bir şeyin sözkonusu olmadığını söylemiş ve bu konuda gelen haberleri zorlama birtakım şeylerle tevil etmeye kalkışmışlardır. Oysa sarih naslar bunun sabit olacağı noktasında birbirini desteklemekte ve güçlendirmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben havuz başına sizden önce varacak olan öncünüzüm" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben sizin havuz üzerine ilk erişeninizim ve muhakkak orada benim yanımda sizlerden birtakım adamlar kaldırılacaklar, sonra onlar muhakkak benim önümden sürüklenecekler (de havuzdan uzaklaştınlacaklardır.) Ben 'Ya Rab! Onlar benim ashabımdır!' derim. Bana 'Sen onların senden sonra (dinde) ne bid'atler çıkardıklarını bilmezsin!' denilecektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Önünüzde bir havuz vardır ki (büyüklüğü) Cerba ile Ezruh arası gibidir" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Bişr ile Ata b. es-Saib'in Said b. Cubeyr'den nakillerine göre İbn Abbas "Kevser, Allah Teala'nın ona (Resulüne) ihsan buyurmuş olduğu çok hayırdır" demiştir. Ebu Bişr dedi ki: Ben Said b. Cubeyr'e "Birçok kimse, kevserin cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar" dedim. Bunun üzerine Said b. Cubeyr "Cennetteki o nehir de Allah Teala'nın ona ihsan buyurduğu hayırdandır" cevabını verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Amr'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Benim havuzum bir aylık yol genişliğindedir. Onun suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Her kim ondan içerse, o kimse artık ebediyyen susamaz
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz havuzumun sahası Eyle ile Yemen'in San'd şehri arasındaki mesafe gibidir. Muhakkak ki havuzda semanın yıldızları sayısınca ibrikler vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Ben cennette yürürken bir nehir gördüm. İki tarafında inciden oyulmuş kubbeler vardı. 'Ya Cibril! Bu nedir?' diye sordum. Cebrail 'Bu nehir Rabbinin sana vermiş olduğu kevserdir' diye cevap verdi. Gördüm ki onun toprağı -yahut kokusu- keskin ve temiz misk idi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Sahabilerimden (usayhabİ) birtakım insanlar muhakkak havuz başında benim yanıma.geleceklerdir. Nihayet ben onları görüp tanıdığım zaman onlar benim önümden çekilip götürüıürler. Ben 'Onlar benim ashabımdır!' derim. (Allah tarafından görevli melek) bana 'Sen onların senden sonra neler uydurduklarını bilmezsin ı' der
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ben sizin havuz başında öncünüzüm. Benim yanıma gelen ondan içer, ondan içen de ebediyyen susamaz ve muhakkak benim yanıma birtakım kavimler gelecekler ki ben onları tanırım, onlar da beni tanırlar. Sonra benimle onlann arasına bir perde konulur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hazim r.a. şöyle dedi: Ben bu hadisi kendilerine rivayet ederken bunu benden Numan b. Ebi Ayyaş işitti ve "Sen bu hadisi Sehl'den bu şekilde söylerken işittin mi?" diye sordu. Ben de "Evet, böylece işittim" dedim. Bunun üzerine en-Nu'man "Ben Ebu Said el-Hudri üzerine şehadet ediyorum ki muhakkak ben de ondan bu hadisi işitmişimdir. O bu hadiste şunları da ekleyerek Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu naklediyordu dedi ve hadisi nakletti: "Ben, 'Onlar bendendirier' derim. Bana 'Sen onlann senin ardından neler uydurduklannı bilmezsin' denilir. Ben de 'Benden sonra dinde değiştirme yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar!' derim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Kıyamet günü benim yanıma sahabilerimden bir zümre gelecek ve onlar benim havuzumdan geri döndürülüp kovulacaklardır. Ben de 'Ya Rab' (Onlar benim) sahabilerim!' derim. Allah 'Senden sonra onlann ne bid'atler ortaya Çıkarmış olduklan hakkında senin hiçbir bilgin yoktur. Muhakkak onlar arkalan üzere dönüp gerisin geri dinden çıkmışlardır' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Said b. el-Müseyyeb'in Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sahabilerinden birinden nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Havuz başına sahabilerimden birtakım adamlar gelecekler ve havuzdan uzaklaştınlıp kovulacaklardır. Ben de 'Ya Rab! Onlar benim sahabilerimdirı' derim. Bana 'Senin ardından onlann (dinde) çıkardıkları bid'atler hakkında senin hiçbir bilgin yoktur. Onlar arkalarına dönüp gerisin geri dinden çıkmış kimselerdir' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Ben (havuz başında) dikilip durduğum sırada bir zümre görürüm. Nihayet onları tanıdığım zaman benimle onlar arasından bir adam ortaya çıktı ve onlara 'Geliniz!' dedi. Ben de ona 'Bunları nereye götürüyorsun?' dedim. Melek: 'VAllahi cehenneme götürüyorum!' diye cevap verdi. 'Bunların hali, günahı nedir?' dedim. Melek 'Bunlar senin ardından kıçları üzerine dönüp (dinlerine) arkalarını çevirerek irtidad ettiler!' dedi. Sonra ben havuz başında bir zümre daha gördüm. Nihayet onları tanıdığım zaman yine benimle onlar arasından bir adam ortaya çıktı ve bu topluluğa 'Geliniz!' dedi. Ben de ona 'Bunları nereye götürüyorsun?' diye sordum. 'VAllahi ateşe götürüyorum' diye cevap verdi. 'Bunların günahı nedir?' dedim. O 'Senden sonra bunlar kıçları üzerine dönüpdinlerine arkalarını çevirerek gerisin geri dinden çıkmışlardır!' dedi. Ben havuza yaklaşıp da geriye çevrilenlerden hiç kimsenin cehennemden kurtulacağını sanmıyorum. Ancak çobansız yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misali bunlardan da (tek tük) cehennemden kurtulanlar olabilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evimle minberim arasındaki saha, cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim de havuzumun üzerindedir." buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Cündeb'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben havuz başında sizin öncünüzüm" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ukbe b. Amir şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün dışarı çıkıp Uhud şehitleri üzerine ölüye cenaze namazı kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye) dönüp minbere çıktı ve şöyle buyurdu: "Ben sizin havuz başına ilk ulaşanınız olacağım ve sizin hak yolundaki hizmetlerinize şehadet edeceğim. VAllahi ben şu anda muhakkak (cennetteki) havuzuma bakıp görüyorum. Şüphesiz bana arzın hazinelerinin anahtarları -yahut arzın anahtarları- verilmiştir. VAllahi ben, benden sonra sizin üzerinize müşrikliğe dönmenizden korkmam. Lakin ben sizin bu hazineler (yahut dünya) hususunda birbirinizle nefsaniyet yarışma girip didişmenizden korkarım
- Bāb: ...
- باب ...
Harise b. Vehb şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. Kendisi havuzdan söz etti ve "(Onun büyüklüğü) Medine ile San'a arasındaki saha gibidir" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Harise'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onun havuzu Medine ile San'a arasındaki mesafe sahası kadardır" demiştir. el-Müstevrid hadisin ravisine "Sen ondan 'kapları' söylediğini işittin mi?" dedi. Ravi 'hayır' diye cevap verdi. Bunun üzerine el-Müstevrid "Orada yıldızlar gibi kaplar görülür" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebi Müleyke'nin Esma bnt. Ebi Bekir'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Ben hauuz başında olacağım hatta sizden bana gelmekte olanları gözetlerken benim önümde birtakım insanlar yakalanacak. Bunun üzerine ben 'Ya Rab' (Onlar) benden ve benim ümmetimdendir' derim. Bana 'Sen onların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun? VAllahi onlar senden sonra ayak topukları üzerine dönmekten hiç mi hiç ayrılmadılar' denilir." Abdullah b. Ebi Müleyke şöyle derdi: "Ya Rabbi! Biz topuklarımız üzerine dönmemizden yahut dinimizden fitnelere uğratılmamızdan sana sığınırızı" "Ala a'kabikum tenkisune" topuklarınızın üzerine geri dönüyorsunuz demektir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ahirette Nebi s.a.v.'e Ait Olacak Olan Havuz." Yani Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in havuzu. "el-Havd" kelimesi "hıyad" ve "ahvad" şeklindedir. Havuz, suyun biriktiği alan demektir. Buhari'nin şefaat hadislerinden ve sıratın kurulacağını ifade eden hadislerden sonra havuz hadislerine yer vermesi, havuza gitmenin sıratın kurulmasından ve üzerinden geçilmesinden sonra olacağına işaret etmek içindir. "Allahu Teala'ın (Resulüm!) 'Kuşkusuz biz sana keuseri verdik' sözü" İmam Buhari'nin buna yer vermekle "Kevser" kelimesinden maksadın havza dökülen nehir olduğuna işaret etmektedir. Bu, burada yer verdiğimiz yedinci hadiste açıkça görüldüğü üzere havzın ana unsurudur. Kevser suresinin tefsirinde bu konuda daha fazla açıklamayla birlikte Aişe hadisi geçmişti. Yine İbn Abbas hadisi açıklanırken kevserin "çok hayır" anlamına olduğu ifade edilmiştir. el-Muhtar b. Fülfül'ün Kevser hakkında Enes'ten yaptığı nakle göre hadiste havuza Kevser denilmiştir: "o, ümmetimin üzerine geleceği hauuzdur." (Müslim, Salat)Havuzun bizim Nebiimize ait olduğu meşhurdur. Kurtubi el-Müfhim'de Kadi iyad'a tabi olarak şöyle demiştir: Her mükellefin amel etmesi ve tasdik etmesi gereken şeylerden birisi, Allahu Teala'ın Nebii Muhammed'e havzı vermiş olduğudur. Sözkonusu havzın ismi, sıfatı, içecek maddesi toplamı kesin bilgi oluşturan meşhur ve sahih hadislerde yer almaktadır. Zira bu hadisleri Hz. Nebi'den otuz civarında sahabi rivayet etmiştir. Bu ravilerin yirmi kadarı Buhari ve Müslim'in, kalanı diğer hadis kitaplarının ravileridir. Bu da hadisin naklinin sahih, ravilerinin meşhur olduğunu gösterir. Sonra bu hadisi sözü geçen sahabilerden tabiun ve onların benzerİ, onların ardından da onların kat kat fazlası ravi nakletmiştir Bunun sabit olduğuna selef ve haleften ehl-i sünnet ittifak etmişlerdir "Ve le yurfeanne = Sizlerden birtakım adamlar kaldırılacaklar" yani Allah kendilerini göreyim diye onları bana açık edecektir. "Sümme le yuhtelecunne =benim önümden sürüklenecekler" yani önümden çekilecekler veya benden çekilip alınacaklar. "Kokusu miskten daha hoştur." Müslim'in Ebu Zerr ve Sevban'dan yaptığı nakilde "baldan daha tatlıdır"(Müs!im, Fadail) cümlesi de yer almaktadır. Aynı cümle Ahmed'in, Ubeyy b. Kab'dan yaptığı rivayette de yer almaktadır. Tirmizl'de İbn Ömer'in naklettiği hadiste ise "Suyu kardan daha soğuktur" ifadesi geçmektedir. "Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur." Bundan sonraki Enes hadisinde "Muhakkak ki o havuzda semanın yıldızları sayısınca ibrikler vardır"• cümlesi yer almaktadır. Bölümün sonlarına doğru gelen el-Müstevrid hadisinde ise "Orada yıldızlar gibi kablar görülür" denilmektedir. "Her kim ondan" bardaklardan "içerse" Küşmıhenı'nin rivayetinde "her kim ondan" havuzdan "içerse" denilmektedir. "Ben suhkan, suhkan derim." Suhkan "bu' den = uzak olsunlar" anlamınadır. Kelimenin "suhkan" şeklinde mansub olması, başında "elzemehu'l-lahu zalike = Allah bunu onların başına getirsin" şeklinde bir gizli WL olmasından dolayıdır. "Bir zümre görürüm. Nihayet onları tanıdığım zaman benimle onlar arasından bir adam ortaya çıktı ve onlara 'geliniz!' dedi." Bu ifadede yer alan "adam" kelimesinden maksat, buna "görevli melek" demektir. "Senden sonra bunlar kıçları üzerine dönüp dinlerine arkalarına çevirerek gerisin geri dinden çıkmışlardır." Yani arkalarına geri dönmüşlerdir. 'Ancak çobansız yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misali bunlardan da" yani havuza yaklaşan ve neredeyse oraya varmak üzere olanlardan da (tek tük) "cehennemden kurtulanlar olabilir!" Ancak onlar havuzdan geri çevrilirler. Hadis metninde geçen "el-hemel" çobansız deve sürüsü demektir. Bu, onların içinden havuza çok az kimsenin geleceği anlamına gelir. Zira deve sürüsü içinde çobansız olanı diğerlerine nispeten azdır