Sahih-i Buhari

...

(76) Kitāb: Tıp

(76) ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah ne kadar hastalık indirmişse, mutlaka onun için bir de şifa indirmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mutlaka onun için bir de şifa indirmiştir." Tank b. Şihab'ın, İbn Mesud'dan Nebie merfu' olarak naklettiği rivayette: "Şüphesiz Allah nekadar hastalık indirmişse mutlaka onun için bir de şifa indirmiştir. O halde tedavi olunuz" şeklindedir. Bunu da Nesai, sahih olduğunu belirterek İbn Hibban ve Hakim rivayet etmişlerdir. İmam Ahmed de Enes'ten: "Allah hastalığı yarattığı vakit ilaCi da halk etti. O halde tedavi olunuz." Üsame b. Şerik yoluyla gelen hadiste de şöyle denilmektedir: "Ey Allah'ın kulları, tedavi olunuz. Çünkü Allah şifasını indirmediği hiçbir hastalık vermemiştir. Bundan tek bir hastalık müstesnadır. O da yaşlanmaktır!' Bu hadisi Ahmed, el-Edebu'I-Müfred'de Buhari, dört Sünen sahibi - sahih olduğunu belirterek Tirmizi- de rivayet etmişlerdir. İbn Mes’ud'un rivayet ettiği hadiste herkesin bilmediği bazı ilaçlara da işaret vardır. Bunların hepsinde de sebepler ayrıca kabul edilmektedir. Bu, bunların Allah'ın izni ve takdiri ile etki ettiklerine, kendilerinin bizzat bir fayda sağlamayıp aksine yüce Allah'ın onlardaki takdiri ile etki yaptıklarına inanan kimse için Allah'a tevekküle aykırı değildir. Ayrıca ilaç, eğer Allah takdir etmişse bazı hallerde hastalığa dahi dönüşebilir. İşte Cabir'in rivayet ettiği hadiste "Allah'ın izni ile" lafzı buna işaret etmektedir. Kısacası bütün bunların etkili olup olmaması, Allah'ın takdir ve iradesi etrafında dönüp dolaşmaktadır. Tedavi tevekküle aykırı değildir. Tıpkı yemek ve içmek suretiyle açlığı ve susuzluğu gidermenin tevekküle aykırı olmadığı gibi. Aynı şekilde tehlikelerden uzak durmak, afiyet isteyerek dua etmek, zararların uzaklaştırılmasını dilemek ve daha başka hususlar da böyledir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Muavviz b. Afra kızı Rubeyyi'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bizler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte gazaya gider, gazilere su verir ve onlara hizmet ederdik. Savaş alanında şehit düşmüş olanları ve yaralıları da Medine'ye götürürdük. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Erkek kadını, kadın da erkeği tedavi eder mi?" Bu başlık altında er-Rubeyyi'in rivayet ettiği hadisi zikretmiş bulunmaktadır. Erkeğin kadını tedavi etmesi, bu hadisten kıyas yoluyla çıkartılabilir. Buhari'nin bu hususta kat'i hükmü söz konusu etmeyişinin sebebi, anlatılan bu hadisenin hicab emrinin inişinden önce olma ihtimali bulunduğundan dolayıdır. Yahut da kadının bu işi kocasına ya da kendisine mahrem olan kimselere yaptığından dolayı da olabilir. Meselenin hükmüne gelince, zaruret halinde yabancıları tedavi etmek caizdir. Zaruret de -bakmak, el ile yoklamak ve benzeri hususlar hakkında- miktarı kadar değerlendirilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Şifa üç şeydedir: Bir içim bal (şerbeti), kan alma aleti (neşter) ile (hacamat için) kesmek ve ateşle dağlamak. Ama ben ümmetime ateşle dağlamayı yasaklıyorum" deyip, hadisi Nebi'e merfu' olarak zikretmiştir. Hadisi ayrıca el-Kumi, Leys'ten, o Mücahid'den, o İbn Abbas'tan, o Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye bal ve neşter vurmak hakkındaki kısmıyla rivayet etmiş bulunmaktadır. Bu Hadis 5681 numara ilede var

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Şifa üç şeydedir: Kan aldırmak için bir neşter vurmakta yahut bir içim bal (şerbeti)nde ya da ateş ile dağlamaktadır. Ama ümmetime ateşle dağlamayı yasaklıyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: el-Hattabi dedi ki: Bu hadis, insanların genelolarak tedavide kullandıkları . usulleri ihtiva etmektedir. Şöyle ki; kan aldırmak ile kanın dışarı akması sağlanır .. Kan da en büyük karışımlardandır. Kanın coşup kabarması esnasında kan aldırmak (hacamat), en başarılı bir şifa yoludur. Bal ise balgam türü karışımları dışarı çıkarmak için bir müshildir. Çeşitli ilaçların güçlerini koruyup bunların bedenden dışarıya çıkmasını sağlaması için yapılan macunlara bal da katılır. Dağlamaya gelince, dağlamak kökü ancak bu yol ile kaldırılabilen, haddi aşan karışımlarda kullanılır. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem önce onu tavsiye etmiş, sonra da o yolu kullanmayı yasaklamıştır. Bunu mekruh görmesindeki sebep, ileri derecede acı vermesi ve pek büyük tehlike ihtiva etmesi dolayısı iledir. Bundan dolayı Araplar mesellerinde: "Tedavinin en son şekli dağlamaktır" demişlerdir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Sa'd b. Muazfı ve başkalarını dağladığı gibi, ashab-ı kiramfdan birden çok kişi de kendisini dağlatmıştır. Derim ki: Bununla birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tedavi yollarının münhasıran bu üç tanesi olduğunu söylemek istememiştir. Çünkü bunların dışındaki tedavi yollarıyla da şifa bulunabilir. Ama bunları söz konusu ederek, tedauinin esaslarına dikkat çekriıiş bulunmaktadır. Şeyh Ebu Muhammed b. Ebi Cemra da şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin dağlamaya dair sözlerinin genelinden, onda (dağlamada) bir miktar fayda ve bir bakıma da zarar olduğu anlaşılmaktadır. Bu yolu denemeyi yasakladığı için bundaki zarar yönünün daha fazla olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Buna benzer ve yakın bir ifade tarzı da şanı yüce Allah/ın, içkide bazı menfaatlerin olduğunu haber vermesi, sonra da onu haram kılmasıdır. Çünkü içkinin zararları, faydalarından çok daha büyüktür

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tatlıyı ve bal'ı severdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Eğer sizin tedavide kullandığıniz ilaçlardan herhangi birisinde hayır varsa -yahut tedavide kullandığınız ilaçlardan herhangi birisinde hayır olacaksa- bu kan aldırmak için bir neşter vurmakta yahut bir içim bal (şerbetin)de yahut o hastalığa uygun düşen ateş ile dağlamakta vardır. Ama ben dağlatarak tedavi olmayı sevmiyorum. " Bu Hadis 5697,5702 ve 5704 numara ile geçiyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said'den rivayete göre "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Benim kardeşim karnından rahatsız, dedi. Allah Rasulü: Ona bal içir, dedi. Daha sonra adam ona ikinci defa gelince, yine: Ona bal içir, dedi. Sonra yanına üçüncü defa geldi. Yine ona: Ona biraz bal içir, dedi. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip: Yaptım, dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü: Allah doğru söylemiştir. Fakat kardeşinin karnı yalan söylemiştir. Sen ona bal içir dedi, ona bal içirdi ve iyileşti. " Bu Hadis 5716 numara ile de geçiyor. Diğer tahric eden: Tirmizî, Tıp Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bal ile tedavi ve yüce Allah'ın: 'Onda insanlar için bir şifa vardır.'''(Nahl, 69) buyruğu." Buhari ayet• i kerimeyi söz konusu ederek ayette geçen zamirin bala ait olduğuna işaret etmek istemiş gibidir. Aynı zamanda bu, cumhurun görüşüdür. Ama bazı tefsir bilginleri bu zamirin Kur'an'a ait olduğunu iddia etmiştir. "el-Asel: Bal" hem müzekker, hem müennes olarak kullanılır. Yüzden fazla ismi vardır. Balda el-Muvaffak el-Bağdadı'nin ve başkalarının özetlediği üzere pek çok faydalar vardır. Onlar şöyle derler: Damarlardaki ve bağırsaklardaki pislik ve lüzumsuz maddeleri yıkar. Gereksiz fazlalık/arı uzaklaştırır. Mide üzerindeki pürtüklü tabakayı yıkar ve onu itidalli bir şekilde ısıtır. Damarların ağzını açar, mideyi, karaciğeri, böbrek/eri, mesaneyi ve diğer çıkış yerlerini güçlendirir. Yemek, içmek ve gıdalardan nemli şeylerin çözülmesini sağlar. Yapılan macunların korunmasını sağladığı gibi, hoş olmayan ilaçların bu özelliklerini giderir. Karaciğeri ve göğsü arıtıp temizler. İdrarı ve ay halini söktürür. Balgamın oluşturduğu öksürüğe faydalı olduğu gibi, göğsünde balgam bulunanlara ve soğuk mizaçlara da faydalıdır. Bala sirke katıldığı takdirde safralılara fayda sağlar. Diğer taraftan bal gıdalardan bir gıdadır. Devalardan bir devadır. İçeceklerden bir içecektir, tatlılardan bir tatlıdır. Arındırıcılardan bir arındırıcı, ferahlatıcı şeylerden de bir ferahlatıcıdır. Balın faydaları arasında şunlar da vardır: Eğer bal gül yağı ile sıcak olarak içilirse hayvan ısırmasına karşı faydalı olur. Bal, tek başına su ile içildiği takdirde köpek ısırmasına ve kuduza karşı da faydalı olur. Balın içine taze et konulduğu ta'kdirde üç ay boyunca et tazeliğini korur. Aynı şekilde salatalık, kabak, patlıcan, limon ve benzeri meyve ve sebzeler de böylece korunur. Vücuda bal sürüldüğü takdirde pireleri ve pire sirkesini öldürür. Saçı uzatır, güzelleştirir ve yumuşatır. Bal sürme olarak çekilirse gözün kararmasını önler ve göze parlaklık verir. Dişler bal ile fırçalanacak olursa dişleri parlatır ve diş sağlığını korur. Ölü cesetleri korumakta hayret verici bir özelliğe sahiptir. Bu gibi cesetler çabucak çürümez. Bununla birlikte balın zararlarından yana güven altında olunur, zararları pek azdır. Eski tabipler, yaptıkları ilaç terkiplerinde en çok bala güvenmişlerdir. "Hastalığa uygun gelirse." Bu ifadede dağlamanın hastalığı giderecek biricik yolalarak ortaya çıkması halinde meşru olacağına ve bunun için ise tecrübeye gerek olmadığına emin olduktan sonra ancak kullanılacağına işaret vardır. "Uy_ gunluk" ile uygun miktarın kastedilme ihtimali de vardır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes'ten rivayete göre, "Bazı kimseler hastalanmışlardı. Ey Allah'ın Rasulü, bizi barındır, bize yiyecek ver, dediler. Bunlar sağlıklarına kavuşunca, Medine'nin havası ağırdır, dediler. Bu sefer onları zekat develerinin bulunduğu el-Harre denilen yerde yerleştirdi ve: Develerin sütlerinden içiniz, buyurdu. Sağlıklarına kavuşunca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in çobanını öldürdüler ve zekat develerini önlerine katıp götürdüler. Allah Rasulü arkalarından izlerini takip edecek kimseler gönderdi. Sonra ellerini ve ayaklarını (çaprazlama) kesti, gözlerine de mil çektirip oydurdu. Ben onlardan bir adamın, ölünceye kadar yeri ısırıp dili ile yaladığını gördüm." Ravilerden Sellam dedi ki: Bana ulaştığına göre el-Haccac, Enes'e: Bana Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uyguladığı en ağır cezayı tahdis et, dedi. Enes de ona bu hadisi anlattı. Bu olay el-Hasen'e ulaşınca o da: Enes'in bu hadisi Haccac'a tahdis etmemiş olmasını çokça arzu ederdim, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Deve süt1eri ile tedavi." Yani böyle bir tedavinin uygun geleceği hastalıklarda kullanılması. "Bazı insanlar." Behz, rivayetinde "Hicaz ehlinden" fazlalığını da zikretmiş bulunmaktadır. Hadis daha önce Taharet bölümünde kaydedilmiş ve bunların Ukl yahut Ureynelilerden -bu şekilde şek ile- oldukları belirtilmiş idi. Bunların sekiz kişi oldukları, dört tanesinin Ukl'den, üç tanesinin Ureynelilerden, dörd üncülerinin de onlara tabi olan bir başka kabileden birisi olduğu sabittir. "Ben onlardan bir adamın ölünceye kadar yeri ısırıp diliyle yaladığını gördüm." Behz, rivayetinde: "Çektiği ağrı ve gamdan ötürü" fazlalığını da zikretmiştir. EbQ Avane'nin Sahih'inde, burada: "Duyduğu sıcaklık ve şiddetten ötürü yerin soğuğunu almak üzere yeri ısırdığını gördüm" denilmektedir. "el-Hasen" (b. Ebi'l-Hasen el-Basri'dir)'e ulaşınca Enes'in bu hadisi Haccac'a nakletmemiş olmasını çokça arzu ederdim dedi." el-Kuşmiheni: "Bu" lafzını eklemiştir. Behz'in rivayetinde de şöyle denilmektedir: "Allah'a yemin ederim, Haccac minbere kalkıp: Bize Enes tahdis etti deyip, bu hadisi nakletmeden durmad!." Dedikten sonra şunları söyledi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'a isyan sebebiyle elleri, ayakları kesti, gözlere mil çektirdi. Biz Allah'a isyan sebebiyle bunu yapmayacak mıyız, dedi." el-İsmaill bir başka yolla Sabit'ten şunu nakletmektedir: Bana Enes tahdis ederek dedi ki: Ben Haccac'a naklettiğim bir hadis dolayısıyla duyduğum pişmanlığı hiçbir şeyden dolayı duymuş değilim." Daha sonra hadisi zikretmektedir. Enes'in buna pişman olmasının sebebi ise Haccac'ın ceza vermekte çok aşırı giden birisi olması idi ve en basit bir şüpheyi kabul ederek ağır cezalar verirdi. Uramler ile ilgili bu kıssada onun lehine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü bu hadisin bazı rivayet yollarında irtidad ettikleri açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca bundan sonra gelecek olan başlıkta belirtileceği üzere hadler de henüz nazil olmamış ve Meğazi'de geçtiği üzere müsle (organların kesilmesi)nin nehyinden önce olmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes r.a.'dan rivayete göre "Bazı kimseler Medine'de karınıarından hastalandılar. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara develerinin çobanına gitmelerini, yanında kalarak develerin sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini emretti. Onlar da çobanın yanına gittiler. Develerin sütlerinden, sidiklerinden içtiler. Nihayet bedenleri sağlıklarına kavuştu. Çobanı öldürdüler, develeri de önlerine katıp sürdüler. Durum Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca onları yakalamak üzere takipçiler gönderdi. Yakalayıp getirildiler. O da ellerini, ayaklarını (çaprazlama) kesti, gözlerine mil çektirdi." Katade dedi ki: "Bana Muhammed b. Slrln'in tahdis ettiğine göre bu, hadlerin inişinden önce idi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Develerin sidikleri ile tedavi olmak." Bu Başlık altında Uranıler ile ilgili hadisi zikretti. Develerin sidikleri ile tedavi hususunda İbnu'l-Münzir'in, İbn Abbas'tan diye Nebie ref ederek naklettiği şu hadis de gelmiş bulunmaktadır: "Deve sidikleri ile tedavi olmaya bakınız. Çünkü onların sidikleri, mideleri fesada uğramış kimselere faydalıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Halid b. Sa'd'dan, dedi ki: "Beraberimizde Galib b. Ebhar da bulunduğu halde sefere çıktık. Yolda hastalandı. Medine'ye o hasta olduğu halde vardık. İbn Ebi Atık onu ziyarete geldi. Bize dedi ki: Şu siyah tanecike (çörek otu) devam etmenizi tavsiye ederim. Ondan beş ya da yedi tane alıp eziniz. Sonra bunları birkaç damla zeytinyağı ile birlikte burnunun bir bu tarafına, bir bu tarafına olmak üzere birkaç damla damlatımz. Çünkü Aişe r.anha'nın bana anlattığına göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle derken dinlemiştir: Bu siyah tane (çörek otu) her bir hastalıktan şifaya sebeptir. es-Samm müstesna. Ben esSamm nedir, diye sordum. O: Olümdür, dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre o, "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Siyah tanede (çörek otunda) es-samm müstesna her hastalıktan şifa vardır." İbn Şihab dedi ki:es-Samm da ölümdür. el-Habbetu's-sevde (çörek otu) ise şuniz diye bilinendir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ölüm dışında." el-HattaÖı dedi ki: Hadisteki "her hastalıktan" buyruğu hususun kastedildiği umumi ifadeler kabilindendir. Çünkü herhangi bir bitkinin tabiatında bütün hastalıkları denk düşecek şeylerle tedavi edecek şekilde, tabiatıara karşılık olacak bütün hususları kendisinde toplayan hiçbir bitki yoktur. Maksat, bu çörek otunun rutubetten (nemden) meydana gelen her türlü hastalığa şifa olduğudur. Ebu Bekr İbnu'l-fuabı der ki: Doktorlara göre bal, siyah çörek otuna göre her türlü hastalığa şifa olma ihtimali daha yüksek bir şeydir. Bununla birlikte bazı hastalıklar vardır ki, hasta bal içecek olursa ondan rahatsız olur. Eğer yüce Allah'ın bal hakkındaki: "Onda insanlar için bir şifa vardır" buyruğundan kasıt, çoğunlukla görülen hal ise, siyah tanenin buna göre yorumlanması daha uygundur. başkası da şöyle demektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hastanın müşahede ettiği durumuna göre ilaç tavsiye ediyordu. Onun siyah tane ile ilgili bu sözü, mizacı soğuk olan kimsenin hastalığına uygun düşmüş olduğundan dolayı çöreoutunu tavsiye etmiş olabilir. Bu durumda "her hastalıktan bir şifadır" sözü, bu sözlerin söylendiği bu kabilden hastalık türleri hakkında demektir. Bu gibi durumlara göre genel ifadelerin tahsis edilmesi ise çoktur ve yaygındır. Doğrusunu en iyi bilen Allah 'tır. Şeyh Ebu Muhammed b. Ebi Cemra der ki: İnsanlar bu hadis hakkında açıklamalarda buıunmuş ve onun genelolarak varid oluşunu, doktorların ve bu hususta deneyim sahibi olanların sözleri ile tahsis etmişlerdir. Ancak bu sözleri söyleyenlerin yanlışlığı da açıkça anlaşılan bir haldir. Çünkü bizler çoğunlukla bilgileri galip zanna bina edilen, deneye dayalı bulunan doktorların söylediklerini doğru kabul edecek olursak, şunu belirtelim ki, hevadan konuşmayan kimsenin sözlerini tasdik etmek, doğru kabul etmek, onların sözlerini kabul etmekten daha uygundur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan rivayete göre "O, hastaya ve ölmüş bir kimse için üzülen kimselere telbine denilen bulamaç yapılmasını söyler ve şunları derdi: Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinlemişimdir: Telbine denilen bulamaç, hastanın kalbini rahatlatır ve kederin bir kısmını da giderir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan rivayete göre "O, telbine bulamacı yapılmasını emreder ve: O, hoşlanılmayan ama faydalı olan şeydir, derdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hasta için telbine bulamacL" el-Asmaı dedi ki: Telbine, undan yahut kepekten yapılan ve içine bal katılan bir bulamaçtır. Başkası da un yahut süt katılan, demiştir. Ona telbine denilmesinin sebebi, beyazlığı ve inceliği (katı olmayışı) bakımından leben (süt)e benzetilmesi dolayısı iledir. ''Telbineye devam ediniz", yani onu yiyiniz. "Çünkü o kalbi rahatlatır." Yani hastanın kalbini rahatlatıl' ve (kederlinin) kederini izale ederek onun şevkini yerine getirir. "O bize telbine bulamacı yapılmasını emreder ve: O hoşa gitmeyen faydalı şeydir, derdi." Ahmed ve İbn Mace'de Külsum yoluyla Aişe'den Nebi'e merfu' olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Size hoşa gitmeyen, faydalı olan şeyi yemenizi tavsiye ederim. O et-telbine'dir, yani bulamaçtır." Bunu ayrıca Nesai bir başka yolla Aişe'den diye rivayet etmiş olup şu fazlalığı da kaydetmiştir: "Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, o bir kimsenin kendi yüzündeki kiri su ile yıkadığı gibi, sizden herhangi birinizin karnını öylece yıkar." el-Muvaffak el-Bağdadı dedi ki: Eğer telbine denilen bulamacın faydalarını bilmek istersen arpa suyunun faydalarını bilmelisin. Özellikle kepek halinde ise o, cilalar, hızlıca nüfuz eder ve gayet latif bir besleyicidir. Sıcak içildiği takdirde daha da çok cilalar, daha çok nüfuz eder ve fıtrattaki haraı-eti daha da artırır. Devamla der ki: Hadiste fuad (kalp)den kasıt, midenin üst tarafıdır. Çünkü üzüntülü olan kimsenin kalbi, azalarının ve özellikle de gıdanın azaltılması sebebiyle midesinin üzerinde kuruluğun istilasından ötürü zayıflar. Böyle bir bulamaç ise mideyi nemlendiril', besler ve güçlendirir. Benzeri bir etkiyi de hastanın kalbine yapar. Fakat hastanın çoğunlukla midesinde acı yahut balgam ya da irin karışımları da bulunabilir. İşte bu bulamaç, bütün bunları mideden temizler, parlatır. Hadiste buna "hoşa gitmeyen faydalı" adının verilmesinin sebebi ise, hastanın kendisine faydalı olduğu halde bunu istememesi, canının onu çekmemesidir. Oysa çoğunlukla arpa ile beslenen kimseler için bulamaçtan daha faydalı bir şey yoktur. Çoğunlukla buğday ile beslenen kimseler için ise, hastalığı esnasında arpa hisası (çorbası) daha faydalıdır. el-Hüda adlı eserin müellifi ise şöyle demektedir: Telbine (bulamaç), hisadan (çorbadan) daha faydalıdır. Çünkü telbine öğütülmüş olarak pişirilir ve öğütülürken de arpanın hülasası çıkaıotılır. Bu ise daha besleyici, daha çok güçlü etki yapan ve daha çok parlatan, cilalandıran bir şeydir. Doktorların iyice pişmiş olanı tercih etmelerinin sebebi ise daha ince ve latif (yumuşak) oluşundan dolayıdır. Bundan dolayı hastanın tabiatına da ağır gelmez. Çeşitli bölgelerdeki adetlerin farklılığına göre bundan da farklı şekilleriyle faydalanmak gerekir. Muhtemelen hastaya daha uygun olan, tanelel'in bütün olarak pişirilmesi halidir. Üzüntülü olan kimseye ise öğütülmüş olarak pişirilmiş hali iyi gelir. Buna sebep ise, az önce işaret edildiği gibi aralarındaki özellik farkıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hacamat yaptıl'dı, hacamat yapana ücretini verdi ve burnuna da ilaç koydu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sa'lit", kendisi ile tedavi yapılan ve burna konulan bir ilaçtır. "Burnuna ilaç koydu" yani sa'lit denilen burun ilacını kullandı. Bu da sırt üzere yatıp, başının yan yatmasını sağlamak üzere omuzlarının arka tarafını yükseltecek (yastık gibi) bir şey koyması ve burnuna su ya da içinde tek başına yahut karıştırılmış ilacın bulunduğu birtür yağ damlatması ve böylelikle bu yağın hapşırmak suretiyle dimağdaki rahatsızlığı çıkartması amacı ile dimağına varmasını sağlamasıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Mihsan kızı Ümmü Kays'tan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Ben size bu Ud-i hindi'yi tavsiye ederim. Çünkü onda yedi türlü şifa vardır: Uzre (denilen boğaz) hastalığı için o buruna ilaç olarak çekilir ve zatu'l-cenb hastalığından ötürü de (su ile) hastaya içirilir." Bu Hadis 5713.5715 ve 5718 numara ile de geçiyor [-5693-] (Yine Ümmü Kays'tan, dedi ki): "Henüz yemek yemeğe başlamamış bir oğlum ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girdim. Onun üzerine küçük abdestini bozunca bir su getirilmesini istedi ve değdiği yere serpti." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hindi ve bahri kust ilacını buruna damlatmak." Ebu Bekir b. el-Arabı dedi ki: Kust, siyah renkli hindi ve beyaz renkli bahrı olmak üzere iki türlüdür. Hindı türünün harareti daha çoktur. "(Kef harfi ile) kuşitat ile (kaf harfi ile) kuşitat gibi. Abdullah (b. Mesud) da (kaf harfi ile) kuşitat diye okumuştur." Nesefi ayrıca "yani nuziat: söküldü, çekip alındı demektir" fazlalığını eklemiştir. "Çünkü onda yedi türlü şifa vardır. Boğaz hastalığından ötürü o buruna damlatılır ve zatu'l-cenb dolayısı ile de o hastaya içirilir." Hadiste bu şekilde yedisinden sadece ikisi zikredilmiş bulunmaktadır. Ya yedisini de hadiste zikretmiş; ama ravi hadisi ihtisar etmiş yahut o sırada diğer beşi bulunmayıp sadece bu ikisinin varlığı söz konusu olduğundan ikisini zikretmiş olabilir. İleride, bu ikinci ihtimali güçlendiren ifadeler gelecektir. Doktorlar, kustun faydaları arasında şunları da zikretmektedir: Kust, ay hali kanını ve idrarı söktürür. Bağırsak kurtlarını öldürür. Zehire karşı panzehir özelliği vardır. Hummayı giderir, mideyi ısıtır, cima' arzusunu harekete geçirir, yüzde hamilelik ve benzeri sebeplerle oluşan benekleri gidererek parlaklık verir. Doktorlar bu açıklamalarıyla yedi hastalıktan fazlasını zikretmişlerdir. Bazı şarihler de şöyle cevap verirler: Yedi tanesi vahiy ile bilinmiştir. Bundan fazla olanları ise deney ile bilinmektedir. O bakımdan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kesinliği dolayısıyla vahiy ile bildirilenleri söz konusu etmekle yetinmiştir. el-Uzra denilen boğaz ağrısı, çoğunlukla küçük çocuklarda görülen bir boğaz ağrısı türüdür. Kulak ile boğaz arasındaki ya da burun ile boğaz arasındaki boşlukta meydana gelen bir iltihap olduğu da söylenmiştir. Denildiğine göre ona bu adın veriliş sebebi, çoğunlukla el-uzra denilen yıldız grubunun doğuşu esnasında ortaya çıkmasıdır. Bunlar ise eş-şi'ra el-abCır denilen yıldızın altında çıkan beş tane yıldızdır. Bunlara aynı zamanda el-azara adı da verilir. Bunların doğuşu, sıcağın ortalarına rastlar

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas'tan: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem oruçlu olduğu halde hacamat yaptırmıştır" dediği rivayet edilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ebu Musa geceleyin hacamat yaptırmıştır." Hadisten anlaşıldığına göre onun geceleyin hacamat yaptırması, oruçlu olduğundan dolayı orucuna herhangi bir hale! gelmemesi için idi. Malik de bu görüşü benimsemiş, bundan dolayı orucu konusunda tereddüde c!üşmemesi için oruçlunun hacamat yaptırmasını mekruh görmüştür. Yoksa bu kanaati, hacamatın orucu bozduğunu kabul ettiği nden dolayı değildir. Doktorlara göre en faydalı hacamat, ikinci ya da üçüncü saatte yaptırılandır. Ayrıca hacamatın cimadan, hamamdan çıktıktan sonra ya da buna benzer işleri bitirdikten sonra yapılmaması, tokken ve açken de yapılmaması kanaatindedirler. Hanbel b. İshak der ki: Ahmed, kanının coştuğu her vakit hacamat yaptırır, onun günün hangi saatine rastladığına bakmazdı. Doktorların ittifakına göre de hacamat, ayın ikinci yarısında, sonra dört haftadan üçüncüsünde yaptırılan hacamat, başında ve sonundaki hacamattan daha faydalıdır. el-Muvaffak el-Bağdadı dedi ki: Bunun sebebi de şudur: Ayın ilk dörtte birindeki ahiM (denilen vücut kanşımian) galeyana gelir, sonunda ise sakinleşir. O halde en uygunu, bunların bu ikisi arasındaki zamanda boşaltılması(hacamat yoluyla dışarıya çıkartılması)dır. Doğrusunu en iyi bilen Allah 'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas'tan: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ihramlı olduğu halde hacamat yaptırmıştır" dediği rivayet edilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İhramlı bir kimsenin hacamat yaptırması ile ilgili açıklamalar daha önceden(1835.hadiste) Hac bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Yolcunun hacamat yaptırmasına gelince, az önce geçen açıklamalara göre bu kanın galeyanı ve benzer sebepler dolayısıyla ihtiyaç duyulması halinde yapılabilir. Dolayısıyla bunun, bazı haller dışarıda tutularak, bazı haller hakkındaözelliğinin varlığı söz konusu olamaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes r.a.'dan rivayete göre; "Ona, hacamat yapan kimsenin ücreti hakkında soru sorulunca şu cevabı vermiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hacamat yaptırdı. Bu hacamatı ona Ebu Taybe yaptı. Allah Rasulü de ona iki sa' ölçek buğday verdi ve onun efendileri ile konuştu. Onlar da onun yükünü hafiflettiler. Allah Rasulü ayrıca şöyle buyurdu: Kendisi ile tedavi olduğunuz en iyi şey, hacamat ile el-kust el-bahri'dir. Yine Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: Çocuklarınızı bademcik ağrısından dolayı bademciklerini sıkmak suretiyle azaplandırmayınız. Siz kust ile tedavi etmeye bakınız

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Asım b. Ömer b. Katade'den rivayete göre, "Cabir b. Abdullah r.a., hastalığı dolayısıyla el-Mukanna'ı ziyaret etti, sonra da: Sen hacamat yaptırıncaya kadar buradan gitmem. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: Muhakkak onda bir şifa vardır derken dinledim, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hastalıktan dolayı hacamat", yani hastalık sebebiyle hacamat yaptırmak. el-Muvaffak el-Bağdadı dedi ki: Hacamat, bedenin sathını, derinden kan aldırmaktan daha çok temizler. Hacamat, çocuklar için ve sıcak şehirlerde derinden kan aldırmaktan daha iyidir ve daha tehlikesizdir. Bazen birçok ilaca da ihtiyaç bırakmaz. Bundan dolayı hadislerde derinden kan aldırmak değil de hacamat söz konusu edilmiştir. Diğer taraftan Araplar da ancak hacamatı biliyorlardı. "el-Hüda" adlı eserin müeııifi de şunları söylemektedir: Fasd (denilen derinden kan aldırmak) ile hacamat arasında -tahkike göre- farklılık vardır. Bu da zaman, yer ve mizaca göre farklılık arzeder. Hacamat, sıcak zamanlarda, sıcak yerlerde ve kanları oldukça sıcak kimseler için daha faydalıdır. Derinden kan aldırmak (el-fasd) ise bunun aksidir. Bundan dolayı hacamat çocuklar için ve fasda güç yetiremeyenler için daha faydalıdır. "Ve: Kendisi ile tedavi olduğunuz en mükemmel şey, hacamattır, diye buyurdu." Bu alanda bilgi sahibi olanlar şöyle demişlerdir: Burada hitap Hicazlılar ile onlar gibi sıcak bölgelerde yaşayan kimseleredir. Çünkü bunların kanları ince olup vücudun üst taraflarına, görünen kısımlarına doğru bedenin yüzeyindeki harareti kendisine doğru çekmek için yönelir. Buradan anlaşıldığına göre yine hitap yaşlı olmayanlaradır. Çünkü onların bedenlerindeki hararet düşüktür. Taberı sahih bir sened ile İbn Sırın'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Adam kırk yaşına ulaştı mı hacamat yaptırmasın. Taberi dedi ki: Çünkü bu yaştan itibaren kişinin ömrü eksilmeye başlar, bedenindeki güçler zayıflar. O halde kanı (hacamat ile) çıkartmak suretiyle bedeninin gücünü daha da azaltmamalıdır. Onun bu sözleri muayyen olarak hacamata ihtiyaç duymayan ile hacamat yaptırmaya alışmamış kimseler hakkında yorumlanır. Bu hadis, hacamatın meşruiyetini ve özellikle ona gerek duyan kimseler için " de hacamat yoluyla tedaviye teşvik etmeyi, hacamat yapan kimsenin kazancının hükmünü kapsamaktadır. Buna dair açıklamalar da İcare bölümünde(2281.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca hadis kust ile tedaviyi de ihtiva etmektedir ki, bu da az önce(5692.hadiste) geçmiş bulunmaktadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Buhayne'den rivayete göre "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem,Mekke yolunda Lahyu Cemel denilen yerde, ihramlı iken, başının ortasına hacamat yaptırdı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas'tan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Lahyu Cemel denilen bir su yakınında ihramlı olduğu halde, kendisinde bulunan bir baş ağrısı dolayısı ile hacamat yaptırdı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir b. Abdullah'tan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Eğer sizin tedavi için kullandığınız ilaçlarınızda hayır namına bir şey varsa, bu ya bir içim balda yahut bir hacamat neşteri darbesinde ya da bir ateş dağlamasındadır. Bununla birlikte ben dağlanmayı sevmiyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yarım baş ve tam baş ağrısından dolayı hacamaİ." Bu, iki hastalık sebebiyle hacamat yaptırmak anlamındadır. Yarım baş ağrısı (şaklka) başın iki tarafından birisinde ya da ön tarafında görülen bir ağrıdır. Tıp bilginlerinin naklettiklerine göre bu, müzmin hastalıklardan birisidir. Sebebi ise dimağa yükselen sıcak buharlar yahut sıcak ya da soğuk ihtilMlardır. Eğer bunlar dışarı çıkacak bir yer bulamazlarsa baş ağrısı meydana gelir. Eğer bu baş ağrısı, başın iki tarafından birisine meyledecek olursa, yarım baş ağrısı (şakika/migren) ortaya çıkar. Eğer başın tepe kısmına yerleşirse kafatası hastalığı (veremi) ortaya çıkar. Yarım baş ağrısından sonra tam baş ağrısının söz konusu edilmesi, özelden sonra genelin zikredilmesi kabilindendir. Baş ağrısının sebepleri gerçekten çoktur. Bunların bir kısmı az önce yazıldı. Diğer bazıları da şunlardır: Midedeki ya da mide sinirlerindeki şişkinlikten; midedeki katı denecek kadar ağır gazdan, midenin fazla dolmasından, dma, kusmak, istifra, uykusuzluk yahut çokça konuşmak gibi zor hareketlerden dolayı meydana gelen baş ağrıları; üzüntü, keder, sıkıntı, açlık, sıtma gibi psikolojik arazlardan dolayı meydana gelen baş ağrıları; başa isabet eden bir darbe, beyin zaı'ının iç tarafındaki şişkinlik, başa baskı yapacak türden ağır bir şeyi taşımak, normalin dışında oldukça hararet veren bir şey giyinmek yahut rüzgara karşı durmak gibi başı üşüten ya da soğuk zamanlarda su içmek gibi başa etki eden sebepler dolayısıyla meydana gelen ağı"ılar. .. Özelolarak, şakika denilen yarım baş ağı"ısı (migren) ise o genelde sadece başın damarlarında görülür ve özellikle başın en zayif yerinde ortaya çıkar. Bunun tedavisi de başı sıkıp bağlamaktır. Ahmed, Bureyde yoluyla gelen şu hadisi zikretmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'İ bazen bir yarım baş ağrısı alırdı ve bu yarım baş ağrısı, bir iki gün kalır ve gitmezdi." Hadisten Çıkan Sonuçlar Hadisten, ihramlı bir kimsenin hacamat yaptırmasının caiz olduğu ve vücudundan kan çıkartmasının ihramını bozmadığı anlaşılmaktadır. Buna dair açıklamalar daha önce Hac bahsinde (1836.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Bundan anlaşıldığına göre; ihramlı bir kimse bir mazereti sebebiyle başının ortasında hacamat yaptıracak olursa, mutlak olarak caizdir. Eğer saçlarını keserse fidye vermesi gerekir. Şayet mazereti olmadığı halde hacamat yaptırıp saçlarını da keserse haramdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah/tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Eyyub'dan, dedi ki: Ben Mücahid'i, İbn Ebi Leyla'dan, o da Ka'b b. Ucre'den şöyle dediğini naklederken dinledim: "Hudeybiye sırasında ben bir tencerenin altını yakarken, bitler de başımın üzerinden aşağıya doğru dökülürken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi ve: Sendeki bu haşereler seni rahatsız ediyor mu, diye sordu. Ben: Evet, dedim. O: Saçlarını tıraş et ve üç gün oruç tut yahut altı yoksula yemek yedir ya da bir kurban kes, buyurdu." Eyyub dedi ki: (Mücahid) bunlardan hangisini önce söyleyerek söze başladığını bilmiyorum. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Rahatsızlıktan dolayı saçları kesmek", yani başın veya başka yerin saçlarını kesmek demektir. Bu başlık altında Ka/b b. Ucre/nin, biilerin çokluğu sebebiyle ihramlı iken başını tıraş etmesine dair hadisi zikretmektedir. Hac bölümünde bu hadisin yeteri kadar açıklaması geçmiş bulunmaktadır.(1814.hadis) Buhari bu hadisi, başın ortasında hacamat yaptırmaya dair hadisinakabin" de zikretmiş olmakla şuna işaret etmek istemiş gibidir: İhtiyaç duyulması halinde ihramlı bir kimsenin hacamat yaptırmak için saçlarını tıraş etmesinin caiz oluşu, ihramlı bir kimsenin ihtiyaç halinde başının saçlarınıntamamını tıraş etmesinin caiz oluşundan istinbat edilmektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Cabir'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Eğer sizin tedavi için kullandığınız yollardan herhangi birisinde bir şifa varsa bu, bir hacamat neşterinde yahut bir ateş dağlamasındadır. Bununla birlikte ben dağlanmayı sevmiyorum

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'dan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ümmetler bana gösterildi. Nebiler birer ikişer, beraberlerinde onar yirmişer kişilik gruplarla birlikte geçiyor, kimi Nebi ile beraber hiç kimse de bulunmuyordu. Nihayet uzakta bana büyük bir karartı gösterildi. Bu nedir, bu benim ümmetim midir, diye sordum. Bana: Hayır, bu Musa ve onun kavmidir, denildi. Bana: Ufuğa bak, denildi. Ufuğu dolduran büyük bir karartı gördüm. Sonra tekrar bana: Şuraya ve şuraya da -semanın bu ufuklarına- bak, denildi. Ufuk(lar)ı doldurmuş karartılar görüverdim. Bana: Bu senin ümmetindir, denildi. Hem bunlardan yetmişbin kişi hesapsız olarak cennete girecektir. Daha sonra Rasulullah içeri girdi ve onlara herhangi bir açıklama yapmadı. Bu sebeple meclistekiler tartışmaya koyuldular ve şöyle dediler: Biz Allah'a iman eden, Rasulüne uyan kimseleriz. Bu sebeple onlar bizler olmalıyız yahut İslam geldikten sonra dünyaya gelen çocuklarımızdır. Çünkü biz cahiliye döneminde dünyaya geldik. Onların bu tartışmaları Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca, yanlarına çıkarak geldi ve şöyle dedi: Onlar rukye (okumakla tedavi)ye başvurmayanlar, herhangi bir şeyin uğursuzluğunu kabul etmeyenler, kendilerini dağlatmayanlar ve yalnızca Rablerine tevekkül edenlerdir. Ukaşe b. Mihsan: Ben onlardan mıyım, ey Allah'ın Rasulü, diye sordu; Allah Rasulü: Evet, dedi. Bir başkası kalkarak: Ben de onlardan mıyım, diye sordu. Allah Rasulü: Bu hususta Ukaşe senin önüne geçti, diye cevap verdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kendisini dağlatan yahut başkasını dağlayan ve dağlama yapmayanın fazileti." Bu başlıkla ihtiyaç sebebiyle dağlamanın caiz olduğunu, ama biricik tedavi yolu o değilse, dağlamayı terk etmenin daha uygun olduğunu, caiz olması halinde ise kişinin bu işi bizzat kendisinin kendisine yapmasından da kendisinin başkasına yaptırmasından da kendisinin başkasını dağlamasından da genel kapsamlı olduğunu anlatmak istemiş gibidir. Cevazın geneloluşu, başlıktaki iki hadisten birincisinde dağlamaya şifanın nispet edilişinden anlaşılmaktadır. Onu terk etmenin faziletli olduğu da: "Bununla birlikte ben dağlanmayı sevmiyorum" buyruğundan anlaşılmaktadır. Müslim, Ebu'z-Zubeyr yoluyla Cabir'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ubey b. Ka'b'a bir doktor gönderdi. O da onun bir damarını kesti, sonra onu dağladı." Tahavı'nin, Enes'ten rivayet edip Hakim'in de sahih olduğunu belirttiği hadise göre Enes şöyle demiştir: "Ebu Talha, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında beni dağladı." Bu hadisin aslı Buhari'dedir. Buna göre zatu'l-cenb hastalığından onu dağlamıştır. Biraz sonra gelecektir. Tirmizi'de de Enes'ten şu rivayet zikredilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Es'ad b. Zurare'yi, ona silah ın keskin ucunun 'isabet etmesi dolayısıyla dağlamıştı." Müslim, İmran b. Husayn yoluyla şu rivayeti nakletmektedir: "Ben dağlanıncaya kadar bana selam veriliyordu. (Dağlanınca bana selam vermek) terk edildi. Sonra ben dağlanmayı terk ettim. Tekrar selam verilir oldu." Yine Müslim'de, İmran b. Husayn'dan bir başka yoldan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Daha önce benden kesilen sonra tekrar bana döndü." Bununla kastettiği, meleklerin ona selam verişi idi. Asıl da böyledir. Bir lafızda da şöyle denilmektedir: "Bana selam veriliyordu. Ben dağlanınca bana verilen selam kesildi. Dağlamayı bırakıp vazgeçince tekrar bana selam verilir oldu." Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizi, İmran'dan şu rivayeti zikretmişlerdir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem değlamayı yasakladı. Ama biz dağlandık, ne istediğimize kavuştuk, ne de başarılı olduk." Bir lafızda da: "İf/ah olmadılar ve başaramadılar" denilmektedir. Senedi kavidir. Burada dağlamanın yasaklanışı, mekruhluğa yahut daha uygun olanın aksi haline yorumlanır. Çünkü hadislerin toplamı bunu gerektirmektedir. Şöyle de açıklanmıştır: Bu İmran'a has bir olaydır. Çünkü İmran'da basur vardı ve o basurun yeri tehlikeli olduğundan orayı dağlamasını yasakladı. Ama basurları azınca dağladı. Fakat bir türlü iyi olmadı. İbn Kuteybe dedi ki: Dağlama iki türlüdür: "Birisi hastalanmamak için sağlıklı olanın dağlanması, işte a1eyhte sözlerin söylendiği ve dağlama yapan tevekkü! etmemiş olur, denilen kişi bu tür dağlamayı yapandır." Çünkü o bu davranışı ile kaderi geri çevirmek istemektedir. Kader ise asla geri çevrilemez. İkincisi ise azan bir yaranın ve k.esilen bir organın dağlanmasıdır. Işte bu yolla tedavinin meşru olduğu dağlanma şekli budur. Eğer dağlama, bu yolla iyileşmesi muhtemel bir iş için yapılırsa bu da evla (daha uygun) olana aykırı bir tutumdur. Çünkü bu yolla, muhakkak olmayan bir sonuç elde etmek için ateşle acilen bir azaplahdırma söz kOııusudur. Bu husustaki hadislerin toplamından, bu işin yapılmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Yapılmayışının istenmesi ise yasak oluşuna delil değildir. Aksine onu terk etmenin, yapmaktan daha uygun olduğunu gösterir. Dağlamayı terk edenin övülmesi de bu kabildendir. Bunun yasaklanışına gelince, bu ya muhayyerlik ya da tenzih ifade etmek içindir yahut şifa bulmak için geriye kalan biricik yolun o olduğu hallerden başkası hakkındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu hususta bazı açıklamalar "şifa üç şeydedir" başlığında geçmiş bulunmaktadır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisini dağladığına dair sahih herhangi bir rivayet görmüş değilim. "Ancak nazardan yahut zehirden (humadan) dolayı rukye yapılır." Sa'leb ve başkaları der ki: Huma (zehir), akrep zehiri demektir. el-Hattabı ise, bu yılan yahut akı'ep gibi zehirli her bir haşarat demektir, demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ümmü Seleme r.anha'dan rivayete göre, "Bir kadının kocası vefat etmişti. Gözlerinden rahatsızland!. Bu kadının durumunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e söylediler ve göze sürme çekmeyi söz konusu edip, kadının gözüne zarar geleceğinden korkulduğunu söylediler. O da şöyle buyurdu: And olsun sizden bir kadın evinde en kötü elbiseleri içerisinde -yahut: elbisesinde evinin en kötü yerinde- kalır dururdu. Bir köpek geçti mi kadın bir tezek atardJ. Bu sebeple, (beklemesi gereken iddet olan) dört ayan gün geçmedikçe olmaz." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Göz hastalığından dolayı sürme taşı ve sürme çekmek." Yani remed (denilen göz hastalığı) sebebiyle ... Remed (aftaimi veya traham denilen hastalık) gözün görünen beyazını teşkil eden tabakada arız olan sıcak (iltihaplı) bir hastalıktır. Bu hastalığın sebebi, mideden dimağa doğru yükselen buharlar yahut birtakım ihtilMiarın oraya dökülmesidir. Bu iltihap genize doğru giderse nezleyi, göze doğru giderse remed denilen bu hastalığı ortaya çıkartır. "Bu hususta Ümmü Atiyye'den bir hadis rivayet edilmiştir." O bu sözleri ile Ümmü Atiye'nin merfu' olarak rivayet ettiği şu hadisine işaret etmektedir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının kocası dışında bir yakını için üç günden fazla yas tutması helal değildir." Böyle bir kadın sürme çekemez. Bu hadis de iddet bahislerinde geçmiş bulunmaktadır. Ama ben bu hadisin rivayet yollarından herhangi birisinde ismid (denilen sürme taşı)den söz edildiğini görmedim. Sanki Arapların çoğunlukla ismidi sürme yapıp kullanmış olmalarından dolayı onu zikretmiş gibidir. İbn Abbas'ın merfu' olarak rivayet ettiği hadiste ise bu açıkça zikredilmiş bulunmaktadır: "İsmid (sürme taşı) ile sürmeleniniz. Çünkü o, gözü parlatıl' ve saçların bitmesini sağlar." Bu hadisi Tirmizi, hasen olduğunu belirterek rivayet etmiştir. Lafız da ona aittir. İsmid kırmızıya çalan siyah renkli bir taştır. Hicaz bölgesinde bulunur. En güzeli ise Asbahan'dan getirilendir. Bu hadislerden ismid'den sürme yapıp kullanmanın müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Sürmenin tek olarak çekileceği, Ebu Hureyre yoluyla, Ebu Davud'un Sünen'inde merfu' bir rivayet olarak zikredilmiş bulunmaktadır. İşaret etmiş bulunduğum bazı hadislerde sürme çekmenin nasılolacağı da zikredilmiştir. Sonuç olarak anlaşıldığına göre her bir göze üç defa sürme çekilir. Böylelikle her göze kendi Başına tek sayıda sürme çekilmiş olur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre diyor ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hastalığın (kendiliğinden) bulaşması da yoktur. Uğursuzluk yoktur. Baykuşun ötüşü ile ilgili itikat batııdır. Safer diye bir şey yoktur. Arslandan kaçar gibi de cüzamlıdan kaç. " Bu Hadis 5717,5757,5773 ve 5775 numara ile de geçiyor Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cüzam", siyah ödün vücudun tamamına yayılması dolayısıyla meydana gelen çok kötü bir hastalıktır. Bunun sonucunda bütün organların mizacı bozulur. Hatta bazı hallerde hastalığın son aşamalarında organların birbirlerini çürütecek şekilde alakalarını da bozabilir. İbn Sıde der ki: Bu hastalığa bu ismin veriliş sebebi parmakların cezm (kopma) ve parçalanması dolayısı iledir. Müslim kendi rivayet yoluyla el-Ala b. Abdurrahman'dan, o babasından, o Ebu Hureyre'den, Ebu Seleme'nin rivayetinin bir benzerini nakletmiş ve ayrıca: "Ve yıldızların doğuşuna olayları bağlamak da yoktur" fazlalığını eklemiştir. İleride "hastalığın bulaşması yoktur" başlığında da İbn Ömer ile Enes yoluyla "hastalığın bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur" hadisi gelecektir. Müslim ve İbn Hibban da İbn Cüreyc yoluyla: "Bana Ebu'z-Zubeyr'in haber verdiğine göre, o Cabir'i şöyle derken dinlemiştir" diye yaptıkları rivayette hadisi: "Hastalığın bulaşması da yoktur, safer de yoktur, ğul da yoktur" lafzı ile zikretmektedirler. İbn Hibban da Simak yoluyla, o İkrime'den, o İbn Abbas'tan, Said b. Meyna'nın ve Ebu Salih'in Ebu Hureyre'den naklettikleri rivayet gibi nakletmiş, ayrıca bu rivayetinde Ebu Seleme yoluyla gelen Ebu Hureyre rivayetindeki kıssayı da eklemiş bulunmaktadır. Bu hadis, İbn Mace'de muhtasar olarak zikrediImiştir. Bunlardan hareketle özetle şu altı sonuca ulaşılmıştır: Adve (hastalığın bulaşması), tıyere (uğursuzluk anlayışı), hame (baykuş ötüşünü uğursuz saymak), safer, ğul ve nev' (yıldızların doğuşu sebebiyle bazı olayların meydana gelmesi inancı) söz konusu edilmiş bulunmaktadır. Bunlardan ilk dördünün her birisi için Buhari ayrı bir başlık açmış ve bunları o başlıkta açıklamış bulunmaktadır. Gul hakkında cumhur şöyle demektedir: Araplar çöllerde ğul (gulyabanil) bulunduğunu iddia ederlerdi. Bunlar insanlara gÖrünen ve renkten renge girip onların yollarını şaşırmalarını sağlayarak helak olmalarına sebep olan şeytanların bir türüdür. Arapların günlük konuşmalarında "ğalethu'l-ğul: gulyabani onu helak etti ya da ona yolunu şaşırttı" ibareleri' çokça kullanılmıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun batıl olduğunu belirtmiştir. Denildiğine göre maksat, gulyabanilerin var olmadığını söylemek değildir. Bunun anlamı Arapların gulyabanilerin değişik şekillerde, renkten renge girdiklerine dair kanaatlerinin batıl olduğunu söylemektir. Bunlar derler ki: Gulyabaniler kimseye yolunu şaşırtamazlar. "Gulyabaniler renkten renge girdikleri vakit siz de ezan okuyunuz" hadisi bunu desteklemektedir. Yani onların şerlerini Allah'ı zikrederek def ediniz. Ebu Eyyub'un rivayetettiği hadiste de şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim, içinde kuru hurma bulunan bir odacığım vardı. Gulyabaniler gelip ondan yerdi ... " Nev'e gelince, buna dair açıklamalar daha önce İstiska (yağmur duası) bölümünde (1038.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Araplar: "Şu yıldızın doğuşu (nev'i) dolayısıyla bize yağmur yağdırıldı" derlerdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bunu yağmurun Allah'ın izniyle yağdığını, yıldızların etkisiyle olmadığını belirterek iptal etmiştir. Her ne kadar bu vakitlerde yağmurun yağması şeklinde bir ilahi adet cereyan etmiş ise de bu, Allah'ın irade ve takdiri iledir. Yıldızların bunda herhangi bir etkisi yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Arslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaç" buyruğu hakkında lyad şunları söylemektedir: Cüzamlı hakkındaki rivayetler farklı farklıdır. Az önce geçen rivayet Cabir'den diye nakledilmiştir. Buna göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem cüzamlı birisi ile yemek yemiş ve: Allah'a güvenerek ve O'na tevekkül ederek diye buyurmuştur." iyad der ki: Ömer ve seleften bir topluluk, cüzamlı ile birlikte yemek yenilebileceği görüşündedirler. Bunların görüşüne göre de ondan uzaklaşma emri neshedilmiştir. Bu görüşü kabul edenler arasında Malikl alimlerinden İsa b. Dinar da vardır. O şöyle demiştir: Çoğunluğun benimsediği ve kesinlikle kabul edilmesi gereken sahih görüş, ortada neshin olmadığı şeklindedir. Aksine bu husustaki iki hadisin bir arada cem'i (telif edilmesi) gerekmekte ve ondan uzak durup kaçmaya dair emri mÜstehaplığa ve ihtiyata, onunla birlikte yemek yemeyi de caiz olduğunun beyan edilmesine yorumlamak gerekir. et-Taberi der ki: Bize gÖre doğru olan, sahih kader doğrultusunda gÖrüş belirtmek olup, adva (hastalığın bulaşması) diye bir şeyin olmadığını ve hiçbir kimseye hakkında yazılıp takdir edilenden başka bir şeyin isabet etmeyeceğini kabul etmektir. Devamla şÖyle demektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in cüzamlıdan kaçılmasını emretmesinde, onunla birlikte yemek yemesi ile çatışan bir taraf yoktur. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emirlerinin çoğunluğu bağlayıcılık ifade etm(!k için ise de, bazı zamanlarda irşad etmek, kimisinde mubah oluşu bildirmek üzere emir verdiği de olurdu. O, bazen yasakladığı bir şeyi haram olmadığını beyan etmek için işliyordu. Bundan dolayı Kurtubı, el-Mufhim adlı eserinde şunları söylemektedir: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hasta olanı sağlıklı olanın yanına getirmeyi yasaklamasının sebebi, cahiJiye dönemi insanlarının, hastalığın bulaştırıcılığı ile ilgili yanlış itikatlara düşmeleri yahut insanın duygularının karışıp vehimlerin onları etkilemesi korkusu iledir. İşte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Arslandan kaçar gibi cüzamlıdan kaç" buyruğu bu kabildendir. Biz her ne kadar cüzamın bulaşmadığına inansak da içten içe onunla birlikte olmaktan bir nefret ve bir tiksinti hissederiz. Hatta bir kimse kendisini cüzamlıya yaklaşmaya ve onunla beraber oturup kalkmaya zorlayacak olsa, bundan dolayı içten içe eziyet duyar, rahatsız olur. O halde mu'mine daha yakışan, ayrıca kendisi ile mücahede ve mücadele etmeye ihtiyaç bırakacak herhangi bir işe kalkışmaması, vehim getirecek yollardan ve rahatsızlık sebeplerinden uzak kalmasıdır. Bununla birlikte o, herhangi bir tedbirin kadere karşı koruyucu olamayacağına da inanmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Said b. Zeyd'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: Yer mantan, men türündendir. Onun suyu da göz için bir şifadır diye buyururken dinledim." Şu 'be dedi ki: Ayrıca bana el-Hakem, el-Hasen el-Urani'den, o Amr b. Hureys'den, o Said b. Zeyd'den, o Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye bana haber verdi. Şube dedi ki: el-Hakem bana bunu tahdis edince, Abdulmeliklin hadisi dolayısıyla ben onu inkar etmedim. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Men gözler için bir şifadır." Bu başlıkta sözü edilen hadiste geçen "men" ile kastedilenin "minnet etmek" anlamındaki mastar değil de özel ve yenilen türden olduğunu kabul eden görüşün tercih edildiğine bir işarettir. Yer mantarı (el-kem'e) de yaprağı ve gövdesi olmayan bir bitkidir. Yerde ekilmeksizin bulunur. Ona bu adın (el-kem'e) veriliş sebebinin, gizlenip saklanması olduğu söylenmiştir. Mesela, şahitliği gizleyip saklamayan kimse hakkında: "Kemee'ş-şehadete" denilir. "Mendendir." Men ile neyin kastedildiği hususunda üç görüş vardır: Birinci görüşe göre maksat, bunun İsrailoğullarına indirilen men türünden olduğudur. Bu ise ağacın üzerine düşen bir tür çisinti olup, yapraklardan toplanıp tatlı olarak yenilir. et-Terencebın denilen çisinti de bu türdendir. Hadis, sanki menni yer mantarına benzetmiş gibidir. Buna sebep ise, her ikisinin de herhangi bir çalışma olmaksızın kendiliklerinden var olma özellikleridir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ümmü Kays'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir oğlumla birlikte Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girdim. Bademciklerindeki rahatsızlığı dolayısıyla da ona bir tedavide bulunmuş idim. Allah Rasulü şöyle buyurdu: Siz çocuklarınızı bu tedavilerle niçin rahatsız ediyorsunuz? Canlarını acıtıyorsunuz, size bu udi hindı'yi tavsiye ederim. Onda yedi tane şifa vardır. Bunlardan birisi de zatu'l-cenb hastalığıdır. Bu udihindi, boğaz rahatsızlığı dolayısı ile buruna çekilir; zatu'l-cenb hastalığı dolayısı ile de ağzından verilip içirilir." (Süfyan dedi ki:) Ben ez-Zührı'yi şöyle derken dinledim: (Rasulullah) bize bunların ikisini açıkladı. Ama beşini açıklamadı. (Ali İbnu'I-Medınl) dedi ki: Süfyan'a dedim ki: Ma'mer: (A'laktu anhu: Boğaz hastalığından onu tedavi etmiştim) lafzı yerine "a'laktu aleyhi" demektedir, dedi. O: Ma'mer bunu iyi bellememiş dedi. O sadece "a'laktu anhu" demiştir. Ben bunu ez-Zührı'nin ağzından ezberledim. Süfyan da çocuğun parmakla damağının dibinden bademciklerinin sıkıştırılmasını anlatmak üzere kendi parmağını damağının içine soktu. Parmağı ile damağının yukarı kaldırılmasını kastetmektedir ve o: A'likuu anhu şey'en: Ondan bir şeyi izale ediniz, gideriniz, demedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "(ledud) Ağzın yan tarafından ilaç koymak." ledCıd, hastanın ağzının yan taraflarından birisine konulan ilaca denilir. Birinci hadise dair yeterli açıklamalar, daha önce Nebi s.a.v.'in vefatı bahsinde (4452,4454.hadislerde) geçmiş bulunmaktadır. Nebiin ağzına ne verdikleri de orada açıklanmıştı. İkinci hadisin şerhi ise biraz sonra el-uzre (boğaz hastalığı) başlığında gelecektir. 22. BAB

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha şöyle demiştir: ''Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ağırlaşıp, ağrıları şiddetlenince diğer zevcelerinden hastalığım benim evimde geçirmesi için izin istedi. Onlar da ona izin verdiler. (Mescide) ayakları yerde süründüğü halde Abbas ile bir diğer kişi arq.sında çıktı. Ben (Ubeydullah b. Abdullah) İbn Abbasla bunu haber verince, bana: Aişe'nin adını vermediği o diğer adamın kim olduğunu biliyor musun, dedi. Ben: Hayır deyince, o kişi Ali 'dir, dedi. Aişe dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem evine girip hastalığı şiddetlendikten sonra şöyle buyurdu: Bana ağız bağları çözülmemiş yedi kırbadan su dökünüz. Belki kendimde bir hafiflik bulur da insanlara vasiyette bulunurum. Aişe dedi ki: Biz de onu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Hafsa'ya ait olan bir leğen içine oturttuk. Sonra olmbalardan üzerine su dökmeye koyulduk. Bize: Bu kadar yeter, diye işaret edinceye kadar devam ettik. Aişe dedi ki: Sonra insanların yanına çıktı ve onlara namaz kıldınp hutbe verdi. ii

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ubeydullah b. Abdullah'tan rivayete göre; "Ümmü Kays, kendisine şunu haber vermiştir: O boğaz ağrısından dolayı tedavi etmiş olduğu bir oğlu ile Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gitmişti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştu: Boğaz hastalığı dolayısıyla böyle bir tedavide bulunarak niçin çocuklarınıza eziyet ediyorsunuz? Sizler şu udihindi ile tedavi etmeye bakınız. Çünkü onda yedi tane şifa vardır. Zatu'l-cenb de bunlardan birisidir. "Üdihindi ile kastettiği el-küst'tür, udihindi ile aynı şeydir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "el-Uzretu: Boğaz ağrıs!." Bu, boğaz ağrısına verilen bir isimdir. Küçük dile yakın bir yerde görülür. el-Uzre'nin küçük dilin adı olduğu da söylenmiştir. Maksat ise onun ağrısıdır. Onun küçük dile yakın bir yer olduğu da söylenmiştir. Küçük dil de boğazın dibindeki et parçacığıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said'den, dedi ki: "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Benim kardeşim ishal oldu, dedi. Allah Rasulü: Ona bal içir, buyurdu. O da ona bal içirdi. Daha sonra adam: Ben ona bal içirdim. Ama bu onun ishalini artırmaktan başka bir işe yaramadı, dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü: Allah doğru söylemiştir. Senin kardeşinin karnı ise yalan söylemiştir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Karın hastalığına yakalanmış kimsenin tedavisi." Karın hastalığına yakalanmış olan (el-mabtCın), aşırı ishalden dolayı karnından rahatsız olan kimse demektir. Bunun birçok sebebi vardır. "Ona bal içir, buyurdu." Kasıt, arı balıdır. Araplarca meşhur olan da budur. Emrin zahirinden anlaşıldığına göre balın katıksız olarak içilmesini istemiştir. Ancak karışım halinde (şerbet olarak) içirilmesini kastetmiş olma ihtimali de vardır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "kardeşinin karnı yalan söylemiştir" buyruğuile bu ilacın faydalı olduğuna, hastalığın devam etmesinin ise ilacın özü itibariyle kusurlu olmasından kaynaklanmadığına, ancak hastalığın sebebi olan o bozucu maddenin çok yoğun olduğuna bir işarettir. Bundan dolayı bu bozucu maddenin büsbütün boşaltılması için kardeşine tekrar bal içirmesini emir buyurmuştur. Nitekim böyle olmuş ve Allah'ın izniyle hasta iyileşmişti. "Kitabu'l-Mieti fı't-Tıb" adlı eserin müellifi der ki: Bal bazen damarlara hızlıca sirayet eder ve bal ile birlikte gıdaların büyük bir bölümü de kana nüfuz eder. İdrar söktürür ve kabz da yapabilir. Bazen de midede kalarak mideyi harekete geçirip yemeği iter ve ishal yapar. Dolayısı ile ishal olan birisine tedavi için tavsiye edilmesini mutlak olarak kabul etmemek, bunu kabul etmeyenin anlayışsızlığındandır. Başkaları da şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tıbbının iyileştirid olduğu kesindir. Çünkü o vahiyden sadır olmuştur. Başkasının tıbbının ise çoğunlukla kaynağı, tahmin ya da deneydir. Nebevı tıbbı kullanan bazı kimselerin iyileşmesi gecikebilir. Buna sebep ise o tıbbı kullanan kimsenin o yolla şifa bulacağına dair inancının zayıflığı ve onu kabul ile karşılamasındaki yetersizliğidir. Bunun en açık misali ise kalplerde bulunanlara şifa olan Kur'an-ı Kerim'dir. Bununla birlikte bazı insanların kalplerinde bulunanlara şifa olmayabilir. Buna sebep ise o kimsenin itikadındaki ve onu kabul ile karşılayışındaki eksikliktir. Hatta münafık olan kimsenin murdarlığına murdarlık, hastalığına hastalık katmaktan başka bir şey de yapmaz. O halde Nebevı tıp, ancak hoş ve temiz bedenlere uygundur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in şifası da .ancak iyi kalpler ile uyum arz eder. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hastalığın bulaşması da yoktur, safer de yoktur, Hame (baykuşun uğursuzluğu) da yoktur, buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi: Ey Allah'ın Rasulü, o halde neden benim develeri m çölde kumlarda ceylanlar gibi iken uyuz bir deve geliyor, aralarına girip onları da uyuz ediyor, diye sordu. Allah Rasulü: Peki o ilkine o hastalığı bulaştıran kimdi, diye karşılık verdi." Bunu ez-Zührl, Ebu Seleme ile Sinan b. Ebi Sinan'dan diye rivayet etmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Safer -ki o, karında görülen bir ağrı dır- yoktur." Buhari, safer'i bu şekilde kesin bir ifade ile açıklamış bulunmaktadır. Ama Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna, Garibu'l-Hadis adlı eserinde Yunus b. Ubeyd el-Cerml'den şunu rivayet etmektedir: Yunus, Ru'be b. el-Accac'a (safer'in ne olduğunu) sormuş, Ru'be: O, davarlara ve insanlara isabet eden, karında görülen bir yılandır (şerit) ve bu Araplara göre uyuzdan daha çok bulaşıcıdır, demiştir. Bu açıklamaya göre safer'in kabul edilmeyişinden maksat, bulaşıcı olduğuna dair inançlarının reddedilmesidir. Buhari'nin bu görüşü ağırlıklı ve tercihedeğer görmesi, hadiste el-adva (hastalığın bulaşması) ile birlikte zikredilmiş olmasından dolayıdır. Taberi de aynı şekilde bu görüşü tercih etmiştir. Şöyle de açıklanmıştır: Safer ile kastedilen, yılandır. Ama bunun olmadığını söylemekten maksat, onların bu• hastalığa yakalanan kimsenin öleceğine dair inançlarının reddedilmesidir. Şeriat koyucu, ölümün ancak ecelin sona ermesi ile meydana geleceğini belirterek bu inancı reddetmiş bulunmaktadır. Bu açıklama şekli Cabir'den rivayet edilmiş bulunmaktadır. Cabir de "safer yoktur" hadisinin ravilerinden birisidir. Bu açıklamayı et-Taberi yapmıştır. Safer ile ilgili bir başka görüş daha vardır. O da şudur: Bundan maksat safer ayıdır. Şöyle ki, Araplar daha önce Hac bölümünde açıklandığı üzere, safer ayını haram ay yapıyor ve muharrem ayını helal ay kılıyorlardı. İslam gelerek onların yaptıkları bu uygulamaları reddetti. Bundan dolayı da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Safer yoktur" diye buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ümmü Kays'tan rivayete göre ona (Ubeydullah b. Abdullah'a) şunu haber vermiştir: "Kendisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna boğaz ağrısi dolayısıyla tedavi etmiş olduğu bir oğlu ile birlikte gitti. Allah Rasulü bunun üzerine şöyle buyurdu: Allah'tan korkunuz. Niçin çocuklarınızın boğaz hastalıklarını, boğazlarını böylece sıkarak rahatsız ediyorsunuz? Size bu udihindi'yi tavsiye ederim. Şüphesiz onda yedi hastalığa şifa vardır. Bunlardan birisi de zatu'l-cenb'dir. " Allah Rasulü udi hindi ile (kef harfi ile) el-küst'ü yani (kaf harfi ile) el-kust'u kastetmiştir. (ez-Zührl) dedi ki: Bu söyleyiş de bir ağızdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

[– 3720 - 3721-] Enes'ten rivayete göre, "Ebu Talha ve Enes b. en-Nadr kendisini dağlamışlardı. Onu Ebu Talha kendi eliyle dağlamıştı." Enes b. Malik'ten, dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ensardan bir ev halkına zehirden ve kulak ağrısından dolayı rukye yapmalarına İzin vermiştir." Enes dedi ki: "Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta olduğu halde zatu'lcenb'den dolayı dağlandım, Ebu Talha, Enes b. en-Nadr, Zeyd b. Sabit de benim bu dağlanışıma şahit oldular. Beni dağlayan da Ebu Talha idi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Zatu'l-cenb", kaburga kemiklerinin iç tarafındaki zarda anz olan sıcak bir şişkinlik (iltihap)dir. Göğsün ve kaburga kemiklerinin adalelerinde ve iç taraflarında sıkıŞıP kalan rlhler (iltihabi havalar) dolayısı ile böğrün çeşitli yerlerinde arız olan ve bundan dolayı da ağnlara sebep olan hastalık hakkında da kullanılır. Birincisi doktorların söz konusu ettiği gerçek zatu'l-cenb'dir. Doktorlar derler ki: Bunun beş tane arazı (belirtisi) vardır: Yüksek ateş, öksürük, bir şeylerin battığını hissetmek, nefes darlığı ve yüksek nabızdır. Zatu'l-cenb'e aynı zamanda böğür ağrısı da denilir. Bu da korkutucu hastalıklardan birisidir. Çünkü kalp ile ciğer arasında meydana gelir ve en kötü hastalıklardan birisidir. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Allah onu bana musallat edecek değildir" diye buyurmuştur. Huma ise zehir demektir. Buna dair açıklamalar "dağlama yaptıran kimse" başlığında geçmiş bulunmaktadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Sehl b. Sa'd es-Saidi'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in başındaki miğfer kırılıp da yüzü kanadığı ve küçük azı dişi kırıldığı zaman Ali, bir kalkan içerisinde su getiriyordu. Fatıma da gelip onun yüzündeki kanı yıkadı. Fatıma (a.s) su dolayısı ile kan ın artıp durduğunu görünce bir hasır parçası alıp onu yaktı, külünü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yarasına bastırdı ve kan kesildi." Fethu'l-Bari Açıklaması: " ... Hasır yakılması.1I Ebu'I-Hasen el-Kabisl şöyle derdi: Keşke o hasırın neden yapılmış olduğunu biz de bilseydik de kanı kesmek için onu bir ilaç olarak edinseydik. İbn Battal dedi ki: Tıp bilginlerinin iddia ettiklerine göre bütün hasır çeşitleri yakıldığı takdirde kanın artmasını önlerler. Hatta bütün kül çeşitleri böyledir. Çünkü bir yerde durdurmak, külün özelliklerindendir. Bundan dolayı Tirmizi bu hadisin yer aldığı başlığı "kül ile tedavi" diye açmıştır. el-Mühelleb de şöyle demiştir: Hadisten anlaşıldığına göre kanın kül ile kesilmesi, onlar tarafından bilinen bir şeydi. Özellikle eğer hasır "deysu's-sa'd"dan yapılmış ise ... Bunun kanı durdurduğu ve kokusunun güzelliği bilinen bir husustur. Kanı durdurmak yolu ile yaranın ağzını kapatır. Hoş kokusu ile de kanın kokusunu bastırır. Kanın önce yıkanmasına gelince, bu, yaranın derin olmaması halinde söz konusudur. Yara derin ise yaranın içine suyun dökülmesi halinde kül ile birlikte zarar vermeyeceğinden emin olunamaz

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Humma cehennem ateşi alevinin sıcağındandır. Bu sebeple onu su ile söndürünüz diye buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

el-Münzir'in kızı Fatıma'dan rivayete göre "Ebu Bekr r.a.'ın kızı Esma r.anha'nın yanına dua etsin diye gelen hummaya yakalanmış bir kadın getirildi mi su alır ve o suyu yakası ile bedeni arasına döker ve: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere onu su ile soğutmamızı (serinletmemizi) emrederdi, derdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Humma cehennemin kaynamasındandır. Bu sebeple onu su ile soğutunuz, buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Rafi' b. Hadic de dedi ki: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Humma, cehennem ateşi alevinin sıcağındandır. Bu sebeple onu su ile soğutunuz." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Humma cehennem ateşi alevinin sıcağındandır." Anlatılmak istenen, cehennemin hararetinin ve ısısının yükselip yayılmasıdır. Humma da biraz sonra belirteceğimiz üzere çeşit çeşittir. Bunun cehenneme nispet edilmesi de farklı şekillerde açıklanmıştır. Bunun (mecaz değil) bir hakikat olduğu söylenmiştir. Sıtmaya yakalananın vücudundaki alev ve hararet cehennemden bir parçadır. Kullar bundan ibret alsınlar diye yüce Allah bunu gerektiren birtakım sebeplerle ortaya çıkmasını takdir buyurmuştur. Nitekim çeşitli sevinç ve lezzetler de cennet nimetlerindendir. Allah, bu dünya yurdunda bunları ibret ve cennetteki nimetlere deıaıet etsinler diye ortaya çıkarmıştır. Hadisin manası da şöyledir: Hummanın sıcağı, cehennemin sıcağına benzer. Böylelikle insanların dikkatleri cehennem ateşinin şiddetine çekilmekte ve bu şiddetli hararetin cehennemin kaynamasının sıcağına benzediği belirtilmektedir. Sözü edilen bu sıcaklık, ateşe yaklaşıldığı zaman hissedilen sıcakdır. Nitekim serinletmek ve soğutmak ile ilgili hadiste de böyle denilmiştir. Ama birinci açıklama daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Su ile". Ebu Hureyre yoluyla gelen İbn Mace'deki hadiste "soğuk su ile" denilmektedir. Ebu Bekr er-Razi der ki: İnsanın gücü, kuvveti yerinde, humma şiddetli, bedeni olgunluk da açıkça görülen bir hal olup karında herhangi bir şişkinlik ve bir fıtık da yoksa, soğuk su içmek fayda verir. Eğer hasta olan kişinin bedeni zayıf, zaman (mevsim) de sıcak olup soğuk su ile yıkanmaya alışkın ise, soğuk su ile yıkanmasına izin verilir. İbnu'l-Kayyim de Sevban yoluyla gelen hadisi bu kayıtlara bağlı olarak değerlendirmiş ve şöyle demiştir: Bu nitelik, sıcak bölgelerde yaz mevsimlerinde görülen arızi yahut herhangi bir şişkinlik ve diğer bayağı arazlardan hiçbirisinin bulunmadığı katıksız hummada (sıtma ve ateş yükselmesinde) faydalı olabilir. Bu takdirde Allah'ın izniyle soğuk su, o harareti söndürür. Çünkü bu zamanda su, güneş ile temas etmediğinden ötürü soğuk olur ve o dönemde gerekli güç kuvvet de mevcut bulunur. Çünkü uyuyup dinlenmenin, sükCınun ve hava serinliğinin akabinde olur. Devamla der ki: İşaret ettiği cümle çoğunlukla sert hastalıkların harareti ve özellikle sıcak Ülkelerde meydana gelen hummalardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İlim adamları derler ki: Hadis-i şerifte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hastalığı sırasında soğuk su kullandığı defalarca zikredilmiş bulunmaktadır. Nitekim o: "Ağızları çözülmemiş yedi kırbadan üzerime su dökünüz" buyurmuştur. Bu hadise dair açıklamalar daha önce geçmiş bulunmaktadır. "Nafi' dedi ki: Abdullah" yani İbn Ömer "şöyle derdi: Rabbim, üzerimizden bu azabı kaldır." Hummanın esas itibariyle cehennemden olması dolayısıyla İbn Ömer bu sözleriyle, hummaya yakalanan bir kimsenin onunla azaba uğradığı anlamını çıkarmış gibidir. Böyle bir azaplandırma ise hummaya yakalanan kimsenin farklı oluşuna göre değişiklik arz eder. mu'min kimse için -daha önce geçtiği gibi- günahlarına bir keffaret ve ecrinin artışına sebeptir. Katir için ise bir ikab ve bir intikam demektir. Hummadaki bu sevaba rağmen İbn Ömer'in kaldırılmasını istemesi, şanı yüce Allah'tan sıhhat ve afiyet istemenin meşru olması dolayısı iledir. Çünkü O, kulunun günahlarını, ona ağır gelecek herhangi bir şey isabet etmeden de bağışlayabilir, sevap ve mükafatını artırabilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik'ten şöyle dediği nakledilmiştir: "Ukl ve Ureyna'dan bazı insanlar -ya da bazı adamlar- Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına (Medine'ye) geldiler ve Müslüman olduklarını söyleyerek: Ey Allah'ın Nebi'i, bizler sağmal davarları olan kimseler idik. Bizler ziraatle uğraşan kimseler değildik, dediler. Medine'nin havasını ağır buldular. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlar için zekat develerinin bir kısmı ile yararlanmalarını ve (develerle) çobanlarının bulunduğu yere gitmelerini emretti. Kendilerine de bu develerle beraber Çıkıp onların sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini emir buyurdu. Onlar da develerle gittiler. Nihayet Medine el-Harre'sinin (kara taşlığının) bir tarafında iken Müslüman olduktan sonra katil' oldular ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in çobanını öldürüp zekat develerini de önlerine katıp gittiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bu yaptıkları ulaştı. O da onların arkasından onları takip edip yakalayacak kimseleri gönderdi. (Yakalanıp getirilmelerinden) sonra emir vererek onların gözlerini çıkardılar, ellerini kestiler ve Harre'nin bir tarafında ölünceye kadar kendi hallerine terk edildiler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbrahim b. Sa'd'dan, dedi ki: Ben Usame b. Zeyd'i Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle dediğine dair hadisi naklederken dinledim: "Sizler bir yerde Taun hastalığının. çıktığını işitirseniz oraya girmeyiniz. Eğer sizin bulunduğunuz yerde o hastalık baş gösterirse oradan çıkıp gitmeyiniz." Ben (ravilerden Habib b. Ebi Sabit), İbrahim b. Sa'd'e: Sen Üsamelyi bu hadisi (baban) Saidie naklederken dinledin ve o da bunu reddetmiyardu, öyle mi, dedim. O: Evet, dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Abbas'tan rivayete göre; "Ömer b. el-Hattab r.a., Şam (Suriye)'a çıktı. Nihayet Serğ denilen yere varınca orduların kumandanıarı -Ebu Ubeyde b. el-Cerrah ve arkadaşları- onu karşıladılar ve ona Şam topraklarında vebanın ortaya çıkmış olduğunu haber verdiler. İbn Abbas dedi ki: Bunun üzerine Ömer: Bana ilk muhacirleri çağırınız, dedi. Onları çağırttı ve onlarla istişare etti. Onlara Şam'da vebanın baş gösterdiğini haber verdi. Onlar anlaşmazlığa düşerek kimisi: Biz bir iş için çıkmıştık, dolayısıyla onu görmeden geri dönmek görüşünde değiliz, dedi. Kimileri: Seninle beraber bulunanlar, insanların (iyilerinin) geriye kalanları ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabıdırlar. Bu sebeple onları alıp bu vebanın üzerine götürmeni uygun görmüyoruz, dediler. Ömer: Haydi yanımdan çıkın, dedi. Daha sonra: Bana ensarı çağırın, dedi. Ben de onları çağırdım. Ömer de onlarla istişare etti. Onlar da muhacirlerin gittikleri yoldan gittiler ve onların anlaşmazlıkları gibi anlaşmazlığa düştüler. Yine Ömer: Yanımdan gidiniz, dedi. Daha sonra: Sen bana burada fetih muhacirlerinden olup Kureyş'in yaşlılarından olanları çağır, dedi. Ben de onları çağırdım. Bu hususta ona karşı iki kişi dahi ihtilaf etmeyerek: Biz senin insanları alıp geri dönmen ve onları bu vebanın bulunduğu yere götürmemen görüşündeyiz, dediler. Bunun üzerine Ömer de' ahali arasında: Ben sabahleyin dönmek üzere bineğimin üzerinde olacağım, siz de sabahleyin bineğinizin üzerinde olunuz, diye nida ettirdi. Ebu Ubeyde b. el-Cerrah bunun üzerine: Allah'ın kaderinden kaçış mı bu, dedi. Ömer: Bu sözü keşke senden başkası söylemiş olsaydı ey Ebu Ubeyde. Evet, biz Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Şimdi bana görüşünü söyle. Senin develerin olsa ve birisi merası bol, diğeri kurak olmak üzere iki tarafı birbirinden farklı bir vadiye insen, develerini merası bolalan yerde de otlatsan Allahlın kaderiyle otlatacaksın. Kurak olan yerde de otlatsan Allah'ın kaderiyle otlatacaksın değil mi, dedi. İbn Abbas dediki: Bir süre sonra bazı ihtiyaçlarını görmek üzere huzurda bulunmayan Abdurrahman b. Avf çıkageldi ve: Bu hususta benim bir bilgim vardır. Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'j şöyle buyururken dinledim, dedi: Sizler onun bir yerde baş gösterdiğini işitirseniz bulunduğu yere gitmeyiniz. Sizin bulunduğunuz bir yerde baş gösterirse ondan kaçmak amacıyla bulunduğunuz yerden çıkmayınız. Abdullah b. Abbas dedi ki: Bunun üzerine Ömer Allah'a hamd etti, sonra da yoluna koyulup gitti." Bu Hadis 5730 ve 6973 numara ile de geçiyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Amir'den rivayete göre "Ömer Şam'a çıktı. Serğ'de iken vebanın Şam topraklarında baş gösterdiği haberi ona ulaştı. Abdurrahman b. Avf da Ömer'e, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu haber verdi: Onun bir yerde baş gösterdiğini işitirseniz oraya gitmeyiniz. Sizin bulunduğunuz bir yerde o görülecek olursa ondan kaçmak amacıyla o yerden çıkmayınız

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Medine'ye Mesih (ed-Deccal) ile taun girmez, buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Sirin kızı Hafsa'dan, dedi ki: "Enes b. Malik r.a. bana: Yahya neden öldü diye sordu. Ben taun'dan, dedim. O dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem taun (dolayısıyla ölüm) her Müslüman için bir şehitliktir, buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Karın hastalığından ölen şehittir. Taun hastalığından ölen şehittir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Taun hakkında." Buhari'nin şartına göre sahih rivayetlerden "söylenenler." el-Halil der ki: Taeın, veba demektir. en-Nihaye'nin müellifi (İbnu'l-Esir) de şöyle demektedir: Taun, havayı insanın mizacını ve bedenini ifsad eden genel bir hastalıktır. !yad dedi ki: Taun'un esası vücutta ortaya çıkan birtakım yaralardır. Veba ise genelolarak bütün hastalıklara denir. Bunlara taun adının verilmesi, öldürücü olması bakımından benzerlikleri dolayısıyladır. Yoksa her taCı n bir veba olmakla birlikte her veba taun değildir. !yad der ki: Buna da Amvas'ta baş gösteren Şam vebasının taCı n oluşu delil teşkil etmektedir. Derim ki: Dilcilerden, fukahadan ve tabiplerden taun'un tarifine dair bize ulaşan bilgiler bunlardır. Bu bilgilerin sonucu şudur: Taun'un gerçek mahiyeti, kan ın kaynayıp coşmasından yahut bir azaya doğru dökülüp onu ifsad etmesinden dolayı meydana gelen bir şişliktir. Bunun dışında havanın bozuluşundan dolayı meydana gelen genel hastalıklara ise mecaz yoluyla taCı n adı verilir. Çünkü bundan dolayı genellikle hastalanmak ya da çokça ölüm, her ikisinde de ortak bir özelliktir. Taun'un vebadan farklı olduğunun deli li ise bu başlıkta zikredilen "Taun Medine'ye girmez" hadisidir. (5731 nolu) Ayrıca Aişe'nin rivayet ettiği ve: "Biz Medine'ye geldiğimizde Allah'ın arzı arasında vebası en çok bir şehir idi ... " ifadeleri ile Bilal'in söylediği: "Onlar bizi vebanın bulunduğu topraklara çıkardılar" sözlerinin yer aldığı hadis, daha önce geçmiş bulunmaktadır. "Taunun bir yerde baş gösterdiğini işitirseniz ... " ez-Zühri'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bana Amir b. Sa'd'ın haber verdiğine göre o Üsame b. Zeyd'i, Sa'd'e şu hadisi naklederken dinlemiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ağrıyı (hastalığı) söz konusu ederek şöyle buyurdu: O bir ricz, yahut ümmetierden bir ümmetin kendisi ile azaplandırıldığı bir azaptır. Daha sonra da ondan bir kalıntı kaldı. Kimi zaman gider, kimi zaman gelir." Buhari bu hadisi İsrailoğullarından söz ederken rivayet ettiği gibi, Müslim ve Nesai de bu hadisi Malik yoluyla rivayet etmişlerdir. Yine Müslim bu hadisi es- Sevrı ve Muğire b. Abdurrahman yoluyla rivayet etmiş olup, hepsi de Muhammed b. el-Münkedir'den diye rivayet etmişlerdir. Malik şunu da eklemektedir: (Muhammed) birde Salim Ebu'n-Nadr, her ikisi Amir b. Sa'd'den rivayet ettiklerine göre "O Üsame b. Zeyd'e: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den taun hakkında neler söylediğini işittin, diye soruyordu. Bunun üzerine Üsame dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Taun, Allah'ın İsrailoğullarından bir taife üzerine yahut sizden öncekilerin üzerine indirdiği bir ricz (azap)dır." Şanı yüce Allah'ın: "Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böyle riczi çökel'tir." (el-En'am, 61125) buyruğu da bu kabildendir. İsrailoğullarının açıkça zikredilmeleri, daha bir özellik ifade etmektedir. Eğer maksat bu ise, bununla Bel'am kıssasında anlatılanlara işaret etmiş gibi görünmektedir. Çünkü Taberi, tabiinin küçüklerinden birisi olan Süleyman et-Teymı yolu ile Seyyar'dan şunu rivayet etmektedir: Bel'am adındaki bir adam, duası kabul edilen birisi idi. Musa da Bel'am'ın bulunduğuyere gitmek üzere İsrailoğulları ile birlikte yola koyulmuştu. Bel'am'ın kavmi yanına gelerek: Bunlara beddua et, dediler. O da: Bu hususta Rabbimin emrini almadan yapmam, dedi ve isteklerini kabul etmedi. Onlar ona bir hediye getirdiler. O da bu hediyeyi kabul etti. İkinci defa ondan aynı şeyi istediler. Bel'am, Rabbimin emrini almadan olmaz, dedi. Ama ona herhangi bir emir gelmedi. Kavmi Bel'am'a: Eğer senin beddua etmeni istememiş olsaydı, sana bunu yasaklardı. Bu sefer o da onlara beddua etti. Bunun neticesinde İsrailOğullarına yapmış olduğu bütün beddualar, onun kavmine dönüyordu. Bundan dolayı Onu kınadılar. Bu sefer o şöyle dedi: Sizlere onların hangi yolla helak olacaklarını göstereceğim. Askerleri arasına kadınları gönderin ve o kadınlara kendilerine yaklaşmak isteyen hiçbir kimseye karşı koymamalarını emredin. Umulur ki zina ederler ve sonra da helak olurlar. Çıkan kadınlar arasında kralın kızı da vardı. Esbatlardan birisinin başında bulunan kişi onu istedi ve kadına konumunu söyledi. Kadın da onun kendisine yaklaşmasına imkan verdi. Bunun sonucunda İsrailoğulları arasında taun baş gösterdi. Bir gün içerisinde İsrailOğullarından yetmişbin kişi öldü. Harun soyundan bir adam, beraberinde mızrak ile geldi ve o ikisini de mızrakladı. Allah onu destekledi ve her ikisini de bir arada mızrağına geçirdi." Bu ceyyid, mürsel bir rivayettir. "Ömer b. el-Hattab Şam'a çıktı." Seyf b. Ömer'in el-futCrh adlı eserinde naklettiğine göre bu hadise 18. yılın Rebiu'l-ahir ayında olmuştu. O sırada Şam'da baş gösteren bu taun, Amevas Taunu diye bilinen taundur. Ona bu adın "amme" ile "vasa" fiillerinin bu şekilde telaffuz edilmesi üzerine verildiği de söylenmiştir. "Nihayet Serğ denilen yere gelince." Bu, Ebu Ubeyde'nin fethettiği bir şehirdir. Bu şehir, Yermuk ve Cabi'ye bitişik şehirlerdir. Bununla Medine arasında on merhale (konak)lik mesafe vardır. "Ordu kumandanıarı Ebu Ubeyde ve arkadaşları onu karşıladı." Bunlar Halid b. el-Velid, Yezid b. Ebi Süfyan, Şurahbil b. Hasene ve Amr b. el-As idi. Ebu Bekir ülkeyi aralarında paylaştırmış ve savaşma işini Halid'e vermişti. Daha sonra Ömer, savaş kumandanlığını Ebu Ubeyde'ye vermişti. Ömer r.a. da Şam'ı birkaç ordu karargahına taksim etmişti. Ürdün bir karargah, Hıms bir karargah, Dımaşk bir karargah, Filistin bir karargah, Kinnesrin de bir diğer karargah idi. Her bir karargahtaki askerlere bir kumandan tayin etmişti. Kınnesrin, önceleri Hıms ile birlikte idi. Dolayısıyla bunlar dört karargaht!. Daha sonra Yezid b. Muaviye zamanında Kınnesrin ayrı bir karargah haline getirilmiştir, demektedir. "Fetih yılı muhacirlerinden ... " Fetih yılı Medine'ye hicret eden kimseler, demektir. Ya da kasıt, fetih esnasında Müslüman olanlardır. Yahut o bu ibareyi Mekke fethedildikten sonra Medine'ye şeklen hicret etmiş olan kimseler hakkında da kullanmış olabilir. Çünkü hicret, hüküm itibariyle fetihten sonra kaldırılmış bulunuyordu. "İnsanlardan geriye kalanlar." Kasıt, ashab-ı kiram'dır. Onlar hakkında bu tabirin kullanılması, onları tazim etmek içindir. Yani insan denilince ancak onlar hatıra gelir. "İnsanlardan geriye kalanlar" ile genelolarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yetişmiş olan kimselerin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Ashab ile de onunla uzunsüre beraber bulunan, onunla birlikte savaşan kimseler kastedilmiş olur. "Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz." Hişam b. Sa'd'ın rivayetinde: "İleri gitsek de Allah'ın kaderi ile gideriz. Geri kalırsak da Allah'ın kaderi ile kalırız" şeklindedir. Burada ondan "kaçış" diye söz etmesi, şer'an bir kaçış olmasa bile şekil itibariyle ona benzediğinden dolayıdır. Maksat da, kişinin kendisini ölüme götürecek bir şeyin üzerine gitmesinin yasaklanmış olduğunun anlatılmasıdır. Eğer bunu yapacak olsa bu da Allah'ın kaderindendir. Kendisini rahatsız edecek şeylerden uzak durması da şeriatın öngördüğü bir iştir. Yüce Allah bunu yaparken kendisinden kaçtı ğı şeyi de takdir edebilir. O halde eğer o işi yapsa da, terk etse de Allah'ın kaderi iledir. O halde bunlar -ileride açıklanacağı üzere- iki ayrı makamdır. Birisi tevekkül makamıdır, diğeri de sebeplere sarılmak makamıdır. Ömer'in: "Allah'ın kaderinden, Allah'ın kaderine kaçıyoruz" sözünün ifade ettiği anlam şudur: O gerçek anlamıyla Allah'ın kaderinden kaçamayacağını anlatmak istemiştir. Kendisinden kaçmakta olduğu şey, kendisine zarar geleceğinden korktuğu bir iştir. Bundan dolayı onun üzerine gitmemektedir. Kendisine doğru kaçıp sığındığı şey de kendisi adına zarar geleceğinden korkmadığı şeydir. Ancak ister yola koyulsun, ister kalsın, meydana gelmesi kaçınılmaz olan şey aynı şeydir, değişmez. "İki tarafı olan bir vadi" (iki tarafı anlamı verilen) "udvetani" lafzı "udve"nin ikilidir. Bu da vadinin yüksekçe yerine verilen isimdir. Bu hadiste, bir şehre girmek isteyip de orada taun bulunduğunu bilen kimsenin geri dönmesinin caiz olduğu ve bunun uğursuz kabul etmek (tıyere) kabilinden olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine böyle bir iş, kişinin kendisini tehlikeye atmaması ya da bir kimsenin taun görülen bir yere girecek olsa ve orada tauna yakalansa, -ileride açıklayacağımız üzere- inanılması yasak kılınan adva'ya (bulaşıcılığa) inanmamasını sağlamak özelliğini taşıyan böyle bir yanlış kanaate sürükleyen yolu kapatmak içindir. Şeyh Takıyyuddin b. Dakiki'l-'Id der ki: Bu iki hususu bir arada telif edip açıklamak için bence tercihe değer olan açıklama şekli şudur: Taunun bulunduğu yere gitmek, nefsi belaya maruz bırakmaktır. Muhtemelen nefis bu belaya sabır da göstermeyebilir. Belki de böyle yapıldığı takdirde bir çeşit sabır ya da tevekkül makamında olmak iddiası da taşıyabilir. İşte nefsin muhayyer bırakıldığı takdirde sebat gösteremeyeceği hallerde gurura kapılıp olmadık iddialarda bulunmasından sakındırmak için bu yasaklanmıştır. Oradan çıkıp kaçmak, gücünün yettiği kadarı ile kurtulmaya çalışan kimse suretinde sebeplere yapışmanın kapsamı içerisinde olabilir. Bu sebeple şeriat koyucu, bize her iki halde de kendimizi zora koşmamayı emir buyurmuştur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Ama onlarla karşılaştığınız takdirde de sabrediniz" buyruğu da bu kabildendir. Bu sebeple önce belaya maruz kalmayı ve nefsin gurura kapılma korkusunu ihtiva ettiğinden dolayı düşmanla karşılaşmayı temenniden uzaklaşmayı emretmiştir. Çünkü böyle bir şeyin gerçekleşmesi halinde nefsin sözünde durmayacağından emin olunamaz. Daha sonra da yüce Allah'ın emrine teslimiyet göstermek üzere bu işin olması halinde de sabrı onlara emretmiş bulunmaktadır. Ömer r.a.'in bu kıssasından çıkartılacak birtakım sonuçlar vardır: 1- Tartışmanın, karşı karşıya kalınan değişik hallere ve ahkama dair istişarede bulunmanın meşru olduğu. 2- Anlaşmazlık içine düşmek, herhangi bir hükmü gerektirmez. Hüküm gerektiren, ittifaktır. 3- Anlaşmazlığa düşülmesi halinde nassa başvurulur. 4- Nassa "ilim" adı verilir. 5- Bütün işler Allah'ın kaderi ve ilmi ile cereyan eder. 6- Alim bir kişi, bazen kendisinden daha alim olan başkalarının bilmediği bir şeyi bilebilir. 7- Haber-i vahid'le amel etmek vaciptir. Bu da buna dair en güçlü delillerden birisidir. Çünkü bu uygulama, ashab-ı kiram arasından hal ve akd ehli olanların ittifakıyla olmuştu. Onlar bu vahid haberi Abdurrahman b. Avf'tan kabul ederek bu haberiyle birlikte güçlendirici bir başka delil istememişlerdir. 8- İmam, zulme uğramışın zulmünü giderecek, sıkıntıya düşmüşün sıkıntısını açacak, fesad ehlinin saldırganlıklarını önleyecek şekilde raiyesinin halleri ile yakından ilgilenmelidir. 9- Şer'i hükümler ve İslam'ın şiarı açıkça ortaya konulmalıdır. 10- İnsanlar gerçek konumlarına ve yerlerine oturtulmalıdırlar. Üçüncü hadis (5731 nolu hadis) Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği: "Medine'ye Mesih (Oeccal) ile taun girmez" hadisi olup, Buhari bunu böylece muhtpsar olarak zikretmiştir. Bu hadisi Hac bölümünde (1880.hadiste) İsmail b. Ebi Uveys'ten, o Malik'ten diye bundan daha noksansız bir şekilde şu lafızlarla hvayet etmiş bulunmaktadır: "Medine'nin yolları üzerinde melekler vardır. Bu sebeple oraya ta un da, Oeccal de girmez." Ben orada Oeccal ile ilgili bilgileri kaydetmiş bulunuyorum. Taun dolayısıyla ölüm, şehitlik mertebesine yükseltmekle birlikte, Medine'ye girmeyişinin Oeccal ile zikredilip her ikisinin de Medine'ye girmeyecek olması dolayısıyla Medine'nin övülmesi, açıklaması zor bir durum olarak görülmüştür. Buna cevap şöyledir: TMn ile ölümün şehitlik olmasından maksat, bizzat onun bu niteliği taşıdığını anlatmak değildir. Maksat, şehitliğin onun bir sonucu olduğunu ve ondan ortaya çıktığını anlatmaktan ibarettir. Çünkü taun şehit oluşa sebep teşkil etmiştir. Taun hastalığının cinlerin ta'n etmesi (dürtmesi) sebebiyle ortaya çıktığını hatırlayan bir kimse, taunun Medine'ye girmeyişi ile Medine'nin övülmesini güzel bir şekilde görür ve anlar. Kurtubı de el-Müfhim adlı eserinde buna şöylece cevap vermektedir: Bunun anlamı Amevas ve el-Carif taunu gibi başka yerlerde görülen taunun bir benzerinin Medine'ye girmeyeceğidir. Onun bu söylediği, genel çerçevesiyle tMnun Medine'ye girdiğini kabul etmeyi gerektirir. Oysa durum böyle değildir. Çünkü İbn Kuteybe'nin el-Mearif'te kesin olarak belirttiğine göre -daha sonra da büyük bir topluluk onun izinden gitmiş olup, bunların sonuncuları el-Ezkar adlı eseri ile Şeyh Muhiddin enNevevi'dir- taun hiçbir şekilde Medine'ye de, aynı şekilde Mekke'ye de girmemiştir. Ama bir topluluk, Mekke'ye 749 yılında görülen taun esnasında girdiğini nakletmiş bulunmaktadır. Fakat hiçbir kimse Medine'de taunun görüldüğünü asla söylemiş değildir. Doğrusu, bu hadiste Medine'ye girmeyeceği söylenen taundan kastın, cinlerin ta'nından (dürtmesinden) ortaya çıkan ve bu dürtme dolayısıyla bedende kan ın galeyana geldiği taun çeşidi olduğudur. Bu da sonunda öldürücü olur. İşte bu tür taun Medine'ye girmemiştir. Bir başkası da şöyle demektedir: Bu, Muhammed! mucizelerden birisidir. Çünkü tabipler, taunu başından sonuna kadar bir şehirden, hatta bir köyden dahi uzaklaştırmaktan yana acze düşmüşlerdir. Ama diğer taraftan uzun çağlar boyunca taun Medine'ye girememiştir. Derim ki: Bu doğru bir sözdür. Ama açıklanması zor olan duruma cevap teşkil etmez. Bu hususta verilen cevaplardan birisi de şöyledir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara taunun yerine hummanın verildiğini söylemiştir. Çünkü taun zaman zaman gelir. Humma ise her zaman tekerrür eder. Böylelikle ecir bakımından aralarında bir denge meydana gelir ve daha önce kaydedilen bazı sebepler dolayısıyla taunun girmemesinden maksat da tamamıyla gerçekleşmiş olur. Ahmed'in rivayet etmiş olduğu: "Cibril bana hummayı ve taunu getirdi. Ben hummayı Medine'de tuttum, taunu da Şam'a saldım" diye rivayet ettiği hadisi hatırladıktan sonra, bir başka cevabı da uygun görmekteyim. Bundaki hikmet şudur: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'ye girdiğinde ashabı sayıca az olduğu gibi yardımcıları da azdı. Medine de daha önce Aişe yoluyla rivayet edilen hadiste açıklandığı gibi, havası ağır bir şehir idi. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem her birisi ile başlı başına büyük ecrin kazanılacağı iki şeyden birisini seçmekte muhayyer bırakıldı. O da o vakit, ölüme sebep oluşu -taunun aksine- çoğunlukla az görüldüğünden ötürü hummayı seçti. Daha sonra kafirlerle cihada ihtiyaç hasıl olup savaşmak için ona izin verilince, hummanın Medine'de devam etmesi halinde cihad için gerekli güç sahibi olmaya ihtiyacı olEm kimselerin bedenlerinin zayıf düşmesi neticesi ortaya çıktı. Bundan dolayı o hummanın Medine'den Cuhfe'ye nakledilmesi için dua etti. Böylelikle Medine, Allah'ın şehirlerinin en sağlıklısı oldu. Oysa daha önce böyle değildi. İşte o zamandan itibaren taun sebebiyle şehit olma imkanını bulamayanlar, belki de Allah yolunda öldürülerek şehit1iğe ulaştı. Bıınu da elde edemeyen kimseler, mu'minin cehennem ateşinden payını teşkil eden hummaya (yüksek ateşe) maruz kaldılar. Daha sonra da Medine'nin bu özelliği, diğer şehirlerden ayrılığı ve üstünlüğü ortaya çıkmak üzere devam etti. Böylelikle Nebiin duasının kabulü tahakkuk etmiş, bu uzun süre boyunca vermiş olduğu haberin tasdiki suretiyle pek büyük mucize de ortaya çıkmış oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Taun her müslümanın" yani taun hastalığına yakalanan her Müslümanın "şehit1iğidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Yahya b. Ya'mer'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e taun'a dair soru sorduğunu haber vermiştir. Allah'ın Nebii Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona taun'un Allah'ın daha önce dilediği kimseler üzerine gönderdiği bir azap olduğunu, daha sonra Allah/ın onu mu'minlere bir rahmet kıldığını haber verdi. Binaenaleyh bir kulun bulunduğu beldede taCı n ortaya çıkar, o da sabrederek Allah/ın kendisi için yazdığından başkasının kendisine isabet etmeyece'ğini bilerek şehrinde kalırsa, mutlaka ona şehit gibi ecir verilir," Fethu'l-Bari Açıklaması: "Taun'a sabreden kimsenin ecri." Yani ister kendisi taun'a yakalanmış olsun, ister ikamet ettiği beldede baş göstermiş olsun ... "Allah onu mu'minlere rahmet kıldı." Bu ümmetten iman edenlere rahmet kıldı. Ebu Asıb yoluyla gelen İmam Ahmed'in naklettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Bu sebeple taun mu'minler için bir şehitlik, onlara bir rahmettir; kafir kimse için ise bir azaptır." Bu hadis tatınun ancak Müslümanlara has bir rahmet olduğu hususunda açık ifadeler taşımaktadır. Eğer kafirlere isabet edecek olursa, onlar için ancak ahiretten önce dünyada acilen verilen bir azap olur. Bu ümmetin isyankarlarına gelince, taun onun için bir şehitlik olur mu, yoksa şehitlik olması özellikle kamil mu'mine mi mahsustur? Bu husus iyice düşünülmesi, tetkik edilmesi gereken bir konudur. İsyankardan maksat, büyük günah işleyen ve işlemekte ısrar ediyorken tauna yakalanan kimsedir. İşlemekte olduğu günahların uğursuzluğundan ötürü şehitlik mertebesi ile şereflenmeyeceğini söylemek ihtimal dahilindedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih ameIIer işleyenler gibi kılacağımız!. .. mı sandılar?"(Casiye, 21) Aynı şekilde İbn Ömer yoluyla rivayet edilen hadiste de taun'un fuhşiyatın açıkça işlenmesinden dolayı ortaya çıktığına delil teşkil eden ifadeler bulunmaktadır. Söz konusu bu hadisi İbn Mace ve Beyhakı şu lafızIa rivayet etmişlerdir: "Bir toplum arasında fuhşiyat, açıkça işlenecek hale gelecek şekilde ortaya çıkacak olursa mutlaka aralarında taun ve geçmişlerinde görülmemiş hastalıklar baş gösterir." Hadisin senedinde Halid b. Yezid b. Ebi Malik de bulunmaktadır. Bu, Şam bölgesi fakihlerinden idi. Ancak Ahmed, İbn Maın ve başkalarına göre zayıf bir ravidir. Hakim'in naklettiği senedi ceyyid olan Bureyde'nin rivayet ettiği hadis de şu lafızdadır: "fuhşiyat bir toplum arasında açıkça işlenir hale geldi mi mutlaka Allah da onlara ölümü musallat kılar." İmam Ahmed de Aişe rad,yallahu anha'dan şu merfu' hadisi zikretmektedir: "Aralarında zina çocukları çoğalmadığı sürece ümmetim bir hayra sahip kalmaya devam edecektir. Ama aralarında zina çocukları çoğalacak olursa Allah'ın onların hepsini kuşatacak umumi bir ceza gönderme ihtimali çok yakın olur." Bu hadisin senedi hasendir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre taun, bazen masiyet sebebi ile bir ceza olarak da baş gösterebilir. O halde nasıl şehitliğe sebep olur? Şöyle demek ihtimali vardır: Bu hususta varid olmuş haberlerdeki genel ifadeler dolayısıyla taun sebebiyle ölen kimse, şehitlik derecesine nailolabilir. Özellikle bundan önce yer alan Enes'in rivayet ettiği hadiste: "taun her Müslüman için bir şehitliktir" denilmektedir. Günahlar işleyip duran kimselerin şehitlik mertebesine kavuşmaları, konum itibariyle imanı kamil mu'mine eşitolmalarını da gerektirmez. Çünkü şehitlerin dereceleri de farklı farklıdır. Nitekim taundan ölen günahkar bir kimse de, isyankar bir kimsenin, Allah yolunda, Allah'ın adı en yüksek olsun diye cihad ederken ileri atılıp geri dönmesi de söz konusu değilken ölen mücahid gibidir. Şanı yüce AIIah'ın, Muhammed ümmetine rahmetinin bir tecellisi de onlara cezalarını dünyada acilen vermesidir. Ayrıca bu, tauna yakalanan kimsenin şehitlik ecrini almasına da aykırı değildir. Özellikle de onların çoğu böyle bir hayasızlık işlerken yakalanmış olsa dahi. -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- bu taunun bunların hepsini kuşatacak bir hal alması, münkere karşı tepki göstermeyip oturmalarındandır. "Sabredici olarak", yani bundan tedirgin olmaksizın ve huzursuzluğa kapılmaksızın aksine AIIah'ın emrine teslimiyet ile kazasına rıza göstererek katlanan demektir. Bu da taun sebebiyle ölen kimselerin şehit ecrini almaları için söz konusu edilmiş bir kayıtlır. Bu sabır kaydı da taunun ortaya çıktığı yerde kalması, ondan kaçmak maksadıyla dışarı çıkıp gitmemesidir. Nitekim bundan önceki başlıkta bu hususa dair açık yasak geçmiş bulunmaktadır. "Kendisine Allah'ın kendisi için yazdığından başkasının isabet etmeyeceğini bilerek" Bu da bir başka kayıtlır. Bu da tMnun çıktığı yerde kalmak ile alakalı hali ifade eden bir cümledir. Eğer o yerde kalmakla birlikte huzursuz olur, sabır göstermez ya da o şehirden çıkıp gitse, kesinlikle bu hastalığa yakalanmayacağını zannederek çıkmayışına pişman olur ve orada kaldığı için bu hastalığa yakalanacağını düşünürse, böyle bir kimse taun sebebiyle ölse dahi şehit ecrini elde edemez

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ma'mer'den, o ez-Zühri'den, o Urve'den, o Aişe r.anha'dan rivayet ettiğine göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem -vefatı ile neticelenen hastalığında- muawizatı okuyarak kendisine üflüyordu. Hastalığı ağırlaşınca ben onları okuyup ona üflüyor ve bereketi dolayısı ile kendi elini vücuduna sürüyordum." Malmer dedi ki: ez-Zühri'ye: Nasıl üfler(di) diye sordum. O: Ellerine üfler, SOnra da ellerini yüzüne sürerdi, dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "KUr'El.n ile ve muavvizat ile rukye yapmak." Burada muavvizatın Kur'an'a atfedilmesi, özelin genele atfedilmesi kabilindendir. Çünkü "muavvizat"tan maksat, daha önce Tefsir bölümünün sonlarında geçtiği gibi Felak, Nas ve Ihlas sureleridir. Bu durumda bu isimlendirme tağııb kabilindendir. (Çünkü İhlas suresinde istiaze ifadesi bulunmamaktadır.) İlim adamları üç şartın bulunması halinde rukye yapmanın caiz olduğunu icma' ile kabul etmiş bulunmaktadırlar: Bu rukye yüce Allah'ın kelamı yahut isim ve sıfatları ile olmalıdır. Arapça ya da Arapça olmayıp anlamı bilinen sözlerle yapılmalıdır; rukyenin bizatihi kendisinin değil, aksine yüce Allah'ın etkili olduğuna inanılmalıdır. Bu sonuncularının şart olup olmadığı hususunda ilim adamları ihtilaf etmişolmakla birlikte, tercihe değer olan, sözü edilen bu şartların göz önünde bulundurulmasının kaçınılmaz olduğudur. Çünkü Müslim'in Sahih'inde Avf b. Malik'in rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Bizler cahiliye döneminde rukye yapardık. Ey Allah'ın Rasulü, bu husustaki görüşün nedir, diye sorduk. O: Yaptığınız rukyeleri bana söyleyiniz. Şirk ihtiva etmediği sürece rukyede bir sakınca yoktur, buyurdu." İbnu't-TIn der ki: "Muavvizat ile ve onların dışında Allah'ın isimleri ile rukye yapmak, manevi tıptır. Eğer bu, yaratılmışlar arasından iyi insanların dili üzere yapılırsa yüce Allah'ın izniyle şifa husule gelir. Bu tür insanlar artık az bulunduğundan, halk da cismani tıbba, üfürükçülerin ve onların dışında cinlerin emri altında bulunduğunu iddia eden kimselerin kullandıkları o yasaklanmış rukyelere yöneldiler. Emrinde cin olduğunu söyleyen kimse de hak ve batıl karışımı, işin iç yüzünü bilmeyenleri tereddüde düşüren birtakım işler yaparlar. Allah'ın ve isimlerinin zikri ile birlikte şeytanların zikrini de karıştırır, onlardan yardım dilemeyi, onların azgınlarına sığınmayı da bir arada yaparlar. Denildiğine göre yılan, tabiatı gereği insana düşmanlık ettiğinden, şeytanlar da Ademoğullarına düşman oldukları için şeytanlarla arkadaşlık eder. Bu sebeple üfürükçü, yılana şeytanların isimlerini okuyunca o da onun çağrısını kabul ederek yerinden dışarıya çıkar. Aynı şekilde yılan sokmuş bir kimseye de bu isimler okunacak olursa zehirleri insanın bedeninden dışarıya akar. Bundan dolayı özellikle Allah'ın ve isimlerinin zikri ile ve anlamı bilinen Arapça lafızlarla yapılmayan rukyeler -çünkü böylelikle rukye şirkten uzak olur- mekruh görülmüştür. Allah'ın Kitabından 'başkası ile rukye yapmanın mekruh oluşu ise, ümmetin alimlerinin kabul ettiği bir görüştür

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said el-Hudrl r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından bazı kimseler, Arap kabilelerinden bir kabilenin bulunduğu yere gitti. Bu kabile onları misafir etmedi. Onlar bu durumda iken efendileri zehirli bir hayvan tarafından sokuldu. O kabile halkı: Sizinle birlikte buna dair bir ilaç ya da rukye yapacak bir kimse var mı, dediler. Nebiin ashabı:Siz bizi misafir etmediniz. Bu iş için bize bir ücret tayin etmedikçe böyle bir şey yapmayız, dediler. Bunun üzerine onlara bir sürü koyun vaat ettiler. Bir sahabi Ummu'I-Kur'an'l (Fatiha'yı) okumaya koyuldu. Tükürüğünü topluyor, sonra da (hastanın üzerine) tükürüyordu. Bunun sonucunda adam iyileşince onlar da koyun sürüsünü alıp geldiler. Ashab: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sormadan onu almayız, dediler. Nebie durumu sorunca, güldü ve: Bunun (Fatiha suresinin) bir rukye olduğunu nereden bildin? O koyunları alınız ve bana da bir pay ayırınız, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Fatihatu'l-Kitab ile rukye yapmak. Bu İbn Abbas'tan, o Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye zikrolunmaktadır." Bu başlıkta Buhari, Ebu Said yoluyla rivayet edilen hadisi zikretmektedir. Buna dair açıklamalar yeterli bir şekilde İcaare bölümünde (2276.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbnu'l-Kayyim dedi ki: Bazı sözlerin birtakım özellikleri ve faydaları bulunduğu sabit olduğuna göre, alemlerin Rabbinin sözü olduğundan, Kitabın bütün manalarını ihtiva ettiğinden ötürü Kur'an-ı Kerim'de olsun, onun dışındaki diğer kitaplarda olsun, benzeri indirilmemiş bulunan Fatiha hakkında ne düşünülebilir? Bu sure, Allah'ın isimlerinin temelini teşkil eden ve bunları kendilerinde toplayan anaisimleri ihtiva ettiği gibi, ölümden sonra dirilişi, tevhidi, kendisinden yardım ve hidayet istemek hususunda yüce Rabbe ihtiyacı kapsamaktadır. En faziletli duayı da söz konusu etmektedir. Bu en faziletli dua da dosdoğru yola iletilmeyi istemektir. Dosdoğru yol, Allah'ı kemal derecesinde bilmeyi, onu tevhid etmeyi ve kendisine verdiği emirleri işleyip, yasaklarından sakınmak suretiyle ibadet etmeyi, bu yol üzere de dosdoğru yürümeyi ihtiva eder. Diğer taraftan bu sure, yaratılmışların çeşitli türlerini de ihtiva etmiş ve onları hakkı bilip gereğince amel ettiği için nimete mazhar olanlar ile hakkı bildikten sonra ondan saptığı için gazaba uğrayanlar ve hakkı büsbütün bilmediğinden ötürü de dalalete düşenler kısımlarına ayırmaktadır. Bununla birlikte bu sure kaderi, şeriatı, Allah'ın isimlerini, ölümden sonra dirilişi, tevbeyi, nefsin tezkiye edilmesini, kalbin ıslah edilmesini, bütün bid'at ehlinin görüşlerinin reddini de kapsamaktadır. Bazı özellikleri bu olan bir surenin her türlü hastalıktan şifa dilemek için okunması da onun şanındandır, özelliklerindendir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas'tan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından bir grup, su kenarında konaklamış ve aralarından birisi zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş bulunan bir grup kimsenin yanından geçtiler. O suyun kenarında bulunan ahaliden bir adam onlara gelip: Aranızda rukye yapacak kimse var mı? Bu su başında zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş birisi var, dedi. Aralarından birisi kalkıp gitti ve birkaç koyun vermeleri şartı ile Fatihatu'lKitab'ı okudu. Adam iyileşti, o da koyunları alıp arkadaşlarının yanına geri geldi. Arkadaşları bundan hoşlanmayarak: Sen Allah'ın kitabını okumak karşılığında ücret aldın, dediler. Nihayet Medine'yegeldiklerinde: Ey Allah'ın Rasulü! Bu arkadaşımız Allah'ın Kitabı karşılığında bir ücret aldı, dediler. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Karşılığında ücret aldığınız şeyler arasında en hak olanı Alla:h'ın Kitabıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem nazar değmesi dolayısı ile rukye yapılmasını bana emretti -yahut: (bana kaydını zikretmeksizin) emretti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ümmü Seleme r.anha'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendi evinde, yüzünde bir sarılık bulunan (ya da yüzünün rengi değişmiş) bir kız çocuğu gördü. Bunun üzerine: Buna rukye yapılmasını söyleyiniz. Çünkü buna bir nazar değmiş bulunuyor, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: ''Nazar değmesinden dolayı rukye." Nazar değmiş kimseye rukye yapılması anlamındadır. Nazar (göz değmesi), tabiatı kötü bir kimsenin, hasedle karışık güzel bulan ve bundan dolayı kendisine nazar edilenin zarar gördüğü bir bakış çeşididir. Bazı kimseler bunu açıklamakta zorlanarak şöyle demişlerdir: Nazar değen kimsenin zarar görmesini sağlayacak şekilde göz, uzaktan nasıl etki yapabilir? Buna şöyle cevap verilir: İnsanların tabiatları farklı farklıdır. Bu, bazen nazar eden kimsenin gözündeki zehirin, havada nazar değen kimsenin bedenine ulaşması yolu ile olabilir. Nazarı değen ve bununla meşhur olan bir kimseden şöyle dediği nakledilmiştir: Ben hoşuma giden ve beğendiğim bir şey gördüğüm takdirde gözümden bir hararetin çıktığını hissediyorum. el-Hattabı der ki: Hadisten anlaşıldığına göre, gözün nefisler üzerinde bir etkisi vardır. İbnu'l-Arabı bunu reddetmekte aşırıya giderek şöyle demiştir: Filozofların görüşüne göre nazar değmesi, ruhun gücü ile nazar değen kimseyi etkilemesinden sadır olan bir şeydir. Bu durumda göz, öncelikle kendi nefsinde etkili olur, sonra da kendisinden başkasını etkiler. Bir açıklamaya göre nazar değmesi, nazar edenin gözünde bulunan ve gözlerin iri bir şekilde açılması esnasında ile isabet eden bir zehirdir. Tıpkı yılanın zehrinin insana geçmesi ile etkili olması gibi. Ancak birinci görüş şöyle reddedilmektedir: Eğer durum böyle olsaydı, hiçbir halde nazar değmesinden kurtulmanın söz konusu olmaması gerekirdi. Oysa vakıada görülen bu değildir. İkincisine karşılık da şöyle denilmiştir: Yılanın zehri ondan bir parçadır ve tamamı öldürücüdür. Nazar eden kimsenin ise -bunu kabul edenlerin görüşüne göre- nazarı dışında öldürücü bir tarafı yoktur. Bu ise yılan zehrine benzemeyen bir cihettir. (el-Mazer1) dedi ki: Gerçek şudur: Şanı yüce Allah, nazarı değe n kimsenin kişiye bakıp ondan hoşlanıp onu beğenmesi esnasında, dilediği takdirde dilediği bir rahatsızlığı ya da ölümü halk edebilir. Bazen de bunu gerçekleşmeden önce de önleyebilir. Bu ya istiaze ile veya başka yolla olabilir. Gerçekleşmesinden sonra ise bunu rukye, gusletmek ya da başka yolla da bertaraf edebilir. ---Mazeri'nin sözü burada bitti--- Fakat bu açıklamalarda da itiraz edilecek bazı cihetler vardır. Nazar değmesine yılanı örnek gösteren kimse, bu sözleri ile zehrinden ona bir şeyler ulaşıncaya kadar sokulan kimse ile temas etmesini kastetmemiştir. O bununla, insanı görmesi ile insanın ölümüne sebep olan ve bununla meşhur olmuş bir yılan türünü kastetmiştir. İşte nazar eden kimsenin durumu da böyledir. Buna Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de daha önce Bed'u'l-halk bölümünde el-Ebter (kuyruğu kesik) ve Zo. et-tufyeteyn söz konusu edilince geçmiş bulunan Ebu Lubabe yoluyla gelen hadisi ile işaret etmiş bulunmaktadır. Bu iki yılan türü, gözü kör eder ve hamilenin cenininin düşmesine sebep olurlar. el-Hattabl'nin nazarın etkisi ile kastettiği ise felsefecilerin benimsedikleri görüş değildir. Aksine yüce Allah'ın nazarıarın sebep olduğu zararlar açısından adeten görülüp icra ettiği şeylerdir. el-Bezzar hasen bir senedIe Cabir'den şu merfu' hadisi rivayet etmiştir: "Allah'ın kaza ve kaderinden sonra insanların çoğunluğu nefesle ölürler." Hadisi rivayet eden, kastettiği nazar değmesidir, demektedir. Şanı yüce Allah'ın adeti de cisimlerde ve ruhlarda pek çok güç ve özelliklerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim bir kimse kendisinden utanıp sıkılan birisine baktığı vakit, bakılan kişinin yüzünde utancından dolayı ileri derecede ve daha önce olmayan bir kırmızılık görülür. Aynı şekilde korktuğu kimseyi görünce sararması da böyledir. Hadis-i şerif'te nazar değmesinden dolayı rukye yapmanın meşru olduğu anlaşılmaktadır. ''Yüzünde bir sarılık bulunan." İbrahim el-Hazzı der ki: "Sef'a" yüzde bir çeşit karartıdır. el-Esmaı'den de bunun siyah karışımı bir kırmızılık olduğunu söylediği nakledilmiştir. Sarılık diye de açıklanmıştır. Başka bir renkle karışık siyahlık da denilmiştir. İbn Kuteybe der ki: Bu, yüzün gerçek renginden farklı bir renktir. Bütün bu açıklamalar birbirine yakındır. Bunların sonucu, kızın yüzünde asıl renginden farklı bir renk olduğunun görüldüğü anlaşılmaktadır. "Buna nazar değmiştir." Buradaki nazarıdan kastın ne olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Cinlerin nazarından bir göz değmesi söylendiği gibi, insanların nazarından olduğu da söylenmiştir. Ebu Ubeyd el-Herevı bunu kabul etmiştir. Ancak daha uygun olan bundan daha genelolduğudur ve bu kızın nazara gelmiş olduğudur. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona rukye yapılmasına izin vermiştir. Bu da -başlığa uygun olarak- nazar değmesinden dolayı rukye yapmanın meşru olduğuna bir delildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Nazar değmesi bir haktır, diye buyurmuş ve dövme yaptırmayı da nehyetmiştir. " Bu Hadis 5944 numara ile de var Fethu'l-Bari Açıklaması: ''Nazar değmesi bir haktır." Yani nazar değmesi sabit ve var olan bir şeydir. Yahut o, varlığı muhakkak olan şeylerdendir. el-Mazerı dedi ki: Cumhur, hadisin zahiri doğrultusundakanaat belirtmişlerdir. Veşm (dövme) ise iğne vb. bir şeyi bedenin herhangi bir tarafına kan akıncaya kadar batırdıktan sonra, o yere sürme ya da benzeri bir şey doldurması ve bunun neticesinde oradan yeşilimsi bir renk almasıdır. İleride yüce Allah'ınizniyle Ubas (giyim-kuşam) bölümünün sonlarında "kendisine döğine yaptıran kadın" başlığı a1tında açıklamalar gelecektir. Ben bu iki cümle arasında bir ilişki olduğunu görüyorum ki, daha önce bunu tespit edip dikkat çeken kimseyi bilmiyorum. O da şudur: Döğme yaptırmaya iten sebeplerden birisi de, döğme yaptıran kimsenin kendisine nazar değmesin diye niteliklerini değiştirmesi isteğidir. İşte burada nazar değmesinin hak olduğu belirtilmekle birlikte, döğme yaptırmak nehyedilmekte ve şeriat koyucunun öğretilerine dayanmayan, döğme yaptırmanın ve daha başka çarelere başvurmanın hiçbir faydasının olmayacağı belirtilmekte, yüce Allah'ın kaderinin mutlaka tahakkuk edeceğini göstermektedir. Müslim'in, İbn Abbas'ın rivayet ettiği ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ref' ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Nazar değmesi bir haktır. Eğer kaderi geçip geride bırakacak bir şeyolsaydı, hiç şüphesiz göz (nazar) onu geride bırakırdı. Sizlerden (nazarınızın değdiği düşün- . cesiyle) gusletmeniz istenecek olursa, siz de guslediniz." Nevevi dedi ki: Hadiste kaderi n sabit olduğu ve nazar değmesinin de, nazarın zararının da pek güçlü olduğu belirtilmektedir. Hadisteki ikinci fazlalık olan kendisine nazar değdiğini kabul eden kimse tarafından nazar edenin yıkanması emri ise şuna işaret etmektedir: Bu sebep dolayısıyla gusletmek, aralarında bilinen bir husustur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara kendilerinden böyle bir şey istendiği takdirde karşı koymamalarını emir buyurmaktadır. Bunun en basit faydası ise, bu hususta meydana gelen vehmi ortadan kaldırmaktır. Emrin zahiri de vücub ifade etmektedir. el-Mazerl bu hususta görüş ayrı lı ğı bulunduğunu nakletmekte ve bu emrin vücub ifade ettiği görüşünün sahih olduğunu söyleyerek şunları eklemektedir: (Nazar değmesinden ötürü) ölmekten korkacak olursa ve nazarı değen kimsenin gusletmesi sureti ile nazar değenin şifa bulduğu görülegelmiş ise o takdirde gusletmesi muayyen bir emir olur. Nazarı değen kimsenin zarar verdiği kimseye karşılıksız yiyecek vermesi için mecbur tutulacağı da kabul edilmiştir. Bu daha uygundur. Bunun dışında hadisten çıkartılacak daha başka sonuçlar da vardır: 1- Kimin nazarının değdiği bilinecek olursa, onun gusledeceğine dair hüküm verilir. 2- Gusletmek, nazara karşı faydalı olan işlerdendir. 3- Nazar, bazı hallerde kıskançlık olmadan dahi beğenmek ve hoşlanmakla birlikte olur. Hatta bu, seven bir kimse tarafından da, salih kimse tarafından da görülebilir. 4- Bir şey beğenen bir kimsenin beğendiği o kimseye ya da o şeye hemen mübarek olması için dua etmekte elini çabuk tutması icap eder ve bu onun tarafından yapılan bir rukye olur. 5- Müstamel (abdest ve gusül gibi ibadet kastıyla kullanılmış) su, tahirdir. 6- Açık arazide (tesettüre riayet etmek şartıyla) gusletmek caizdir. 7 - Nazar değmesi bazen öldürücü olabilir. Bundan dolayı kısas yapılacağı hususunda görüş ayrılığı vardır. Bu sebeple Kurtubi şöyle demektedir: Nazarı değen bir kimse, herhangi bir şeyin telef olmasına sebep olursa onun tazminatını öder. Eğer nazarıyla öldürürse kısas ya da -bu işin onun bir adeti olacak şekilde tekrarlanması halinde- diyet ödemesi gerekir. Bu durumda nazarı değen kimsenin hali sihirbazın katir olduğu için değil (ölüme sebep olduğundan dolayı) öldürülmesini kabul eden kimselere göre aynı durumda olur. Şafiiler bu hususta lması söz konusu etmemişler, hatta böyle bir şeyin olmayacağını belirtmiş ve şöyle demişlerdir: Nazar çoğunlukla öldürücü değildir ve ölüm sebebi olarak sayılmamıştır. Nevevı de er-Ravda adlı eserinde şunları söylemektedir: Böyle bir halde diyet de, keffaret de söz konusu olmaz. Çünkü şer'! hüküm ancak genel ve belirli olarak tespit edilebilen şeyler hakkında söz konusu olur. Belli bir şekilde tespit edilemeyen ve bazı hallerde, bazı kimselere özelolan şeyler için hüküm koymak söz konusu değildir. Üstelik nazar değen bir kimse kesinlikle böyle bir fiil de işlemiş sayılamaz. Nazarın nihai durumu bir kıskançlıktır ve bir nimetin zeval bulmasını temenni etmektir. Aynı şekilde nazar değmesinden ötürü ortaya çıkan hal, nazar değen kimse için hoşlanılmayan bir şeyin ortaya çıkmasından ibarettir. Bu hoşlanılmayan hal de ölüm esnasında muayyen bir sebep olarak görülemez. Çünkü nazarın etkisi olmaksızın da hoşlanılmayan bir hal ile karşı karşıya kalınabilir. ---Nevevi'nin er-Ravda adlı eserinden nakil burada sona ermektedir--- İbn Battal'ın kimi ilim ehlinden haklettiklerine göre, bir kimsenin nazarının değmesiile tanınması halinde imam, o kimseyi insanların yanına girip çıkmaktan alıkoymalı ve onu evinde oturmaya mecbur etmelidir. Eğer fakir bir kimse ise ona hayatını idame ettirecek şekilde bir maaş bağlamalıdır. Çünkü böyle bir kimsenin zararı, Ömer rad'yallahu anhiin -ilgili başlıkta açıkça geçtiği gibi- insanlarla oturup kalkmasına engelolduğu cüzamlı bir kimsenin zararından daha ağırdır. Şeriat koyucunun cemaate katılmasını engellediği sarımsakyiyen kimsenin zararından da daha ağırdır. Nevevi dedi ki: Bu, başkasının, aksini açıkça ifade ettiği bilinmeyen sahih ve muayyen olarak kabul edilen bir görüştür

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdurrahman b. el-Esved'den, ababasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben Aişe r.anha'ya zehirli hayvanın sokmasına karşı rukyeye dair soru sordum. O da: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zehirli olan her hayvan sokmasından dolayı rukye yapmaya ruhsat vermiştir, dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdulaziz'den, dedi ki: Ben ve Sabit, Enes b. Malik'in huzuruna girdik. Sabit: Ey Ebu Hamza ben hastalandım, dedi. Enes: Sana Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı rukye ile rukye yapayım mı, dedi. Sabit: Yap deyince, Enes: Ey insanların Rabbi, ey hastalığı gideren Allah'ım, şifa ver, şifa veren sensin, senden başka şifa verecek yoktur. Geriye hastalıktan eser bırakmayan bir şifa ver

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan rivayete göre, "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem aile halkından birisine Allah'a sığındırma duasını yapar ve sağ elini onun bedenine sürerek: İnsanların Rabbi Allah'lm, hastalığı gider, ona şifa ver. Şifa veren sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Geriye hastalıktan eser bırakmayan bir şifa ver, diye dua ederdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe'den rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem rukye yaparak: Hastalığı sil ey insanların Rabbi! Şifa yalnız senin elindedir. Bunu senden başka açıp giderecek yoktur, derdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aışe r.anha'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hasta olan kimseye: Allah'ın adıyla, bu bizim arzımızın toprağıdır. Boğazımızın tükürüğü ile karışmıştır. Hastamız Rabbimizin izniyle şifa bulsun, derdi." Bu Hadis 5746 numara ile de geçer

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem rukye yaparken: Allah'ın adıyla, bu arzımızın toprağıdır, boğazımızın da tükürüğüdür. Rabbimizin izniyle hastamız şifa bulur, derdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in rukyesi", yani rukye yaparken okuduğu sözler. "Şifa veren sensin." Bu ibareden şanı yüce Allah'a Kur'an-ı Kerim'de bulunmayan isimleri vermenin şu iki şarta bağlı olarak caiz olduğu anlaşılmaktadır: Bu şartlardan birincisi bu isimlerde bir eksiklik ve kusur vehmi veren bir anlam bulunmamalıdır. İkincisi de bunun Kur'an-ı Kerim'de bir aslının olması gerekir. Burada da (şifa veren: eş-Şafi) böyledir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de: "Hastalandığım zaman bana şifa veren Odur."(Şuara, 80) diye buyurulmuştur. "Senden başka şifa veren yoktur." Bu da ilacın ve tedavinin, yüce Allah'ın takdirine denk düşmemesi halinde herhangi bir faydasının olmayacağırm, ancak ona bağlı olarak fayda verebileceğine işaret etmektedir. "Bu arzımızın toprağıdır.". Nevevi der ki: Hadisin anlamı şudur: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizzat kendi tükürüğünü şehadet parmağı üzerine koyduktan sonra parmağını toprağın üzerine koydu. Ona az bir şey bulaştı. Sonra da bununla hasta olan yere ya da yaraya sürdü ve sün'ne esnasında sözü geçen sözleri söyledi. Kurtubi dedi ki: Hadisten bütün hastalıklar dolayısıyla rukye yapmanın caiz olduğu ve bunun, aralarında yaygın ve görülen bir şeyolduğu anlaşılmaktadır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in serçe parmağını yere koyduktan sonra, hasta yerin üzerine koyması da rukye yaparken böyle hareket etmenin müstehap oluşuna delildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Seleme'den rivayete göre Ebu Katade şöyle demiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Rüya Allah'tandır. Hulm ise şeytandandır. Sizden herhangi bir kimse hoşuna gitmeyen bir şey görecek olursa uyandığı vakit üç defa tükürür gibi üflesin, o rGyanın şen'inden Allah'a sığınsın. Şüphesiz o takdirde ona zararı olmaz." Ebu Seleme dedi ki: Ben hiç şüphesiz bana dağdan daha ağır gelen bir rüya görürdüm. Bu hadisi duyduktan sonra artık bu gibi rüyalara aldırmaz oldum

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yatağına çekildiği vakit kulhuvallahu ehad ile el-Muavvizeteyn'i hep birlikte okuyup avuçlarına üfler,sonra da ellerini yüzüne ve bedeninin ulaştığı yerlerine kadar sürel'di. Aişe dedi ki: Rahatsızlandığı vakit bunu benim yapmamı emir ederdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Said'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından askeri bir birlik, gitmeleri emrolunan bir sefere çıkıp yola koyuldular. Nihayet Arap kabilelerinden bir kabilenin yakınında bir yerde konakladılar. Onlardan kendilerini misafir olarak ağırlamalarını istediler. Ancak onlar kendilerini ağırlamayı kabul etmediler. O kabilenin efendisi zehirli bir hayvan tarafından sokuldu. Onu tedavi etmek için her şeyi yaptılar. Fakat hiçbir şeyin ona faydası olmadı. Onlardan birisi: Şu sizin yakınınızda konaklayan bu kimselere gitseniz, belki onlardan birisinin yanında yarayacak bir şey vardır, dedi. Yanlarına gelerek: Ey birlik, şüphesiz zehirli bir hayvan bizim efendimizi soktu. Yapabileceğimiz her şeyi yaptık ve hiçbir şeyona fayda vermedi. Sizden herhangi birinizin yanında bir şey var mı, diye sordu. Aralarından birisi: Evet, Allah'a yemin ederim, ben rukye yapan birisiyim. Fakat Allah'a yemin ederim biz sizden bizi ağırlamanızı istediğimiz halde sizbizi ağırlamadınız. Bu sebeple sizler bize belli bir ücret tespit etmedikçe ben rukye yapmam, dedi. Onlara bir sürü koyun vermek üzere anlaştılar. O adam gitti. "Elhamdulillahi Rabbi'l-alemın"i okuyup üf1emeye başladı. Nihayet adam bir bukağıdan kurtulmuş gibi rahat/adı ve herhangi bir acısı olmaksızın yürümeye koyuldu. Ebu Said dedi ki: Onlarla anlaştıkları ücret/erini eksiksiz verdiler. Birileri: Bunu paylaştırın, dedi. Ancak rukye yapan kişi: Hayır, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gidip ona olanı biteni anlatıncaya ve bize ne emir vereceğini görünceye kadar yapmayınız, dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına vardılar ve ona olanı anlattılar. O da: Onun (Fatiha suresinin) bir rukye olduğunu nereden bildin? İsabet ettiniz. Sürüyü paylaştırınız ve bana da sizinle birlikte pay ayırınız, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu başlıkta yer alan üçüncü hadis olan Ebu Said el-Hudri radıya1lahu anh'nin rivayet ettiği hadiste, zehirli hayvanın sokup da Fatihatu'l-Kitab ile rukye yapılanın kıssası zikredilmektedir. Hadise dair yeterli açıklamalar dahaönce İcare bölümünde (2276.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Az önce de buna işarette bulunulmuş idi. Bu rivayette "okuyup üflemeye başladı" denilmektedir. Daha önce de nefs (üfleme) in tefil (tükÜrmek)den daha aşağı mertebede olduğunu söylemiş idim. Tefil, caiz olduğuna göre nefs'in de öncelikle caiz olması gerekir. Yine bu rivayette "herhangi bir ağrısı kalmaksızın" ibaresi de bulunmaktadır ki, yatakta hareket etmesine sebep olan bir ağrısı kalmadı, demektir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan rivayete göre, "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlardan herhangi birisine şu sığındırma duasını yapaı: ve onun bedenini sağ eliyle sıvazlardı: Hastalığı gider, ey insanların Rabbil Şifa ver, Şafı (şifa veren) sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Geriye hiçbir hastalık bırakmayan bir şifa ver

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatı ile sonuçlanan hastalığında kendisine muavvizatı okuyup üflerdi. Hastalığı ağırlaşınca ben onları okuyup ona üflüyor, kendi eliyle -bereketi dolayısıylaonun vücudunu sıvazlıyordum." (Ravilerden Ma'mer dedi ki:) İbn Şihab'a: Nasıl üflerdi diye sordum. O: Önce ellerine üfler, sonra onları yüzüne sürerdi, dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Abbas r.a.'tan, dedi ki: "Bir gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza çıktı ve şöyıe buyurdu: Bana ümmetler gösterildi. Bir Nebi beraberinde bir adam olduğu halde geçiyor, bir diğer Nebi iki adam bulunduğu halde, bir başka Nebi bir topluluk bulunduğu halde geçiyordu. Beraberinde hiçbir kimse bulunmadığı halde geçen Nebiler de vardı. Ufuğu kaplayan çokmiktarda bir karartı gördüm. Onların benim ümmetim olduğunu ümit ettim. Bana: Bu Musa ve onun kavmidir, denildi. Sonra bana: Bak denildi, ben de ufuğu kaplayan çok miktarda bir karartı gördüm. Bana şuraya ve şuraya da bak, denildi. Ufuğu kaplayan çok miktarda bir karartı gördüm. İşte bunlar senin ümmetindir ve bunlarla birlikte cennete hesapsız girecek yetmişbin kişi vardır, denildi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onlara açıklama yapmadan (içeri girdiğinden) insanlar dağıldı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı (bunların kim olabileceklerini) kendi aralarında konuştular ve: Biz şirk içinde doğduk sonra da Allah'a ve Rasulüne iman ettik. Ama bunlar bizim çocuklarımız olmalıdır dediler. Bu sözleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca O şöyle buyurdu: Bunlar herhangi bir şeyi uğursuz saymayanlar, kendilerini dağlatmayanlar, kendilerine rukye yapılmasını istemeyenler ve yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir. Bunun üzerine Ukaşe b. Mihsan ayağa kalkarak: Ben onlardan mıyım, ey Allah'ın Rasulü, dedi. Allah Rasulü: Evet, buyurdu. Bu sefer bir başkası kalkarak: Ben de onlardan mıyım, diye sordu. Allah Rasulü: Bu hususta Ukaşe senden önce davrandı, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Rukye yapmayan kimseler." Bu hadis aynen bir başka yoldan, Husayn b. Abdurrahman'dan "kendisini dağlatan kimse" Başlığında geçmiş ve bunun Baş taraflarında bir kıssa ekleyerek nakledenleri de belirtmiş, buna dair şerhin, Rikak bölümünde(6541.hadiste) geleceğini de söylemiş idim. Hadisin burada zikredilmesinden kasıt, "bunlar uğursuz saymayanlar, kendilerini dağlatmayanlar, kendilerine rukye yapılmasını istemeyenlerdir" ibareleridir. Uğursuzluk, bundan sonraki Başlıkta söz konusu edilecektir. Dağlama ile ilgili açıklamalar da daha önce bu hadisin geçtiği yerde yapılmıştır. Rukyeyegelince, rukye yapmayı ve dağlatmayı diğer tedavi yolları arasında mekruh görüp her ikisinin de -diğerleri değil de bunların- tevekkülü bozduğunu kabul eden kimseler, bu hadisi delil gösterirler. Ancak ilim adamları böyle bir iddiaya karşı çeşitli şekillerde cevap vermiş bulunmaktadırlar: 1- Taberi, el-Mazeri ve bir kesimin söylediğine göre bu, -cahiliye dönemi insanlarının inandıkları gibi- tabiatçıların, ilaçlar tabiatlari gereği faydalı olurlar, şeklindeki kanaatlerine uygundüşünmeyen kimseler hakkında yorumlanır. Başkaları da şöyle demektedir: Terk edilmesi öğülmeye sebep teşkil eden rukye, cahiliye döneminde söylenen ve küfür olma ihtimali taşıdığından dolayı manası anlaşılmayan sözlerle yapılan rukyedir. Zikir ve benzeri şeylerle yapılan rukye ise böyle değildir. Ancak Iyad ve başkaları buna karşılık şöyle demektedirler: Hadis bu yetmişbin kişinin diğerlerinden ayrıbir meziyetinin olduğunu ve sadece kendilerinin sahip bulundukları bir fazilete sahip olduklarını göstermektedir. Böylelikle bunlar asıl itibariyle faziletli ve dine bağlı olmakla kendileriyle ortak özelliğe sahip olan kimselerden ayrılmış olmaktadırlar. İlaçların tabiatları itibariyle etkili olacağına inanan yahut cahiliye dönemindeki rukyeleri ve benzerlerini kullanan bir kimse ise MÜslüman değildir. O halde böyle •bir cevap sağlıklı olamaz. 2- ed-Davudıve bir kesim şunları söyler: Hadiste kastedilen kimseler, hastalanır korkusu ile sağlıklı iken bu gibi işleri yapmaktan uzak duran kimselerdir. Hastalandıktan sonra ilaç ve tedaviye başvuran bir kimsenin durumu böyle değildir. Bu doğrultudaki açıklamayı daha önce İbn Kuteybe'den ve başkalarından "kendisini dağlatan kimse" başlığındanakletmiş bulunuyorum. İbn Abdilberr'in tercih ettiği de budur. Ancak daha önce kaydettiğimiz, hastalığın meydana gelmesinden önce (hastalıktan) Allah'a sığınmanın sabit olduğuna dair rivayetler ile buna da itiraz edilmiştir. 3- el-Halimı dedi ki: Hadiste söz konusu edilen bu kimselerden kasıt, dünya hallerinden ve dünyada bulunan çeşitli arıza ve rahatsızlıkları önlemek için hazırlanrrıış sebeplerden yana habersiz olan, bundan dolayı dağlanmayı da, rukye yapmayı da bilmeyen ve karşı karşıya kaldıkları hallerde dua etmekten, Allah'a sığınmaktan başka bir sığınakları, Allah'ın kazasına razı olmaktanbaşka bir barınakları olmayan kimselerdir. Bunların, tabiplerin tıbbından, rukyecilerin rukyesinden haberleri yoktur. Bunların hiçbirisini de doğru dürüst beceremezler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 4- Rukye ve dağlanmayı terk etmekten maksat, hastalığın önlenmesinde Allah'a güvenip dayanmak ve onun kaderine rıza göstermektir. Yoksa bunların caiz oluşunu tenkit etmek değildir. ÇünkÜbu hususlar sahih hadislerde ve selef-i salih'ten sabit şeylerdir. Ama rıza ve teslimiyet makamı, sebeplere başvurmaktan daha yüksek bir makamdır. el-Hattabı ve ona uyan kimseler bu doğrultuda görüş beyan etmişlerdir. İbnu'l-Esir der ki: Bu, dünyadan, dünyadaki sebeplerden, dünyaya bağlayan bağlardan yüz çeviren velilerin niteliklerindendir. Böyleleri de velileriri eri haslarıdır. Bu işleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiilen ve emir olarak yapmış olması da bunu reddetmez. Çünkü o irfan makamlarının ve tevekkül derecelerinin en yükseğinde idi. Onun bu tür fiil ve açıklamaları teşri ve . caiz oluşun beyanı için idi. Bununla birlikte onun bunları yapması, tevekkülünü de eksiitmez. Çünkü 0, kesinlikle tevekkülü kamil birisi idi. O halde sebeplere Başvurmak, onun tevekkülünü hiçbir şekilde etkilemezdi. başkası ise böyle değildir. İsterse tevekkülü çok olan bir kimse olsun. Ama sebeplere Başvurmayı terk ederek bu hususta ihlasa sahip olan bir kimsenin makamı, böyle olmayandan daha yüksektir. Taberi der ki: Kalbine saldırgan, yırtıcı hayvan vehücum eden düşmana varıncaya kadar hiçbir şeyin korkusu bulaşmayan ve rızkım talep etmek, herhangi bir hastalığı tedavi etmek için hiçbir şeye başvurmayan kimseler dışındakiler tevekkül etmek vasflm hak edemez, denilmiştir. Ama gerçek şudur: Allah'a güvenen, Allah'ınkaza ve kaderinin, hakkında takdir edilen şekliyle gerçekleşeceğine kesin olarak inanan, bu hususta Allah'ın sünnetine ve Rasulünün sünnetine uyarak sebeplere Başvuran kimsenin bu hali, tevekkülünü olumsuz olarak etkilemez. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem savaşta üst üste iki zırh giyinmiştir. Başına miğfer geçirmiştir, okçuları yol ağzına yerleştirmiştir. Medine etrafına hendek kazmıştır, Habeşistan'a ve Medine'ye hicret edilmesineizin vermiştir. Kendisi de hicret etmiştir, yemek ve içmek için gerekli yollara başvurmuştur. Kendi aile halkı için ihtiyaçlarını bir kenaraayırıp saklamış, üzerine semadan bir şeyler inmesini beklememiştir. Oysa öyle bir şeyolsaydı, Allah'ın kulları arasında buna en layık olan o olurdu. Kendisine: Devemi bağlayayım mı yoksa onu serbest mi bırakayım, diye soru sorana da: "Onu bağla ve İevekkül et" diye cevap vermiş, gerekli tedbirleri almanın tevekküle aykırı olmadığına işaret buyurmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Hastalığın bulaşması yoktur. Uğursuzluk yoktur. Uğursuzluk üç şeydedir. Kadında, evde ve binekte" buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'den, dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: "Uğursuzluk yoktur. Bunun hayn°lısı tefe'üldür, diyebuyururken dinledim. Ashab: Tefe'ül nedir diye sorunca, Allah Rasulü: Sizden birinizin işiteceği güzel bir sözdür, buyurdu. " Bu Hadis 5755 numara ile de geçiyor Fethu'l-Bari Açıklaması: "Uğursuz saymak." Tıyera: Uğursuz saymak demektir. Bunun aslı da şuradan gelmektedir: Araplar cahiliye döneminde (tıyeranın kökünü teşkil eden) tayr (kuşun uçuş şeklin)e dayanarak sonuçlara varırlal'dı. Onlardan herhangi birisi bir iş yapmak istediğinde kuşun sağa doğru uçtuğunu görürse, onu uğurlu sayar ve devam ederdi. Kuşun sol tarafa uçtuğunu görürse bunu uğursuz kabul eder, geri dönel'di. Bazen onlardan birisi uçsun diye kuşları harekete geçirir ve buna göre davranıl'dı. Şeriat bunu nehyeden buyrukları getirdi. Onlar bu işlere sanih ve barih adını verirlerdi. Sanih, senin sol tarafından sağına doğru uçmak suretiyle sağ tarafı sana doğru gelendir. Barih ise bunun aksi olandır. Onlar sanih olanı uğurlu kabul eder, barih olanı uğı,ı.rsuz sayarlardı. Çünkü kuş kendisine doğru meyletmeksizin ona atış yapması mümkün değildir. Halbukikuşların sağa ya da sola doğru uçmasında onların bu inanışlarını gerektirecek hiçbir şey yoktur. Bu aslı, astarıolmayan şeylerle uğraşıp kendilerini zora koşmaktan başka bir şey değildir. Çünkü kuşların aklı, mantığı yoktur. Herhangi bir şeyi diğerinden ayırt edemezler ki, onların yaptıklarının bir mana ihtiva ettiğine delilgösterilebilsin. ilmin layık olmayan yerlerden öğrenilmeye çalışılması ise, bu işi yapanın cehaletidir. Cahiliye dönemindeki aklı başında bazı kimseler ise bu tür uğurlu, uğursuz saymayı kabul etmiyor ve böyle şeye iltifat etmediğinden ötürü kendisini övüyordu. Mesela onlardan bir şair şöyle demiştir: "Ben sabah yoluma koyuldum. Ama ta eskiden beri Ben bir şeyin koruduğuna ya da uçuşuna güvenerek gitmedim . . Çünkü sola uçuşlar da, sağa uçuşlar gibidir Sağa 'uçuşlar da, sola uçuşlar gibidir." Bir başkası şöyle demektedir: "Kuşları harekete geçirmek ve uğurlu uğursuz saymak ile kahinlerin hepsi Saptırıcı şeylerdir; gaybın ötesini kapatan, örten kilitler vardır." Bir diğeri şöyle der: "Kuşların erken uçuşları delikanlıyı yaklaştıramaz başarıya, Onların geç kalışıarının da bir kusura sebep olması sözkonusu değildir." Bir diğeri de şöyle demiştir: "Ömrün hakkı için, çakıl taşları ile fal açanlar da bilemezler, . Kuşları uçuranlar da bilemezler Allah'ın ne yapacağını." Cahiliye dönemi Araplarının çoğunluğu, kuşların uçuşlarından uğurlu uğursuz manası çıkartıyor, buna güveniyor ve şeytanın bunu süslemesi dolayısı ile' de çoğunlukla bu doğru çıkıyordu. Müslümanların bir çoğunda da bunun bazı kalıntıları devam etmektedir. Ebu Davud ve sahih olduğunu belirterekTirmizi ile İbn Hibban İbn Mesud'danNebie merfu' olarak şu hadisi zikretmektedirler: "Tıye ra (uğurlu uğursuz saymak) bir şirktir. Aramızdan bazı şeylerin uğursuz olacağından çekinmeyen kimse olamaz. Ama Allah bunu tevekkül ile giderir." Bu hadisteki "aramızda ... olamaz" sözleri İbn Mesud'un haber arasında dere ettiği sözlerindendir. Bunu da Buhari'nin hocası Süleyman b. Harb, Tirmizi'nin Buhari'den, onun da hocasından naklettiğine göre açıklamış bulunmaktadır. Bunu şirk olarak değerlendirmesinin sebebi de bu işin bir fayda sağlanacağına ya da bir zararı önleyeceğine inanışlarıdır. Sanki onlar böylelikle Allah ile birlikte başkasına ortak koşmuş gibi oluyorlar. İbn Mesud'un, "ama Allah bunu tevekkül ile giderir" sözÜşuna işaret etmektedir: Her kim böyle bir halile karşılaşır da Allah'a teslimiyet gösterir ve uğursuzluk duygusuna aldırmazsa, bu kabilden içine arız Olan hallerden dolayı sorumlu tutulmaz .. Beyhakl, Şuabu'l-İman adlı eserinde Abdullah b. Amr'dan şu mevkuf rivayeti nakletmektedir: "Her kime bu uğursuzluk düşüncesinden herhangi bir şey anz olursa Allah'ım, senin uğurundan başka uğur yoktur, senin hayrından başka hayır yoktur, senden başkada hiçbir ilah yoktur, desin

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Tiyera (uğursuz saymak) diye bir şey yoktur. Bunun hayırlısı da tefe'üldür, diye buyurdu. Ashab: Tefe'ül nedir, ey Allah'ın Rasulü, diye sorunca, o: Birinizin duyduğu salih bir sözdür, buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ne hastalığın bulaşması vardır, ne uğursuzluk vardır. Bununla birlikte salih (iyi) tefe'ül olan güzel söz dehoşuma gider." Bu Hadis 5776 numara ile de geçiyor Fethu'l-Bari Açıklaması: ''Tefe'ül'' Taberi, İkrime'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: İbn Abbas'ın yanında idim. Bir kuş gelip öttü. Bir adam: Hayırdır, hayırdır, dedi. İbn Abbas: Bunun yanında hayır da yoktur, şer de yoktur, dedi. Yine (Taberı) şöyle demiştir: Tefe'üı ile tıyera (uğursuzsaymak) aı-asındakifark şudur: Tefe'ül yüce Allah hakkında hüsn ü zan beslemek türündendir. Uğursuzsaymak ise, ancak kötü şey hakkında olur. Bundan dolayı mekruh görülmüştür. Nevevi der ki:. Tefe'ül hoşa gitmeyen şeyler hakkında da, sevindirici şeyler hakkında da kullanılır. Ama çoğunlukla sevindirici şeyler hakkında kullanılır. Tı: yera denilen (uğursuz saymak) ise, ancak uğursuzkabul etmek hallerinde olur. Mecazen sevindirici haller için de kullanıldığı olur. Bu adlandırma, duruma göre değişebilir gibidir. Ama şeriat tıyera (denilen uğursuz sayma)yı hoşa gitmeyen şeyler, tefe'ül'ü de sevindiren şeyler hakkında Özelolarak kullanmıştır. Ancak tıyera kabilinden olmaması için böyle bir maksadı gütmemesi de şartlarındandır. İbn Battal der ki: Allah insanların fıtratında hoş sözü sevmek ve onunla ünsiyet etmek özelliğini yaratmıştır. Nitekim onlarda güzel görünümlüşeylere, saf berrak suya bakarak rahatlamak özelliğini de yaratmıştır. İsterse böyle birsuya bizzat sahip olmasın ve içmesin. Tirmizi sahih olduğunu da belirterek Enes'ten şu hadisi rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir ihtiyaqnı görmek için dışarıçıkacak olursa, ya nedh, ya raşid (ey başarılı, ey doğru yolda olan) sözlerini işitmekten hoşlanırdı." Ebu Davud da hasen bir senedie Bureyde'den şunu rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hiçbir şeyden dolayı uğursuzluk duygusuna kapılmazdı. Bununla birlikte bir amir (devlet işini görmek üzere bir görevli) gönderdiği vakit ona ismini sorardı. İsmi hoşuna giderse bundan dolayı sevinirdi. Eğer isminden hoşlanmazsa bundan hoşlanmadığı yüzünün ifadelerinde görüıürdü

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Hastalığın sirayeti (bulaşması) da yoktur, tıyera (uğursuz saymak) da yoktur, hame de yoktur, safer de yoktur" diye buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huzeyl'li olup birbiri ile döğüşen iki kadın hakkında hüküm verdi. Onlardan biri diğerine taş atmış, bu taş hamile olan diğerinin karnına isabet etmiş ve karnındaki çocuğun ölümüne sebep olmuştu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda davalaştılar. Allah Rasulü: Kadının karnında ölen ceninin diyeti olarak, köle veya cariyenin gurresidir (diyetin yirmide biridir), diye hüküm verdi. Tazminatı ödemek durumunda olan kadının velisi şöyle dedi: Ey Allah'm Rasulü, ben nasılolur da içmemiş, yememiş, konuşmam ış ve hatta doğarken çığlık atmamış birisinin diyetini ödeyebilirim? Böyle bir varlığın diyetini ödemeyi batıl bir iş sayarım. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphesiz ki bu, kahinlerin kardeşlerindendir, buyurdu." Bu Hadis 5759,5760. 6740, 6904, 6909 ve 6910 numara ilede geçiyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre "İki kadından birisi diğerine bir taş attı ve o kadın da karnındaki ceninini düşürdü. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun hakkında bir erkek yahut bir dişi köleden ibaret olan gurre verilmesi hükmünü verdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Mes'ud'dan: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem köpeğin bedelini, zina eden kadının ücretini ve kahine verilen ücreti yemeyi yasaklamıştır, demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha.'dan, dedi ki: "Bazı kimseler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kahinlere dair soru sordular. O da: Bir şey değildir(ler), buyurdu. Soruyu soranlar: Ey Allah'ın Rasulü, onlar bazen bir şeyi söylüyorlar ve (dedikleri) gerçekten çıkıyor, dediler. Bu sefer Allah Rasulü şöyle buyurdu: O, cinlerden olan kimsenin (meleklerden) kapıp aldıği ve kendi dostunun kulağına fısıldadığı haktan olan bir sözdür. Onlar buna yüz tane yalan karıştırırlar." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kahinlik"; gaybı bilmek iddiasında bulunmak demektir. Bir sebebe dayanmakla birlikte, dünyada meydana gelecekleri haber vermek gibi. Bu hususta asıl dayanak, cinlerden bir kimsenin meleklerin sözlerinden bir şeyi hırsızlık yoluyla kapması ve kaptığı bu sözü kahinin kulağına bırakmasıdır. Kahin, arraf hakkında da, çakıl taşlarına bakan kimse hakkında da kullanılır. Müneccim hakkında da kullanılır. Kahinliği yermek hususunda Sünen sahiplerinin rivayet edip Hakim'in sahih olduğunu belirttiği Ebu Hureyre yoluyla merfu' olarak nakledilen şu hadis varid olmuştur: "Kim bir kahine yahut bir anma gidip de onun söylediklerini tasdik ederse Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in üzerine indirileni inkar etmiş olur." Bu hadisin Cabir ve İmran b. Husayn yoluyla gelen bir şahidi de vardır. Bu hadisleri el-Bezzar ikisi de ceyyid ayrı senedIerle rivayet etmiş olup, lafızları: "Kim bir kahine gider de ... " şeklindedir. Müslim'de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in. eşlerinden birisinden -ravilerinden kimisi de bunun adını Hafsa diye vermiş bulunmaktadır-: "Kim bir aıTma gider de" lafzı ile rivayet etmiştir. Hepsinin bu farklı lafızlarındaki tehdit, Ebu Hureyre'nin hadisindeki lafız ile ittifak arz etmektedir. Ancak Müslim'in rivayet ettiği hadiste: "O ikisinin kırk gün süreyle hiçbir namazı kabul olunmaz" denilmektedir. "Bu ancak kahinlerin kardeşlerindendir." Onun sözlerinin kahinlerin sözlerine benzerliği dolayısıyla böyle demiştir. İbn Battal dedi ki: Hadiste kullandıkları lafızları bakımından kahinlere benzemeye çalışan kimselerin yerilmesi s,öz konusudur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onu cezalandırmayışının sebebi, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e cahillerden yüz çevirip, onları affetmekile emredilmiş olmasıdır. Konuşurken seci'li (duraklarda kafiyeli) konuşma yapmayı mekruh görenler bunu delil almışlardır. Ama bu da mutlak olarak kabul edilmemiştir. Aksine seci'li konuşmanın mekruh olan kısmı, hakkı bertaraf etmek için zorla:narak söylenen sözlerdir. Kendiliğinden ve mubah olan hususlarda kendisini zorlamadan söylenen seci'li sözler caizdir. İşte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den bu kabilden varid olmuş sözler de buna göre anlaşılmalıdır. İleride Deavat (dualar) bölümünde buna dair daha geniş açıklamalar (6337.hadiste) gelecektir. Hadisten çıkarılan sonuçlar arasında: Cinayetin hakime götürülüp dava edilmesi, ileride Diyetlerbahsinde açıklanacağı üzere ölü dahi düşecek olsa ceninde diyet ödemenin vacip olduğu gibi sonuçlarda çıkarılmaktadır. Sözünü ettiğimiz bölümdebundan çıkacak diğer sonuçlar da açıklanacaktır. "Bırakır." yani ona telkin eder, koyar. Hattabi dedi ki: Yani cinlerden olan kişi o sözü dostunun kulağına telkin ettiği vakit diğer şeytanlar da bu sözü duyarlar ve -tıpkı tavuğun gıdaklayip diğer tavukların onun sesini işitince cevap vermeleri gibi- onu birbirlerine nakleder dururlar. Ancak Kurtubi buna karşı şunları söylemektedir: Hadisin siyakına daha uygun görülen mana şudur: Cinlerden olan şahıs, sözü gizli, fakat bir çeşit yankısı bulunan, kendisine de dönen bir ses iletelkin eder. Bundan dolayı kahinlerin sözleri de çoğunlukla bu türdendir. Daha önce Cenazeler bölümünün sonlarında (1355.hadisin şerhinde) buna dair bazı açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. el-Hattabi der ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kahinlik yapan kimsenin bazı hallerde isabet etmesinin biricik sebebinin şu olduğunu açıklamaktadır: Cinlerden olan şahıs meleklerden hırsızlık sureti ile dinlemiş olduğu bir sözü kahine telkin eder. O da bunun üzerine duyduğuna kıyas ederek yalanlar katar. Bazen isabet ettiği nadiren görülebilir. Ama yanılması daha çok görülen haldir. Hadisten anlaşıldığına göre şeytanların, meleklerden hırsızlama sözler işitmeleri devam etmektedir. Ama bu, cahiliye dönemindeki hallerine nispetle neredeyse yok hükmündedir, oldukça az ve nadir hale gelmiştir. Kahinlere gitmenin nehyedildiği de hadisten çıkan sonuçlar arasındadır. Kurtubi der ki: Buna gücü yeten muhtesib ve benzeri kimselerin, çarşı pazarda bu tür işler yapan kimselerin başına dikilerek onlara da, onların yanına gelen kimselere de en şiddetli bir şekilde tepki göstermeleri gerekir. Bazı hususlarda onların doğru söylediklerine aldanmamalı ve onların yanına gidip gelenler arasında ilme müntesib gibi görünenlerin çokluğuna da kanmamalıdır. Çünkü aslında bu gibi kimseler, ilimde derinliği olan kimseler değildir. Aksine bunlar bu gibi kimselerin yanına gitmenin sakıncalarını bilmeyen cahillerdendirler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Zureyk oğullarından Lebid b. el-A'sam adında bir adam Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sihir yaptı. Öyle ki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yapmamış olduğu bir şeyi yaptığı hayal olarak görünüyordu. Nihayet bir gün -yahut bir gece- o benim yanımda iken uzun uzun dua etti, ettikçe etti. Sonra şöyle dedi: Ey Aişe, farkında mısın Allah Teala bana kendisine hakkında fetva istediğim bir hususta fetva verdi. İki adam yanıma geldi. Onlardan birisi başımın yanında, diğeri ayaklarımın yanında oturdu. Onlardan birisi arkadaşına: Bu adamın hastalığı nedir, diye sordu. Öbürü: O sihirlenmiştir, diye cevap verdi. Diğeri: Ona kim sihir yaptı, diye sordu. Öbürü: Lebid b. el-A'sam diye cevap verdi. Hangi şeyde (sihir yaptı) diye sordu. O: Bir tarakta ve taranırken düşen saçlar ile erkek bir hurma ağacının kurumuş çiçek kapçığı ile; dedi. Öbürü: Peki o (sihir yapılan bu şeyler) nerededir, diye sordu. O da: Zervan kuyusunda, diye cevap verdi. . Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashabından birkaç kişi ile birlikte o kuyuya gitti. Oradan dönüp gelince, dedi ki: Ey Aişe, o kuyunun suyu sanki ıslatılmış kına suyunu andırıyordu. Onun yanındaki hurma ağaçlarının başları da şeytanların başları gibiydi. Ben: Ey Allah’ın Rasulü, sen onu oradan çıkarmadın mı, diye sordum. O: ’'Allah bana afiyet verdi. Bu hususta ben insanların aleyhine bir şerri körüklemek istemedim, dedi ve verdiği emir üzerine o kuyu kapatıldı." Denildiğine göre "el-muşata (taranırken dökülen saç)’' saçın taranması halinde dökülen saçlardır. Aynı şekilde taraktan geçirilmesi halinde dökülenlere de muşata denilir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sihir." Ragıb ve başkaları şöyle demişlerdir: Sihir birkaç anlamda kullanılır: 1- Latif ve ince olan her şey. Bir şeyi (kendisine) meylettiren her kimse, ona sihir yapmış olur. İşte şairlerin: "Gözlerin sihri" tabirini kullanmaları da bu kabildendir. Çünkü gözler nefisleri kendilerine meylettirirler. Tabiplerin: Tabiat sihircidir, sözleri de bu kabildendir. Yüce Allah'ın: "Hayır, biz sihirlenmiş bir topluiuğuz. "(Hicr. 15) buyruğu da böyledir. Doğruyu bilmekten alıkonulmuş kimseleriz, demektir. "Şüphesiz beyanın bir kısmı bir sihirdir" hadisindeki ifade de bu anlamdadır. 2- Hakikati olmayan aldatma ve hayalolarak göstermeler. Nitekim göz bağcıların yaptıkları şekilde, el çabukluğu ile yaptıklarını gözlerin fark etmesini önleme/eri bu kabildendir. Yüce Allah'ın: "Onların ipleri ve değnekleri büyülerinden ötürü kendisine yürüyorlarmış gibi geldi. "(Taha, 66) buyruğu ile "İnsanların gözlerini büyülediler. "(Araf, 16) buyruğunda ile buna işaret edilmektedir. 3_ "Şeytanlara bir çeşit yakınlaşmak sureti ile şeytanların yardımıyla meydana gelen şeyler ... " Fethu'l-Barı, X, 232 vd. 4- Yıldızlara -onların iddialarına göre- hitap etmek ve onların manevi özelliklerinin aşağıya inmesini sağlamak suretiyle gerçekleşen şeyler. Sihir hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun sadece bir hayal gibi göstermekten ibaret olupbir hakikatinin olmadığı söylenmiştir. Şafi'ilerden Ebu Cafeı: el-Esterbazi'nin, Hanefilerden Ebu Bekir er-Razi'nin ve Zahiri İbn Hazm ile bir kesimin tercih ettiği görüş budur. Nevevi der ki: Doğru olan ise sihrin bir hakikatinin olduğudur. Cumhur bunu katli olarak söylemiş, genelolarak ilim adamları da bu görüşü kabul etmiştir. Kitabın da, meşhur ve sahih sünnetin de delalet ettiği budur. ---Nevevi'nin sözü burada bitti.--- Ama asıl anlaşmazlık konusu da şudur: Sihir ile bir şeyin hakikati değişir mi, değişmez mi? Sihir sadece bir hayal göstermekten ibarettir, diyenler bunu kabul etmezler. Sihrin bir hakikati olduğunu söyleyenler de; onun sadece bir etkisi vardır ve bu etkisi ile mizacı bir tür rahatsız edip hastalandırmaktan öteye gidemez diyenler ile, hayır, sihir mesela cansız bir varlık, canlı olacak şekilde yapı değiştirir ve bunun aksini yapar, diyenler olmak üzere ihtilaf etmişlerdir. Cumhurun benimsediği görüş, birincisidir. Çok az bir kesim de ikincisini kabul etmişlerdir. Eğer konu ilahi kudret açısından ele alınırsa bu da kabul edilir. Ama gerçek ve vakıa göz önünde bulundurulacak olursa bu hususta görüş ayrılığı vardır. Çünkü bu işi yaptığını iddia edenlerin pek çoğu buna dair bir delil ortaya koyamaz. el-Hattabi'nin naklettiğine göre bazıları kayıtsız ve şartsız olarak sihri kabul etmezler. Sanki o bu sözleriyle sihrin sadece bir hayal oldi..ığunu söyleyen kimseleri kastetmiş gibidir. Aksi takdirde bu, hakkı bile bile inkar olur. el-Mazeri der ki: İlim adamlarının çoğunluğunun kanaati, sihrin varlığı ve onun bir hakikati olduğu doğrultusundadır. Bazıları ise sihrin hakikatini kabul etmez, sihir olarak meydana gelen şeylerin batı i birtakım hayaller olduğunu söylerler. Ancak sihrin varlığını ortaya koyan nakil varid olduğundan dolayı bu görüş reddolunmuştur. Çünkü akıl, şanı yüce Allah'ın sihirbazın birtakım sözleri söylediği yahut bazı cisimleri bir araya getirdiği ya da özel bir sıraya göre birtakım kuvvetleri, güçleri birbirine karıştırdığı takdirde, alışılmışın dışında bir şey yapabileceğini reddetmemektedir. Oldukça yetkin ve beceri sahibi tabiplerin, tek başına zararlı olan birtakım ilaçları birbirine karıştırarak, terkib sonucu yararlı bir ilaç haline getirmeleri de bunun gibidir. Sihrin etkisinin, yüce Allah'ın: "Kişi ile eşinin arasını ayıran şeyler"de zikrettiğinden fazla olmadığı da söylenmiştir. Çünkü bu buyruk, bu işin çekinilmesi gereken bir şeyolduğunu anlatmak sadedindedir. Eğer sihirle bundan daha fazlasının meydana gelmesi mümkün olsaydı, elbette onu da zikrederdi. el-Mazerı dedi ki: Akıl açısından doğru olan, sihir ile bundan daha fazlasının da olmasının caiz oluşudur. Ayet-i kerime -bu hususta zahir olduğunu söyleyebilsek dahi- fazlasının olmayacağı hususunda bir nas değildir. Daha sonra şunları eklemektedir: Sihir, mucize ve keramet arasındaki farka gelince, sihir sihirbazın istediği şey gerçekleşinceye kadar birtakım sözler söylemek ve fiiller işlemektir. Kerametin ise bunlara bir ihtiyacı yoktur. Hatta keramet çoğunlukla kendiliğinden ortaya çıkar. Ayrıca keramet fasık bir kimsenin eliyle ortaya çıkmaz. Nevevi Ziyadatu'r-Ravda'da el-Mütevelli'den buna yakın açıklamalar kaydetmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte bu olağandışı işin eliyle gerçekleştiği kimsenin halini de göz önünde bulundurmak gerekir. Eğer şeriate sıkı sıkıya bağlı ve kişiyi helake götüren günahlardan uzak duran birisi ise, eliyle meydana gelen olağanüstü haller bir keramettir. Aksi takdirde o bir sihirdir. Çünkü böyle bir iş, şeytanların yardım etmeleri gibi sihrin türlerinden birisi olarak meydana gelen bir iştir. "Ve yüce Allah'ın: "Fakat o şeytanlar katir oldular. İnsanlara büyüyü ... öğretiyorlardı. "(Bakara, 102) buyruğu." Bu ayet-i kerimede Yahudilerin yaptıkları sihrin esasına dair açıklamalar vardır. Diğer taraftan bu sihir, şeytanların Davud oğlu Süleyman aleyhisselam'ın aleyhine uydur,Çluklarından ve Babil topraklarında Harlit ile Marlit'un üzerine indirilenlerdendir. İkincisi ise birincisinden zaman itibariyle daha öncedir. Çünkü Harlit ile Marlit kıssası İbn İshak'ın ve başkalarının naklettiklerine göre Nuh aleyhisselam zamanından öncedir. Sihir, Nuh zamanında var olan bir şeydi. Çünkü yüce Allah'ın Nuh kavminden haber verdiğine göre onlar Nuh aleyhisselam'ın bir sihirbaz olduğunu iddia etmişlerdi. Sihir aynı şekilde Firavun kavmi arasında da yaygındı. Bütün bunlar ise$üleyman aleyhisselam döneminden önce idi. Bu ayet-i kerime, sihrin bir küfür olduğuna, onu öğrenenin de katir olacağına delil gösterilmiştir. Nevevider ki: Sihir yapmak haramdır ve icma ile büyük günahlardandır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu helak edici yedi günah arasında saymıştır. Sihrin bazı çeşitleri küfür olabildiği gibi, bazı çeşitleri de küfür olmayabilir. Ama büyük bir masiyettir. Eğer sihirde küfrü gerektiren birsöz yahut bir fiil bulunuyor ise sihir küfürdür, aksi takdirde değildir. Sihri öğretmek ise haramdır. Eğer öğretilen bu sihirde küfrü gerektiren bir husus varsa, küfür olur ve bundan tevbe etmesi istenir. Ama öldürülmez. Tevbe ettiği takdirde tevbesi kabul olunur. Şayet öğretilende küfrü gerektiren bir şey yoksa tazir ile cezalandırılır. Malik/ten nakledildiğine göre sihirbaz kafirdir ve sihri sebebiyle öldürülür. Tevbe etmesi de istenmez. Aksine zındık kimse gibi onu öldürmek kaçınılmaz bir cezadır. Iyad dedi ki: Ahmed de, ashab ve tabiinden bir topluluk da İmam Malik'in dediği gibi demiştir.---Nevevi'nin sözü burada bitti.--- Bazı ilim adamları şu iki amaçtan birisi için sihir öğrenmeyi caiz kabul etmişlerdir: 1- Küfür ihtiva edeni etmeyendenayırt etmek için, 2- Sihrin etkilediği' kimse üzerinden etkisini kaldırmak için. Birincisinde itikat açısından müstesna herhangi bir sakınca yoktur. Eğer itikat herhangi bir şekilde zarar görmeyecek olursa mücerred olarak bir şeyi bilmek, onun yasaklanmasını gerektirmez. Bir kimsenin putperestlerin putlara nasıl ibadet ettiğini bilmesi gibi. Çünkü sihirbazın yaptığı işi nasıl yaptığı sadece bir sözü veya bir fiili nakletmekten ibarettir. Onu biZzat yapmak veya gereğince amel etmek ise böyle değildir. İkincisine gelince, eğer bazılarının iddia ettikleri gibi ancak küfür ya da fıskın türlerinden bir tür ile gerçekleşebiliyor ise, onu öğrenmek kesinlikle helal olmaz. Öyle değilse belirtilen özellik dolayısıyla caiz olur. İşte bu meselede ayırt edici söz budur. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Zureyk oğullarından Lebid b. el-A'sam adındaki birisi büyü yaptı." Abdullah b. Numeyr'in, Hişam b. Urve'den diye naklettiği Müslim'de yer alan rivayette şöyle denilmektedir: "Zureyk oğulları Yahudilerinden bir Yahudi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sihir yaptı." Biraz sonra gelecek olan İbn Uyeyne yoluyla nakledilen rivayette de şöyle denilmektedir: "Yahudiler ile antlaşmalı Zureyk oğullarından bir adam -ki münafık birisi idi- ... " Heriki rivayet şöylece telif edilebilir: Onun Yahudi olduğunu söyleyen kimseler, durumun mevcut halini göz önünde bulundurmuştur. Onun münafık olduğunu söyleyenler de onun dışa yansıyan durumunu göz önünde bulundurmuştur. İbnu'l-Cevzı dedi ki: İşte bu onun münafıklık ederek İslam'a girdiğini ortaya koymaktadır ki, bu da açık bir husustur. "O benim yanımda idi. Dua ettikçe etti." Nevevi dedi ki: Bundan, hoşa gitmeyen hallerin ortaya çıkması esnasında dua etmenin, duayı tekrarlamanın ve bunun bertaraf edilmesi için yüce Allah'a sığınmanın müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Derim ki: Bu hususta Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hem işini Allah'a havale etmek (taMd) yolunu, hem de sebeplere sarılmak yolunu izlemiş bulunmaktadır. İşin başında işini Allah'a havale etti, Rabbinin emrine teslim oldu. Rabbinin belasına sabrederek ondan ecrini bekledi. Daha sonra bu işuzayıp gidince, bunun uzayıp gitmesinin de yapmakta olduğu çeşitli ibadetlerden kendisini zayıf düşüreceğinden korkunca tedaviye, sonra da duaya yöneldi. Bu makamların her birisi de kemalin en ileri derecesidir. "Erkek bir hurma ağacının çiçeği kurumuş kapçığında." Bu, çiçeğin üzerinde bulunan kapçık olup, "dal" tabiri hem erkek, hem dişi hakkında kullanılır. Bundan dolayı "erkek hurma ağacı çiçeği" kaydını zikretmiş bulunmaktadır. "Ben bu hususta insanlar aleyhine bir kötülüğü kışkırtmak istemedim." Nevevi dedi ki: Onu dışarı çıkartıp yaymak halinde sihrin hatırlanması, öğrenilmesi ve buna benzer yollarla Müslümanlara zarar geleceğinden korktu. Bu da kötülük korkusu sebebiyle maslahatı terk etmek kabilindendir. İbn Numeyrrivayetinde "ümmetimin aleyhine" şeklindedir. "Onun", yani kuyunun "kapatılmasını emir buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Helak edici günahlar olan Allah'a şirk koşmaktan ve sihirden uzak durunuz" diye buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e büyü yapılmıştı. Öyle ki o, hanımlarına yaklaşmadığı halde onda onlara yaklaştığı izlenimi olurdu. -Ravilerden Süfyan dedi ki: İşte bu böyle olduğu takdirde sihirden dolayı en şiddetli rahatsızlık olur.- Allah Rasulü: Ey Aişe! Allah'ın benim kendisinden hakkında fetva sorduğum hususta bana fetva verdiğini biliyor musun? Banaiki adam geldi. Onlardan birisi başımın yanında, diğeri de ayaklarımın yanında oturdu. Başımın yanında oturan kişi diğerine: Bu adamın hali nedir, diye sordu. O: Ona büyü yapılmıştır, dedi. Öbürü: Peki ona kim büyü yaptı, diye sordu. O: Yahudiler ile antlaşmalı Zureyk oğullarından bir adam olan Lebid b. el-A'sam dedi. -O da münafıktı- Sihri neyin içinde yapmış, diye sordu. O: Bir tarakta ve taranırken dökülen saçlarda, dedi. Bu sihir nerede, diye sordu. O: Zervan kuyusunda büyükçe bir taşın altında, erkek hurma çiçeğinin kurumuş kapçığında, dedi. Aişe dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kuyuya gitti ve sonunda onu Çıkardı. Daha sonra: İşte bana gösterilmiş olan kuyu budur. Onun suyu sanki kına ıslatılmış su gibi idi ve sanki etrafındaki hurma ağaçlarının başları da şeytanların başları gibidir, buyurdu." Ravilerden Süfyan dedi ki: Ve sihir çıkarıldı. Aişe dedi ki: "Ben: Sihirden kurtulmak için sana ilaç verilmedi mi, diye sordum. O şöyle dedi: Buna gelince, Allah'a yemin ederek söylüyorum ki Allah bana şifa vermiş bulunuyor ve ben insanlardan herhangi bir kimsenin aleyhine şerri harekete getirmek istemiyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Katade dedi ki: Said b. el-Müseyyeb'e ... dedim." İbnu'l-Cevzı dedi ki: Nüşra denilen şey, sihrin büyülenmİş kimseden çözülmesi, etkisinin giderilmesidir. Buna hemen hemen sihri bilenden başkasının gücü yetmez. Ahmed'e, büyü yapılmış birisinden büyüyü çözen kimsenin durumu hakkında soru sorulmuş, o da: Bunda bir sakınca yoktur, diye cevap vermiştir. Kabul edilen görüş budur. "Nüşra (büyüyü çözmek) şeytanın işindendir" diye gelen rivayete de şöyle cevapverilir: Bununla nüşranın aslına işaret edilmektedir. Hükmü maksada göre değişir. Bunu yapmaktan maksadı hayır olan kimsenin bu yaptığı da hayır olur. Aksi takdirde şer olur. Diğer taraftan el-Hasen'den nakledilen (mekruh olduğuna dair sözü) zahirine göre kabul edilmemelidir. Çünkü bazen rukye, dua ve sığındırıcı dualar ile büyü çözülebilir. Bununla birlikte nüşranın iki tür olma ihtimali de vardır .. "Hanımına yaklaşamayan", yani hanımına yaklaşamayıp onunla cima' edemeyen ... "Ona nüşra yapılabilir mi?" Bu da büyülendiği zannedil2n ya da cinlerin zarar verdiği zannedilen kimseye yapılan bir tedavi ve bir ilaççeşididir. Said b. el-Müseyyeb'in nakledilen sözüne daha önce Rukye başlığında kaydettiğimiz Müslim'de yer alan Cabir yoluyla gelenmerfu' hadisteki: "Kim kardeşine faydalı bir şey yapabilirse onu yapsın" ifedeleri de uygun düşmektedir. Ayrıca daha önce "nazar değmesi haktır" Qadisinde geçen nazarı değen kimsenin gusletmesi ile ilgili hadis de nüşranın meşruiyetini desteklemektedir. Nüşranın caiz olduğunu açıkça ifade edenler arasında Şafil'nin arkadaşı el-Müzenı, Ebu Cafer et-Taberı ve başkaları da vardır. "Ağır bir taşın altında bir hurma çiçeği kapçığında." el-Kuşmihenı rivayetinde (ağır taş anlamını verdiğimiz) raCrfe kelimesi ra harfi medli olarak "raufe" şeklindedir. Bu da kuyunun ağzına konulan ve su çekenin üzerinde dikildiği, yerinden sökülemeyen taş demektir. Ek Bir Bilgi: İbnu'l-Kayyim der ki: Kötü ruhların tesirlerinden ibaret olan büyüye karşı duran ve büyüyü çözmek için var olan en güçlü ve en faydalı tedavi zikir, dua ve kıraat gibi ilahı ilaçlarla (devalarla) yapılanıdır. Çünkü kalp Allah ile dopdolu, O'nun zikri ile mamur olup, ihmal etmeyip aksatmadığı zikir, dua ve teveccüh türünden virdleri bulunuyor ise, şüphesiz ki bu, o kimseye büyünün isabet etmesini engelleyen en büyük sebepler arasındadır. Büyünün tesir kabiliyeti, zayıf kalpler üzerindedir. Bundan dolayı sihir çoğunlukla kadınlarda, çocuklarda ve cahillerde etki gösterir. Zira kötü ruhlar, ancak kendilerine uygun ve ondan etkilenmeye hazır gördükleri ruhlara karşı faaliyete geçerler.(İbnu'l-Kayyim'den özetle) Ancak bu başlıktakihadis ile makamının azametine, Allah'a yönelmesindeki sadakatine ve virdine ısrarla devam etmesine rağmen, büyünün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i etkilemesinin mümkün oluşu, bu açıklamaları pek haklı kılmamaktadır. Fakat bundan şöylece kurtulmak mümkündür: Onun söz konusu ettiği bu durum çoğunlukla görülen hal hakkında yorumlanır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in karşı karşıya kaldığı hal ise bunun caiz oluşunu beyan etmek içindir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Aişe'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e büyü yapıldı. Öyle ki, o bir işi yapmadığı halde onu yapmış gibi tahayyül ediyordu. Nihayet bir gün benim yanımda iken, Allah'a ardı arkasına dua edip durdu. Sonra: Ey Aişe! Farkında mısın Allah bana hakkında kendisinden fetva istediğim bir hususta fetva verdi, dedi. Ben: Bu dediğin nedir, ey Allah'ın Rasulü, dedim. Bana dedi ki: Yanıma iki adam geldi. Onlardan biri başımın yanında, diğeri ayaklarımın yanında oturdu. Sonra onlardan biri diğerine: Bu adamın rahatsızlığı nedir, dedi. O: Ona sihir yapıldı, dedi. Ona kim sihir yaptı, diye sordu. Diğeri: Zureyk oğullarından Yahudi Lebid b. el-A'sam, dedi. Bu sihir ne ile yapıldı, diye sordu. O: Bir tarak, taranırken dökülen saç ile erkek hurma çiçek kapçığı içinde, dedi. Peki o nerededir, diye sordu. Diğeri: Zu Ervan kuyusunda, dedi." Ravi dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından birkaç kişi ile birlikte kuyuya gitti. O kuyuya baktı. Üzerinde bazı hurma ağaçları da vardı. Sonra Aişe'ye döndü ve: Allah'a yemin ederim. Sanki onun suyu ıslatılmış kına gibi idi ve sanki onun hurma ağaçları şeytanların başları gibi idi, dedi. Aişe dedi ki: "Ey Allah’ın Rasulü! O sihir yapılan şeyleri çikardın mı, diye sordum. O: Hayır, Allah bana afıyet ve şifa vermiş bulunuyor. Ayrıca ben bundan dolayı insanlar aleyhine bir şerri harekete geçirmekten korktum, dedi ve emir vererek kuyu kapatıldı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sihir." Bu hadis, sihirbazın eğer bir ahdi (güvenlik ve teminatı) var ise had uygulanmak suretiyle öldürülmeyeceğine delil gösterilmiştir. İbn Battal dedi ki: İmam Malik ve Zühri'ye göre kitap ehline mensup sihirbaz öldürülmez. Ancak yaptığı sihir ile başkasının ölümüne sebep olursa öldürülür. Bu Ebu Hanife'nin ve Şafii'nin de görüşüdür. Malik'ten rivayete göre eğer yaptığı sihir ile herhangi bir müslümana kendisine verilen ahdin kapsamında olmayan bir zarar verdiği takdirde, bu yaptığı sebebiyle ahdini bozmuş olur ve onu öldürmek de helal olur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin Lebid b. el-A'sam'ı öldürmeyişinin sebebi, onun kendi adına kimseden intikam almamasıdır. Ayrıca onu öldürdüğü takdirde bu sebeple Müslümanlar ile Lebid'in antlaşmalı bulunduğu ensar arasında bir fitnenin ortaya çıkmasından korkmuştu. Bu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in münafıkları öldürmeyi terk ederken göz önünde bulundurduğu masıahat kabilindendir. Lebid ister Yahudi, ister daha önce bu husustaki görüş ayrılıklarında geçtiği gibi münafık olsun, fark etmez. (İbn Battal) dediki: Malik'e göre sihirbazın hükmü, zındıkın hükmü ile aynıdır. Onun tevbesi kabul edilmez ve bu husus, hakkında sabit olduğu takdirde had olarak öldürülür. Ahmed de böyle demiştir. Şafii ise şöyle demektedir: Sihirbaz, kendi sihri ile öldürdüğünü itiraf etme" . dikçe öldürülmez. İtiraf halinde bu itirafı dolayısıyla öldürülür. Eğer yaptığısihrin bazen öldürdüğünü, bazen öldürmediğini ve o kişiye sihir yaptığını ve daha sonra öldüğünü itiraf ederse ona kısas uygulamak gerekmez. Ama onun malından diyet almak icab eder, akilesinden değiL. Sihir ile öldürmenin beyyine (delil) ile sabit olması düşünülemez. Nevevi der ki: Eğer sihirde küfrü gerektiren söz yahut fiil bulunuyor ise sihri yapan kişİ kafır olur. Tevbe ettiği takdirde bize göre (Şafii mezhebinde) tevbesi kabul edilir. Eğer sihrinde küfrü gerektiren bir husus yoksa tazir uygulanır ve tevbe etmesi istenir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Ömer r.a.'dan rivayete göre "Doğu tarafından iki adam gelip hutbe verdiler. İnsanlar onların beyanlarına (açık seçik konuşmalarına) hayret ettiler. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphesiz beyanın bir kısmı bir sihirdir -yahut şüphesiz beyanın bazısı- bir sihirdir, buyurdu." Diğer tahric edenler: Tirmizi Birr; Ebû Dâvûd, Edeb Fethu'l-Bari Açıklaması: "Doğudan", doğu tarafından. Temim oğullarının kaldıkları yerler, Irak tarafı idi. Bu da Medine'nin doğu tarafına düşer. "Hutbe verdiler. İnsanlar onların beyanlarına hayran kaldılar." el-Hattabi dedi ki: Beyan iki türlüdür. Bunların birisi ile maksat herhangi bir şekilde açıklanır. Diğeri ise dinleyenlerin hoşuna gidecek ve kalplerini kendisine doğru cezbedecek şekilde sanatkarane yapılan açıklamalardır. İşte kalbi etkileyip nefsi bir şeyi gerçek şeklinden başka türlü gösterecek ve onu gerçek yönünden başka tarafa çevirecek kadar baskın geldiği takdirde sihre benzeyen beyan şekli budur. Bu durumda bu sözü dinleyip bakan, başka türlü görür. Eğer bu kabiliyet hakka yöneltilirse övülür, batı la yönelik olursa yerilir. Hattabi dedi ki: Buna göre bu, beyanın sihre benzeyen, yerilen türüdür. Ancak ona şöyle itiraz edilmiştir: Diğerine de sihir adını vermenin bir sakıncası yoktur. Çünkü "sihir" daha önce Sihir başlığının baş taraflarında açıklandığı üzere herhangi bir meylettirme hakkında da kullanılır. Bazıları da bu hadisi güzel söz söylemenin ve lafızları dikkatle seçmenin övülmesi sadedinde yorumlamıştır. Eğer hadisinAmr b. el-Ehtem olayı ile ilgili varid olduğu sahih ise, bu husus gayet açıktır. Bazıları da bu hadisi, sözü kendisini zorlayarak yapmacıklaştıran, onu güzelleştirmek için ve bir şeyi görünen halinden başka türlü göstermek amacıyla zariayan kimseleri yermek hakkında da yorumlamışlardır. Böylelikle bu, hakikati olmayan bir şekilde, hayalolarak göstermek şeklindeki sihre benzemiş olmaktadır. Malik bu hadisi Muvatta adlı eserinde "Allah'ın zikri olmaksızın mekruh olan sözler, konuşmalar" başlığında koymuş olmakla buna işaret etmiş bulmaktadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Amir b. Sa'd'dan, o babası r.a.'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Kim her gün sabahleyin birkaç acve hurması yerse ona o gün geceye kadar herhangi bir zehir ve sihir zarar vermez." (Buhari'nin hadisi kendisinden naklettiği Ali'den) başkası ise: ''Yedi tanehurma ... " demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Amir b. Sa'd'dan: "Ben (babam) Said r.a.'l şöyle derken dinledim: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Kim sabahleyin yedi tane acve hurması yerse o gün ona ne bir zehir, ne de bir sihir zarar verir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sihre karşı acve hurması ile tedavL" Acve, Medine hurmasının en kaliteli ve . yumuşak türlerindendir. "Kim her sabah ... " Ebu Üsame'nin rivayetinde lafız biraz farklı olmakla birlikte her ikisi de "sabahleyin yemek" anlamındadır. es-Sabuh ve'l-İstibah, sabahleyin içmek, içeceği sabahleyin içmek demektir. Daha sonra bu, yemek hakkında da kullanılmıştır. "Her gün acve hurmasından birkaç tane." Bu rivayette bu şekilde mutlak olarak gelmiştir. Başka rivayetlerde ise kayıtlı olarak zikredilmiştir: Cumua ile İbn Ebi Ömer rivayetinde "yedi tane hurma" denilmektedir. Ebu Damra rivayetinde mekan kaydı fazlalığı da vardır. Onun lafzı da şöyledir: "Her kim sabahı edince el-Aliye hurmalarından yedi acve hurması yerse ... " el-Aliye, Medine'nin el-Aliye cihetindeki yerleşim yerleridir. el-Hattabi dedi ki: Acve'nin zehre ve sihre karşı faydalı olması, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medine hurmasına yaptığı duası sebebiyledir. Yoksa hurmadaki bir özellikten dolayı değildir.' İbnu't-Tin de şöyle demektedir: Medine'de şu anda bilinmeyen özel bir hurmanın kastedilmiş olma ihtimali de vardır. el-Kurtubi der ki: Hadisin zahiri ise Medine'nin acve hurmasının zehri defetmesi ve sihri iptal edip boşa çıkarması özelliğine sahip olduğunu göstermektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Seleme'den rivayete göre; "Ebu Hureyre r.a. dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hastalığın bulaşması da, safer de, hame de yoktur, buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi: Ey Allah'ın Rasulü! O halde develere ne oluyor da kumda bir ceylan gibi gidiyorlarken uyuz bir deve onlarakarışıyor ve onların da uyuz olmalarına sebep oluyor, dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: İlkine onu kim bulaştırdı, diye sordu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Seleme'den rivayete göre; o, daha sonra Ebu Hureyre'yi: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hasta develeri olan bir kimse, sakın develerini sağlıklı develeriolan kimsenin yanına gctürmesin, buyurdu" derken dinlemiştir. Ebu Hureyre ilk hadisi kabul etmedi. Bizler: Sen bize hastalığın bulaşması yoktur diye hadisi nakletmedin mi, dedik. O Habeşçe, anlamadığımız bazı sözler söyledi. Ebu Seleme dedi ki: Ben onun, bundan başka bir hadisi unuttuğunu görmedim. Bu Hadis 5774 numara ile de var Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hame yoktur." ez-Zubeyr b. Bekar'ın, el-Muvaffakiyyat'ta zikrettiğine göre Araplar cahiliye döneminde şöyle derdi: Bir adam öldürülür ve onun intikam! alınmazsa başından -bir kurt çeşidi olan- bir hame çıkar ve onun kabri etrafında dolaşarak: Beni sulayınız, beni sulayınız, der. Eğer intikamı alınırsa o kurt gider. Aksi takdirde kalır. İşte onların bir şairi bu hususta şunları söylemiştir: "Ey Amr, sen bana sövüp saymaktan, beni küçük düşürmekten vazgeçmezsen, Vururum seni, ta ki hame: Bana su veriniz, deyinceye ... " el-Kazzaz dedi ki: Hame, gece kuşlarından bir kuştur. O, bu sözleri ile puhu kuşunu kastediyor gibidir. İbnu'l-Arabl dedi ki: Onlar bu kuşu uğursuz kabul ediyorlardı. Onlardan herhangi birisinin evine kondu mu: Benim yahut ev halkından birisinin öleceğini bana söyledi, derdi. Ebu Ubeyd dedi ki: Cahiliye Arapları ölünün kemiklerinin uçan bir hame kuşu olduğunu iddia ediyor ve bu uçan kuşa da es-sada adını veriyorlardı. Buna göre hadisteki anlam: Ölenin hamesinin hayat bulması diye bir şey söz konusu değildir, şeklinde olur. Birinci açıklamaya göre ise, puhukuşu ve benzerleri dolayısıyla uğursuzluğa kapılmak söz konusu olmaz. "Onlara da uyuz bulaştırır." Müslim'in rivayetinde: "Aralarına girer ve onları da uyuz eder" şeklindedir. Bu, onların inandıkları hastalığın bulaşması kanaatine göredir. O develerin de uyuz olmasına sebep olur, demektir. Bu da cahillerin yanılmalarındandır. Onlar, hasta birisi sağlıklıların arasına girdi mi onları da hasta ettiğine inanıyorlardı. Şeriat koyucu bunu red ve iptal etti. Bedevi arap bu husustaki şüpheyi dile getirince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: "Ya ilkine o hastalığı kim bulaştırdı" diye cevap verdi. Bu cevap ise son derece beliğ ve güzel bir cevaptır. Bunun hülasası da: Onların kanaatlerine göre bulaştırdığı kabul edilen o devenin uyuzu nereden gelmiştir? Eğer bir başka deveden, diye cevap verilecek olursa, teselsülü ya da bir başka sebebi kabul etmek gerekir. O takdirde de bu sebebi n açıklanması gerekir. Birincisine bu hastalığı veren, ikincisine de vermiştir, diye cevaplanırsa o takdirde iddia da ispatlanmış olur. Söz konusu bu iddia da bütün bunları yapan, yaratıcı ve gücü her şeye yeten, kadir alandır. O da şanı yüce Allah/tır. Daha önce "cüzam" başlığında bu iki hususun bir arada nasıl açıklanacağı geçmiş bulunmaktadır. Bunun da özeti şudur: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Hastalığın bulaşması yoktur" sözü böyle bir inanca sahip olmayı yasaklamaktadır. "Sağlıklı develeri olanlar ... götürmesin" buyruğundaki yasağın sebebi ise, hastalığın bulaşması kanaatine düşme yahut vehimleri etkilemesinden korkulması sebebiyledir. Nitekim bunun bir benzeri de "cüzamlıdan kaç" hadisinde geçmiş bulunmaktadır. Çünkü cüzam ın bulaşmadığına inanan bir kimse, içinde bir nefret hissi duyar. Hatta nefsini cüzamlıya yaklaşmaya zorlayacak olursa, bundan dolayı rahatsızlanır. O halde aklı başında olana daha çok yakışan, böyle bir hale kendisini maruz bırakmamasıdır. Aksine acıların sebeplerinden uzak durur, vehmin yollarına yaklaşmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Abdullah b. Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hastalığın bulaşması yoktur, uğursuzluk yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir: Atta, kadında ve evde

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Enes b. Malik r.a.'dan: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hastalığın bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur. Bununla birlikte tefe'ül (hayra yormak) hoşuma gider. Ashab: Tefelül ne demektir, diye sordu. o: Hoş ve güzel bir sözdür, buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hayber fethedilince, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e içine zehir katılmış bir koyun hediye edildi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Burada Yahudilerden kim varsa toplayıp yanıma getiriniz. Yahudiler toplanıp yanına getirildi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: Ben size bir hususu soracağım. Sizler bana buna dair doğruyu söyleyecek misiniz, dedi. Onlar: Evet, ey Ebell-Kasım dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: Sizin atanız kimdir, diye sordu. Onlar: Atamız filandır, dediler. Bu sefer Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Yalan söylediniz, aksine babanız filandır, buyurdu. Onlar: Doğru söyledin ve iyi söyledin, dediler. Bu sefer tekrar: Eğer ben size bir hususa dair soracak olursam bana doğruyu söyleyecek misiniz, dedi. Onlar: Evet, ey Ebell-Kasım. Çünkü sana yalan söyleyecek olursak, babamız hakkında söylediğimiz yalanı bildiği n gibi bunu da bilirsin, dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: Cehennem ehli kimlerdir, diye sordu. Onlar: Bizleyorada kısa bir süre kalacağız, sonra arkamızdan siz bizim yerimize orada kalacaksınız, dediler. Bu sefer Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem orada hor ve hakir olarak kalacaksınız. Allah'a yemin ederim, sizden sonra biz orada ebediyen kalmayacağız, buyurdu. Daha sonra onlara: Eğer size bir şey hakkında soru soracak olursam, bana doğruyu söyleyecek misiniz, dedi. Onlar: Evet, dediler. Bu sefer: Siz bu koyuna zehir kattınız mı, diye sordu. Onlar, evet dediler. O: Sizi bu işi yapmaya ne itti, diye sordu, onlar: Eğer bir yalancı isen senden kurtulmak istedik ve eğer bir nebi isen sana zarar vermeyecektir, dediler." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Orada hor ve hakir olarak kalacaksınız." Buradaki söz, onların kovulmaları, uzaklaştırılmaları anlamında bir azar yahut bu şekilde onlara bir bedduadır. "Allah'a yemin ederim, orada biz ebediyen sizin yerinize geçmeyeceğiz." Yani sizler oradan çıkmayacağınız gibi, sizden sonra biz de orada kalmayacağız. Çünkü Müslüman günahkarlardan cehenneme giren kimseler de oradan çıkacaktu'. Müslüman bir kimsenin başkasının yerine oraya geçeceği asla düşünülemez. Hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gayba dair haber verdiği, cansız varlıkların kendisiyle konuştuğu, Yahudilerin de inatlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara babalarının adına dair verdiği haberini, onların koyuna zehir kattıklarını itiraf ve tasdik etmekle birlikte yine de inat ettiler ve onu yalanlamayı sürdürdüler. Hadisten Çıkan Diğer Sonuçlar Hadisten zehir ile başkasının ölümüne sebep olanın, kısas olmak üzere öldürüleceği anlaşılmaktadır. Ancak Hanefilere göre bu hususta sadece diyet gereklidir. Diyetin gerekmesi de zehri içmeye zorlaması halindedir. Bunda ittifak vardır. Ama ondan habersiz zehri yemeğine katar, onu da yedirirse bu hususta ilim adamlarının görüş ayrılığı vardır. Şayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in aynı sebep dolayısıyla ölen Bişr b. el-Bera karşılığında Yahudi kadını öldürdüğü sabit ise, bu, bu halde kısasın gerektiğini söyleyenlerin lehine bir delilolur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine bu hadisten anlaşıldığı üzere, zehir ve daha başka birtakım şeylerin, bizzat kendileri etki edemezler. Ancak Allah'ın izniyle etkili olabilirler. Çünkü zehir Bişr b. el-Bera'da etkisini göstermiş bulunmaktadır; denildiği ne göre derhal ölmüş, bir başka görüşe göre bir sene sonra ölmüştür

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Her kim kendini bir dağdan aşağı atar da kendisini öldürürse cehennem ateşinde, orada ebedi olarak ve ebediyen bırakılarak kendisini yüksekten atar, durur. Kim bir zehir içip kendisini öldürürse cehennem ateşinde, orada ebedi olarak ve ebediyen bırakılarak zehri elinde içip duracaktır. Kim kendisini bir demir ile öldürürse cehennem ateşinde orada ebedi kalarak ve ebediyen bırakılarak, o demiri elinde olduğu halde karnına saplar ve karnını yarar durur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Amir b. Sa'd'dan, dedi ki: "Babamı şöyle derken dinledim: RasululIah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Kim sabahleyin yedi acve hurması yerse, o gün ona hiçbir zehir ve hiçbir sihir zarar vermez." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kötü şey", yani kötü ilaç. Zehir ile tedavi olmak ile haramla tedaviyi yasaklamaya dair varid olmuş buyruklara işaret ediyor, gibidir. Buna dair açıklamalar daha önce İçecekler bölümünde, Bazek başlığında geçen "Şüphesiz Allah size haram kıldığı şeylerde şifanızı kılmamıştır" hadisinin açıklamasında geçmiş bulunmaktadır. Sadece zehir içmeye gelince, bu mutlak olarak haram kılınmış bir şey değildir. Çünkü terkibinde zararını giderecek şeyler katıldığı ve fayda sağlayacağı takdirde az miktarda zehir kullanmak caizdir. İbn Battal buna işaret etmiş bulunmaktadır. İbn Ebi Şeybe ve başkalarının da rivayet ettiklerine göre Halid b. elVelid, Hiı'c yakınlarında konaklayınca ona: Acemlerin sana içirmek isteyecekleri zehre karşı tedbirli ol, denildi. O: Bana o zehiri getirin, dedi. Ona zehri getirdiler. Zehri eline aldıktan sonra: BismilIah, dedi ve onu ağzına attı. Zehrin ona zararı olmadı. Musannıf sanki Halid b. el-Velid'in zehrin etkisinden zarar görmeyişini, onun bir kerameti olduğuna işaret etmiş gibidir. Bu hususta ona kimse uymaya kalkışmamalıdır ki, kişi kendisini ölüme götürmesin. "Kim kendisini bir dağdan aşağıya atarsa." Bu anlamda olduğuna da "ve kendisini öldürürse" ibaresi delil teşkil etmekte, onun bunu kasten yapması anlamına geldiğini göstermektedir. Yoksa mücerred olarak "teredda: yuvarlanırsa" lafzı kasten kendisini aşağıya atma delalet etmez

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Zührl'den, o Ebu İdris el-Havlanı'den, o Ebu Sa'lebe el-Huşenı r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yırtıcı canavar hayvanlardan azı dişli olanların hepsinin etini yemeyi nehyetti." Zührl dedi ki: Ben bu hadisi Şam'a gelinceye kadar işitmemiştim

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sinek herhangi birinizin kabına düştüğü vakit onu önce tamamıyla daldırsın, sonra onu atsın. Çünkü onun kanatlarından birisinde hastalık, diğerinde şifa vardır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sizden birinizin kabına ... " Hadis, Bed'u'l-Halk bahsinde "içecek(ine)" lafzı ile geçmişti. Nesai ve İbn Mace'de yer alan İbn Hibban'ın da sahih olduğunu belirttiği Ebu Said'in rivayet ettiği hadiste ise: "Yemeğe düştüğü zaman" şeklindedir. Ama "kap" tabiri daha kapsamlıdır. "Onu bütünüyle daldırsın." Bu, hastalığa karşı ilacın yer alması için yol gösterici bir emirdir. "Bütünüyle, büsbütün" lafzı ise, bir kısmını da1dırmakla yetinmek şeklindeki mecazi bir anlamın çıkartılmasını önlemek içindir. Ebu Davud'un zikrettiği ve İbn Hibban'ın sahih olduğunu belirttiği Said elMakburi'nin Ebu Hureyre yoluyla gelen rivayetinde: "Ve o hastalığın bulunduğu kanadı ile korunur" ibaresi yer almakla birlikte, benim hadisin görebildiğim rivayet yollarındanherhangi birisinde şifanın bulunduğu kanadın hangisi olduğunun tayin edildiğini göremedim. Fakat kimi ilim adamının naklettiğine göre o bunu iyice incelemiş ve sineğin sol kanadı ile kendisini korumaya çalıştığını görmüş, böylelikle şifanın bulunduğu kanadın sağ kanat olduğunu anlamıştır. Bundaki münasebet açıkça ortadadır. Kaydedilen Ebu Said yoluyla gelen hadiste o zehri öne sürer, şifayı da geriye bırakır. Bu rivayetten de, başlıktaki hadiste söz konusu olan "hastalık" lafzı ile zehrin kastedildiği anlaşılmaktadır. "Diğerinde de şifa vardır." Bu hadis az miktardaki suyun içine, yapısında akacak kadar bir şeyleri barındırmayan bir canlının düşmesi ile necis olmadığına delil gösterilmiştir. Bunun delil gösterilme şekli de -Beyhaki'nin Şafiı'den rivayet ettiği üzere- şöyledir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem suyun içinde öldüğü takdirde suyu necis yapan bir şeyin suya daldırılmasını emretmez. Çünkü böyle bir şey suyu bozar. Ebu.'t-Tayyib et-Taberi de şöyle demektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadis ile necaseti ya da tahareti beyan etmek istememiştir. O sadece sineğin zararından tedaviyi açıklamayı kastetmiştir. Aynı şekilde develerin ağıllarında namaz kılmayı nehyedip, koyunların ağıllarında namaz kılmaya izin vermekten kastı da bir yerin taharetini ya da necasetini açıklamak değildir. O bununla develer ile birlikte huşCı'un söz konusu olamayacağına, koyunlar hakkında ise durumun böyle olmadığına işaret etmiştir. Derim ki: Bu sahih bir açıklamadır. Ancak, bu hadisten başka bir hükmün çıkartılmasına da engel değildir