Sahih-i Buhari
...
(68) Kitāb: Boşanmak
(68) ...
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer radiyallahu anh'dan rivayete göre o, hanımını Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde ay hali iken boşadı. Ömer İbn el-Hattab r.a. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e buna dair soru sorunca Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ona emret, ona dönsün. Sonra ay halinden temizleninceye kadar, sonra ay hali oluncaya, sonra bir daha temizleninceye kadar tutsun. Daha sonra da dilerse onu (nikahı altında) tutsun, dilerse de dokunmadan boşasın. İşte yüce Allah'ın kadınların kendisine doğru geldiklerinde (içinde) boşanmalarını emir buyurduğu iddet budur" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Talak (boşama) sözlükte bağı çözmek demektir. Salmak ve terk etmek demek olan ıtlak'tan türemiştir. Şeriatte ise, (terim olarak) evlilik düğümünü çözmekten ibarettir. Talak haram, mekruh, vacib, mendub yahut caiz olabilir. Birinci hal (haram) bid'i (bidat) talak olması durumunda söz konusudur. Bunun da çeşitli şekilleri vardır. İkinci hal (mekruh) ise: Evlilik düzgün bir halde gitmekle birlikte sebepsiz meydana gelmesi halinde söz konusudur. Üçüncü hal (vacib) olması da çeşitli şekillerde söz konusudur. Bunlardan birisi, aralarındaki geçimsizlik dolayısıyla hakemlik yapan iki kişinin, aralarında anlaşmazlığı tespit etmeleri üzerine bunu uygun görmeleridir. Dördüncü hal (mendub) ise kadının iffetli olmaması halidir. Beşincisine (caiz oluşa) gelince, Nevevıbunu kabul etmemektedir. Başkaları ise erkeğin nikahı altındaki hanım ı istememesi, onun eş olarak külfetlerini gönül hoşluğu ile yüklenmemesi ve ondan faydalanma maksadının da hasıl olmaması hali hakkında düşünmüşlerdir. İmam (Şafil) böyle bir durumda talakın mekruh olmayacağını, sarih bir şekilde ifade etmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Ey Nebi! Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde boşayın ve o iddeti ihsa edin. "(Taluk, 1) buyruğuna gelince, buradaki: "Kadınları boşadığınız zaman" buyruğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yönelik bir hitap olup, tazim kastıyla yahut ümmetinin de onunla birlikte muhatap alınması kastıyla çoğulolarak zikredilmiştir. Bu durumda ifadenin takdiri: Ey Nebi ve onun ümmeti, şeklindedir. Buyruğun: Ümmetine de söyle, ifadesinin takdiri üzere olduğu söylenmiş ise de ikincisi daha uygundur. "İddetleri vaktinde", yani iddete başlamaları halinde demektir. İbn Abbas: İddetlerine doğru diye açıklamıştır. Bunu da Taberi sahih bir senedIe rivayet etmiştir. "Sünnete uygun talak, cima' olmaksızın temiz iken hanımını boşamasıdır." Taberi sahih bir sened ile İbn Mesud'dan yüce Allah'ın: "İddetleri vaktinde boşayın" buyruğu ile ilgili olarak şunu söylediğini rivayet etmektedir: Cima' olmamış, temizlik halinde demektir. Ayrıca bunu ashab-ı kiram'dan bir topluluktan, aynı şekilde onlardan sonra gelenlerden de bir topluluktan diye rivayet etmiş bulunmaktadır. "Ve iki şahit tutması." Bu da yüce Allah'ın: "Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. "(Talak, 2) buyruğundan alınmıştır ki bu da açıkça anlaşılan bir husustur. O bu sözleriyle de sanki İbn MerdCıye'nin, İbn Abbas'tan diye naklettiği şu rivayete de işaret etmiş gibidir: "Muhacirlerden bazıları iddete dikkat etmeksizin hanımlarını boşuyorlar ve şahit tutmaksızın da ric'at yapıyorlar (hanımlarına geri dönüyorlarldı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu." Fukaha, talakı Sünnı (sünnete uygun), bid'i (bid'at) ve herhangi bir vasfı olmayan üçüncü bir tür olmak üzere üç kısma ayırmışlardır. Birincisi ile ilgili açıklama geçmiş bulunmaktadır. İkincisi, hanımını ay hali iken yahut cima'da bulunduğu ve hamile olup olmadığı belli olmayan bir halde iken boşamasıdır. Üçüncü tür talak ise, ay hali olmayacak kadar küçük yaşta olan yahut ay halinden kesilmiş ya da doğum yapması yaklaşmış hamile olan eşini boşamasıdır. Ay hali olan kadını boşamanın haram oluşundan şu haller istisna edilir: 1- Eğer kadın hamile olup kan görse -ve biz de hamile olan kadının ay hali olabildiği görüşünü benimsiyor ise ki onu boşamak bid'at talak olmaz. Özellikle de bu gördüğü kan, doğumuna yakın olursa. 2- Hakim, kölenin hanımının boş olduğuna hüküm verse ve verdiği bu hüküm esnasında da kadın ay hali ise. 3- Aynı şekilde hakemler aradaki anlaşmazlığı çözmek için tek yol olarak boşamayı uygun görmüşlerse. 4- Hul'de böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Ay hali iken boşanmış olan kadına) ric'at yapmanın (talaktan geri dönmenin) vücubu hususunda görüş ayrılığı vardır. Malik ve bir rivayete göre Ahmed bu görüştedir. Ancak ondan meşhur olan görüş -ki bu aynı zamanda cumhurun da görüşüdür- ric'at yapmak müstehabdır. Buna da nikahı akdetmenin vacip 01mayışını delil göstermişlerdir. O halde devamının hükmü de budur derler. Fakat Hanemerden "el-Hidaye" müellifi bu durumda ric'atin vacip olduğu görüşünün sahih olduğunu belirtmiştir. Bunun vacip olduğunu söyleyenlerin lehine delil, bunu öngören emrin varid oluşudur. Çünkü talak ay halinde haram olduğuna göre, bu halde nikahın devam ettirilmesi de vacibdir. Eğer ay halinde iken eşini boşamış olan bir kimse hanımı temizleninceye kadar bunu sürdürse, Malik ve mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu ona ric'at yapmaya zorlanır, demişlerdir. Ancak iddetin bitmesi halinde ric'atin söz konusu olmayacağı hususu üzerine ittifak ettikleri gibi, zevcesi ile gerdeğe girmeden önce ay hali iken talak vermiş olduğu takdirde -Züfer'den gelen nakil dışında- ric'at yapmakla emrolunmayacağını fukaha ittifakla kabul etmişlerdir. "Sonra onu tutsun", yani nikahı altında tutmaya devam etsin. "Temizleninceye, sonra ay hali oluncaya, sonra tekrar temizleninceye kadar." Bundaki hikmetin ne olduğu hususunda ihtilaf vardır. Şafii der ki: Bununla -yani Nafi'in, İbn Ömer'den diye naklettiği belirtilenler ile- önce tam bir temizlik, sonra tam bir ay hali ile rahminin hamilelikten uzak olduğunun ortaya çıkarılıp anlaşılmasını istemiş olması muhtemeldir. Böylelikle hanımını boşadıktan sonra iddetinin, gebe ise doğum yapmakla mı, yoksa değilse ay hali görmekle mi olacağını bilmiş olacaktır. Yahut hanımının hamile olduğunu bildikten sonra ve ne yaptığının da şuurunda olarak boşamasını sağlamak istemiştir. Çünkü hamile olduğu için onu nikahı altında tutmak isteyebilir ya da eğer hanımı hamile değilken (hamile olduğunu bilmiyorken) boşanmayı istemişse (hamile olduğunu anladıktan sonra) bundan vazgeçebilir. Bir diğer görüşe göre bu husustaki hikmet, ric'atin (ric'ı talakta boşamaktan vazgeçmenin) boşamak maksadı ile yapılmamasını sağlamaktır. Eğer o eşini boşaması kendisi için helal olan bir süre tutacak olur.sa ric'atin faydası da ortaya çıkar. Çünkü bu süre zarfında onunla birlikte uzun süre kalabilir. Bu halde iken onunla cima' yapabilir ve böylelikle içinde onu boşamasına sebep teşkil eden husus kaybolup gider ve onu nikahı altında tutmaya devam edebilir. Bir başka açıklama şöyledir: Hanımını içinde boşadığı ay halinden sonraki temizlik, bir kur' (temizlik hali) gibidir. Eğer bu halde iken onu boşayacak olursa ay hali olan hanımını boşamış kimse durumunda olur. Halbuki ay hali iken boşamak yasaklanmıştır. O halde ikinci temizliğe kadar boşamayı ertelemesi gerekir. Boşamanın ve ric'atin yapıldığı ay halinin akabindeki temizlikte hanımını boşamanın cevazı hususunda görüş ayrılığı vardır. Şafii alimlerinin bu hususta iki görüşü bulunmaktadır. Bunların daha sahih olanı bu talakın yapılamayacağıdır. Malikılerin bu husustaki açıklamaları ise boşamayı ertelemesinin müstehap olmasını gerektirmektedir. İbn Teymiye elMuharrar adlı eserinde şunları söylemiştir: Böyle bir ay hali akabindeki temizlikte hanımına talak vermez. Çünkü bu bir bid'attir. Ondan -yani Ahmed'den- bunun caiz olduğu da nakledilmiştir. Hanefı mezhebindeki fıkıh kitaplarında Ebu Hanife'den bunun caiz olduğunu belirttiği nakledilmektedir. Ebu Yusuf ve Muhammed'den ise bunu kabul etmedikleri bildirilmiştir. Bunun caiz oluşu şöyle açıklanır: Talakın haram oluşu, eşinin ay hali olmasından ötürüdür. Eğer temizlenecek olursa haram olmayı gerektiren sebep de ortadan kalkmış olur. Böylelikle bu temizlik halinde onu boşamak, bundan sonraki temizlik halinde caiz olduğu gibi aynı şekilde daha önceki ay halinde talak vermemiş olduğu temizlik halinde onu boşaması caiz olduğu gibi caizdir. Bunu kabul etmeyenlerin delillerini ise zikretmiş bulunmaktayız. Bu delillerden birisi de şudur: Eğer bu ay hali akabinde (temizlik halinde) hanımını boşayacak olursa daha önce ona onu boşamak üzere ric'at yapmış gibi olur. Bu ise ric'atin amacının aksinedir. Çünkü ric'at tekrar kadını nikahın kapsamına geri döndürmek için meşru kılınmıştır. Bundan dolayı da (Allah Rasulü) buna imsak (nikahı altında tutmak) adını vermiş ve bu temizlik halinde onu tutmasını, bu temizlik halinde onu boşamayıp bir daha ay hali olup daha sonra da tekrar temizleninceye kadar beklemesini emir buyurmuştur. Böylelikle ric'atin nikah altında tutmak için ve boşamak amacıyla yapılmamış olmasının sağlanması istenmiştir. "Daha sonra dilerse (nikahı altında) tutar, dilerse ona dokunmadan talak verir." Eyyub yoluyla gelen rivayette şöyle denilmektedir: "Sonra da ona dokunmadan, onu boşar." Muhammed İbn Abdurrahman'ın Salim'den rivayetinde ise "Sonra ya temiz iken ya da hamile olduğu halde onu boşasın" denilmektedir. Kadının hamileliğinin ortaya çıkmış olduğu temizlik halinde hanımı ile cima' etmiş kimsenin hanımını boşamasının haramlığından bu hali istisna edenler, buradaki fazlalığı delil göstermişlerdir. Buna göre böyle bir talak haram olmaz. Bundaki hikmet ise şudur: Hamilelik belli olduktan sonra koca artık basiret üzere bu işe kalkışmış demektir. Bundan dolayı da vereceği talaktan ötürü pişman olmaz. Bu fazlalıktaki "temiz iken" sözünden maksatdın, ay hali kanının kesilmesi mi yoksa gusül ile temizlenmesi mi olduğu hususunda iki görüş vardır. Her ikisi de Ahmed'den gelmiş iki ayrı rivayettir. Tercihe değer olan ise ikincisidir. Çünkü Nesaı, Mu'temir İbn Süleyman yoluyla, Ubeydullah İbn Ömer'den, o Nafi'den diye bu olayda şunları söylemektedir: "Abdullah'a emret de ona (hanımına) dönsün. Sonraki ay halinden temizlenip guslettiği takdirde ona dokunmaksızın onu boşasın. Eğer onu nikahı altında tutmak istiyorsa tutsun." İşte bu, Nebi efendimizin: "Temizlendi mi" buyruğunu tefsir etmekte, açıklamaktadır. O halde ona göre anlaşılmalıdır. Buradan şu fer'ı hüküm de çıkmaktadır: Acaba iddet, kanın kesilmesi ile mi sona erer ve ric'at imkanı ortadan kalkar yoksa gusletmek mutlaka gerekli midir? Bu hususta da görüş ayrılığı vardır. Hülasa ay hali ile ilgili hükümler iki türlüdür: Birincisi kanın kesilmesi ile zeval bulur. (Bundan sonra) guslün ve oruç tutmanın sahih oluşu, namazın zimmette borç oluşu gibi, ikincisi ise ancak gusül ile zail olur. Namazın ve tavafın sıhhati, mescidde kalmanın caiz oluşu gibi. Bu durumda talak (boşama) birinci türden midir, ikinci türden midir? Nebi efendimizin: "Sonra onu temiz ya da hamile iken boşasınıf buyruğunu hamile olan kadını boşamak Sünnı (sünnete uygun) bir boşamadır, diyenler delil almışlardır. CumhOrun görüşü de budur. Ahmed'den gelen bir rivayete göreise böyle bir talak ne sünnıdir, ne de bid'ıdir (sünnete uymayan, bid'at talaktır). "İşte yüce Allah'ın, kadınları içinde oldukları halde boşamalarını emir buyurduğu" yani izin verdiği "iddet budur." Yüce Allah'ın: "O kadınları iddetleri içinde boşayınız" buyruğu ise "iddetlerinin başlangıç vaktinde boşayınız", demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Sirin'den, dedi ki: İbn Ömer'i şöyle derken dinledim: "İbn Ömer ay hali iken hanımını boşadı. Ömer bu durumu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e nakledince, ona dönsün diye buyurdu. (Enes İbn SMn dedi ki:) Ben: "Peki bu sayılır mı", diye sordum. O: "Böyle bir soru sorma(na ne gerek var) dedi." İbn Ömer'den dedi ki: "Ona emret, ona dönsün, diye buyurdu. (Enes İbn Sırın dedi ki:) Ben: Sayılır mı diye sordum. Şöyle cevap verdi: Ya cı acze düşmüş ve ahmaklık etmişse (ne olacak), dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ve Ebû Ma'mer şöyle dedi: Bize Abdulvâris tahdîs etti. Bize Eyyûb, Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti. ki, İbn Omer: Bu, benim üzerime (Peygamber tarafından) bir boşama hesâb edildi, demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Evzai'den, dedi ki: "Ben Zühri'ye: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinden hangisi ondan (Allah'a) sığındı, diye sordum. O dedi ki: Bana Urve, Aişe r.anha'dan diye haber verdiğine göre Cevn'in kızı, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına getirilip, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona yaklaşınca, senden Allah'a sığınırım, dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü ona: Andalsun, pek büyük bir zat'a sığındın. Haydi ailenin yanına git, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Useyd r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte çıktık. Nihayet eş-Şavt diye adlandırılan bir bahçeye vardık. Daha sonra iki bahçenin yanına varınca ikisi arasında oturduk. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Burada oturun, dedi ve kendisi içeri girdi. Cevniyye de getirilmiş ve hurmalıkta bir eve en-Nu'man İbn Şerahll'in kızı Umeyme'nin evine yerleştirilmişti. Beraberinde onun dadısı ve ebesi de vardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cevniyye'nin yanına girince, Allah Rasulü: Sen kendini bana hibe et deyince, kadın: Hiç hükümdar olan bir kadın kendisini böyle olmayan kimseye hibe eder mi, dedi. (Ravi Ebu Useyd) dedi ki: Allah Resulü kadın huzur ve sükun bulsun diye elini üzerine koymak için uzatınca, kadın: Senden Allah'a sığınırım, dedi. Allah Resulü: Sen gerçekten sığındıran bir yere sığındın, diye buyurdu. Daha sonra yanımıza çıkıp geldi ve: Ey Ebu Useyd, buna razıkıyye denilen iki parça kumaş ver ve onu ailesinin yanına götür, dedi. Bu Hadis 5257 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Abbas İbn Sehl'den, o babasından ve Ebu Useyd'den şöyle dediklerini nakletmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Şerahil'in kızı Umeyme ile evlendi. Kadın onun huzuruna getirilince, ona elini uzatmak istedi. Kadın bundan tiksinir gibi olunca, Ebu Useyd'e o kadını hazırlamasını ve ona iki razıkı elbise vermesini emretti. " Bu Hadis 5637 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
YÜCE ALLAH'IN: "TALAK İKİ DEFADIR. SONRA YA İYİLİKLE TUTMALIDIR YA GÜZELLİKLE SALMALIDIR."(Bakara, 229) BUYRUĞU DOLAYISI İLE ÜÇ TALA.K VERMEYİ CAİZ GÖRENLER
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Ğallab, Yunus İbn Cübeyr'den dedi ki: "İbn Ömer'e: Bir adam hanımını ay hali iken boşarsa (ne olur), diye sordum. o: Sen İbn Ömer'i tanıyor musun? İbn Ömer hanımını ay hali iken boşadı. Bunun üzerine Ömer, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e giderek ona bu durumu anlattı, Allah Rasulü ona İbn Ömer'in hanımına dönmesini emretti. Ay halinden temizlendikten sonra onu boşamak isterse boşamasını söyledi, dedi. Ben: Peki, bunu bir talak olarak saydı mı, diye sordum. O: Ya İbn Ömer acze düşmüş ve ahmaklık etmişse (ne olacak), dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "el-Cevn'in kızı" Sahih olan, Nebi efendimizden Allah'a sığınan kadının el-Cevniyye olduğudur. İbn SaId, Said İbn Abdurrahman İbn Ebza yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ondan başka bir kadın Nebiden Allah'a sığınmış değildir." Derim ki: Ağırlıklı olarak bizim zannımlZ da böyledir. Çünkü bu şekilde Allah'a Nebiden sığınan kadın, sözü geçen bir tertip dolayısı ile olmuştur. Ondan sonra bu husustaki haberin yayılmasının ardından sonra onun bu aldandığı gibi bir başkasının aldanması uzak bir ihtimaldir. İbn Abdilberr dedi ki: Nebi s.a.v.'in el-Cevniyye ile evlendiği hususunda İcma' etmişlerdir, ama ondan ayrılış sebebi hususunda farklı görüşler vardır. Katade dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun yanına girince, o kadını çağırdı. Kadın: Hayır, sen gel, deyince onu boşadı. Kadında eı-Amiriyye'de olduğu gibi sedef hastalığı bulunduğu da söylenmiştir. (İbn Abdilberr devamla) dedi ki: Bazıları bu kadının: Senden Allah'a sığınırım dediğini, bunun üzerine: Sen sığınılacak pek büyük bir yere sığındın. Allah da seni benden koruyup himayesine almış bulunuyor, deyip onu boşadığını söylemişlerdir. Ancak bu, batııdır. Bu sözleri ona el-Anberoğullarından bir kadın söylemiştir. Bu, güzel bir kadındı. Nebi efendimizin diğer hanımları kendilerini geride bırakacağından korktukları için ona: Nebie, senden Allah'a sığınınm denilmesi hoşuna gider, demeleri üzerine kadın da dediklerini yaptı, bunun üzerine o da o kadını boşadı. Evet, o böyle demiş bulunuyor. Fakat bu hususta varid olmuş rivayetlerin çokluğuna ve bunun Sahih-i Buharı'de Aişe'nin rivayet etmiş olduğu bir hadis olarak Sabit olmasına rağmen bunun batılolduğuna ne diye hüküm verdiğini bilmiyorum. İleride bundan sonraki hadiste buna dair daha fazla açıklamalar gelecektir. "eş-Şavt denilen bir bahçeye ... " Bu, Medine'de bilinen bir bahçe idL "Bir hurmalıktaki bir eve yani en-Numan İbn Şerahil'in kızı Umeyme'nin evine yerleştirildL" Bazı şarihler izafet bulunduğunu zannederek bundan sonraki rivayette açıklamalarda bulunurken şöyle demişlerdir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Şerahıl kızı Umeyme ile evlendL Evinde konakladığı kadın da muhtemelen onun kardeşinin kızıdır. Ancak bu açıklama reddolunmuştur. Çünkü her iki rivayetin ravisi de aynıdır. Yanılma "bir evde" lafzının tekrarlanmasından ileri gelmektedir. Ebu Bekr İbn Ebi Şeybe bunu Müsned'inde Buharı'nin bu rivayetteki şeyh i (hocası) Ebu Nuaym'den rivayet ederek: "Umeyme hurma bahçesindeki bir evde ... " demiştir. İbnu'l-Müneyyir der ki: Kadının böyle bir tepki göstermesi, onda cahiliye döneminin hala etkilerinin devam etmiş olmasından dolayıdır. Araplara göre "esSuka: (Yönetici olmayanlar, hükümdar olmayanlar)" kim olursa olsun hükümdar olmayan kimselere denilir. 0, sanki hükümdar olan bir kadının, hükümdar olan birisiyle evlenmesinden Allah'a sığınmış gibidir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hükümdar bir nebi olmak ile kul bir nebi olmak arasında muhayyer bırakılmış, o da Rabbine tevazu göstererek kul bir nebi olmayı tercih etmiştL Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem cahiliye döneminden henüz yeni kurtulduğu için bu kadını mazur görerek, söylediği sözler dolayısıyla onu sorgulamamıştır. "Sonra yanımıza gelerek: Ey Ebu Useyd, ona iki razıkı elbise ver dedL" Razıkı denilen elbiseler uzun, beyaz, ketenden yapılmış elbiselerdir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. İbnu't-TIn der ki: O kadına bunları ya vacip olarak yahut kendisi ihsanda bulunarak mut'a olmak üzere vermiştir. İleride Nafakalar bölümünde mut'a vermenin hükmü gelecektir. "Onu ailesine götür." İbn Battal dedi ki: Bu sözlerde yüzüne karşı onu boşadığını söylediği belirtilmemektedir. Ancak İbnu'l-Müneyyir ona itiraz ederek şöyle demiştir: Bu husus bu başlıktaki hadislerin ilkinde sabittir. O halde onun o kadına: Ailenin yanına git, demesine göre yorumlanmalıdır. Daha sonra Ebu Useyd'in yanına çıkınca da, onu ailesinin yanına götür demiştir. Böylelikle her iki hadis arasında bir aykırılık kalmamış olur. Birincisinde o kadını boşamayı, ikincisinde de lafzın hakikat anlamı olan ailesine onu geri iade etmeyi kastetmiştir. Çünkü daha önce açıklandığı üzere onu getiren de Ebu Useyd idi
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl bin Sa'd es-Saidi'den rivayete göre "Uveymir el-Aclanı, Asım İbn Adiy el-Ensarı'nin yanına gelerek ona dedi ki: Ey Asım! Ne dersin? Bir adam hanımı ile birlikte bir başka adamı bulursa onu öldürecek mi? O takdirde siz de onu öldürürsünüz. Peki ne yapsın? Ey Asım, sen bu hususu benim için Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sor. Asım bu hususu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sorunca, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu tür sorulardan hoşlanmadı ve ayıpladı. Nihayet Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den duyduğu sözler Asım'a ağır geldi. Asım ailesinin yanına geri dönünce, Uveymir gelerek: Ey Asım! Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana ne dedi, diye sordu. Asım: Sen bana hayır ile gelmedin. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim kendisine sorduğum sorudan hoşlanmadı, dedi. Uveymir: Allah'a yemin ederim, ona ben bu hususu sormadıkça arkasını bırakmayacağım, dedi. Uveymir yola koyulup insanlar arasında iken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vararak: Ey Allah'ın Rasulü, ne dersin, bir adam hanımı ile bir başka adamı bulsa, onu öldürsün mü? O vakit siz de onu öldüreceksiniz. Peki ya ne yapsın, diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah senin ve zevcen hakkında hüküm indirmiş bulunuyor. Haydi git, onu al, getir. Sehl dedi ki: Birbirleriyle lanetleştiler. Ben de diğer insanlarla birlikte Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda idim. Lanetleşmeyi bitirdikleri vakit Uveymir: Ey Allah'ın Rasulü, eğer ben onu nikahımın altında tutacak olursam, ona yalan iftira etmişim demektir, dedi ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine emir vermeden önce karısını üç talak ile boşadı." İbn Şihab dedi ki: "Böylelikle bu, birbirleriyle lanetleşenler hakkında sünnet (uygulanagelen kanun) oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayete göre Rifaa el-Kurazl'nin hanımı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelerek dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, Rifaa beni (üç talak vererek) kesinlikle boşamıştı ve ben ondan sonra Abdurrahman İbn ez-Zubeyr el-Kurazı ile nikahlandım. Fakat onunki elbisenin saçağı gibidir, dedi. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Galiba sen tekrar Rifaa'ya dönmek istiyorsun. O senin balcağızını tadıncaya, sen de onun balcağızını tadıncaya kadar olmaz, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe radiyallahu anha'dan rivayete göre: "Bir adam karısını üç talak ile boşadı. Daha sonra o kadın evlendi. Sonraki kocası da onu boşadı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: İlkine helal olur mu, diye soruldu. O: Birincisinin tattığı gibi, o da onun balcağızını tatmadıkça hayır, diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Üç talakı caiz görenler" Başlıkta, seleften bazı kimselerin üç talakın gerçekleşmesini caiz görmeyen kimseler bulunduğuna bir işaret vardır. O halde bunun kabul edilmemesinden kastettiği, büyük beynuneti hoş görmeyenlerdir. Bunun da üç talak vermekle meydana gelmesi, toplu ya da dağınık olmasından daha geneldir. Said İbn Mansur, Enes'ten şunu rivayet etmektedir: "Ömer'e hanımına üç talak vermiş bir adam getirilecek olursa, onun sırtını incitirdi." Senedi sahihtir. Bunun caiz olmayışından kastının, bu husustaki nehy dolayısıyla üç talakı bir arada veren kimselerin talakı olmaz, diyenlerin görüşlerine işaret olabilir. Bu da Şia'nın ve bazı Zahirılerin görüşüdür. Bazıları bu caiz olmayışı, yapılması yasak kılınmış her bir boşama hakkında da genelleştirmiştir. Ay hali olan kadını boşamak gibi. Ancak bu oldukça istisnai bir görüştür. Çoğunluk ise caiz olmamakla birlikte bunun gerçekleşeceğini kabul etmiştir. Bazıları bu görüşün lehine Mahmud İbn Lebid'in rivayet ettiği şu hadisi delil göstermiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hanımını bir arada üç talak vererek boşayan bir adamdan haber verilince: Ben aranızda iken Allah'ın Kitabı ile mi oynanıyor, diye buyurdu," Hadisi Nesaı rivayet etmiş olup ravileri sikadırlar. Fakat Mahmud İbn Lebid, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde doğduğu halde, ondan hadis dinlediği sabit değildir. Bazılarının onu ashab-ı kiram arasında zikretmiş olması, Nebii görmüş olmasından dolayıdır. Mahmud'un rivayet ettiği bu hadisin sahih olduğunu kabul etsek bile bu hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu yaptığına tepki göstermesine rağmen topluca verdiği bu üç talakı aleyhine geçerli kabul edip etmediğine dair bir açıklama bulunmamaktadır; ama asgari hali de bağlayıcı olsa (geçerli olsa) dahi bu işin haram olduğuna delil teşkil etmektedir. İbn Ömer'in ay hali olan kadını boşamaya dair naklettiği hadiste hanımını bir arada üç defa boşayan kimseye: "Rabbine asi oldun, hanımın da senden bain oldu" dediğine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. 686 Üç talakı bir arada vermek haram ve bağlayıcıdır, diyenler arasında bir arada üç talak verdiği takdirde bir talak olur diyenler de vardır. Bu, el-Meğazi adlı eserin sahibi Muhammed İbn İshak'ın da görüşüdür. Davud İbn el-Hüseyn'in İkrime'den, onun İbn Abbas'tan diye naklettiği şu rivayeti de delil göstermiştir: İbn Abbas dedi ki: "Rükane İbn Abdi Yezid bir mecliste hanımını üç talak ile boşadı; ama daha sonra ona aşırı derecede üzülünce, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hanımını nasıl boşadın, diye sordu. Rükane: Aynı mecliste üç defa deyince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O bir tanedir, arzu edersen ona ric'at yap, dedi. O da hanımına geri döndü." Bunu Ahmed ve sahih olduğunu belirterek Ebu Ya'la, Muhammed İbn İshak yoluyla rivayet etmişlerdir. Bu hadis bu mesele hakkında ileride zikredilecek diğer rivayetlerde söz konusu olabilecek tevili de kabil değildir. Sözü geçen İbn İshak'ın hadisini ayrıca Müslim'in, Abdurrezzak yoluyla Ma'mer'den, onun Abdullah İbn Tavus'tan, onun babasından, onun İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayet de güçlendirmektedir. İbn Abbas dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Ebu Bekir'in dönemlerinde ve Ömer'in halifeliğinin iki yılında (bir defada) üç talak bir talak sayılırdl. Ömer İbn el-Hattab daha sonra dedi ki: İnsanlar kendileri için mühletle hareket edebilecekleri bir hususta acele ettiler. Bunu onların aleyhlerine geçerli kılsak nasılolur, dedi ve onlar hakkında bu sözlerini geçerli kabul ederek uygulamaya koydu." 686 Ancak Fethu'l-Bari'yi ihtisar eden muhterem Ebu Suhayb, sözü geçen bu açıklamaları ihtisarı yaparken zikretmemiştir. Bunun için bk. Fethu'l-Bari, (iX, 266 vd)
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi seçmekte serbest bıraktı, biz de Allah'ı ve Rasulünü seçtik. Bunu da bizim aleyhimize bir şey (yapılmış bir talak) olarak saymadı. " Bu hadis 5263 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan, dedi ki: "Aişe r.anha'ya seçmekte serbest bırakılmaları hakkında soru sordum, şu cevabı verdi: (Evet) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi seçmekte serbest bıraktı. Fakat bu bir talak oldu mu ki? Mesruk dedi ki: Eşim beni seçtikten sonra ben onu bir defa mı, yüz defa mı muhayyer bırakmış olduğuma aldırmam." Fethu'l-Bari Açıklaması: Aişe R.A.a'nın görüşü doğrultusunda ashabın, tabiınin ve bölge fukahasının cumhuru da görüş belirtirler. O da şudur: Bir kimse hanımını (boşanmak ile evliliğinin devamı hususunda) muhayyer bırakacak olsa, o da onu seçecek olursa bununla bir talak verilmiş olmaz. Fakat hanım (kocasını değil de) kendisini tercih edecek olursa, bu ric'ı bir talak mı olur yoksa bain bir talak mı olur yoksa üç talak mı olur hususunda ihtilaf etmişlerdir. Tirmizi'nin nakline göre Ali R.A., eğer kadın kendisini seçecek olursa hain bir talak olur. Şayet kocasını seçerse ric'ı bir talak olur, demiştir. Zeyd İbn Sabit'ten rivayete göre de kendisini seçtiği takdirde üç talak, kocasını seçtiği takdirde ise bain bir talak olur. İbn Ömer ve İbn Mesud'dan rivayete göre kendisini seçtiği takdirde bfÜn bir talak olur. Yine ikisinden, ric'ı bir talak olacağı da nakledilmiştir. Eğer kocasını seçerse hiçbir şeyolmaz. Anlam bakımından cumhurun görüşünü, muhayyer bırakmanın iki şey arasında gidip gelmek olduğu şeklindeki görüş de desteklemektedir. Şayet kadının kocasını seçmesini bir talak olarak değerlendirirsek her ikisi arasında fark kalmaz. Böylelikle onun kendisini seçmesinin ayrılık anlamında, kocasını seçmesinin ise nikahı altında kalmak anlamında olduğu görülmektedir. Kadının kendisini seçmesi halinde bunun bain bir talak olacağı hususunda Ebu Hanife, Ömer ve İbn Mesud'un görüşünü kabul etmiştir. Şafiı de muhayyer bırakmak bir kinayedir, demiştir. Buna göre koca, hanımını muhayyer bıraksa ve bununla kendisinden boş olması ile nikahı altında devam etmesi arasında istediğini -seçmeyi kastetmiş ise, kadın da kendisini seçerse, bu seçimiyle de boşamayı kastederse boş olur. Eğer: Ben kendimi seçmekle boşamayı kastetmemiştim diyecek olursa sözü doğru kabul edilir. Buradan anlaşıldığına göre, muhayyer bırakmakta boşamak açıkça ifade edilecek olursa talak da kesin olarak gerçekleşir. Buna hocamız, çağının haflZı Ebu'l-Fadl el-Irakı, Tirmizi şerhinde dikkat çekmiş bulunmaktadır. el-Hattabı dedi ki: Aişe'nin: "Biz de onu seçtik ve bu bir talak olmadı" sözünden şu anlaşılmaktadır: Eğer kendisini seçmiş olsaydı, talak olacaktı. Kurtubı de el-Müfhim adlı eserinde ona muvafakat ederek şöyle demektedir: Hadisten anlaşıldığına göre muhayyer bırakılan kadın, kendi nefsini seçecek olursa bizzat bu seçme ayrıca talaka delalet edecek bir lafzı söylemeye ihtiyaç bırakmaksızın bir talak olur. Bu hüküm de Aişe'nin sözü geçen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Derim ki: Ancak ayetin zahiri mücerred olarak bunun talak olmayacağını, aksine kocanın talakı söz konusu etmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Çünkü ayette muhayyer bırakmak söz konusu edildikten sonra: "Gelin size bağışta bulunayım ve sİzi güzellikle salıvereyim."(Ahzab, 28) diye buyurulmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
İlim ehli de şöyle demiştir: Üç talak ile boşadığı takdirde karısı ona haram olur. (Alimler) talak ve firak lafızları dolayısıyla buna haram demişlerdir . Ancak bu bir kimsenin yemeği (kendisine) haram kılmasına benzemez. Çünkü helSI olan bir yiyeceğe, haramdır denilmez. Fakat boşanmış olan kadına haram denilebilir. Üç ta ISk verilmiş kadın hakkında da: "Ondan sonra başka bir koca ile nikahhlanmadıkça ona helSI olmaz."(Bakara, 230) diye buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den, dedi ki: "İbn Ömer r.a.'e karısını üç talak ile boşamış kimseye dair soru sorulursa şöyle derdi: Keşke bir ya da iki defa boşamış olsaydım. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana bunu emretmişti. Eğer sen ona üç talak verirsen senden başka bir koca ile nikahlanmadıkça bir daha sana helaI olmaz." [-5265-] Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bir adam karısını boşadı. Ondan başka bir koca ile evlendi. O da onu boşadı. O kocasının erkeklik organı bir elbisenin saçağı gibi idi. Dolayısıyla kadın, kocasından elde etmek istediğine ulaşamadı. Bu sebeple aradan fazla zaman geçmeden onu boşadı. Daha sonra kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rası11li, kocam beni boşadı. Ben de ondan başka bir koca ile evlendim. Benimle gerdeğe girdi. Fakat onunki ancak bir elbisenin saçağı gibi idi. Bu sebeple bana ancak bir defa yaklaştı ve benden hiçbir şeye de ulaşamad!. (Benimle cima'' yapamad!.) İlk kocama helalolur muyum? Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Sonraki kocan senin balcağızını tadıncaya, sen de onun balcağızını tadıncaya kadar ilk kocana helal olmazsın." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hanımına: Sen bana haramsın, diyen kimsenin hükmü. el-Hasen: Bu, onun niyetine göredir, demiştir." Yani onun bu sözü kocanın niyetine göre yorumlanır. Muallak olarak gelen bu rivayeti Beyhaki, mevsul olarak rivayet etmiştir. Bizler de bunu a!'i bir sened ile "Buhari'nin hocası Muhammed İbn Abdullah el-Ensari'nin cuzünde" rivayet ettik. Muhammed İbn Abdullah dedi ki: Bize elEş'as, el-Hasen'den naklen: Haramsın diyen kimse hakkında dedi ki: "Eğer bu sözüyle yemini kastetmişse yemindir, talak niyet etmişse taıaktır." Bunu ayrıca Abdurrezzak da bir başka yoldan, el-Hasen'den diye rivayet etmiştir. Nehai, Şafii ve İshak da böyle demiştir. Buna yakın bir rivayet İbn Mesud, İbn Ömer ve TavCıs'tan da gelmiştir. Nevevi de bu görüşü benimsemiş olmakla birlikte şöyle demektedir: Eğer bu sözüyle tek bir talak niyet etmişse bu bain bir taıaktır. el-Evzai ile Ebu Sevr ise "haram" sözü bir yemindir, keffarette bulunulur, demişlerdir. Buna yakın bir açıklama Ebu Bekr, Ömer, Aişe, Said İbn el-Müseyyeb, Ata ve TavCıs'tan da rivayet edilmiştir. Ebu Sevr ise yüce Allah'ın: "Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin haram edersin?"(Tahrim, 1) buyruğunun zahirini delil göstermiştir. Ebu Kılabe ile Said İbn Cübeyr de şöyle demektedirler: Kim hanımına seri bana haramsın diyecek olursa, zihar keffaretinde bulunması gerekir. Benzeri bir görüş Ahmed'den de rivayet edilmiştir. Tahavi de şöyle demektedir: Muhtemelen onlar bu sözleriyle eğer bunu söyleyen kişi zihar yapmayı kastetmişse zihar yapmış olur. Ziharı niyet etmemişse ağırlaştırılmış yemin keffaretinde bulunur. Bu da zihar keffaretidir. Yoksa gerçek manada bir zihar yapmış olmaz. Ancak bunun böyle olma ihtimali bir parça uzaktır. Ebu Hanife ve iki arkadaşı da şöyle demektedir: f:iharı kastetse dahi zihar yapmış olmaz. Ali, Zeyd İbn Sabit, İbn Ömer, el-Hakem ve İbn Ebi Leyla'dan, haram kılmak hususunda şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Bu, hanımını üç defa boşaması demektir. Ona niyetinin ne olduğu da sorulmaz. Malik de böyle demiştir. Mesruk, eş-Şa'bi ve Rabia'dan, bunda bir şey gerekmez dedikleri nakle• dilmiştir. Bu mesele hakkında seleften pek çok görüş ayrılığı nakledilmiştir. Müfessir Kurtubı bunları on sekize kadar ulaştırmıştır. Kurtubi dedi ki: Mezhebimize mensup kimi ilim adamları şöyle demiştir: Bu husustaki görüş ayrılığının sebebi, Kur'an-ı Kerim'de açık bir ifadenin, sünnette de bu meselenin hükmüne dair itimat olunacak sahih ve zahir (açık) bir nassın bulunmamasıdır. Bundan dolayı ilim adamlarının her biri bir taraftan tutup çekmiştir. (1) Asl olan, zimmetin beraetidir, delilini esas alanlar onun bir şey yapması gerekmez, demişlerdir. Bu bir yemindir, diyenler yüce Allah'ın: "Ey Nebi. .. Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin haram edersin?"(Tahrim, 1) buyruğundan sonra: "Allah size yeminlerinizi çözme yolunu göstermiştir."(Tahrim, 2) buyruğunun zahirini delil almışlardır. (2) Bu bir yemin olmamakla birlikte keffarette bulunmak icab eder, diyenler de görüşlerini yeminin haram kılmak anlamına geldiğine bina etmişlerdir. Bu mana dolayısıyla keffaret gerekir. (3) Bu sözle ric'ı bir talak olur, diyenler sözü zahir anlamlarının asgarisi hakkında yorumlamışlardır. Kadının erkeğe haram olmasının asgarisi ise ona ric'at yapmadığı sürece ilişki kurmayı haram kılan bir taıaktır. (4) Kadının bain olduğunu söyleyenler, akdi yenilemediği sürece onunla ilgili haram kılmanın devam etmesini göz önünde bulundurmalarından dolayı böyle söylemişlerdir. (5) Üç talak olur, diyenler ise sözü gelmesi muhtemel anlamların en ilerisine göre yorumlamışlardır .• (6) Bunun bir zihar olduğunu kabul edenler, haram kılışın anlamına bakmış ve talakı göz önünde bulundurmamışlardır. Bundan dolayı bunlara göre de mesele zihardan ibarettir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Böyle birisi yemeği haram kılana benzemez. Çünkü yemek için helal ve haram denilmez. Fakat boşanan kadın hakkında haram tabiri kullanılır. Üç talak hakkında da yüce Allah: "Ondan sonra başka bir koca ile nikahlanmadıkça ona helal olmaz."(Bakara, 230) diye buyurmaktadır." el-Mühelleb dedi ki: Yüce Allah'ın onların yükümlülüklerini hafiflettiği hususlar ile ilgili olarak bu ümmetin üzerindeki nimetlerinden birisi de şudur: Kendilerinden öncekiler kendi nefislerine bir şeyi haram kıldıkları takdirde o şeyonlara haram kılınırdl. Nitekim Yakub aleyhisselam hakkında böyle olmuştu. Ancak yüce Allah bu ümmetin yükünü hafifletti ve onlara Allah'ın kendileri için helal kılmış olduğu herhangi bir şeyi kendilerine haram kılmalarını yasakladı. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın."(Maide, 87) İlim adamları kendi nefsine herhangi bir şeyi haram kılan kimse hakkında farklı görüşlere sahiptir. Şafii: Eğer karısını ya da cariyesini kendisine haram kılıp ne boşamayı, ne de ziharı, ne de azad etmeyi kastetmemişse yemin keffaretinde bulunması gerekir. Şayet yiyecek ve içecek bir şeyi haram kılacak olursa bu bir lağv (boş bir sözıdır. Ahmed şöyle demektedir: Bütün bu hallerde yemin keffaretinde bulunması gerekir. Bu rivayette geçen: "Bana sadece bir defa yaklaştı" sözü ile ilgili olarak elHalil şöyle demektedir: Buradaki "heneh" lafzı ismen anılmasından utanılan şeyler hakkında kinayeli olarak kullanılan bir sözdür. İbnu't-Tin der ki: Burada benimle sadece bir defa cima'' etti demektir. Erkeğin karısına yaklaşmasını anlatmak üzere "hennemraetehO" denilir)
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den rivayete göre o İbn Abbas'ı şöyle derken dinlemiştir: "Hanımını (kendisine) haram kılması bir şey değildir. Daha sonra: "Andolsun ki sizin için ... Allah Rasulünde güzel bir örnek vardır. "(Ahzab, 21) buyruğunu okudu
- Bāb: ...
- باب ...
Ubeydullah İbn Ömer'den diyor ki: "Aişe r.anha'dan dinlediğime göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cahş kızı Zeyneb'in yanında bir süre kalıyor ve orada bal içiyordu. Ben ve Hafsa birbirimizle şöyle anlaştık: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hangimizin yanına gelirse, "Ben senden meğafir kokusu alıyorum. Meğafir (mi) yedin", desin. O da ikimizden birisinin evine girince, ona bunları söyledik. Bunun üzerine Nebi: Hayır, Cahş kızı Zeyneb'in yanında bal içtim, bir daha da onu içmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine: "Ey Nebi! Zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin haram edersin ... " buyruğu "eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz (ne ala)!"(Tahrim, 1-4) buyruğuna kadar Aişe ile Hafsa ile ilgili olarak nazil oldu. "Hani Nebi eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. "(Tahrim, 3) buyruğu da: "Hayır, bal içtim sözü ile ilgilidir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem balı ve tatlıyı severdi. İkindi namazını kıldıktan sonra da hanımlarının evlerine girer, onlardan birisine yakın bulunurdu. Bir sefer Ömer kızı Hafsa'nın yanına girdi. Daha önce kaldığından daha uzun bir süre yanında kaldı. Ben bunun sebebini sorunca bana şöyle denildi: Yakınlarından bir kadın ona küçük bir tulum bal hediye etti. Ondan (şerbet yapıp) Nebi efendimize bir miktar içirdi. Bunun üzerine ben: Allah'a yemin ederim, ona karşı bir hile düzenleyeceğim, dedim. Zem'a kızı Sevde'ye: O sana gelip yaklaşacak, sana yaklaştı mı sen de: Sen meğafir (mi) yedin, de. O sana: Hayır diyecektir. O zaman ona: O halde benim senden aldığım bu koku da ne oluyor, de. O da sana: Hafsa bana bir miktar bal şerbeti içirdi, diyecektir. Sen de ona: Bu balı yapan arı Urfut denilen ağaca konmuş olmalıdır, de. Ben de aynı şeyleri söyleyeceğim. Ey Safiye, sen de böyle söyle. Aişe dedi ki: Sevde bana şunları söyledi: Allah'a yemin ederim, Rasulullah daha kapıda durur durmaz ben senden korktuğum için bana söylememi emrettiklerini hemen oracıkta söyleyivermek istedim. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona yaklaşınca, Sevde kendisine: Ey Allah'ın Rasulü, sen meğafir (mi) yedin, dedi. O, hayır deyince, Sevde: O halde senden aldığım bu koku da ne oluyor, dedi. Allah Rasulü: Hafsa bana bal şerbeti içirdi, deyince, Sevde: O halde bunu yapan arılar Urfut ağaçlarına konmuş olmalıdır, dedi. Dönüp yanıma gelince, ben de ona aynı şeyleri söyledim. Safiye'nin yanma gidince, Safiye de ona böyle dedi. Hafsa'nın yanına gidince: Ey Allah'ın Rasulü, sana o bal şerbetinden vereyim mi, diye sordu. Allah Rasulü: Hayır, onu istemiyorum, diye buyurdu. Aişe dedi ki: Sevde: Allah'a yemin olsun ki biz onu (bundan) mahrum ettik dedi. Ben de ona: Sus, sesini çıkarma, dedim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hanımını haram kılması bir şey değildir" ibaresi,el-Küşmiheni'de bu şekildedir. (Yani değildir anlamındaki lafız: leyse şeklindedir) ama çoğunluk: Kelime, söz kastedilerek: "Leyset: o söz bir şey değildir" diye nakletmişlerdir. Bu sözden maksat da kocanın karısina: Sen bana haramsın yahut haram kılınmışsın ya da buna benzer söylediği sözlerdir. İbn Abbas bu kanaatine delil göstermek üzere yüce Allah'ın: "Andolsun Allah'ın Rasulünde sizin için güzel bir örnek vardır."(Ahzab, 21) buyruğunu okudu. Bununla haram kılma kıssasına işaret etmektedir. Buna dair geniş açıklamalar Tahrim suresinin tefsirinde geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca Nikah bölümünde "erkeğin karısına öğüt vermesi" başlığı altında bu hususta İbn Abbas'ın, Ömer'den diye naklettiği uzunca hadisin şerhinde maksad ın bal ın haram kılınması mı yoksa Mariye'yi kendisine haram kılması mı idi şeklindeki farklı görüşleri de açıklamış bulunuyoruz. Ayrıca bunun sebebini teşkil eden olay hakkında başka şeyler de söylenmiş olduğunu belirtmiştik. Yüce Allah'a hamdolsun ki bu husustaki çeşitligörüşlerin bir arada telif edilme şekli ile alakalı geniş açıklamalarda da bulunmuştuk. Nesai, sahih bir sened ile Enes'ten. şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisi ile ilişki kurduğu bir cariyesi vardı. Hafsa ile Aişe onu kendisine haram kılıncaya kadar arkasını bırakmadılar. Bunun üzerine yüce Allah da: "Ey Nebi, Allah'ın sana helal kıldığını kendine niçin haram edersin" ayetini indirdi. Bu, bunun sebebi ile alakalı en sahih rivayet yoludur. Ayrıca• Taberi'nin sahih bir sened ile meşhur tabii Zeyd İbn Eslem'den diye rivayet ettiği mürsel bir şahidi de bulunmaktadır. Zeyd İbn Eslem dedi ki: . Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oğlu İbrahim'in annesi ile zevcelerinden birisinin evinde cima'da bulundu. Hanımı: Ey Allah'ın Rasulü, benim evimde v.e benim yatağım üzerinde öyle mi, deyince, Allah RasCılü onu kendisine haram kildı. Zevcesi: Ey Allah'ın RasCılü, sana helal olan bir şeyi kendine nasıl haram edersin deyince, ona yaklaşmayacağına dair Allah adına yemin etti. Bunun üzerine: "Ey Nebi, Allah'ın sana helal kıldığı bir şeyi ne diye kendine haram edersin" ayeti nazil oldu. Zeyd İbn Eslem dedi ki: Bundan dolayı erkeğin karısına: Sen bana haramsın, demesi boş bir sözdür. Eğer yemin ederse, sadece yemin keffaretinde bulunması gerekir. İbn Abbas'ın: "Bir şey değildir" sözündeki olumsuz ifade ile boşamayı kastetmesi de, bundan daha genel bir husus u kastetmesi de muhtemelolmakla birlikte, birincisini kastetme ihtimali daha yüksektir. Bunu daha önce Tefsir bölümünde Hişam ed-Oestevaı yoluyla Yahya İbn Ebi Kesir'den bu sened ile gelen: "Haram kılması halinde keffarette bulunur" sözü de desteklemektedir. Bunu ayrıca elİsmailı, Muhammed İbn el-Mübarek es-SCırı yoluyla Muaviye İbn Sellam'dan bu babtaki hadisin senedi ile ve: "Erkek karısının kendisine haram olduğunu söylerse bu sadece keffaretini yerine getirmesi gereken bir yeminden ibarettir" lafzı ile zikretmiştir. Böylelikle İbn Abbas'ın: "Bir şey değildir" sözü ile talak değildir, demek istediği anlaşılmaktadır. "Onlara yaklaşırdı. " Yani onu öper, diğer rivayette görüldüğü gibi cima' sözkonusu olmaksızın mübaşerette bulunurdu. " ... yemiş ... " Yani senin bu şerbetini içtiğin balı yapan arılar el-Urfut diye bilinen ağaçlara konmuş. "el-Urfut" ise zamkı el-Meğafir diye bilinen bir ağaçtır. Yezid İbn RCıman'ın, İbn Abbas'tan naklettiği rivayetinde şöyle denilmektedir: "Allah RasCılünün en çok ağırına giden şey ise ondan kötü bir koku alınması idi." İbn Ebi Müleyke'nin, İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette de: "Kendisinden hoş bir koku gelmesinden hoşlanırdı" şeklindedir. "Aişe dedi ki: Sevde şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, daha kapının ağzında ayakta dikilir dikilmez, senden korktuğum için", senin korkunla senden çekindiğimden "bana emrettiğini hemen söyleyivermek istedim." "Ona bir ihtiyacım yok." Anlaşıldığı kadarıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hanımlarının üçünün arka arkaya, içmiş olduğu bal şerbeti dolayısıyla kımdisinden kötü bir koku geldiğini söylediklerini işitince, işin kökünü kesmek için onu içmekten uzak kalmış, onu terke yönelmiştir. "Ben ona: Sus, dedim." Muhtemelen bu hilenin yayılmasından korkmuştu. Böylelikle Hafsa'ya karşı hazırlamış olduğu bu tedbirin açığa çıkmasından çekinmişti. Hadisten Çıkarılan Sonuçlar Hadis-i şeriften birtakım sonuçlar çıkarılmıştır: 1 - Kıskançlık kadınların mayasında olan bir şeydir. 2- Kıskanç olan bir kadın, kumasının kendisine yukarıdan bakmasının önüne geçmek için herhangi bir yolla hileye başvurabilir. 3- Sakıncalı olana düşmek korkusu ile işlerin üzerine kararlılıkla gidip şüpheli, mubah hususlardan kaçınıp onları terk etmek uygundur. 4- Bu hadiste Aişe'nin, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nezdinde yüksek bir mertebesinin bulunduğu görülmektedir. Öyle ki onun kuması ondan çekiniyar ve bütün insanların en değerlisi olan kocasına karşı böyle bir işte dahi kendisine verdiği emre itaat edip yerine getiriyordu. 5- Sevde R.A.a validemizin oldukça vera' sahibi birisi olduğuna da bir işaret bulunmaktadır. Çünkü o, yaptığı işe pişman olduğunu göstermişti. Çünkü Nebi efendimizin bal sebebiyle Hafsa'nın yanında daha fazla oturması şeklindeki üstünlüğünü ortadan kaldırmayı önce uygun karşılamış ve bu hususta maksadın gerçekleşmesi için Hafsa'nın yanında kalışına sebep teşkil eden bal içmesinin kökünü ortadan kaldırması gerektiğini görmüş, ama bundan sonra bunun Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sevdiği ve canının çektiği bir şeyolan bal şerbeti içmesini yasaklaması sonucunu da uygun karşılamamıştır. 6- Hanımlar arasında paylaştırmanın esası gece hakkındadır. Gündüz ise hepsiyle birlikte bir arada olmak caizdir. Ancak daha önce açıklandığı gibi günü olanın ile olması dışında diğerleriyle cima'ın olmaması da şarttır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, ümmetimin içlerinden geçirdiklerini amel etmedikçe yahut konuşmadıkça ümmetime bağışlamıştır." Katade dedi ki: "İçinden talak verirse bunun bir kıymeti yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'den rivayete göre "Eslemlilerden bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına -o mescidde bulunuyorken- gelerek kendisinin zina ettiğini söyledi. Nebi ondan yüz çevirdi. Adam Nebiin yüzünü çevirdiği tarafa gitti ve kendi nefsi aleyhine dört defa şahitlik yapınca onu çağırarak: Sende delilik var mıdır? Sen muhsan oldun mu, diye sordu. Adam: Evet dedi. Bunun üzerine Nebi onun musallada (bayram namazgahında) recm edilmesini emir buyurdu. Taşlar ona isabet edip, acılarını hissedince kaçtı. Nihayet ona el-Harre denilen yerde yetişiidi ve öldürüldü." Bu hadis 5272,6814,6816,6820,6826 ve 7168 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den, dedi ki: Eslemlilerden bir adam Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına -o mescidde iken- geldi. Ona seslenerek: Ey Allah'ın Rasulü, o diğer adam -kendisini kastediyor- zina etmiş bulunuyor, dedi. Allah Rasulü ondan yüzünü çevirince, yüzünü çevirdiği tarafa geçip, ona karşı yine: Ey Allah'ın Rasulü, o diğeri zina etmiş bulunuyor, dedi. Yine yüzünü ondan başka tarafa çevirdi. Adam yüzünü çevirdiği tarafa geçip karşısında durdu, yine ona bu sözleri söyledi. Allah Rasulü yine yüzünü ondan başka tarafa çevirdi, o da dördüncü defa onun karşısına geçti. Adam kendi aleyhine dört defa şahitlik edince, onu çağırarak: Sende bir delilik var mıdır, diye sordu. Adam: Hayır deyince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Onu alıp götürün, onu recm edin, diye buyurdu. (Çünkü) adam muhsan (evlenmiş) idi." Bu hadis 6815,6825 ve 7167 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayete göre "Sabit İbn Kays'ın hanımı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Ben Sabit İbn Kays'ın ahlakı ya da dini hususunda aleyhine bir şey söylemiyorum. Fakat ben Müslümanlık hayatımda küfrü de hoş görmüyorum. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ona bahçesini geri verir misin, diye sorunca, hanımı: Evet, dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de (Sabit'e): Bahçeni kabul et ve onu bir defa boşa, diye buyurdu. Ebu Abdullah (el-Buhari) dedi ki: "Bu hususta ona (hocam Ezher İbn Cemil'e) İbn Abbas'tan diye mutabaat olunmuyor." Bu Hadis 5274, 5275, 5276 ve 5277 numara ile gelecektir. inşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
İkrime'den rivayete göre "Abd\.lllah İbn Ubeyy'in kız kardeşi diye bu hadisi böylece nakletli ve buna göre Allah Rasulü: Sen ona bahçesini geri verir misin, diye buyurdu. Kadın da: Evet deyip, bahçeyi ona geri verdi, o da kocasına onu boşamasını emir buyurdu." İbrahim İbn Tahman, Halid'den, o İkrime'den, o Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den: "Ve onu boşa" diye buyurdu, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sabit İbn Kays'ın hanımı RasliluIlah sallallahu a1eyhi ve sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Raslilü, ben Sabit İbn Kays'ı dine bağlılığı ve ahlakı hususunda asla ayıplamıyor, ona sitem etmiyorum. Fakat ben ona tahammül edemiyorum, dedi. Bunun üzerine RasliluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Peki bahçesini ona geri verecek misin deyince, kadın: Evet diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas R.A.'dan, dedi ki: "Sabit İbn Kays İbn Şemmas'ın kansı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Raslilü, ben dini ve ahlakı hususunda Sabit'in aleyhine bir şey söylemiyorum. Fakat ben nankörlük etmekten korkuyorum, dedi. Bunun üzerine RasliluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bahçesini ona geri verecek misin, diye sordu. Hanımı: Evet deyip bahçesini ona geri verdi. Allah Raslilünün emri üzerine kocası da ondan aynıdı
- Bāb: ...
- باب ...
Eyyub'den, o İkrime'den: "Cemile ... " diyerek hadisi zikretmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hul'" sözlükte bir mal karşılığı hanım ın ayrılması demektir. Bu tabir "hal'u'ssevb: elbisenin çıkarılması"ndan alınmıştır. Çünkü kadın, erkeğin manevi elbisesidir. Aynı zamanda buna fidye ve iftida da denilir. İlim adamları hul'un meşru olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Ancak meşhur tabii Ebu Bekr Abdullah el-Müzenı istisna teşkil ederek şöyle demektedir: Erkeğin ondan ayrılmak karşılığında hanımından bir şeyalması helal değildir. Çünkü yüce Allah: "Onlara verdiklerinizden bir şeyalmanız helal değildir. "(Bakara, 229) diye buyurmuştur. Ancak yüce Allah'ın: "O halde o kadının bir şeyleri fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur."(Bakara, 229) buyruğtİ ona karşı delil gösterilince, bunun Nisa suresindeki ayet-i kerime ile neshedildiğini iddia etmiştir. Bunu İbn Ebi Şeybe ve başkaları ondan gelen bir rivayet olarak zikretmişlerdir. Nisa suresindeki buyruk ile neshedildiği iddiası şaz bir görüş olmakla birlikte yine bu iddiasına karşı da yüce Allah'ın: "Bununla beraber gönül hoşluğu ile size onun bir kısmını bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin."(Nisa, 4) buyruğu ile cevap verilmiştir. Yine aynı surede yer alan: "Sulh yolu ile aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir vebal yoktur. "(Nisa, 128) buyruğunu da ona karşı delil göstermişlerdir. Hadis de ona karşı gösterilen deliller arasındadır. Görüldüğü kadarıyla o hadisi sabit kabul etmemiş yahut hadis ona ulaşmamıştır. Ancak ondan sonra icma' hul'un muteber olduğu üzerinde gerçekleşmiş, Nisa suresindeki ayetin, Bakara suresindeki ayet ile Nisa'daki diğer iki ayet ile tahsis edildiği kabul edilmiştir. Hul'un şer'an tarifi, erkeğin, hanımından bedelolmaya elverişli bir malın (hanımı tarafından) kocasına verilmesi sureti ile ayrılmasıdır. Hul' yapmak, her ikisinin ya da onlardan birisinin emrolunduğunu yerine getirememekten korkması hali dışında mekruhtur. Bazen buna bir arada bulunmaktan hoşlanmayış sebep olabilir. Bu da ya kötü bir huy ya da çirkinlikten ötürü olabilir. Aynı şekilde büyük bain talaka götürecek türden bir yeminde duramamaktan krkulması halinde ve hul'a gerek duyulması halinde de mekruhluk ortadan kalkar. "Hul'de talak nasılolur?" Yani mücerred hul' yapmakla talak meydana gelir mi? Yoksa talak lafzen zikredilmeksizin yahut niyet etmeksizin gerçekleşmez mi? Hul'de hem lafzen, hem niyet itibariyle talakın sözkonusu olmaması halinde talakın gerçekleşeceği hususunda üç görüş vardır. Bunlar da Şafii'nin bu husustaki görüşleridir: 1- Yeni kitaplarının çoğunda açıkça belirttiği görüş olup, buna göre hul' bir taıaktır. Cumhurun görüşü budur. Eğer hul', hul' lafzı' ile ya da ondan türeyen lafızlarla yapılırsa talak sayısı azalır. Hul' lafzı kullanılmamakla birlikte hul' niyeti ile yapılırsa yine durum böyledir. Şafiı "el-İmla" adlı eserinde bunun talak için kullanılan sari h lafızlardan birisi olduğunu da belirtmiştir. Cumhurun delili, bunun ancak kocanın kullanabileceği bir lafız olması dolayısıyla talak olacağı şeklindedir. Eğer bu, nikahın feshi olsaydı, ikalede olduğu gibi mehrin dışında bir şey karşılığında da caiz olmaması gerekirdi. Oysa cumhur az ya da çok bir bedel karşılığında hul'un caiz olacağı kanaatindedir. İşte bu dahul'un bir talak çeşidi olduğunun delilidir. 2- Bu da Şafiı'nin kadim görüşü olup, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı eserinde yeniden sözkonusu ettiği talak olmayıp, fesholduğu görüşüdür. Bu görüş İbn Abbas'tan da sahih olarak rivayet edilmiştir. Bu rivayeti Abdurrezzak zikretmiş bulunmaktadır. İbn ez-Zubeyr'den de bu rivayet nakledilmiştir. Osman, Ali, İkrime ve Tavo.s'dan da rivayet edilmiş olup, Ahmed'in meşhur görüşü de budur. 3- Eğer talakı niyet etmemişse hul' ile kesin olarak ayrılık olmaz. Şafiı bunu el-Umm adlı eserinde açıkça zikretmiş, müteahhir alimlerden es-Sübki de bu görüşü kuwetli bulmuştur. "Osman R.A. saç bağı dışında (malik olduğu) şeylere mukabil hul' yapmayı caiz kabul etmiştir." el-İkas (saç bağı) "uksa"nın çoğulu olup, saçın toplanmasındansonra bağlandığı bağa denilir. Yani Osman R.A. hul' yapılırken erkeğin karısından saç bağı dışında sahip olduğu şeyi almayı caiz görmüştür. İbn Battal dedi ki: Cumhurun görüşüne göre hul'de erkeğin, verdiği mehirden fazlasını alması caizdir. Malik dedi ki: Kendisine uyulan kimseler arasından bunu kabul etmeyeni görmedim ama bu, güzel ahlaka sığmaz. "Fakat ben Müslüman olarak küfürden (nankörlük etmekten) hoşlanmıyorum." Yani onun nikahı altında kalacak olursam küfrü gerektiren bir işi yapmaktan korkuyorum. Cerir İbn Hazim'in başlığın sonlarındaki rivayeti bunu desteklemektedir. Çünkü o rivayette: "Ancak ben küfürden (nankörlük etmekten) korkarım." O bu sözleriyle kocasından aşırı derecede tiksinmesinin ve hoşlanmayışının kendisini nikahının fesh olması için küfrü açıkça işlemeye iteceğine işaret etmiş gibidir. O, bu işi yapmanın haram olduğunu biliyordu. Fakat aşırı nefretinin onu bu işi yapmaya iteceğinden korktu. "Küfür" ile kadının kocasının hakkını yerine getirmemesi, bu hususta kusurlu davranması demek olan "küfranu'l-aşir"i kastetmiş olması ihtimali de vardır. et-Tibi der ki: Yani ben İslam'da, İslam'ın hükümleri ile bağdaşmayan serkeşlik, karşı gelmek ve buna benzer kendisinin zıttı bulunan kocasına buğzeden genç ve güzel kadının göstermesi gereken tepkileri göstermekten korkuyorum. Böylelikle İslam'ın gerekleri ile bağdaşmayan haller hakkında küfür lafzını kullanmış olmaktadır. İfadelerinde zikredilmemiş bazı lafızların bulunması da muhtemeldir. Yani ben küfrün gereklerinden olan düşmanlık, serkeşlik ve ileriye gidecek türden tartışmalar yapmaktan korkuyorum, bundan hoşlanmıyorum. "Bahçeni kabul et ve onu bir talak ile boşa." Bu emir, bir irşad. ve arayı düzeltmek amacına yöneliktir. Vücub ifade etmek için değildir. Hadisten Çıkarılan Sonuçlar Açıklananlar dışında hadisten daha başka sonuçlar da çıkmaktadır. 1- Eğer anlaşmazlık sadece kadın tarafından ise hul' ve kadının bir miktar malını fidye olarak vermesi caiz olur. Her ikisinin de anlaşmazlık içinde olmaları kaydı yoktur .. 2- Kocanın, karısından hoşlanmayışı sözkonusu olmasa ve karısından ondan ayrılmasını gerektirecek bir şey görmese dahi, kadın kocası ile birliktelikten hoşlanmayacak olursa, hul' yapmak meşrudur. 3- Kadın belli bir mal karşılığında kocasından kendisini boşamasını istese, kocası da onu boşasa talak gerçekleşir. 4- Hul' nikahın feshedilmesidir, diyenlerin lehine bu başlıktaki• hadisin rivayet yollarından birisinde görülen bir fazlalık delil gösterilmiştir. Çünkü Amr İbn Müslim'in İkrime'den, onun İbn Abbas'tan diye naklettiği ve Ebu Davud ile Tirmizi'de yer alan Sabit İbn Kays'ın hanımı ile ilgili kıssada: "Allah Rasıılü ona bir defa ay hali görmek suretiyle iddet beklemesini emir buyurdu" ifadesi yer almaktadır. el-Hattabi dedi ki: İşte bu hul' bir feshtir, talak değildir diyenlerin lehine oldukça güçlü bir delildir. Çünkü bu bir talak olsaydı, sadece bir defa ay hali olmak, iddet için yeterli olmazdı. , İmam Ahmed de hul'ün bir fesh olduğunu söylemiştir. Darakutn! ve Beyhakı'deki, İbn ez-ZUbeyr yoluyla gelen mürsel rivayette şöyle denilmektedir: "Onun sana (mehir olarak) verdiği bahçesini ona geri verecek misin? Kadın: Evet, hem de fazlasıyla dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Fazlasına gerek yok, ona bahçesini ver yeter, diye buyurdu. Kadın: Evet; dedi. Kocası da malını geri aldı ve onu serbest bıraktı." Bu hadisin ravileri sikadırlar. Abdurrezzak da Ali'den şunu rivayet etmektedir: "Koca karısından (mehir olarak) verdiğinden fazlasını almaz." Tavus, Ata ve ez-Zührı'den de buna benzer rivayetler nakledilmiştir. Bu aynı zamanda Ebu Hanife, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. İsmail İbn İshak, Meymun İbn Mehran'dan şu rivayeti nakletmektedir: "Kim (mehir olarak) verdiğinden fazlasını alırsa, hanımını güzel bir şekilde salıvermemiş olur." Bunun karşısında ise Abdurrezzak'ın sahih bir sened ile Said İbn elMüseyyeb'den şöyle dediğine dair naklettiği rivayet yer almaktadır: "Ondan verdiğinin hepsini almasını sevimli bulmuyorum. Ona bir şeyler bıraksın." Malik de şöyle demiştir: Ben verilen mehir karşılığında ve ondan fazlası karşılığında fidyenin (hul'ün) caiz olduğunu hep işitip durmuşumdur. Çünkü yüce Allah: "O halde kadının bir şeyleri fidye vermesinde her ikisi için de vebal yoktur."(Bakara, 229) buyurmuştur. Sehl kızı Habibe'nin rivayet ettiği hadis de bunu gerektirmektedir. Eğer serkeşlik kadın tarafından ise kocaya kadının rızasıyla aldıkları helal olur. Şayet serkeşlik erkek tarafından ise bir şeyalması helal olmaz. Eğer bir şey almışsa ona geri verilir ve ayrılık geçerliliğini devam ettirir. Şafii der ki: Eğer kadın kocasının hakkını vermiyor ve ondan hoşlanmıyor ise karısından bir şeyler alması helal olur. Herhangi bir sebep olmaksızın kadının gönül hoşluğu ile verdiklerini alması caiz olduğuna göre, bir sebebe bağlı olarak alması öncelikle caizdir. 5- Kadın ay hali iken hul' yapmak caizdir. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona ay hali olup olmadığını sormamıştır. 6- Kadının kocasından kendisini boşamasını istemesinin sakınılması gereken bir iş olduğuna dair varid olmuş haberler, ortada bunu gerektirecek bir sebebin bulunmaması hali ile ilgili olarak kabul edilmiştir. Çünkü Sevban yoluyla gelen hadiste şöyle denilmektedir: "Kocasından kendisini boşamasını isteyen bir kadına cennet kokusunu alması haram olur." Hadisi Sünen sahipleri rivayet etmiş, İbn Huzeyme ve İbn Hibban da sahih olduğunu belirtmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Misver İbn Mahreme, ez-Zühri'den, dedi ki: "Nebi sallallahualeyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim: Muğire oğulları benden, Ali'nin kızlarını nikahlamasına izin vermemi istediler. Hayır, ben izin vermiyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Karı-koca arasının açılması, zaruret halinde onlarahul' yolunu gösterirmi? Ayrıca yüce Allah'ın: "Eğer aralarının açılmasından endişe ederseniz ... "(Nisa, 35) buyruğu•" İbn Battal dedi ki: Yüce Allah'ın: "Eğer aralarının açılmasından endişe ederseniz."(Nisa, 35) buyruğunda muhatapların hakimler olduğu, "Her ikisi de aralarının düzelmesini isterlerse" buyruğu ile kastedilenlerin de iki hakem olduğu hususu üzerinde ilim adamları icma' etmiştir. Her iki hakemden biri erkek tarafından, diğeri de kadın tarafından olur. Ancak her ikisinin yakınları arasında aralarını düzeltecek kimse bulunmuyor ise, bu işi yapabilecek durumda ki yabancılardan olması caizdir. Eğer hakemler arasında görüş ayrılığı olursa, her ikisinin de görüşü uygulamaya geçirilmez. İttifak ettikleri takdirde karı-kocanın tekrar bir araya getirilmesi hususunda vekalet vermeye gerek olmaksızın hükümleri geçerli ılur. (İbn Battal'dan icma bulunduğunu belirttiği hususlar burada sona ermektedir. ) Ancak ilim adamları eğer ayrılmaları hususunda hakemlerin ittifakı olursa durumun ne olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler: Malik, el-Evzaı ve İshak der ki: Eşler tarafından bir vekalet ve bir iz ne gerek olmaksızın hükümleri geçerlidir. KMeli alimler ile Şafiı ve Ahmed ise şöyle demektedir: Bu hususta hakemlere izin verilmesi gerekir. Ancak Malik ve ona tabi olanlar, bu hali innın (erkekliği bulunmayan) ile mevla (köle) gibi kabul etmişlerdir. Hakim bu ikisine rağmen hanımlarını ondan boşama hükmünü verdiği gibi, bu hal de böyledir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Berire hakkında öngörülen uygulamalar ile üç sünnet (kanun) ortaya çıkmıştır: Bu sünnetlerden birisi şudur: Berire kölelikten azad edildi, kocasının nikahı altında kalmak hususunda muhayyer bırakıldı. (İkincisi) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Vela hakkı azad eden kimseye aittir, diye buyurdu. Üçüncüsüne gelince, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içeriye girdiğinde pencerede ocak üstünde içinde et kaynıyordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önüne ekmek ve evdeki katıklardan bir katık getirildi. O: Ben tencere içinde et görmedim mi, diye buyurdu. Onlar, öyledir. Fakat o Berire'ye sadaka olarak verilmiş bir ettir. Sen ise sadaka yemezsin, diye cevap verdiler. Allah Rasulü: O et ona bir sadaka, bize de bir hediyedir, diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cariyenin Satılması, Talak Olmaz." İbn Battal dedi ki: Selef cariyenin satılmasının talak olup olmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur: Cariyenin satılması talak olmaz, demişlerdir. (Ashabdan) İbn Mes'ud, İbn Abbas, Ubey İbn Ka'b'dan ve tabiinden de Said İbn el-Müseyyeb, el-Hasen ve Mücahid'den: Bu bir talak olur, dedikleri rivayet edilmiştir. Onlar bu görüşlerine yüce Allah'ın: "Evli kadınlar ve sahip olduğunuz cariyeler müstesna. "(Nisa, 24) buyruğunu delil göstermişlerdir. Cumhurun delili ise bu başlıkta zikredilen hadistir. Buna göre Berıre azad edilmiş ve kocasının nikahı altında kalmakta muhayyer bırakılmıştır. Eğer mücerred satılması sebebiyle talak gerçekleşmiş olsaydı, onun muhayyer bırakılmasının bir anlamı olmazdı. Kıyas bakımından da nikah, bir menfaat şartı ile yapılan bir akittir. Ücretle kiralanmış bir aynda olduğu gibi, köle olan birisinin satılması bu akdi iptal etmez. Ayet-i kerime ise esir alınmış kadınlar hakkındadır. Burada "sağ ellerinizin malik oldukları" ile kastedilenler, Sahih'te, nüzul sebebine dair sabit olmuş hadise göre onlardır. (İbn Batlaı'dan özetle nakil burada sona ermektedir. ) Ashab-ı kiram'dan naklettiği görüşünü İbn Ebi Şeybe 'ınkıta'ın sözkonusu olduğu çeşitli senedierle rivayet etmiş bulunmaktadır. Ayrıca onda Cabir ve Enes'ten de bu tür rivayetler yer almaktadır. Tabiınden yaptığı nakillere gelince, İbn Ebi Şeybe'de bunlara dair sahih senedler vardır. Ayrıca İkrime ve eşŞa'bı'den de buna yakın rivayetler yer almıştır. Said İbn Mansur bu görüşü İbn Abbas'tan sahih bir senedIe rivayet ettiği gibi, Hammad İbn Seleme de Hişam İbn Urve'den, o babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kendi kölesini cariyesi ile evlendirecek olursa boşama kölenin yetkisindedir. Eğer kocası olan bir cariye satın alacak olursa boşama satın alanın yetkisindedir. "Üç sünnet. .. " Ahmed ve Ebu Davud'da yer alan İbn Abbas yoluyla gelen hadiste: "Nebi sallallahu a1eyhi ve sellem onun hakkında dört ayrı hüküm vermiştir ... " diyerek hadisi Aişe'nin hadisine yakın bir şekilde zikrettikten sonra "ve ona hür kadın gibi iddet beklemesini emir buyurdu" fazlalığını eklemektedir. Bunu da Darakutnı rivayet etmiştir. Bu fazlalık ise Aişe yoluyla gelen hadiste yer almamaktadır. Bundan dolayı o, üç sünnet demekle yetinmiştir. ?akat İbn Mace, es-Sevrı yoluyla Mansur'dan, o İbrahim'den, o el-Esved'den, o Aişe'den, şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Berıre üç ay hali ile iddet beklemekle emrolundu." Bu da İbn Abbas'ın: "Hür kadın gibi iddet beklemesini emretti" şeklindeki i ifadesine benzemektedir. Ancak İbn Abbas'tan gelen bir başka rivayetteki: "Bir ay hali ile iddet beklemesi" ifadesine muhalifiir. Hul' yapan kadının iddeti ve hul'un bir fesh olduğunu söyleyenlerin kadının bir ay hali ile iddet bekleyeceğini kabul ettiklerine dair gerekli araştırmalar daha önce geçmiş bulunmaktadır. Burada ise hürriyetine kavuşan cariye kadının, kendisini tercih etmesinin bir talak olmadığı anlaşılmaktadır. Kıyas da bir ay hali ile iddet beklemesini öngörür. Fakat İbn Mace'nin rivayet ettiği hadis Buhari ile Müslim'in şartına göredir. Hatta sıhhat derecelerinin en üst mertebesindedir. Ebu Ya'la ve Beyhakı, Ebu Ma'şer yoluyla Hişam İbn Urve'den, o babasından, onun da Aişe r.anha'dan rivayetine göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Berıre'nin iddetini hür, boşanan kadının iddeti gibi tespit etti." Bu da güçlü bir şahittir. Çünkü Ebu Ma'şer'de bir parça zayıflık bulunsa dahi mutabaatta rivayetinin kabul edilmesi uygundur. İbn Ebi Şeybe de sahih senedierle Osman, İbn Ömer, Zeyd İbn Sabit ve daha başkalarından "cariye kadın eğer kölenin nikahı altında iken hürriyetine kavuşturulacak olursa, onun talakı köle olarak talak veren erkeğin talakı, iddeti de hür kadının iddeti gibidir" dediklerini rivayet etmiş bulunmaktadır. "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Vela hakkı, azad eden kimsenin hakkıdır." Bu da ondaki ikinci sünnettir. ltk (Hadis no: 2536) ve şartlara dair bahislerde bunun sebebi ile ilgili yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Daha önce kaydettiğimiz Nafi'in, İbn Ömer'den diye naklettiği rivayette ve aynı şekilde Aişe yoluyla gelen çeşitli rivayet yollarında: "Ve la hakkı ancak kölelikten azad eden kimsenin hakkıdır" denilmektedir. Bu hadisten anlaşıldığına göre "innema: ancak", hasr ifade eder. Aksi takdirde velanın hürriyete kavuşturan kimse lehine sabit olduğunu belirtmek, başkasının böyle bir hakka sahip olduğunu söylemeyi gerektiren bir husus olmazdı. Oysa bu haberle anlatılmak istenen de budur. Bu hadisten insanın ıtk (köle azad etmek) dışında başkası üzerinde herhangi bir vela yetkisinin olmadığı da anlaşılmaktadır. Buna göre, eliyle herhangi bir kimsenin Müslüman olması halinde de vela sözkonusu olmamaktadır. İleride Feraiz bölümünde buna dair açıklamalar gelecektir ve -İshak'ın kanaatinin aksine- buluntu çocuğu alanın da -seleften bir kesimin kanaatinin aksine- bir kimse ile hilf yapan (dayanışma antlaşması yapan) kimsenin de böyle bir hakkının bulunmadığı açıklanacaktır. Ebu Hanife de bu görüştedir. Hadisin genel ifadesinden harbıolan bir kimse bir köleyi hürriyetine kavuşturduktan sonra Müslüman olsa, o kölenin vela hakkı kendisine ait kalmaya devam eder. Şafil de bu görüştedir. İbn Abdilberr dedi ki: Malik'in görüşüne göre yapılan kıyas da bunu gerektirir. Ebu Yusuf da bu hususta muvafakat etmiştir. Ancak onun arkadaşları buna muhalefet etmişlerdir. Onlar, bu durumda azad edilen köle, dilediği kimseyi veli edinebilir, demişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan, dedi ki: "Ben onu -Berire'nin kocasını kastetmektedirbir köle olarak gördüm. " Bu Hadis 5281,5282,5283 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan, dedi ki: "Onu -yani Berire'nin kocası olan- filanoğullarının kölesi Muğıs'i, Berire'nin arkasından Medine sokaklarında onun için ağlayarak gittiğini görür gibiyim
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Berirelnin kocası, fllanoğullarının bir kölesi olan Muğis adında siyahi bir köle idi. Ben ona, Medine sokaklarında Berirelnin arkasından dolaşırken bakıyor gibiyim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kölenin nikahı altında iken cariyenin" hürriyetine kavuşturulmasından sonra "muhayyer bırakılması." Bununla Buharıinin, "Berıre'nin kocası bir köle idi" diyen kimselerin görüşünü tercih ettiği anlaşılmaktadır. Başlıktaki ifadelerden de anlaşıldığına göre, cariye eğer hür bir kimsenin nikahı altında bulunup, hürriyetine kavuşturulacak olursa muhayyerlik hakkı yoktur. İlim adamları ise bu hususta farklı görüşlere sahiptir. Cumhur bu kanaatte olmakla birlikte, Kufeliler ister kölenin nikahı altında olsun, ister hür bir kimsenin nikahı altında bulunsun hürriyetine kavuşturulan cariyenin muhayyer olacağını kabul etmişlerdir. Bu hususta da delil olarak el-Esved İbn Yezid'in, Aişe'den naklettiği Berire'nin kocası hür idi, rivayetine sarılmışlardır. Hürriyetine kavuşturulan cariye eğer ayrılmayı tercih ederse acaba bu bir boşama mıdır yoksa nikahın feshedilmesi midir? Bu hususta görüş ayrılığı vardır. Malik, Evzai ve Leys bu bain bir talak olur demişlerdir. Benzeri bir görüş elHasen ve İbn Sitin'den diye sabit olmuştur. Bunu İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir. Diğerleri ise böyle bir şey ne fesh olur, ne de talak demişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayete göre "Berire'nin kocası Muğis diye adlandırılan bir köle idi. Ben onun Berire'nin arkasından ağlayarak dolaştığını ve gözyaşlarının sakalları üzerine aktığını görüyor gibiyim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Abbas'a: Ey Abbas, Muğis'in, Berire'ye olan sevgisine rağmen, Berire'nin, 'Muğis'e olan nefretine hayret etmiyor musun, diye buyurdu. Nebi sallallahu a1eyhi ve sellem, Berirelye: Keşke ona dönsen deyince, Berire: Ey Allah'ın Rasulü! Bu bana bir emir midir, diye sordu. Allah Rasulü: Hayır, ben sadece şefaatte (iltimas) bulunuyorum deyince, Berire: Benim ona ihtiyacım yok,dedL" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Berire'nin kocası hakkında" tekrar kocasının niki!!hına dönmesi için Beri're nezdinde "şefaatte (iltimasta) bulunması." "Bu bana bir emir mi?" Yerine getirmekle yükümlü olduğum bir emir mi veriyorsun? "Allah Rasulü: Hayır, ben Sadece şefaatte bulunuyorum." Yani ben bunu kesin bir emir olmak üzere söylemiyorum, şefaatte (iltimas) bulunmak üzere söylüyorum, demektir. "Benim ona ihtiyacım yok." Sen bana bunu uymak zorunda olduğum bir emir olarak vermediğine göre, ben de ona dönmeyi tercih etmiyorum. 17. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
Esved'den rivayete göre "Aişe r.anha Berire'yi satın almak istedi. Ancak onun sahipleri vela hakkının kendilerine ait olmak şartını koşmaksızın kabul etmediler. Aişe bunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e söyleyince, Allah Rasulü: Sen onu satın al ve onu azad et. Şüphesiz vela ancak azad eden kimsenin hakkıdır, buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir et takdim edildi. Ona: Bu, Berire'ye sadaka olarak verilmişti, denilince, Allah Rasulü: "Bu ona bir sadakadır, bizim için de bir hediyedir, diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Berıre kıssasından pek çok sonuç çıkmaktadır. Bunların bir kısmı Mescidler, bir kısmı Zekat bölümünde, çoğunluğu da !tk (köle azadı) bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Berire Kıssasından Çıkartılan Diğer Sonuçlar 1- Kitabın (Kur'an-ı Kerim'in) hükmünü takrir etmek üzere sünnetle de mükatebe yapmanın (kölelerle belli bir bedel karşılığında azad edilmeleri için yazışmanın) caiz olduğu anlaşılmaktadır. 2- Mükatebe yapmış olan bir kölenin, hürriyetini elde etmesi için kendisini azad etmek için satın alacak kimseden dilencilik yapmak suretiyle dahi olsa kazanç sağlamak için çalışıp çabalaması caizdir. İsterse böyle bir yol efendisine zarar verecek olsun. Çünkü şeriat koyucu, köleleri hürriyetlerine kavuşturmayı arzu eder. 3- Muamelatla fasid şartlar batıl, meşru' şartlar sahihtir. Çünkü Rasulullah sallallı1hu aleyhi ve sellem'in: "Allah'ın Kitabında bulunmayan her bir şart batıldır" buyruğundan bu anlaşılmaktadır. Buna dair geniş açıklamalar Şartlar bölümünde (2735.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. 4- Kölesini satarken kölenin kendisine hizmetini istisnaeden kimsenin koştuğu bu şart sahih değildir, fasid bir şart ileri süren kimse de haram olduğunu bilip, üzerinde ısrar etmesi hali müstesna cezalandırılmayı hak etmez. 5- Kitabet akdi yapmış kölenin efendisi, onu kitabet malını kazanmak için çalışıp uğraşmaktan alıkoyamaz. Hizmet hakkı sabit olmakla birlikte bu böyledir. 6- Önemli bir husus hakkında hutbe vermek, hutbe verirken de ayakta konuşmak meşrudur. Söze öncelikle hamd ve sena ile de başlanır. Sözkonusu edilmesi gerekli görülen konuya başlanacağı vakit de "emma ba'du" demek de meşrudur. 7- Tepki gösterilmesi, reddedilmesi gereken bir iş yapan bir kimsenin muayyen olarak sözkonusu edilmemesi müstehaptır. 8- Konuşurken seci' yapmak mekruh değildir. Ancak bunu yapma maksadını gütme ve buna kendisini zorlama hali müstesnadır. 9- Yemin etmenin vacip olmadığı hallerde -özellikle herhangi bir işi işlemekteki kararlılığı bildirmek için- yemin etmek caizdir ve lağv yemininde keffaret yoktur. 10- Kadın, azad ettiği takdirde vela hakkına sahip olur. 11- Kafir, azad ettiği müslümanın vela hakkını -müslüman akrabasına mirasçı olamasa dahi- miras olarak alır. 12- Vela satılmaz, hibe de edilmez. Buna dair açıklamalar daha önce !tk bölümünde ayrı bir başlıkta ele alınmıştır. (Bk. 2535.hadis) 13- Daha önce geçen açıklamalar çerçevesinde cariye hürriyetine kavuşturulduğu takdirde, kocasının nikahı altında kalmak ya da ayrılmak hususunda muhayyerdir. Onun bu muhayyerliği de derhal gerçekleşir. Çünkü bu hadisin rivayet yollarından birisinde şöyle denilmektedir: "Berıre hürriyetine kavuştu. Bunun üzerine (Nebi) onu çağırdı ve onu seçmekte serbest bırakınca, o da kendisini seçti." 14- Cariye azad edildikten sonra kocasının kendisi ile cima'' etmesine imkan verdiği takdirde muhayyerlik hakkının düşeceğini fukaha ittifakla kabul etmişlerdir. Bu görüşte olanlar bunun rivayet yollarından birisindeki ifadelere delil olarak sarılmışlardır. Sözkonusu bu rivayet Ebu Davud'da, İbn İshak yoluyla Aişe'den çeşitli senedlerle gelmiş bulunmaktadır. Buna göre Berıre azad edildi deyip, hadisin geri kalan bölümü zikredilmekte, sonunda da: "Eğer kocan sana yaklaşacak olursa muhayyerliğin kalmaz" denilmektedir. Malik de sahih bir sened ile Hafsa'dan bu doğrultuda fetva verdiğini rivayet etmiş bulunmaktadır. Said İbn Mansur da İbn Ömer'den buna benzer bir rivayet nakletmiştir. İbn Abdilberr der ki: Ben bu hususta ashab-ı kiram'dan onlara muhalefet eden bir kimse olduğunu bilmiyorum. Ayrıca tabiinden, bir topluluk da bu görüşü dile getirmiştir ki fukaha-i seb'a bunlardandır. 14- Hürriyet hususunda denkliğe itibar olunur. 15- Velisi bulunmayan kadının rızası ile denklik ortadan kalkar. 16- Hanımını muhayyer bırakıp da hanımı kendisinden ayrılmayı seçerse bu muhayyerlik gerçekleşir ve aralarındaki nikah fesh olur. Daha önce geçmiş bulunmaktadır. Eğer onunla beraber kalmayı seçecek olursa talak sayısında da bir eksilme olmaz. 17- Sadaka mutlak olarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemle haramdır; ama sadakanın haramlığı hususunda eşleri ve azadlıları gibi onun hükmünde olan kimselere bu sadakadan bir şeyler bağışlamak caizdir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcelerinin mevlalarına (hürriyete kavuşturdukları ve vela hakkına sahip bulundukları kölelerine) ise sadaka -eşlerine haram olsa dahi- haram değildir. 18- Zengin bir kimsefakire verdiği sadakadan kendisine hediye verecek olursa yemesi caizdir. Satış yoluyla ise öncelikle caiz olur. 19- Zenginin fakirden hediye kabul etmesi caizdir. 20- Hüküm itibariyle sadaka ile hediye birbirinden farklıdır. 21- Kadının, kocasının evine kendisinin sahip olmadığı bir şeyi bilgisi dışında sokması caizdir. 22- him, edep, bir hükme dair bir açıklama, bir şüphenin ortadan kaldırılması gibi, bir faydanın elde edilebileceği hususlar hakkında soru sormak müstehaptır, bazı hallerde vacip de olabilir. 23- Mal hakkında herhangi bir şüphenin bulunmaması halinde kişinin eline geçen malın aslına dair soru sorması da, Müslümanlararasında kesilmesi halinde kesilmiş hayvan hakkında soru sorması da vacip değildir. 24- Kendisine az miktarda sadaka verilen bir kimse bundan dolayı rahatsız olmaz, onu küçümsemez. 25- Kadın yapacağı tasarruflar hususunda kocası ile danışır. 26- Alim bir kimseye dinı hususlara dair soru sorulur, alim de -soru sormasa . dahi- ilim elde etmek için uğraştığını gördüğü kimseye hükmü bildirir. 27 - Vacip olmayan hususlarda görüş belirten kimsenin kendi görüşüne muhalefet etmesi caizdir. 28- Zarar ve bağlayıcılığın sözkonusu olmayacağı hallerde hakim'in hasma yumuşak davranılması hususunda iltimasta bulunması müstehabtır. Bununla birlikte iltimasta bulunanın değeri büyük olsa dahi bu görüşe muhalefet eden kimseler kınanmaz, onlara kızılmaz. 29- Kendisi için şefaat olunacak (iltimasta bulunulacak) kimsenin isteği olmadan önce şefaatte bulunmak caizdir. Çünkü Muğıs'in, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den kendisine şefaat etmesini istediği nakledilmiş değildir. 30- mu'minin gönlünü sevindirmek, ferahlandırmak müstehaptır. 31- Şefaatte bulunan kimseye iltiması kabulolunmasa dahi ecir verilir. 32- Bir kimse, Allah'ın ayetleri ve hükümleri hakkında ibretle düşünmesi için arkadaşının dikkatini çeker. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abbas'a, Muğıs'in, Berıre'ye olan sevgisininhayret edilmesi gereken bir husus olduğunu söylemiştir .. 33- Şeyh Muhammed İbn Ebi Cemra -Allah onunla faydalandırmayı sürdürsün- şunları söylemektedir: Bu hadisten, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bütün bakışlarının uyanık bir kalp ve tefekkür amacına yönelik olduğu, adete uymayan her bir hususa hayret edilip ondan ibret alınması gerektiği de anlaşılmaktadır. 34- Berire'nin oldukça edepli olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Nebiin i1timasınl kabul etmediğini açıkça ifade etmemiş, sadece: "Ona ihtiyacım yok" demekle yetinmiştir. 35- İster eş olsunlar, isterse olmasınlar birbirlerinden nefret eden kişilerin arasını bulup düzeltmek müstehaptır. Eşlerin eğer çocukları varsa birbirlerine karşı saygının daha ileri olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "o senin oğlunun babasıdır" diye buyurmuştur. 36- İltimasta bulunan kimsenin, iltimasını kabul etmesini istediği kişiye bunu kabul etmesini gerektirecek şeyleri sözkonusu etmesi, i1timasta bulunmanın gereklerinden ve ona iten sebeplerdendir. 37- Eşler arasındaki sevgi ve nefret dolayısıyla onlardan herhangi birisinin kınanması sözkonusu değildir. Çünkü bu, istek dışı olan bir şeydir. 38- Erkeğin eşine olan sevgisini açığa vurması utanılacak bir şey değildir. 39- Kadın kocasından nefret ediyorsa velisinin onunla birlikte kalmaya onu zorlama hakkı yoktur. Eğer kocasını seviyorsa velisinin de onları ayırmaya hakkı yoktur. 40- Erkeğin evlenmeyi ya da kendisine dönmesini ümit ettiği bir kadına meyil duyması caizdir. 41- Hakim'in hükmü, şeriatın hükmünü değiştirmez. Haramı helal kılmadığı gibi aksi de sözkonusu olmaz. 42- Güvenilir bir kimsenin haberi ile kölenin ve cariyenin haberi ve rivayetleri kabul edilir. 43- Köle ile nikahlı bir cariye azad edilip, kendisini seçecek (kocasından ayrılmayı tercih edecek) olursa iddeti üç kur'dur. 44- Eşlerden birisi diğerinden nefret ettiği halde o bunun farkına varmayabilir. Bununla birlikte Berire'nin, Muğis'e nefreti ile birlikte bu hususta Allah'ın hakkındaki hükmüne sabretmiş olması ve bu nefretinin gerektirdiği şekilde ona muamelede bulunmayarak Allah'ın kendisini kurtaracağı vakte kadar tahammül etmiş olması ihtimali de vardır. 10. CİLT BİTTİ. KİTABU’TALAK’IN DEVAMI 12.CİLTTE
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den rivayete göre "İbn Ömer'e Hıristiyan ve Yahudi kadını nikahlamaya dair soru sorulunca şöyle derdi: Şüphesiz Allah müşrik kadınları mu'min erkeklere haram kılmıştır. Ve ben bir kadının, Rabbinin -Allah'ın kullarından bir kul olduğu halde- İsa olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Müşrik kadınları iman edinceye kadar nikahlamayın ... " buyruğu." Buharı'nin bu mesele ile ilgili olarak kesin hüküm vermemesinin sebebi, ona göre ayetin tevili ihtimalinin bulunması dolayısıyladır. Çoğunluğa göre ayet umumidir ve Maide suresindeki ayet ile tahsis edilmiştir. Seleften bazılarından rivayete göre buradaki müşrik kadınlardan maksat, putperest kadınlar ile Mecusilerdir. Bu görüşü İbnu'l-Münzir ve başkaları nakletmiştir. Daha sonra musannıf bu başlıkta İbn Ömer'in Hıristiyan kadının nikahı ile ilgili sözünü ve onun: "Kadının Rabbinin İsa olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirk olduğunu bilmiyorum" dediğini zikretmektedir. Bu ise onun Bakara suresindeki ayetin hükmünün genelliğinin devam ettiği kanaatinde olduğunu göstermektedir. Sanki o Maide suresindeki ayetin mensuh olduğu görüşünü benimsiyor gibidir. İbrahim el-Haı"bı de bunu kesin olarak ifade etmiştir. Cumhurun görüşüne göre ise Bakara ayetindeki umumi ifade Maide suresindeki ayet ile tahsis edilmiştir. Söz konusu ayet de: "Sizden önce kitap verilenlerden iffetli kadınlar da ... size helaldir." (Maide, 5) buyruğudur. Böylelikle bunlaı'ın dışındaki diğer müşrik kadınların nikahlanması, asılolan haramlık hükmü üzere devam etmektedir. Şam'den bir başka görüşe göre Bakara ayetindeki um umi ifade ile Maide'deki ayetin hususi hükmü kastedilmiştir. İbn Abbas ise Bakara suresindeki ayetin Maide suresindeki ayet ile mensuh olduğunu mutlak olarak belirtmiştir. İbn Ömer'in bu görüşünün şaz olduğu da söylenmiştir. İbnu'l-Münzir der ki: İlkıerden bunu haram kılan bir kimsenin olduğu tespit edilmiş değildir. Ama İbn Ebi Şeybe hasen bir sened ile Ata'nın Yahudi ve Hıristiyan kadınları nikahlamayı mekruh gördüğünü ve şunları söylediğini rivayet etmektedir: "Bu müsaade Müslüman hanımlar az iken verilmişti." Onun bu açıklamaları, mubahlığı kimi hallere ait özel bir durum olarak kabul ettiği hususunda açık bir ifadedir. Ebu Ubeyd der ki: Bugün Müslümanlar bu hususta ruhsat olduğu görüşündedir ve buna göre uygulama yapılmaktadır. Ömer radıyallahu anh'dan, onun onları nikahlamayı haram kılmaksızın onlardan uzak durmayı emrettiği de rivayet edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayete göre: "Müşriklerin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile mu'minlere karşı durumu ikiye ayrılırdı. Bir kısmı harp ehli müşrik olup, o onlarla savaşır, onlar da onunla savaşırlardı. Bir kısmı da antlaşmalı müşrikler olup, ne kendisi onlarla savaşır, ne kendileri onunla savaşIl'dı. Harp ehlinden bir kadın hicret edecek olursa ay hali olup temizleninceye kadar kimse onunla evlenmek için talip olmazdı. Temizlendikten sonra nikahlanması helal olurdu. Eğer kadın başkası tarafından nikahlanmadan önce kocası hicret ederse kocasına geri verilirdi. Harp ehlinden bir köle ya da bir cariye hicret ederse hür olurlardı. Muhacirlerin lehine olan, onların da lehine olurdu." Daha sonra antlaşması olanlar hakkında Mücahid'in hadisi gibi zikretti ki, o da şudur: "Eğer kendileriyle antlaşma bulunan müşriklere ait bir köle ya da cariye hicret ederse bunlar geri çevrilmezdi. Bunun yerine onların bedelleri onlara geri verilirdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayete göre: "Ebu Umeyye'nin kızı Karibe (yahut Kureybe) Ömer İbn el-Hattab'ın yanında (nikahında) idi. Onu boşayınca onunla Muaviye İbn Ebi Süfyan evlendi. Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü el-Hakem de İyad İbn Ganm el-Fihri'nin nikahı altında idi. O da onu boşadıktan sonra onunla Sakifli Abdullah İbn Osman evlendi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Müşrik kadınlardan Müslüman olanlar ve onların iddetleri" yani bekleyecekleri iddetin miktarı, süresi. Cumhur böyle bir kadının hür kadın gibi iddet bekleyeceği görüşündedir. Ebu Hanife'den ise bir ay hali olmakla istibra etmesi yeterlidir, görüşü nakledilmiştir. "Ay hali olup, temizleninceye kadar ona evlenme teklifinde bulunulmazdı." Hanefiler bunun zahirinden alaşılan manayı delil kabul etmişlerdir. Cumhur ise onlara şöyle cevap vermektedir: Maksat üç defa ay hali olmasıdır. Çünkü böyle bir kadın Müslüman olup hicret etmek suretiyle -esir alınması halinin aksine- hür kadınlardan olur. Hadisteki "eğer kocası onunla beraber hicret ederse" ifadesine gelince, bundan sonraki başlıkta buna dair açıklamalar gelecektir. "Eğer onlardan" yani harp ehlinden "bir köle hicret ederse
- Bāb: ...
- باب ...
Urve İbn Zubeyr'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe radıyallahu anha dedi ki: "Mu'min kadınlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hicret ettikleri takdirde yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! mu'min kadınlar hicret edenler olarak size geldiklerinde onları imtihan edin ... LLs buyruğu gereğince onları imtihan ederdi. Aişe dedi ki: mu'min kadınlardan bu şartı kabul edenler böylelikle imtihanı da ikrar ve kabul etmiş oluyordu. Kadınlar sözleri ile bunu ikrar edince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara şöyle buyururdu: Artık gidiniz, ben sizinle bey'atleşmiş bulunuyorum. (Aişe radıyallahu anha dedi ki): Hayır, Allah'a yemin ederim ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eli asla (yabancı) bir kadının eline değmemiştir. Şu kadar var ki kadınlarla sözlü olarak bey'atleşiyordu. Allah'a yemin ederim, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadınlardan Allah'ın kendisine emrettiğinden başka bir ahit almadı. Onlardan ahit aldıktan sonra: -Sözlü olarak- artık sizinle bey'atleştim, diye buyururdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Zimmi yahut harbi bir erkeğin nikahı altındaki müşrik ya da Hıristiyan kadın Müslüman olursa." Başlıktan maksat, kadının kocasından önce İslam'a girmesinin hükmünü açıklamaktır. Kadının mücerred Müslüman olması dolayısıyla aralarında ayrılık mı gerçekleşir yoksa kadının muhayyerlik hakkı sabit mi olur yoksa iddet süresi içerisinde nikah bekletilir mi? Eğer İslam'a girerse nikah devam eder, değilse birbirlerinden ayrılmış mı olurlar? Bu hususta bilinen görüş ayrılıkları vardır. Buhari'nin eğilimi ise ileride açıklayacağımız üzere mücerred Müslüman olmakla aralarında ayrılığın gerçekleşceği doğrultusundadır. "Hıristiyan kadın kocasından bir an (saat) önce dahi Müslüman olsa ona haram olur." Bu kendisi ile zifafa girilmiş olanı da, olmayanı da kapsayan genel bir hükümdür. Yahudi yahut Hıristiyan bir erkeğin nikahı altında bulunan Yahudi yahut Hıristiyan bir kadın hakkında Tahavı, Eyyub yoluyla İkrime'den,.o İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "Birbirlerinden ayrılırlar. (Çünkü) İslam hep üstündür ve ona üstün gelinmez." Senedi sahihtir. "Ata" İbn Ebi Rebah'a antlaşmalı (zimmi)lerden Müslüman olan bir kadından sonra iddeti içerisinde kocası Müslüman olduğu takdirde o kadın onu;, karısı kalmaya devam eder mi, diye sorulunca, o hayır, kendisinin istemesi hali dışında yeni bir nikah ve mehir ile karısı ona dönebilir, demiştir." Bunu İbn Ebi Şeybe bir başka yoldan, Ata'dan bu manada mevsul olarak rivayet etmiştir. Bu rivayet de eşlerden birisinin Müslüman olması halinde birbirlerinden ayrılacaklarını ve iddetin bitmesinin beklenmeyeceğiniaçıkça ortaya koymaktadır. "Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır. .. " Bu Buharl'nin önceki görüşü tercih ettiği hususunda açık bir ifadedir. Çünkü bu sözler Buharl'ye aittir ve onun Ata'nın bu başlıkta zikri geçen sözünü pekiştirmek içindir. Bununla birlikte bu görüş zahiri itibariyle bundan önceki başlıkta İbn Abbas'tan kaydetmiş olduğu rivayet ile çatışma halindedir. Orada: "Ay hali olup, temizleninceye kadar ona talip olunmaz" denilmektedir. Her iki rivayetin telif edilmesi mümkündür. Çünkü onun: "Ay hali olup temizleninceye kadar ona talip olunmaz" sözleriyle iddeti içerisinde kaldığı sürece kocasının da Müslüman olmasının bekleneceğini kastetmesi ihtimali bulunduğu gibi, aynı şekilde ona talip olmanın tehir edileceğini de kastetmesi ihtimal dahilindedir. Çünkü iddet bekleyen bir kadına talip olunmaz. Bu ikinci ihtimale göre her iki haber arasında bir çelişki, bir çatışma kalmamış olur. Bu hususta İbn Abbas'ın ve Ata'nın görüşlerinin zahiri ne uygun olarak Tavus, es-Sevrı ve Kufe fakihleri de görüşlerini belirtmiş, Ebu Sevr de onlara bu hususta muvafakat ettiği gibi İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir. Buharı de bu görüşe meyillidir. Kufeliler ile onlara uygun kanaat belirtenler, eğer karı koca birlikte Dar-ı İslam/da iseler, kocasına bu süre içerisinde Müslüman olmasının teklif edilmesi ve onun da bunu kabul etmemesinin şart olduğunu söylemişlerdir. Katade, Malik, Şafii, Ahmed, İshak ve Ebu Ubeyd de Mücahid gibi söylemişlerdir. Şafii, Ebu Süfyan kıssasını delil gösterir. O -Meğazi'de geçtiği gibiMekke'nin fethedildiği sene Merru'z-Zahran'da Müslümanların Mekke'yi fethedecekleri günün gecesinde Müslüman olmuştu. O Mekke'ye girince karısı Ukbe'nin kızı Hind sakalından onu yakalayarak Müslüman olmasına tepki gösterince, o da karısına Müslüman olmasının uygun olacağını söylemiş, kendisi de ondan sonra Müslüman olmuş, fakat birbirlerinden ayrıldıklarına hüküm verilmediği gibi yeni bir akid de söz konusu edilmemiştir. Aynı şekilde ashab-ı kiram'dan belli bir topluluğun da hanımları kendilerinden önce İslam'a girmişlerdir. Hakım İbn Hizam, İkrime İbn Ebu Cehil ve diğerleri gibi ... Bunların nikahlarının yenilendiğine dair bir rivayet nakledilmemiştir. Bu husus Meğazi bilginlerince bilinen meşhur bir konudur. Bu konuda aralarında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ancak çoğunluk bunu erkeğin İslam'a girişinin kendisinden önce Müslüman olan kadının iddet süresi bitmeden önce gerçekleştiği şeklinde yorumlamışlardır. "Mücahid dedi ki: Bütün bunlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Kureyşliler arasındaki bir barış antlaşmasında idL" Karısı İslam'a girmişmüşrik bir erkeğin Müslüman olması, İslam'a giren karısının iddeti bitinceye kadar gecikecek olursa, karısının nikahı altında kalmasının caiz olduğunu kimse kabul etmişdeğildir. Bu hususta icma' bulunduğunu nakledenlerden birisi de İbn Abdilberr'dir. Bununla birlikte Zahirl mezhebine mensup bazılarının bunun caiz olduğunu söyleyip, sözü geçen iema'ı reddettiği ne de işaret etmiş bulunmaktadır. Eskiden beri bu husustaki görüş ayrılığının sabit olduğu belirtilerek icma iddiasına karşı çıkılmıştır. Böyle bir görüş (müşriğin nikahı altında kalmanın cevazı) Ali'den ve İbrahim en-Nehaı'den nakledilmiştir. Bunu İbn Ebi Şeybe onlardan güçlü yollarla rivayet etmiş bulunmaktadır. Ebu Hanife'nin hocası Hammad da bu doğrultuda fetva vermiştir. el-Hattabı bu husustaki açıklanması zor konuya cevap vererek şunları söylemiştir: Bu süre zarfında iddetin devam etmiş olması halinde -özellikle süre iki sene ve birkaç ay gibi uzun ve çoğunlukla görülmemiş türden ise- bile bu böyledir. Çünkü ay hali bazen arızı bir rahatsızlık dolayısı ile gecikebilir. Bu açıklamadan anlaşılan manayı Beyhaki de cevap olarak vermiş bulunmaktadır. Bu hususta bunun dayanak alınması daha uygundur. Müteahhir alimlerden birisi de bu hususta bir başka yol izlemiş bulunmaktadır. el-İmad İbn Kesir'in es-Sıretu'n-Nebeviyye adlı eserinde az önce geçenleri söz konusu ettikten sonra şunları söylediklerini okudum: Başkaları da şöyle demiştir: Hayır, zahiren görünen, kadının iddetinin bittiğidir. O kadın ile nikah akdi yenilenmiştir, diyenlerin rivayetinin de zayıf olduğunu ifade etmiştir. Bundan da anlaşılan şudur: Kadın İslam'a girdikten sonra kocasının İslama girişi gecikecek olursa, sırf bu sebepten dolayı nikahı fesh olmaz. Aksine başkası ile evlenmek yahut kocası Müslüman oluncaya kadar beklemek arasında muhayyerdir. Bu durumda eski kocasının nikah akdi devam eder. Bundan da başkası ile evlenmediği sürece onun karısı olduğu anlaşılmaktadır. Bunun delili ise başlıktaki hadiste yer alan: "Eğer karısı nikahlanmadan önce kocası da hicret ederse ona geri verilirdi" ifadesindeki genelliktir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Hicret edenler olarak ... " el- Ezherl der ki: Hieretin asıl anlamı bedevı (çölde yaşayan göçebe)nin çölden kasabaya yerleşik yere Çıkıp gitmesi ve orada ikamet etmesidir. Burada hicretten maksat ise, kadınların Müslümanlar olarak Mekke'den Çıkıp Medine'ye gitmeleridir. "mu'min kadınlardan bu şartı kabul edenler mihneti de (imtihan edilmeyi) de kabul etmiş oluyordu." Bununla iman şartına işaret etmektedir. Taberi'nin, el-Avfi yoluyla İbn Abbas'tan rivayet ettiği şu sözleri bundan da açıktır: "Kadınların imtihanı, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet etmeleri şeklinde idi." Yine Taberi ve el-Bezzar'ın, Ebu Nasr yoluyla İbn Abbas'tan diye naklettiği: "Onları şöyle imtihan ediyordu: Allah'a yemin olsun ki, kocama olan nefretimden dolayı çıkmadım. Allah'a yemin ederim, bir yeri beğenmediğim için bu yere gelmedim. Allah'a yemin ederim, dünyalık arayarak çıkmadım. Allah'a yemin ederim, ancak Allah ve Resulüne sevgim için çıkıp geldim, demeleri istenirdi" ile İbn Ebi Nedh'in, Mücahid'den buna yakın şu lafızIa naklettiği: "Onlara niçin geldiklerini sorunuz. Eğer kocalarına kızdıklarından, gazap ettiklerinden ya da bir başka sebepten dolayı gelmiş ve iman etmemiş iseler, onları tekrar kocalarına geri döndürünüz." Katade yoluyla gelen: "Onların imtihan edilmeleri, Allah adına yemin ederek serkeşlik sebebiyle çıkmadıklarını, ancak İslam'ı ve Müslümanları sevdikleri için çıktıklarını söylemeleri istenirdi. Bunu söylediler mi bu sözleri kabul edilirdi" şeklindeki bütün bu rivayetler, el-Avfi'nin rivayetine aykırı değildir. Çünkü onun bu rivayeti, diğerlerinde bulunmayan bir fazlalığı da kapsamaktadır. Buna dair yeterli açıklamalar daha önce el-Mumtehine suresinin tefsirinde (4891 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Hicret eden mu'min kadınların imtihan edilmeleri hükmünün devamı hususunda görüş ayrılığı vardır. Neshedildiği söylenmiştir. Hatta bazıları neshi üzerinde icma olduğunu dahi iddia etmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Humeyd et-Tavil'den rivayete göre o, Enes İbn Malik'i şöyle derken dinlemiştir: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarına yaklaşmamaya dair yemin etti (ila yaptı). Ayağı da burkulup çıkmıştı. Kendisine ait yüksekçe bİr odada yirmi dokuz gün kaldıktan sonra aşağı inmişti. Ona: Ey Allah'ın Rasulü, sen bir ay diye yemin etmiştin denilince, o: Ay yirmi dokuz gündür, diye cevap vermişti
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den rivayete göre "İbn Ömer r.a. yüce Allah'ın söz konusu ettiği ila hakkında şöyle derdi: Sürenin bitiminden sonra herhangi bir kimsenin -aziz ve celil olan Allah'ın emrettiği şekilde- ya iyilikle tutmaktan ya da talakı kararlaştırıp kesinleştirmekten başka bir iş yapması helal değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den, o İbn Ömer’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Dört ay geçtiği takdirde erkek boşayıncaya kadar durdurulur ve kendisi talak vermedikçe hakkında talaka hüküm verilmez." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: 'Hanımlanyla cinsi temasta bulunmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır.'(Bakara, 226) buyruğu." Taberl, İbrahim en-Nehai/den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Fey' (dönüş) dil ile hanımına dönmek (ric'at yapmak)tir. Benzeri bir açıklama Ebu Kılabe'den de nakledilmiştir. Said İbn el-Müseyyeb, el-Hasen ve İkrime'den de şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Fey' (dönüş), dma' etmesi hususunda engeli bulunan kimse için kalp ve dil ile, başkası için ise cima' ile dönmek demektir. İbn Mesud'un -aralarında Alkame de vardır- ashabından gelen rivayet yoluyla da bunun gibi bir açıklama nakledilmiştir. Yine Said İbn el-Müseyyeb 'den gelen bir rivayete göre: Şayet bir gün yahut bir ay hanımıyla konuşmamaya yemin ederse bu bir 'Hadır. Ancak onunla konuşmaksızın dma' yapıyorsa Ila yapmamış olur. el-Hakem yoluyla Miksem'den, o İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Fey' (dönüş), dma' demektir. Mesruk, Said İbn Cubeyr ve eş-Şa'bi'den de bunun gibi bir rivayet gelmiştir. Onlardan gelen bu görüşlerin senedieri güçlü senedIerdir. Taberi der ki: Bu husustaki görüş ayrılıkları ila'nın tarifindeki ayrılıklardan kaynaklanmaktadır. Onu özellikle dma'ı terk etmeye tahsis edenler: Fiilen dma' da bulunmadıkça dönmüş olmaz, derler. ila hanımı ile konuşmamaya yahut onu kızdırmaya, kötülük yapmaya ya da buna benzer bir maksat ile yemin etmektir. Bu şekilde tanımlayanlar ise fey' (dönüş) için dma'ı şart koşmazlar. Aksine bu halde yapmamayı yemin ettiği için yapmakla dönmüş olur .. İbn Şihab'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Kişi hanımından ayrı kalmak suretiyle ona zarar vermek istediği husus hakkında Allah adına yemin etmedikçe ila olmaz. Eğer ona zarar vermeyi kastetmemişse bu yemini ıla olmaz. Ali, İbn Abbas, el-Hasen ve bir başka grup yoluyla gelen rivayete göre de kızgınlık hali dışında Ila olmaz. Eğer süt emmekte olan çocuğunun annesinin hamile kalması korkusuyla sütünün bozulacağından endişeienmesi gibi bir sebebe bağlı olarak hanımıyla temasta bulunmamaya yemin edecek olursa bu ıla olmaz. Şa'bi yoluyla da şu rivayet nakledilmiştir: Erkek ile hanımı arasında engel teşkil eden her yemin bir ıladır. el-Kasım 'dan ve Salim'den: Bir sene zarfında seninle konuşacak olursam sen benden boşsun: deyip, dört ay geçtikten sonra onunla konuşmayacak olursa hanımının boş olacağı, eğer bir seneden önce de onunla konuşursa aynı şekilde hanımının ondan boş olacağı belirtilmiştir. Yine ıla'nın cumhur nezdinde kabul edilen hükümleri arasında şunlar da vardır: Yemini dört ay ve daha fazla bir süre için olmalıdır. Eğer daha az bir süre için yemin ederse !La yapmış olmaz. İshak dedi ki: Eğer bir ya da daha fazla gün süresince dma' yapmamak üzere yemin ederse, sonra da dört ay geçinceye kadar onunla dma' etmezse bu bir iladır. Tabilnden birisinden de bunun gibi bir görüş nakledilmiş olmakla birlikte çoğunluk bunu kabul etmemiştir. Buharl'nin daha sonra da Tirmizi'nin, Enes yoluyla gelen hadisi ıla başlığı altında zikretmeleri ise bu hususta İshak'ın da muvafakat etmesini gerektirmektedir. Bunlar yüce Allah'ın: "Dört ay beklemek vardır" buyruğunu ıla yapan kimse için tanınacak süre olarak anlamışlardır. Eğer bu süreden sonra dönerse mesele yok, aksi takdirde boşaması emredilir. Abdurrezzak, İbn Cüreyc'den, o Ata'dan şunu rivayet etmektedir: "Eğer hanımına yaklaşmamak üzere yemin etse, süre belirlemiş olsun ya da olmasın dört ay geçtiği takdirde" yani ılanın hükmünü yerine getirmesi istenir. Said İbn Mansur da el-Hasen el-Basri'den şunu rivayet etmektedir: "Koca, karısı için: Allah'a yemin ederim bu gece ona yaklaşmayacağım dese ve o yemini dolayısıyla da dört ay karısını terk etse, bu bir ıladır." Taberi de İbn Abbas'tan şu hadisi -rivayet etmektedir: "Cahiliye döneminde Ilanın süresi bir ve iki yıl idi. Şanı yüce Allah onlar için dört aylık bir süre tayin etti. Her kimin ılası (yaklaşmayacağına dair yemini) dört aydan daha az olursa bu bir ıla değildir." "Dört ay geçtiği takdirde durdurulur." el-Küşmıhenı'nin rivayetinde "onu durdurur" şeklindedir. "Talak verinceye kadar ve kendisi talak vermedikçe talak yapmış olmaz." Şafil de bunu böylece Malik'ten rivayet etmiş ve ayrıca: ''Ya ıla yaptığı karısını boşar yahut ona döner" ziyadesi ile zikretmiştir. Said İbn Mansur, AbduITahman İbn Ebi Leyla yoluyla şunu rivayet etmektedir: "Ben Ali'nin bir adamı dört ay dolunca er-Rahbe'de durdurduğunu ve ya hanımına dönmesini ya da onu boşamasını istediğini gördüm." Bunun da senedi aynı şekilde sahihtir. Bunun ashab-ı kiramdan on iki kişiden gelmiş bir rivayet olarak tespitine gelince, Buharı bunu et-Tarih 'inde Abdu Rabbih İbn Said yoluyla, Zeyd İbn Sabit'in azadlısı Sabit İbn Ubeyd'den, o Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından on iki kişiden diye rivayet etmiştir. Bunların hepsi: "lıa bu hususta (kararını verinceye kadar) durdurulmadıkça talak olmaz" demişlerdir. Şafii bunu bu yoldan rivayet etmiş ve: "On küsur kişi" demiştir. İsmail el-Kadı de Yahya İbn Said el-Ensari yoluyla Süleyman İbn Yesar'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından on küsur kişiye yetiştim. Onlar dediler ki: Ila durdurulmadıkça talak olmaz
- Bāb: ...
- باب ...
el-Munbais'in azadlısı Yezid'den: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kaybolan koyun hakkında soruldu. Allah Rasulü: Onu al. Çünkü o ya senindir, ya kardeşinindir ya da kurdundur, diye buyurdu. Kaybolan deve hakkında da ona sorulunca, kızdı ve iki yanağı kızararak dedi ki: Ondan sana ne? Onun pabucu da, su içeceği tulumu da beraberindedir. O sahibi onu buluncaya kadar su içer ve ağaçtan yer. Lukata (buluntu mal) hakkında sorulunca, şöyle buyurdu: Ağzının bağını, kabını iyice belle ve bir sene süre ile onu tanıt. Onu bilen birisi gelirse (ona ver) aksi takdirde sen onu kendi malına kat." Süfyan dedi ki: Daha sonra Rabia İbn Ebu Abdurrahman ile karşılaştım. -Süfyan dedi ki: Ben ondan bunun dışında bir rivayet ezberlemedim.- Ona dedim ki: el-Munbais'in azadlısı Yezid'in yitik hayvan hakkındaki hadisiyle ilgili ne dersin? Onu Zeyd İbn Halididen diye mi rivayet etmiştir? O: Evet, diye cevap verdi. Yahya dedi ki: Rabia da el"Munbaislin azadlısı Yezidlden, o Zeyd İbn Ha• lidlden diye rivayet etmektedir. Süfyan dedi ki: Rabia ile karşılaştım ve ona da (bunun gibi) dedim. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ailesi arasında kaybolanın ve yitik malın hükmü." Buhar! bu şekilde mutlak bir ifade kullanmış olup, hükmü açıkça ifade etmemiştir. Aile ile ilgili hüküm, mal ile ilgili hükümden farklı olarak Talak bahisleri ile alakalıdır, ama onun malı ayrıca söz konusu etmesi bir istidrat( arasöz, ara açıklama)tır. "Ve lukata hakkında böyle yapınız, dedi." Bununla bu hususta yaptığı uygulamayılukata hükmünden çıkarmış olduğuna işaret etmektedir. Çünkü lukatanın bir yıl süre ile tanıtılması ve bundan sonra onda tasarruf ta bulunulması emredilmiştir. Eğer o lukatanın sahibi gelirse, bedelini ona öder. Bundan dolayı İbn Mes'ud da sadaka yoluyla tasarruf ta bulunmayı uygun görmüştür. Eğer sahibi geldiği takdirde o da onun bu sadaka, vermesini kabul ederse sadakanın ecrini o alır, şayet kabul etmezse sadakanın ecri tasaddukta bulunana ait olur ve o kişi de malın sahibine tazminatını öder. İşte: "Benim içindir ve benim üzerimedir" sözü ile buna işaret etmiştir. Yani sevap bana ait olur, tazminatını ödemek de benim borcum olur. "ez-Zührl yeri bilinen esir hakkında şöyle demiştir: Hanımı evlenmez, malı paylaştırılmaz. Eğer ondan haber kesilirse o takdirde kaybolan adama (mefkuda) yapılan uygulama yapılır." Said İbn Mansur sahih bir sene d ile İbn Ömer ve İbn Abbas'tan şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Kadın kayıp kocasını dört yıl bekler." Aynı şekilde Osman'dan bir rivayette İbn Mesud'dan ve Nehai, Ata, ezZühri, Mekhul ve eş-Şa'bl gibi tabiinden bir topluluktan da bu şekilde hüküm sabit olduğu gibi, onların çoğunluğu sürenin kadının durumunu hakime dava edeceği günden itibaren başlayacağı üzerinde ittifak etmişlerdir. Aynı şekilde dört yıl geçtikten• sonra kocası vefat etmiş bir kadın olarak iddet bekleyeceğini de belirtmişlerdir. Yine ittifakla şunu söylemişlerdir: Eğer evlendikten sonra birinci kocası gelecek olursa karısını geri almak ile mehrini almak arasında muhayyer bırakılır. Çoğunluk da şöyle demiştir: İlk koca eğer mehri tercih ederse, ikincisi o mehri ona öder. Çoğunluk kayboluş halleri arasında fark gözetmemişlerdir. Ancak daha önce Said İbn el-Müseyyeb 'den nakledilen görüş müstesnadır. Malik de savaşta kaybolmak ile savaşın dışında kaybolmak arasında fark gözetmiştir. Savaşta kaybolan adamın karısı, sözü geçen süreye kadar bekletilir. Diğeri ise belli bir süre bekletilmez, aksine zann-ı galib ile daha fazla yaşamayacağı kadar bir ömür süresinin geçmesini bekler. Ahmed ve İshak şöyle demektedirler: Bir kimse ailesinden kaybolup da ona dair bir haber bilinmiyar ise, tecil (süre belirleme) söz konusu değildir. Savaşta yahut deniz yolculuğunda ya da buna benzer bir durumda kaybolan kimseler için süre belirlenir. A1i'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kadın kocasını kaybedecek olursa geri dönünceye yahut ölene kadar evlenemez. Bunu Ebu Ubeyd Kitabu'n-Nikah'ta rivayet etmiştir. Abdurrezzak da şöyle demektedir: Bana İbn Mesud'dan ulaştığına göre o kaybolmuş adamın karısı hususunda ebediyyen evlenmeyip, bekleyeceği hususunda Ali'ye muvafakat etmiştir. Yine Ebu Ubeyd, hasen bir senedie Ali'den şunu rivayet etmektedir: Eğer evlenecek olursa, ikinci kocası onunla zifafa ister girmiş olsun, ister girmemiş olsun, o birincisinin karısıdır. Said İbn Mansur da eş-Şa'bl'den şunu rivayet etmektedir: Kadın evlenip de birincisinin hayatta olduğu haberini alırsa kendisi ile ikinci kocası birbirinden ayrılır ve ikinci kocasından iddet bekler. Eğer ilk kocası ölürse ondan da iddet bekler ve ona mirasçı olur. en-Nehai yoluyla gelen rivayete göre: Kocasının durumu açıkça belli olmadıkça karısı evlenemez. Bu aynı zamanda Kufe fakihleri ile Şafil'nin ve bazı hadis ashabının da görüşüdür. İbnu'l-Münzir ise süre belirleme görüşünü tercih etmiştir. Çünkü bu hususta ashab-ı kiram'dan beşinin ittifakı vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hadisin lukataya dair muhtevasının açıklamaları Lukata bahsinde yeteri kadar geçmiştır.(2427 nolu hadis) Musannıf bu hadisi burada zikrederek başkasının malında -mal sahibinin- kaybolması halinde tasarrufun -malın telef olacağından korkuluyor ise- caiz olduğuna işaret etmektedir. Nitekim deve ile koyun arasında ayırım gözetmek, bunu göstermektedir. İbnu'l-Müneyyir der ki: Bu mesele ile ilgili rivayetler birbirleriyle tearuz (çatışma) halinde olduğundan ötürü merfu hadise başvurmak icap eder. Bu hadiste yitik koyunda tasarrufun, sahibinin vefatından emin olmadan önce de caiz olduğu anlaşılmaktadır. O halde kaybolmuş malın onun gibi değerlendirilmesi uygundur. Aynı şekilde hadiste yitik deveye müdahale edilmeyeceği de belirtilmektedir. Çünkü deve kendi başına hayatını sürdürebilir. O halde zevcenin de bu durumda olması gerekmektedir. Kocasının vefat haberi kesinlik kazanmadıkça herhangi bir şekilde ona da ilişilmez. O halde ilke şudur: Telef olacağından korkulan 'her bir şeyde telef oimaktan onu korumak amacıyla tasarruf caizdir. Böyle olmayanlarda ise caiz değildir. İlim ehlinin çoğunluğu, kayıp koyunun hükmünün, sahibinin gelmesi halinde bedelinin ödenmesinin vucubu bakımından diğer malların hükmü gibi olduğu kanaatindedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan, dedi ki: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem devesi üzerinde tavaf etti. Hacer rüknüne gelince, ona işaret buyurdu ve tekbir getirdi." Zeyneb dedi ki: "Nebi sallallfıhu a1eyhi ve sellem: "Ye'cuc ile Me'cuc seddinden bunun gibi (bir gedik) açıldı" diye buyurdu ve (parmaklarını) doksan gibi birbirine yakIaştırdı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebli Hureyre r.a.'den, dedi ki: "Ebu'I-Kasım Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Cum'a gününde öyle bir saat vardır ki, Müslüman bir kulona namaz kılarken rastlayıp da Allah'tan bir hayır dilerse mutlaka ona verir. Bu arada parmaklarını orta ve serçe parmağının iç tarafı üzerine koydu. Biz de: Bunun çok kısa bir süre olduğunu anlatmak istiyor, dedik
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'den, dedi ki: "Raslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde bir Yahudi bir kız çocuğuna saldırarak üzerinde bulunan gümüş bazı zınet eşyalarını aldı, başını da ezdi. çocuğun yakınları onu Raslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna son nefeşlerini verirken dili tutulmuş olduğu halde getirdiler. Raslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: Seni kim öldürdü? Filan mı diye -onu öldürenden bir başkasının adını vererek- sordu. Çocuk başıyla: Hayır diye işaret etti. Yine ona saldırmış olandan bir başka adamın adını söyleyerek sordu, onun için de: Hayır diye işaret etti. Peki, filan mı diye onu öldürenin ismini verince, evet diye işaret etti. Bu sebeple Raslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'in emri üzerine onun da başı iki taş arasında ezildi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Ben. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Fitne işte buradan çıkacaktır. Bu arada doğuya işaret buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ebi EvfS,'dan, dedi ki: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir seferde idik. Güneş batınca bir adama: İn de bana seuik bulamacı yap, dedi. Adam: Ey Allah'ın Rasulü, akşamı bekleseydin. Çünkü henüz daha gündüzün aydınlığı üzerinde, dedi. Daha sonra tekrar: İn seuik bulamacı yap, diye buyurdu. Adam üçüncüsünde inip ona bulamaç yaptı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içti, sonra eliyle doğu tarafına işaret buyurarak: Gecenin. bu taraftan geldiğini gördüğünüzde artık oruç tutan kimse orucunu açar, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bilalin seslenişi -yahut onun ezan okuması- herhangi birinizi sahurunu yemekten alıkoymasın. Çünkü o gece namazına kalkmış olanınız (yatağına dönsün diye seslenir -yahut, ezan okur, diye buyurdu-) Fecr-i sadıkı yahut sabahı kastederek sabah olmuş demeyin. (Ravilerden) Yezid (İbn Zurey') ellerini kaldırdıktan sonra birini diğerinden uzaklaştırdı (ve fecr-i sadık işte böyledir dedi)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Hürmüz'den, dedi ki: Ebu Hureyre r.a.'yi şöyle derken dinledim: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Cimrinin misali ile (cömertçe) infak edenin misali memelerinden göğüs kemiklerine kadar üzerlerinde demirden cübbe bulunan iki adamın misaline benzer. İnfak eden kişi bir şeyler infak ettikçe mutlaka o cübbesi teni üzerinden ta parmak uçlarını örtünceye ve (yerdeki) izlerini silinceyekadar uzar durur. Cimri kişi ise infak etmek istedi mi mutlaka her bir halka yerine iyice yerleşir. O onu genişletmek istediği halde bir türlü genişlemez. Bu arada parmağı ile boğazına işaret ediyordu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Talak ve hikmetli çeşitli hususlar hakkında", yani diğer şeylere dair "işaret etmek." "Zeyneb dedi ki .. " Kasıt mu'minlerin annesi Cahş kızı Zeyneb'dir. "Ve parmak uçlarını orta ve serçe parmağının iç tarafına koydu, biz: Onun azlığına işaret ediyor, dedik." Hadiste geçen "evdah" ile burada kastedilen, gümüşten süs eşyasıdır. "Sonra birini diğerinden uzaklaştırd!." Müslim'de bu rivayet "fecir yukarıdan aşağıya görülen değildir. Aksine uzunlamasına yayılandır." diye yer alır. Böylelikle sözü geçen işaret ile ne kastedildiği anlaşılmaktadır. İbn Battal dedi ki: Cumhurun kanaatine göre eğer işaret anlşılıyor ise konuşma gibi değerlendirilir. Ancak Hanefiler buna bazı hususlarda muhalefet etmişlerdir. Muhtemelen Buharı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'in işareti konuşmak gibi değerlendirdiğini gösteren bu hadislerle onların kanaatini reddetmiştir. İşaret, din ile ilgili çeşitli hükümler hakkında caiz (geçerli) olduğuna göre, konuşma imkanı olmayan kimseler için böyle olması daha da caizdir. İbnu'l-Müneyyir dedi ki: Buharı talak vermek ve diğer hususlara dair konuşamayanın ve daha başkalarının, asıl maksadını ve sayının anlaşılabileceği işaretlerinin, tıpkı lafız gibi geçerli olduğunu kastetmiştir. Gördüğüm kadarıyla Buhar! bu Başlığı ve bu başlık altındaki hadisleri bundan sonraki Başlıkta söz konusu edeceği araştırmaya bir hazırlık olmak üzere zikretmiştir. Ancak bununla birlikte konuşamayan dilsizin lanetleşmesi ile talakı arasında da fark görmüş olanlar bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İlim adamları anlaşılan işaretin hükmü altında farklı görüşlere sahiptirler. YüceAllah'ın hakları ile ilgili hususlarda, konuşabilen kimsenin dahi olsa işareti yeterlidir, demişlerdir. Fakat akit, ikrar, vasiyet ve buna benzer Ademoğlunun hakları söz konusu ise dili tutulan kimsenin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Üçüncü bir görüş de Ebu Hanife'den nakledilmiştir: Eğer konuşabileceğinden yana ümit kesilirse (anlaşılır işareti geçerlidir, demişlerdir), bazı Hanbel1 alimlerinden de eğer hemen akabinde ölüm gelirse (geçerlidir) dedikleri nakledilmiştir. Tahav! de bu görüşü tercih etmiştir. el-Evzai'den de eğer ondan önce söz söylenmiş,ise (geçerlidir) dediği nakledilmiştir. Mekhul'den nakledildiğine göre ise eğer: Filan kişi hürdür dese, sonra konuşmayıp sussa ona da: Filan da mı diye sorulunca işaret etse işareti sahih olur. Konuşabilen kimsenin ise işareti, çoğunluğun kanaatine göre konuşmasının yerini tutmaz. İşaretin niyetin yerini tutup tutmayacağı hususunda ise görüş ayrılığı vardır. Hanımını boşayan kimseye: Kaç defa boşadın diye sorulunca parmağıyla işaret eden kimsenin durumunda olduğu gibi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'den, diyor ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyudu: Ben size ensar yurdunun en hayırlılarını haber vermeyeyim mi? Ashab: Buyur ey Allah'ın Rasulü dediler. O: Neccaroğulları, sonra onlardan sonra gelen Abdu'l-Eşhel oğulları, sonra da on/ardan sonra gelen el-Haris İbn e/-Hazrec oğulları, sonra on/ardan sonra ge/en Saide oğullarıdır, diye buyurdu. Sonra da eliyle şöyle işaret etti ve parmak/arını kapattı. Sonra da onları eliyle bir şeyatan kimse gibi açtıktan sonra: Bununla birlikte bütün ensar yurtlarında hayır vardır, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından Sehl İbn Said es-Said! şöyle diyordu: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ben ve kıyamet, bunun buna yakınlığı -yahut şu ikisi- gibi gönderildim, diye buyurdu ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yakınlaştırdı." Bilgi: Bazı nüshalarda hadisin sonlarındaki ''karane: yakınlaştırdı, biraraya getirdi" lafzı, ''birbirinden ayırdı, uzaklaştırdı" anlamında, "ferreka" şeklindedir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ay şöyledir, şöyledir, şöyledir diye buyurdu. Otuz gün çektiğini kastediyordu. Sonra da şöyledir, şöyledir ve şöyledir diye buyurdu. Bununla da yirmi dokuz gün çektiğini kastediyordu. Yani bazen otuz gün, bazen yirmi dokuz gün çeker demek istiyordu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'ud'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem eliyle Yemen'e doğru işaret buyurup, iki defa: İman işte bu taraftadır. Haberiniz olsun ki katılık ve kalbIerin haşinliği ise yüksek sesle bağırıp çağıranıarda olur. Şeytanın iki boynuzunun çıkacağı yer olan Rabia ile Mudarlılardadır diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
(Sehl'den, dedi ki: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöyleyiz, diye buyurup şehadet ve orta parmağıyla -aralarını biraz ayırarak- işarette bulundu." Bu Hadis İleride 6005 numara ile gelecektir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "U'an", lanet etmekten alınmıştır. Çünkü lanet yapan bir kimse: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın laneti kendisi üzerine olsun" der. Bu uygulamaya ad verilirken gazap değil de lanet lafzının seçilmesi, erkeğin bu sözü kullanmasından ötürüdür. Ayet-i kerime'de öncelikle söz konusu edilen de odur. - Lanetleşmenin meşru olduğu ve kesin emin• olmadıkça caiz olmayacağı fukaha tarafından icma ile kabul edilmiştir. Kocanın lanetleşme yapmasının vücubu hususunda görüş ayrılığı vardır. Fakat çocuğun ondan olmadığı kesin ortaya çıkarsa bu vaciplik daha da güç kazanır. "Yüce Allah'ın: "Eşlerine zina isnad edip, kendilerinden başka şahitleri olmayanların her birisinin şahitliği ... Eğer o doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabı benim üzerime olsun.'1)8 buyruğu." Buharl, görüldüğü kadarıyla yüce Alıah'ın: "İsnad edenler" buyruğuna yapışmış gibidir. Çünkü bu ifade, iftiranın lafız ya da anlaşılır işaret ile oluşundan daha genel bir çerçevededir. Başkası da cumhurun lehine yine bu buyruğa lanetleşmede erkeğin: Ben o kadını (karımı) zina ederkengördüm, demesinin de şart olmadığını, eğer hamile ise onun hamileliğinin kendisinden olmadığını söylemesinin yahut doğum yapmış ise çocuğun kendisinden olmadığını söylemesinin şart olmadığına dair delil göstermişlerdir. Bu hususta İmam Malik farklı kanaattedir. Böyle bir şeyi söylemesinin şart olmamakla birlikte, bu kadın bir zaniyedir yahut zina etmiştir, demesi yeterlidir. Yüce Allah yabancı bir kimsenin muhsan bir kadına zina iftirasında bulunması dolayısıyla kazf haddini teşrl' buyururken diğer taraftan kendi karısına zina isnadı sebebiyle li'anı teşrl' buyurmuştur. Yabancı bir erkek bir kadına: Ey zaniye, diye hitap edecek olursa ona kazf haddini uygulamak icap eder. İşte li'anın hükmü de böyledir. Malikilere karşı da gözleri görmeyen körün Ii'an yapmasının meşruiyeti üzerinde ittifak bulunduğu hususunu delil olarak göstermişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den rivayete göre "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, benim siyah bir oğlum oldu, diye sorunca, Allah Rasulü: Senin develel'in var mı, diye sordu. Adam: Evet dedi. Allah Rasulü: Renkleri nedir, diye sordu. Adam: Kırmızıdır deyince, Allah Rasulü: Peki aralarında beyazı, siyaha çalar boz renklileri de var mı diye sorunca, adam yine: Evet dedi. Allah Rasulü: Bu nereden geldi, diye sordu. Adam: Belki bir damarıyla soyuna çekmiştir, deyince, Allah Rasulü: Senin bu oğlun da belki bir damarı ile soyuna çekmiştir, diye buyurdu." Bu hadis 47 ve 7314 numara ile gelecektir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "çocuğun kendisinden olmadığını tariz (üstü kapalı) bir şekilde ifade etmenin hükmü." Tariz bir şeyi zikredip, ondan zikretmediği bir başka şeyin anlaşılması demektir. Şafii, el-Umm adlı eserinde şunları söylemektedir: Bedevinin sÖz.ünün zahirinden karısını itham ettiği anlaşılmaktadır. Fakat onun bu sözü böyle bir iftira ve ithamdan başka bir anlama da geldiğinden ötürü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü dolayısıyla kazf (zina iftirası) da bulunduğu hükmünü vermemiştir. Bu da tariz türü ifadelerde had olmadığına delildir. Tarizin tasrih (açık ifade) ile aynı hükümde görülmeyeceğinin delillerinden birisi de iddet bekleyen kadına tariz yoluyla (üstü kapalı ifadelerle) talip olmaya izin verilmiş olmasıdır. Ancak açık (sarih) ifadelerle böyle bir teklifte bulunmak caiz değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Ey Allah'ın Rasuü, benim karım siyah bir çocuk doğurdu, dedi." Yunus yolu ile gelen rivayette: "Ben bunu kabul edemedi m (açıklayamadım)" fazlalığı da yer almaktadır. Yani kalbimden bunu kabullenemedim. O bu sözleri ile diliyle onun kendi oğlu olmadığını kastetmek istememiştir. Aksi takdirde çocuğun kendisinden olmadığını tariz yolu ile değil, sarih bir şekilde söylemiş olacaktı. Tarizin izahı da şudur: Onun: "Siyah bir çocuk" demesinin anlamı şudur: Halbuki ben beyazım, bu çocuk benden nasılolabilir? Bu ifadelerden, tariz yoluyla kazfde (zina isnadında) bulunmanın kazf olmadığı anlaşılmaktadır. Cumhur da bu görüştedir. Şafil de bu hadisi buna delil göstermiştir. Malikilerden nakledildiğine göre ise eğer tarizden bu (zina isnadı) anlaşılabiliyor ise had icab eder. "Şüphesiz onlar arasında siyaha çalar boz develer vardır." el-Evrak (siyaha çalar boz deve) oldukça siyah renkli olmayıp, başka renge de çalan renkli deve demektir. Güvercine "verka" denilmesi de bundan dolayıdır. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Misal göstermek ve bilinmeyeni n bilinen bir şeye, sorahın daha iyi anlamasını sağlamak için benzetmek (uygun bir anlatım tarzıdır). 2- Hadis kıyas ile amel etmenin sahih olduğuna delil gösterilmiştir. el-Hattabi der ki: Bu hadis kıyasu'ş-Şebeh diye bilinen kıyas türü için asli bir dayanaktır. İbnu'l-fuabi der ki: Bu hadiste kıyasın ve benzeri benzerine benzetmenin (ve kıyas yapmanın) sahih oluşuna delil vardır. 3- Kocanın sadece zanna dayanarak çocuğun kendisinden olmadığını söylemesi caiz değildir. Ayrıca çocuğun rengi annesinin rengine uymasa dahi çocuk babasına ilhak edilir. Kurtubi, İbn Rüşd'e uyarak şöyle demiştir: Siyahlık ve esmerlik gibi birbirine yakın renkler arasındaki farklılık dolayısıyla ve eğer cima'da bulunmuş olmayı kabul edip, arada istibra süresi geçmemiş ise beyazlık ve siyahlık sebebiyle çocuğun kendisinden olmadığını söylemenin hela! olmadığı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bu ifadeleriyle durumun kendi mezhebinde (Maliki mezhebinde) böyle olduğunu söylemek istemiş gibidir. Yoksa çeşitli durumlarda farklı hükümlerin bulunduğu Şafii mezhebine mensup alimler nezdinde görüş ayrılığı sabittir. Derler ki: Eğer böyle bir farklılık ile birlikte zina karinesi de yoksa, çocuğu nefyetmek caiz olmaz. Şayet karısını zina ile itham edip, kadın da kocası tarafından itham edildiği erkeğin renginden bir çocuk doğuracak olursa, sahih olan görüşe göre çocuğu kabul etmemek caizdir. İleride gelecek olan İbn Abbas'ın rivayet ettiği li'ana dair hadiste bunu pekiştiren ifadeler vardır. Hanbelilere göre ise mutlak olarak karine ile birlikte çocuğu nefyetmek (kendinden olmadığını söylemek) mutlak olarak caizdir. Görüş ayrılığı, böyle bir karinenin bulunmaması halinde söz konusudur. 4- Firaşın (kadının nikahı altında bulunduğu kocanın nikahının) hükmü, benzerliğin bulunmadığını dile getiren ifadelerden daha önceliklidir. 5- Nesepler lehine ihtiyatlı davranmak ve mümkün olduğu sürece nesepleri olduğu halde bırakmak, kötü zannı (suizannı) tahkik etmeye kalkışmaktan a11koymakuygun bir yoldur. 6- Tariz yoluyla kazf ile kazf hükmü açık ifade kullanılmadıkça -Maliki mezhebinin kanaatine aykırı ölarak- sabit olmaz. Mühelleb şöyle demiştir: Eğer tariz soru sormak şeklinde ise had gerekmez. Tarizde had, yüzyüze bulunmak ve karşılıklı olarak ağır sözler kullanmak halinde olduğu takdirde icab eder. İbnu'I-Müneyyir der ki: Tariz hususunda koca ile yabancı erkek arasındaki fark şudur: Yabancı erkek katıksız olarak eziyet verme maksadını güderken, koca nesebi koruma açısından mazur görülebilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah r.a.'dan rivayete göre "Ensardan bir adam hanımına zina isnadında (kazfda) bulundu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem her ikisine de yemin ettirdikten sonra onları ayırd!." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Lanetlqecek kimseye yemin ettirmek." Burada yemin ettirmekten kasıt li'an sözlerini telaffuz edip, söylemektir. Li'anın bir yemin olduğunu söyleyenler bunu delil kabul etmiştir. Bu Malik'in, Şam'nin ve cumhurun görüşüdür. Ebu Hanife ise: Li'an bir şahitliktir demiştir. Şamlerin bir görüşü de böyledir. Bundan dolayı bazı ilim adamları da: U'an yemin de değildir, şahitlik de değildir demişlerdir. Bu görüş ayrılığına dayanılarak, Müslüman olsun, hür kMir olsun, adalet sahibi iki köle ya da fasık karı koca arasında olsun lanetleşmenin yemin oluşuna binaen meşrudur. Dolayısıyla yemin etmesi sahih görülen herkesin li'an yapması da sahihtir. U'anın hür ve Müslüman eşler tarafından yapılmadıkça sahih olmayacağı da söylenmiştir. Çünkü li'an bir şahitliktir. Ayrıca kazf dolayısıyla had uygulanmış kimsenin li'anı da sahih olmaz. Bu hadis ise birinci gruptakilerin lehine bir delildir. Çünkü ravi "lanetleşti" ile "yemin etti" lafızları arasında fark gözetmemiştir. Yeminin teşvik, men ya da bir haberin tahkikine delalet ettiği de bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadisin rivayet yollarından birisindeki şu ifadeler de buna delildir: "(Allah Rasulü) ona: Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah adına yemin ederim ki, şüphesiz ben doğru söylüyorum diye yemin et, diye buyurdu. O (karısına zina isnad eden kişi) bunları dört defa söyleyecektir." Hadisi Hakim rivayet etmiştir. Beyhaki de, Cerir İbn Hazim yoluyla Eyyub'dan, o İkrime'den diye rivayet etmiştir. Biraz sonra da: "Yeminler olmasaydı, benim onunla halim daha başka olurdu" hadisi de gelecektir. Bazı Hanefiler eğer yemin olsaydı tekrarlanmazdı, diye gerekçe göstermiş iseler de buna şöyle cevap verilmiştir: Canların hürmeti (değeri ve dokunulmazlıkları) sebebiyle kasame nasıl farklı ise, ferelerin hürmetinin ağırlığına dikkat çekmek için de bu li'an kıyasın dışına çıkmıştır. Ayrıca eğer bu bir şahitlik olsaydı, tekrar edilmesi söz konusu olmazdı, ifadesiyle de şahitlik olmadığı lehine delil getirilmiştir. Benim incelemelerim sonucu gördüğüm şudur: U'an yalanı reddetmekteki kat'iliği ve doğruluğu ispatı bakımından bir yemindir, ama hakkında şahitlik lafzının da kullanılması, bunun zan ile yeterli olmayışının şart oluşu dolayısıyladır. Her iki tarafın da her iki husus şahitlik edebilecek şekilde bir bilgiye sahip bulunmaları kaçınılmazdır. Yemin olduğunu pekiştiren bir husus da şudur: Eğer kişi, Allah adına şehadet ederim ki kesinlikle şöyle olmuştur, diyecek olursa, bu kişi yemin eden bir kişi olarak değerlendirilir. Kaffal da "Mehasinu'ş-Şeria" adlı eserinde şöyle demektedir: U'an yeminlerinin tekrarlanmasının sebebi, kadına haddin uygulanması için başka hallerde dört şahidin yerine geçerli kabul edilişIeridir. Bundan dolayı Ii'an ifadelerine "şehadetler" adı verilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayete göre "Hilal İbn Umeyye hanımına kazfte (zina isnadında) bulundu. Bunun üzerine gelip şahitlik etti. Bu arada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: Şüphesiz Allah sizden birinizin yalancı olduğunu biliyor. İkinizden tevbe edecek birisi yok mu, diyordu. Daha sonra karısı kalktı ve o da şahitlikte bulundu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Lanetleşmeye erkek başlar." Bu başlık altında Hilal İbn Umeyye'nin başından geçen olaya dair İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadisi muhtasar olarak zikretmiştir. Bab, başlığını "daha sonra karısı kalktı ve şahitlik etti" ifadesinden almış gibidir. Çünkü bu ifade lanetleşme halinde erkeğin kadından önce başlayacağı hususunda açık bir ifadedir. Ayrıca bu husus ileride "li'Em (lanetleşme) yapan kadının mehri" başlığında zikredeceğimiz üzere İbn Ömer'in rivayet ettiği hadiste açık bir şekilde varid olmuştur. Şafiı ve ona tabi olanlar ile Malikilerden Eşheb de böyle demiş olup, İbnu'l-Arabı de bunu tercih etmiştir. İbnu'l-Kasım da şöyle demektedir: Eğer lanetleşmeye kadın başlayacak olursa bu da sahihtir ve muteberdir. Aynı zamanda bu Ebu Hanife'nin de görüşüdür. Birinci görüşte olanların lehine şu delil gösterilmiştir: Uan (lanetleşme) haddin erkekten uzaklaştırılması için meşru kılınmıştır. Bunu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Hilaı'e: "Ya beyyine (gerekli delili) getirirsin, yahut sırtına had vurulur" buyruğu desteklemektedir. Eğer Wana kadın başlayacak olursa. kadının bu işi yapması, sabit olmamış bir hususu bertaraf etmek için olur. Diğer taraftan erkeğin, -daha önce geçtiği üzere- lanetleşmekten vazgeçip dönmesi imkanı da vardır. Bu durumda kadının da lanetleşmesine gerek kalmaz. Oysa lanetleşmeye kadın başlayacak olursa durum böyle olmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa’d es-Saidi'den rivayete göre; "Uveymir el-Aclani, Asım İbn Adiy el-Ensari'nin yanına gelerek ona dedi ki: Ey Asım, ne dersin? Eğer bir adam kendi karısı ile başka bir adamı birlikte görürse, onu öldürse siz de onu öldürür müsünüz; aksi taktirde adam ne yapsın? Bunu -ey Asım- benim için Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sor. Asım bu hususu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buna dair soruları hoş görmedi ve ayıpladı. Öyle ki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittikleri Asım'a da ağır geldi: Asım ailesinin yanına geri döndüğünde Uveymir gelerek: Ey Asım, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana ne dedi, diye sordu. Asım, Uveymir'e: Sen bana (o soru ile) bir hayır getirmedin. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim kendisine sorduğum husustan hoşlanmadı, dedi. Bunun üzerine Uveymir: Allah'a yemin ederim ben ona, buna dair soru sormadıkça bu işin arkasını bırakmayacağım, dedi. Uveymir yola koyuldu. Nihayet Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlar arasında bulunuyorken: Ey Allah'ın Rasulü, ne buyurursun, eğer bir adam karısı ile bir başka adamı görse, o da onu öldürse siz o kişiyi öldürür müsünüz, aksi taktirde o adam ne yapmalı, diye sordu. Bu sefer Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah senin ve kadının hakkında (Kur'an ayeti) indirmiş bulunuyor. Git, o kadını getir gel. Sehl dedi ki: Ben de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda diğer İnsanlar ile birlikte iken her ikisi de lanetleşti. Lanetleşmelerini bitirince Uveymir: ç:y Allah'ın Rasulü, eğer ben onu nikahım altında tutmaya devam edecek olursam ona yalan söylemiş, iftira etmiş olurum deyip, karısını Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine emir vermeden önce üç talak ile boşadı." İbn Şihab ez-Zühri dedi ki: "Böylece bu, lanetleşenlerin sünneti oldu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Li'an'ın anlamı daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Li'an vacip, mekruh ve haram kısımlarına ayrılır. Birincisi erkeğin karısını zina ederken görmesi yahut zina ettiğini ikrar edip, onu tasdik etmesi halidir. Bu durumda karısı ile cima'da bulunmadığı bir temizlikten sonra iddet süresince karısından uzak kaldığı halde, kadın bir çocuk doğurduğu takdirde kocasının çocuğun kendisinden olmadığını söyleyebilmesi için ona kazfde (zina isnadında) bulunması gerekir. Böylelikle çocuğun nesebi ondan sabit olmamış olur. Çünkü aksi takdirde pek çok mefsedet söz konusu olur. İkincisi, kendisinde karısı ile zina ettiğine dair ağırlıklı bir zan oluşturacak şekilde yabancı bir erkeğin, karısının bulunduğu yere girdiğini görmesi halidir. Bu durumda lanetleşmek onun için caiz olur. Fakateğer bunu yapmayacak olursa halini setretmek açısından daha uygun olur. Çünkü karısını boşayarak ondan ayrılması imkanı vardır. Üçüncüsü, bunun dışındaki hallerdir. Fakat (zannı gerektiren hal) yaygınlık kazanmış ise, Şafı! mezhebi alimlerine ve Ahmed'e göre bu hususta iki görüş vardır: U'anın caiz olduğunu kabul edenler "dikkat ediniz eğer ... şeklinde çocuk doğurursa" hadisini delil alır ve bunlar doğan çocuğun benzerliği ni zina isnadında bulunan kocanın, o çocuğun kendisinden olmadığını gösteren bir delil kabul etmişlerdir. Fakat bunda delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü ileride geleceği üzere belirtilen şekilde daha önceden lanetleşme yapılmıştı. Bunu kabul etmeyenler ise, çocuğun, karısına zina isnad eden erkeğe benzemediğini belirten hadisi delil olarak almışlardır. "Ve lirandan sonra karısını boşayan kimse." Kendisi lanetleştikten sonra boşayan demektir. Bu başlıkta şu husustaki görüş ayrılığına işaret vardır: Uan halinde ayrılık, li'anın kendisi ile mi gerçekleşir yoksa li'an bittikten sonra hakimin ayrılığa hükmetmesiyle mi olur, yoksa erkeğin bunu gerçekleştirmesiyle mi olur? Malik, Şafii ve onlara tabi olanlar, bizzat Iilan ile ayrılığın gerçekleşeceği kanaatindedirler. Malik ve mezhebine mensup ilim adamlarının çoğunluğu, kadının lanetleşmeyi bitirmesinden sonra gerçekleşir derken, Şafii, ŞafiiIye uyanlar ve Malikilerden Suhnun ise kocanın li'anı bitirmesinden sonra gerçekleşir derler. Buna gerekçe olarak da kadının lanetleşmesinin, ancak kendisine uygulanacak haddi bertaraf etmek için meşru kılındığı gösterilmiştir. Oysa erkek böyle değildir. Onun hakkında fazladan nesebin ve çocuğun kendisinden olduğunun nefyi ile döşeğin (hukukunun) zail olması da söz konusudur. es-Sevr!, Ebu Hanife ve onlara uyanlar ise, hakim kadın aleyhine ayrılık hükmünü vermedikçe gerçekleşmez, demişlerdir. Ahmed'den iki rivayet naklediimiştir. İleride beş başlıktan sonra bu hususta daha geniş açıklamalar gelecektir. Bir adamın, karısı ile bir başka adamı bulup, meselenin kesinlik kazandığı (kendisince) ortaya çıktığı takdirde o adamı öldürse, karşılığında öldürülür mü? İlim adamları bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Cumhur böyle bir işe kalkışmayı kabul etmeyerek: Ona kısas uygulanır. Zinaya dair beyyine getirmesi yahut maktulün itiraf ettiğine dair beyyine getirmesi yahut maktulün mirasçılarının bu itirafta bulunması hali müstesna. O takdirde onun karşılığında katil öldürülmez. Bununla beraber maktulün muhsan olması da şarttır. Onun karşılığında katilin öldürüleceği de söylenmiştir. Çünkü onun imamın izni olmaksızın haddi uygulama yetkisi yoktur. Seleften bazıları da: Hayır, kesinlikle öldürülmez, demiştir. Fakat doğruluğunun emareleri ortaya çıkmış ise yaptığından ötürü tazir edilir. Ahmed, İshak ve ona tabi olanlar ise, bu sebep dolayısı ile onu öldürdüğüne dair iki şahit getirmesini şart koşmuşlardır. Malikilerden İbnu'l-Kasım ileİbn Habib de onlara muvafakat etmiştir. Ancak maktulün daha önceden muhsan olmuş olmasını da şart koşmuşlardır. Kurtubi der ki: Uveymir'in söylediklerinin takı"iri, zahiri itibariyle bu görüşte olanların görüşlerini desteklemektedir. O böyle demiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah/tır. "Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem/in huzurunda insanlarla birlikte iken." Bundan sonraki başlıkta görüldüğü gibi İbn Cüreyc: "Mescidde" fazlalığını zikretmiştir. İbn İshak da İbn Şihab'dan diye naklettiği rivayetinde bu hadise "ikindiden sonra" fazlalığını da eklemiştir. Bunu Ahmed rivayet etmiş bulunmaktadır. Bütün bunların toplamını da li'anın hakimlerin huzurunda ve toplanmış bir grup insanın önünde yapılacağına delil göstermiştir. Bu da Ii'anı ağırlaştırma çeşitlerinden birisidir. İkincisi zaman, üçüncüsü ise mekandır. Böyle bir tağl1z (ağırlaştırma) müstehaptır, vacip olduğu da söylenmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Cüreyc'den, dedi ki: "Bana İbn Şihab'ın lanetleşmeden ve bu husustaki sünnetten Saide oğullarından olan Sehl İbn Sa'd'ın hadisinden diye haber verdiğine göre; ensardan bir adam, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü ne dersin? Bir adam eğer karısı ile bir başka adamı görse, onu öldürsün mü, yoksa nasıl yapsın? Bunun üzerine yüce Allah durumu hakkında, Kur'an-ı Kerim'de sözünü ettiği lanetleşen erkek ve kadının durumuna dair buyrukları indirdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona: Allah senin ve karın hakkında hüküm vermiş bulunuyor, dedi. Sehl dedi ki: Mescidde ve ben de hazır bulunuyarken lanetleştiler. Lanetleşmelerini bitirdikten sonra adam: Ey Allah'ın Rasulü, onu nikahım altında tutarsam ona iftira etmiş olurum, dedi ve lanetleşmeyi bitirmelerinden sonra Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona emir vermeden önce kendisi karısını üç talak ile boşadı ve Nebiin huzurunda ondan ayrıldı." (İbn Şihab) dedi ki: İşte bu, lanetleşen bütün çift/er arasındaki bir ayırmadır. İbn Cüreyc dedi ki: İbn Şhab dedi ki: Onlardan sonra sünnet, lanetleşen kan kocanın ayrılması şeklinde oldu. Kadın hamile idi. Oğlu da annesine nispet edilerek çağrılırdı. (Ravi) dedi ki: Sonra böyle bir annenin mirası hususundaki sünnet de annenin oğluna mirasçı olması, onun da annesinden Allah'ın kendisine verdiği pay kadar mirasçı olması şeklinde oldu. İbn Cüreyc, İbn Şihab'dan, o Sehl İbn Sa 'd es-Sfudt'den bu hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu da rivayet etmiştir: "Eğer kızılca bir keler gibi kızılca ve kısa boylu bir çocuk doğurursa, gördüğüm kadarıyla kadın mutlaka doğru söylemiş, kocası ona iftira etmiş oldu. Eğer siyah, gözleri iri, kıçının kaba etleri büyük bir çocuk doğurursa görüşüme göre kocasının onun hakkında söyledikleri doğrudur." Daha sonra kadın, o çocuğu bu tiplerden sevilmeyen nitelikleriyle doğurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mescidde lanetleşme", Buhar! bu Başlık ile Hanefilerin kanaatlerinin aksine lanetleşmenin mU,ayyen olarak yalnızca mescidde yapılmayacağına, imam nerede ise orada yahut dilediği yerde olacağına işaret etmiştir. "Kadın hamile idi. Oğlu da annesine nispet edilerek çağrılırdı. (Ravi) dedi ki: Sonra böyle bir kadının mirasında sünnet, kadının oğluna mirasçı olması, oğlunun da ondan Allah'ın kendisine ayırdığı pay kadar mirasçı olması şeklinde cereyan etmiştir." Bütün bu sözler İbn Şihab'ın sözleridir. "Kızılca keler gibi kısa boylu." Bu, yiyeceğe ve ete düşen ve onu bozan bir tür kertenkeıedir. "Eğer siyah, iri gözlü ve kaba etleri iri olarak doğurursa." İbrahim İbn Sa'd yoluyla Ebu Davud'un rivayetindeki: "Gözlerinin siyahı oldukça siyah, kalçalan pek büyük" ifadeleri açıklık getirmektedir. Buna göre gözleri• oldukça siyah ve geniş demek istemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda lanetleşme söz konusu edildi. Asım İbn Adiy bu hususa dair bir şeyler söyledi, sonra gitti. Kavminden bir adam yanına gelerek ona kaosı ile birlikte yabancı bir adam gördüğünü söyleyerek (karısını) şikayet edince, Asım: Benim bu belaya maruz kalmamın tek sebebi, o söylediğim sözlerdir, dedi. Sonra o adamı alıp Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına götürdü, o adam da Nebie karısı ile bulduğu adamı haber verdi. Haberi getiren o adamın benzi sarı, eti az, saçları düz ve sarkık idi. Bu adamın Asımlın karısının yanında bulduğunu iddia ettiği adam ise iri cüsseli, esmer ve çok etli birisi idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allahlım, beyan buyur, diye dua etti. Kadın, kocasının karısı yanında bulduğunu söylediği adama benzeyen bir çocuk doğurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu karı koca arasında lanetleşme yapmıştı.' Mecliste bir adam İbn Abbasla: Bu kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemlin: Eğer bir kimseyi beyyine olmaksızın recmedecek olsaydım, bunu recmederdim dediği kadın mıdır, diye sordu. İbn Abbas: Hayır, o İslam içinde (Müslüman olduğunu göstererek) kötülüğü de açığa vuran bir kadın idi, dedi. Ebu. Salih ve Abdullah İbn Yusuf: "(İri vücutlu, esmer diye tercüme ettiğimiz) Ademe hadlenli ibaresini ilAdeme hadiienil diye söylemilerdir. Bu Hadis 5316,6855,6856 ve 7238 numara ile gelecektir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi sallallahu a1eyhi ve seltemlin: Beyyinesiz recmedecek olsaydım ... buy- ruğu. ii Kasıt zina ettiğini inkar eden kimsedir. Yoksa itiraf eden de recmedilir. liSarı tenli", yani oldukça sarı. "Hadlen", bacakları dolgun demektir. liEğer beyyinesiz recmedecek olsaydım ... ii Kadının lanetleşmeyi kabul etmemesi, ona had vurmayı gerektirmez diyen kimseler bunu delil almışlardır. Ayrıca hadlerin yemin etmeyi kabul etmemekle sabit olmayacağını, Nebi efendimizin de: liEğer recmedecek olsaydım .. ii buyruğunu ise sadece lanetleşme sebebi ile sÖylememiş olduğunu da delil göstermişlerdir. Ahmed dedi ki: Kadın lanetleşmeyi kabul etmezse hapsedilir. Recmedileceği ni söylemekten çekinirim. Çünkü açıkça zina ettiğini ikrar etse, sonra bu ikrarından geri dönse dahi recmedilmeyeceğine göre, lanetleşmeyi kabul etmediği için nasıl recmedilebilir?
- Bāb: ...
- باب ...
(Said İbn Cubeyr'den dedi ki: "İbn Ömer'e: Bir adam karısına zina isnad etse hüküm nedir, dedim. O: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ada\) oğullarına mensup karı kocayı ayırdı, dedi. Ayrıca Allah Rasulü şöyle buyurdu: Allah biliyor ki ikinizden birisi mutlaka yalancıdır. Sizden tevbe eden var mı? İkisi de kabul etmeyince, yine: Allah bilir ki şüphesiz ikinizden birisi yalan söylüyor. Tevbe edeniniz var mı, diye sordu. Yine kabul etmediler. Tekrar: Allah bilir ki ikinizden birisi muhakkak yalancıdır. Tevbe edeniniz var mı diye buyurdu. Yine kabul etmediler. Bu sefer onları birbirinden ayırd!." (Ravilerden) Eyyub dedi ki: Bana Amr İbn Dinar dedi ki: Bu hadiste bir şey daha vardır. Senin onu nakletmediğini görüyorum. (Bana bunu rivayet eden Said İbn Cubeyr) şöyle demişti: Adam: Peki, benim malım ne olacak, demişti. Ona senin malın yok, eğer söylediğin doğru ise sen bu kadın ile zaten zifafa girmiş idin. Eğer yalan söylüyor isen o malın senden daha uzak olması gerekir, diye cevap verildi. Bu Hadis ileride 5312, 5349 ve 5350 numara ile gelecektir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "LanetIeşen kadının mehri", yani bu husustaki hükmün beyanı. Kendisi ile zifafa girilmiş olan bir kadının, mehrin tamamını hak ettiği üzerinde icma' vardır. Zifafa girilmemiş olan kadın hakkında ise görüş ayrılığı vardır. Cumhur kendisi ile zifafa girilmeden önce boşanan diğer kadınlar gibi ona da mehrin yarısının verileceği kanaatindedir. Ona mehrin tamamının da verileceği söylenmiştir. "İbn Ömer'e: Karısına zina isnad eden bir erkeğin durumunu, yani hakkındaki hükmün ne olduğunu sordum." İbnu'l-Arabı dedi ki: Adamın: "Malım ne olacak" sözleri, benim daha önce o kadına ödediği m mehir ne olacak demektir. Ona: Senin onunla zifafa girmen ile ve kadının kendisini sana teslim etmesi ile onu eksiksiz almış oldun, diye cevap verilmiştir. Daha sonra bu durumu ona kapsamlı bir şekilde şıklara ayırarak açıklamıştır ve şöyle buyurmuştur: Eğer kadın hakkındaki iddianda doğru söylüyor isen sen bundan önce o kadından hakkını eksiksiz almış bulunuyorsun. Şayet ona iftira ediyorsan senin ondan böyle bir malı istemeye kalkışman, olmaması gereken uzak bir iştir. Böylelikle hem ırzında ona zulmetmekten, hem de daha önce kadının hak ettiği, sahih bir surette senden kabzettiği bir malı da istemek zulmünden uzak kalmış olursun. Hadisteki: "Aldığın o mal onunla ci ma 'ının sana helal olmasının bir karşılığıdır" sözünden anlaşıldığına göre, lanetIeşen kadıneğer lanetleşmeden sonra yalancı olduğunu söylese ve zina ettiğini ikrar ederse, ona had vacip olur. Fakat mehri düşmez
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den, dedi ki: "Ben İbn Ömer'e lanetleşen karı koca(nın hükmü) hakkında sordum. Şöyle dedi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ianetleşen kan kocaya: Hesabınızı görecek olan Allah'tır, ama ikinizden birisi yalancıdır. (Kocaya hitaben): Senin bu kadının aleyhine izleyeceğin bir yol yoktur, dedi. Adam: Malım (ne olacak) deyince, Allah Rasulü: Senin malın yoktur. Eğer hakkında söylediğin doğru ise verdiğin o mal onunla dma' etmenin sana helal olmasının bir karşılığıdır. Eğer ona iftira ediyorsan o malı geri alman senin için daha da uzak (bir ihtimal)dir, diye buyurdu." Süfyan dedi ki: Ben bunu Amr'dan belledim
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den rivayete göre İbn Ömer r.a. ona şunu haber vermiştir: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem karısına zina isnadında bulunan bir erkek ile karısını ayırdı ve onlara yemin ettirdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer radiyallahu anh'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ensardan bir erkek ile bir kadın arasında lanetleşme yaptıl'dı ve onları birbirinden ayırdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Lanetleşen karı-kocayı ayırmak." Derim ki: Bu husus daha önce Sehl ile ilgili hadiste İbn Cüreyc yoluyla da şöylece gelmişti: "Bu, lanetleşen karı-kocanın sünneti oldu. Ebediyyen bir araya gelemezler." Ama bu ifadenin zahirinden anlaşıldığına göre bu sözler ez-Zührı'ye aittir. Bu durumda bu ibare mürselolur. Ben bunu kimlerin mevsul sened ile, kimlerin de mürsel sened ile rivayet ettiklerini "Uan ve Talak Veren Kimse" ile ilgili başlıkta açıklamış bulunuyorum. ------------ Söz konusu başlık 29 numaralı başlıktır. Ancak ihtisarda İbn Hacer'in işaret ettiği bu açıklamalar kaydedilmemiştir. Bu açıklamalar için bk. Fethu'l-Bari, IX, 361 Bu böyle kabul edildiği takdirde bu lafzın bu yolla sabit olduğu anlaşılır Bundan dolayı da, lanetleşen kimselerin ayrılığı hakim tarafından hüküm verilmedikçe bizzat li'an ile gerçekleşmez, diyenler bunu delil kabul etmişlerdir. İbn Cüreyc'in sözü geçen rivayeti de ayrılığın bizzat li'an ile gerçekleştiğini desteklemektedir. Rivayetin mürselolduğu kabul edilecek olursa, İbn Ömer'den lafzı ile Darakutnı'den rivayet gelmiş bulunmaktadır. Böylelikle bu başlıktaki hadiste sözü edilen ayrılmayı Ii'an ile ayrılığın meydana gelişi şeklinde değil, hükmün beyanını açıklamak şeklinde yorumlayanların görüşleri güçlenmektedir. Bunlar aynı şekilde diğer rivayette: "Senin onun aleyhine bir yolun yoktur" şeklindeki ifadeyi de delil göstermişlerdir. Ancak bu sözlerin, adamın karısının kendisinden mehir olarak almış olduğu malın durumunu sormasına cevap olarak söylendiği belirtilerek reddedilmiştir. Buna da, asıl itibar edilen lafzın umumiliğinedir, diye cevap verilmiştir. Lafız da nefyden sonra nekre olarak gelmiştir. Dolayısıyla hem malı, hem bedeni kapsar. Buna göre onun karısı üzerinde herhangi bir şekilde bir hakkının bulunmamasını gerektirir. Ebu Davud'da yer alan İbn Abbas yoluyla gelmiş olan hadisin sonlarında ise şöyle denilmektedir: "(Allah Rasulü) erkeğin nafaka ve sükna yükümlülüğünün bulunmadığına hüküm verdi. Çünkü o karı koca, talak söz konusu olmaksızın ayrılmış oldular ve ayrıca bu ayrılık, kadının kocası da vefat etmiş olduğu için meydana gelmemiştir." Bu ifade, ayrılıklarının bizzat o lanetleşme ile meydana geldiği hususunda açıktır. Bundan anlaşıldığına göre Sehl yoluyla gelen hadisteki: "Rasuluilah sallall"hu aleyhi ve sellem ona karısından ayrılmasını emretmeden önce o karısına üç defa talak verdi" ifadesine göre adamın, bizzat lilan ile ayrılığın gerçekleşeceğini bilmeden önce karısına talak verdiği ve ona aşırı nefretinden ötürü onu boşamakta elini çabuk tuttuğu anlaşılmaktadır. Hadisteki: "Ebediyyen bir araya gelemezler" ibaresi de Ii'an yoluyla ayrılığın ebediyyen söz konusu olacağına delil gösterilmiştir. Ayrıca lanetleşen bir erkeğin, yalancı olduğunu söylerse bundan sonra o kadın ile evlenmesinin helal olmayacağına da delil gösterilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir koca ile karısı arasında lanetleşme yaptırdl. Koca, çocuğun kendisinden olmadığını söyleyince onları birbirinden ayırdı ve çocuğu kadının nesebine kattı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Çocuk lanetleşen kadının nesebine katılır." Bu, kadının doğum yapmasına dan önce ya da sonra kocanın, çocuğun kendisinden olmadığını söylemesi halinde söz konusu olur, demektir. "Nebi sallallahu a1eyhi ve seUem bir erkek ile karısı arasında lanetleşme yaptırdı. Erkek, çocuğun kendisinden olmadığını söyledi." et-Tıbı dedi ki: Buyruk, yapılan lanetleşmenin çocuğun kocanın nesebinden olmamasından kaynaklandığı anlamına gelir. Eğer et-Tıbı bu sözleriyle lanetleşme nesebin sabit oluşunun reddedilmesine sebeptir demek istemişse bu, gayet güzel bir açıklamadır. Şayet lanetleşme, nesebi kabul etmemenin varlığına sebeptir, demek istemişse durum böyle değildir. Çünkü hadise göre lanetleşmede çocuğun nesebinin reddedilmesi söz konusu edilmemişse, nefyedilmesi de söz konusu olmaz. Bu hadis çocuğun nesebini reddetmek için Ii'an yapmanın meşru oluşuna delil gösterilmiştir. Ahmed'den gelen rivayete göre mücerred lanetleşme yapmakla çocuğun nesebi reddedilmiş olur. İsterse erkek lanetleşme esnasında bunu söz konusu etmemiş olsun. Ancak bu görüş tartışılabilir bir kanaattir. Çünkü erkek, çocuğun kendinden olduğunu söyleyecek olursa nesebi ondan sabit olur. Erkeğin lanetleşmesi sadece ona uygulanacak zina iftirası haddini önlemek ve kadının zinasının sabit olduğunu söylemek içindir. Kadının lanetleşmesi ile de had, kadın üzerinden kalkar. Şafii der ki: Eğer lanetleşme esnasında çocuğun kendisinden olmadığını söylerse çocuğun kendisinden olmadığı sabit olur. Şayet bunu söz konusu etmezse çocuğun kendisinden olmadığını söylemek için lanetleşmeyi tekrarlayabilir. Ancak kadının lanetleşmeyi tekrarlamasına gerek yoktur. Davayı hakime götürme imkanı olduğu halde, mazeretsiz olarak kadın çocuğunu doğuruncaya kadar geciktirecek olursa, şura halinde olduğu gibi onu reddetmek hakkı kalkar. Bu da lanetleşme yoluyla nesebi kabul edilmeyen çocuk, eğer kız ise lanetleşen erkeğin onu nikahlamasının helal olduğuna delil gösterilmiştir. Ancak bu bazı Şafil alimlerinin oldukça şaz bir açıklamasıdır. Daha sahih olan ise cumhurun dediği gibi, bu kız çocuğun lanetleşen erkeğe haram olacağıdır. Çünkü böyle bir kız çocuk genel anlamı ile onun himayesinde yetişen rabıbesi (erkeğin karısının başka erkekten doğma kız çocuğu) durumundadır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan, dedi ki: "Rasuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda lanetleşen karı-kocanın durumu söz konusu edilince, Asım İbn Adiy bu hususta bir şeyler $öyledikten sonra ayrılıp gitti. Kavminden bir adam gelerek ona kansı ile bidikte yabancı bir adam gördüğünü aktarınca, Asım: Benim bu hususta belaya maruz kalmamın tek sebebi söylediğim o sözlerdir, dedi. Daha sonra adamı alıp Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti ve ona karısının üzerinde bulduğu adamı haber verdi. -Bu haberi getiren adam- sarı tenli, zti az, saçları düz ve sarkık birisi idi. Karısı yanında bulduğunu söylediği kişi ise esmer, dolgun bacaklı, bol etli, saçları da kıvırcık bir kimse idi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah'ım, beyan eyle, diye dua etti. Kadın, kocasının karısının yanında bulduğunu söylediği adama benzer bir çocuk doğurdu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de aralarında lanetleşme yaptıl'dı." Mecliste bir adam İbn Abbas'a: O kadın Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Eğer bir beyyine olmaksızın birini recmedecek olsaydım, bu kadını recmederdim" dediği kadın mıdır, diye sordu. İbn Abbas da ona: Hayır, o kadın İslam içinde (Müslüman olduğu bilindiği halde) kötülük izhar eden bir kimse idi, diye cevap verdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İmamın: Allah'ım, beyan buyur, demesi." İbnu'l-Arabi der ki: Bu duanın anlamı sadece onlardan birisinin doğruluğunun sabit olmasını istemek değildir. Aksine bu dua, benzerliğin ortaya çıkması için kadının doğum yapması anlamını da taşımaktadır. Mesela, çocuğun (annesinin karnında) ölmesi ile gerekli beyanın ortaya çıkmaması gibi bir hal ileri sürülerek bu manaya delalet etmeyeceği söylenemez. Bundaki hikmet, meydana gelen böyle bir olaya katılmaktan, hazır bulunanların uzak kalmaları gerektiğine dikkatleri çekmektir. Çünkü böyle bir iş, had söz konusu olmasa dahi oldukça çirkindir. "İslam içinde kötülüğü izhar eden bir kadın idi." Yani hayasızlığı açıktan iş!erdi. Fakat bu husus onun hakkında bir beyyine ile ya da onun itirafı ile sabit olmamıştı. ed-Davudi dedi ki: Bu hadiste kötü yoldan gidenleri ayıplamanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ancak buna karşılık İbn Abbas'ın bu kadının adını vermediği belirtilerek cevap verilmiştir. Eğer adı zikredilmeyip, müphem bırakılmak suretiyle açıkça ayıplanacağını kastetmişse, bu ihtimal dahilindedir. Tefsir bölümünde İkrime'nin, İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Eğer Allah'ın Kitabında geçen hüküm olmamış olsaydı, ben ona ne yapacağımı bilirdim, diye buyurdu" dediği nakledilmiştir. Eğer bu hususta Allah'ın hükmü geçmemiş olsaydı yani lanetleşme sebebi ile kadına had uygulanmaz hükmü bulunmasaydı, doğurduğu çocuk ile kendisiyle zina ettiği isnad olunan adam arasındaki apaçık benzerlikten ötürü bu kadına had uygulardım, demektir. Hadisten anlaşıldığına göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakkında özel olarak vahiy inmemiş olan hususlarda ictihada göre hüküm verirdi. O mesele ile ilgili hükme dair vahiy indirildiği takdirde ise ictihad etmeyi bırakır, üzerine indirilen hüküm gereğince uygulama yapar ve zahire göre -zahirin aksini gerektiren bir karine bulunsa dahi- icraatta bulunurdu. Li'an ile ilgili hadislerde, bu sonuçlardan daha başka son uçlar da çıkarılmıştır: 1- Müftiye herhangi bir olay ile ilgili soru sorulup, o da onun hükmünü bilmemekle birlikte buna dair bir nas bulacağını ümit ediyor ise bu hususta ictihad etmekte acele etmemelidir. 2- Meydana gelen bir olay hakkında soru sorup hükmünü öğrenmek için yolculuk yapılır. Çünkü Said İbn Cübeyr lanetleşme meselesi için Irak'tan Mekke'ye yolculuk yapmıştır. 3- Alimin tazim edilmesi ve ona künyesiyle hitap edilmesi uygun alandır. 4- Hayret verici hal görüldüğü vakit tesbih getirilir (subhanallah denilir). 5- Bela, konuşulan şey ile de alakalıdır. Eğer bu belakonuşanın başına gelmese bile onunla bir ilişkisi bulunanın başına gelir. 6- Hakim davacıyı ona öğüt vererek, hatırlatmada bulunarak, sakındırarak, batııda ayak diretip onu sürdürmesinden vazgeçirmeye çalışır, daha etkileyici olması için de bunu tekrar tekrar yapar. 7- İki kötülüğün daha ağır olanı terk edilerek daha hafif olanı işlenir. Çünkü çirkin ve ağır olmakla birlikte kıskançlığın ve gayretin gerektirdiği şeyin aksine sabır gösterip katlanmak, öldürenin kısas ile öldürülmesi sonucunu verecek olan öldürmeye kalkışmaktan daha hafif bir kötülüktür. Üstelik şeriat koyucu, o kadından rahat edip kurtulmak için onu boşamak ya da lanetleşmek yolu ile önünde bir yol açmış bulunmaktadır. 8- Bir kişinin (sika olduğu takdirde) haberi ile (vahid haber ile) amel olunur. 9- Lanetleşecek karı-kocaya lanetleşileceği vakit öğüt vermek, hakim için sünnettir. Beşinci lanet yapılacağı vakit ise bu daha da pekişir. 10- Hükmün açıklanması ile birlikte delil de zikredilir. 11- Müslümanın gizli kabahatlerini açığa çıkartacak yahut herhangi bir sebeple ona eziyet vermek ile sonuçlanacak hususlara dair soru sormak mekruhtur. 12- Ashab-ı kiram, hakkında vahiy inmemiş bulunan meselenin hükmüne dair soru sorarlardı. 13- Alimin bir sorudan hoşlanmaması halinde o soruyu ayıplaması ve çirkin görmesi hakkı vardır. 14- Bir hükmü bilmek ihtiyacında olan bir kimse, alim olan şahsın o sorudan hoşlanmaması, bundan dolayı ona kızması veya katı davranması dolayısıyla o bilgiyi öğrenmekten geri durmamalıdır. Aksine ihtiyacını görünceye kadar onunla güzel ve yumuşak muameleye riayet eder. 15- Din için bilinmesi gerekli olan hususlara dair gizli ya da açıktansoru sormak meşru bir iştir. Bundan dolayı soru soranın kusur ya da ayıp işlemesi söz konusu değildir. İsterse hakkında soru sorulan husus çirkin görülen işlerden olsun. 16- Tevbe teşvik edildiği gibi, gizliliğe riayet ederek amelde bulunmak da teşvik edilmiştir. 17- (Aksi iddialarda) Hak, ancak iki taraftan birisindedir. 18- İmamın zina isnad olunan kimseye, kendisine bu isnadda bulunanın söylediklerini bildirme yükümlülüğü yoktur. 19- Hamile olan kadın doğum yapmadan önce lanetleşir. Çünkü hadiste: "Bakınız eğer ... doğurursa" ifadeleri yer almaktadır. Bunu kabul etmeyen Rey ehlinin hılafına cumhur bu kanaattedir. Rey ehlinden bu kanaatte olmayanlar; "Hamilelik bilinemez. Çünkü bu bir şişkinlik de olabilir" diye gerekçe göstermişlerdir. Ancak cumhurun delili şudur: Lanetleşmek, erkeğin üzerinden zina iftirası haddini bertaraf etmek için meşru kılınmıştır. Aynı şekilde kadının da recmedilme haddinden kurtulması içindir. Dolayısıyla kadının hamile olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. Bundan dolayı laİ'letleşme ay halinden kesilmiş, doğum yapma ihtimali kalmamış olan kadın hakkında da meşru kılınmıştır. Fakat doğum yapamayacak kadar küçük olan hakkında görüş ayrılığı vardır. Cumhura göre erkek eğer buna zina isnad edecek olursa kendisi üzerinden zina isnadı (kazf) haddini kaldırmak için lanetleşir, ama yaşı küçük ise lanetleşmez. 20- Hüküm zahir ile alakalıdır. Gizlilikler ise yüce Allah'a havale edilmiştir. 21- LaneHeşmek, kocanın kendisi ile zifafa girdiği yahut girmediği her kadın hakkında söz konusu olabilir. Hatta bu hususta İbnu'l-Münzir icma' bulunduğunu nakletmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayete göre; "Rifaa el-Kurazı bir kadın ile ev!endikten sonra onu boşadı. O da bir başka koca ile evlendi. Arkasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek ona kocasının kendisine yak/aşmadığını ve onun erkek/ik organının ancak bir elbise saçağı gibi olduğunu anlattı. Bu sefer Allah Rasulü: Hayır, sen onun balcağızını, o da senin bakağızını tatmayıncaya kadar (ondan boşanıp önceki kocana varamazsın) diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Onun erkek/ik organının ancak bir elbise saçağı gibi olduğunu söyledL" (Elbise saçağı diye tercüme edilen) "hudbe" lafzı, dokunmamış elbisenin ucu demektir. Gözkapağının kirpiği demek olan "hedebu'l-ayn"den alınmıştır. Bu sözleri ile onun erkek/ik organınıngevşek/ik ve sertleşmemek bakımından elbise saçağına benzediğini anlatmak istemiştir. Bu da şuna delil gösterilmiştir: İkinci kocanın cinsel ilişkisinin kadının birinci kocasına dönmesini helS.1 kılması için ancak erkek/ik organının sertleşmiş olması halindeki Ginsi münasebet ile gerçek/eşeceğini ortaya koymaktadır. Eğer organı sertleşmeyecek halde ise yahut erkek kısır ya da çocuk ise bu husustaki ilim adamlarının daha sahih kabul edilen iki görüşünden birisine göre yeterli sayılmaz. Şamlerce de daha sahih kabul edilen budur. "Sen onun balcağızını, o da senin balcağızını tatmadıkça" buyruğu ile ilgili olarak el-Ezherı şunları söylemektedir: Doğrusu şudur: Balcağız, haşefenin fercde kaybolması ile husule gelen dma'ın lezzetidir. Bu da bir parça bala benzetilmiştir. Balcağızın nutfe anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama Hasan-ı Basri'nin görüşüne uygundur. İlim adamlarının cumhuru şöyle demektedir: Balcağızın tadını almak dma'dan kinayedir. Bu da erkeğin haşefesinin kadının fercinde kaybolmasıdır. Hasan-ı Basri inzalin de gerçekleşmesi şartını eklemiştir. Ancak bu şartı cemaatten ayrı, tek başına koşmuştur. Bu açıklamayı da İbnu'l-Münzir ve başkaları yapmıştır. İbn Battal da şöyle demektedir: Bu hususta Hasan-ı Basri'nin görüşü şazdır. Diğer fukaha ona muhalefet etmiş ve şöyle demiştir: Bu hususta haddi gerektiren, kişinin muhsan olmasını sağlayan, sadakın (mehrin) tamamının verilmesini gerektiren, haccı ve orucu bozan kadarı yeterlidir. Ebu Ubeyde dedi ki: Balcağız cima'ın lezzeti demektir. Araplar zevk aldıkları her şeye bal derler. İbnu'l-Münzir der ki: İlim adamları kadının birinci kocasına helal olabilmesi için dma'ın şart olduğunu icma' ile kabul etmişlerdir. Ayrıca bu hadis, kadının dma'da bir hakkının olmadığına delil gösterilmiştir. Çünkü bu kadın, kocasının kendisi ile ilişki kurmadığını ve erkeklik organının da sertIeşmediğini söyleyerek şikayette bulunmuş, erkeklik organının ihtiyacına cevap veremediğini söylemiştir. Ancak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan dolayı nikahını feshetmemiştir. İbnu'l-Münzir der ki: Kocasından cima' etmesini isteyen kadının durumu hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptirler. Çoğunluğa doğru eğer onunla zifafa girdikten sonra bir defa cima' ederse ona cima' yapamayan kimseye tanınan süre gibi süre verilmez. el-Evzaı, es-Sevri, Ebu Hanife, Malik, Şafil ve İshak'ın görüşü budur. Iyad der ki: Bütün ilim adamları kadının dma'da hakkının bulunduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu sebeple kadın, erkeklik organı kesilmiş ya da büsbütün bulunmayan birisi ile durumlarını bilmeksizin evlenecek olursa muhayyer bırakılır. İnnın denilen dnsı münasebette bulunamayan iktidarsıza ise iktidarsızlığının geçme ihtimali dolayısıyla bir yıl süre tanınır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb'in annesi ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımı Ümmü Seleme'den rivayet ettiğine göre "Subey'a adında Eslem'li bir kadının kocası, kendisi hamile iken vefat etmişti. Ebu's-Senabil İbn Ba'kek adındaki zat ona talip oldu. Onunla nikahlanmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Ebu's-Senabil: Allah'a yemin ederim, senin onunla nikahIanman iki iddetin en uzun süreli alanını beklemediğin sürece uygun olamaz, dedi. Subey'a yaklaşık on gün bekledikten sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi. (Durumunu anlatınca) Allah Rasulü ona: Nikahlanabilirsin, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Yezid'den rivayete göre İbn Şihab kendisine şunu yazmıştır: Ubeydullah İbn Abdullah'ın kendisine babasından haber verdiğine göre o: 'ibn el-Erkam'a mektup yazarak Subey'a el-Eslemiyye'ye Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nasıl fetva verdiğini sordu. Subey'a: Bana doğumumu yaptığım takdirde nikahlanabileceğime dair fetva verdi, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Misver bin Mahreme'den rivayete göre "Subey'a el-Eslemiyye kocasının vefatından birkaç gece sonra doğum yaptı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek ondan nikahlanmak için izin istedi. Allah Rasulü ona izin verince o da nikahlandı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlar hakkında şüphe ederseniz ... "(Talak, 4) Iddet, kadının kocasının vefat etmesinden sonra yahut ondan boşanmasından sonra ya doğum ya ay hali olmak, yahut belirli aylardan ibaret bir süreyi evlenmeden beklemesine verilen isimdir. "Mücahid dedi ki: Onların ay hali olup olmadıklarını bilmiyorsanız ... " Yine Mücahid, yüce Allah'ın: "Şüphe ederseniz" buyruğunu bilmiyorsanız diye açıklamıştır. "Ay halinden kesilmiş olanlar", yani o kadınların hükmü de ay hali olmak ihtimali kalmamış, bundan yana ümitleri kesilmiş olanlar demektir. "Ve hiç ay hali olmamış olanların da iddeti üç aydır." Yani kesinlikle ve baştan beri hiç ay hali olmamış olanların iddet bakımından hüküinleri, ay halinden kesilmiş olanların hükmügibidir. Buna göre ayetin takdiri: Hiç ay hali olmamış olanlar da böyledir, şeklindedir. Çünkü bu ibare yüce Allah'ın: "Onların iddeti üç aydır" buyruğundan sonra gelmektedir. İbn Ebi Hatim, Yunus yoluyla ez-Zühd'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Şüphe etmek -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- artık çocuk doğuramayacağından ve ay hali olup olmayacağından yana şüphe eden kadın ve daha önceleri ay hali oluyor iken ay halinin kesilmesi hususunda şüphe eden, aynı şekilde küçük yaşta olup, ay hali olmak yaşına (buluğa) er ip ermediği hususunda şüphe eden, hamilelik konusunda da hamile olacak yaşa gelip gelmediği hususunda şüphe eden demektir. İşte bu hallerden herhangi birisinden şüphe edecek olursanız, bu gibihallerdeki iddet süresi üç aydır. ez-Zühd'nin kesin ifadelerle yaptığı bu açıklamalar arasından daha önce ay hali oluyorken ay halinden kesilen kadın hakkında görüş ayrılığı vardır. Çeşitli bölgelerdeki fukahanın çoğunluğuna göre böyle bir kadın, emsalinin ay hali olmadığıyaşa girinceye kadar bekler. İşte o vakit de dokuz ay süre ile iddet bekler. Malik ve el-Evzal dokuz ay bekler, eğer ay hali olursa mesele yok, değilse üç ay sÜre ile iddet bekler, demişlerdir. el-Evzal'den rivayete göre, genç ise bir sene bekler. Şafii ve cumhurun delili Kuran-ı Kerim'in zahir ifadeleridir. Çünkü bu ifadeler ay halinden kesilmiş ve ay hali görmeyen küçükyaştaki kızın hükmü hakkında açık ifadeler taşımaktadır. Ay hali olup, ay hali görmesi geciken kadın ise ay halinden kesilmiş sayılmaz. Fakat Malik'in benimsediği görüşü daha öncekilerden (seleften) söylemiş kimseler de vardır ki bu da Ömer'dir. Onun bu görüşte olduğu, sahih olarak nakledilmiş bulunmaktadır. Cumhurun kanaatine göre ise yüce Allah'ın: "Şüphe ederseniz" buyruğu, ay halinden kesilmek hususunda şüphe ederseniz değil, hüküm hakkında şüphe ederseniz, demektir. "Kocasının vefatından birkaç gün sonra .. " Seleften alimlerin ve çeşitli bölgelerdeki fetva imamlarının çoğunluğu şöyle demiştir: Hamile kadının kocası vefat edecek olursa, doğum yapmak ile evlenmesi helal olur ve vefat dolayısıyla beklemesi gereken iddet de sona erer. Ancak bu hususta Ali rad,yall",hu anh muhalefet ederek: İki süreden daha uzun olanını iddet olarak bekler, demiştir. Bu da şu demektir: Eğer kadın dört ay on gün geçmeden önce doğum yaparsa bu sürenin bitmesine kadar bekler. Sadece doğum yapmakla evlenmesi helal olmaz. Eğer doğum yapmadan önce bu süre biterse bu sefer doğum yapana kadar bekler. Bu görüşünü Said İbn Mansur ve Abd İbn Humeyd, Alilden sahih bir senedIe rivayet etmişlerdir. İbn Abbas da bu olayda görüldüğü gibi, böyle demiştir. Onun bu görüşünden vazgeçtiği de söylenmektedir. Ona tabi olanlardan nakledilen görüşlerin bu hususta cemaatin görüşüne uygun oluşu da bunu desteklemektedir. Subeyla kıssasından çıkartılan birtakım sonuçlar vardır: 1- Ashab-ı kiram, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta iken de fetva veriyorlardı. 2- Önemli olaylarda, dahaalim olan zata başvurulur. 3- Kadın, karşı karşıya kaldığı durumlar hakkında, kadınların benzeri hususlarda soru sormaktan utanacakları bir husus dahi olsa doğrudan soru sorabilir. 4- İster bir çiğnem et, ister bir alaka olsun, ister insan hilkati belirginleşmiş olsun, ister olmasın, hangi surette doğum veya düşük yaparsa, hamile kadının iddeti biter. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem herhangi bir ayırım gözetmeksizin çocuğun bırakılması ile gebe kadının nikahlanmasının helal olacağını söylemiştir. 5- Dul bir kadın, ancak kendi rızasıyla ve razı olduğu kimse ile evlendirilebilir. Hiç kimse onu zorlayamaz. Bundan başka hadiste de buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Yahya İbn Said'den, o el-Kasım İbn Muhammed ve Süleyman İbn Yesar'dan rivayet ettiğine göre her ikisi şunu zikretmişlerdir: Yahya İbn Said İbn eı-As, Abdurrahman İbn el-Hakem'in kızını boşadı. Abdurrahman onu evinden nakletti. mu'minlerin annesi Aişe, Medine emiri iken Mervan'a şu haberi gönderdi: Allah'tan kork ve onu evine geri gönder. Mervan, Süleyman (İbn Yesar)'ın hadisinde Aişe'ye: Abdurrahman İbn el-Hakem bana galip geldi, diye cevap vermiştir. el-Kasım İbn Muhammed de (Aişe'ye şöyle cevap verdiğini} söylemiştir: Sana Kays'ın kızı Fatıma'nın durumu ulaşmadı mı? Aişe şu cevabı vermişti: Fatıma'nın hadisini hiç söz konusu etmemenin sana• bir zararı olmaz. Bunun üzerine Mervan İbn el-Hakem dedi ki: Eğer sence bu bir şer ise, bu ikisi arasındaki şer de senin için yeterli bir sebep olsun. " 5321 no'lu hadis, 5323, 5325 ve 5327 numara ile 5322 nolu hadis ise 5324, 5326, 5328 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Fatıma'ya ne oluyor? Allah'tan korkmaz mı? Bununla Fatıma'nın: (Kesin olarak boşanmış kadının) süknası da yoktur, nafakası da yoktur, sözünü kastetmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn el-Kasım'dan, o babasından dedi ki: "Urve İbn ez-Zubeyr, Aişe r.anha'ya dedi ki: el-Hakem'in kızı filan kadını görmez misin? Kocası onu kesin olarak boşadığı halde o hemen dışarı çıktı. Bunun üzerine Aişe: Ne kötü bir iş yaptı, dedi. Urve: Peki, Fatıma'nın söylediklerini işitmedin mi, diye sordu. Bu sefer Aişe: Şunu bil ki bu hadisi zikretmekte bir hayır yoktur, dedi." İbn Ebi'z-Zinad, Hişam'dan, o babasından şu fazlalığı zikretmektedir: "Aişe (Fatıma'nın söz konusu edilmesini) şiddetli bir şekilde ayıpladı ve: Fatıma ıssız bir yerde idi. Bulunduğu yerde onun hakkında endişe edildi. İşte bu sebeple Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona ruhsat verdi, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aişe: Fatıma'nın hadisini zikretmemenin sana bir zararı olmaz dedi" ibaresi şu demektir: Çünkü boşanmış kadının sebepsiz yere evinden bir başka yere intikal etmesinin caiz oluşuna o hadiste bir delil yoktur. "Mervan İbn el-Hakem: Eğer senin yanında bir şer varsa ... dedi." Yani eğer senin yanında Fatıma'nın evinden çıkış sebebi, kendisi ile kocasının akrabaları arasında meydana gelen şer ve kötülük ise, bu sebep bu olayda da mevcuttur. Bundan dolayı: "Bu ikisi arasındaki şer sana yeter" demiştir. Bunu ayrıca Müslim, Ma'mer yoluyla ez-Zührı'den diye baştaki ifadeler bulunmaksızın ama şu fazlalıkla rivayet etmiş bulunmaktadır: "Mervan bu hadis sadece bir kadından işitilmiş bulunuyor. Bu sebeple biz de insanların uyguladıklarını gördüğümüz hale sımsıkı sarılarak onu uygulayacağız, dedi." Sanki Mervan mutlak olarak dışarı çıkmayı kabul etmemiş, sonra da ileride geleceği üzere kadına talak verilen evden çıkmasının caiz olmasını gerektirecek arızi bir halin varlığı şartı ile caiz olduğunu kabul etmiş gibidir. "İbn Ebi'z-Zinad, Hişam'dan, o babasından diyerek şu fazlalığı zikretmektedir: Aişe son derece ağır bir şekilde (Fatıma'nın söz konusu edilmesini) ayıptadı ve: Fatıma ıssız bir yerde idi. Bundan dolayı da ona zarar geleceğinden endişe edildi. İşte bunun için Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona ruhsat vermişti, dedi." Bunu Ebu Davud, İbn Vehb yoluyla Abdunahman İbn Ebi'z-Zinad'dan: "Andolsun ayıpladı" lafzı ile mevsul olarak rivayet etmiş ve: "Fatıma bintKays'ı kastederek" fazlalığını eklemiştir. "ıssız" ifadesi ise tenha ve yanında ünsiyet edeceği kimsenin bulunmaması demektir. İbn Ebi'z-Zinad'ın bu rivayetinin EbCt Üsame'nin, Hişam İbn Urve'den diye naklettiği bir şahidi de vardır. Fakat orada şöyle demiştir: "(Hişam) babasından, o Fatıma bint Kaysıtan dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, kocam beni üç talak ile boşadı. Ben üzerime (bulunduğum yere) zorla girileceğinden korkuyorum, dedi. Allah Rasulü de ona emir verdi, o da bunun üzerine başka bir yere geçti." Buhari bab başlığını Fatıma kıssasında varid olmuş rivayetlerin toplamından çıkarmış bulunmaktadır. Dışarı çıkmasının caiz oluşunu da şu iki husustan birisinin varlığına bağlamıştır: Ya onun bulunduğu yere zorla girileceğinden korkulacak yahut kadın tarafından kendisini boşayan erkeğin yakınlarına çirkin sözler söyleyecek. Selef bain talak ile boşanmış kadının nafakası ve sükna hamile kadının hakkı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur nafaka hakkının bulunmadığını, sükna hakkının olduğunu söylemiştir. Sükna hakkının sabit olduğuna da yüce Allah'ın: "O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskan edin."(Talak, 6) buyruğunu delil göstermişlerdir. Nafaka hakkının bulunmadığına da yüce Allah'ın: "Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. "(Talak, 6) buyruğunun mefhumundan hareket etmişlerdir. Çünkü bu buyruğun mefhumundan anlaşıldığına göre, hamile olmayan boşanmış kadının nafaka hakkı yoktur. Aksi takdirde onun özellikle söz konusu edilmesinin bir anlamı olmazdı. Diğer taraftan siyak (ifadelerin akışı), buyruğun ric'i talakla boşanmamış (bfun talakla boşanmış) hakkında olduğu anlamını da vermektedir. Çünkü ric'i talak ile boşanmış kadının nafakası, hamile olmasa dahi vaciptir. Ahmed, İshak ve Ebu Sevr ise Fatıma bi nt Kays'ın hadisinin zahirinden anlaşılana göre nafakasının da, sükna hakkının da olmadığı kanaatinde olup, birinci ayetin bain talak ile boşanmış kadını söz konusu ettiği hususunda da itiraz etmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'den rivayete göre "Aişe, Fatıma'nın bu sözünü kesin olarak reddetmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (veda haccının sonunda) Mekke'den ayrılmak isteyince, Safiye'nin çadırının kapısı önünde oldukça üzüntülü olduğunu gördü. Ona: Vücudu kesilesi -yahut boğazı ağrıyası- sen bizi yolumuzdan alıkoyacaksın. Nahr (kurban bayramı birinci günü) ifada tavafını yapmış mıydın diye sordu. Safiye evet deyince, Allah Resulü: O takdirde yola koyulabilirsin dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayetten maksat şudur: İddetin hesabı ay hali ve temizlik etrafında döner durur. Bunları bilmek ise çoğunlukla kadınlar için mümkün olur. Bundan dolayı kadın bu hususta güvenilir kabul edilmiştir. İsmail el-Kadi der ki: Ayet, iddet bekleyen kadının rahmindeki hamilelik ve ay hali hususlarına dair verdiği haberde güvenilir olduğuna delildir. Ancak yalan söylediği açıkça bilinecek türden bilgiler vermesi hali müstesnadır. el-Mühelleb dedi ki: Hadiste kadınların ay hali oluşları ile ilgili ileri sürdükleri iddialarının tasdik edileceğine bir delil bulunmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yola çıkmayı ertelemek ve beraberinde bulunanları aİıkoymak istemiştir. Buna sebep de Safiye'nin ay hali oluşudur. Bu hususta onu ne sınadı, ne de yalan söylediğini ileri sürdü. İbnu'l-Müneyyir dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Safiye'nin sadece ay hali olduğunu söylemesine dayanarak yola çıkmayı erteleyeceğini söylediğinden ötürü, buradan hareketle hükmün kocayı da etkileyeceği sonucu çıkarılmıştır. Bundan dolayı kocanın (ric'l talak ile boşamış olduğu) karısına ric'at yapmasının muteber oluşu ya da olmayışı hususları ile karnındaki gebeliğin ondan oluşu hususunda kadının ay hali ve hamilelik hakkındaki sözleri doğru kabul edilir
- Bāb: ...
- باب ...
Hasen'den, dedi ki: "Ma'kil kızkardeşini evlendirdi, kocası onu bir talak ile boşadı
- Bāb: ...
- باب ...
Hasen'den rivayete göre "Ma'kil İbn Yesar'ın kız kardeşi, bir adamın nikahı altında idi. Kocası onu boşadı. Sonra da iddeti bitinceye kadar onu kendi haline bıraktı. Daha sonra ona talip oldu. Bu hal Ma'kil'e ağır geldiğinden ötürü oldukça kızdı ve: Ona geri dönebilecekken ona ilişmedi de sonra kalkmış ona talip oluyor deyip eski kocasının, kız kardeşiyle tekrar evlenmesine engeloldu. Bunun üzerine yüce Allah: "Kadınları boşayıp da iddetlerini bitirdiler mi aralarında meşru bir şekilde anlaştıkları takdirde artık kocalarıyla nikahlanmalarına engelolmayınız. "(Bakara, 232) buyruğunu ayetin sonuna kadar indirdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ma'kil'i çağırarak ona bu ayeti okudu. Ma'kil de kızgınlıkla aldığı kararını terk etti ve Allah'ın emrine boyun eğdi
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'den rivayete göre; "Ömer İbn el-Hattab'ın oğlu r.a. altındaki bir hanımı ay hali iken bir talak ile boşadı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona karısına dönmesini, sonra da temizleninceye kadar nikahı altında tutmasını, sonra onun yanında iken bir daha ay hali oluncaya kadar bekletmesini, daha sonra da o ay halinden temizleninceye kadar ona mühlet vermesini emir buyurdu. Eğer onu boşamak isterse onunla dma' etmeden önce temizleneceği zaman onu boşasın. İşte şanı yüce Allah'ın kadınların boşanmasını emir buyurduğu iddet budur. Abdullah'a bu husus sorulduğuvakit, soranlardan birisine şu cevabı verirdi: Şayet sen karını üç talak ile boşamış isen senden başka bir koca ile nikahlanmadıkça sana haram olur. Bu hadiste ondan (ravilerden olan Kuteybe'den) başkası el-leys'ten şu fazlalığı da zikretmiştir: Bana Nafi tahdis etti, İbn Ömer dedi ki: "Eğer bir ya da iki defa talak vermişsen (karına dönebilirsin). Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana bu şekilde hareket etmemi emir buyurmuştur." Fethu'l-Bari Açıklaması: İddet içerisinde "kocaları onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" buyruğu. Hadiste geçen "Allah'ın emrine boyun eğdi" ifadesi, Allah'a itaat etti ve emrin gereğini yerine getirdi anlamındadır. İlim adamlarının icma'ına göre hür bir kimse zifafa girdikten sonra hür karısını bir ya da iki talak ile boşadığı takdirde, -kadın bundan hoşlanmazsa dahi- onu ric'at ile geri almaya daha bir hak sahibidir. Eğer iddet bitinceye kadar karısına dönmeyecek olursa onun için yabancı bir kadın olur. Yeni bir nikah yapılmadıkça ona tekrar hela! olmaz. Selef erkeğin ne yaptığı takdirde ric'at (hanımına talaktan vazgeçipdönmüş) olacağı hususunda görüş ayrılığı içerisindedir. el-Evzaı: Karısı ile cima' edecek olursa ona ric'at yapmış olur, demektedir. Bu görüş aynı şekilde tabiinden bazılarından da rivayet edilmiştir. Malik ve İshak da bununla ric'ati niyet etmek şartı ile böyle demişlerdir. Kufeli ilim adamları da el-Evzaı gibi demiş ve şunu eklemişlerdir: Şehvetle . ona dokunsa yahut şehvetle fercine baksa da ric'at yapmış olur. Şafii de: Ric'at, ancak söz ile olur, demiştir. Cinsel ilişki kurmanın caiz ya da haram olduğu, bu husustaki görüş ayrılıklarına dayanır. Şafii'nin delili şudur: Talak nikahı ortadan kaldırır. Bunun ilk olarak açıkça etkilediği husus ise cinsel ilişkinin helalolup olmamasıdır. Çünkü helal oluş, nikahta söz konusu olması caiz olan bir anlamdır. Müşriklerden birisinin Müslüman olması, daha sonra ise iddet içerisinde diğerinin Müslüman olması halinde olduğu gibi. Aynı şekilde oruç, ihram ve ay hali gibi hallerde söz konusu olamayacağı da bu türdendir. Ama daha sonra bu hususların ortadan kalkması ile dma' tekrar helal olur. Caiz olduğunu söyleyenler de nikahın zeval bulması halinde kadının ancak yenibir akit ile tekrar alınabileceğini, ric'l talak ile boşanmış bir kadın ile hul' yapmanın sahih olacağını ve (birinciden sonra) ikinci talakın da vuku bulacağını delil göstermişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Yunus İbn Cübeyr'den (şöyle dediği rivayet edilmiştir): "Ben İbn Ömer'e (karısını boşamasına dair soru sordum) da şöyle dedi: İbn Ömer karısmı ay hali iken boşadı. Ömer de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordu. Allah Rasulü: Ona karısına geri dönmesini emret, sonra iddetine doğru ona talak versin, diye buyurdu. Ben: Peki, o verdiğin bir talakı bir boşama olarak saydm mı, diye sordum. O: Eğer (İbn Ömer) acizlik ve ahmaklık etmişse ne dersin (bu niye sayılmasm ki) diye cevap verdi." Bu hadise dair yeterli açıklamalar talak bölümünün baş taraflarında (5252.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyneb dedi ki: "Babası Ebu Süfyan İbn Harb vefat ettiği sırada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Ümmü Habibe'nin yanına .girdim. Ümmü Habibe içinde sarı renkli haluk adı verilen kokunun yahut başka bir hoş kokunun getirilmesini istedi. Daha sonra bu boyanın bir kısmını bir kız çocuğuna, elleri ile kendi yanaklarına sürdükten sonra: Allah'a yemin ederim, benim hoş koku sürünmeye bir ihtiyacım yok. Şu kadar var ki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocası hakkında söz konusu olan dört ay on günlük süre dışında, ölmüş herhangi bir kimse için üç günden fazla ihdad yapması (süslenmeyi ve koku sürünmeyi terk etmesi) helal değildir, buyurduğunu dinlemişimdir, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyneb dedi ki: "Ben, kardeşi vefat ettiği sırada Cahş kızı Zeyneb'in huzuruna girdim. O da bir koku getirilmesini istedi. Eliyle ondan biraz aldıktan sonra: Allah'a yemin ederim, benim koku sürünmeye bir ihtiyacım yok. Şu kadar var ki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minber üzerinde: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocası için dört ay on günlük bir süre dışında (herhangi bir kimse için) üç günden fazla ihdad yapması (süslenmeyi ve koku sürünmeyi terk etmesi) helal değildir, diye buyururken dinlemişimdir, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyneb dedi ki: "Ben Ümmü Seleme'yi de şöyle derken dinledim: Bir kadın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Resulü, kızımın kocası vefat etti. Gözlerinden de rahatsızlandı, ona sürme çekebilir miyiz, diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hayır diye buyurdu -ve iki ya da üç defa aynı şekilde hayır sözünü tekrarladıktan sonra- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Hepsi zaten dört ay on günden ibarettir. Halbuki cahiliye döneminde sizden herhangi biriniz sene bitiminden sonra başı üstüne bir deve tezeği atardı (ve matemden böyle çıkardı) diye buyurdu." Bu Hadis 5338 ve 5706 numara ile gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Humeyd dedi ki: "Ben Zeyneb'e: Senenin bitiminde başının üzerine deve tezeği atardı, ne demektir, diye sordum. Zeyneb: Kadının kocası vefat etti mi evin en kötü yerine girer, en berbat elbisesini giyer ve üzerinden bir yıl geçmeyinceye kadar da elini kokuya değdirmezdi. Bundan sonra eşek, koyun ya da kuş türünden bir hayvan yanına getirilir, kadın da o hayvana vücudunu sürterdi. Vücudunu bir şeye değdirdi mi ölmediği de çok az olurdu. Daha sonra dışarı çıkar ve ona bir tezek verilir ve bunu da fırlatır, atardı. Bundan sonra artık dilediği şekilde koku sürünür ya da başka şeyler yapardı, diye cevap verdi." Malik'e: "Teftaddu (sürünürdü)" ne demektir, diye soruldu. o: Onu derisine sürerdi, diye cevap vermiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İhdad yapar." İbn Deresteveyh dedi ki: İhdad, kadının kendisini süslenmekten, bedenini de koku sürünmekten alıkoyması, onunla evlenmeye talip olacakların önlenmesi ve onunla evlenmeyi ümit etmelerinin men edilmesi demektir. Nitekim (bu mastardan türemiş bir isim olarak) had de masiyeti işlemeyi men eder. "ez-Zührl dedi ki: Görüşüme göre küçük kız çocuğu da kokuya yaklaşamaz." Kastettiği, evli olup da kocası ölmüş olandır. "Helalolmaz" buyruğu kocanın dışında kimseler için ihdadın haram olduğuna delil gösterilmiştir. Bu da açık bir delalettir. Ayrıca sözü geçen süre zarfında koca için ihdadda bulunmak da vaciptir. "Bir kadına ... " Hanefiler bunun mefhumunu esas alarak: Küçük çocuğun ihdad yapması vacip değildir demiş ise de cumhur küçük kız çocuğu için iddet nasıl vacip ise ihdad yapmasının da vacip olduğu kanaatindedir. "Allah'a ve ahiret gününe iman eden ... " ibaresinde Hanefiler, iman kaydının söz konusu edilmemesini zimmi bir kadın için ihdadın söz konusu olmayacağına delil göstermişlerdir. Bazı Malik! alimleri ve Ebu Sevr de böyle demiştir, Nesa! de bu şekilde bir başlık açmıştır. Cumhur ise bunun, bu işten alıkoymayı mübalağalı bir şekilde belirtmek için pekiştirici olmak üzere zikredildiğini, bundan dolayı da onun bir mefhumunun olmadığını (bir anlam ifade etmediğini) söyleyerek cevap vermişlerdir. Nitekim başkalarının da gidebildiği bir yol hakkında: Bu Müslümanların yoludur, denilmesi de buna benzer. "Ölmüş birisi için" ibaresi de -Malikilere hilaten- kocası kayıp kadın hakkında ihdadın söz konusu olmayacağını söyleyenlerin lehine delil gösterilmiştir. Çünkü kayıp kocanın vefatı muhakkak olarak bilinmemektedir. "Koca müstesna." Bu hasrdan (daraltıcı ifadeden) ister baba, ister başka bir yakın olsun, koca dışında herhangi bir kimse için üç günden fazla ihdad yapılmayacağı anlaşılmıştır. Ayrıca Şafillerce daha sahih kabul edilen, boşanmış kadının ihdad yükümlülüğü yoktur, şeklindeki görüşlerine de delil gösterilmiştir. Ric'i talak ile boşanmış bir kadın için ihdadın söz konusu olmayacağı icma' ile kabul edilmiştir. Görüş ayrılığı sadece bain talak ile boşanmış kadın hakkındadır. Cumhur onun için ihdad yükümlülüğü yoktur derken, Hanefiler, Ebu Ubeyd ve Ebu Sevr kocası vefat etmiş olan kadına kıyas ile ihdad yapma yükümlülüğü vardır, demişlerdir. Bazı Şafii ve Maliki alimleri de bu görüştedir. "Dört ay on gün" denildiğine göre bundaki hikmet, annesinin karnındaki çocuğun hilkatinin tekamülü, ona ruhun üflenmesinin, 120 gün geçtikten sonra söz konusu olduğundan dolayıdır, denilmiştir. "Hayır dedi, bunu iki ya da üç defa tekrarladı, her seferinde hayırdiyordu." Nevevi dedi ki: Bunda ihdad halinde bulunan kadının ihtiyaç duysun ya da duymasın sürme çekmesinin haram oluşuna delil bulunmaktadır. "Kadının kocası öldü mü evinin en kötü yerine girerdi. .. " Şafii der ki: el-Hıfş (evin en kötü yeri) evin yapı bakımından en berbat bölümü demektir. "Onu tenine sürerdi." Maıik bunun ne anlama geldiğini hadisin sonunda açıklayarak, o hayvanı tenine sürerdi, demiştir. Bu kelimenin asıl anlamı kırmaktır. Yani (böyle yaparak) içinde bulunduğu hali kırmış ve bu hayvan ile yaptığı uygulama ile halinden çıkmış oluyordu. el-Asbahani ve İbnu'l-Esir şöyle demişlerdir: Bu, çabuk hareket etmekten bir kinayedir; yani manzarasının çirkinliğinden çokça utandığından yahut alışmış olduğu evlilik hayatına ileri derecedeki iştiyakından dolayı anne babasının evine hızhca koşarak giderdi. İbn Kuteybe dedi ki: Ben Hicazhlara bu işin mahiyetine dair soru sordum da bana şunu naklettiler: İddet bekleyen bir kadın elini suya değdirmez, tırnaklarını kesmez, saçlarını, tüylerini aldırmaz, sonra da bir sene geçtikten sonra en çirkin bir manzara ile dışarı çıkardı. Daha sonra da beklediği bu iddet halini, kendisiyle fercini sildiği bir kuş ile kırar ve onu bir kenara atardı. Onu kendisine sürdükten sonra o kuş hemen hemen hiç yaşamazdı. Derim ki: Bu açıklama Malik'in açıklamasına muhalif değildir; ama ondan daha özel bir mana ifade eder. Çünkü Malik deriyi, teni mutlak olarak zikretmiştir. Bununla da kastın fercinin derisi olduğu anlaşılmaktadır. İbn Vehb dedi ki: Bu kadının ellerini bu hayvana sürdüğünü, bu hayvan ile de sırtına sürdüğünü anlatmaktadır. Bunun onu tenine sürdükten sonra guslettiği anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü (aynı kökten gelen) el-İftidad kirleri izale etmek ve temizlenmek maksadı ile tatlı su ile -gümüş gibi beyaz ve temiz oluncaya kadar- yıkanmaktır. Tezeğin atılması ile neyin kastedildiği hususunda da görüş ayrılığı vardır. Bunun tezeği atmakla, iddeti de atıp bitirmiş olduğuna işaret olduğu söylendiği gibi, onun içinde bulunduğu belaya sabır ve beklemeye bir işaret olduğu da söylenmiştir. Artık bu sona erince ona göre bu işi hakir görerek atıp fırlattığı bir tezek gibi olur ve kocasının hakkını ne kadar tazim ettiğini de göstermiş olur, diye de açıklanmıştır. Hayır, o bir daha benzeri bir duruma dönmemesi için gelecek adına güzel bir beklentisi olduğunu anlatmah. için o tezeği atardı, diye de açıklanmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Humeyd İbn Nafi'den, Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den, onun da annesinden rivayetine göre: "Bir kadının kocası vefat etmişti. Yakınları gözlerine (hastalıktan dolayı) zarar gelmesinden korktukları için RasQlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gidip sürme çekmesi hususunda ondan izin istediler. Allah Rasulü: Hayır, sürme çekmesin. Sizden bir kadın (kocası öldüğünde) en kötü elbiseleri içinde -yahut evinin en berbat yerinde- bekler dururdu. Üzerinden bir sene geçti mi yanından bir köpek geçse hemen bir tezek atardı da (böylece iddetinden çıkmış olurdu). Hayır, dört ayan gün geçinceye kadar (sürme çekmesin), diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Yine Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'i, Ümmü Habibe'den diye tahdis ederken dinledim. Buna göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden Müslüman bir kadının kocası için beklemek zorunda olduğu dört ay on gün müstesna, üç günden fazla ihdad yapması (yas tutması) helal değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Sirin'den rivayete göre Ümmü Atiyye şöyle demiştir: "Kocanın vefatı dolayısıyla olan müstesna, üç günden fazla (ölen birisi için) ihdad yapmamız (süslenmeyi ve koku sürülmeyi terk ederek yas tutmamız) bize yasakkılındı
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Atiyye'den, dedi ki: "Koca için beklemekle emrolunduğumuz dört ay on gün dışında ölen herhangi bir kimse için üç günden fazla ihdad yapmamız bize yasaklanırdı. Ayrıca sürme çekmez, koku sürünmez, asb diye bilinen elbise dışında boyanmış elbise de giymezdik. Ay halinden temizlendikten sonra yıkanacağımız vakit bir nebzecik ezfar kustu kullanmamıza ruhsat verildi. Ayrıca bize cenazelerin arkasından gitmemiz de nehyolunurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ay halinden temizlenmesİ esnasında ihdad yapan kadının kust kullanması." Kasıt, bu haldeki bir kadının, eğer ay hali gören birisi ise ay halinden temizlenmesi esnasında bunu kullanmasıdır. İbnu'l-Münzir der ki: İlim adamları, ölmüş kocası dolayısıyla yas tutup iddet bekleyen bir kadının, usfur ve benzeri şeylerle boyanmış elbiseler giyinmesinin caiz olmayacağını icma' ile kabul etmişlerdir. Ancak siyah ile boyanmış elbiseleri giyebileceği hususunda Malik ve Şafii ruhsat vermişlerdir. Çünkü bu renkle boyanmış olan elbiseler süs için edinilmez. Aksine böyle bir elbise hüzün elbisesidir. "Bir nebze" bir parça demektir. Küçük ve önemsiz şeyler hakkında kullanılır. "Ezfar kustu." Bu hususta "Ebu Abdullah" el-Buhari "dedi ki: (Kaf harfi ile) kust da (kef harfi ile) küst tıpkı (kef harfi ile) kMur ile (kaf harfi ile) "kMur" denilmesi gibidir.' Nevevl dedi ki: Kust ile ezfar bilinen iki çeşit buhur (hoş koku yayan bitki) dirler. Bunlar koku sürünmek kastı ile kullanılmazlar. Ay halinden yıkanan bir kadının hoş olmayan kokuyu iz ale etmesi için bunları kullanmasına ruhsat verilmiştir. O bu kokuları hoş koku sürünmek için değil, kan ın iz bıraktığı yerlere sürer
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Atiyye'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının kocası dışında bir kimse için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Böyle bir kadın sürme çekemez. Asb türü elbise dışnda boyanmış bir elbise de giyemez
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Atiyye'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (sözü geçen hususları) nehyettiği gibi ayrıca hoş koku sürünmez (diye de buyurmuştur). Ancak temizleneceği vakit bir nebzecik kust ve ezfar kullanabilir
- Bāb: ...
- باب ...
Mücahid'den (yüce Allah'ın): "İçinizden vefat edip geriye zevcelerini bırakan kimselerin zevceleri ... " buyruğu hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kadının, önceleri bu iddeti kocasının ahabaları yanında beklemesi vacip idi. Daha sonra yüce Allah: "İçinizden geride eşler bırakarak vefat edecekler, eşlerine (evlerinden) çıkarılmayarak bir yılına kadar faydalanmalarını vasiyet etsinler. Şayet (evlerinden) çıkarlarsa artık onların kendileri hakkında meşru bir şekilde yaptıklarından dolayı bir vebal yoktur. "(Bakara, 240) buyruğunu indirdi." Mücahid dedi ki: 'Yüce Allah bu buyruğu ile kadın lehine vasiyet olarak yedi ay yirmi gün daha ekleyerek bunu bir yıla tamamlamış oldu. Kadın arzu ederse vasiyetine göre kocasının meskeninde kalır, dilerse çıkar. İşte bu da yüce Allah'ın: "Çıkarılmayarak bir yılına kadar faydalanmalarını vasiyet etsinler. Şayet çıkarlarsa artık onların kendileri hakkında meşru bir şekilde yaptıklarından dolayı size vebal yoktur."(Bakara, 240) buyruğu ile ifade edilmiştir. Buna göre onun beklemesi vacip olan iddet, olduğu gibi kalmıştır." Evet (İbn Ebi Necih) Mücahid'den böyle dediğini iddia etmiş bulunmaktadır. Ata da dedi ki: İbn Abbas dedi ki: Bu (el-Bakara, 2/234. ayet) kadının ailesi yanında iddet beklemesini (öngören 240. ayeti) neshetmiştir. Buna göre kadın nerede isterse iddetini orada bekler. Yüce Allah'ın: "Çıkarılmayarak" buyruğu hakkında da Ata şöyle demiştir: "Dilerse kadın ailesi hakkında iddet bekler ve vasiyet süresi içerisinde sükna hakkını kullanır, dilerse çıkar. Çünkü yüce Allah: "Artık onların kendileri hakkında meşru bir şekilde yaptıklarından dolayı size bir veba! yoktur" diye buyurmuştur. Ata dedi ki: Daha sonra miras hükümleri geldi ve sükna hakkını da kaldırdı. Artık kadın dilediği yerde iddetini bekleyebilir ve onun lehine sükna hakkıda yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den, onun Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'den rivayetine göre Ümmü Habibe'ye babasının vefat haberi ulaşınca (üç gün sonra) bir hoş koku getirilmesini istedi ve bunu iki koluna sürerek: Benim koku sürünmeye ihtiyacım yok. Şu kadar var ki ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocası için beklemesi gereken dört ay on günlük iddeti dışında herhangi bir ölenden ötürü üç günden fazla yas tutması helal değildir derken dinlemişimdir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İçinizden vefat edip geriye zevceler(ini) bırakan kimseler ... hakkıyla haberdardır. "(Bakara, 234) buyruğu. İbn Abdilberr der ki: Bir yıl süre ile iddet beklemenin dört ay on gün iddet süresi ile nesh olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrı lı ğı yoktur. Ancak yüce Allah'ın: "Çıkarllmayarak"(Bakara, 240) buyruğu ile ilgili görüş ayrılıkları vardır. Cumhur bunun da nesh olduğu kanaatindedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'ud r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem köpeğin bedelini, kahinin kahinlik karşısında aldığı ücreti ve fahişeye verilen ücreti yasaklamıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Avn İbn Ebi Cuhayfe'den, onun da babasından rivayete göre o: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dövme yapana, dövmeyi yaptırana, faiz yiyene, faiz yedirene lanet etmiş ve köpeğin bedelini, fahişenin kazancını yasaklamış, suret yapanlara da lanet etmiştir" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem cariyelerin (zina karşılığı) kazancını yasaklamıştır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Fahişeye verilen ücret ve fasid nikah." Bağiyy (fahişe) zina demek olan biğa'dan türetilmiştir. "Farkında olmadan .. " Böylelikle kasten yapılan dışarıda tutulmak istenmiştir. Bu kayıt ve bunun mefhumundan anlaşılan, başlığa uygunluk arz etmektedir. İbn Battal dedi ki: Bu hususta ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Kimisi böyle bir kadına müsemma olan mehir ne ise o verilir, kimisi de: Ona mehr-i misil verilir demiştir. Çoğunluk da bu görüştedir. İbn Battal dedi ki: Cumhur şöyle demiştir: Bir kimse haram olduğunu bile bile nikahı kendisine haram olan bir kadın ile nikahlanacak olursa, böyle bir akdin haram olduğu icma' ile kabul edildiğinden ötürü ona had uygulamak gerekir. Çünkü ortada haddin bertaraf edilmesini gerektirecek bir şüphe bulunmamaktadır. Ebu Hanife'den gelen rivayete göre ise akdin kendisi bir şüphe teşkil eder. Buna da mülkiyetinde ortak olduğu bir cari ye ile ilişki kurmayı delil göstermiştir. Böyle bir cariye ile ilişki kurması ona ittifakla haram olduğu halde, şüphe dolayısıyla onun için had söz konusu olmaz. Ancak ona şöyle cevap verilmiştir: Onun mülkündeki payı, böyle bir şüphenin ortaya çıkmasını gerektirmiştir. Oysa kendisine nikahı haram olan bir kadının durumu böyle değildir. Böyle bir kadında asla mülkiyet söz konusu olamaz. Bu sebeple aralarında fark vardır. Bundan dolayı da Maliki alimlerinden İbnu'l-Kasım şöyle demiştir: (Böyle bir durumda) hür kadın ile ilişki kurmakta had gerekir, mülkiyet altındaki kadın için gerekmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cubeyr'den, dedi ki: "İbn Ömer'e: Bir adam karısına zina isnad ederse (hüküm nedir) diye sordum. o: Allah'ın Nebii Sallallahu Aleyhi ve Sellem Aclan oğullarına mensup (bu durumdaki) karı-kocayı ayırdı ve: Allah bilir ki sizden biriniz yalancıdır. Aranızdan tevbe eden kimse var mı, diye sordu. Fakat her ikisi de tevbe etmedi. Allah Rasulü bu sefer: Allah da biliyor ki biriniz yalancıdır. Aranızdan tevbe eden var mı? İkisi de kabul etmedi. Bunun üzerine onları birbirinden ayırdı, dedi." Eyyub dedi ki: "Bana Amr İbn Dinar dedi ki: Hadiste senin tahdis etmediğini gördüğüm bir husus daha vardır. O da şöyle dedi: Adam: Benim malım (kadına verdiğim mehir) ne olacak, dedi. Allah Rasulü: Senin malın yoktur. Eğer doğru söylüyor isen sen onunla zifafa girmiş bulunuyorsun. Eğer yalan söylüyorsan, o senden daha da uzaktır, diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıkalamsı: "Kendisi ile zifafa girilmiş kadının mehri." Yani ona bu mehri vermenin vacip oluşu ya da bu mehrin hak edilmesi. "Zifafa girmenin nasılolduğu" sözleri ile buhusustaki görüş ayrılığına işaret etmektedir. Başlıktaki hadiste geçen "sen onunla zifafa girmiş bulunuyorsun" ifadeleri, bir kimse zifaf adasının kapısını kapatır ve kadının üzerine perdeyi indirecek olursa, o kadına mehir vermek icap eder ve kadının da iddet beklemesi gerekir, kanaatine delil gösterilmiştir. el-Leys, el-Evzaı, KClfeliler ve Ahmed de bu görüştedir. Bu görüş aynı zamanda Ömer, Ali, Zeyd İbn Sabit, Muaz İbn Cebel ve İbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. KClfeliler der ki: Sahih halvet olduğu takdirde cinsel ilişki kursun yahut kurmasın, tam bir mehir vermek gerekir. Ancak onlardan birisinin hasta, oruçlu, ihramlı olması yahut kadının ay halinde bulunması müstesnadır. O takdirde kadına yarım mehir verilir ve tam bir iddet beklemesi gerekir. Yine şunu delil göstermişlerdir: Kapının kapatılması ve kadının bulunduğu yerde perdenin indirilmesi, çoğunlukla cima'ın gerçekleşmesi ile sonuçlanır. Bundan dolayı böyle yüksek bir ihtimal fiilen gerçekleşmiş gibi değerlendirilir. Çünkü böyle bir durumda insanın tabiatında bu iş yapılmadan kalınamaz. Çünkü bu halde şehvet baskındır ve gereğini yerine getirmeye uygun sebepler de eksiksiz olarak ortadadır. Şafii ile bir kesimin kanaatine göre ise cima' olmaksızın tam mehir icap etmez. Bunun için de yüce Allah'ın: "Sonra o hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğiniz mehrin yarısını veriniz. "(Bakara, 237) buyruğu ile: "Sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız sizin için onlar aleyhine sayacağınız bir iddet olmaz. "(Ahzab,49) buyruklarını delil göstermiştir. Bu görüş aynı şekilde İbn Mesud, İbn Abbas, Şureyh, eş-Şa'bı ve İbn Sırin'den de rivayet edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem lanetleşen karı-kocaya: Hesabınızı görmek Allah'a aittir. Sizden birisi yalancıdır. (Kocasına dönerek): Senin onun aleyhine bir yolun yoktur, diye buyurdu. Kocası: Ey Allah'ın Rasulü, malım (verdiğim mehir) ne olacak deyince, Allah Rasulü: Malın yoktur, eğer senin bu kadın hakkında söylediklerin doğru ise onun fercinin sana helal olması karşılığında malona aittir. Eğer sen o kadına yalan söyleyip iftira ediyorsan, bu daha da uzaktır ve bu malın ondan sana uzaklığı daha fazladır, diye buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mehri tayin edilmemiş olan kadına mut'a vermek. Çünkü yüce Allah: "Kendileriyle temas etmediğiniz yahut kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız, üzerinize bir günah yoktur ... Allah işlediğinizi görendir.'' (Bakara, 236-237) diye buyurmuştur." Buharl'nin başlıkta "mehri tayin edilmemiş" kaydına, ayette geçen, yüce Allah'ın: "Yahut onlara mehir tayin etmemiş iseniz" buyruğunu delil getirmiştir. Bu da onun "ev: yahut" lafzının farklı tür ve çeşitleri belirtmek için kullanıldığı görüşünde olduğunu göstermektedir. Kendisi ile temas kurulmadan bir kadının boşanmasının vebal olmayacağını belirttiğinde onun mut'ası da yoktur. Çünkü mut'a müsemma mehirden daha azdır. Dolayısı ile temas kurulduğu halde bilinen bir miktar olarak mehri tespit edilmiş olan kadına verilmesi gerekenden fazlası nasıl sabit olabilir? Bu, ilim adamlarının iki görüşünden birisi olduğu gibi, Şafii'nin de bu husustaki iki görüşünden birisidir. Ebu Hanife'den rivayete göre ise mut'a, mehri tespit edilmemiş olan ve kendisi ile zifafa girilmeden önce kocası tarafından boşanan kadına ait bir özelliktir. Seleften bir kesime göre ise istisnasız olarak boşanan her kadına bir mut'a verilir. Şafil'den de benzeri bir görüş nakledilmiş olup, tercihe değer olan da budur. Aynı şekilde kadından kaynaklanan bir sebep dolayısıyla husule gelen ayrılık hali dışında her bir ayrılmada da mut'a vermek icap eder