Sahih-i Buhari
...
(97) Kitāb: Allah'ı Birlemek (Tevhid)
(97) ...
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Muaz'ı Yemen'e (vali olarak) göndermiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Muaz'ı Yemen taraflarına vali olarak gönderince "(Ey Muazf) Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali) gidiyorsun. (Oraya vardığında) ilk vazifen Yemenlileri Yüce Allah'ı birleyip, tevhid etmeye çağırmak olsun. Bunu öğrendiklerinde Allah'ın kendilerine gece ve gündüz beş vakit namaz farz kılmış olduğunu haber ver. Namaz kılmaya başladıklarında Allah'ın kendilerine mallarının zekatını farz kılmış olduğunu ve (bu zekatların) zenginlerinden alınıp, fakirlere verileceğini haber ver. (Yemenliler) bunu da ikrar ve kabul edince, onlardan (zekat) al fakat insanların mallarının en iyilerini almaktan sakın
- Bāb: ...
- باب ...
Muaz b. Cebel şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" diye sordu. Muaz "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "(Kulların) Allah'a ibadet etmeleri ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" buyurdu. Sonra da "Kulların Allah üzerindeki hakları nedir bilir misin?" diye sordu. Muaz da "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem" (Büyük günahlardan çekinen ve emirleri yerine getiren) kullarına azap etmemesidir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrı şöyle demiştir: Sahabilerden birisi geceleyin birinin "Kul huvallahu ahad=Oe ki o Allah birdir" suresini okumakta ve hiç durmadan tekrarlamakta olduğunu işitti. O kişi sabah olunca Nebie geldi ve bunu kendisine zikretti. -Sureyi duyanın İhlas suresini azımsar gibi bir hali vardı.- Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sure muhakkak Kur'an'ın üçte birine denktir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Nebi sallallahu aleyhi ve seııem birisini bir müfrezenin başında kumandan yapıp göndermişti. Bu zat arkadaşlarına kıldırdığı namazıarda Kur'an okur ve kıraatini her zaman "Kul huvallahu ahad" suresiyle bitirirdi. Müfrezeye katılanlar gazadan döndüklerinde (kumandanın bu adetini) Nebie zikrettiler. Resulullah saııallahu aleyhi ve sellem onlara "Niçin böyle yapmakta olduğunu kendisine sorunuz" buyurdu. Onlar da gidip bunu kendisine sordular. Kumandan "Çünkü bu sure, Rahmanın sıfatıdır. Bu yüzden bu sureyi okumayı severim" diye cevap verdi. (Gelip bu cevabı haber verdiklerinde) Nebi sallallahu aleyhi ve seııem "Siz de ona Allah'ın kendisini sevmekte olduğunu haber veriniz" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'ı tevhid"den maksat, onun bir ilah olduğuna şehadet ederek kendisini birlemektir. "Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali) gidiyorsun." Söz konusu ehl-i kitap, Yahudilerdir. Yahudiliğin Yemen'e ilk girişi, Es'ad 21 Kerib zamanında olmuştur ki bu zat, İbn İshak'ın Sıret'incie uzun uzun anlattığı üzere Tübba' elAsgar'dır. İslam doğduğunda Yemen halkı Yahudilik inancı üzereydi. Hıristiyanlık dini Yemen' e daha sonra Habeşliler buraya galip olduklarında girdi. Bunlardan birisi de Mekke'yi fethetmeye kalkıp, Kabe'yi yıkmak isteyen fil sahibi Ebrehe idi. İbn İshak'ın geniş bir şekilde anlattığı üzere Seyf b. Zı Yezen onları buradan süpürüp atmıştır. Bundan sonra Yemen' de Necran hariç hiç Hıristiyan kalmamıştır. Necran, Mekke ile Yemen arasında bulunur. Yemen'in bazı beldelerinde ise Yahudilerden çok az bir nüfus kalmıştır. "Şimdi sen ehl-i kitap olan bir kavim üzerine (vali) gidiyorsun ... " Zekat Bölümünün ortalarında İsmail b. Ümeyye'nin Yahya b. Abdullah'tan naklettiği rivayete göre Resulullah sal1allahu aleyhi ve sellem; "Oraya vardığında ilk vazifen onları Allah'ı ibadete davet etmek olsun. Bunu öğrendiklerinde ... " buyurmuştur. İmamu'l-Harameyn örneğinde olduğu gibi insana yönelik olan ilk vacip bilmektir diyenler bu rivayeti esas almışlardır. Onların bakış açısına göre emri ve yasaklığı getireni tanımadan emredilen şeylerden herhangi birisini ona sarılmak kastıyla yerine getirmek ve yasak edilen şeylerden herhangi birini ondan vazgeçmek amacıyla kaçınmak mümkün değildir. Ancak bu görüşü savunaniara marifet ancak düşünme ve akıl yürütme ile mümkün olur diye itiraz edilmiştir. İman Bölümünde bu görüşten vazgeçip, Yüce Allah'ın "Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir"(Rum 30) ayeti ile "Her dünyaya gelen fıtrat üzere doğar" hadisini esas alan kimselerden söz etmiştik. Çünkü ayet ve hadisin zahiri ne göre marifet, fıtratın aslı olarak insanda mevcuttur. Bundan dışarı çıkmak, kişiye daha sonra arız olan bir durumdur. Zira Hz. Nebi sal1allahu aleyhi vesellem 'J!\nne ve babası onu Yahudi ve Hıristiyan yapar" demektedir. Hocamızın hocası Hafız Selahuddin el-Alal'nin açıklamasından bir kısmını okuduğumda özetle şunları görmüştüm: Bu mesele mezheplerin birbiriyle çeliştiği ve farklı görüşler benimsediği, ifrata tefrite düşenlerle, orta yolu benimseyenlerin bulunduğu bir konudur. Bir tarafta Allah'ın varlığını ispat ve ortağının bulunmadığını belirtme noktasında sırf taklitte bulunmak yeterli diyenler vardır. Ubeydullah b. el-Hasen el-Anberı, Hanbelllerden bir grup ve zahiriler bu görüşü benimsemişlerdir. Bunların içinde daha ileri gidip, deliller üzerinde düşünmeyi haram görenler olmuştur. Bunlar -ileride açıklanacağı üzere- büyük imamların kelam ilmini kınayıcı ifadelerine dayanmışlardır. İkinci görüş, herkesin imanının kelam ilmindeki delilleri bilmeye bağlı olduğunu savunan görüştür. Bu yaklaşım Ebu İshak el-İsferayınl'ye nispet edilir. İmam Gazzal1 şöyle demiştir: Bir grup ileri gitmiş ve sade müslümanların küfre girdiklerini ifade ederek şer'ı inançları kendi yazdıkları delillerle bilmeyen kimselerin kafir olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bunlar Allah'ın geniş rahmetini daraltmışlar, cenneti kelamcılardan çok az sayıdaki bir zümreye mahsus kılmışlardır. Kurtubı el-Müfhim isimli eserinde açıklaması Ahkam Bölümünde geçen "Allah katında erkeklerin en sevimsizi, husumeti şiddetli olan kimsedir" hadisini açıklarken -bu hadis Müslim'in Sahih'inde ilim bölümünün baş taraflarında da yer alır (Müslim, İlim) şöyle der: Yüce Allah'ın buğzettiği bu kişi, husumetiyle hakkı kendisinden uzak kılmayı, fasit yaklaşımlar, zanna düşürücü şüpheler vasıtasıyla onu reddetmeyi hedefleyen kimsedir. Bunun en beteri kelamcıların çoğunluğunun yaptığı gibi usulü'd-din konusundaki husumettir. Zira onların büyük bir kısmı, Allah'ın kitabı, Nebiinin sünneti ve ümmetinin selefinin gösterdiği yollardan yüz çevirip, bid'at olan yollara, uydurulmuş terimlere, cedel kurallarına ve yapay birtakım şeylere sapmış olan kimselerdir. Dayandıkları görüşün büyük bir kısmı felsefi görüşlere veya laM tenakuzlara dayanmaktadır ki bunları esas alan kimseler bu yüzden baş edemeyecekleri birtakım şüphelere veya imanlarını götürecek birtakım kuşkulara düşmektedirler. Bunlardan içinde söz konusu şüphelerden en iyi uzaklaşa!1lar, en bilgili olanları değil, en cedelci olanlarıdır. Şüphenin fasit bir şeyolduğunu bilen nice alim vardır ki onu çözme gücüne sahip değildir. Şüpheden kopmuş nice nice kimseler vardır ki o şüphenin bilgisinin hakikatini kavramamıştır. Öte yandan bunlar öyle olmayacak şeyler işlemişlerdir ki bunlara ne aptallar razı olur ne de çoeuklar! Bunların imamlarından birçokları gittikleri yoldan dönmüşlerdir. Hatta İmamu'l-Harameyn'in şöyle dediği nakledilir: "Büyük bir okyanusa girmiştim. Hakkı araştırma uğruna taklitten kaçmak için ilim ehli kimselerin yasak ettikleri her şeye dalıp çıktım. Şu anda geri döndüm ve artık selefin yaklaşımını benimsemekteyim." İmamu'l-Harameyn'in ifadesi budurveya mealen budur. İmamu'lHarameyn'in vefat ederken şöyle dediği nakledilir: "Eyarkadaşlarım! Kelam ilmiyle meşgulolmayın! Kelam ilminin beni götürdü gü noktayı baştan bilecek olsaydım, bu ilimle meşgulolmazdım." Kurtubı de şöyle demiştir: Kelamcıların bir kimse akıl yürütmeden (istidlal) önce iki şeyden hangisinin hidayet olduğunu bilmez şeklindeki delilleri bizce kabul edilemez. Tam aksine öyle kimseler vardır ki daha ilk anda İslama gönülleri yatışır ve içleri açılır. Bunların içersinde akıl yürütme noktasında durup bekleyen kimseler vardır. Onun sözünü ettiği kimseler, bu ikinci şıkta yer alanlardır. Böyle bir kimsenin kendisini ateşten korumak için düşünmesi gerekir. Zira Yüce Allah "Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun"(Tahrim 6) buyurmuştur. Bu kişinin kendisinden irşat isteyen herkese bu yolu göstermesi ve hakkın varlığına burhanlar getirmesi gerekir. Nebi s.a.v.'in dönemi ile ondan sonraki zamanlarda yaşayan selef-i salih in böyle hareket etmiştir. Nebi s.a.v.'i tasdik noktasında gönlünde şüphe olmayan ve nefsi Yüce Allah'ın bir lutfu ve kolay kılması sayesinde kendisinden delil istemeyen kimselere gelince, bunlar hakkında Yüce Allah "Fakat Allah size imanı seudirmiş ve onu gönüllerinize seudirmiştir"(Hucurat 7) "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslama açar"(En'am 125) demektedir. Burada sözü edilenler babalarını ve reisierini taklit eden kimseler değildir. Çünkü onların babaları veya başlarındaki reisieri küfre girse bunlar onların ardından gitmezler. Tam tersine şeriata muhalif bir söz işittikleri herkesten içlerinde nefret duyarlar. Ayetlere ve hadislere gelince, bunlar uymaları yasak edilen kimselere tabi olan ve tabi olmaları emredilenlere tabi olmaktan kaçınan kimseler hakkındadır. Yüce Allah, onlara iddialarına delil getirmeleri yükümlülüğünü koymuştur. mu'minler ise böyle değildir. Onlar bir delil getirmedikçe tabi olmalarını geçersiz kılan herhangi bir ifade gelmiş değildir. Allah'a ve Nebiine muhalif olan herkesin esasen dayanacağı hiçbir delil yoktur. Yüce Allah'ın onlara delil getirme yükümlülüğünü koyması kendilerini susturma ve aciz duruma düşürmek içindir. Getirdiği hususlarda Nebie tabi olan kimseye gelince, o kendisine emredilen hakka uymuştur. Onun gittiği yolun gerçek olduğuna delil vardır. O kişi sözkonusu burhanı açıklamayı ister bilsin, isterse bilmesin farketmez. Bunların içerisinde "Yüce Allah akıl yürütmekten söz etmiş ve bunu emretmiştir" diyenlerin görüşlerini kabul ediyoruz. Fakat bu, gücü yeten herkes için mendub ve güzel bir şeydir. Daha önce açıklandığı üzere gönlü tasdike yatışmayan kimse için de bir yükümlülüktür. Başarı Yüce Allah'tandır. Bir başkası şöyle demiştir: Selefin yolu daha salim, halefin yolu daha sağlamdır görüşü isabetli değildir. Çünkü bunu söyleyen kişi, selefin yolunun Kur'an'ın ve hadislerin lafızlarına bu konuda herhangi bir fıkıh ve anlayış sahibi olmaksızın sırf iman etmek olduğunu, halefin yolunun ise çeşitli mecazlarla hakiki manalarından çevrilmiş olan nasıarın manalarını bulup çıkarmak olduğunu zanneder. Bu görüşü savunan kimse böylece selefin yolunu bilmeme, halefin yolu konusunda iddiada bulunma sakıncasını kendisinde birleştirmiş olur. Oysa mesele onun zannettiği gibi değildir. Tam tersine selef, Yüce Allah'ı layıkı olduğu şekilde bilmekte ve ona son derece tazimde bulunup, emrine boyun eğmekte, iradesine teslim olmaktadır. Halefin yolunu tutan hiçbir kimse,- tevil ettiği şeyin Allah'ın iradesi olduğuna güven içinde değildir. Onun yaptığı tevilin sıhhatine kesin karar vermesi mümkün değildir. Kurtubi şöyle demiştir: Fetva imamlarıyla, onlardan önce geçen selef imamlarının benimsedikleri görüş budur. Bazıları fıtratın aslı hakkında söylenenlerle önce Hz. Nebiden, sonra sahabilerden mütevatir olarak nakledilen uygulamaları delil olarak göstermektedirler. Buna göre Hz. Nebi sallallii.hu aleyhi ve selle m ve sahabiler puta tapmakta olan kaba ve sert Arapların İslama girenlerinin Müslüman olduklarına hükmetmişler, onların kelime-i şehadeti ikrar etmelerini, delilleri öğrenmeyi zorunlu kılmaksızın İslamın ahkamını benimsemelerini kabul etmişlerdir. Gerçi onların birçoğu, herhangi bir delilin bulunması ve o delilin kendisine açık bulunması sebebiyle Müslüman olmuşlardır. Bunların birçoğu daha önce herhangi bir delil olmaksızın gönüllerinden Müslüman olmuşlardır. Hatta sırf ehl-i kitabın ileride bir Nebi gönderileceği ve kendisine muhalif olanlara galip geleceği yolundaki haberlerine dayanarak Müslüman olmuşlardır. Hz. Muhammed hakkındaki alametleri gördüklerinde Müslüman olmaya koyulmuşlar, onun söylediği her sözde, namaz, zekat ve başkaca davet ettiği şeyler konusunda kendisini tasdik edip, doğrulamışlardır. Ebü'l-Muzaffer b. es-Sem'anı de bu konuda kısaca şöyle der: Akıl hiçbir şeyi ne vacip kılar, ne de haram kılar. Aklın bu gibi şeylerde hiçbir fonksiyonu yoktur. Şeriat herhangi bir hükmü getirmek istemezse hiç kimseye hiçbir şey vacip olmaz. Zira Yüce Allah "Biz bir Nebi göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz. "(İsra 15) "İnsanların Nebilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın"(Nisa 165) demektedir. Bu konuda daha birçok ayet sıralamak mümkündür. Nebilerin davetinin detay (fürli') hükümleri beyan etmek için olduğunu iddia eden kimsenin Allah'a çağrıda bulunanın Nebi değil, akılolduğunu söylemesi gerekir ve yine böyle bir iddia sahibinin Allah'a davet açısından Nebilerin varlığıyla yokluğunun bir olduğunu ifade etmesi gerekir. Bu ise sapıklık olarak insana yeter. Biz aklın insanı tevhide götürdüğünü inkar etmiyoruz. Bizim kabul etmediğimiz nokta, aklın tek başına bu fonksiyonu yerine getirdiği ve akılolmaksızın Müslümanlığın geçerli olmadığı iddiasıdır. Sem'anl'nin ifadesini Ebu Davud'un İbn Abbas'tan naklettiği şu hadis teyit etmektedir: Adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Allah aşkına soruyorum. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmemiz, Lat ve Uzza'yı bırakmamız için seni Allah mı gönderdi?" Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem" evet" deyince, o kişi Müslüman oldu. Bu haberin aslı, Dımam b. Salebe olayı bağlamında Buhari ve Müslim' dedir. İbn Abbas hadisinde buraya kadar zikredilenlerden başka sonuçlar da çıkmaktadır. Buna göre bir kMir kelime-i şehadetleri ikrar ettiği takdirde onun Müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü Allah'a ve Nebiine imanın gereği, onlardan gelen şeylerin tümünü tasdik edip, bunları üstlenmektir. Bunlar kelime-i şehadetleri tasdik eden kimse için hasıl olur. Bir kafir, mesela namaz gibi İslamın rükünlerinden herhangi bir şeyi tasdik ettiğinde bu hareketiyle Müslüman olur. "Allah'ın kullan üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" Bu ifadenin geniş bir açıklaması Rikak Bölümünde daha önce geçmişti. Bu cümlenin bu bölümde yer alması "Ona hiçbir şeyi ortak koşmamalandır" ifadesidir. Çünkü tevhitten maksat budur. "Kıraatini her zaman 'Kul huvallahu ahad' suresiyle bitirirdL" İbn Dakık el-Iyd şöyle der: Bu, o sahabinin başka sure okuduğunu ve her rekatta ihlası okuduğunu göstermektedir. İfadenin zahirinden anlaşılan budur. O sahabinin kıraatini İhlas suresiyle tamamlanmış olması da muhtemeldir. Bu durumda İhlas suresi son rekata mahsus olur. Birinci ihtimale göre bir rekatta iki sureyi birlikte okumanın caizliği hükmü anlaşılır. Sözkonusu açıklama Salat Bölümünün zikredilen başlığı altında burada yeniden ele almaya gerek bıraktırmayacak şekilde geçmişti. "Çünkü o Rahman'ın sıfatıdır." İbnü't-Tın şöyle der: O kişinin "Çünkü bu sure, Rahmanın sıfatıdır" demesi surenir. içinde Yüce Allah'ın isimlerinin ve sıfatlarının bulunmasından dolayıdır. Onun isimleri, sıfatlarından türemiştir. Bir başkası şöyle der: Sözü edilen sahabinin bu cevabı vermesi Hz. Nebiden duyduğu bir şeye bağlı olabilir. Bu, ya açıkça belirtilmiştir ya da o kişinin hüküm çıkarması yoluyladır. Beyhakl'nin Kitabu'l-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde hasen isnadla nakline göre İbn Abbas şöyle demiştir: Yahudiler, Hz. Nebie geldiler ve ona "Bize ibadet ettiğin Rabbini anlat" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah "Kulhuvallahu ahad"le başlayan ihlas suresini sonuna kadar indirdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Bunlar aziz ve celil olan Rabbimin sıfatıdır" dedi. Ubey b. Ka'b ise şöyle demiştir: Müşrikler Hz. Nebie "Rabbini bize anlat" deyince, İhlas suresi inmiştir. Bu haber İbn Huzeyme'de Tevhid Bölümünde yer almaktadır. Hakim haberin sahih olduğunu belirtmiştir. Bu bölümde yer verilen hadis, Yüce Allah'ın sıfatı olduğunu söyleyen bilginlerin lehine bir delildir ki çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. "Siz de ona Allah 'ın kendisini sevmekte olduğunu haber veriniz." İbn Dakık el-Iyd şöyle der: Yüce Allah'ın ona muhabbet sebebi, o kişinin bu sureyi sevmesi olabilir. Bunun yanında söylediği sözün anlamı da olabilir. Çünkü o kişinin Allah'ın sıfatlarının zikrini sevmesi, inancının sahih olduğuna delildir
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir b. Abdullah r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Allah insanlara merhamet etmeyene, merhamet etmez." buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Usame b. Zeyd r.a. şöyle anlatmıştır: Bizler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunuyorduk. Birden kızlarından birisinin gönderdiği haberci geldi. Kendisini ölmek üzere olan çocuğuna gelmesi için çağırıyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelen kişiye "Dön ve ona Allah'ın almak ve vermek istediği her şey kendisine aittir. Her şeyin onun nezdinde tayin edilmiş bir ömrü olduğunu haber ver ve ona söyle sabretsin ve bu sabrın ecrini ve sevabınI Allah'tan beklesin" buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızı haberciyi tekrar gönderdi "Kızınız kendisine gelmeniz için yemin etti" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem beraberinde Sa'd b. Ubade, Muaz b. Cebelolduğu halde kalkıp gitti. Hasta çocuk Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kucağına verildi. çocuğun nefesi hınltılı bir şekilde gidip gelmekte idi. çocuğun nefesi, sanki eski bir kırbaya dökülen su sesi gibi çıkıyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gözleri yaşlarla doldu. Sa'd b. Ubade (bu yaşları görünce) "Ya Resulallah' Bu (yaş ve ağlama) nedir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu (gözyaşı) Allah'ın kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir. Allah ancak kullarından merhametli ve şefkatli olanlara merhamet eyler" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu konuda Cerır'in rivayet ettiği "Allah, insanlara merhamet etmeyene merhamet etmez" hadisine yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması, Edeb Bölümünde geçmişti. Buhari bir de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızının çocuğunun vefatı olayı ile ilgili olan Üsame b. Zeyd hadisine yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Cenaiz Bölümünde geçmişti. İbn Battal şöyle der: İmam Buharl'nin hadise bu bölümde yer vermesi, rahmeti ortaya koymak içindir. Rahmet Yüce Allah'ın zatının sıfatlarından biridir. Rahman öyle bir vasıftır ki Yüce Allah bununla kendi nefsini nitelemiştir. Rahman, rahmet manasını içermektedir. Tıpkı onun alim olarak nitelenmesi ilim manasını içerdiği gibi. Buna başka örnekler vermek de mümkündür. İbnü't-Tın şöyle der: "er-Rahman" ve "er-Rahim", "er-Rahme" kelimesinden türemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu eza (verici isnad ve iftira) ya Allah'tan çok sabırlı değildir. İnsanlar Allah'a oğul isnad ederler de sonra Allah yine onları (afetlerden) selamette kılar ve (her türlü nimetlerle) rızıklandırıp (yaşatır). " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hiçbir kimse (kendisi hakkında) duyduğu eza (verici isnad ve iftira)ya Allah'tan çok sabırlı değildir." Bu hadisin açıklaması Edeb Bölümünde geçmişti. Hadise burada yer verilmesinin sebebi "onları (afetlerden) selamette kılar ve (her türlü nimetlerle) rızıklandmp (yaşatır)" ifadesiyle "isnad ederler" cümlesidir. İbn Battal şöyle demiştir: Bu başlık, Yüce Allah'ın iki sıfatını içermektedir. Bunlar zatı sıfatlarıyla, mı sıfatıdır. Rızık vermek Yüce Allah'ın fiillerinden biridir. O, Allah'ın fiil sıfatlarındandır. Zira rızık veren niteliği, bir rızıklananın bulunmasını gerektirir. Yüce Allah ezelde vardı, ancak rızıklanan hiç kimse yoktu. Orada mevcut olmayan her şey sonradan olmadır (muhdes). Yüce Allah Rezzak olarak vasıftanmıştır. O mahlukatı yaratmadan önce kendisini Rezzak olarak nitelemiştir. Bu, rızıklanacak kimseleri yarattığında onlara rızık verecek anlamındadır. Kuvvet, Allah'ın zat sıfatlarındandır. Kuwet, kudret manasındadır. Yüce Allah her zaman kuvvet ve kudret sahibidir. Onun kudreti mevcuttur, zatı ile kaimdir ve ona kadir olanların hükmünü vermektedir. Ayette geçen "el-metin" kuvvetli anlamındadır. Kelime sözlükte sabit ve sahih olan manasınadır. Beyhaki şöyle demiştir: Kuvvetli ve kudreti tam olan bir varlığa hiçbir durumda acizlik nispet edilmez. Dolayısıyla kelimenin manası, kudret ve kadir köküne dayanır. Bu hüküm, "Allah kudretle değil, kendi nefsiyle kadirdir. Çünkü "kuvvet" "kudret" manasındadır. Yüce Allah yukarıdaki ayette "zülkuvve=kuvvet sahibi" ifadesini kullanmaktadır" diyen görüşü reddetmektedir. Hadiste yer alan "asberu=en sabırlı" kelimesi, sabır kökünden ism-i tafdildir. Yüce Allah'ın Esma-i hüsna'sından birisi de "es-sabur=çok sabırlı" sıfatıdır. Bunun manası asi olanlara acele ile cezalarını vermez demektir. Kelime "el-halim" sıfatına anlamca yakındır. "el-Halim" selamet konusunda ukubetten daha vurguludur. "el-Eza" kelimesinden maksat onun Nebilerine ve salih kullarına yapılan eziyettir. Zira yaratıkların ona eziyet vermeleri imkansızdır. Çünkü eziyet edilme, noksanlık sıfatıdır. Allah her türlü noksanlıktan münezzehtir. Yüce Allah intikamını herhangi bir kimsenin zorlaması altında kalarak değil, kendisinden bir lütuf olarak erteler. Allah'ın eşinin ve çocuğunun olmadığını söyleyen Nebileri yalanlamak, onlara eziyet vermek demektir. Eziyetin Allah'a izafe edilmesi onlara tepki koymada abartı ve sözlerinin vebalinin ne kadar ağır olduğunu vurgulamak içindir. Yüce Allah'ın "Allah ve Resulünü incitenlere Allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır. "(Ahzab 57) ayeti de bu kabildendir. Çünkü ayetin manası Allah'ın ve Resulünün dostlarını incitenler demektir. Bu durumda muzaf (tamlanan) muzafun i1eyh (tamlayan) yerine konulmuştur. İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Bu ayetin hadisle uygunluk yönü Allah'ın kudretine delalet eden rızık ve kuvvet sıfatlarını kapsamasından dolayıdır. Rızıktan başlayacak olursak bu "Rızıklandınp, yaşatır" ifadesinde gayet açıktır. Kuvvete gelince, bu da "Çok sabırlıdır" ifadesinden anlaşılmaktadır. Çünkü kelimede kullar kendisine kötülük ettiği halde -insanların karakteri aksine- Yüce Allah'ın onlara ihsan etmeye kudreti olduğuna işaret vardır. İnsanoğlu ise -şer'an üstlenmesi hariç- kendisine kötü davranana iyilikte bulunma gücünü kendinde bulamaz. Bunun sebebine gelince, yok olma korkusu insanı derhal karşıdaki kişiye ceza ile ödül vermeye sevkeder. Yüce Allah şu anda ve gelecekte buna kadirdir. Onu hiçbir şeyaciz bırakamayacağı gibi yok da edemez
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ğaybın anahtarları beştir ki onları Allah'tan başka kimse bilemez. Rahimlerin ne eksilttiğini Allah'tan başkası bilemez. Yarın ne olacağını Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Yağmurun ne zaman geleceğini de Allah'tan başka kimse bilemez. Hiçbir nefis hangi yerde öleceğini bilemez. Allah'tan başka hiçbir kimse kıyametin ne zaman olacağını bilemez
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha, Mesruk'a şöyle demiştir: Her kim sana "Muhammed (miraç gecesinde) Rabbini gördü" diye hadis rivayet ederse yalansöylemiştir. Çünkü Allah "Gözler onu göremez"(En'am 103) demektedir. Yine her kim sana Muhammed'in gaybı bildiğini rivayet ederse muhakkak o da yalan söylemiştir. Çünkü Yüce Allah "Allah'tan başka kimse gaybı bilmez"(Neml 65) diye söylüyor demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Buradaki örnek ayetlerden ikincisi hakkında Lokman suresinin tefsiri yapılırken orada zikredilen İbn Ömer hadisini açıkladığımız sırada söz etmiştik. Beşinci ayete gelince Taberi şöyle der: Kıyametin ne zaman kopacağını O'ndan başka hiç kimse bilmez. Buna göre onun takdiri Allah'a kalmıştır. Kıyamet saatinin bilgisi ona havale edilir. İbn Battal şöyle demiştir: Bu ayetler Yüce Allah'ın ilmini ispat eden ayetlerdir. İlim, -Allah ilim olmaksızın alimdir diyen görüşün aksine- zat sıfatlarındandır. Öte yandan Allah'ın ilminin kadim (ezeli) olduğu sabit olduğuna göre ilminin malum olan her şeye taallukunun bu ayetlerin delaletiyle hakiki olması gerekir. Bu açıklama ile onların kudret, kuvvet, hayat ve başka sıfatlar konusundaki görüşleri de kendilerine reddolunur. Beyhaki bu bölümde zikredilen ayetlerle bu manada başkalarını zikrettikten sonra şöyle der: Ebu İshak el-İsferEl.yini'nin görüşü şöyle idi: "el-Alim" malumatı bilen, "el-habir" bir şeyi daha vücuda gelmeden bilen, "eş-şehid" hazırı bildiği gibi gaibi de bilen, "el-muhsi" çokluk, bilmesine engelolmayan demektir. Ebu İshak bundan sonra "O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir"(Taha 7) ayet-i kerimesi hakkında İbn Abbas hadisine yer verir ve şöyle der: Allah kulun kendi içinde sakladığını ve yapmadan önce ileride yapacaklarına dair kendisinin de bilmediğini bilir. Bir başka isnadla yapılan nakilde İbn Abbas şöyle demiştir: Allah senin kendi nefsindeki sırrı bildiği gibi, yarın yapacağın şeyi de bilir. "Yahya, O her şey üzerinde ilmen zahir, her şey üzerinde ilmen batındır demiştir." Burada adı geçen Yahya, meşhur nahiv alimi Yahya b. Ziyad el-Ferra'dır. O bu görüşe Maani'l-Kur'an isimli eserinde yer vermiştir. Bir başkası ise şöyle demiştir: "ez-Zahir" ve "el-bMın" kelimelerinin manası eşyanın zahirine de, batınına da vakıf ve haberdar demektir. Bazıları o, delillerle zahir, zatı itibariyle batındır derken, bir başkası, aklen zahir, hissen batındır demiştir. Bir başka bilgin ise zahir her şeye all ve yücedir. Çünkü bir şeye galebe çalan varlık, ona galip gelir ve yüce olur. BMın ise her şeyde bMın yani her şeyin içyüzünü bilen demektir demiştir. Onun "küllü şey=her şey" sözü, olan ve ileride olacak olanları bilmesini kapsar. Zira bütün mahlukatı kendi iradesiyle yaratan varlık, onları bilme ve kendilerine muktedir olma ile niteliklidir. Necm suresinin tefsirinde Veki vasıtasıyla İsmail'in şu sözüne yer verilmişti: "Her kim sana yarın olacakları bildiğini söylerse yalan söyler." Sonra İsmail, "Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez"(Lokman 34) ayetini okunmuştur. Burada bu ayete yer verilmesi, daha önceki İbn Ömer hadisine paralelolduğu için çok uygun düşmüştür. Fakat İmam Buhari açıkça söyleyeceği yerde işaret etmeyi tercih etmek gibi çoğunlukla başvurduğu adetine göre hareket etmiştir. Allah'ı görmeyle ilgili konunun açıklanması, Necm suresinin tefsirinde geçtiği gibi gaybı bilme ile ilgili şeyler Lokman suresinin tefsirinde geçmişti. İbnü't-Tin'in nakline göre Davudi şöyle demiştir: Bu rivayet yolunda geçen "Her kim sana Muhammed'in gaybı bildiğini rivayet ederse muhakkak o da yalan söylemiştir." ifadesinin mahfuz olduğunu zannetmiyorum. Hiç kimse Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine bildirilenler hariç gaybı bildiğini iddia etmez. Haberin burada yer alan rivayet yolunda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in adı açıkça zikredilmemektedir. Haberde "Her kim o bilir diye rivayet ederse" ifadesi kullanılmaktadır. Zannediyorum ravi Aişe r.anha'nın ifadesindeki "Sana rivayet ederse" cümlesindeki zamirin bundan öncekinde geçtiği üzere Muhammed olduğu düşüncesine dayandırmıştır. Çünkü bundan önceki cümle "Her kim, sana 'Muhammed (miraç gecesinde) Rabbini gördü' diye hadis rivayet ederse yalan söylemiştir" cümlesi geçmişti. Aişe r.anha bundan sonra "Her kim sana o yarın olacakları bilir diye rivayet ederse yalan söylemiştir" demiştir. Ancak İbrahim en-Nehaı'nin Mesruk vasıtasıyla Aişe r.anha'den naklettiği rivayet, bu görüşü bulandırmaktadır. İbrahim'in rivayetine göre Aişe r.anha şöyle demiştir: "Üç şey var ki bunlardan birini söyleyen Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuştur: "Her kim o yarın olacakları bildiğini iddia ederse yalan söylemiştir. "(Müslim, İman) Bu hadisi Nesai de rivayet etmiştir. İfadenin zahirine göre zamir, iddiada bulunan kişi yerine kullanılmıştır. Fakat İbn Huzeyme ve İbn Hibban'ın Şa'b!'den yaptıkları nakillerine göre bu zamirin Muhammed yerine kullanıldığı açıkça şöyle belirtilmiştir: "Muhammed Rabbini görmüştür ve o vahiyden bazı şeyleri gizlemiştir. Muhammed yarın olacakları bilir diyen kimse Allah'a karşı büyük bir yalan iftirada bulunmuştur." Hadis Müslim' de yer almaktadır ve bu rivayet daha tamdır.(Müslim, İman) Fakat orada "Her kim onun yarın olacakları haber verdiğini iddia ederse" cümlesi açık isim değil, zamirle kullanılmıştır. Nitekim İsmail'in "Her kim Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir şey gizlediğini iddia ederse" şeklindeki cümlesine matuf olan rivayetinde de zamir yer almaktadır. Dolayısıyla Davud!'nin "Hiç kimse Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine bildirilenler hariç gaybı bildiğini iddia etmez" şeklindeki iddiası tenkide uğramaktadır. Çünkü imanı kök salmamış bazı kimselerin düşüncesi bu yönde idi. Hatta onlar Nebiliğin sıhhati, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gayba dair ne varsa tümünü bilmesini gerektirir düşüncesinde idiler. Nitekim İbn İshak'ın Meğaz!'sinde yer alan bir habere göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in devesi kaybolur. Bunun üzerine Zeyd b. el-lasıt, Muhammed Nebi olduğunu iddia edip, semadan haber verdiğini söylüyor. Halbuki devesinin nerede olduğunu bilmiyor demiştir. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Filanca şöyle şöyle söylüyor. Allah 'a yemin olsun ki ben sadece onun bana bildirdiğini bilirim. Yüce Allah bana devemin nerede olduğunu göstermiştir. Devem filan yerdeki dağ yolundadır ve görülmesine bir ağaç engel olmaktadır" demiş ve bunun üzerine bazıları gidip, devesini getirmiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisinin gayba dair Allah' ın bildirdiklerinden başkasını bilmediğini ifade etmiştir. Bu, Yüce Allah'ın "Sırlarını kimseye muttali kılmaz. Ancak (bildirmeyi) dilediği Nebi bunun dışzndadır"(Cin 27) ayetine uygun düşmf'ktedir. Buradaki "gayb" kelimesinden maksadın ne olduğu noktasında ihtilaf edilmiştir. Bazıları, kelime genelliği üzeredir derken, bazıları özellikle vahiyle ilgilidir demişlerdir. Başkaları ise kıyametin bilgisine dairdir görüşünü ileri sürmüşlerdir. Ancak bu yaklaşım, Lokman suresinin tefsirinde "Kıyametin bilgisi Yüce Allah'ın kendisine ayırdığı bilgilerdendir" şeklinde geçen ifadeye göre zayıftır
- Bāb: ...
- باب ...
Şekik b. Seleme'nin nakline göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Bizler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkasında namaz kılardık da teşehhüdde "es-selamu alallahi=Allah'a selam olsun" derdik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Selam, Allah'zn kendisidir. Fakat şöyle deyiniz: et-Tahiyyatu lillahi ve'ssalavatu ve't-tayyibdtu. es-Selam u aleyke eyyuhe'n-nebiyyu ve rahmetu'l-lahi ve berekatuh. es-Selamu aleyna ve ala ibadi'l-lahi's-salihin. Eşhedu en la ilahe illailah ve eşhedu enne Muhammeden abduM ve rasuluh=Tahiyyat Allah'a mahsustur. Salavat Allah içindir. Tayyibat da ona mahsustur. Ey Nebi, Allah'zn selamı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Biz ve Allah'ın salih kullarına selam olsun. Şehadet ederim ki Allah 'tan başka hak mabud yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed onun kulu ve resuıüdür." Fethu'l-Bari Açıklaması: Yukarıdaki başlık bütün eserlerde bu şekildedir. Ancak İbn Battal buna bir de "el-muheymin" ismini eklemiştir. Bilginler Allah açısından "es-selam" kelimesinin manasının "mu'minIerin ukCıbetinden . salim oldukları varlıktır" demişlerdir. Buna paralelolarak "elmu'min" kelimesinin tefsirinde ise "mu'minierin ukCıbetinden gü\knde oldukları varlık" ifadesini kullanmışlardır. "es-Selam", "selime min külli naksin = her türlü noksanlıktan salim oldu" ve "Berie min külli Metin ve aybin=Her türlü afet ve ayıptan uzak oldu" manasındadır. Bu, sıfat-ı selbiyyedir demişlerdir. Bazıları "esselam" kelimesinin "Onlara merhametli Rabbin söylediği selam vardır"(Yasin 58) ayetinden dolayı kullarına selam veren manasında olduğunu söylemişlerdir. Bu takdirde kelime, kelam sıfatı olmuş olur. Bazıları "es-selam" kelimesinin yaratıkların zulmünden salim olduğu varlık derken, bazıları kullarına selamet kaynağı varlık demişlerdir. Kelime bu durumda fiili sıfat olur. Bazı bilginlere göre "el-mu'min" nefsini ve dostlarını tasdik eden, doğrulayan demektir demişlerdir. Onun tasdiki, kendisinin doğru sözlü, kullarının doğru sözlü olduklarını bilmesidir. Bazılarına göre bunun manası kendi nefsini birleyen demektir. Bazı bilginler ise "güven yaratan" derken, başkaları "güven bahşeden" demişlerdir. Bazılarına göre ise kelimenin manası "kalplerde huzur yaratan" demektir. Beyhakl'nin nakline göre Halımı şöyle demiştir: el-Muheymin'in manası itaatkara sevabından hiçbir şeyi -çok bile olsa- eksiltmeyen, isyankara da cezayı hak ettiğinden daha fazla vermeyen demektir. Çünkü onun yalan söylemesi mümkün değildir. Sevaba ve ikaba ceza adı verilmiştir. O sevabı arttırıp, birçoklarının cezasını bağışlamak suretiyle lütufta bulunabilir. Beyhakl'nin görüşü şöyledir: Bunlar tefsir bilginlerinin "el-muheymin"in "el-emin" olduğu yolundaki açıklamalarıdır. Beyhaki bunun akabinde Teyml'den, İbn Abbas'ın "muheyminen aleyhi" ifadesi hakkındaki şu açıklamasına yer verir. "Muheyminen" güven veren demektir. Ali b. Ebi Talha'nın nakline göre İbn Abbas "el-muheymin"i emin şeklinde açıklarken, Mücahid'in nakline göre "eş-şahid" şeklinde tefsir etmiştir. Bazı bilginler "el-muheymin" her şeyi gözeten ve muhafaza eden anlamındadır demişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet günü yeryüzünü tutar, gökleri de sağ eli içine dürer, büker. Sonra: 'İşte melik benim! Hani yeryüzünün melikleri nerede' diye hitap eder." Fethu'l-Bari Açıklaması: Beyhaki şöyle demiştir: "el-Melik" ve "el-malik" mülkü özelolan demektir. Bu kelimenin Allah açısından anlamı "yoktan var etmeye kadir olan" demektir. Bu, Allah'ın zatı itibariyle layık olduğu sıfattır. Rağıb şöyle demiştir: O, emir ve yasaklama ile vasıflı meliktir. Bu, konuşup akledenlere mahsustur. Bundan dolayı Yüce Allah "insanların meliki" ifadesini kullanmış, "melikü'leşya=eşyanın meliki" dememiştir. Beyhaki şöyle devam eder: Yüce Allah'ın "meliku yevmiddin=ceza gününün malikidir"(Fatiha 4) ifadesi, "Bugün hükümranlık kimindir?"(Mu'min 16) ayetinden dolayı ceza günü hükümran ve malik demektir. İbn Battal şöyle demiştir: "Melikünnas=insanların meliki" ifadesi, "ettahıyyatu lillahi" manasına dahildir. Buna göre mana "Mülk Allah'ındır" demek olur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara sanki Rabbinin "İnsanların Rabbine, insanların melikine sığınınm"(Nas 2,3) ayetindeki emre sarılmış olarak "et-tahıyyatu lillahi" demelerini emretmiştir. Yüce Allah'ın kendisini "melikünnas" şeklinde nitelemesinde iki ihtimal söz konusu olabilir: Birincisi, bunun kudret manasında olmasıdır ki o zaman zati sıfatı olur ya da bu kahr ve istedikleri şeylerden onları çevirmek manasınadır ki bu takdirde fiil sıfatı olur. İbn Battal şöyle devam eder: Hadiste "el-yemin=sağ el" kelimesinin zati sıfatlarından biri olarak Allah'ın sıfatı olduğu belirtilmektedir. Bu mücessimenin görüşünün aksine organ anlamındaki el değildir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dua ediyordu: "Euzu bi izzetikellez! la ilahe illa ente ellezi la yemutu v'el-cinnu ve'l-insu yemutune '' Duanın anlamı: Allah'ım senin izzetine sığınırım, sen o kudret sahibisin ki senden başka hiçbir ilah yoktur ve sen ebedi hayat sahibisin. Halbuki cinler ve insanlar ölürler
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle haber vermiştir: "Cehenneme (kafirler) atılır durur. Cehennem de 'Daha ziyade var mı?' der. Nihayet alemlerin Rabbi ona ayağını koyar da cehennem bir kısmı diğerine dürülür. Sonra cehennem 'Ya Rab! Senin izzetine ve keremine yemin ederim ki yeter, yeter!' der. Cennet ise (içine girenlerle) devamlı artıp, büyür. Nihayet Allah onun (boşluğunu doldurmak) için yeniden birtakım halk yaratıp, bunları cennetin fazlalığına yerleştirir. " Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: "el-Azız", "el-izzet" manasını içermektedir. el-İzzet, kudret ve azam et manasına zat! sıfat olma ihtimali bulunduğu gibi, mahlukatını kahr ve onlara galip olma manasında fiil sıfatı olma ihtimali de vardır. Bundan dolayı Allah'ın isminin ona izafesi isabetli olmuştur. İbn Battal şöyle devam eder: Allah'ın zatı sıfatı olan izzetine yemin edenle, fiili sıfatı olan izzetine yemin eden arasındaki fark, birinciye yemin etmek caiz iken, ikinciye caiz olmaması şeklindedir. ikinci manadaki izzet üstüne yemin etmek, "hakkussema=semanın hakkı için" ve "ve hakkı Zeyd=Zeyd'in hakkı için" yeminlerinde olduğu gibi yasak edilmiştir. Biz de şunu ekleyelim: Bir kimse mutlak olarak yemin ettiğinde bu Allah'ın zatı sıfatına yemin olarak anlaşılır ve yapılan yemin geçerli olur. Ancak kişi, bunun aksini kastetmişse bu bölümdeki hadislerin ışığı altında bu caiz olmaz. Rağıb şöyle demiştir: el-Azız, galip gelen ve yenilmeyen demektir. Allah'ın izzeti, daimi ve bakidir. Bu, hakiki ve övülen İzzettir. İzzet kelimesi bazen istiare yoluyla taraftarlık ve gurur anlamında kullanılır ve bununla kMir ve fasık nitelenir. Kelime bu manada kötü bir niteliktir. Yüce Allah'ın "Benlik ve gurur kendilerini günaha sevkeder"(Bakara 206) ifadesinde geçen "el-izzet" kelimesi, bu manada kullanılmıştır. Buna karşılık "Kim izzet ve şeref istiyor idiyse bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır"(Fatır 10) ayetinde geçen "el-izzet" kelimesinin manası, her kim aziz olmak istiyorsa izzeti Allah'tan kazansın. Çünkü izzet onundur ve buna ancak ona itaatı e erilir demektir. Bundan dolayı Yüce Allah Nebiinin ve mu'minlerin izzeti olduğundan söz etmiş ve bir başka ayette "Halbuki asıl üstünlük (izzet) ancak Allah 'ın, Nebiinin ve mu'minlerindir" diye haber vermiştir.(Munafıkun 8) İzzet kelimesi bazen "Sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir"(Tevbe 128) ayetinde olduğu gibi zorluk anlamına kullanılır. Bazen de kelime galebe çalmak anlamındadır. "azzenı fi'l-hitabi=Ve tartışmada beni yendi"(Sad 23) ayetinde "izzet" kelimesi bu manada kullanılmıştır. Beyhaki'ye göre izzet, kuvvet manasına gelir ve kudret manasına döner. Beyhaki bundan sonra İbn Battal'ın ifadesine benzer açıklamalarda bulunur. Öyle anlaşılıyor ki Buharl'nin attığı bu başlıktan maksadı "Allah ilimsiz bilendir" dedikleri gibi "O, izzet olmaksızın azizdir" diyenlere cevap vermektir. "Enes b. Malik'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Cehennem 'izzetine yemin ederim ki yeter, yeter! diyecektir' demiştir." Bu, Kaf suresinin tefsirinde açıklamasıyla birlikte geçen merfu hadisin bir kısmıdır. Bundan maksat şudur: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem cehennem in Allah'ın izzeti üstüne yemin edeceğini nakletmiş ve onun bu hareketini kabul ve tasdik etmiştir. Konuşan ister gerçekten cehennem olsun, isterse ona vekil olanlar örneğinde olduğu gibi başkası konuşsun maksat hasıl olur. "Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bu, açıklamasıyla birlikte Rikak bölümünde eçen uzunca hadisin bir kısmıdır. "Eyyub, 'İzzetine yemin ederim ki senin bereketine ihtiyaç duymama ihtimali m yoktur' demiştiL" Bu, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisin bir kısmıdır. Hadis, Tahara Bölümünde mevsul olarak geçmişti. Hadisin baş tarafı "Eyyub Nebi mucizeli suda yıkandığı sırada ... " şeklinde idi. Bu hadis, Enbiya bölümünde açıklamasıyla birlikte geçmişti. "Halbuki cinler ve insanlar ölürler." Bu ifade, meleklerin ölmeyeceklerine delilolarak gösterilmiştir. Oysa hadiste bunu destekleyecek bir delil yoktur. Çünkü usul-i fıkıh'ta mefhum-ı lakaba itibar edilmez. Mefhum-ı lakabı geçerli kabul ettiğimiz takdirde ifade bundan daha güçlüsü ile çelişir. Sözkonusu güçlü ifade Yüce Allah'ın "O'nun zatından başka her şey yok olacaktır"(Kasas 88) ayetinin genelliğidir. Üstelik meleklerin cin ismin e dahil olmalarına herhangi bir mani yoktur. Zira onlar da cinler gibi insanlara görünmeyen varlıklardır. Bu konuda söylenecek diğer şeyler Daavat, Eyman ve'n-NüzCır Bölümlerinin işaret edilen başlıklarında geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem geceleyin şöyle dua ederdi: "Allahumme leke'l-hamdu. Ente Rabbu's-semavati ve'l-ardi. Leke'l-hamdu. Ente kayyimu's- semavati ve'I-ardi. Kavluke el-hakku ve va'duke el-hakku ve likauke hakkun. Ve'l-cennetu hakkun ve'n-naru hakkun ve's-saatu hakkun. Allahumme leke eslemtu ve bike amentu ve aleyke tevekkeltu ve ileyke enebtu ve bike hasamtu ve ileyke hakemtu fağfirlf ma kaddemtu ve ma ahhartu ve esrartu ve a'lentu. Ente ilahi la ilahe li ğayruke! '' --------------------- Duanın meali:: Ya Rabbi! Hamd ancak sana mahsustur. Sen göklerin ve yerin Rabbisin. Hamd ancak sana mahsustur. Gökleri ve yeri ayakta tutan sensin. Senin sözün haktır. Vaadin haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır, cehennem haktır. Kıyametin kopması haktır! Ya Allah! Yalnız sana teslim oldum, yalnız sana iman ettim. Yalnız sana güvenip dayandım. Yalnız sana döndüm. Yalnız senin burhanına dayanarak mücadele ettim. Yalnız seni hakem kıldım. Önceden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum bütün günahlarımı mağfiret eyle! Sen benim ilahımsın. Senden başka ilah yoktur! Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari, bu başlıkla zikrettiği ayette yer alan "bilhakkı" ve hadiste zikri geçen "kavluke el-hakku" ifadesinin tefsirine işaret eder gibidir. "Bilhakkl=Bi kelimeti'l-hakkı" demektir ki bu da "ol" anlamında "kün" emridir. Buhari adeta "el-kavl" ifadesinden maksadın "el-kelime" olduğuna işaret eder gibidir ki bundan maksat -Yüce Allah daha iyi bilir- "kün=ol" emridir. İbn Battal'ın görüşü şöyledir: Burada yer alan "bilhakkı" ifadesinden maksat "el-hezl=şaka"nın zıttıdır. Esma-i hüsnada yer alan "el-hakk" kelimesi, zaH olup, yok olmayan ve değişime uğramayan sabit ve mevcut olan anlamındadır. Rağıb şöyle demiştir: Esma-i hüsnada yer alan "el-hakk", hikmetinin gereğine göre "el-mevcCıd" demektir. Rağıb şöyle der: Hikmet gereği onun fiilinden mevcut olan her şeye "hakk" denilir. Beyhakl'nin el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinden nakline göre Halımı şöyle demiştir: "el-Hakk" inkan mümkün olmayan, varlığının tanınması ve itirafı gerekli olan demektir. Allah'ın varlığı itiraf edilmesi gerekli ve inkan caiz olmayan şeylerin en önde gelenidir. Zira Yüce Allah'ın varlığı hakkında zuhur ettiği kadar başka hiçbir varlık hakkında göz alıcı beyyine tezahür etmiş değildir. İmam Buhari bu konuda İbn Abbas'ın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gece namazındaki duasının zikredildiği hadise yer vermektedir. Bu hadiste "Ya Rabbi! Hamd ancak sana mahsustur. Sen göklerin ve yerin Rabbisin!" cümlesi yer almaktadır. Bu ifadenin açıklaması ve lafız farklılıklan Teheccüd Bölümünde geçmişti. İbn Battal şöyle der: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Rabbu' s-semavati ve'l-ard=göklerin ve yerin Rabbisin" cümlesinin anlamı, göklerin ve yerin yaratıcısısın demektir. "Bilhakk" Allah gökleri ve yeri hakla yoktan var etti demektir. Bu ifade tıpkı "Rabbena ma halakte Mza batıla=Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın"(AI-i İmran 191) ifadesi gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari şöyle demiştir: Bizler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in maiyetinde bir seferde bulunduğumuz sırada, yüksek bir yere çıktığımız zaman, yüksek sesle tekbir getirirdik. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Nefislerinize acıyınız! Çünkü sizler ne bir sağırı çağırıyorsunuz, ne de bir gaibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki sizler iyi işiten, mükemmel gören ve size çok yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz" buyurdu. Ebu Musa dedi ki: Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim üzerime geldi. O sırada ben gönlümden "La havle ve la kuwete illa billah=her çare ve kuwet ancak Allah ile olur" diyordum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Ey Abdullah b. Kays! La havle ve la kuvvete illa billah sözünü söyle, çünkü o cennet hazinelerinden bir hazinedir" buyurdu ya da "Sana cennet hazinelerinden birini göstereyim mi?" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Amr'ın nakline göre Ebu Bekir Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! Bana bir dua öğret de onunla namazım (ın sonunda) dua edeyim" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona Allahumme innfzalemtu nefsfzulmen kesfran ve la yağfiruzzünube illa ente. Fağfirli min ındike mağfiraten. İnneke entel ğafururrahim = Ya Allah! Şüphesiz ben kendime çok zulmettim. Günahları mağfiret eden de ancak sensin. Öyle ise kendi katından gelen bir mağfiret ile bana mağfiret et. Şüphesiz gafur, rahim sensin! de" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'nin, Aişe r.anha'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(Ben Taiften eli boş döndüğümde) Cebrail bana nida edip şöyle dedi: Allah, kavminin senin hakkında dediklerini muhakkak işitti ve onların senin davetini reddetmelerini de işitti. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir' sözü." İbn Battal şöyle demiştir: İmam Buharl'nin bu bölümden maksadı "Seml'un basir"in manası, "alim=çok bilen"dir diyenlere cevap ve reddiyedir. İbn Battal şöyle devam eder: Bu görüşü savunan kimsenin Allah'l gökyüzünün yeşil olduğunu bilip, onu görmeyen körle ve insanların birtakım sesleri olduğunu bilip, bunu duymayan sağırla bir tutması gerekir. Şüphe yok ki işiten ve gören, kemal sıfatı açısından bunlardan birine sahipken, diğerinden mahrum olandan daha mükemmeldir. Onun her şeyi işiten ve gören olması, çok bilen olmasına ilaveten daha fazla bir özellik ifade eder. Onun her şeyi işiten ve gören olması, kulakla işitip, gözle görmesini gerektirir. Tıpkı "alim" olmasının, ilimle biliyor olmasını gerektirdiği gibi. Onun her şeyi işiten ve gören olması ile kulak ve göz sahibi olması arasında hiçbir fark yoktur. İbn Battal bu, kesin olarak ehl-i sünnetin benimsediği görüştür demiştir. Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde şöyle der: "es-Semi'" kulağı olup, işitilme özelliği olan şeyleri duyan, "el-basir" görülebilen şeyleri idrak ettiği bir göze sahip olan demektir. Bunların her ikisi Yüce Allah açısından kendi zat ı ile kaim bir sıfattır. Ayet-i kerime ve bu başlık altında yer alan hadisler, "Allah'ın her şeyi işiten ve gören olmasının her şeyi bilen anlamına geldiğini iddia eden" kimselere red anlamı taşımaktadır. Beyhaki bundan sonra Ebu Davud'un Müslim'in şartını taşıyan güçlü bir isnadla Ebu Yunus'tan naklettiği Ebu Hureyre hadisine yer verır. Buna göre Ebu Hureyre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu ayeti okuduğunu ifade etmiştir: "Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir."(Nisa,58) Ebu Hureyre bu ayeti okurken iki parmağını kullanmıştır. Ebu Yunus, Ebu Hureyre baş parmağını kulağına şehadet parmağını gözünün üstüne koydu demiştir.(Ebu Davud, Sünne) Beyhaki şöyle der: O bu hareketiyle insandaki bulunduğu yere işaret ederek Yüce Allah'ın kulağının ve gözünün var olduğuna işaret etmek istemiştir. Yine o, Allah'ın kulağının ve gözünün olduğunu vurgulamak istemiş, bundan maksadın ilim ve bilgi olmadığına işaret etmek istemiştir. Şayet böyle olsaydı, Ebu Hureyre kalbine işaret ederdi. Çünkü ilmin mahalli kalptir. Bu başlık altında üçüncü sırada zikredilen Abdullah b. Amr hadisine göre Ebu Bekir Sıddik "Ya Resulallah! Bana bir dua öğret" demiştir. Namazın Sıfatları başlığının son kısımlarında ve Daavat Bölümünde bu hadis açıklamasıyla birlikte geçmişti. İbn Battal hadisin Buhari'nin attığı başlıkla olan ilişkisine şöyle işaret etmiştir: Ebu Bekir'in Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine öğretirken yaptığı dua, Yüce Allah'ın onun duasını işitmesini ve karşılığında mükafatını vermesini gerektirmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Abdullah es-Selemi r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabilerine işlerin hepsinde Kur'an'dan bir sure öğretir gibi istihare duasını öğretir, şöyle buyururdu: "Herhangi biriniz bir işi yapmaya niyet ettiği zaman farz olmaksızın iki rekat namaz kılsın. Sonra şu duayı okusun: 'Allahumme inni estehiruke bi ilmike ve estekdiruke bi kudretike ve es'eluke min fadlike, fe inneke takdiru vela akdiru ve ta'!emu ve la a'lemu. Ve ente allamu'l-ğuyub. Allahumme fe in kunte ta'lemu haze'l-emre hayren Ii fi acili emri ve ecilihi -veya deki- fl dini ve meaşi ve akibeti emri fakduruhu li ve yessirhu li. Sümme barik Ii flh. Allahumme ve in kunte ta'lemu ennehu şerrun Ii fi dini ve meaşi ve akibeti emrı -veya deki- fi acili emri ve ecilihi fasrifni anhu vakdir li el-hayra haysu kane sümme raddını bihi Duanın meali: 'Allah'ım! Bildiğin için ben senden hayırlısını isterim ve gücün yettiğinden dolayı beni kudretlendirmeni isterim. Bunu senin fadlından istiyorum. Çünkü sen takdir edersin, ben takdir edemem. Sen bilirsin, ben bilemem. Şüphesiz sen allamu'l-guyCıbsun. Allah'ım! Şu işim -dua eden tam buraya geldiğinde işinin ne olduğunu açıkça söyler- benim için dünya ve ahiret işimde -yahut- dinim, yaşayışım ve işimin akıbeti hakkında hayırlı olduğunu bilmekte isen onu benim için takdir et ve bana kolaylaştır. Sonra bu işte bana bereket ihsan eyle! Allah'ım! Bu işin benim için dinim, yaşayışım ve işimin akıbeti hususunda -yahut şöyle derdünya işimde ve ahiret işimde bir kötülük olduğunu bilmekte isen beni ondan çevir ve bana her neredeyse hayrı takdir et. Sonra beni o hayırda razı kıl!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'De ki: Onun gücü yeter' sözü." İbn Battal "kudret" Allah'ın zatı sıfatlarındandır demiştir. Yüce Allah'ın "Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. "(Zariyat 58) sözü başlığı altında "kuwet" ve "kudret" sözcüklerinin aynı manada olduğu geçmiş, bunun yanında bu konudaki görüşler nakledilmiş, gerekli açıklama yapılmıştı. Yukarıdaki hadiste geçen "estakdiruke bi kudretike" cümlesindeki "ba" harfi cerri, ya "istiane=yardımıyla" anlamınadır veya "kasem=yemin" manasınadır ya da "istirham etmek" manasınadır. Buna göre cümlenin manası şöyledir: Ya Rabbi! Senden talep ettiğim şeyi elde etmek için bana kudret vermeni dilerim. "fakdurhu" onu benim için gerçekleştir, "raddinı" beni o konuda razı kıl, onu talep ettiğim için ve gerçekleştiğinden dolayı pişman olmayayım. Çünkü ben onu talep ederken her ne kadar razı isem de akıbetini bilmiyorum demektir. "Sümme ii yekul=sonra desin" cümlesi, sözkonusu istiare duasının namazı bitirdikten sonra yapılacağını açıkça belirtmektedir. Bu konuda sıralamanın namazın zikir ve duaları gibi olma ihtimali de vardır. Buna göre kişi o duayı namazı bitirdikten sonra ama selamdan önce okur. Bu hadisten çıkan diğer sonuçlar Daavat Bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çoğu defa "Kalpleri çevirip döndüren Allah'a yemin olsun ki yapmam!" diye yemin ederdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Rağıb şöyle demiştir: Arapçada "Taklibu şey" bir şeyi bir durumdan diğer duruma çevirmek anlamına gelir. "Taklib", "tasarruf yani çevirme" anlamınadır. Allah'ın kalpleri ve gözleri "taklibi" onları bir görüşten diğer görüşe çevirmesidir. Yukarda zikri geçen İbn Ömer hadisi ile ayetin açıklaması Eyman ve'n-Nüzur Bölümünde geçmişti. Bu ayetle hadisten kalplerin iradi ve irade dışı olarak çevrilmesinin Yüce Allah'ın yaratması ile olduğu anlaşılmaktadır. Bu hadis -mütevatir olmamakla birlikte- Yüce Allah'a "mukallibu'l-kulub" demenin caiz olduğunu savunan görüşe delildir. Hadis Allah'a kendi fiilinden türemiş bir kelimeyi isim olarak vermenin caiz olduğunu göstermektedir. Bu konudaki gerekli açıklama Daavat bölümünde Esmuu'l-Hüsna'dan söz edilirken geçmişti. "Ve nukallibu ef'idetehum" cümlesinin manası daha önce açıklandığı üzere onların kalplerini dilediğimiz şekilde çeviririz demektir. Beydavi şöyle der: Kalplerin çevrilmesinin Allah'a nispet edilmesi, onun kullarının kalplerini üstüne aldığına ve yaratıklarından hiç kimseye bırakmadığına işaret etmektedir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasında geçen "Ya mukallibe'l-kulub! Sebbit kalbl ald dfnike=Ey kalpleri çeviren! Kalbimi dinin üzere sabit kıl" cümlesi bu hükmün Nebilerine varıncaya kadar bütün kulları için geçerli olduğuna, Nebilerin bundan istisna edildiğini zannedenlerin bu düşüncelerinin geçersizliğine işaret etmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in burada özelolarak kendisini zikretmesi, pak ve temiz olan nefsi Allah'a sığınmaya ihtiyaç duyduğuna göre başkalarının bu ihtiyacı evleviyetle duyacaklarını bildirmek içindir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Allah'ın yüz'den bir eksik olarak doksandokuz ismi vardır. Bu isimleri her kim sayarsa cennete girer" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu konuda Allah'ın doksandokuz ismi olduğundan söz eden hadise yer vermiştir. Bu hadisin açıklaması Daavat Bölümünde geçmişti. "Buhari 'ahsaynahu' 'hafiznahu = onu ezberledik' manasınadır demiştir." Asili şöyle demiştir: Allah'ın isimlerini saymak, onları tek tek sayıp ezberlemek değil, onlarla amel etmek demektir. Çünkü Allah'ın isimlerini sayıp ezberlemek, Havaric hadisinde belirtildiği üzere kafir ve münafıklar için de mümkündür. Sözkonusu hadiste Haricllerin Kur'an'ı okudukları ancak boğazlarından öteye geçmediği belirtilmektedir. İbn Battal şöyle demiştir: "Esmau'l-hüsna'yı saymak, sözle olabileceği gibi, amelle de olabilir. Amel ile olanı Allah'ın el-ahad, el-müteal, el-kadır vb. gibi kendisine mahsus isimleri olduğunu bilmektir. Bu isimleri ikrar etmek ve karşısında boyun eğmek vaciptir. Allah'ın er-rahım, el-kerim, el-afuvv vb. isimleri olup, bunların manalarında bu isimlere uymak müstehaptır. Netice olarak bir kulun onlara göre amel etmiş olmak için manasıyla bezenmesi müstehab olur. Böylece amell olarak Esma-i hüsna'yı saymak mümkün olur. Bu isimlerin sözlü sayımına gelince, bunları bir araya toplamak, ezberlemek ve vesile ederek dilekte bulunmakla olur. Allah'ın isimlerini sayma ve ezberleme noktasında mü mine mu'min olmayan kimsenin katılması mümkün ise de mu'min, iman ve o isimlere göre amel etme açısından ayrıcalıklı olur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Herhangi biriniz yatağına geldiği zaman elbisesinin kenarıyla üç kere yatağını silkelesin. Sonra şöyle dua etsin: 'Bismike Rabbi vadatu cenbi ve bike erfauhu. İn emsekte nefsi fağfir leha ve in erselteha fehfezha bima tahfezu bihi ibadekessalihine = Rabbim ancak senin isminle yan tarafımı yatağıma koydum. Senin sayende de kaldırırım. Rabbim eğer nefsimi tutacak olursan ona mağfiret eyle! Eğer tekrar hayata salıverecek olursan hayatımı salih kullarını muhafaza etmekte olduğun korumanla koru
- Bāb: ...
- باب ...
Huzeyfe şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yatağına girdiği zaman "Allahumme bismike ehya ve emutu = Allah'ım senin isminle dirilir ve ölürüm" der, sabaha erdiği zaman "elhamdulillahillezf ehyena ba'de ma ematena ve ileyhinnuşur = Bizleri öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun. Dönüş ancak O'nadır." derdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer' r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem geceleyin yatağına girdiği zaman şöyle dua ederdi: "Bismike nemutu ve nahya = Senin isminle ölür ve yaşarız", uykusundan uyandığı zaman da "elhamdu lillahillezf ahyena ba'de ma ematena ve ileyhinnuşur = Bizleri öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun ve dönüş ancak O'nadır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Herhangi biriniz eşiyle ilişkiye girmek istediği zaman 'Bismillahi Allahumme cennibneş şeytane ve cennibişşeytane ma rezaktena = Bismillah! Allah'ım beni şeytandan uzaklaştır, şeytanı da bize ihsan ettiğin (çocuktan) uzak kıl' derse, onların bu ilişkisinden bir çocuk takdir olunursa o çocuğa ebediyen şeytan zarar veremez
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b.Hatim şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Öğretilmiş köpeklerimi avın üzerine salıyorum" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e öğretilmiş olan köpeklerini Allah'ın ismini zikredip de av üzerine saldığında onlar (av) yakalamışlarsa ondan yiyebilirsin. Mi'rad denilen demirli okunu ava attığında avı yaralamışsa onu da ye!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Sahabiler "Ya Resulallah! Şu mıntıkada kısa süre önce müşrik olan birtakım kavimler var. Onlar bizlere etler getiriyorlar. Bu hayvanları keserlerken üzerlerine Allah'ın ismini zikrediyorlar mı yoksa etmiyorlar mı bilmiyoruz" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Sizler kendiniz (o etler üzerine) Allah'ın ismini zikredip, onlan yiyin!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes' in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kurban bayramında Allah'ın ismini anıp, tekbir getirerek iki koç kurban kesmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Cündeb, bir kurban bayramı gününde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında hazır bulunduğunu, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önce bayram namazı kıldırdığını, bundan sonra hutbe okuyup, şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Her kim namaz kılmadan önce kurban kestiyse onun yerine bir daha kessin. Her kim de kesmemişse Allah'ın ismiyle kessin
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Babalarınızın isimleriyle yemin etmeyiniz. Her kim yemin etmek zorunda kalırsa Allah'ın adına yemin etsin" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın isimleriyle istemek ve bunlarla Allah'a sığınmak" İbn Battal şöyle demiştir: İmam Buharl'nin bu başlıktan gayesi, ismin müsemmanın aynısı olduğunu ifade etmektir. Bundan dolayı Yüce Allah'ın zatına sığınmak nasıl sahihse, adına sığınmak da aynı şekilde sahih olmuştur. İmam Buhari Allah'ın ismiyle teberrük edip, onu vesile ederek bir şey isteme ve ona sığınma konusunda dokuz hadis zikretmiştir. Birinci sıradaki Ebu Hureyre hadisi yatağa gireceği sırada okunacak dua ile ilgilidir. Bu hadisin etraflı bir açıklaması Daavat bölümünde geçmişti. Hadiste "Bismike Rabbi vadatu cenbi ve bike erfauhu=Rabbim ancak senin isminle yan tarafımı yatağıma koydum, senin sayende de kaldırırım" ifadesi yer almaktadır. İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanını yatağa koymayı Allah'ın adına izafe ederken, yataktan doğrulup kalkmayı zatına izafe etmiştir. Bu da isimden maksadın zat olduğunu ve yataktan. doğrulurken ve yatarken lafza değil, onun zatından yardım dileneceğini göstermektedir. "Elbisesinin kenarıyla üç kere yatağını silkelesin." Bu ifadede yer alan "essanife" kelimesi için en-Nihaye'de elbisenin uç kısmındaki kenarıdır denilmektedir. Biz de şunu hatırlatalım: Daavat Bölümünde bu ifade "dahilete izarih1" şeklinde geçmişti ve manası da orada yer almıştı. Burası için en uygun olanı, her iki rivayeti birbiriyle uzlaştırmış olmak için en uygun olanı, bundan maksat, elbisenin içten kenarıdır demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (kendisinden dini öğretecek kimseler gönderilmesinin istenilmesi üzerine) aralarında Hubeyb el-Ensarl'nin de bulunduğu on kişi gönderdi. Ubeydullah b. Iyaz'ın nakline göre el-Haris'in kızı olayın devamını şöyle anlatmıştır: O kabileler Hubeyb'i öldürmek üzere ittifak ettiklerinde Hubeyb (kıllarını temizlemek için) bu kızdan bir ustura emanet alıp, kullanmışt!. Onlar Hubeyb'i öldürmek üzere Harem'den çıktıklarında Hubeyb şu beyitleri söylemiştir: Ve lestu ubali hine uktelu muslima Ala eyyi şikkin kane lillahi masra'i Ve zalike fi zati'l-ilahi ve in yeşe' Yubarik ala evsali şilvin mumezzai Aldırmam Müslüman olarak öldürülürsem eğer, Hangi yana olmuş Allah için düşüşüm! Önemi ne? Zatı yolundadır çünkü bu. Allah isterse eğer, Bereket bahşeder parçalanmış cesedin her eklemine! Akabinde İbnü'l-Haris (Ten' im mevkiinde) öldürmüştür. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların musibete uğradıkları gün sahabilerine onların haberlerini bildirmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Zat, Sıfatlar ve Allah'ın İsimleri." Yani Allah hakkında tıpkı isimlerinde olduğu gibi "zat" ve "sıfat"larının kullanılmasının caizliği veya hakkında nas olmadığı için bunların söylenemeyeceği. "Ve zalike fi zati'l-ilahi=Bu ilahın zatı hakkındadır." Bu ifadenin geniş bir açıklaması Meğazı ve Cihad Bölümünün "Bir kimse kendisinin esir alınmasını talep edebilir mi?" başlığı altında geçmişti. (Buhari, Cihad) "Zatı Yüce Allah'ın ismiyle zikretmiştir." Yani zat kelimesini Allah'ın ismiyle birlikte zikretmiştir veya Allah'ın hakikatini zat sözcüğüyle zikretmiştir. KirmanI'nin ifadesi bu doğrultudadır. Biz de şunu ekleyelim: İmam Buharl'nin ifadesinin zahirinden anlaşılan, gayesinin "zat" kelimesini Allah'ın ismine eklemek olduğudur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu duymuş ve herhangi bir tepki göstermemiştir. Dolayısıyla böyle söylemek caiz olur. Kirmanı "zatu'l-ilah" ifadesinde yukarıdaki başlığı destekleyen bir nokta yoktur denilmiştir. Zira Hubeyb, "zat" kelimesiyle Buharl'nin kastettiği hakiki zatı kastetmemiştir. Onun söylemek istediği, "Allah'a itaat uğrunda" veya "Allah yolunda" demektir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Buharl'nin maksadı, genel itibariyle Allah'a "zat" demenin caiz olduğunu vurgulamaktır. Bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuç şudur: Allah'a "zat" denmek, kelamcıların ortaya attıklan manada caiz değildir. Fakat bundan maksadın "nefis" olduğu bilindiğinde bu yaklaşım da reddedilmez. Zira nefis kelimesi Kur'an-ı Kerim'de vardır. Bu nükteden dolayı İmam Buhari bu başlığın ardından nefis kelimesinin geçtiği başlığı zikretmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: ''Allah'tan daha kıskanç bir kimse yoktur. Bundan dolayı o bütün fenalıkları haram kılmıştır. Bir de Allah'tan daha çok methedilmeyi seven kimse de yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Yüce Allah mahlukatı yarattığı zaman - kitabına, bu kitap kendi katında Arş'ın üzerinde bulunmaktadır. -Kendi nefsine 'Benim rahmetim gazabıma galebe etmiştir' diye yazmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni zannı üzereyim. Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum. o beni gönlünde gizlice zikrederse ben de onu bu suretle nefsimde zikrederim. Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse ben de onu bu cemaat fertlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşınm. o bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim. ,,, Fethu'l-Bari Açıklaması: Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde "en-nefis" kelimesi ile bir başlık atmış ve şu iki ayete yer vermiştir: "Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. "(En'am 54) "Seni kendim için (elçi) seçtim. "(Taha 41) Hadislere gelince, bunlar, içinde "sen kendi nefsini nasıl övmüşsen öylesin"(Müslim, Salat) ve "Ben zulmü kendi nefsime haram kıldım"(Müslim, Bİrr ve's-Sıla) cümlesinin geçtiği hadislerdir. Bu iki hadis, Müslim' de yer almaktadır. Biz de şunu ekleyelim: Bu konuda bir de "Nefsimden razı olan Allah'ı tesbih ederim"(Müslim, Zikir ve Dua) ifadesinin geçtiği hadis vardır. Beyhaki şöyle devam eder: Arap dilinde "en-nefis" kelimesi, birkaç anlamda kullanılır. Bunlardan birisi, Arapların "fi nefsi'l-emr=aslında" kullanımlarında olduğu üzere hakiki manadadır. Bu anlamlardan bir diğerine göre kelime "zat" anlamına gelir. Beyhaki şöyle devam eder: Yüce Allah'ın "ta'lemu ma fı nefsı ve la a'lemu ma if nefsik=sen benim içindekini bilirsin, halbuki ben senin zatında {nefsinde} olanı bilmem"(Maide 116) ayet-i kerimesine şu mana verilmiştir: "Sen benim içimde gizlediğimi ve sır olarak sakladığımı bilirsin, halbuki ben senin benden gizlediğini bilmem." İbn Battal şöyle der: Yukarıdaki ayet ve hadisler, Allah'ın nefsi olduğunu ifade etmektedir. Hadisteki "ağyeru minallah =Allah'tan daha kıskanç" ifadesinin ne demek olduğu Küsuf Bölümünde geçmişti. Bazı bilginlere göre "gayretullah" Yüce Allah'ın kulun çirkin fiilleri yapmasından hoşlanmaması anlamındadır demişlerdir. "Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben kulum un beni zannı üzereyim." Yani kulum kendisine nasıl muamele edeceğimi zannediyorsa ben o şekilde muamele etmeye ka diri m demektir. Kimiimı şöyle demiştir: Bu ifade akışında umudun (redı) korkuya (havf) ağır bastığına işaret vardır. Kirmanı sanki bunu Allah'ın kulun zannı üzere olmasından (tesviye) çıkarmış gibidir. Zira aklı başında olan bir kimse, böyle bir ifadeyi duyduğunda Rabbinin kendisine yönelik tehdidini uygulayacağı zannına kapılmaz. Bu, "havf" tarafıdır. Çünkü kul kendi nefsi için bunu tercih etmez. Tam tersine Allah'ın vaadinin vuku bulacağı zannına meyleder ki bu da "reca" yönüdür. Bu, -tahkik ehli bilginlerin de dedikleri gibi- son nefesini verme haliyle kayıtlıdır. Bu anlayışı, "Herhangi biriniz Yüce Allah'a güzel bir zan beslemedikçe ölmesin"(Müslim, Cenne) hadisi teyit etmektedir. Bu hadis Cabir' dennakledilip, Müslim' de yer almaktadır. Son nefesten önceki duruma gelince, birincisi hakkında birçok görüş ileri sürülmüştür. Bunlardan üçüncüsü itidaldir. İbn Ebi Cemre, hadiste geçen zandan maksat, bilgidir demiştir. Ona göre bu ifade "ve zannu en la melcee minallahi illa ileyh = nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı"(Tevbe 118) ayetinin ifadesine benzer. Kurtubı, el-Müfhim isimli eserinde şöyle demiştir: "Kulumun beni zannı" ifadesinden maksat, kulun dua ederken duasını kabul edeceği yolundaki taşıdığı zan, tövbe ettiğinde tövbesini kabul edeceği, istiğfar ettiğinde bağışlanacağı ve ibadeti şartlarına uygun olarak yaptığında -vaadinde doğruldan ayrılmayarak- onun karşılığını vereceği yolundaki zannıdır. Bu yaklaşımı, Efendimizin bir başka hadisteki "Allah'a kesin olarak kabul edileceğine inanarak dua ediniz" ifadesi teyit etmektedir.(Tirmizi, Daavat) Kurtubi şöyle devam eder: Bundan dolayı kişinin üzerindeki vedbeleri Yüce Allah'ın kabul edeceğine ve kendisini bağışlayacağına kesin inanç içinde yapmaya çalışması isabetli olur. Zira o, bunu vaat etmektedir. Allah, vaadinden dönmez. Kişi Allah'ın duasını kabul etmeyeceğini ve bunun kendisine fayda vermeyeceğini zanneder veya buna inanırsa bu Allah'ın rahmetinden ümitsizlik anlamına gelir ki büyük günahlardandır. Her kim bu inanış üzere ölecek olursa, zannına havale edilir. Nitekim hadisin bazı rivayet yollarında "Kulum beni dilediği gibi zannetsin" ifadesi yer almaktadır. Kurtubi açıklamasını şöyle tamamlar: Günahta ısrar ettiği halde Allah'ın bağışlayacağını zannetmeye gelince, bu sırf bir cehalet ve kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir anlayış insanı Mürde mezhebine götürür. "Kulum beni andığı zaman ben muhakkak onunla beraber bulunurum" Bu ifade tıpkı Yüce Allah'ın "Çünkü ben sizinle beraberim. İşitir, görürüm"(Taha 46) ifadesine benzemektedir. "O beni gönlünde gizlice zikrederse ben de onu bu suretle nefsimde zikrederim." Yani o beni nefsinde gizlice tenzih edip tazim ederse ben de onu sevap ve rahmetle gizlice zikrederim. İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Bu ifadenin Yüce Allah'ın "Siz beni anın ki ben de sizi anayım "(Bakara 152) ayetine paralelolma ihtimali vardır. Çünkü ayetin manası, siz beni tazimle anın ki ben de sizi nimetle anayım demektir. Yüce Allah bir başka ayette Allah'ı anmak elbette en büyüğüdür"(Ankebut 45) yani ibadetlerin en büyüğüdür buyurmuştur. Kim Allah'ı ondan korkarak zikrederse Allah onun korkusunu giderir. Allah'ı yalnız ve tek başına zikrederse Allah ona arkadaş olur. Yüce Allah "Bilesiniz ki kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur"(Rad, 28) buyurmaktadır. "Eğer o beni bir cemaat içinde zikrederse ben de onu bu cemaat fertlerinden daha hayırlı bir cemiyet içinde anarım." Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bu ifadeden gizli zikrin açık zikirden daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. İfadenin takdiri şudur: Kulum beni kendi içinden zikrederse ben de onu sevapla zikrederim ve bunu hiç kimseye bildirmem. Eğer beni açıktan zikrederse ben de onu mele-i a'la'nın (ruhlar aleminin) haberdar olduğu bir sevapla zikrederim. İbn Battal şöyle demiştir: Bu ifade, meleklerin Ademoğlundan daha faziletli olduklarını göstermektedir. Alimlerin çoğunluğunun yaklaşımı bu doğrultudadır. Bu anlayışa Kur'an'dan örnek ayet bulmak mümkündür. "Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı. "(Araf 20) Ebedi olan, fani olandan daha üstündür. Melekler Ademoğlundan daha üstündürler. Ancak bu yaklaşım şu şekilde tenkide uğramıştır. Bilindiği üzere ehl-i sünnet alimlerinin çoğunluğuna göre insanoğlunun salihleri, diğer yaratık cinslerinden daha faziletlidir. Meleklerin daha üstün olduğu kanaatini benimseyenler ise, önce filozoflar, sonra Mutezile, ehl-i sünnetten az bir grup, mutasavvıflar ve bazı zahiriler olmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Abdullah r.a. şöyle demiştir: "Deki Allah'ın size üstünüzden bir azap göndermeye gücü yeter" ayeti inince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "euzü bi vechike = Rabbim senin vechine sığınırım" dedi. "Veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye gücü yeter" cümlesinin ardından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "euzu bi vechike = Rabbim senin vechine sığınırım" dedi. "Ya da birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter" cümlesinin ardından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu daha kolaydır" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'O'nun zatından başka her şey yok olacaktır' sözü." İmam Buhari bu konuda Yüce Allah'ın "Deki: Allah'ın size ... azap göndermeye gücü yeter." ayetinin inişi hakkındaki Cabir hadisine yer vermiştir. Bunun açıklaması En' am suresinin tefsirinde geçmişti. İbn Battal şöyle der: Bu ayet ve hadis, Yüce Allah'ın "vech"i olduğunu göstermektedir. Vecih onun zatı sıfatlarından birisidir. Yoksa -yaratıkların yüzlerinde gördüğümüz üzere- bir organ değildir. Bu ayet ve hadis Allah'ın yüzü olduğunu ifade etmektedir. Yüce Allah'ın yüzü yaratıkların yüzü gibi değildir. Hiçbir şey onun gibi değildir. O işiten ve görendir. Bazı alimlere göre "el-vech" sözcüğü, zaiddir. Buna göre mana, "Onun zatından başka her şey yok olacaktır" demek olur. "Ve yebka vechu Rabbike=Rabbinin zatı baki kalacak"(Rahman 27) ayeti de böyledir. Bazılarına göre "el-vech" kelimesinden maksat, niyettir. Buna göre mana, kendisiyle zatı irade edilen kalacak demektir. Bizim kanaatimiz ise şudur: Bu son yaklaşım, Süfyan ve başkalarından nakledilmiştir. Bu konuda ileri sürülen görüşler, Kasas suresinin tefsirinin baş taraflarında geçmişti. Beyhaki şöyle der: Kur'an ve sahih sünnette "el-vech" tekrar edilir. Bu kelime, bazı ayet ve hadislerde zatı sıfat anlamındadır. "Ancak yüzündeki kibriya ridası hariç" ifadesi buna örnektir. Bu cümle Buhari'nin Sahih'inde Ebu Musa' dan nakledilmektedir. Bazı ayet ve hadislerde ise kelime "min edi = ... yüzünden" manasındadır. "İnnema nut'imuküm li vechillahi=Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz"(İnsan, 9) ayeti buna örnektir. Başka bazı ayet ve hadislerde ise kelime "rıza" anlamınadır. "YurıdCme vechehCı=Rablerinin rızasını isteyerek. "(En'am 52) "İllebtiğae vechi Rabbihi'l-a'ld= Yüce Rabbinin rızasını istemekten başka ... "(LeyI, 20) ayetleri buna örnektir. Buralardaki "vech" kelimesi, kesinlikle organ anlamında değildir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında Deccal' den söz edildi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccal ise sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ''Allah Teala'nın gönderdiği her bir Nebi kendi kavmine muhakkak o pek yalancı, şaşı Deccal'den haber verip sakındırmıştır. Çünkü o sakat gözıüdür. Rabbiniz ise sakat gözlü değildir. Deccal'in iki gözü arasında 'kafir' yazılmıştır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Gemi gözlerimizin önünde (yani bilgimizle) akıp gidiyordu' sözü." İmam Buhari bu konuda Deccal'den söz eden İbn Ömer ve sonra Enes hadisine yer vermiştir. Bu iki hadis açıklamalarıyla birlikte Fiten Bölümünde geçmişti. Her iki hadiste de Allah'ın sakat gözlü olmadığı belirtilmektedir. "Ve ii tusnaa ala aynı" yani benim muhafazamla yetiştirilmen için. Beyhaki şöyle demiştir: Bilginlerin arasında "el-ayn" kelimesinin -tıpkı "elvech" kelimesinin açıklamasında geçtiği gibi- zat sıfatı olduğunu söyleyenler vardır. Bazı bilginler ise şöyle demişlerdir: "el-Ayn"dan maksat görmektir. Buna göre Yüce Allah'ın "ve li tusnaa ala aynı" ifadesi, benim gözümün önünde yetiştirilmen için anlamındadır. Aynı şekilde "uasbir li hukmi Rabbike fe inneke bi a'yunina=Rabbinin hükmüne karşı sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin"(Tur 48) ayetindeki "bi a'yunina", "gözlerimizin önünde" anlamındadır. Kelimenin sonundaki "na" tazim ifade etmektedir. Beyhaki bu iki görüşten birincisini tercih etmeye taraftar olmuştur. Çünkü o, selefin mezhebidir. Bu yaklaşım hadisteki "eliyle işaret etti" cümlesi ile güçlenmektedir. Zira bunda kelimenin kudret anlamına olduğunu söyleyenlere bir reddiye bulunduğuna işaret vardır. Bunun zatı sıfat olduğunu söyleyenlerin görüşü, sözkonusu yaklaşımı açıkça ifade etmektedir. İbnü'I-Müneyyir şöyle der: Deccal hadisindeki "Allah sakat gözlü değildir" ifadesinden Allah'ın gözü olduğu şu şekilde anlaşılmaktadır: Arapçada "el-aver" kullanım itibariyle gözü olmamak anlamındadır. "el-Aver"in zıttı, gözün olmasıdır. Yüce Allah'ın sözkonusu noksanlıktan uzak olduğu vurgulanınca geriye onun zıttı olan mükemmellik kalır ki bu da gözün bulunmasıdır. Allah'ın gözünün olduğunu söylemek, onun bir organı olduğunu söylemek anlamına değil, bir temsil ve daha kolay kavramayı sağlamaya yöneliktir. İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Kelamcılar göz, yüz, el gibi sıfatlar hakkında üç görüşe ayrılmışlardır. Bunlardan birincisi, sözkonusu kelimelerin Allah'ın zat! sıfatları olduğudur. Yüce Allah bunları duyurmuştur. Ancak bunu aklen kavramak mümkün değildir. İkincisi "ayn=göz", görme sıfatının kinayeli anlatımıdır, "el-yedd=el" kudret sıfatının kinayeli anlatımıdır, "el-vech=yüz" varlık sıfatının kinayeli anlatımıdır. Üçüncüsü ise manasını Allah'a havale ederek bunların ifade edildiği üzere geçerli olduğunu kabul etmektir. Şeyh Şihabuddin es-Sühreverdı el-Akıde isimli eserinde şöyle der: Yüce Allah kitabında ve Nebii hadislerinde "el-istiva = oturmak" , "en-nüzu I=inmek", "en-nefs=nefis", "el-yedd=el", "el-ayn=göz"den söz etmektedir. Bunları yaratıkların organlarına benzetmek caiz olmadığı gibi, inkar etmek de mümkün değildir. Zira Allah'ın ve Nebiinin haber vermesi olmasaydı, insan aklı bu tehlikeli noktada dolaşmaya cesaret edemezdi. Esas alınan görüş budur. Selef-i salihinin yaklaşımı bu doğrultudadır. Bir başkası ise şöyle demiştir: Ne Hz. Nebiden ve ne de sahabilerinden sahih bir yolla bunların tevil edilmesinin gerektiğine dair açık bir ifade nakledilmediği gibi, bunların zikrine dair yasaklama da sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın Nebiine Rabbinden kendisine indirileni tebliğ etmesini emretmesi ve ona "Bugün size dininizi ikmal ettim"(Maide 3) ayetinin inmesi, sonra da bu konuda herhangi bir açıklama yapmayarak Allah'a nispet edilmesi caiz olan şeylerle olmayanları birbirinden ayırmaması imkansızdır. Üstelik Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsin" emriyle kendisinden duyulanların tebliğ edilmesini emretmiştir. Hatta onun sözlerini, fiillerini, hal ve sıfat1arını, huzurunda yapılanları nakletmişlerdir. Bütün bunlar sahabilerin sözkonusu kavramlara Yüce Allah'ın istediği şekilde iman etmek noktasında ittifak ettiklerini göstermektedir. Allah'ın yaratıklarına benzemekten tenzih edilmesi, "Onun benzeri hiçbir şey yoktur"(Şura 11) ayeti ile vaciptir. Her kim onlardan sonra bunun aksinin vacip olduğunu söyleyecek olursa selefin yoluna aykırı hareket etmiş olur. Başarı yalnız Allah'tandır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrı, Mustalik oğulları gazvesinde kafirlerden pek çok esir cariye elde ettiklerini ve bu kadınlardan cima suretiyle fakat gebe kalmaksızın faydalanmak istediklerini Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e azlin hükmünü sorduklarını haber vermiştir. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunu yapmanızda herhangi bir sakınca yoktur. Fakat Allah kıyamet gününe kadar yaratacak olduğu kimseleri muhakkak yazmıştır" dedi. Ebu Said şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yaratılması takdir edilmiş olan hiçbir nefis hariç olmamak üzere muhakkak Allah onların hepsini yaratacaktır" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: Tıbı şöyle demiştir: Bazıları yukarıdaki başlıkta geçen üç kelime (el-halik, el-barı', el-musawir) birbiriyle eş anlamlıdır demiştir. Ancak bu bir yanılgıdır. Çünkü "el-halik", "el-halk=yaratmak" kökünden türemedir. Kelimenin asıl manası, doğru ve dürüst bir takdir demektir. "İbda"ya halk denilir. İbda, herhangi bir şeyi daha önce örneği olmaksızın yoktan var etmek demektir. Bu Yüce Allah'ın "halaka's-semavati ve'l-arda = Gökleri ve yeri yaratan ... "(En'am 1) ayeti gibidir. "et-Tekvin" kelimesine "el-halk" dendiği olmuştur. "Halaka'l-insane min nutfe=O insanı bir damla sudan yarattı"(Nahl 4) ayeti, buna örnektir. "el-Bar!", "elben" kökünden türemiştir. Kelimenin aslı, bir şeyin bir başkasından ayrılması demektir. Bu ya bir şeyin bir başka şeyden uzaklaşması yoluyladır ki "beree fülanun min maradihı=fiIanca hastalığından iyileşti" ve "beree'l-medyunu min deynihı=borçlu borcundan beri oldu, temize Çıktı" cümlelerindeki kullanım bu anlamdadır. 'İstebre'tu'l-cariyete=Cariyeyi istibra ettim. " Yada "el-ben" inşa yollu olur. "Bereallahu'n-nesemete=Allah varlıkları yarattı" kullanımı buna örnektir. Bazılarına göre "el-bari"', düzeni ihlal eden farklılık ve çelişkiden uzak olan yaratıcı demektir. "el-Musavvir" yaratılmışlara şekil veren ve onları hikmetin gereğine göre tertip eden, yoktan var eden demektir. Allah her şeyin halikıdır. Yani onları bir asıldan veya asla dayanmaksızın yoktan var edendir. Allah her şeyin bariidir. Yani herhangi bir sakatlık veya farklılık sözkonusu olmaksızın hikmetin gereğine göre yaratıcısıdır, her şeye şekil veren musawiridir ki o şeyin tüm özellikleri o şekle dayanır ve onunla kemale erer. Bu üç kelime, Allah'ın fiil sıfaatlarındandır. Ancak "el-hiHik" kelimesi ile "el-mukaddir=takdir eden" anlamı kastedilirse, bu takdirde "el-halik" zatı sıfatlarından olur. Çünkü takdir iradeye rücu eder. Buna göre önce takdir yapılır, sonra takdir edilen şekle uygun olarak yoktan var etme gerçekleşir. Ardından da üçüncü aşamada tesviye ile birlikte tasvir yapılır. Hallmı şöyle demiştir: "el-halik" kelimesinin manası yoktan var edilenleri sınıf sınıf hale getiren ve her bir sınıfa bir miktar bahşeden demektir. "el-Bar!" ise kendi ilminde var olana uygun olarak yoktan var eden demektir. "Biz onu yaratmadan önce"(Hadid 22) ayetinde geçen bu ifade ona işaret etmektedir. Halımı şöyle devam eder: Bundan maksat zatıarı kalıba döken demektir. Zira Allah, suyu, toprağı, ateşi ve havayı herhangi bir asla bağlı olmaksızın yoktan var etmiş, sonra bunlardan değişik cisimler yaratmıştır. "el-Musawir", eşyayı irade ettiği benzerlik ve farklılığa göre hazırlayan demektir. "Ebu Said' e sordum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki ... " İbn Battal şöyle der: Burada geçen "el-halik" kelimesinden maksat, yaratıkların zatlarını benzersiz şekilde yoktan var eden demektir. Bu öyle bir özelliktir ki bu konuda hiç kimse Allah'a ortak değildir. İbn Battal şöyle devam eder: Yüce Allah kendi nefsini yaratmanın ezeli olması imkansız olduğunda ileride yaratacağı anlamında kendisine hala "halık" ismini vermektedir. Kirmanı, Nebi s.a.v.'in hadisteki ifadesinin anlamı şudur demiştir: Yaratılması takdir edilmiş hiçbir nefis hariç olmamak üzere muhakkak Allah onların hepsini yaratmayı takdir etmiştir veya Allah katında yaratılacakları malumdur. Şu halde bunlar varlık alemine mutlaka çıkacaklardır. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet gününde mu'minleri böylece toplar. 'İçinde bulunduğumuz şu durumumuzdan bizleri rahata kavuşturması için Rabbimize şefaat dilesek' derler. Ardından Adem Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelirler ve 'Ya Adem! İnsanların (sıkıntıda olduklarını) görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı. Meleklerini sana secde ettirdi ve her şeyin ismini sana öğretti. Rabbinden bizim için şefaat dile de bizi şu bulunduğumuz mekanımızdan rahatlığa kavuştursun' derler. Adem 'Ben buna ehil değilim' der ve onlara işlemiş olduğu o ağaçtan yeme günahından söz ederek 'Fakat sizler Nuh'a gidin iz çünkü o Allah'ın bütün yeryüzü ahalisine göndermiş olduğu ilk resuldür!' der. İnsanlar Nuh'a gelirler. (Ondan şefaat isterler.) O da 'Ben buna ehil değilim' der ve vaktiyle işlediği (kavmi aleyhine dua etmesi) hatasından söz ederek 'Fakat siz halilurrahman olan İbrahim'e gidin' der. İnsanlar İbrahim'e gidip, (ondan şefaat isterler). O da 'Ben buna ehil değilim' der ve onlara vaktiyle işlediği hatalarını anlatır ve 'Fakat sizler Allah'ın kendisine Tevrat vermiş ve kendisiyle konuşmuş olduğu bir kulolan Musa'ya gidin' der. Onlar da Musa'ya giderler. Musa 'Ben buna ehil değilim' der ve onlara vaktiyle işlediği hatasını zikreder. 'Fakat sizler Allah'ın kulu, resulü, kelimesi ve ruhu olan İsa'ya gidin' der. Onlar İsa'ya gelip (ondan şefaat isterler). İsa da onlara 'Ben buna ehil değilim. Fakat siz geçmiş ve gelecek günahları mağfiret olunmuş bir kulolan Muhammed'e gidin' der. Bunun üzerine insanlar bana gelirler. Ben de akabinde gider, Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana huzuruna girmem için izin verilir. Ben de Rabbimi görünce hemen onun için secdeye kapanırım. Allah beni bu vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra Allah tarafından bana 'Başını kaldır ya Muhammed! Söyle, sözün dinlenecektir, iste, sana verilecektir, şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır!' denilir. Ben, bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabbime hamd ederim, sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır tayin edilir. Ben onları cennete sokarım. Sonra tekrar dönerim. Rabbimi görünce secdeye kapanırım. O beni bırakmak istediği kadar bırakır. <=.: Jnra Allah tarafından 'Başını kaldır ya Muhammed! Söyle, sözün işitilir, iste :ana verilir, şefaat et, şefaatin kabulolunur!' denilir. Ben yine Rabbimin bana 0ğ. tmiş olduğu birçok hamdlerle Rabbime hamd ederim, sonra şefaat ederim. Bana yine bir sınır tayin edilir. Ben onları da cennete koyarım. Bundan sonra yine döner, Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra 'Kalk ya Muhammed! Söyle, sözün işitilir, iste, sana verilir, şefaat et, şefaatin kabulolunur!' denilir. Ben yine Rabbimin bana öğretmiş olduğu birçok hamdlerle Rabbime hamd ederim, sonra şefaat ederim. Benim için yine bir sınır konulur. Ben o sınır içindekileri de alır cennete korum, sonra döner ve Rabbime 'Ya Rabbi! Ateşte Kur'an'ın hapsettiklerinden ve kendisine ebediyet vacip olanlardan başka kimse kalmadı' derim." Enes b. Malik dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "La ilahe illallah diyen ve kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır (yani iman) bulunan kimseler ateşten çıkar. Bundan sonra id ildhe illailah diyen ve kalbinde bir buğday tanesi ağırlığı kadar hayır bulunan kimseler ateşten çıkar. Daha sonra id ildhe ilIallah diyen ve kalbinde bir tek zerre ağırlığı kadar hayır olan kimseler ateşten çıkar" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Allah'ın eli dopdoludur, harcamak onu eksiltmez, o gece ve gündüz daima cömerttir. " Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah 'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri infak ve in'am ettiği nimetlerin mahiyetini bana bildirebilir misiniz? Şüphesiz bunca harcama onun elindeki nimetlerden hiçbir şeyi eksiItmemiştir" demiştir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir de 'Çünkü onun tahtı su üzerinde kurulmuştur'(Hud 7) onun diğer elinde adalet terazisi vardır ki onun kefesini alçaltır, yükseltir" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Şüphesiz Allah kıyamet gününde bütün arzı avucunun içine alır, gökler de onun sağ elinde olur. Sonra 'Melik ancak benim!' der
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir Yahudi geldi ve "Ya Muhammed! Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, dağları bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, öbür yaratıkları da bir parmağında tutar, sonra me lik ancak benim der" dedi. Bu haber üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem azı dişleri görününceye kadar güldü, sonra "Allah'ın kadrini hakkıyla bilemediler"(En'am 91) ayetini okudu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Kitap ehlinden bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Ey Ebü'l-Kasım' Şüphesiz Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, bütün ağaçları bir parmağında, toprakları bir parmağında, diğer mahlukları da (beşinci) parmağında tutar. Sonra 'Melik ancak benim, me lik ancak benim!' buyurur" dedi. İbn Mesud dedi ki: Bu söz üzerine ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm. Sonra "Allah'ın kadrini hakkıyla bilemediler" ayetini okudu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Yüce Allah'ın "Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? sözü." İbn Battal şöyle demiştir: Bu ayette Allah'ın "iki el"i olduğu ifade edilmektedir. Bu onun zatı sıfat1arındandır. Yoksa Allah'ın organı olduğunu iddia eden Müşebbihe ve olmadığını ileri süren Cehmiyyenin aksine bunlar birer organ değildir. Allah'ın iki elinin kudret manasına olduğunu iddia edenlere bilginlerin şu ittifakları yeterli bir cevaptır: Allah'ın elinin var olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre, onun bir kudreti vardır, yok olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre ise kudreti yoktur. Çün'Ü onlar şöyle diyorlar: Allah kendi zatıyla kadirdir. Allah'ın iki elinin kudret manasında olmadığını onun İblise hitaben "ma menaake en tescüde li md halaktu bi yedeyye==iki elimle yarattığı ma secde etmekten seni men eden nedir?"(Sad 75) ifadesi göstermektedir. Bu ifade İblisin secde etmesini gerekli kılan şeyin ne olduğuna işaret etmektedir. Eğer el "kudret" manasında olsaydı, Adem ile İblis Allah'ın kudretiyle yaratılma noktasında aynı olduklarından aralarında hiçbir fark olmazdı. İmam Buhari bu başlık altında dört hadise yer vermiştir. Üçüncü hadisin dört rivayet yolu, dördüncüsünün iki rivayet yolu vardır. Birinci hadis Enes'in şefaatle ilgili naklettiği hadistir. Bu hadisin geniş bir açıklaması, Rikak Bölümünün sonlarında geçmişti. Hadisin buraya alınmasından maksat, mahşer halkının Adem'e hitaben "Allah seni kendi eliyle yarattı" şeklindeki ifadeleridir. "Allah'ın eli dopdoludur (mel'a)." "Mel'a" veya "mel'an" kelimesinden maksat doluluğun ayrılmaz parçasıdır ki bu Allah'ın son derece zengin olması demektir. Allah katında yaratıkların bilgisi açısından nihayetsiz bir rızık vardır. "La yağıduha=harcamak onu eksiltmez." Arapçada "ğade'l-mau yağidu" su eksildi demektir. "Sehhau" devamlı döken, sürekli akan demektir. "el-Leyl ve'n-nehar" bu iki kelime zarf olarak gece ve gündüz daima akıtan, döken demektir. Bu iki kelimeyi merfu olarak "el-Ieylu ve'n-neharu" şeklinde okumak da mümkündür. "Eraeytum ma enfeka=Onun infak ettiği nimetlerin mahiyetini bana bildirebilir misiniz?" Bu cümle basiret sahibi olan kimseye bunun gayet açık ve net olduğu yolunda bir uyarıdır. "Onun arşı (tahtı) su üzerine kurulmuştur." Burada "el-arş=taht" kelimesinin zikredilmesi, "O gökleri ve yeri yarattı" ifadesinden sonra bunu duyan kimsenin kafasında "Acaba bundan önce durum nasıldı?" şeklinde bir düşünce uyanmasıdır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah'ın arşının gökleri ve yeri yaratmadan önce su üzerine kurulu olduğunu gösteren bir ifade kullanmıştır. Nitekim Bed'ü'l-halk Bölümünde geçen İmran b. Husayn hadisinde de buna benzer bir cümle yer almıştı: "Ezelde Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu. Onun tahtı (arşı) suyun üzerine kuruluydu. Sonra gökleri ve yeri yarattı." "Onun diğer elinde adalet terazisi vardır ki onun kefesini alçaltır, yükseltir." Yani terazi yi alçaltır ve yükseltir. Beyhaki şöyle demiştir: Bazı nazar ehli alimler "el-yedd=el" kelimesinin "organ" değil, "sıfat" olduğu kanaatine varmışlardır. Onlara göre kitap veya sahih sünnette bu kelime her geçtiğinde maksat, "yed=el" kelimesinin onlarla birlikte yapılan şeye taallukudur. Şu kelimeler buna örnektir: "et-Tayy=Oürüp, bükmek", "el-ahz=almak", "el-kabz=yakalamak", "el-bast=yaymak", "el-kabOI=kabul etmek", "eş-şuhh = cimrilik" , "el-infak=harcamak" ve bunun dışında herhangi bir benzerlik sözkonusu olmaksızın sıfatın muktezasına taalluk eden başka şeyler. Böyle bir anlayışta asla benzetme sözkonusu değildir. Başka bilginler ise bunların kendilerine uygun bir şekilde tevil edileceği kanaatine varmışlardır
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire'nin nakline göre Sa'd b. Ubade "Eğer ben karımın yanında (yabancı) bir erkek görsem onu kılıcımın geniş yüzü ile değil, keskin tarafıyla vurur öldürürdüm" dedi. Onun bu sözü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: "Sa'd b. Ubade'nin bu kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Valiahi ben Sa'd'den daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. İşte Allah'ın bu kıskançlığından dolayıdır ki açık, kapalı bütün çirkin işleri haram kılmıştır. Allah'tan daha çok özür seven hiçbir kimse yoktur. İşte bundan dolayıdır ki Allah birçok müjdeciler ve uyarıcılar göndermiştir. Bir de Allah'tan daha çok övülme ve senayı seven kimse de yoktur. İşte bundan dolayıdır ki kendisine itaat edenlere cenneti vaat etmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Bu yaklaşım Yüce Allah'ın "o, kullarının tövbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarını bilendir"(Şura 25) ayet-i kerimesinden alınmadır. Bu hadisteki "özür" Allah'a yönelme ve dönme anlamındadır. Kadi İyad ise şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Allah, Nebileri, yaratıklarını cezalandırmadan önce uyarmak ve bahanelerini ellerinden almak için göndermiştir. Hadisin manası "İnsanların Nebilerden sonra Allah'a karşı bahaneleri olmasın"(Nisa 165) ayet-i kerimesi gibidir. Kurtub!, el-Müfhim adlı eserinde maan! alimlerinden birinin şu yaklaşımına yer verir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Allah'tan daha çok özür seven hiçbir kimse yoktur" ifadesini Sa'd b. Ubade'ye hitaben "Allah 'tan daha kıskanç hiçbir şahıs yoktur" ifadesinin ardından söylemiştir. Böylece Sa'd b. Ubadeyi doğru olanın onun düşündüğü gibi olmadığı noktasında uyarmak ve onun karısı ile birlikte yakaladığı kişiyi derhal öldürmeye kalkışmasına engelolmaktır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle demiş olmaktadır: Allah senden daha kıskanç olduğu halde mazereti sevdiğine ve ancak delil ikame ettikten sonra hesaba çektiğine göre sen bu durumda nasıl olur da hemen o kişiyi öldürmeye yeltenirsin! İbn Battal şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ifade ile Yüce Allah'ın kullarına mükafatlarını vermek için kendisine itaat etmeleri, layık olmadığı şeylerden kendisini tenzih etmeleri ve nimetleri dolayısıyla onu övmeleri sebebiyle onları methetmek istemiştir. Kurtub! şöyle der: Övgünün kıskançlık ve özürle birlikte zikredilmesi, Sa'd'a doğruyu bulabilmesi için kıskançlığına kapılarak hareket etmemesi, acele davranmaması tam aksine ağır başlılıkla, yumuşaklıkla hareket edip, olayı araştırması yolunda bir uyarıdır. Uyarıdan amaç Sa'd'ın hakkı tercih ettiği, nefsini heyecana kapıldığı bir sırada baskı altına alıp, ona hakim olduğu için tam bir methu senaya ermesidir
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd'ın nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem birisine "Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı?" diye sordu. O zat da "Evet,ezberimde şu sure, şu sure vardır" diye birtakım surelerin isimlerini saydı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi s.a.v. de Kur'an'a 'şey' ismini vermiştir." İmam Buhari burada Sehl b. Sa'd hadisine yer vermiştir. Bu hadiste "Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı?" diye bir cümle vardır. Bu, Nebi s.a.v.'e mehir istemeksizin evlenme teklif eden kadınla ilgili uzunca hadisten kısaltılarak alınmış bir cümledir. Hadis uzun haliyle açıklamasıyla birlikte Nikah bölümünde geçmişti. Kur'an'a neden "şey" denmesine gelince, Kur'an'ın bir kısmı Kur'an'dan sayılır ve Yüce Allah o parçaya "şey" adını vermiştir. "Yüce Allah 'Onun zatından başka her şey yok olacaktır' diye haber vermiştiL" İbn Battal, İmam Buhari'nin yukarıdaki başlığı Abdulaziz b. Yahya el-Mekkl'nin ifadesinden çekip aldığını işaret etmiştir. Çünkü o Kitabu'l-Hiyede isimli eserinde şöyle demektedir: Yüce Allah varlığını ispat ve yokluğu kendisinden uzak kılmak için kendi nefsine "şey" ismini vermiştir. Aynı şekilde kendi nefsine icra ettiği şeyi kelamına da etmiştir ve "şey" sözcüğünü kendi isimlerinden kılmamış, aksine kendisinin "bir şey" olduğunu ifade etmiştir. Böylece çeşitli milletlerin içinde varolan dehrileri ve ilah inkarcılarını yalanlamayı hedeflemiştir. Allah'ın ezeli ilminde ileride isimlerini inkar edecek, insanların kafasını karıştıracak ve kelamını yaratılmış şeylerin arasına katacak kimseler geleceği mevcuttu. Bundan dolayı "Onun benzeri hiçbir şey yoktur"(Şura 11 buyurmuştur. Böylece o kendi nefsini ve kelamını yaratılmış olan şeylerin dışında tutmuş, sonra kelamını nefsini vasfettiği şeylerle niteleyerek şöyle buyurmuştur: "Allah'ı layık olduğu şekilde tanımadılar. Çünkü 'Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi' dediler. "(En'am 91) Ve ''Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken 'bana da vahyolundu' diyenden ... daha zalim kim vardırf"(En'am 93) Böylece Yüce Allah nefsine delalet eden şeyle kelamına da delalet etmiştir ve kelamının zat! sıfatlarından birisi olduğunun bilinmesini istemiştir. "Şey" diye isimlendirilen her sıfat "mevcuttur" manasındadır. •
- Bāb: ...
- باب ...
İmran b. Husayn şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunduğum bir sırada birden Temim oğullarından bir topluluk çıkageldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Müjdeyi kabul edin ey Temim oğulları!" buyurdu. Onlar "Sen bize müjdeledin. (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver!" dediler. Bu sırada Yemen halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sefer onlara "Ey Yemenliler! Temim oğulları müjdeyi kabul etmek istemediler" buyurdu. Yemenliler "Biz kabul ettik (Ya Resulallah!) Esasen bizler senin yanına din hususunda derin anlayışlar kazanalım ve senden bu işin (yani yaratılışın) ewelinde neler olduğunu soralım diye geldik!" dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem " (Ezelde) Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu. Allah'ın arşı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve yeri yarattı. Sonra (levhde) kainatın tamamını takdir ve tespit edip yazdı" dedi. Sonra tam bu sırada bana bir adam geldi ve "Ya İmran! Yetiş deven kaçıp gittil" dedi. Ben hemen deveyi aramak üzere gittim. Bir de ne göreyim, benimle devem arasını serap kesmişti. Allah'a yemin ederim ki keşke devem gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım (ve Nebiin sözlerini dinleseydim) diye arzu ettim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah'ın sağ eli dopdoludur. Harcamak onu eksiltmez. O, gece gündüz daima çok cömert olup devamlı verir durur. Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri verdiği nimetlerinin mahiyetini bana bildirebilir misiniz? Şu muhakkak ki onun sağ elindeki nimetler hiç eksilmez. Onun arşı su üzerindedir. Onun diğer elinde de feyiz veya kabz (yani tutma) vardır ki (bir kısım kavimleri) yükseltir, (diğer bazılarını da) alçaltır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes şöyle demiştir: Zeyd b. Harise geldi. Eşi Zeyneb binti Cahş'tan şikayet ediyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de (Zeyd zevcesini boşamak istedikçe) ona "Ya Zeyd! Allah'tan kork, eşini yanında tut" diyordu. Aişe r.anha eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın kitabından bir şey gizleseydi, şu "Eşini yanında tut. Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa uuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır"(Ahzab 37) ayetini gizlerdi demiştir. Enes şöyle dedi: Zeyneb bnt. Cahş, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer kadınlarına karşı övünür ve "Sizleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile kendi aileleriniz evlendirdi. Halbuki beni onunla yedi kat göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdil" derdi. Ravi Sabit el-Bünanı 'fillah'ın açığa u uracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun" ayeti Zeyneb ile Zeyd b. Harise hakkında indi demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik şöyle dedi: Hicab ayeti (Ahzab 37) Zeyd ve Zeyneb bnt. Cahş'ın hakkında indi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O gün Zeyneb'in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek yedirdi. Zeyneb de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer eşlerine karşı övünüp, iftihar ederdi ve "Şüphesiz Allah beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile gökte nikah etti" derdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yüce Allah bütün yaratıkları yaratmayı hükmettiği zaman arşının üstünde yanında bulunan bir kitapta şunu yazdı: 'Şüphesiz benim rahmetim gazabımı geçmiştir'" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'a ve onun Resulüne iman eder de namaz kılar ve ramazan orucu tutarsa onu cennete koymak Allah üzerine bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda hicret etsin, isterse üzerinde doğduğu toprağında otursun." Bunun üzerine sahabiler "Ya Resulallah! Bu müjdeyi insanlara haber vermeyelim mi?" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi yolunda cihad eden mücahitler için hazırladı. Her iki derecenin arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe gibidir. Sizler Allah'tan istediğiniz zaman firdevsi isteyin. Çünkü o cennetin en üstünü ve en yüksek olanıdır. Firdevsin üstünde Rahmanın arşı vardır. Cennetin ırmakları firdevsten fışkırıp akarlar" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zerr şöyle demiştir: Ben mescide girdim, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oturmakta idi. Güneş batınca bana "Ya Eba Zerr! Bu güneş nereye gider bilir misin?" diye sordu. Ebu Zerr dedi ki: Ben "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Güneş gider, secde halinde izin ister de kendisine izin verilir. Sanki ona 'Nereden geldin ise oraya dön!' denilir. O da battığı taraftan doğar" buyurdu. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Zalike mustekarrun leM=Bu onun için belirlenen yerdir" ayetini okudu. Bu okuyuş, Abdullah b. Mesud'un okuyuşuna göredir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: Ebu Bekir bana haber gönderip çağırttı ve Kur'an'ın toplanması için ardına düşüp gereği gibi araştırmamı emretti. Araştırmamın sonunda et-Tevbe suresinin sonunu Ebu Huzeyme el-Ensari'nin beraberinde (yazılı) olarak buldum, bu ayetten ondan başka kimsenin yanında yazılı olarak bulmadım. Ayet 'Andolsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ki"(Tevbe 128) şeklinde başlayıp, surenin sonuna kadar devam ediyordu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem keder ve sıkıntı zamanında şu duayı okurdu: "La ilahe illaIlahu'l-alimu'l-Halim. La ilahe illallahu Rabbu'l-arşi'l-azim. La ilahe illallahu Rabbu's-semavati ve'l-ardi ve Rabbu'l-arşi'l-kerim = Allah'tan başka ilah yoktu, ancak azamet hilm sahibi Allah vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak büyük arşın sahibi Allah vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve kerim arş'ın Rabbi olan Allah vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp düşeceklerdir. O anda ben kendimi Musa'ya yakın bulacağım. Musa arşın direklerinden birisine tutunmuş bulunacak
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(Her gün) bir grup melek geceleyin, diğer bir grup melek de gündüzün birbirlerini izleyerek size gelirler. Bunlar sabah ile ikindi namazıarında buluştuktan sonra aranızda kalmış olanlar semaya yükselirler. Rableri onların hallerini en iyi bilir iken yine meleklere 'Kullarımı ne halde bıraktınızP' diye sorar. Onlar da 'Onları namaz kılarlarken bıraktık, nitekim namaz kılarlarken bulmuştuk" cevabını verirler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim helal kazancından bir tek hurma değerinde bir şey sadaka verirse -ki Allah Teala'ya helal olandan başkası yükselmez- şüphesiz Allah onu sağ eliyle kabul eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı dağ gibi oluncaya kadar sizden birbirinizin tayını dikkatle büyüttüğü gibi sadaka sahibi için büyütür
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sıkıntı ve şiddet zamanlarında şöyle dua ediyordu: "La ilahe illaIlahu'l-azimu'l-Halim, La ilahe illaIlahu Rabbu'l-arşi'l-azim, la ilahe illallahu Rabbu's-semavati ve Rabbu'l-arşi'l-kerim -------- Meali:Yüce ve hilm sahibi Allah'tan başka ilah yoktur, büyük arşın Rabbi olan Allah 'tan başka ilah yoktur, göklerin ve şerefli arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilah yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri şöyle demiştir: Ali b. Ebi Talib Yemen'de bulunduğu sırada Nebie toprağı içinde altın madeni göndermişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu altını el-Akra b. Habis el-Hanzall, Mücaşi' oğullarından biri ve Uyeyne b. Bedr el-Fezarı ile Alkame b. Ulase eı-Amirı arasında sonra Kilab oğullarından biriyle Zeyd el-Hayy et-Taı arasında, sonra Nebhan oğullarından biri arasında taksim etti. Bu taksim nedeniyle Kureyş ile ensar öfkelendiler ve "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Necd ahalisinin kodamanlarına veriyor da bizleri terk ediyor!" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben ancak (İslam'da sebat etmeleri için) onları alıştırıyorum!" buyurdu. Bu sırada iki gözü çökük, alnı yüksek, sık sakallı, elmacık kemikleri çıkık, başı traşlı bir kişi geldi ve "Ya Muhammed! Allah'tan kork!" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben Allah'a asi olursam o halde Allah'a itaat eden kim? O beni yeryüzü halkı üzerine emin kılıyor. Sizler beni emin saymıyor musunuz?" dedi. O topluluktan bir adam Nebie itiraz edeni öldürmek istedi. Zannederim ki o Halid 15. Velid idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu yapmasına engeloldu. Sonra o Nebie itiraz eden adam arkasına dönüp gittiği zaman Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şunun soyundan öyle bir kavim türeyecektir ki onlar Kur'an okuyacaklar fakat okudukları Kur'an boğazlarından öteye geçmeyecektir. Onlar ok avı delip çıktığı gibi İslam'dan çıkacaklar, onlar müslüman halkı öldürecekler ve puta tapanları bırakacaklardır. Eğer ben onların zamanlarına erişmiş olsaydım muhakkak onları Ad kavminin öldürülüşü gibi öldürürdüm
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer' r.a. şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Veşşemsu tecri li mustekarrin lehu = güneş kendisi için belirlenen yerde akar (döner)"(Yasin 38) ayetini sordum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onun karargahı (müstekam) arşın altındadır" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Birinci ayete gelince, İmam Buhari bu ayetin tefsiri hakkında son açıklamaya işaret etmiştir ki bu Ferra'nın görüşüdür. "el-Mearic", Yüce Allah'ın sıfatlarından olup, o kendini bu şekilde nitelemiştir. Zira melekler ona doğru yükselmektedirler. Bir başkası ise "zi'l-mearic"in manasının yüksek dereceler olduğunu söylemiştir. Beyhaki'nin Ali b. Ebi' Talha'dan nakline göre İbn Abbas bu ayeti tefsir ederken şöyle demiştir: "el-Kelimu't-tayyibu" Allah'ı zikirdir, "el-amelu's-salihu" Allah'ın koyduğu farzları eda etmektir. Her kim Allah'ı zikreder, O'nun farizalarını yerine getirmezse onun kelamını reddetmiş olur. el-Ferra'nın görüşüne göre salih amel güzel sözleri yukarı yükseltir. Bir başka ifadeyle güzel sözler beraberinde salih amel olduğu takdirde kabul edilir. Rağıb şöyle der: "el-Uruc" yukarıya doğru yükselmek demektir. Ebu Ali elKa1i', el-Bari' isimli eserinde şöyle der: "el-Mearic", "ma'rec" kelimesinin çoğuludur. Tıpkı "el-masaid" kelimesinin "mas'ad" kelimesinin çoğulu olduğu gibi . . "el-Uruc" yukarıya doğru yükselmek demektir. Beyhaki' şöyle der: Güzel sözün ve hoş sadakanın yukarıya yükselmesi onların kabul edilmesi demektir. Meleklerin yukarıya yükselmesi ise gökteki bulundukları yere doğru yükselmeleridir. Bu ifadede yer alan "ilallah=Allah'a doğru" ifadesi ise selef bilginlerinden daha önce naklettiğimiz üzere işi ona havale etmek anlamındadır. Buhari' bu başlık altında dört hadise yer vermiştir ki bunların bazılarında aynı rivayet yolu üzerine ziyadelik vardır. Ebu Hureyre'nin naklettiği birinci sırada yer alan "(her gün) birtakım melekler geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzün birbirlerini müteakip size gelirler" hadisinin açıklaması SaıM Bölümünün baş taraflarında geçmişti. Ebu Said'in rivayet ettiği dördüncü sırada yer alan hadisin geniş bir açıklaması Fiten Bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir b. Abdullah şöyle demiştir: Bir gece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oturuyorduk. Ayın ondördüncü gecesi idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem aya baktı ve şöyle buyurdu: "Şu ayı görmekte nasıl birbirinize gösterebilmek için sıkışıp üst üste yığılmanıza ihtiyaç kalmaksızın hepiniz zahmetsizce görüyorsanız Rabbinizi de öylece göreceksiniz. Artık güneşin doğumundan da, batışından da evvelki namazıann hiçbirinden alıkanmamak elinizden gelirse ona çalışınız
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir b. Abdullah'ın nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz sizler Rabbinizi apaçık ayan beyan göreceksiniz" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir b. Abdullah şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayın ondördüncü gecesi bizim yanımıza çıktı ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz sizler şu ayı görmekte nasıl sıkışıp, üst üste yığılmanıza gerek kalmaksızın zahmetsizce görüyorsanız, kıyamet gününde Rabbinizi de öylece göreceksiniz
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre şöyle anlatmıştır: İnsanlar "Ya Resulallah! Bizler kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ayın ondördüncü gecesi ayı görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye ihtiyaç duyar mısınız?" diye sordu. Sahabiler "Hayır Ya Resulallah!" deyince, tekrar "Ya güneşin önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye ihtiyaç duyar mısınız?" diye sordu. Sahabiler yine "Hayır Ya Resulallah!" deyince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz sizler onu işte böyle (apaçık) göreceksiniz. Allah kıyamet gününde insanları toplayacak ve 'Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün!' buyuracak. Artık güneşe tapmakta olan güneşin ardına, aya tapmakta olan ayın ardına, tağutlara tapmakta olanlar da tağutların arkalarına düşüp gidecek ve yalnız bu ümmet, içlerinde şefaatçileri -veya münafıkları- da olduğu halde yerinde durup kalacak. -Ravi İbrahim bu iki kelimede şüpheye düştü.- Allah onlara (evvelce tanıdıklarından başka bir surette) gelip, 'Ben sizin Rabbinizim" buyuracak. Onlar (Rablerini o tecelli ile tanıyamadıkları için) Rabbimiz bize geldiğinde biz onu tanırız! diyecekler. Allah onlara bu defa tanımakta oldukları suret üzere gelecek. 'Ben sizin Rabbinizim!' buyuracak. Onlar da '(Hakikaten) sen bizim Rabbimizsin!' diyecekler ve (Allah'ın davet etmesi üzerine) ona tabi olacaklar. Cehennemin ortasına sırat (yani köprü) kurulur. Ben ve ümmetim onun üstünden geçecek ilk kimseler olacağız. O gün resullerden başka hiçbir kimse konuşamaz. Resullerin de o günkü duası 'Allahümme sellim sellim (=Allah'ım selamet ver, selamet ver)!' olacaktır. Cehennemde Sa'dan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa'dan dikenlerini hiç görmüşlüğünüz var mı?" Sahabiler "Evet Ya Resulallah" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "İşte bu çengeller Sa'dan dikenlerine benzer. Ne var ki ne kadar büyük olduklarını yalnız Allah Teala bilir. İşte bunlar insanları (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Artık onlardan kimisi helak olur, kötü ameliyle kalır, kimisi de hardal gibi ezim ezim ezilir veya cezasını görür ya da buna benzer bir duruma düşer. Nihayet Allah Teala kulları hakkında hükmünü tamamladıktan sonra ilahi rahmeti olarak cehennem ehlinden dilediklerini cehennemden çıkarmak istediğinde meleklere ilahi rahmete ermeleri murad olunanlardan Allah'a bir şey ortak koşmamışlar, 'la ilahe illallah' diye şehadet etmişleri cehennemden çıkarsınlar diye emredecektir. Melekler bunları cehennemde üzerlerindeki secde izlerinden tanıyacaklardır. Ateş Adem oğlunun bütününü yer de yalnız secde eserini yiyemez. Allah Teala secde eserini yemeyi cehennem ateşine haram kılmıştır. Bunlar ateşten kavrulup, kapkara olarak çıkarılacaklardır. Üzerlerine hayat suyu dökülecek ve onun altında sel uğrağında biten yabani reyhan tohumları nasıl çabuk biterse yeniden öylece biteceklerdir. Sonra Allah kulları arasında hükmü sona erdirir. Ancak cennet ile cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olacaktır. O kimse 'Ya Rab! Yüzümü ateşten döndür. Çünkü kokusu beni zehirleyip duruyor, alevi beni yakıp duruyor' diyecek. O adam sürekli olarak Allah'a onun dilediği kadar dua ve niyazda bulunacak. Sonunda Allah ona 'Bu senin dediğin sana verilecek olsa acaba başka bir şey daha istemeyecek misin?' diye soracak. O ise 'İzzetine yemin olsun ki hayır! Bundan başka senden bir şey daha istemem!' diyecek ve Rabbine dilediği kadar birçok ahid ve misak verecek. Ondan sonra Allah yüzünü cehennem tarafından (cennet tarafına) çevirecek ve o cenneti görecek. Allah'ın dilediği kadar bir süre sükut ettikten sonra 'Ya Rab! Beni cennetin kapısına yanaştır' diyecek. O da 'Evvelce istediğinden başka ebediyyen hiçbir şey istemeyeceğine ahid ve misak vermiş değil miydin? Allah layıkını versin be hey Adem oğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz bir kimsesin!' buyuracak. O da 'Ey Rabbim!' diyecek ve Allah'a devamlı dua edecektir. Nihayet Allah 'Bu sana verilirse bundan başka bir şey istemeyecek misin?' diyecek. O da 'İzzetine yemin ederim ki hayır, bundan başka bir şey istemem!' diyecek ve yine Rabbinin dilediği birçok ahid ve misaklar verecektir. Bunun ardından Rabbi onu cennetin kapısına yanaştıracak. O kimse cennet kapısına varıp dikildiği ve cennet ona açılıp genişlediği veya cennetin içindeki güzel ve bol nimetleri, sevinci gördüğünde (yine utanıp) Allah'ın dilediği kadar bir süre sükut edecek. Sonra 'Ya Rab! Beni cennetin içine sok!' diyecek. Allah da ona 'İstediğin sana verildiği takdirde ondan başka hiçbir şey istemeyeceğine ahidlerini ve misakıarını vermiş değil miydin?' diyecek ve sana veyl olsun ey Adem oğlu! Sen ne kadar sözünde durmaz bir kimsesin!' buyuracaktır. Bunun üzerine o kimse 'Ey Rabbim! Yaratıklarının en bedbahtı ben olmayayım' diyecek, durmadan dua ve niyaza devam edecek. Nihayet Allah Teala ona tebessüm edecek, o zaman da 'Cennete gir!' buyuracak. O kul cennete girince Allah ona 'Temenni et!' buyuracak. O da Rabbinden isteyip, temenni edecek. Nihayet Allah ona 'Şunu da, bunu da iste!' diye buyuracak, istenecek şeyleri onun aklına getirecektir. Nihayet bu dileklerinin hepsi sona erince, Allah ona 'Bunların hepsi ve bir o kadar dahası hep senindir!' buyuracaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri şöyle demiştir: Biz "Ya Resulallah! Kıyamet gününde bizler Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordu k. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sizler gökyüzünde bulut olmadığı zaman güneşi ve ayı görmek için birbirinizi sıkıştınp, darlığa düşer misiniz?!! buyurdu. Biz "Hayır" deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz sizler güneş ile ayı görmekte birbirinizi sıkıştırıp, darlığa düşürmediğiniz gibi o gün Rabbinizi görmekte de hiç birbirinizi sıkıştırıp darlığa düşmeyeceksiniz!! buyurdu. Sonra şöyle devam etti: "Her bir kavmin dünyada ibadet edegeldiği şeye gitmesi için bir nidacı nida eder. Bunun üzerine haçlılar haçlarıyla, puta tapanlar putlarıyla her bir mabudun tapanları kendi mabudlarıyla giderler. Nihayet itaatkar olsun, günahkar olsun, hak üzere kalan kitap ehlinin geride kalanları olsun Allah'a ibadet etmekte olanlar kalır. Sonra cehenneme getirilirler, cehennem onlara gösterilir ki sanki cehennem onların nazarında bir seraptır. Yahudilere 'Sizler kime tapardınız?' diye sorulur. Onlar 'Biz Allah'ın oğlu Üzeyr'e tapardık' derler. Bunun üzerine onlara Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Teala hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyin iz istediğiniz nedir?' denilir. Yahudiler 'Ya Rab! Bize su içirmeni istiyoruz' derler. Onlara 'Haydi içiniz' denilir ve birbiri ardınca cehennemin içine dökülürler. Sonra Hıristiyanlara hitaben 'Sizler kime tapardınız?' diye sorulur. Onlar da 'Biz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık' derler. Bunun üzerine onlara 'Siz yalan söylüyorsunuz. Allah Teala hiçbir eş, hiçbir oğul edinmiş değildir. Şimdi söyleyin iz ne istiyorsunuz?' denilir. Onlar da 'Bize su içirmeni istiyoruz' derler. Onlara da 'Haydin su için!' denilir de birbiri ardınca cehennemin içine dökülürler. Nihayet itaatkar olsun, günahkar olsun Allah'a ibadet etmekte olanlar kalır. Onlara da 'İnsanlar hep gittikleri halde sizleri burada alıkoyan nedir?' denilir. Onlar 'Biz şimdikinden ziyade kendilerine muhtaç iken onlardan dünyada ayrılmıştık. (Şimdi nasılolur da onların arkasına takılırız?) Biz bir nidacının 'Her kavim vaktiyle ibadet ettiği ne idiyse ona kavuşsun!' diye nida ettiğini işittik. Bundan dolayı bizler Rabbimizi bekleyip duruyoruz!' derler." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Meydanda kalan mu'minlere cebbar olan Allah onları ilk defa gördükleri, tanıdıkları suretten başka bir surette gelir ve 'Ben sizin Rabbinizim!' der. Onlar da 'Sen bizim Rabbimizsin!' derler. Artık onunla Nebilerden başkası konuşamaz. Allah Teala 'Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir alamet var mıdır?' diye sorar. Onlar 'Evet saktır!' demeleri üzerine Allah Teala sakını açacaktır. Bunun üzerine her mu'min Allah'a secde eder. Allah'a riya ve şöhret için secde eden kimseler kalır. Onlar da secde etmeye davranırlar fakat onların sırtı tek bir tahta gibi kaskatı bir tabakaya döner. Sonra köprü getirilir de cehennemin ortasına kurulur." Biz "Ya Resulallah! Köprü nedir?" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: :4yakların kayacağı bir yerdir ki üzerinde başları eğri demirden çengeller, dikenler, sert, keskin, enli şeyler vardır. Bunların Necid'de olan ve Sa'dan denilen dikenler gibi uçları kıurık, eğri dikenleri vardır. Mu'minlerin kimi onun üzerinden göz kırpacak kadar zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi iyi cins yörük at ve develer gibi süratle geçerler. Bunların kimi sapsağlam olduğu gibi kurtulur. Kimi tırmıklar içinde perişan olmuş olarak salıverilir. Kimi de cehennem ateşi içine sapır sapır düşer. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer, kurtulur. Bugün ortaya çıkmış hakkını kurtarmak için hiçbirinizin bana yalvarıp yakarması, o (dehşetli) günde asi mu'minin cebbar olan Yüce Allah'a yalvarıp yakarmasına benzemez. Onların kardeşleri arasında kurtulduklarını gördüklerinde 'Ey Rabbimiz! Bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Onlar bizimle birlikte namaz kılar, oruç tutar, her türlü iyi işlerde bulunurlardı. ' Allah Teala 'Haydin gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında iman olan her kimi bulursanız çıkarın!' buyuracaktır. Allah Teala onların suretlerini yakmayı ateşe haram edecektir. Artık bunlar kimi ayağının üstüne, kimi de yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalıp, tanıdıklarını çıkaracaklardır. Yine Yüce Allah 'Haydin bir daha gidin, kalbinde zerre ağırlığınca iman olan kimi bulursanız çıkarın!' buyuracaktır. Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp döneceklerdir. Yine Yüce Allah 'Haydin bir daha gidin, kalbinde zerre ağırlığınca iman olan kimi bulursanız çıkarın!'buyuracaktır. Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklardır. " Ebu Said şöyle devam etti: "Eğer bu dediğime inanmıyorsanız "Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş eğer bir kötülük ise onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa, onu katlar (kat kat arttırır). Kendinden de büyük mükafat verir. "(Nisa 40) ayetini okuyunuz. "Kısacası Nebiler, melekler, mu'minler şefaat edeceklerdir. Derken cebbar olan Yüce Allah Artık sıra benim şefaatime geldi!' buyuracak ve ateşten bir kabza tutacak ve simsiyah yanmış olan birtakım kavimleri dışarı çıkaracak, akabinde bunlar cennetin yolları üzerinde olup, hayat nehri denilen bir nehrin içine atılacaklardır. Onlar o nehrin iki kıyısında sel uğrağında biten yabani (reyhan) tohumlarının bittiği gibi biteceklerdir. Sizler o tohumları taşın kenarında, ağacın yan tarafında görmüşsünüzdür. Onlardan güneşte olanları yeşildir, gölgeli olanları da beyazdır. Sonra onlar bu nehirden (beyaz ve parlak) inciler gibi çıkacaklar, boyunlarına kendileriyle tanınacakları (altın, gümüş türünden) hatemler takılacak ve cennete gireceklerdir. Cennet ahalisi 'İşte bunlar hiçbir amelleri, geçmiş hiçbir hayırları olmadığı halde Allah 'ın cennete koyduğu azaldıklarıdır!' diyeceklerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "mu'minler kıyamet günü hapsolunacaklar ve nihayet bu yüzden kederlenecekler. Derken 'İçinde bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarıp, rahatlatması için Rabbimize şefaat istesek' diyecekler. Akabinde Adem Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelecekler ve 'Sen insanların babası olan Adem'sin, Allah seni kendi eliyle yarattı, seni cennetine yerleştirdi, meleklerini sana secde ettirdi ve her bir şeyin isimlerini sana öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabbin katında bizlere şefaat etmeni istiyoruz' diyecekler." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Adem vaktiyle işlemiş olduğu o yasaklanmış ağaçtan yeme günahını zikrederek 'Ben buna ehil değilim fakat sizler Allah Teolo'nın bütün yer halkına göndermiş olduğu ilk Nebi olan Nuh'a gidiniz' diyecek. Sonra onlar Nuh'a gelecekler. O da evvelce işlemiş olduğu herhangi bir bilgiye dayanmaksızın Rabbinden onların helakini isteme günahını zikrederek 'Ben buna ehil değilim. Fakat sizler halilurrahman olan İbrahim Nebi s.a.v.'e gidiniz' diyecek." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: ':4kabinde insanlar İbrahim'e gelecekler. O da vaktiyle yalan şeklinde söylemiş olduğu üç sözünü zikrederek 'Ben buna ehil değilim fakat sizler Allah'ın kendisine Tevrat verdiği, konuştuğu vefısıldaşarak konuşmak için kendisine yaklaştırdığı bir kulolan Musa'ya gidin' diyecek." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: ':4kabinde insanlar Musa'ya gelecekler. O da vaktiyle işlemiş olduğu insan öldürme günahını zikrederek 'Ben buna ehil değilim, fakat sizler Allah'ın kulu, Resulü, Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidin' diyecek." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Bunun üzerine insanlar İsa'ya gelecekler. O da 'Ben buna ehil değilim, fakat sizler Allah'ın geçmiş ve geri kalmış günahlarını mağfiret etmiş olduğu bir kulolan Muhammed'e gidin' diyecek. Bunun üzerine insanlar bana gelecekler. Ben gider onun cenneti için Rabbimin huzuruna girme izni isterim. Bana izin verilir. Rabbimi gördüğüm zaman onun için secdeye kapanırım. Allah beni bırakmak istediği kadar bu vaziyette bırakır. Sonra 'Başını kaldır ya Muhammed! Söyle, sözün dinlenir, şefaat et, şefaatin kabul edilir, iste sana verilir!' buyurur." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Ben secdeden başımı kaldırırım ve Rabbimin bana öğreteceği sena ve hamd ile Rabbime sena ve hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır belirler. Ben dışarı çıkarım ve o insanları cennete sokarım. " Katade şöyle dedi: Ben yine Enes'ten işittim. Şöyle diyordu: "Ben çıkarım ve artık o insanları ateşten çıkarır ve cennete sokarım. Sonra döner onun cenneti içinde Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabbimi gördüğüm zaman secdeye kapanırım. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra 'Kalk Muhammed! Söyle sözün dinlenir, şefaat et, şefaatin kabul edilir, iste, sana verilir!' buyurur." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: "Ben başımı kaldırır Rabbimin bana öğreteceği sena ve hamd ile Rabbime sena eder, ham d ederim." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır tayin buyurur. Akabinde ben çıkar ve insanları cennete koyarım. " Katade şöyle dedi: Ben Enes'ten şöyle derken işittim: "Ben çıkarım. Akabinde o insanları ateşten çıkarır, cennete sokarım. Sonra üçüncü defa döner cennetinde Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Ben Rabbimi görünce, secdeye kapanmm. Allah beni o vaziyette bırakmak istediği kadar bırakır. Sonra 'Kalk Muhammed! Söyle, sözün işitilir, şefaat et, şefaatin kabulolunur, iste, isteğin verilir!' buyurur." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: "Bunun üzerine ben başımı secdeden kaldırır, Rabbimin bana öğreteceği sena ve ham d ile Rabbime sena ve hamd ederim. Sonra şefaat ederim. Bana bir sınır tayin buyurur. Akabinde çıkar o sınır içindeki insanları cennete sokarım. " Katade şöyle dedi: Ben Enes'ten işittim şöyle naklediyordu: "Akabinde ben çıkarım ve insanları ateşten çıkarır cennete sokarım. Nihayet ateşte Kur'an'ın hapsettiği yani kendilerine ebediyyen azap vacip olan kimselerden başkası kalmaz." Enes'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem akabinde şu ayeti okudu: "(Böylece) Rabbinin seni övgüye değer bir makama (Makam-ı Mahmud'a) gönderebileceğini umabilirsin. "(İsra 79) Enes "İşte Nebiinize vaat edilmiş olan Makam-ı Mahmud budur" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Hevazin ganimetierini taksim ettiği zaman) Ensar'a haber gönderip, onları yuvarlak bir Arap çadırı içinde topladı. (Konuşmasının sonunda) onlara "Sizler Allah'a ve Resulüne kavuşuncaya kadar sabrediniz. Şüphesiz ben havuz başında olacağım" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, gecenin bir kısmında teheccüd namazı kıldığında şu duayı okurdu: "Allah'ım! Hamd sana mahsustur. Gökleri ve yeri görüp gözeten sensin. Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin ve içlerinde olanların Rabbi yalnız sensin. Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içinde olanların nuru sensin. Sen haksın, sözün haktır, vaadin haktır, sana kavuşmak haktır, cennet haktır, cehennem haktır, kıyamet haktır! Allah'ım! Kendimi yalnız sana verdim, yalnız sana iman ettim, yalnız sana güvendim, tevekkül ettim. Hasma karşı hüccet getirme kuvvetini senden aldım. (Hakkı inkar edenle arama) seni hakem ettim. Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım, gizlediğim, açığa vurduğum ve senin benden iyi bilmekte olduğun bütün günahlarımı mağjiret et. Senden başka hiçbir ilah yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b.Hatim şöyle dedi: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sizden Rabbinin arada bir tercüman ve onu görmeyi perdeleyen bir hicab olmaksızın konuşmayacağı hiç kimse olmayacaktır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Kays'ın babasından nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki bunların kabları ve içlerinde bulunan eşyaları gümüştendir. Diğer iki cennet daha vardır ki bunların kablari ve içlerinde bulunan şeyler de altındandır. Adn cennetindeki cennetliklerle bunların Rablerine bakmaları arasında Allah'ın vechi üzerinde bulunan kibriya ve azamet perdesinden başka bir şey bulunmayacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud' un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim yalan bir yemin ile Müslüman bir kimsenin malını elinden alırsa o Allah'a kendisine karşı öfkeli olduğu halde kavuşacaktır." Abdullah b. Mesud dedi ki: Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın kitabından bu hadisin doğrulayıcısı olan şu ayeti okudu: "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır. "(Al-i imran)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Üç sınıf insan vardır ki Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve onlara bakmaz: Bunlardan birincisi malı üzerine yalandan satın almak isteyen müşteriden daha çok bedel verildiğine yemin eden kimsedir. İkincisi ikindiden sonra Müslüman bir kimsenin malını elinden koparıp almak için yalan bir yeminle yemin eden kimsedir. Üçüncüsü ihtiyacından fazla olan suyu insanlardan men eden kimsedir. Allah kıyamet gününde ona sen ellerinle imal etmedif:jin fazla suyu men ettiğin gibi, bugün ben de senden lutfumu ve ihsanımı men edeceğim! buyuracaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed b. Ebu Bekre'nin Ebu Bekir'den nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (veda haccında) şöyle buyurmuştur: "Zaman Allah'ın gökleri ve yerleri yarattığı günkü (ilk) vaziyetine dönmüştür. Bir yıl (ay ölçüsüyle) oniki aydır. Bunlardan dördü haram (yasak) aylardır ki, üçü arka arkaya zilkade, zilhicce ve muharremdir. (Dördüncüsü) Mudar'ın ayı olan recebtir. O cumade'lahir ile şaban arasındadır." Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Biz "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sükCıt etti. Biz Nebi bu aya adından başka bir ad verecek sandık. Sonra "Zilhicce ayı değil midir?" buyurdu. Biz "Evet zilhiccedirl" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu içinde bulunduğunuz hangi beldedir?" buyurdu. Biz ''Allah ve Resulü en iyi bilendir!" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sustu. Hatta biz onu Mekke'ye isminden başka bir isim verecek sandık. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Mekke beldesi değil midir?" buyurdu. Biz "Evet, Mekke'dir!" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bugün hangi gündür?" diye sordu. Biz "Allah ve Resulü en iyi bilendir!" dedik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yine sükCıt etti. Hatta biz bugüne adından başka bir isim verecek sandık. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Nahr günü (kurban kesim günü) değil midir?" buyurdu. Biz "Evet, nahr günüdür!" dedik. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şu halde iyi biliniz ki kanlarınız ve mallarınız -Muhammed b. Sirin, Ebu Bekr' e şunu da söyledi sanıyorum demiştir- ve ırzlarınız birbirinize bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün haram oluşu gibi haramdır. (Her türlü saldırıdan korunmuştur.) Muhakkak ki siz Rabbinize kavuşacaksınız. Rabbiniz sizlere işlediğiniz amellerinizden soracaktır. (Ey insanlar!) Benden sonra birbirinizin boynunu vuran sapıklara dönmeyiniz! (Ey İnsanlar!) Dikkat edin bu sözlerimi burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayanlara tebliğ edip ulaştırsın! Olabilir ki kendisine tebliğ ulaşan bazı kimseler, burada bulunup işiten bir kısım kimselerden daha iyi anlayıp bellemiş olur!" Muhammed b. Sirin bu hadisi zikrettiği zaman Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem doğru söyledi derdi. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" diye iki kere sordu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Yüzler vardır ki o gün ışılışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır' sözü." Taberi'nin sahih bir isnadla Yezid en-Nahvi'den nakline göre İkrime bu ayeti "Yüzler vardır o gün Rablerine hiç şüphesiz bakacaktır" şeklinde tefsir etmiştir. Taberi'nin, Buhari, Adem, Mubarek isnadıyla nakline göre Hasan-ı Basri ise "Yüzler vardır o gün yaratıcısına bakacaktır ve onların bakmak haklarıdır" şeklinde açıklamıştır. Beyhaki şöyle der: Bu ayetin konumuza delilolan kısmı "nadıra" kelimesidir. Birinci kelime dat harfiyle "nadıra" şeklinde olup, sevinç anlamına gelen "ennadra" kökünden türemiştir. Diğeri ise zı harfiyle "nazıra" kelimesidir. Bu kelime Arap dilinde dört manaya gelebilir: Birincisi, tefekkür ve ibret bakışıdır ki "efela yenzurune ile'l-ibili keyfe hulikat=devenin nasıl yaratzldığına ... bir bakmazlar ml?"(Ğaşiye 17) ayeti buna örnektir. İkincisi, bekleme anlamındadır. "Ma yenzurCme illa sayhaten vdhide=Kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. "(Yasin 49) ayeti buna örnektir. Üçüncüsü, rahmet ve şefkat bakışıdır ki "Id yenzurullahu ileyhim=Allah onlara bakmayacaktır"(Aı-i İmran 77) ayeti de buna örnektir. Dördüncüsü, görme anlamındadır. Yüce Allah'ın "yenzurOne ileyke nazara'l-mağşiyyi aleyhi =ölüm baygınfığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün"(Muhammed 20) ayeti de buna örnektir. Burada söz konusu manalardan ilk üçü kastedilmemektedir. Çünkü birincisi kastedilmiş olamaz, zira ahiret delil getirip akıl yürütme yurdu değildir.. İkincisi kastedilmiş olamaz, çünkü beklemekte nimetin boğaza dikilmesi ve can sıkıntısı sözkonusudur. Ayet ise nimetin hatırlatılması ve müjde makamında zikredilmiştir. Cennet ehli hiçbir şeye bakmaz. Zira akıllarına ne gelirse hemen önlerine getirilip hazır edilir. Üçüncü manaya gelince, bu da mümkün değildir. Çünkü yaratığın yaratıcısına karşı şefkat etmesi sözkonusu olamaz. Sonuç olarak geriye "görme" anlamındaki nazar kalmaktadır. Buna bir de şunu ekleyebiliriz: "Nazar" kelimesi, yüz kelimesiyle birlikte zikredildiğinde bu yüzde bulunan iki gözle bakma anlamında anlaşılır. Çünkü Yüce Allah'ın "yenzurCıne ileyke" ayetinde olduğu üzere sadece bu anlamdaki "nazar", "ila" harf-i cerriyle kullanılmaktadır. Burada "nazıra" kelimesinin görmek anlamında olduğu kesinleştiğine göre 'yetin manası, 'Yüzler Rablerinin sevabına bakmaktadır'" diyenlerin görüşleri temelinden sarsılmış olur. Çünkü bir ifadeyi açıklarken asıl prensip, ifadeye takdirde bulunmamaktır. Bu ayetin mu'minler hakkındaki mantuku, Mutaffifin suresinde o gün kafjrlerin Rablerini görmekten mahrum olacakları yolundaki mefhurİı.u ile güç kazanmaktadır. Yüce Allah söz konusu "görme"nin mu'minler açısından dünyada değil, ahirette olacağına işaret etmek için her iki ayette de kıyamet günüyle kayıtlamıştır. İbn Battal şöyle der: Ehl-i sünnet ve ümmetin çoğunluğu, ahirette Yüce Allah'ı görmenin mümkün olduğu kanaatine varmıştır. Şeyhü'l-İslam İbn Teymıyye şöyle der: Her müslümanın inanması gereken, mu'minlerin ahiret yurdunda Rablerini kıyamet günü mahşerde ve cennete girdikten sonra görecekleridir. Zira Nebi s.a.v.'den hadis alimleri nezdinde mütevatir olarak gelen hadisler bunu göstermektedir. HaridIer, Mutezile ve Mürcie mezhebinden bazıları ise bunun mümkün olmadığını ileri sürerler. Onlar, "görme fiili", görülenin sonradan olmasını (muhdes) ve bir mekanda yer tutmasını gerektirir derler ve Yüce Allah'ın "nazıra" ifadesini "beklemektedir" şeklinde tevil ederler. Ancak bu hatadır. Zira fiil bu manada "ila" harf-i cerri alarak geçişli olmaz. İbn Battal bundan sona yukarıdaki açıklamaya benzer şeyler söyler. Sonra şöyle devam eder: Bunların delilolarak sarıldıkları şeyler, Allah'ın mevcut olduğuna dair deliller bulunduğu için geçersizdir. Görmenin görülene bağlantısı, ilmin maluma bağlantısı mesabesindedir. İlmin malum olana bağlantısı nasıL ki illmin sonradan olmasını gerektirmiyarsa, "görme" de "görülen" varlığın sonradan olmasını gerektirmez. Karşı taraf, "Gözler onu göremez (En'am 103)" ayetiyle Allah'ın Hz. Musa'ya hitaben söylediği "len teranf=sen beni asla göremezsin"(Araf 143) ayetlerini esas almışlardır. Birinciye verilecek cevap şudur: İki ayetin delilini birbiriyle cem ve telif etmek için "Gözler onu dünyada göremez" deriz. İdrak edilememesi Allah'ın görülememesini gerektirmez. Çünkü bir şeyin gerçek mahiyetini kavramaksızın onu görmek mümkündür. İkinciye verilecek cevap da şudur: Yine delilleri cem ve telif etmek için ayetin manası, "Sen beni dünyada asla göremezsin" şeklindedir. Zira bir şeyin olmayacağını söylemek, ayete uygun olarak hadislerde yer alan ifadelerle birlikte onun mümkün olmamasını gerektirmez. Sahabe, tabiCın nesiinden bu yana müslümanlar Allah'ın görüleceğini inkar edip, selefe muhalif olanlar ortaya çıkıncaya kadar onun görüleceğini kabul edegelmişlerdir. Kurtubı şöyle der: Allah'ın görüleceğini inkar edenler, görülen varlığın özel bir bedeni olacak, görenle görülen karşı karşıya olacak, görülenden görene bir ışık yansıyacak ve uzaklık ve perde gibi engeller bulunmayacak şeklinde birtakım aklı şartlar ileri sürmüşlerdir ki bunlar onlar açısından yolunu kaybediş ve bir tahakkümden ibarettir. Ehl-i sünnet görülen varlığın varlığı dışında yukarıdaki şartlardan hiçbirini şart koşmaz. Ehl-i sünnete göre "ru'yet=görmek" Yüce Allah'ın gören varlıkta yaratmış olduğu bir kavrama gücüdür. Dolayısıyla gören varlık görüleni bu güçle görür. Görme olayına değişmesi mümkün olan birtakım durumlar eşlik edebilir. Bunun bilgisi ancak Yüce Allah'ın katındadır. İmam Buhari bu bölümde onbir hadise yer vermektedir. "La tudammCıne." Beyhaki şöyle der: Şeyh İmam Ebu't-Tayyib Sehl b. Muhammed es-Su'ICıkl'nin "La tudammCıne fı ru'yetihı" ifadesini açıklarken şöyle dediğini duydum: Allah'ı görmek için bir yerde toplanmayacak ve birbirinizi sıkıştırmayacaksınız. Fiilin "La tudammune" kipinin manası böyledir. Bu fiilin aslı "la tetadammune’’ ru'yetihl" şeklindedir ki bir yerde toplanmayı ifade eder. "La tadamCıne" şeklinde şeddesiz olanı ise zulüm manasına gelen "ed-daym" kökündendir. Bunun manası ise şöyledir: Onu bir kısmınız görürken, bir kısmrrırz görmeyerek haksızlığa uğramazsınlZ. Çünkü sizler onu bulunduğunuz yerden göreceksiniz. Zira o herhangi bir yerde bulunmaktan münezzehtir. Buradaki benzetme, onun kendisini değil, görülmesini ayın görülmesine benzetme şeklindedir. İkinci sırada yer alan Ebu Hureyre hadisi "İnsanlar "Ya Resulallah! Bizler kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tekrar "Ya güneşin önünde hiçbir bulut yokken görmek için itişip kakışmaya, birbirinize zahmet vermeye ihtiyaç duyar mısınız?" diye sordu." Bu uzunca hadisin geniş bir açıklaması Rikak Bölümünde geçmişti. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Yüce Allah onların, benzeri olmayan Rablerinin sıfatlarına inançları konusunda kendilerini denemek için bir melek gönderir. Melek onlara "Ben sizin Rabbinizim" deyince, kendisindeki yaratılmışlık niteliğini gördükleri için onu reddederler. "Rabbimiz bize geldiğinde biz onu tanırız" ifadesi Rabbimiz başkasına ait olmayan bir mülk ve yaratıklarından hiçbir şeye benzemeyen azamet içinde kendilerine zuhur ettiğinde "Sen bizim Rabbimizsin" derler. "Allah Teolo 'Rabbinizi tanıyabilmek için aranızda bir alamet var mıdır?' diye sorar. Onlar 'Evet saktır!' derler." Onların Rablerini tanımaları melek veya Nebilerden elçilerin ifadesiyle Allah'ın kendilerine tecelli alameti olarak sakı keşfedip açmak olacağı yolundaki ifadeleri olabilir. Şöyle ki Yüce Allah onlara "Ben sizin Rabbinizim" diyecek bir kimse göndererek imtihan edecektir. Yüce Allah'ın "Allah Teolo sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında, hem de ahirette sapasağlam tutar"(İbrahim 27) sözü ile buna işaret etmektedir. Bu ayet, her ne kadar kabir azabı hakkında gelmiş ise de mahşer gününü kapsaması da uzak bir ihtimal değildir. Mühelleb şöyle devam eder: İbn Abbas'ın "yevme yukşefu an sokin=O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler fakat güç getiremezler"(Kalem 42) ifadesi hakkında "sak=incik" güç iş anlamına olduğunu söylediği nakledilir. ---Bu açıklama ayetin lafzına göredir. Zira kelime lafzı itibariyle bir sıfata delalet etmemektedir. Delil bu bölümde Ebu Said el-Hudri'den nakledilen hadistir. Şeyhu'l-İslam İbn Teymıye şöyle der: Ben sahabeden nakledilen tefsirlere ve onların rivayet ettikleri hadislere baktım. Yüzden fazla tefsiri gözden geçirdim. Hiçbir sahabinin sıfat ayetlerinden veya hadislerinden herhangi birini -bilinen mefhumunun gereği aksine- tevil ettiklerini görmedim. Ancak "yeume yukşefu an sdkin=o gün incikten açılır" hakkında söylenenler müstesnadır. İbn Abbas ve bir grup bilginden rivayet edildiğine göre "incikten açılmak"tan maksat şiddettir ve Allah Teala ahirette şiddeti açacaktır. Ebu Said ve bir grup bilgin bunu Allah'ın sıfatları arasında saymışlardır (Şeyh el-Guneyman'dan naklen.) --- İbn Abbas'ın "incikten açılma" ayetini, Allah kendisi ile şiddetin ortaya çıktığı kudretini açar şeklinde tefsir ettiği nakledilmiştir. Beyhaki sözü geçen haberi İbn Abbas'a her biri hasen olan iki isnadla dayandırmaktadır. Beyhakl'nin bir başka sahih isnadla nakline göre İbn Abbas Yüce Allah bununla kıyamet gününü kastetmektedir demiştir. "Medhadatun mezelletun" ayakların kayma yeri anlamındadır. "Haseketun" et-TehZıb müellifi ve başkaları, "el-hasek" koyunların yünlerine yapışan ve sert meyvesi olan bir bitkidir. Bunun bir benzeri demirden de yapılabilir. "el-hasek" savaş aletlerinden biridir demişlerdir. "Müfeltahatun" kendisinde genişlik olan bir şey demektir ki bu enlidir. Arapçada "felteha el-kursa = hamuru yaydı, genişletti" demektir. Yedinci sırada yer alan ve Adiy b.Hatim'in rivayet ettiği "Yüce Allah'ın arada bir tercüman ve onu görmeyi perdeleyen bir hicab olmaksızın konuşmayacağı hiç kimse olmayacaktır" şeklindeki hadisi, el-A'meş'den başka bir isnadla "Kendisini perdeleyen bir perde olmaksızın" ifadesiyle gelecektir. Tibi Müslim'de yer alan "Onun hicabı nurdur ki onu açarsa zatının celali ve nuru yaratıklarının gözlerinin ulaştığı her şeyi yakıp kavurur" (Müslim, Iman)şeklindeki Ebu Musa hadisini şerh ederken şöyle der: Bu hadis, Yüce Allah'ın perdesinin bildiğimiz perdelerden başka bir şeyolduğuna işaret etmektedir. Allah, yaratıklarından izzetinin, celalinin, azamet ve kibriyasının ışıkları ile perdelenmiştir. Akılların önünde dehşete kapıldığı, gözlerin kamaştığı, basiretin hayrete düştüğü perde budur. Altah bu hicabını açıp, bunun arkasında zatının hakikatlerini ve azametini görene tecelli ettiğinde yanmayan bir yaratık kalmaz. Sönüp gitmeyen hiçbir görülen nesne kalmaz. Hicabın aslı görenle görülen arasında engel teşkil eden perde demektir. Burada hicabtan maksat, gözlerin Yüce Allah'ı zikredilen şeylerle görmesini engellemektir. Bu engelleme engel olucu perde makamına kullanılmış ve maksat bununla ifade edilmiştir. Kitap ve sünnetin naslarından bu hadiste işaret edilen durumun ebedi olarak sürmek (baka) için hazırlanmış ahiret yurdu değil, yok olmak (fena) için hazırlanmış dünya yurdu olduğu ortaya çıkmıştır. Bu hadis ve başkalarında zikredilen hicab, yaratıklarla ilgilidir. Çünkü görmeleri engeltenecek olanlar onlardır
- Bāb: ...
- باب ...
Usame b. Zeyd şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kızlarından birinin bir oğlan çocuğu ölmek üzereydi. çocuğun annesi yanına gelmesi için Efendimize haber gönderdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kızına 'Allah'ın almak ve vermek istediği her şey kendisine aittir. Her şeyin onun nezdinde tayin edilmiş bir ömrü vardır. Sabretsin ve bunun ecrini ve sevabını Allah'tan beklesin!" diye cevap yolladı. Bu sefer kızı tekrar haber gönderip, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mutlaka gelmesi için yemin etti. Bu haber üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalktı. Onun beraberinde ben de kalktım. Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka'b ve Ubade b. es-Samit dekaıktılar. Kızının evine girdiğimiz zaman çocuğu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e uzatıp verdiler. çocuğun nefesi hırrltılı bir şekilde gidip gelmekte idi. Ravi dedi ki: Zannediyorum o "çocuğun nefesi, sanki eski bir kırbaya dökülen su sesi gibi çıkıyordu" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gözleri yaşlarla doldu. Sa'd b. Ubade "(bu yaşları görünce) "Ya Resulallah! Bu (yaş ve ağlama) nedir?" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah ancak kullarından merhametli ve şefkatli olanlara merhamet eyler" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Cennetle cehennem Rablerinin huzurunda çekiştiler. Şöyle ki cennet 'Ya Rab! Bana ne oldu ki bana insanların yalnız zayıfları ve (halkın gözünde) düşük olanları girer!' dedi. Cehennem de 'Ben büyüklük taslayanlara tercih yani tahsis olundum!' dedi. Yüce Allah cennete 'Sen benim rahmetimsin' buyurdu. Cehenneme de 'Sen benim azabımsın, kullarımdan azap etmek istediklerimi seninle azap ederim. İkinizden her birinizin dolmak hakkı vardır' dedi." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Cennete gelince (o da dolar). Şüphesiz Allah, halkından hiçbir kimseye zulmetmez. Allah cehennem için (boşluklarını doldurmak üzere) yeniden dileceği kimseler yaratır da bunlar oraya atılırlar. Cehennem üç kere 'Daha ziyade var mı?' der. Nihayet Allah ona ayağını basar ve cehennem dolar. Cehennemin bir kısmı bir kısmına getirilerek, toparlanır da 'Yetişir, yetişir, yetişir!' der
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(Asilerden) bir takım kavimlere işlemiş olduklan günahlar sebebiyle bir ceza olmak üzere cehennemden bir siyahlık isabet edecektir. Sonra Allah onlan rahmetinin fazlı ile cennete sokar. Onlara 'cehennemlikler' denilir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Şüphe yok ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır' sözü." İbn Battal şöyle demiştir: Rahmet zati ve fiili sıfat olmak üzere ikiye ayrılır. Burada rahmetin zatı sıfat olma ihtimali vardır. Buna göre ayetin manası itaatkar olanlara sevap verme iradesidir. Bunun fiili sıfat olması da muhtemeldir. Bu durumda ayetin manası Allah'ın bulutları gönderip, yağmur yağdırmak suretiyle lutuf ve ihsanmın iyilik edenlere yakm olmasıdır. Bu, Allah'ın kudreti ve iradesiyle olduğu için kullarına bir rahmeti olur. Tıpkı cennete Allah'm fiillerinden bir fiil, kudretiyle meydana gelen bir hadise olduğu için "rahmet" isminin verilmesi gibi. Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde şöyle bir başlık kullanır: Tedbiri Allah'tan başkasına değil, Allah'a Tanıyan İsimler. Bunlardan birisi de er-Rahman ve er-Rahım isimleridir. Hattabı şöyle der: "er-Rahman" kelimesinin manası, rahmet sahibi demektir ki bu rahmet bütün yaratıkları, rızıkları, geçim vesileieri ve maslahatlarını sağlama araçları konusunda kuşatır. Hattabı şöyle devam eder: "er-Rahım" mu'minlere mahsustur. Nitekim Yüce Allah'm "Ve kdne bi'l-mu'minine rahima = Allah mu'minlere karşı çok merhametlidir"(Ahzab 43) ayet-i kerime si bunu ifade etmektedir. Bir başkası şöyle demiştir: "er-Rahman" isimlendirme açısından dar çerçeve li (hass) ve fiil açısından geniş çerçeve li (amm)dır. Buna karşılık "er-Rahım" isimle ndir me açısmdan genel, fiil açısmdan özeldir. "Cennetle cehennem Rablerinin huzurunda çekiştiler." İbn Battat'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Sözkonusu çekişme, Yüce Allah'ın cennet ve cehenneme hayat, anlayış ve konuşma özelliği vermek suretiyle hakiki manada olabilir. Allah her şeye kadirdir. "Cennete gelince (o da dolar). Şüphesiz Allah, halkından hiçbir kimseye zulmetmez. Allah cehennem için (boşluklarını doldurmak üzere) yeniden dileceği kimseler yaratır da bunlar oraya atılırlar." Ebü'l-Hasen el-Kabisı şöyle demiştir: Bu konuda bilinen Allah'ın cennet için birtakım mahlukat yaratacağıdır. Cehennıme gelince Allah oraya ayağını kor. Ebü'l-Hasen şöyle devam eder: Allah'ın cehennem için mahlukat yaratacağına dair bu hadis hariç hadislerde geçen hiçbir ifade bilmiyorum. Bu hadis cennet ve cehennemin var olan ve kıyamete kadar var olacak olan herkesi içine alacak şekilde geniş olduğunu göstermektedir. Hatta bunlar daha fazlasına da ihtiyaç duyarlar. Rikak Bölümünün son kısmında cennete en son girecek kimseye dünyanın on katı verileceği ifadesi geçmişti. DavCıdi şöyle der: Bu hadisten eşyanın baskın olan vasfıyla nitelenebileceği anlaşılmaktadır. Çünkü cennete zayıflardan başkaları da gireceği gibi, cehenneme büyüklenen kimselerden başkaları da girecektir. "Sef'" ciltte değişiklik eseri anlamına gelir ki bunun sonucu olarak deri üzerinde bir parça siyahlık kalır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Yahudi alimlerinden biri geldi ve "Ya Muhammed! Şüphesiz Allah (kıyamet günü) göğü bir parmağı üzerine, yeri bir parmağı üzerine, dağları bir parmağı üzerine, ağaçları ve nehirleri bir parmağı üzerine ve diğer mahlukları da bir parmağı üzerine kor. Sonra eliyle 'Melik ancak benim!' buyurur, dedi. Sonra eliyle 'Melik ancak benim!' buyurur, dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güldü ve Allah'ı gereği gibi tanımadllar"(En'am 91) dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Ben bir gece teyzem Meymune'nin yanında geceledim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de o gece teyzemin yanında idi. Maksadım Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in geceleyin kıldığı namazın nasılolduğunu görmekti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir müddet eşi Meymune ile konuştu, sonra uyudu. Gecenin son üçte biri yahut yarısı olduğu zaman Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oturdu ve semaya doğru baktı ve şu ayeti okudu: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. "(AI-i İmran 190) Sonra kalktı, dişlerini misvaklayarak abdest aldı, sonra onbir rekat namaz kıldı. Daha sonra Bilal sabah namazı için eza n okudu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki rekat daha namaz kıldı. Bundan sonra mescide çıkıp, cemaate sabah namazını kıldırdı. Fethu’l-Bari Açıklaması: "Rabb yaratıcıdır, mükewindir, mahluk değildir." "el-Mükewin" kelimesi, esma-i hüsna arasında geçmez. Fakat manası "el-musawir" şeklinde zikredilir. Yukarıdaki ifadede "emruhu" kelimesinden sonra "kelamuhu" ifadesi dar çerçeveli bir kelimenin (hass), genel anlamlı (amm) kelime üzerine atfı kabilindendir. Çünkü burada "el-emr" kelimesinden maksat onun "kün" emridir. Bu da Allah'ın kelamı cümlesindendir. Burada "kavluhu" başka nüshalarda "fi'luhu" kelimesi düşmüştür. Kirmani şöyle der: "Gayru mahluk=mahluk değildir" ifadesinin isabetli olabilmesi için bu, daha evladır. İmam Buhari'nin ifade akışı fiil ile fiilden neş'et eden şeyler arasında ayırımı gerektirmektedir. Birincisi failin sıfatındandır, "elBarı", yaratılmış bir sıfat değildir. Onun sıfatları yaratılmış değildir. Mefulu onun fiilinden türemiş olarak mahluktur. Bundan dolayı İmam Buhari bu ifadenin ardından "ve ma kane bi fi'lihi ve emrihi ve tahlikıhi ve tekvinihi fe hüve mef'ulun, mahlukun, mükewenun=Onun fiili, emri, yaratması ve tekvini olan şeyler ise mefuldur, mahluktur, mükewendir" cümlesini getirmiştir. Burada "el-e mr" kelimesinden maksat emredilen şey demektir. Yüce Allah'ın şu ifadelerinde geçen "emir" kelimesinden maksat da budur: "Ve kane emrullahi mefula=Allah'ın emri yerine getirilmiştir. "(Ahzab 37) "Vallahu galibun ald emrihf=Allah emrini yerine getirmeye kadirdir. "(Yusuf 21) Ancak "emrihl" kelimesindeki zamir, Allah yerinedir dersek bu ayet, örnek olabilir. "Leallallahe yuhdisu ba'de zalike emra=Olur ki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkanverir. "(Talak 1) "Kul erruh u min emriRabbf=De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. "(İsra 85) Sahih bir hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah kendi emrinden dilediğini meydana getirir" buyurmuştur. Bu hadiste ayrıca "Subbuhun, kuddusün, Rabbu'l-melaiketi ve'r-ruhi=Her• şeyden münezzehtir, her türlü noksanlıklardan münezzeh ve temizdir, meleklerin ve ruhun Rabbidir" ifadeleri de yer almaktadır. Buna karşılık "elCi lehü'l-halku ve'l-emr=Bilesiniz ki yaratmak da, emretmek de O'na mahsustur"(A'raf 54) ayetindeki "emr"e gelince, Tevhid Bölümünün son kısmında İbn Uyeyne ve başkalarının bu ayete dayanarak Kur'an'ın mahluk olmadığını söyledikleri gelecektir. Zira buradaki "el-emr" kelimesinden maksat, Yüce Allah'ın "kün=ol" emridir. Bu emir "el-halk=yaratma" kelimesi üzerine atfedilmiştir. Dilbilgisi kuralı gereği atıf, iki kelimenin birbirinden farklı olmasını gerektirir. "Kun" Allah'ın kelamındandır. Dolayısıyla onu delilolarak göstermek isabetli olmuştur. Burada "el-emr" kelimesinden maksadın "ve kane emrullahi mej'Cıla=Allah'ın emri yerine getirilmiştir" ayetindeki ile aynı manaya olduğunu zanneden yanıımıştır. Zira bu ayetteki "el-emr" kelimesinden maksat, "el-me'mur=emredilen"dir. Allah'ın "kün" emriyle var olan budur. "Kün", emir kipidir. Bu Allah'ın kelamındandır ve mahluk değildir. Bu emirle var olan ise mahluktur. Buna emir denmesi emir üzerine vücuda gelmesinden dolayıdır. Ben daha sonra Kirmi'mı'nin kulların fiillerinin yaratılması konusuna dair yazmış olduğu kitabında maksadını açıklayan ifadelere rastladım. O şöyle diyor: İnsanlar fail, fiil ve mef'ul konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Kaderiyye mezhebi, fiillerin tamamı insanın eseridir derken, Cebriye kulun fiillerinin tamamı, Allah'ın yaratmasıdır demiştir. Cehmiyye ise fiil ve mef'ul birdir kanaatine varmış ve bu yüzden "kün" mahluktur demiştir. Selef bilginleri ise şu kanaate varmışlardır: "Tahlik=yaratma" Allah'ın fiilidir. Bizim fiillerimiz mahluktur. Allah'ın fiili onun sıfatıdır. Onun dışındaki mef'uller ise mahlukattır. İbn Battal'ın bu konudaki yaklaşımı şöyledir: İmam Buharl'nin maksadı, göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin mahluk olduğunu, çünkü bunların sonradan yaratılmış olduklarına ve Allah'tan başka yaratıcı olmadığına delil bulunduğunu, "Ta bey'at lar yaratıcıdır veya felekler ya da nur veya zulmet ya da arş yaratıcıdır" diyenlerin görüşlerinin geçersiz olduğuna delil var olduğunu ifade etmektir. Bütün bu sözler zikredilen şeylerin tamamının sonradan var olduklarına ve bir var ediciye muhtaç olduklarına delil bulunduğu için fasit ve çürük olmuştur. Zira sonradan olan hiçbir şey bir var edeni bulunmadıkça vücuda gelemez. Allah'ın kitabı başlıkta yer alan ayette olduğu gibi buna şahittir. İmam Buhari göklerin ve yerin alametlerine bakarak Allah'ın birliği ve kudretine delil getirmiştir. Çünkü o büyük ve yaratıcıdır ve diğer yaratıkları yaratan odur. Zira sonradan yaratılanlar (havadis) ondan uzaktır ve bunlar onun sayesinde var olanların sonradan yaratılma olduklarını göstermektedir. Ayrıca onun zatı, sıfatları mahluk değildir. Kur'an Allah'ın sıfatıdır ve mahluk değildir. Bu açıklamadan Allah'ın dışında olan her şeyin onun emri, fiili, yoktan var etmesi sayesinde vücuda geldiği sonucu zorunlu olarak çıkmaktadır. Bütün bunlar onun mahlukudur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Allah mahlukatı yaratmayı hükmettiği zaman arşının üstünde yanında bulunan bir kitapta 'Şüphesiz benim rahmetim, gazabımın önüne geçmiştir' diye yazdı
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud şöyle anlatmıştır: Bize kendisi doğru sözlü, kendisine de doğru bildirilen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: "Her birinizin yaratılışı şöyle olur: Kişi anasının karnında kırk gün ve kırk gece toplanır. Sonra o maddeler bir kan pıhtısı halini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğaya yani bir çiğnem ete dönüşür. Sonra ona bir melek gönderilir ve ona dört kelamı yazmasına izin verilir. Melek de onun rızkını, ecelini, işini, şaki (bedbaht) ve said (mutlu) olacağını yazar. Sonra ona ruh üfler. Herhangi biriniz kendisiyle cennet arasında ancak bir zira mesafe oluncaya kadar cennet ehlinin ameliyle amel eder. Sonunda (meleğin ana karnında yazdığı) yazı onun önüne geçer de bunun üzerine o kişi cehennem ehlinin ameliyle iş yapar ve cehenneme girer. Yine sizden biriniz kendisiyle cehennem arasında bir zira mesafe kalıncaya kadar hep cehennem ehlinin işini işler, sonunda (meleğin ana karnında yazdığı) yazısı onun önüne geçer de artık cennet ehlinin işini yapar ve cennete girer
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Cibril! Senin bizi şu ziyaretinden daha çok ziyaret etmene ne man i oluyor?" diye sormuştu. Bunun üzerine şu ayet indi: "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şeyona aittir. Senin Rabbin unutkan değildir. " (Meryem 64) İbn Abbas, işte bu cevap Muhammed' e verildi demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mesud şöyle demiştir: Ben (bir gün) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Medine' deki tarlalar içinde yürüyordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken Yahudilerden bir topluluğa uğradı. Onların birtakımı diğer takımına 'Ona ruh hakkında soru sorun' dedi. Birtakımı da 'Ona ruh hakkında soru sormayın' dediler. Neticede Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ruh hakkında soru sordular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem değneği üzerine dayanarak dikeldi. Ben arkasında bulunuyordum ve kendisine vahiy indirilmekte olduğunu düşündüm. Sonunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sana ruh hakkında soru sorarlar. Deki ruh Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir"(İsra 85) ayetini okudu. Bunun üzerine onların bir kısmı diğerine "Biz size ona bir şey sormayınız! demiştik" dediler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Yüce Allah ancak kendi yolunda cihad etmek düşüncesi ve (Kur'an'da gelen) kelimelerinin tasdiki niyeti kendisini cihada çıkarıp da kendi yolunda cihad eden mücahide ya (şehitlik suretiyle) onu cennete koymayı veya sevap ve ganimetle beraber içinden çıktığı meskenine sağ salim döndürmeyi tekeffül etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa şöyle anlatmıştır: Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Kimisi hamiyet (şerefini korumak) için savaşır, kimi yiğitlik, kimi de gösteriş için çarpışır. Şu halde bunların hangisinin savaşı Allah yolundadır?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim Allah'm kelimesi (yani tevhid kelimesi) daha yüce olsun diye savaşırsa işte onunkisi Allah yolundadır" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında altı hadise yer vermiştir. Bunlardan birincisi "şüphesiz benim rahmetim gazabımın önüne geçmiştir" hadisidir. Bu hadisin açıklaması "Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor"(Al-i İmran 28, 30) ayetinin tefsirinde geçmişti. İmam Buhari bununla "rahmet"in Allah'ın zatı sıfatlarından olduğu görüşünü tercih ettiğine işaret etmiştir. Zira "kelime" Allah'ın zatı sıfatlarındandır. Rahmet sıfatı açısından "öne geçme" fiilinin kullanılması her ne kadar anlaşılması güç bir nokta ise de bunun benzeri, kelime sıfatı hakkında geçmiştir. Bununla her ne kadar "Ve lekad sebekat kelimetuna=Andolsun ki Nebi kullarımıza söz vermişizdir"(Saffat 171) ayetine cevap verilmiş ise de yapılan bu açıklama ile "sebekat rahmeti" hadisine de cevap verilmiş olmaktadır. "Rahmeti n 'sebk=öne geçmek' kelimesiyle nitelenmesi, bunun mı sıfatı olduğunu gösterir" diyen kimse, İmam Buharl'nin ne demek istediğini anlamayarak gaflete düşmüştür
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire b. Şu'be r.a. şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim şöyle buyuruyordu: "Ümmetimden bir topluluk Allah'ın emri kendilerine gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar daima insanlar üzerine galip ve yüksek olmakta devam edecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Muaviye şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim şöyle buyuruyordu: "Ümmetimden daima Allah'ın emrini yerine getirmekte sabit, kendilerini yalanlayanların ve muhaliflerinin zarar vermeyeceği bir topluluk var olmakta devam edecektir ta Allah'ın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar onlar hep bu yol üzerinde sabit bulunacaklardır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kavmi içinde oturan Müseylime'nin tam karşısında durdu. (Onunla İslam hakkında konuştu. Müseylime Nebilikten bir hisse verilmesini istedi.) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "(Değil Nebilikten bir pay) şayet benden elimdeki şu değnek parçasını istesen, onu bile sana vermem! Sen de Allah'ın senin hakkındaki hüküm ve takdirini öteye geçemezsin. Eğer (bana ve hakka) arka dönüp, muhalefet edersen Allah seni muhakkak helak edecektir" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mesud şöyle anlatmıştır: Ben bir keresinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Medine'nin tarlalarından birinde yürüyorduk. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında bulunan hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken biz, Yahudilerden bir topluluğa tesadüf ettik. Onlardan birtakımı diğer takımına "Ona ruh hakkında soru sorun" dedi. Diğer takımı da "Ona bir şey sormayın. Belki bunun hakkında hoşlanmayacağınlZ bir cevap getirir" dedi. Bazıları ise "Biz ona muhakkak soracağız" dediler. Bunun üzerine onlardan biri ayağa kalktı ve "Ya Ebe'I-Kasım! Ruh nedir?" diye sordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sükCıt etti. Ben kendisine vahiy verilmekte olduğunu anladım. Sonunda "Sana ruh hakkında soru sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir"(İsra ı 85) ayet-i kerimesini okudu. Hadisi rivayet eden A'meş bizim kıraatimizde böyle "ve ma CıtCı = onlara verilmemiştir" şeklindedir dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadiste yer alan "emrullah=Allah'ın emri" ifadesinden maksat kıyamettir. Doğrusu Allah'ın emrinden maksat kıyametin kopmasıdır. Böylece kıyametin kopma saati Allah'ın hükmü ve kazasına bağlıdır. Dördüncü sırada yer alan İbn Abbas'ın Müseylime hakkındaki naklettiği hadis tam metin olarak Megazı Bölümünün sonlarında açıklamasıyla birlikte geçmişti. Hadisin buraya alınmasından maksat, "Allah'ın senin hakkındaki hüküm ve takdirini öteye geçemezsin" cümlesidir. Bu, Allah'ın senin hakkında takdir buyurmuş olduğu bedbahtlık veya mutluluk hükmünü aşamazsın demektir. İbn Mesud'un Yahudilerin ruh hakkındaki soruları ile ilgili naklettiği beşinci sıradaki hadis ve "Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir"(İsra ı 85) ayet-i kerimesine gelince, İbn Mesud'un rivayet ettiği bu hadiste yer alan "el-emr"den maksat, "elme'mCır=emredilen şey" demektir. Bu tıpkı "el-halk" ifadesinin "el-mahluk" anlamına gelmesi gibidir. Hadisin bazı rivayet yollarında bu açıkça yer almaktadır. Süddl'nin tefsirinde Ebu Malik vasıtasıyla İbn Abbas ve başkalarından nakillerine göre "Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir" ayeti hakkında şöyle demişlerdir: Ruh, Allah'ın yarattığı yaratıklardan birisidir. O Allah'ın emrinden bir şey değildir. Hakkında soru sorulan ruhtan maksqdın ne olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. İhtilaf noktası, bunun hayatı sağlayan ruh mu yoksa "Yevme yekumu'r-ruhu ve'l-melaiketü saffa=Ruh (Cebrail) ve melekler safsaf olup durduğu gün"(Nebe 38) "O gecede Rablerinin izniyle melekler ve ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar" (Kadr 4) ayetlerinde zikredilen ruh mudur? İkinci görüşü savunanlar, şöyle bir akıl yürütmüşlerdir: Soru genelde ancak vahiy yoluyla bilinen şeyler için sorulur. Hayat kaynağı olan ruh hakkında insanlar -sözkonusu olan ruhun aksine- eskiden beri söz söylemektedirler. Çünkü insanların çoğunluğu sözkonusu ruh hakkında bilgiye sahip değillerdir. Hatta hayat kaynağı olan ruhun aksine bu ruh gayb ilminden sayılır. Yüce Allah Kur'an'da vahye ruh ismini vermektedir. Nitekim "Ve kezalike evhayna ileykerruhan min emrina=işte böylece sana da emrimizle ruh (Kur'an) vahyettik. "(Şura 52) "Yuikırruha min emrihi ala men yeşa=O kullarından dilediğine iradesiyle ilgili ruhu (vahyi) indirir"(Mu'min 15) ayet-i kerimeleri buna örnektir. Yüce Allah kuwet, sebat ve zafere de "ruh" adını vermektedir. Nitekim "Ve eyyedehum bi ruhin minhu=İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir"(Mücadele 22) ayeti buna örnektir. Yüce Allah birçok ayette Cebrail'e, Meryem oğlu İsa'ya da "ruh" demiştir. Kur'an'da Adem oğluna "ruh" dendiği hiç görülmemiştir. Tam tersine Allah Adem oğluna "nefis" ismini vermektedir: "en-Nefsu'l-mutmainneh=Ey huzura kavuşmuş insan"(fecr 27) "en-Nefsü'l-emmaratu bi's-su'=çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder"(Yusuf 53) "Vennefsu'l-levvameh =Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse"(Kıyame 2) "Ve nefsin ve ma sevvaha=Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki"(Şems 7) "Küllü nefsin zaikatu'lmevt=Her can ölümü tadacaktır"(Ankebut 57) ayetleri buna örnektir. Burada geçen "ruh"un kadim olduğunu iddia edenler, kelimenin Yüce Allah'a izafe edilerek "Ve nefahtu jfhi min ruhf=Ve ona ruhumdan üflediğim"(Hicr 29) ayetini delil almışlardır. Ancak ayette buna delil yoktur. Zira izafet, bazen ilim ve kudret örneğinde olduğu gibi mevsufla birlikte bulunan sıfata, bazen de "beytullah=Allah'ın evi", "nakatullah=Allah'ın devesi" terkiblerinde olduğu gibi ondan ayrı olana da yapılabilir. Dolayısıyla "ruhuilah" bu kabil bir izafettir. İkinci olarak bu bir ait olma ve şereflendirme izafetidir. Böyle bir izafet,icad manasındaki genel izafetten daha üstündür. Sonuç olarak izafet üç mertebededir. İzafet-i icad, izafet-i teşrif ve izafet-i sıfa. Ruhun mahluk olduğu Yüce Allah'ın '1ı.llahu haliku külli şey=Allah her şeyi yaratandır"(Rad 16) "Ve huve Rabbu küllü şey=Allah her şeyin Rabbi iken"(En'am 164) "Rabbukum ve Rabbu abdikumu'levvelfn =Sizin de Rabbiniz, sizden önce gelen atalarınızın da Rabbi olan Allah "(Saffat 126) ayetlerinin genelliği bunu göstermektedir. Netice olarak ruhlar merbDbtur. Her merbDb, alemlerin Rabbi olan Allah'ın yaratmasının eseridir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ''Allah, ancak evinden kendi yolunda cihad etmek ve kelimelerini tasdik etmek niyeti ile çıkanp da kendi yolunda cihad eden mücahid için, şehitlik suretiyle onu cehenneme koymayı yahut nail olduğu sevap ve ganimetle birlikte evine salimen döndürmeyi tekeffül etmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: Yüce Allah'ın "Deki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir" sözü. Bu ayetin nüzul sebebi hakkında İbn Ebi Hatim'in sahih isnadla İbn Abbas'tan naklettiği Yahudilerin Nebi s.a.v. Efendimiz' e ruh hakkında soru sormaları ve Yüce Allah'ın da "Sana ruh hakkında soru sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir"(İsra 85) şeklindeki cevabı gelmiştir. Yahudiler "Bize Tevrat verildiğine göre nasılolur da ruh hakkında az bir bilgi verilmiş olabilir?" dediler. Bunun üzerine "Deki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir"(Kehf 109) ayeti indi. Abdurrezzak, tefsirinde Ebü'l-Cevza'dan şöyle bir nakilde bulunmuştur: Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa Allah'ın kelimeleri tükenmeden su tükenir ve kalemler kırılırdı
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizler Allah'a dua ettiğiniz zaman duada istemeyi kesin yapın. Sakın herhangi biriniz 'Allah'ım dilersen bana ver!' diye söylemesin. (Azimle, kesinlikle istesin.) Çünkü Allah'ı icbar edecek hiçbir kuvvet yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ali b. Ebi Talib'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gece kendisini ve kızı Fatıma'yı ziyarete gelip, onlara hitaben "Sizler gece namazı kılmaz mısınız?" buyurmuştur. Ali olayın devamını şöyle anlattı: Ben "Ya Resulallah! Nefislerimiz Allah'ın elindedir. bizi uyandırmak istediği zaman uyandırır" dedim. Bu cevabım üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem geri döndü ve bana hiçbir cevap vermedi. Sonra dönüp giderken dizine vurarak "ve kane'l-insanu eksera şey'in cedela=Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır"(Kehf 54) ayetini okuduğunu işittim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Mu'min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgar ona hangi taraftan gelirse, onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner, meyleder (fakat yıkılmaz). Rüzgar sakinleştiğinde yine doğrulur, işte mu'min kişi de böyledir. O da bela sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Haktan yüz çeviren kafir kişinin benzeri ise sert ve dümdüz duran çam ve dağ selvisi gibidir. Nihayet Allah onu dilediği zaman (bir seferde) kırar devirir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Ben Resulullah 5allallahu aleyhi ve 5ellemtan (şu temsili) işittim: Kendisi minber üzerinde şöyle buyuruyordu: "Sizden önce gelen ümmetiere nispetle sizin dünyada kalışınız (bütün güne nispetle) ikindi namazından güneşin batmasına kadar (olan müddet gibi)dir. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar gün yan oluncaya kadar Tevrat'la amel ettiler. Sonra çalışmaktan aciz oldular. Kendilerine birer kırat, birer kı rat (olan gündelikleri) verildi. Sonra İncil sahiplerine İncil verildi. Onlar da ikindi namazı vaktine kadar İncil'le am el edip çalıştılar. Sonra aciz kaldılar (ve çalışmaktan vazgeçtiler). Onlara da birer kırat, birer kı rat (olan ücretleri) verildi. Sonra sizlere Kur'an verildi. Sizler de Kur'an'la güneş batıncaya kadar çalıştınız. Bundan sonra size de ikişer kırat, ikişer kırat (olarak ücret) verildi. Bunun üzerine Tevrat ehli 'Ya Rabbimiz! Bunlar bizden daha az çalıştılar ve bizden daha çok ücret aldılar!' dediler. Allah 'Ben sizin ücretlerinizden herhangi bir şeyeksik verip, size haksızlık ettim mi?' buyurur. Onlar 'Hayır' derler. Allah da 'İşte bu benim ihsanımdır ki onu dileyeceğim kimselere veririm!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ubade b. es-Samit şöyle demiştir: Ben (Akabe gecesinde bey'at eden) topluluğun içinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bey'at ettim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ben sizlerle şu şartlar üzerine bey'at ediyorum. Allah'a (ibadette) hiçbir şeyi ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir maruf işte bana isyan etmemek. İçinizden verdiği bu ahid ve sözünde kim durursa onun mükdfatı Allah'ın zimmet ve ihsanı üzerinedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada yakalanıp, cezalanırsa bu ceza ona bir kefarettir ve bir günah temizleyicidir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah Teala gizlerse onun bu işi Allah 'a kalır. Allah isterse onu azap eder, isterse onu mağfiret eyler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Allah'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i Süleyman'ın aleyhisselam 60 tane kadını vardı. "Ben bir gecede kadınlarımı dolaşırım ve herbir kadın muhakkak Allah yolunda savaşacak birer süvari oğlan çocuğu doğurur" diye (inşallah demeden) yemin sözü söyledi. Hakikaten kadınları üzerine dolaştı, fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı. Yalnız bir kadın bedeninin yarısı eksik bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i Muhammed "Eğer Süleyman Nebi inşallah diyerek yemininde bir istisna yapsaydı kadınlardan her biri muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvari doğururdu" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hasta olan bir bedeviyi ziyaret etmek üzere yanına girdi ve "Hastalığın zararsız geçmiş olsun, günahlarını temizleyici bir kefarettir inşallah" duasında bulundu. İbn Abbas dedi ki: O bedevi, "Günahları temizleyici bir kefarettir" (fakat bu öyle geçici bir hastalık değildir.) Bu yaşlı bir ihtiyar hasta üzerinde harareti kaynayan ve onu kabirleri ziyaret ettirecek olan humma hastalığıdır!" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Şu halde peki (öyle olsun}!" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ebu Katade'nin babası Ebu Katade şöyle anlatmıştır: (Bir yolculukta) sahabiler uyuyup, sabah namazını geçirince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz Allah istediği zamanda sizin ruhlarınızı kabzetti, yine istediği zamanda onları geri çevirdi" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Müslümanlardan biri ile Yahudilerden biri birbirlerine sövdü. Müslüman "Muhammed'i alemler üzerine seçip tercih eden Allah'a yemin ederim ki" dedi. Bunu yapmakta olduğu bir yeminde söyledi. Yahudi de "Musa'yı alemler üzerine seçip tercih eden Allah'a yemin ederim ki" dedi. Bu sırada Müslüman elini kaldırıp, yahudinin yüzüne bir tokat vurdu. Bunun üzerine Yahudi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gitti. Ona o müslümanla aralarında geçeni haber verdi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Benim için Musa'dan daha hayırlıdır demeyiniz. Çünkü insanlar kıyamet günü hep düşüp bayılacaklar. (Ben de bayılacağım) fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda ben Musa'yı arşın bir tarafına sıkıca tutunmuş bulacağım. Bilmiyorum Musa da bayılanların içinde idi de benden evvel mi ayıldı yoksa baygınlıktan Allah'ın istisna ettiği kimselerden mi oldu?" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Medine'ye deccal gelecek fakat melekleri onu bekleyip, korur bir halde bulacaktır. Artık inşallah Medine'ye deccal de, veba da (taun) yaklaşmayacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her Nebi'in (kabul edilecek) bir duası vardır. Ben duamı inşallah kıyamet günü ümmetime şefaat için saklamak istiyorum
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ben uyurken kendimi bir kuyu başında gördüm. Onun suyundan Allah'ın çekmemi istediği kadar su çektim. Sonra kovayı benden Ebu Kuhafe'nin oğlu EbU Bekir aldı. O da kuyudan bir veya iki kova su çekti. Onun çekişinde bir zayıflık ve güçlük vardı. Allah Ebu Bekir'i mağfiret eylesin. Sonra kovayı Ömer aldı ve alınca bu kova Ömer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben halk içinde Ömer'in gördüğü işi görebilecek kuvvette ve mükemmellikte kamil bir kişi göremedim. En sonunda insanlar o meydanı develerin sulak ve eylek yeri edindiler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine bir şey isteyen geldiği zaman -Ebu Musa belki de kendisine bir şey isteyen veya bir ihtiyaç sahibi geldiği zaman demiştir.- Etrafında bulunan sahabilerine "(Bu kimsenin ihtiyacının görülmesi hususunda) şefaat ediniz (bana delalet ediniz). Böylece sizlere de ücret ve sevap verilir. Bununla beraber Allah Resulünün dili ile dilediği şeyi yerine getirip, infaz eder" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Herhangi biriniz duasında 'Allah'ım dilersen beni mağfiret eyle! Dilersen bana merhamet eyle! Dilersen bana nzık ver!' ,demesin. Azim ve kesinlikle dua etsin. Çünkü Allah dileyeceği her şeyi yapar, onu zorlayacak hiçbir kuvvet yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas ile el-Hurr b. Kays b. Hısn el-Fezari arasında Musa'nın birlikte yolculuk ettiği kişinin Hızır olup olmadığı konusunda bir tartışma çıktı. Bu sırada onların yanından Ubey b. Ka'b el-Ensarı geçti. İbn Abbas, Ka'b'ı çağırarak "Ben ve şu arkadaşım Musa Nebiin buluşmak için yol sorduğu kişi hakkında münakaşa ettik. Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemtan onun halini zikrederken bir şey işittin mi?" dedi. Ubey b. Ka'b; "Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemtan işittim şöyle buyuruyordu: 'Musa Nebi İsrailoğullarından bir topluluk içinde bulunduğu sırada bir adam geldi ve 'Senden daha alim bir kimse biliyor musun' diye sordu. Musa da 'Hayır bilmiyorum' dedi. Bu cevap üzerine Musa'ya 'Evet, benim kulum Hadr vardır. (O senden bazı hususlarda daha alimdir)' diye vahiy geldi. Bunun üzerine Musa Nebi o daha alim kul ile buluşma yolunu istedi. Allah da ona (Hızır'ın mekanı ve buluşma yerine alamet olmak üzere) balığı bir alamet, bir nişan kıldı ve Musa'ya 'Ya Musa! Balığı kaybettiği n zaman hemen geri dön. Çünkü sen o kula orada kavuşacaksın!' dedi. Artık Musa balığın kaybolduğu denizin içinde balığın izini takip edecekti. Yola devam ettiler. Bir yerde Musa'nın hizmetçisi olan genç Musa'ya 'Ne dersin? Kayanın yanında barındığımız zaman (balığın denize düşüp hareket ettiğini görmüştüm.) Ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan ancak şeytandır' dedi. Musa 'Zaten istediğimiz bu idi' dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Sonunda taşın yanında Hadr'ı buldular. Onunla Musa arasında Yüce Allah 'ın el-Kehf suresinde aktardığı bazı olaylar oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (veda haccında Mina'dan Mekke'ye inmek istediğinde) "Yarın inşallah Kinane oğulları hayfına ineriz ki, orada Kureyş'le Kinane oğulları küfür üzerine ahid yapmışlardı" buyurmuştur. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kinane oğuIları hayfı" derken Muhassab mevkiini kastediyordu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Taif halkını muhasara etti ve orayı fethedemedi. Bunun üzerine "İnşailah yarın Medine'ye döneceğiz" dedi. Müslümanlar "Onların kalelerini fethetmeden nasıl döneriz?" dediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Öyleyse yarın harbe hazır olun!" buyurdu. Ertesi gün savaşa giriştiler. (Düşmanın çetin hlüdafa yapmasıüzerine) sahabiler çok yara aldı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnşailah yarın döneceğiz" dedi. Bu defa bu dönme kararı sahabileri sevindirmiş gibi oldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de sahabilerin bu sevinmelerinden dolayı güıümsedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "meşiet ve İrade." Rağıb şöyle der: çoğu bilginlere göre "el-meşıe", "elirade" ile aynı manadadır. Bazı bilginlere göre ise "el-meşıe" esasen bir şeyi var etmek ve onu elde etmek demektir. Allah'tan olursa "icat=yoktan var etmek", insanlardan gelirse "isabet=elde etmek" anlamındadır. Örfte ise "meşiet" irade yerinde kullanılmaktadır. "Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Tu'ti'l-mülke men teşau=Sen mülkü dilediğine verirsin. "(Al-i İmran 26) "Ve ma teşacme ilJa en yeşaallah=Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. "(İnsan 30) "Ve Ja tekCilenne li şey'in innf lailun zalike ğaden ilJa en yeşaallah =Allah 'ın dilemesine bağlamadıkça {inşaailah demedikçe} hiçbir şey için 'Bunu yarın yapacağım' deme. "(Kehf, 23.24) "İnneke la tehdf men ahbebte velakinnallahe yehdf men yeşa =Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir. "(Kasas 56)" Beyhak1'nin er-REbi b. Süleyman'a dayanan isnadla nakline göre İmam Şafii şöyle demiştir: "el-Meşıe" Allah'ın irade etmesi demektir. Yüce Allah yaratıklarına "meşıe=dileme"nin onlara değil, kendine ait olduğUnu bildirmekte ve "Ve ma teşaCine illa en yeşaallah=Allah dilemedikçe sizler dileyemezsiniz" buyurmaktadır. Şu halde yaratıkların Allah dilemedikçe dilemeleri mümkün değildir. Beyhakl'nin er-Re bı b. Süleyman'dan nakline göre İmam Şafil'ye kaderi n ne olduğU sorulur. O da bu soruya Ma şi'te kane ve in lem eşe' Ve ma şi'tu in lem teşe' lem yekun ile başlayan beytlerle cevap verir. Olur dilediğin ben dilemesem de! Olmaz dilediğim dileme yoksa sende! Beyhaki bundan sonra Kur'an-ı Kerim'de kırktan fazla yerde tekrarlanan "el-meşıe=dileme"nin geçtiği yerleri zikreder. Bunların içinde yukarıdaki başlıkta zikredilenler dışında şu ayetlere yer verilir: "Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. "(Bakara 20) "Allah rahmetini dilediğine verir. "(Bakara 105) "Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. "(Bakara 220) "Dilediği ilimierden ona öğretti. "(Bakara 251) "Deki: Lütuf ve ihsan Allah 'zn elindedir. Onu dilediğine verir. "(AI-i İmran 73) Mutezile ile ehl-i sünnet arasındaki tartışmanın ana noktası, iradenin neye tabi olduğu konusudur. İrade ehl-i sünnete göre ilme tabi iken, Mutezile'ye göre emre tabidir. Ehl-i sünnetin görüşünün isabetli olduğunu "Allah onlara ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor"(AI-i İmran 176) ayet-i kerimesi göstermektedir. İbn Battal şöyle der: İmam Buhari'nin maksadı "el-meşıe" ve "el-irade"nin aynı manaya olduğunu vurgulamaktır. İbn Battal şöyle der: Bu mesele, Yüce Allah'ın kulların fiillerinin yaratıcısı olduğu ve onların ancak Allah'ın dilediğini yaptıkları görüşüne dayanmaktadır. Gerçeğin bu olduğuna "Ve ma teşCiCme illa en yeşaallah =Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz"(İnsan 30) ayet-i kerimesi ve başka şeyler delalet etmektedir. Yüce Allah bir başka ayette "Allah dileseydi o Nebiden sonra gelen milletler kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle sauaşmazlardı"(Bakara 253) demektedir. Allah bunu "Fakat Allah dilediğini yapar"(Bakara 253) sözüyle teyit etmektedir. Bu da Yüce Allah'ın irade eden olduğu için onların savaşlarını yaptığını göstermektedir. Onların çarpışmalarında asıl fail Allah olunca onların dilemelerini irade eden ve faili olan Allah'tır. Bu ayetten kulların kesbinin ancak Allah'ın dilemesi ve iradesiyle olduğu ortaya çıkmaktadır. Allah bunun meydana gelmesini dilemezse asla vuku bulmaz. Bazı bilginler iradeyi, irade-i emr ve teşri, irade-i kaza ve takdir diye ikiye ayırmışlardır. Bunlardan birincisi ister meydana gelsin, isterse gelmesin itaat ve masiyete taalluk eder. İkincisi ise bütün varlıkları kapsayan, gerek itaat, gerek masiyet bütün hadiseleri kuşatandır. Birinciye Yüce Allah'ın "Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"(Bakara 185) ayet-i kerimesi işaret etmektedir. İkinciye ise "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslama açar; Kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraItır"(En'am 125) ayeti işaret etmektedir. Bazıları ise "irade" ile "rıza"yı birbirinden ayırmışlar ve Allah, masiyetin işlenmesini irade eder ama bundan razı olmaz demişlerdir. Buna delil olarak Yüce Allah'ın "B!z dilesek elbette herkese hidayetini verirdik"(Secde 13) ayeti ile "Bununla beraber 0, kullarının küfrüne razı olmaz"(Zümer 7) ayetini göstermişlerdir. Bunlar bir de Yüce Allah'ın "Bununla beraber 0, kullarının küfrüne razı olmaz" ayetini delilolarak almışlardır. Ehl-i sünnet buna Taberi ve başkalarının ravileri sika olan bir isnadla İbn Abbas'ın "Eğer inkar ederseniz şüphesiz Allah size muhtaç değildir. Bununla beraber o kullarının küfrüne razı olmaz"(Zümer 7) ayeti hakkında yaptığı şu açıklama ile cevap vermişlerdir: Yüce Allah burada "bi ibadihi=kulları" derken, kalplerini "la ilahe illallah" diyerek temizlemek isteyen kafir kullarını kastetmektedir. Allah haklarında "Şurası muhakkak ki benim Ohlaslı) kulları m üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır"(İsra 65) buyurduğu ihlaslı kullar hakkında iradede bulunmuş, onlara imanı sevdirmiş ve la ilahe illallah kelime-i şehadeti olan takva sözünü tutmalarını sağlamıştır. "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir"(Kasas 56) hakkında Said b. el-Müseyyeb babasından şunu nakletmiştir: Bu ayet Ebu Talib hakkında indi. Bunun tamamı mevsul olarak Kasas suresinin tefsirinde geçmişti. Orada hadisin geniş bir açıklaması yapılmıştı. Bu hadisin bir kısmı da Cenaiz bölümünde yer almakta idi. "Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez"(Bakara 185) ayetinde geçen "kolaylık isteme", yolculuk halinde ve hastalıkta, oruç tutmayla tutmama arasında gerekli şartlara uygun olarak kulu muhayyer bırakma isteğidir. İstenmediği bildirilen "zorluk" yolculukta ve bütün durumlarda kulu oruç tutmak la yükümlü kılmaktır. Şu halde bu yükümlü kılma vuku bulmaz. Zira Allah onu istemiyor. Bu açıklama ile bunun zikredilen hadisten geriye bırakılmasında ve "irade" ayetleri ile "meşiet" ayetlerini birbirinden ayırmadaki hikmet ortaya çıkmaktadır. Kur'an'da irade de birçok yerde zikredilmektedir. Ehl-i sünnet, ancak Allah'ın irade ettiğinin meydana geldiği ve onun -bunu emretmese bile- bütün varlıklar için irade eden bir varlık olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Mutezile ise şöyle der: Allah kötülüğü irade etmez. Çünkü eğer bunu irade edecek olsaydı, talep ederdi. Mutezile "emr"in "irade"nin kendisi olduğunu iddia etmiş, ehl-i sünnete çirkin işlerin Allah tarafından irade edildiğini söylemeleri gerektiğini ileri sürerek kara çalmaya kalkışmış ve Allah'ın bundan tenzih edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ehl-i sünnet ise bu iddiadan "Allah karşılığında ceza vermek için bir şeyi irade eder" diyerek bu suçlamadan kendini kurtarmıştır. Ayrıca Allah'ın cehennemi yarattığı, onun için cehennemlikler var ettiği, cenneti yarattığı ve onun için cennetlikler var ettiği sabittir demiştir. Ehl-i sünnet, Mutezile'nin Allah'ın mülkünde irade etmediği şeylerin meydana geldiğini söylemiş olduklarını ileri sürerek onları susturmuştur. Anlatıldığına göre ehl-i sünnet imamlarından biri münazara yapmak için Mutezile imamlarından birisi ile bir araya getirilir. Mutezile imamı yerine oturun ca "Çirkin fiillerden münezzeh olan Allah'ı tesbih ederim" der. Buna karşılık ehl-i sünnet imamı "Mülkünde ancak dilediği olan Allah'ı tesbih ederim" der. Bunun üzerine Mutezile imamı "Rabbimiz kendisine isyan edilmesini ister mi?" diye sorunca, ehl-i sünnet imamı "Rabbimiz istemediği halde kendisine isyan edilebilir mi?" diye sorar. Mutezile imamı "Allah hidayetime engelolsa ve benim için helaki takdir etse bana iyilik mi yapmış olur, yoksa kötülük mü?" der. Ehl-i sünnet imamı "Allah senin olan şeyi sana vermese kötülük yapmış olur, kendisine ait olan şeyi vermezse o rahmetini dilediğine verir" der. Netice olarak Mutezile imamı tartışmada söyleyecek söz bulamaz. İmam Buhari mu allak hadisten sonra onyedi hadise yer vermiştir. Bunların tümünde "meşiet=dileme"den söz edilmektedir. Hadislerin tamamı değişik bölümlerde geçmişti. Enes'in rivayet ettiği "Sizler Allah'a dua ettiğiniz zaman duada kesin bir dille istemede bulunun" yani azimli olun ve tereddüt etmeyin hadisinin açıklaması Daavat bölümünde geçmişti. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadisin açıklaması, Teheccüd Bölümünde geçmişti. Bu hadisin konumuzia olan ilgili kısmı, Hz. Ali'nin "Nefislerimiz Allah'ın elindedir. Bizi uyandırmak istediği zaman uyandırır" demesi ve Nebi s.a.v.'in de onun bu sözünü kabul etmesidir. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği üçüncü sıradaki "mu'min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir" hadisinin açıklaması Rikak Bölümünde geçmişti. Hadisin buraya alınması son kısmındaki "Nihayet Allah onu dilediği zaman (bir seferde) kırar devirir" cümlesidir. Yani Allah onu kırıp devirme iradesinin ezelde tecelli ettiği vakitte kırıp devirir. İbn Ömer'in dördüncü sırada naklettiği "Sizden önce gelen ümmetIere nispetle sizin dünyada kalışınız (bütün güne nispetle) ikindi namazından güneşin batmasına kadar (olan müddet gibi)dir" hadisi uzun şekliyle SaıM Bölümünde açıklamasıyla birlikte geçmişti. Bey'at le ilgili Ubade b. es-Samit'in naklettiği beşinci sıradaki hadisin açıklaması İman Bölümünde geçmişti. Ebu Hureyre'nin Süleyman'ın aleyhisseIa.m sözü olarak "Ben bir gecede kadınlarımı dolaşırım" sözünün açıklaması Enbiya hadisleri arasında geçmişti. İbn Abbas'ın "Bu yaşlı bir ihtiyar hasta üzerinde harareti kaynayan ve onu kabirleri ziyaret ettirecek olan humma hastalığıdır!" hadisinin açıklaması Tıp Bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah gökteki bir işin yerine getirilmesine hükmettiği zaman düz bir taş üstünde hareket ettirilen zincir sesi gibi heybetli olan bu ilahi hükme melekler tamamıyla boyun eğerek (korku ile) kanat çırparlar." Ali b. Medını şöyle demiştir: "Bir başkası, rivayetinde "safvan" kelimesini "safevan" şeklinde okumuştur. Yüce Allah meleklere sözünü ve emrini bu şekilde iletir. Onların yüreklerinden korku giderilince "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. Onlar da "Hak olanı buyurdu. O yücedir, büyüktür derler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre şöyle diyordu: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: Allah Kur'an'ı teğanni etmekte olan bir Nebii dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi. " Ebu Hureyre r.a.'in bir arkadaşı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "teğanni" kelimesiyle, Kur'an'ı aşikare okumakta olan kimse demek istiyordu dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrı'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: 'Aziz ve Celil olan Allah kıyamet günü 'Ya Adem!' diye nida eder. Adem de 'Lebbeyk ve sadeyk = ya Rabbi emrine tekrar tekrar icabet ve emrini yerine getirmeye daima hazırım" der. Allah Adem'e bir ses ile 'Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecek bir topluluğu çıkarmanı emrediyor!' diye nida eder
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşlerinden hiçbirisini Hatice'yi kıskandığım derecede kıskanmadım. Yemin olsun Rabbi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Hatice'ye cennette bir ev müjdesi vermesini emretmiştir" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: AÇIKLAMA SONRASI; ALLAH C.C.’NUN MELEKLERLE KONUŞMASINA DAİR BAB VE HADİSLER VAR. Yüce Allah'ın "Allah'ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez sözü." İmam Buhari bu ayeti sonuna kadar zikrettikten sonra şöyle demiştir: Yüce Allah "Rabbiniz ne yarattı?" dememiş bunun yerine "Rabbiniz ne buyurdu" demiştir. İbn Battal şöyle der: İmam Buhari, bundan Allah'ın sözünün kadim olup, sıfatlarıyla kaim olduğu ve onunla birlikte mevcut olduğu, kelamının -Allah'ın kelamı olmadığını söyleyen Mutezile'nin aksine- mahlukların sözlerine benzememe özelliğinin devam ettiği sonucunu çıkarmıştır. Beyhaki, el-İtikad isimli eserinde şöyle der: Kur'an Allah'ın kelamıdır. Allah'ın kelamı onun zat! sıfatlarından biridir. Allah'ın zat! sıfatlarından hiçbiri mahluk olmadığı gibi, yaratılmış (muhdes) ve sonradan olma da (hadis) değildir. Yüce Allah "Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona (söyleyecek) sözümüz sadece 'ol' dememizdir. Hemen 0luverir"(Nahl 40) buyurmaktadır. Kur'an mahluk olsaydı "kün" emri ile mahluk olurdu. Yüce Allah'ın bir şeye hitabının "kün" emriyle olması imkansızdır. Çünkü bu, ikinci, üçüncü bir "kün" emrini gerektirirdi ve böylece emir zincirleme (teselsül) eder giderdi.. Bu da geçerli değildir. Yüce Allah "Rahman, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattl"(Rahman 1,2) buyurmaktadır. Allah Kur'an için "öğretme" fiilini kullanmaktadır. Çünkü o, onun kelamı ve sıfatıdır. İnsan için ise "yaratma" fiilini kullanmaktadır. Çünkü insan, Allah'ın yaratığı ve sanatının eseridir. Şayet böyle olmasaydı "halaka'l-Kur'ane ve'l-insane=O Kur'an'ı ve insanı yarattı" derdi. Yüce Allah "Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu"(Nisa 164) buyurmaktadır. Konuşan kimsenin kelamı (kün emri gibi bir şeyle) kendi dışında bir şeyle mevcut olamaz. Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakimdir. "(Şura 51) Allah'ın kelamı ancak mahluk olan bir şeyin içinde mahluk olarak bulunsaydı, ayette zikredilen şekilleri şart koşma anlamsız olurdu. Çünkü bütün mahlukat, Allah'ın dışındakilerin sözlerini duyma açısından aynı durumdadır. Netice olarak Cehmiyyenin "Allah'ın kelamı, Allah dışında başka bir şeyde mahluktur" şeklindeki ifadeleri temelsiz kalmaktadır. Onların "Allah bir ağaçta kelam yaratmış ve Musa'ya onunla konuşmuştur" şeklindeki görüşleri, Allah'ın kelamını bir melek veya Nebiden dinleyen kimsenin aynı kelamı Musa' dan dinleyenden daha üstün olduğunu söylemelerini gerektirir. Yine ağacın Yüce Allah'ın Musa'ya yaptığı hitabı konuşmuş olduğunu söylemeleri de gerekir. O hitap "Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah 'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl"(Taha 14) cümlesidir. Yüce Allah müşriklerin "Bu insan sözünden başka bir şey değildir"(Müddessir 25) şeklindeki sözlerini tepkiyle karşılarken "O şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin getirdiği sözdür"(Tekvir 19,20) ifadesine itiraz etmemektedir. Çünkü "Resulün sözü"nün manası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şerefli bir elçiden aldığı söz anlamındadır. Bu tıpkı "Ve eğer müşriklerden biri senden eman dilerseAllah'ın kelamını işitip, dinleyineeye kadarona eman ver"(Tevbe, 6) ve 'i1paçık kitaba andolsun ki biz anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'an klldık"(Zuhruf, 2,3) ifadeleri gibidir. Çünkü "Kur'an kıldık" demek "ona Kur'an adını verdik" demektir. Bu 'i1llah'ın verdiği rızka karşı şükrü onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?"(Vakıa 82) "Kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a isnad ediyorlar"(NahI, 62) "Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse onlar bunu hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir"(Enbiya 2,3) ayetlerindeki ifadeler gibidir. Vurgulanmak istenen şudur: Muhdes olan zikrin bizzat kendisi değil, indirilmesidir. Ahmed b. Hanbel görüşüne bunu delilolarak getirmiştir. Sonra Beyhaki Neyar b. Mükerrem'in hadisine yer vermiştir. Buna göre Ebu Bekir onlara Rum suresini okumuş, onlar da "Bu senin kelamındır veya arkadaşının kelamıdır" demişler. Ebu Bekir "Bu ne benim, ne de arkadaşımın kelamıdır, fakat bu Allah'ın kelamıdır karşılığını vermiştir.(Beyhaki, Şuabu'l-İman, 188) Bu hadisin aslını Tirmizi sahihtir değerlendirmesiyle birlikte nakletmiştir.(Tirmizi, Tefsir, Suretu'r-Rum) Ali b. Ebi Talib "Ben mahluk olan bir şeyin hakemliğine başvurmadım. Ben sadece Kur'an'ın hakemliğine başvurdum" demiştir. (Beyhaki, Şuabu'l-İman, 1, 188) İbn Hazm, el-Milel ve' n-Nihai isimli eserde şöyle demiştir: Müslümanlar, Yüce Allah'ın Musa ile konuştuğu, Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu, aynı şekilde diğer semavi kitaplarla sahifelerin de onun sözü olduğu noktasında icma etmişlerdir. Bazı Hanbelı bilginler ve başkaları Arapça olan Kur'an'ın ve Tevrat'ın Allah'ın kelamı olduğu kanaatine varmışlardır. Onların görüşüne göre Allah dilediğinde hep konuşandır ve o Kur'an harfleriyle konuşur ve dilediği meleklere ve Nebilere sesini işittirir. Selef bilginlerinin çoğunluğundan nakledilen sabit görüş bu konulara dalmamak, derinleşmemek ve sadece Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğunu ve mahluk olmadığını söyleyip, bunun dışında susmaktır. "Mesruk'un nakline göre İbn Mesud şöyle demiştir: Yüce Allah vahiyle konuşunca göktekiler bir şey işitirler ... " Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserde bu haberi mevsul olarak nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel ise aynı haberi Ebu Muaviye'den şu şekilde nakleder: "Yüce Allah vahiy ile konuştuğunda semada bulunanlar semada düz bir taş üstünde zincir çekme sesi gibi bir ses duyarlar ve hemen düşüp bayılırlar. Cebrail gelinceye kadar o şekilde kalmaya devam ederler. Cebrail gelince kalplerinden korku giderilir. Sonra "Ya Cibril! Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Cebrail "Hak olanı buyurdu" der. Bunun üzerine onlar "Hak, hak diye nida ederler." "Deyy6n (yani karşılık verici) ancak benim!" Hal1ml şöyle demiştir: Bu kelime "maliki yevmi'd-dın"den alınmıştır. Deyyan, hesaba çeken, karşılığını veren, amel edenin amelini boşa çıkarmayan demektir. Hadis şefaatin olacağını göstermektedir. Harid ve Mutezile mezhepleri ise şefaati inkar ederler. Şefaat çeşit çeşittir. Ehl-i sünnet şefaatin birçok anlamı içinden "mahşerin korkusundan kurtulma" anlamını kabul etmiştir. Bu şefaat Rikak Bölümünde açıkça belirtildiği üzere Muhammed Mustafa'ya Sallallahu Aleyhi ve Sellem mahsustur. Bu çeşit bir şefaati ümmete mensup fırkalardan hiçbiri inkar etmemiştir. Bu şefaat çeşitlerinden birisi ise, bir topluluğa yapılacak şefaattir ki buna nail olanlar cennete hesaba çekilmeksizin gireceklerdir. Bir diğer şefaat çeşidi ise günahlarının cehenneme girmesine sebep olduğu asi bir topluluğu cehennemden çıkarma şeklindedir. Birçok haberde bu çeşit şefaatten söz edilmektedir. Ehl-i sünnet bu şefaat türünün geçerliliği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Başarı yalnız Allah'tandır. Dördüncü sıradaki teğanni ile Kur'an'ı aşikare okumadan söz eden Ebu Hureyre hadisinin açıklaması Fadailu'l-Kur'an bölümünde geçmişti. "Allah Adem'e bir ses ile 'Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecek bir topluluğu çıkarmanı emrediyor!' diye nida eder." İmam Buharl'nin bu yoldan zikrettiği son hadis budur. Hadisi tam metin olarak Hac suresinin tefsirinde yukarıda zikredilen isnadla nakletmişti. Hadiste "nida eder" ifadesi yer almaktadır. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel es-Sünne isimli eserde şöyle der: Ben babama "Allah Musa ile konuştuğunda sesle konuşmamıştır" diyen kimselerin durumlarını sordum. Bana şöyle cevap verdi: "Asine bir sesle konuşmuştur." Bu hadisler nasıl gelmişse o şekilde rivayet olunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah Tebareke ve Teala bir kul'u sevdiği zaman Cebrail'e Allah filan kul'u sevmiştir, onu sen de sev!' diye nida eder. Cebrail de o kulu sever: Sonra Cebrail gök halkına 'Allah filan kulu sevmiştir. Sizler de onu sevin!' diye nida eder: Gök ahalisi de o kul'u severler ve yer ahalisi arasında da o kimse için (gönüllerine) bir kabul konulur:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(Her gün) birtakım melekler geceleyin, diğer birtakım melekler de gündüzleyin birbirinin akabinde size gelirler: Bunlar ikindiyle sabah namazlarında bir yere gelip birleşirler. Sonra (evvelce) içinizde kalmış olanlar semaya çıkarlar: Rableri kullarının hallerini en iyi bilirken (yine) o meleklere 'Kullarımı ne halde bıraktınız?' diye sorar. Onlar da 'Onları namaz kılarlarken bıraktık, nitekim namaz kılarlarken bulmuştuk' cevabını verirler
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer' 'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Cebrail bana geldi ve 'Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen her kişi cennete girer!' diye müjdeledi. Ben 'Ya Cibril! Bu kimse hırsızlık yapsa, zina etse de mi?' diye sordum. Cebrail '(evet) hırsızlık yapmış ve zina etmiş olsa da (cennet'e girer)!' diye cevap verdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allahı'ın Cebrail ile kelamı ve meleklere nidası." İmam Buhari bu başlık altında bir haber ve üç hadise yer vermiştir. Birinci hadiste Cebrail' e nida varken, ikincisinde Allah'ın meleklere başlıktakinin aksine hitabı yer almaktadır. İmam Buhari adeta hadisin bazı rivayet yollarında yer alan ifadeye işaret etmektedir. Müslim'de (Müslim, Birr ve Sıla) Suheyl b. Ebi Salih'in babasından yaptığı nakile göre bu hadis şu şekildedir: "Yüce Allah bir kulunu sevdi mi Cebrail'i çağırır ve 'Ben filanca kulumu seviyorum sen de sev' buyurur." Şeyh Ebu Muhammed b. Ebu Cemre şöyle demiştir: Yüce Allah'ın lutfunun bolluğunu "sevgi" ile ifade etmesi kullarını rahatlatma ve içlerine sevinç vermeye yöneliktir. Çünkü kul mevlasından onu sevdiği haberini duyunca, kendi nazarında sevincin zirvesine çıkar ve her türlü hayrı elde etmiş olur. Ebu Muhammed şöyle devam eder: Bu da ancak kendi yapısında kişilik, mürüwet ve güzel bir dönüş olan kimse için mümkündür. Nitekim Yüce Allah "Allah'a yönelenden başkası ibret almaz"(Mu'min 13) buyurmaktadır. Buna karşılık nefsinde nefsani hazıarının peşinde olma ve şehvet baskın olan kimseleri ancak sert bir şekilde azarlama ve darp caydırır. Şeyh şöyle devam eder: Cebraiı' e -bazı bilginlere göre onun dışında başka meleklere de- "sev" emrinin verilmesi, insanın Allah katındaki mertebesini hemcinsleri olan diğer insanlar içinde başkalarından üstün kılmayı amaçlamaktadır. Şeyh Ebu Muhammed'e göre bu hadisten iki sonuç çıkmaktadır. 1- Hadis farz ve sünnet olmak üzere iyilik amellerine teşvik etmektedir. 2- Hadiste masiyet ve bid'atlerden çok çok sakındırma yapılmaktadır. Zira bunlar Yüce Allah'ın gazabını doğurması muhtemel fiillerdir. Başarı ancak Allah'tandır. Şeyhü'I-İslam İbn Teymiye'nin görüşü şu şekildedir. Selef bilginleri ve imamlar derler ki Allah kendi dilemesi (meşiet) ve kudreti ile konuşmaktadır. Onun kelamı tür olarak kadimdir. Şu manadaki o dilediğinde hala konuşmaktadır. Kelam kemal sıfatıdır. Konuşan konuşmayandan daha mükemmeldir. Dilemesi ile (meşiet) ve kudretiyle konuşan, dilemesiyle konuşamayandan daha mükemmeldir. Dilemesiyle ve kudretiyle konuşmaya devam eden konuşma stfatı kendisi için mümkün olan (sonradan olan) kimseden daha mükemmeldir. İbn Teymıye bir de şunu söyler: Doğru olan Allah'ın dilediği takdirde hala konuştuğudur ve o kendi dilemesi (meşiet) ve kudretiyle konuşur. Onun kelimelerinin nihayeti yoktur ve o Musa'ya işitecek olduğu bir sesle hitap etmiştir. O Musa'ya nida etmiş ve Musa da gelmiştir. Allah Musa'ya bundan önce nida etmemişti. Rabbın sesi kulların sesine benzemez. Tıpkı ilminin onların ilmine benzemediği gibi. İbn Teymıye, Mecmuu'I-Fetava, s
- Bāb: ...
- باب ...
Bera' b. Azib r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ya fulan! Yatağına girdiğinde şu duayı oku: Allah'ım kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim, işimi sana ısmarladım, sırtımı sana dayadım. Seni dilerim ve senden korkarım. Senden başka sığınacak, senden başka kurtaracak yoktur. Kurtulma ve koruma ancak sana aittir. Ben senin indirdiğin kitabına inandım ve gönderdiğin Nebiine iman ettim! Eğer sen o gecede ölecek olursan fıtrat (İslam dini) üzere ölürsün, eğer sabaha çıkarsan sevap kazanmış olarak çıkarsın
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Evfa şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ahzab gününde (müşrikler aleyhine) şöyle beddua etti: AlIah'ım! Ey kitabı indiren, ey hesabı çabuk olan Allah'ım! Şu toplanıp gelmiş düşman kabilelerini dağıt ve iradelerini sars
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: "Namazında yüksek sesle okuma, Onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut"(İsra 110) ayet-i kerimesi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'de gizlenmekte iken indirildi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kur'an okurken sesini yükseltir, müşrikler ise onun sesini işitirierdi. Hem Kur'an'a, hem onu indirene, hem de Kur'an'ın kendisine geldiği kimseye söverlerdi. Yüce Allah "Yüksek sesle okuma, onda sesini fazla da kısma" yani namazında açıktan okuma sonra müşrikler işitirler, sesini sahabilerinden gizli yapma, sonra onlara işittiremezsin. Bu ikisi arası yol tut, pek bağırmayarak onlara işittir ki onlar Kur'an'ı senden alabilsinler" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Onu kendi ilmiyle indirdi, melekler de (buna) şahitlik ederler' sözü." Allah diğer kitaplarını da bütün Nebilere bu şekilde indirmiştir. Taberi tefsirinde şu ifade nakledilir: "Allah onu insanlar arasından onu almaya senin ehil olduğunu bilerek indirdi." ---İbnü'l-Cevzi şöyle der: 'Enzelehu bi ilmihl' cümlesi üç türlü açıklanmıştır: Birincisi, Zeccac'ın görüşü olup, Allah onu içinde ilmi olduğu halde indirmiştir. İkincisi, Allah onu kendi ilminden indirmiştir. Bu görüşü Ebu Süleyman ed-Dimeşki dile getirmiştir. Üçüncüsü, Allah onu insanların arasından indirilmeye ehil olduğunu bilerek indirmiştir. Bu İbn Cerir et-Taberl'ye aittir (Zadü'l-mesir). İbn Kesir ise şöyle der: "Enzelehu bi ilmihi" yani Allah onu içinde kullarının bilmesini istediği açık deliller, hidayet, furkan, sevdiği ve razı olduğu şeylerle, sevmediği ve razı olmadığı şeylere dair bilgisi ile indirdi (İbn Kesir -özetle-, II, 428). --- İbn Battal şöyle demiştir: "İnzal = indirme"den maksat, Allah'ın kullarına Kur'an'da geçen farzlarının manasını anlatmaktır. Yoksa Kur'an'ın ona indirilmesi yaratılmış cisimlerin indirilmesi gibi değildir. Çünkü Kur'an cisim olmadığı gibi, mahluk da değildir. İkinci görüş erken dönem (selef) ve geç dönem (halef) ehl-i sünnet bilginleri arasında ittifakla kabul edilen görüştür. Birinciye gelince bu tevil bilginlerinin metoduna göredir. Selef bilginlerinden nakledilen onların Kur'an'ın Allah'ın kelamı olduğu, mahluk olmadığı, Cebrail'in onu Yüce Allah'tan aldığı ve Muhammed'e aleyhisselam, onun da ümmetine tebliğ ettiği bir Allah kelamı olduğu noktasında ittifak ettikleridir. "Mücahid, Emir yedinci sema ile yedinci arz arasında iner durur demiştir." Firyabı ve Taberi bu haberi İbn Ebu Nuceyh vasıtasıyla Mücahid'e ulaştırarak "Yedinci gökten yedinci yeryüzüne iner durur" şeklinde nakletmişlerdir. İmam Buhari bu konuda üç hadise yer vermiştir. Bunlardan birincisi, Bera b. Azib'in rivayet ettiği yatağa girerken okunacak dua ile ilgilidir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Ed'ıye Bölümünde geçmişti. Hadisin buraya alınmasından maksat içindeki "Ben senin indirdiğin kitabına inandım" cümlesidir. İkinci sıradaki Abdullah b. Evfa hadisinin açıklaması Cihad Bölümünde geçmişti. Hadise burada yer verilmesi "Allah'ım ey kitabı indiren Allah'ım" cümlesidir. Üçüncü sıradaki İbn Abbas hadisi "Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma" ayetiyle ilgilidir. Bu ayet Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'de gizli bir halde bulunurken inmişti. Hadisin açıklaması İsra Suresi Tefsirinin son kısmında geçmişti. Hadise burada yer verilmesi, "indirildi" cümlesinden dolayıdır. Kur'an-ı Kerim'de "inzal" ve "tenzil" sözcüklerinin açıkça geçtiği ayetler çoktur. Rağıb şöyle der: Kur'an ve melekler anlatılırken geçen "inzal" ve "tenzil" sözcükleri arasındaki fark şudur: "Tenzil" parça parça ve ardarda indirildiğine işaret ettiği yerlere mahsustur. "İnzal" ise bundan daha geneldir. Yüce Allah'ın "İnna enzelnahu ff leyleti'l-kadr=Biz onu kadir gecesinde indirdik"(Kadr 1) ayeti buna örnektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Yüce Allah Adem oğlu dehre söverek bana eza veriyor. Halbuki ben dehr'im (yani dehr'i ben yarattım). Her emir benim elimdedir. Geceyi gündüzü ard ard'a getiririm!' buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre7nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle haber vermiştir: Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurur: 'Oruç benim içindir. Onun m ükafatın i ancak ben veririm. Oruçlu kişi şehvetini, yemesini, içmesini benim için terkeder. Oruç bir kalkandır. Oruçlu için iki sevinç anı vardır: Biri iftar ederken duyduğu sevinç, biri de (kıyamet günü) Rabbine kavuşurken duyacağı sevinç. Yemin olsun ki, oruçlu ağzın açlık kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Eyüp Nebi çıplak olarak yıkandığı sırada üzerine altından birçok çekirgeler düştü. Eyüp de avuç avuç alıp elbisenin içine atmaya başladı. Rabbi ona 'Ya Eyyub! Ben seni şu görmekte olduğun şeylerden zengin kılmamış mı idim?' diye nida edince 'Evet, ya Rab! Lakin senin bereketinden müstağni kalacağım yok!' cevabını verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Rabbimiz her gece gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner ve 'Bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim! Benden kim (bir şey) ister ki dileğini vereyim! Benden kim mağfiret ister ki ona mağfiret edeyim!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bizler (dünyada) en sonra gelenleriz, kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: (Cebrail Nebie geldi ve) "İşte şu Hatice'dir. Sana içinde yiyecek bulunan bir kab veya içinde içecek şey bulunan bir kab getirdi. Ona Rabbi tarafından selam söyle ve kendisini cennette gürültü ve yorulmak bulunmayan inciden yapılmış bir beyitle müjdele!" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah 'Ben iyi kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbine gelmeyen birtakım nimetler hazırladım' demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gecenin bir kısmında teheccüd namazı kıldığında şöyle dua ederdi: Allah'ım! Her hamd senin içindir. Sen göklerin ve yerin nurusun. Hamd sana mahsustur. Sen göklerin ve yerin kayyimisin (ayakta tutanısm). Sen haksm. Vaadin haktır. Senin sözün haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır. Cehennem de haktır. Nebiler haktır. Kıyametin kopması da haktır. Allah'ım! Ben kendimi yalnız sana teslim ettim. Yalnız sana iman ettim. Yalnız sana güvenip dayandım. Yalnız sana yöneldim. Yalnız sana dayanarak mücadele ettim. Aramızda yalnız seni hakem kıldım. Benim önceden işlediğim, sonra işlerim sandığımı gizli yaptığım ve açıktan işlediğim bütün günahlarımı mağfiret eyle! İbadete layık ancak sensin. Senden başka hiçbir ilah yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
İftiracıların Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Aişe r.anha hakkında dediklerini dedikleri ve Allah'ın da iftiracıların dediklerinden onu temize çıkarmasını anlattığı hadisin (son kısmında) Hz. Aişe radıyallilhu anhil şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim ki Allah'ın benim suçsuzluğum hakkında okunacak bir vahiy indireceğini hiç zannetmezdim ve elbette benim şanım (konumum) benim nefsimde Allah'ın benim hakkımda tilavet edilecek bir emirle konuşmasından çok daha aşağıydı. Fakat ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uykuda bir rüya görmesini ve Allah'ın beni o rüya ile temize çıkaracağını ümitediyordum. Nihayet Yüce Allah '(Nebi s.a.v.'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur (Nur 11) cümlesiyle başlayan on ayeti indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Yüce Allah şöyle buyurur: 'Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu iradesini defterine yazmayınız ta bu iradesini gerçekleştirip, o fiili yapıncaya kadar bekleyiniz. Eğer o fenalığı yaparsa o yaptığı fenalığın bir mislini yazınız. Eğer benden çekinerek yapmaz, bırakırsa bu defa onun hesabına bir hasene yazınız. Bir de kulum bir güzel iş yapmak ister de (herhangi bir sebeple) yapamazsa ona bu güzel niyetine müka.fat olarak bir hasene yazınız. Eğer yaparsa yaptığı o işin mükC'ıfatını on mislinden yediyüz katına kadar yazınız
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyL buyurmuştur: "Yüce Allah mahlukları yaratıp, bunu tamamladığı zaman rahim ayağa kalktı. Yüce Allah ona 'Ne dersin?' buyurdu. Rahim 'Ya Rab! Bu, hısımlığı kesmekten sana sığınma makamıdır' dedi. Yüce Allah 'Ey rahim! Sen razı olmaz mısın ki senden ilişkisini kesmeyene ben de ilişkimi kesmeyeyim, seninle ilgiyi kesip hakkını tanımayana ben de ilişkiyi keseyim!' buyurdu. Rahim de 'Evet razıyım' dedi. Allah 'İşte rahimin hakkını gözetenlerle, gözetmeyenlerin hali böyle olacaktır' buyurdu." Bundan sonra Ebu Hureyre "Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?"(Muhammed 22) ayet-i kerimesini okudu
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd b. Halid şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duasıyla yağmura kavuştuk. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Yüce Allah kullarımdan kimi bana kafir, kimi de bana mu'min olarak sabahı etti" buyurdu dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Allah Teala 'Kulum bana kauuşmayı arzu ettiği zaman ben de ona kavuşmayı arzu ederim. Kulum bana kauuşmayı istemediği zaman ben de ona kauuşmayı istemem!' buyurdu" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah 'Ben kulumun beni zannı üzereyim' buyurdu" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Asla hiçbir hayır yapmamış olan bir adam (kendi ailesine hitaben: Bu beden) 'öldüğü zaman onu yakın. Sonra külünün yarısIn! kara tarafına (rüzgarla) tozutup uçurun, yarısını da deniz içine doğru tozutun. Allah'a yemin ederim ki eğer Allah onu ele geçirmeye kadir olursa onu muhakkak alemlerden hiçbir kimseye tatbik etmediği bir azapla azaplandıracaktır' dedi. (Bu kimse öldüğü zaman istediği şeyleri yaptılar.) Neticede Allah denize emretti, deniz kendisinde bulunan zerreleri topladı. Allah karaya emretti, o da hemen kendisinde bulunan zerreleri topladı. Sonra Allah o kimseye 'Bunu niçin yaptın?' diye sordu. O zat 'Senden korktuğumdan dolayı ya Rabbi! Halbuki sen iyi bilensin!' dedi. Bunun üzerine Allah o kimseyi mağfiret etti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bir kul bir günaha isabet edip -Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem! bir kul günah işleyip demiş de olabilir- 'Ya Rab! Ben (bilerek) bir günah işledim. -Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir günaha isabet ettim demiş de olabilir- kusurumu af ve mağfiret eyle!' diye niyaz ederse o kulun Rabbi 'Demek ki kulum günahını affedecek, cezalandıracak muhakkak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu halde ben de kulumu mağfiret ettim!' der. Sonra bu kul Allah'ın dilediği kadar bir zaman yaşar. Sonra bir günah daha işler. -Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir günaha daha uğrar demiş de olabilir- ve 'Ya Rab ben bir günaha uğradım -veya bir günah işledimbeni mağfiret eyle' diye niyaz ederse o kulun Rabbi 'Demek ki kulum kendisinin günahı bağışlayacak ve cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu halde ben de kulumu üç defa mağfiret ettim. Artık o dilediği işi işlesin!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem geçmiş insanların içinde -veya sizden ewelki milletler içinde- bir adamdan söz etti ve bir kelime söyledi. Yani "Allah o adama mal ve evlat verdi. Nihayet ona vefatı yaklaştığında oğullarına hitaben 'Ben size nasıl bir baba oldum?' diye sordu. Oğulları 'Sen bize hayırlı bir baba oldun' dediler. Adam şu muhakkak kibu baba Allah katında önden bir hayır göndermedi' veya 'Bir hayır biriktirmedi. Şüphesiz Allah bu zatı ele geçirdiğinde ona azap edecektir. Şimdi bakınız! Ben öldüğüm zaman beni kömür oluncaya kadar yakınız. Sonra beni ezip öğütünüz -veya beni toz yapımz sonra rüzgarı şiddetli esen bir gün olunca benim tozlarımı bu şiddetli rüzgarın içinde uçurup dağıtın! dedi." Allah'ın Nebii şöyle devam etti: "O adam 'Rabbime yemin olsun bu dediklerimi muhakkak yapacaksınız' diye oğullarından misaklarını yani taahhütlerini aldı. Onlar da babaları öldükten sonra onun vasiyet ettiği işleri yaptılar. Sonra onun tozları m rüzgarı şiddetli esen bir günde uçurup dağıttılar. Aziz ve celil olan Allah o tozlara 'o!!' emrini verdi. Derhal o tozlar ayakta dikilen bir adam oluverdi. Allah 'Ey kulum! Senin bu yaptığın işleri yapmana seni sevkeden nedir?' diye sordu. O zat 'Senin korkun veya senden korkmaktı' dedi. Allah 'Kusuru Allah'ın merhameti telafi eder -veya diğer bir keresinde- kusuru Allah korkusundan başkası telafi edemez dedi." Ravi Süleyman et-Teymı şöyle dedi: Bu hadisi Ebu Osman en-Nehdi'ye rivayet ettim. Bana "Ben bunu Selman el-Farisı'den işittim. Şu kadar var ki o bu rivayette 'Beni deniz içine tozutup dağıtımz' şeklinde farklı bir rivayette bulundu veya rivayet ettiği gibi söyledi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler' sözü." İbn Battal şöyle demiştir: İmam Buhari, attığı bu başlık ve yer verdiği hadislerle bundan önceki bölümde Allah'ın kelamının kendi zat i ile kaim bir sıfat olduğunu, onun' ezelde konuşan (mütekellim) ve hala da bu vasfım devam ettirdiğini vurgulamak istemektedir. Buhari bundan sonra ayetin nüzul sebebine değinmiştir. Öyle anlaşılıyor ki onun maksadı, "Allah'ın kelamı" kavramının sırf Kur'an'a mahsus olmadığıdır. Çünkü onun kelamı, -daha önce görüşünü naklettiği kimselerin ifade ettiği üzere- bir tek çeşit değildir. Allah'ın kelamı mahluk olmayıp, kendi zatı ile kaim bir sıfatıdır. Çünkü Allah kelamını kullarından dilediklerine, onların şer'ı hükümlere olan ihtiyaçları ve maslahatlarına göre ilka etmektedir. Bu bölümdeki hadisler, İmam Buharl'nin bu maksadını gayet açık ve net olarak ortaya koyar gibidir. "Yüce Allah 'Adem oğlu dehre söverek bana eza vermektedir' buyurmaktadır. Bu hadise bu başlık altında yer verilmesinden maksat, Allah Teala'ya "kavl=konuşma" isnad edilmesindendir. "Bana eziyet vermektedir" yani bana layık olmayan şeyleri nispet etmektedir. Bu ifadenin bir başka açıklaması diğer açıklamalarla birlikte Casiye suresinin tefsirinde geçmişti. İfade kudsi hadislerdendir. Hz. Eyyub'un çıplak olarak yıkandığından söz eden üçüncü sıradaki Ebu Hureyre hadisi Taharat Bölümünde geçmişti. "Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Bizler (dünyada) en sonra gelenleriz, kıyamet gününde ise en başa geçecek olanlarız' buyurmuştur. Yine aynı isnadla 'Ey kulum! Sen infak et, ben de sana infak edeyim' buyurmuştur." Bu hadise yer verilmesinden maksat Yüce Allah'a "kavl=söz" isnad edilmesinden dolayıdır. Bu da "Sen infak et, ben de sana infak edeyim" cümlesidir. Bu hadis de kudsi hadislerdendir. "Kulum fena bir iş yapmak istediğinde hemen bu iradesini defterine yazmayın ız ta bu iradesini gerçekleştirip, o fiili yapıncaya kadar bekleyiniz." Bu ifade Rikak bölümünde 'Bir iyilik veya kötülük yapmaya niyet eden kimse' başlığı altında geçmişti. Bu hadis de kudsi hadislerdendir. Ayrıca bundan: sonraki dört hadis de aynıdır. Bu hadislerin atılan başlıkla olan münasebeti gayet açıktır. Ebu Hureyre'nin rahimle ilgili naklettiği onbirinci sıradaki hadiste "Ey rahim! Sen razı olmaz mısın ki senden ilişkisini kesmeyene ben de ilişkimi kesmeyeyim" denilmektedir. Yine aynı hadise göre rahim "Evet razıyım" demektedir. Bu hadisin açıklaması Edeb Bölümünün baş taraflarında geçmişti. Nevevı şöyle der: İlginin kesildiği veya kesilmediğinden söz edilen "rahim" soyut kavramlardan biridir. Böyle bir kavramın konuşması düşünülemez. Çünkü o, aynı rahimin biraraya getirdiği akrabalık bağından ibarettir. Bu akrabalık bağı, birbirine bitişir. Burada söylenmek istenen, akrabalık bağının ne kadar büyük olduğu ve bu bağı koparmamanın fazileti, koparmanın günahıdır. ifade, Arapların itiare kullanma tarzındaki üsluplarına göre düzenlenmiştir. Bir başkası şöyle der: Bu ifadeyi zahiri üzere yorumlamak da mümkündür. Soyut olan şeylerin somut hale gelmesi, Allah'ın kudreti açısından imkansız değildir. ibn Battal şöyle der: Hadise göre ısrarla günah işleyen kimsenin durumu, Yüce Allah'ın dilemesine (meşiet) kalmıştır. Dilerse ona azap eder, dilerse yaptığı iyiliği ağır bastırarak onu bağışlar. Bu iyilik o kulun kendisine azap edecek, kendisini bağışlayacak bir Rabbinin olduğuna inancı ve günahından dolayı ondan bağışlanmasını dilemesidir. Nitekim "Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Tevhidden daha büyük hasene yoktur" ifadesi bunu göstermektedir. "Kulun Rabbine istiğfarı, tövbe etmesi demektir" denilecek olursa, biz de şöyle deriz: istiğfardan, bağışlanma talebinden daha fazlası anlaşılmaz. Bunu ısrarla günah işleyen yapabildiği gibi, tövbe eden de yapar. Hadiste o kimsenin bağışlanmasını dilediği günahtan tövbe ettiğini gösteren bir delil yoktur. Çünkü tövbenin sınırı, günahtan dönmek ve bir daha onu işlememeye azmetmek, günahı bırakmak demektir. Sırf istiğfarda bulunmaktan böyle bir mana çıkmaz. Bir başkası şöyle demiştir: Tövbenin şartı üçtür: Günahı bırakmak, yaptığına pişmanlık duymak ve bir daha işlememeye azmetmektir. Günahtan dönmek tabiri, pişmanlık manası vermez. Tam tersine o kişi, günahı bırakmaya daha yakındır. Bir başkası şöyle demiştir: Tövbede insanın o günahı işlemiş olmasından pişmanlık duyması yeterlidir, Çünkü bu, günahtan vazgeçmeyi ve ona bir daha dönmeme azmini gerektirir. Dolayısıyla bu ikisi pişmanlığın yanında iki esas değil, ondan türeyen şeylerdir. Kurtubı, el-Müfhim isimli eserinde şöyle der: Bu hadis istiğfarın büyük faydasını, Yüce Allah'ın ihsanının büyüklüğünü, rahmetinin genişliğini, hilmini ve keremini göstermektedir. Fakat sözkonusu istiğfar, dille ikrarla birlikte, manası kalpte yerleşmiş olandır. Israrın düğü ancak bununla çözülür ve pişmanlık böyle bir duyguyla hasıl olur. İstiğfar, tövbenin alametidir. Nitekim "En hayırlınzz günahlarla imtihan edilip, tövbe edendir"(Beyhaki, Şuabu'l-İman, V, 418) hadisi de bunu göstermektedir. Hadisin manası şudur: Sizin en hayırlınız, tekrar tekrar günah işleyip, tövbe edendir. Böyle bir kimse her günah işlediğinde tekrar tövbe eder. Yoksa en hayırlınız kalben günah işlemeye ısrarlı olduğu halde diliyle estağfirullah diyen değildir. Böyle diyen kimsenin istiğfarı, ayrıca bir istiğfara muhtaçtır. Nevevı bu hadis hakkında şöyle der: Bir günah yüz kere, hatta bin kere veya daha çok tekerrür etse bile kişi her seferinde tövbe ettiğinde tövbesi kabul edilir veya bütün bu günahlarına bir kere tövbe etse tövbesi geçerlidir. "Dilediğini yap." Yani sen günah işleyip, tövbe ettiğin sürece seni bağışladım. el-Ezkar isimli eserde er-Re bı b. Haysem'in şu sözü nakledilir: "Estağfurullah ve etCıbu ileyke" deme. Eğer bunu yapmazsan senin için günah ve yalan olur. Tam tersine "Allahummağfirlı ve tüb aleyye = Ya Rabbi beni bağışla, tövbemi kabul et" de." Nevevı şöyle demiştir: Bu söz güzeldir. Estağfurullah demenin hoş olmaması ve buna yalan adının verilmesi kabul edilemez. Çünkü estağfurullah demek, Allah'ın mağfiretini diliyorum anlamına gelir. Bu da yalan değildir. Bu görüşün reddi noktasında İbn Mesud'un rivayet ettiği şu hadis yeterlidir: "Bir kimse hayy ve kayyum olan Allah 'tan başka ilah olmayan Allah' a istiğfar ederim, ona tövbe ederim derse savaştan kaçmış bile olsa günahları affedilir." Bu hadisi Ebu Davlıd ve Tirmizi rivayet etmişler, Hakim sahih olduğunu belirtmiştir.(Ebu Davud, Vitr; Tirmizi, Daavat)6 Bizim kanaatimiz ise şudur: Bu, hayy ve kayyum olandan başka ilah olmayan Allah'tan mağfiret dilerim sözü hakkındadır. Ben "ona tövbe ederim" cümlesi ne gelince, er-Rebl'nin "yalan" diye nitelediği budur. Gerçekten de kişi bunu söyleyip, tövbe etmezse durum onun dediği gibidir. İbn Mesud hadisi ile onun görüşünün reddedileceği hükmü, bizce tartışmalıdır. Zira hadiste kişinin bu duayı söylemesi ve tövbenin şartlarını yerine getirmesi durumunun sözkonusu olma ihtimali vardır. er-Rebl'in sadece estağfirullahı değil, her iki lafzı birden kastetmiş olma ihtimali de vardır. Bu durumda ifadesi baştan sona sahih ve isabetli olmuş olur. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Büyük Sübkl'nin, el-Halebiyyat isimli eserinde şu açıklamayı gördüm: İstiğfar, bağışlanma talebidir. Bu, dille veya kalple ya da her ikisiyle birlikte olur. Dille olanda fayda vardır, çünkü bu hiçbir şey söylememekten daha hayırlıdır. Zira dille estağfirullah diyen kimse, hayır söz söylemeye alışır. Kalp ile olan ise gerçekten faydalıdır. Her ikisiyle birlikte olan bunlardan çok daha faydalıdır. Fakat bu ikisi tövbe olmadıkça günahı temizlemeye yetmez. Günahta ısrarlı davranan isyankar kul, bağışlanmasını diler. Bundan onun tövbe ettiği sonucu çıkmaz. Sübki ifadesinin devamında şöyle der: İstiğfarın manasının tövbeden başka olduğu yolundaki ifadem, kelimenin sözlükte manaya konulması açısındandır. Fakat birçok insanın nazarında estağfurullah sözcüğü, tövbe manasındadır. Estağfurullah kelimesinin tövbe manasına olduğuna inanan hiç kuşkusuz tövbe etmek istiyor demektir. Sübki sözünü şöyle tamamlar: Bazı alimler, tövbenin ancak istiğfarla tamam olduğunu söylemişlerdir. Bunlar görüşlerine delilolarak "Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tövbe etmeniz için (indirildi)"(Hud 3) ayetini göstermişlerdir. Ancak meşhur olan görüş, bunun şart olmadığı yolundadır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle haber vermiştir: "Kıyamet günü olduğunda (Allah tarafından) bana şefaat etme yetkisi verilir. Ben de 'Ya Rabbi! Kalbinde hardal tanesi kadar imanı olanları cennete koy!' diye niyaz ederim. Bunlar cennete girerler, sonra ben 'Ya Rabbi kalbinde hardal tanesinden daha az imanı olanları da cennete koy!' diye şefaat ederim." Enes b. Malik, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in azlığa işaret etmek için parmaklarını birbirine yumarak yaptığı işaret hala gözlerimin önündedir demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ma'bed b. Hilal el-Anezi şöyle demiştir: Basra ahalisinden birkaç kişi ile toplanıp, Enes b. Malik'i ziyarete gittik. Bizimle birlikte Sabit el-Bünani de gitmişti. Sabit bizim için Enes'e 'Büyük şefaat hadisi'ni soracaktl. Enes Basra'ya iki fersah uzaklıkta bulunan Zaviye mevkiindeki kasrında ikamet ediyordu. Ziyaretimiz Enes'in kuşluk namazı kıldığı bir zamana tesadüf etmişti. İçeri girmek istedik, bize izin verdi. Verilen izin üzerine Enes b. Malik'in huzuruna girdik. Enes bir minder üzerinde oturuyordu. Girerken Sabit' e şefaat hadisinden önce hiçbir şey sormamasını tembih etmiştik. O da "Ey Ebu Hamza! Bu Basralı kardeşlerimiz size şefaat hadisini sormaya geldiler" dedi. Bunun üzerine Enes, Hz. Muhammed bize şöyle anlattı dedi: "Kıyamet günü olduğu zaman insanlar birbiri üzerine dalgalanıp çalkalanırlar. Nihayet Adem'e gelirler ve 'Rabbin huzurunda bize şefaat et!' derler. O da 'Ben buna ehil değilim. Fakat İbrahim'e gidin, çünkü o halilullahtır' der." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle devam etti: "Sonra İbrahim'e gelirler. O da 'Ben buna ehil değilim, fakat siz Musa'ya gidin. Çünkü o kelimullahtır (yani Allah 'ın kelam ettiği Nebidir)' der. Akabinde insanlar Musa'ya gelirler. O da 'Ben buna ehil değilim, fakat sizler İsa'ya gidin. Çünkü o Allah 'ın ruhu ve kelimesidir' der. İsa'ya gelirler, o da 'Ben buna ehil değilim fakat siz Muhammed'e gidin' der. İnsanlar bana gelirler. Ben de 'Ben onun için (yaratılmış)ımdır' derim. Hemen gider Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana izin verilir. Bana şimdi hatırlayamadığım, kendisine yapacağım birtakım hamdler ilham eder. Ben bu hamdlerle hamdederim ve kendisine secdeye kapanırım. Bana 'Ya Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir, iste, isteğin sana verilir, şefaat et, şefaatin kabul edilir!' buyrulur. Bunun üzerine ben 'Ya Rab! Ümmetimi, ümmetimi!' diye şefaat dilerim. Bana 'Git, kalbinde bir arpa ağırlığı kadar iman bulunan kimseleri oradan çıkar!' denilir. Ben de gider bunu yaparım. Sonra yine Rabbime döner bu hamdlerle ham d ederim, sonra Rabbime secdeye kapanmm. Bana 'Ya Muhammed! Başını kaldır, söyle sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabulolunur!' denilir. Bunun üzerine ben 'Ya Rabbi! Ümmetimi, ümmetimil' diye şefaat dilerim. Bana 'Git kalbinde bir zerre ağırlığınca yahut hardal tanesi kadar iman bulunanları oradan çıkar!' denilir. Ben gider bunu yaparım, sonra döner yine bu hamdler ile Rabbime hamd ederim. Sonra ona secdeye kapanmm. Bana 'Ya Muhammed! Başını kaldır, söyle, sözün dinlenir; iste, isteğin sana verilir. Şefaat et, şefaatin kabul edilir!' buyurulur. Bunun üzerine ben 'Ya Rabbi! Ümmetimi, ümmetimil' diye şefaat dilerim. Bana 'Git, kalbinde bir hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az iman bulunan kim varsa onları da ateşten çıkar!' buyurur. Ben hemen gider bunu yaparım." Ma'bed şöyle dedi: Akabinde Enes'in yanından çıktığımızda arkadaşlarımızdan bazılarına "Hasan el-Basrl'nin yanına uğrasak. O Ebu Halife et-Taı'nin evinde (Haccac'ın zulmünden) gizlenmiş bir halde bulunmaktadır" dedim. Enes b. Malik'in bize rivayet ettiği hadisle Hasan'ın yanına vardık, ona selam verdik. Bize izin verdi. Ona "Ey Ebu Said! Kardeşin Enes b. Malik'in yanından geldik. Şefaat hakkında bize rivayet ettiği hadisin benzerini hiç duymamıştık" dedik. O "Devam edin, hadisi söyleyin!" dedi. Biz de ona bu hadisi rivayet ettik. Hadis bu son noktaya ulaşınca Hasan bize "Devam edin, daha söyleyinı" dedi. Biz de ona "Enes bize daha fazla bir şey söylemedi" dedik. O da bize şunları söyledi: "Yemin olsun o bunu bana yirmi sene önce rivayet etmişti. Kendisi o günlerde bütün hafızasını ve kuwetini toplamış haldeydi. Şimdi ise bir kısım şeyi terk etmiştir. O bunu unuttu mu, yoksa güvenip dayanırsınız diye sizlere rivayet etmeyi mi hoş görmedi bilmiyorum" dedi. Biz de ona "Ey Ebu Said! Bize sen rivayet et" dedik. Bunun üzerine güldü ve "İnsan aceleci (bir ta bey'at ta) yaratılmıştır"(Enbiya 37) Bunu size sadece o hadisi rivayet etmeyi isteyerek zikrettim dedi ve şöyle devam etti: "Enes bana bu hadisi size rivayet ettiği gibi nakletti. Bundan sonra Resulullah s.a.v. şöyle demiştir: "Sonra ben dördüncü defa yine Rabbime döner bu hamdler ile O'na tekrar hamd ederim. Sonra ona secde ederek kapanmm. Bunun üzerine bana 'Ya Muhammed başını kaldır ve söyle; sözün dinlenir, iste sana verilir, şefaat et şefaatin kabul edilir!' buyurulur. Ben de 'Ya Rab! Bana izin ver de la ilahe illailah diyen bütün tevhid ehli hakkında şefaat edeyim diye niyaz ederim. Bunun üzerine Yüce Allah 'İzzetim, celalim, kibriyam, azametim hakkı için la ilahe illailah diyen tevhid ehlinin hepsini muhakkak surette cehennemden çıkaracağım!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Cehennem ehli arasından cehennemden en son çıkacak ve cennet ehli içinden cennete en son girecek olan kimse öyle bir adamdır ki cehennemden emekliye emekliye çıkar. Rabbi ona 'Git cennete gir!' buyurur. O da 'Rabbim cennet dopdoludur' der. Rabbi ona bunu üç kere söyler. Her defasında kul Allah'a 'Cennet doludur' diye tekrar eder. Bunun üzerine Yüce Allah 'Sana dünyanın benzeri on misli kadar yer vardır!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy b.Hatim'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Aranızdan Rabbinin kendisiyle arasında bir tercüman olmaksızın konuşmayacağı hiçbir kimse yoktur. O kimse sağına bakar, önden gönderdiği amelinden başka bir şey göremez. Soluna bakar, önden gönderdiğinden başka bir şey göremez. Önüne bakar yüzünün karşısında ateşten başka bir şey göremez. Onun için sizler şimdiden bir tek hurmanın yansıyla olsun ateşten korunun
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Yahudilerden bir alim geldi ve şöyle dedi: Şu muhakkak ki kıyamet günü olduğu zaman Allah gökleri bir parmak üzerine, yerleri bir parmak üzerine, suları ve toprakları bir parmak üzerine, diğer bütün mahlukatı bir parmak üzerine kor. Sonra bunların hepsini hareket ettirir. Sonra "Melik ancak benim, melik ancak benim!" buyurur. İbn Mesud dedi ki: Ben Nebii bu sözlerden hoşlanarak ve Yüce Allah'ın şu kavlini tasdik olarak azı dişleri görününceye kadar gülerken gördüm. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp, bilemediler"(Zümer 67) ayetini sonuna kadar okudu
- Bāb: ...
- باب ...
Saffan b. Muhlis şöyle anlatmıştır: Bir adam İbn Ömer'e "Allah'ın mu'min kulu ile gizli konuşması hakkında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den nasıl bir açıklama duydun?" diye sordu. İbn Ömer dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Herhangi biriniz Rabbine yaklaşır da Rabbi onun üzerine kenefini (perdesini) kor ve 'Filan ve filan günahları işledin mi?' diye sorar: mu'min de 'Evet Rabbim işledim!' der. Rabbi yine ona 'Filan ve filan günahları da işledin!' buyurur. mu'min de 'Evet' diyerek tasdik eder. Böylece Rabbi ona işlediği günahlarını ikrar ve itiraf ettirir: Sonra Yüce Allah 'Ben senin bu günahlarını dünyada iken (haktan) gizledim. Bugün de onları senin lehine mağfiret ediyorum!' buyurur:" Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında beş hadise yer vermiştir. Enes b. Malik'in rivayet ettiği birinci sıradaki şefaat hadisini önce çok kısa, sonra uzun uzadıya rivayet etmiştir. Hadisin geniş bir açıklaması Rikak Bölümünde geçmişti. "Ve hüve cemI'un." O, hafızasını ve kuwetini toplamış haldeydi. Bu, Enes'in o zamanlar zihnin dağılmasının ve hafızada karışıklık meydana gelmesinin mümkün olduğu ileri yaşa gelmemiş olduğuna işaret etmektedir. "Cennet ehli içinden cennete en son girecek olan kimse." İmam Buhari bu hadisi son derece kısa olarak rivayet etmiştir. Hadis bütünlüğü içinde açıklamasıyla birlikte Rikak Bölümünde geçmişti. "Herhangi biriniz Rabbine yaklaşır." İbnü't-Tın yani Rabbinin rahmetine yaklaşır demektir demiştir. "Rabbi onun üzerine kenefini kor." Burada "el-kenef" kelimesinden maksat perdedir. Abdullah b. el-Mübarek şöyle demiştir: Allah'ın kenefi, onun perdesi demektir. Müellif bu hadise Halku ef'ali'l-ibad Bölümünde yer vermiştir. Manası Rabbi onu tam olan inayetiyle kuşatır, demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: 'Adem ile Musa birbirlerine karşı delil getirip çekiştiler. Musa, Adem'e '(Ya Adem!) Sen zürriyetini cennetten çıkarmış olan Adem'sin!' dedi. Adem de Musa'ya A.llah'ın seni elçilikleri ve kelamı ile seçip tercih eylediği Musa'sın. Sonra sen beni, benim yaratılmamdan önce üzerime takdir olunan bir işten dolayı azarlayıp kınıyorsun!' dedi." Bunun ardından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Böylece Adem, Musa'ya (delil ve burhanla) galip geldi" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Kıyamet gününde mu'minler toplanırlar ve 'İçinde bulunduğumuz şu sıkıntılı durumdan bizleri kurtarıp, rahat ettirmesi için Rabbimizden şefaat istesek!' derler. Akabinde Adem'e gelirler ve ona 'Sen beşerin babası Adem'sin. Allah seni kendi eliyle yarattı; Melekleri senin için secde ettirdi ve sana her şeyin isimlerini öğretti. Bulunduğumuz şu durumdan bizleri kurtarması için Rabbimiz yanında bizlere şefaat et!' derler. Adem de 'Ben buna ehil değilim' der ve onlara vaktiyle işlemiş olduğu hatfeyi (günahı) hatırlatır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Ka'be mescidinde geceleyin yürütüldüğü geceyi şöyle anlatıyordu: Kendisine o hususta vahiy gelmeden önce Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mescid-i Haram'da uyurken yanına üç nefer melek geldi. Onların birincisi "(Yatmakta olan üç kişinin) hangisi odur?" diye sordu. Diğeri "Onların ortasındakidir, o onların hayırlısıdır" dedi. O üç neferin sonuncusu da "(Semaya çıkarılmak için) üç kişinin hayırlısını alın!" dedi. Bu olay bu gece meydana geldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O üç kişiyi bundan sonra görmedi. Nihayet onlar diğer bir gecede Nebiin gözünü uyur ve kalbini görür halde iken onun yanına geldiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kalbi uyumuyordu. Bütün Nebiler de böyledir; Onların gözleri uyur fakat kalpleri uyumaz. Bu gelen üç kişi Nebile konuşmadılar, nihayet onu taşıdılar ve zemzem kuyusunun yanına koydular. O üç kişiden Muhammed'in işini Cebrail üzerine aldı. Cebrail onun göğsüyle gerdanı arasını yardı. Nihayet göğsünü ve içini yarmayı bitirince Cebrail kendileri ile zemzem suyundan alıp, orayı yıkadı ve içini tertemiz yaptı. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına altından bir leğen getirildi. Onun içinde de yine altından yapılmış su içecek bir kap daha vardı. Bu leğenin içi iman ve hikmetle doldurulmuştu. Cebrail bununla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in göğsünü ve boğazının içindeki etleri yani boğazındaki damarları doldurdu. Sonra göğsünü kapattı. Sonra onu dünyaya en yakın semaya çıkardı. Onun kapılarından bir kapıya vurdu. Sema ahalisi ona "Kimdir o?" dediler. "Ben Cebrail'im" dedi. Sema ehli "Beraberindeki kimdir?" dediler. Cebrail "Beraberimdeki Muhammed"dir dedi. İçerideki "Ona davet gönderilmiş midir?" dedi. Cebrail "Evet, gönderilmiştir" dedi. İçeridekiler ona "Merhaba ve hoş geldin!" dediler. Akabinde sema ehli Muhammed'i bu davetinden dolayı müjdelediler. Semadakiler, Allah'ın onunla yer hakkında ne yapmak istediğini Cebrail'in diliyle onlara bildirinceye kadar bilmiyorlardı. Dünya semasında Adem'i buldu. Cebrail, Nebie "Bu, baban Adem'dir, ona selam ver" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Adem' e selam verdi, Adem de selamını alıp mukabele etti ve "Merhaba ve hoş geldin benim oğlum, sen ne iyi oğulsun!" dedi. Bir de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dünyaya en yakın semada devamlı akmakta olan iki nehirle karşılaştı ve "Bu iki nehir nedir ya Cebrail?" dedi. Cebrail "Bu ikisi Nil ile Fırat'ın asıllarıdır" dedi. Sonra Nebii dünya semasında yürüttü. Bu arada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem diğer bir nehirle karşılaştı ki onun üzerinde inciden ve zebercedden yapılmış bir saray vardı. Eliyle nehrin suyuna vurdu, bir de gördü ki o en iyi cins misktir. Cebrail'e "Bu nedir ey Cebrail?" diye sordu. Cebrail "Bu Rabbinin senin için hazırlamış olduğu kevserdir" dedi. Bundan sonra Cebrail onu ikinci semaya yükseltti. Orada da melekler ona birinci semadaki meleklerin sordukları gibi "Bu kimdir?" dediler. Cebrail "Ben Cebrail'im!" dedi. "Beraberindeki kimdir?" dediler. "Muhammed' dir" dedi. "Ona davet gönderilmiş midir?" dediler. "Evet, gönderilmiştir" dedi. "Ona merhaba ve hoş geldin!" dediler. Bundan sonra Cebrail onu üçüncü semaya yükseltti. Oradakiler de ona birinci ve ikinci semadaki meleklerin söyledikleri gibi sorup cevap aldılar. Bundan sonra Cebrail onu dördüncü semaya yükseltti. Oradaki melekler de ona önceki semalardaki meleklerin sordukları gibi sorup cevap aldılar. Bundan sonra Cebrail onu beşinci semaya yükseltti. Oradaki melekler de ona önceki semalardaki meleklerin sordukları gibi sorup cevap aldılar. Bundan sonra Cebrail onu altıncı semaya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha öncekilerin dedikleri sözler gibi söylediler. Bundan sonra Cebrail onu yedinci semaya yükseltti. Oradaki melekler de ona daha öncekilerin sözleri gibi söylediler. Her bir semada isimlerini söylediği Nebiler vardı. Ben onlardan ikinci semada İdris'i, dördüncü semada Harun'u, beşinci semada ismini ezberleyemediğim bir diğerini, altıncı semada İbrahim'i, yedinci semada Musa'yı Allah'ın onu kelamıyla tafdil etmesi sebebiyle ezberledim. Musa "Ey Rabbim! Benim üzerime yükseltilen kimse var olduğunu zannetmiyordum" dedi. Sonra Cebraiı, Muhammed'i ancak Allah'ın bilmekte olduğu şeylerle bu katın üstüne çıkarttı. Nihayet Sidretü'l-münteha'ya geldi. Rabbu'l-izzet olan cebbar Allah "Yaklaştı ve tecelli etti." (Daha çok yaklaşmak istedi) ve nihayet (bu suretle o Nebie) 'iki yay kadar yahut daha yakın oldu da' Allah kuluna vahyettiğini etti. Allah ona vahyettiği şeyler için de, ümmetinin üzerine her gün ve gecede elli vakit namazı da vahyetti. Sonra oradan aşağıya indi, nihayet Musa'nın yanına ulaştı. Musa onu biraz alıkoydu ve "Ya Muhammed! Rabbin sana neyi ahdetti (yani sana neyi emretti?)" diye sordu. "Rabbim bana hergün ve gecede elli namaz emretti" dedi. Musa "Senin ümmetin buna güç yetiremez, geri dön de Rabbin senden ve ümmetinden bunu hafifletsin" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cebrail' e yöneldi ve sanki bu konuda Cebrail'le istişare etmek istiyor gibiydi. Cebrail kendisine "Evet, istersen bunu iste!" diye işaret etti. Akabinde Cebrail onu cebbar olan Allah' ın huzuruna doğru yükseltti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: Ce bb ar olan Allah ewelki durduğu makamında idi. "Ey Rabbim! Hafiflet çünkü ümmetin buna güç yetiremez!" dedi. Yüce Allah elli'den on namazı indirdi. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Musa'nın yanına döndü. Musa onu alıkoymakta ve Rabbine geri döndürmekte devam etti. Nihayet elli namaz beş namaz oldu. Sonra Musa onu bu beş namazın yanında durdurup "(Ya Muhammed!) Vallahi ben kavmim İsrailoğullarına bundan daha azıyla döndüm de onlar zayıf olup bunu terk ettiler. Senin ümmetin cesetler, kalpler, bedenler, gözler, kulaklar bakımından daha zayıftır. Geri dön de Rabbin senden bunun hepsini hafifletsin!" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun kendisine işaret etmesi için Cebraiı' e yöneldi. Cebrail bunu çirkin görmüyordu. Cebrail onu beşinci defa da yükseltti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ey Rabbim! Şüphesiz benim ümmetim cesetleri, kalpleri, işitmeleri, bedenleri zayıf kimselerdir. Bizlerden daha da hafiflet!" diye niyaz etti. Bunun üzerine cebbar olan Allah "Ya Muhammed" diye nida etti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Lebbeyk ve sadeyk ey Rab!" diye cevap verdi. Allah "Şu bir hakikat ki benim nezdimde söz (hüküm ve kaza) tebdil olunmaz! Bu, senin ve ümmetin üzerine ana kitapta farz ettiğim gibidir!" buyurdu ve yine "Her bir hasene on misliyle karşılanır. Bu, ümmü'l-kitabta elli vakittir ve senin ve ümmetin üzerine beş vakittir!" buyurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Musa'nın yanına döndü. Musa ona "Ne yaptın?" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah bizden hafifletti. Bize herbir haseneye on misliyle karşılık verdi" dedi. Musa "Ben İsrailoğullarını bundan daha azı dönüp tecrübe ettim, onlar bunu da terk ettiler. Sen yine Rabbine dön de senden yine hafifletsin!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Musa! Ben vAllahi Rabbime çok gidip gelmekten dolayı utandım" dedi. Cebrail de ona "Allah'ın ismiyle in!" dedi. Ravi, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mescid-i Haram içinde uykusunda iken uyandı demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu' sözü." İmamlar şöyle derler: Bu ayet Mutezile'nin görüşünü red noktasında en güçlü delildir. enNehhas'ın görüşü şudur: Nahiv bilginleri bir fiilin mastarla tekid edildiği takdirde mecaz manası taşımadığı noktasında icma etmişlerdir. Yüce Allah ayette "teklımen" buyurduğuna göre söz konusu konuşmanın aklen kavranılan hakiki manada olması gerekir. İmam Buhari Halk-u Ef'ali'l-İbad isimli eserinde Halid b. Abdullah elKısrl'nin şu görüşüne yer verir: Ben el-Ca'd b. Dirhem'in görüşüne kurban gittim. Çünkü o, Yüce Allah'ın kendisine bir dost edinmediğini ve Musa ile konuşmadığını iddia etmektedir. Tevhid Bölümünün baş rafında Silm b. Ahvez'in, Cehm b. Safvan'ı Allah'ın Musa ile konuştuğunu inkar etmesi sebebiyle öldürdüğü geçmişti. İmam Buhari bu konuda üç hadise yer vermiştir. Bunlardan birincisi, Ebu Hureyre'nin Adem'le Musa'nın çekiştiklerini ifade eden hadisidir. Bu hadisin açıklaması Kader Bölümünde geçmişti. Hadise burada yer verilmesinin nedeni, "Adem de Musa'ya Allah'm seni elçilikleri ve kelamı ile seçip tercih eylediği Musa'sm" cümlesidir. Kuşmıhenl'de "ve kelamihı" yerine "ve bi kelamihı" ifadesi yer almaktadır. İkincisi Enes'in şefaat konusunda rivayet ettiği hadistir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Rikak Bölümünde geçmişti. "Onların birincisi "(Yatmakta olan üç kişinin) hangisi odur?" diye sordu." Bu ifade Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in en azı iki olan bir grubun içinde yatmakta olduğuna işaret etmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in O anda amcası Hamza b. Abdulmuttaiib ile amcaoğlu Cafer b. Ebu Talib'in arasında yatmakta olduğu geçmişti. "Cebrail onun göğsüyle gerdanı arasını yard!." Hadiste geçen "lebbe" göğsün gerdanlık konulan kısmıdır. Deve göğsün bu noktasından boğazianır. Hadis açıklanırken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra gecesi göğsünün yarıldığını inkar edenlere ve bunun o küçükken meydana geldiğini ileri sürenlere verilecek cevap geçmişti. Ben Buhari ve Müslim'de, Şerık rivayeti dışında Ebu Zerr'in rivayetinde de bunun sabit olduğunu ve Nebi olarak gönderildiği esnada da göğsünün yarıldığını açıklamıştım. Nitekim Ebu Davud et-Tayalısı Müsned'inde, Ebu Nuaym ve Delailü'n-Nübüvve'de Beyhaki bunu rivayet etmişlerdir. "Boğazının içindeki etleri yani boğazındaki damarları doldurdu." Hadiste geçen "leğadıd" hakkında dilbilimdler şöyle demişlerdir: Leğadıd damakla boynun yan tarafları arasında bulunan et parçalarıdır. Tekili "luğdud" ve "liğdıd" şeklindedir. Buna ayrıca "luğd" ve çoğuluna "elğad" denilmektedir. "Sonra göğsünü kapattı. Sonra onu dünyaya en yakın semaya çıkardı." Şayet bu olayla ilgili anlatım birden çoksa herhangi bir problem yoktur. Şayet birse bu ifade akışında bir atlama (hazf) sözkonusudur. Takdiri de şöyledir: Cebraiı, Nebii Burak'a bindirip, Mesdd-i Aksa'ya kadar götürdü. Sonra miraçla getirdi. "Akabinde sema ehli Muhammed'i bu davetinden dolayımüjdelediler." Sanki onlara Muhammed'in göğe yükseltileceği bildirilmiş gibiydi. Bundan dolayı onun gelmesini bekliyorlardı. "Bir de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dünyaya en yakın semada devamlı akmakta olan iki nehirle karşılaştı." Bu ibarenin zahiri Malik b. Sa'saa hadisi ile çelişmektedir. Çünkü o hadiste Sidretü'l-münteha'dan söz edildikten sonra "Bir de ne göreyim onun kökünde dört tane nehir vardı" denilmektedir. Ancak onun asıl kaynağının Sidretü'l-münteha'nın altı olduğu ve ikisinin de dünyaya en yakın semada bulundukları ve buradan yere aktıkları noktasında bilginler görüş birliği etmişlerdir. Bu hadiste "Nil ve Fırat'ı;; o nehrin unsuru, yani aslı olduğu ifade edilmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Yüce Allah cennet ehline 'Ey cennet ehli!' diye hitap eder. Onlar da 'Lebbeyke Rabbena ve sa'deyke=Emrine tekrar tekrar hazırız ve kullukta devamlıyız, hayır ancak senin ellerindedir!' derler. Yüce Allah 'Şu halinizden razı mısınız?' diye sorar. Cennettekiler 'Ey Rabbimiz! Sen bize yarattıklarından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurmuşken nasıl razı olmayalım!' derler. Allah 'Dikkat edin! Ben size bunlardan daha yüksek bir nimet vereceğim!' der. Cennetlikler 'Ya Rabbi! Bu nimetlerden daha kıymetli nasıl bir nimet olabilir ki?' derler. Rableri 'Sizden razı ve hoşnutluğumu size helal kılar ve bundan sonra ebediyyen sizlere darılmam!' buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün huzurunda çöl halkından bir kimse bulunduğu halde sahabilerine şöyle anlatıyordu: "Cennet ehlinden bir kimse (cennette) ekin ekmek üzere Rabbinden izin ister ve Rabbi ona '(Ey kulum!) sen arzu ettiğin durumda değil misin?' diye sorar. O kimse 'Evet, Rabbim! Fakat ben ekin ekmeyi seviyorum!' der. (Allah ona izin verir.) O kul çabuk davranır, tohum eker, tohumu hemen meydana çıkmaya, bitkisi gözünü kırpıncaya kadar kısa zamanda büyümeye, doğrulmaya, biçilmek dönemine erişmeye ve toplanmaya ulaşır. Dağlar misali mahsulolur. Bunun üzerine Yüce Allah ona 'Ey Ademoğlu! AI işte! Muhakkak ki seni hiçbir şey doyurmaz!' buyurur." Bunun üzerine huzurunda bulunan bedevi Arap "Ya Resulallah! Bu ziraatçi ya Kureyşlidir ya da ensarlıdır der. Çünkü Kureyş ile ensar ekin sahipleridirler. Bizlere gelince biz (çöl halkı) ekin sahipleri değiliz" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (bu bedevinin sözüne) güldü. Fethu'l-Bari Açıklaması: Şeyh Ebu Muhammed b. Ebu Cemre şöyle demiştir: Bu hadisten bir evin içinde oturan esasen sahibi olmasa bile o evi o kişiye nispet etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü cennet esasen Allah'ın mülküdür. Fakat Yüce Allah burayı "Ey cennet ehli" diyerek içinde oturanlara izafe etmiştir. Ebu Muhammed şöyle devam eder: İnsanların cennete yerleşmelerinin ardından Allah'ın rızasının devamından söz edilmesindeki hikmet şudur: Yüce Allah bunu oraya yerleşmeden önce haber verseydi, bu ilmü'l-yakin kabilinden bir haber olacaktı. Yerleştikten sonra haber verdi ki bu ayne'l-yakin kabilinden bir haber olsun. Yüce Allah'ın "Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez"(Secde 17) ifadesi buna işaret etmektedir. Şeyh Ebu Muhammed şöyle der: Bu hadisten şu sonuçlar çıkar: 1- Bir kimseye yanında var olduğuna dair bir belirti olmadıkça herhangi bir şeyden söz etmek uygun değildir. Aynı şekilde bir kimsenin herhangi bir şeyi ancak kaldırabileceği kadarı ile yüklenmesi uygundur. 2- Hadiste nasıl soru sorulacağının adabı yer almaktadır. Çünkü onlar Yüce Allah'a "Bu nimetlerden daha kıymetli nasıl bir nimet olabilir ki?" diye sormuşlardır. Sebebine gelince; onlar içinde bulundukları nimetten daha iyi bir şey olduğunu bilmiyorlardı. Bundan dolayıbilmedikleri şeyi anlamak istediler. 3- Hayrın tümü, lütuf ve mutluluk ancak Allah'ın rızasındadır. Onun dışındaki her şey, türleri çok bile olsa onun eseridir. 4- Hadise göre cennet ehli dereceleri birbirinden farklı, bulundukları yerler apayrı olmakla birlikte kendi halinden memnun olacaktır. Çünkü herkes aynı cümleyle cevap vermişti: "Sen bize yaratıklarından hiçbir kimseye vermediğin bunca nimetleri ihsan buyurdun." Başarı ancak Allah'tandır. Bedevi dedi ki: "Ya Resulallah! Bu ziraat çi ya Kureyşlidir ya da ensarlıdır. Çünkü Kureyş ile ensar ekin sahipleridirler." Bu hadisin açıklaması Yüce Allah'ın yardımı ile Müzara'a Bölümünün sonlarında geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Allah katında hangi günah en büyüktür?" diye sordum. 'Allah seni yarattığı halde ona benzer bir eş uydurmandır" buyurdu. Ben "Hakikaten bu elbette büyük günahtır" dedim. "Sonra hangi günah (büyüktür)?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu. "Bundan sonra hangisidir?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Komşunun eşiyle karşılık olarak zina etmenizdir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen "endad" kelimesinin tekili "en-nidd", -buna "en-nedid" de denir- insanın işleriyle ilgili olarak karşısına dikilen şeyin benzeri demektir. İbn Battal şöyle demiştir: İmam Buhari'nin bu başlığı atmaktan maksadı, -gerek hayır, gerek şer- mahlukatın tüm fiillerini Allah'a nispet etmektir. Bu fiiller Allah tarafından yaratılmakta, kul tarafından kesb edilmektedir. Yaratma fiilinin hiçbir zerresi Allah'tan başkasına nispet edilemez. Aksi takdirde bu fiilin ona nispeti açısından Allah'a ortak, eş ve denk bir varlık söz konusu olur. Yüce Allah kullarını yukarıda zikredilen ayetler ve başka ayetlerle bu konuda uyarmaktadır. Bu ayetler onun eşinin olmadığını, opunla birlikte dua edilen ilahların bulunmadığını açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla bunlar, kulun kendi fiillerini kendisinin yarattığını iddia edenlere bir red ihtiva etmektedir. Bunların bazılarında Yüce Allah mu'minleri uyarmakta veya övmekte, bazılarında kafirleri kınamaktadır. Bu başlık altında yer verilen hadis bu konuda gayet açıktır. Kirmanı şöyle demiştir: İmam Buharl'nin attığı başlık, maksadının Allah Teala'dan şirki uzak kılmak olduğunu göstermektedir. Uygun olanı bunların Tevhid Bölümünün baş taraflarında zikredilmesiydi. Fakat burada maksat bu değildir. Aksine hedef, kulların fiillerinin Allah'ın yaratmasının eseri olduğunu açıklamaktır. Çünkü kulların fiilleri kendi yaratmalarının eseri olsaydı, kullar Allah'a eş ve yaratmada ortak olurlardı. Beyhaki el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde şöyle der: Erken dönem (selef) ve geç dönem (halef) hadis ve sünnet bilginlerinin yaklaşımları, Kur'an'ın Allah'ın kelamı ve onun zat! sıfatlarından olduğu yönündedir. "(Resulüm!) Şüphesiz sana da, senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun."(Zümer 65) Taberi şöyle demiştir: Bu, kendisiyle takdim kastedilen mucez ifadede kabilindendir. Ayetin manası şöyledir: Şüphesiz sana "Andolsun Allah'a ortak koşarsan işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!" diye vahyolunmuştur. Senden öncekilere de sana vahyolunanın aynısı vahyolunmuştur. Ayette geçen "le yahbatanne" fiilinin manası, amelinin . sevabı boşa gider demektir. Ayete burada yer verilmesinden maksat, Allah'a şirk koşan kimseye şiddetli bir tehdit yöneltmektir ve şirkin bütün şeriatlerde yasaklandığını, insanın ameli şirkten salim olduğu takdirde bunun karşılığını alacağını, şirk koştuğunda ise sevabının boşa gideceğini vurgulamaktır. "İkrime dedi ki." Taberl'nin Hennad b. es-Sirrı, Ebü'l-Ahvaz, Simak b. Harb isnadıyla nakline göre İkrime "Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler"(Yusuf 106) ayetini şöyle tefsir etmiştir: Yüce Allah onlara kendilerini, gökleri ve yeri kimin yarattığını sormakta, onlar da Allah'tır cevabını vermektedirler. Bu Allah'tan başkasına taptıkları halde imanlarıdır. Yezid b. el-Fadl es-Semanı'nin nakline göre İkrime "Onların çoğu ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu Yüce Allah'ın 'Andolsun ki onlara 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sarsan, elbette Allah'tır' derler"(Zümer 38) ayetiyle aynı manayadır. Onlara Allah ve onun sıfatı sorulduğunda onu kendi vasfından başka türlü anlatırlar ve Allah'ın çocuğu olduğunu ileri sürerek ona ortak koşarlar. Doğruyu yani Kur'an'ı getiren ve onu tasdik eden mü min kıyamet günü bana verdiğin ve gereğine göre amel ettiğIm budur diyecektir. Taberi, Mansur b. el-Mu'temir vasıtasıyla bu haberi Mücahid'e dayandırmıştır. O şöyle demiştir: Doğruyu getiren ve tasdik eden Ku?an ehlidir ki onlar kıyamet günü onu getirecekler ve bize verdiğiniz ve içindekilere göre amel ettiğimiz kitap budur diyeceklerdir. Ali b. Ebi Talha'nın nakline göre İbn Abbas doğruyu getiren ve la ilahe illallah sözüyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i doğrulayan şeklinde mana vermiştir. Taberi şöyle der: En uygun olanı "doğruyu getiren"den maksadın tevhide, Allah'ın Resulüne ve getirdiğine imana davet eden, "onu doğrulayan"dan maksadın ise mu'minler olduğudur. Bu anlayışı bu ayetin ''Allah'a karşı yalan uyduran, kendisine gelen gerçeği (Kur'an'ı) yalan sayandan daha zalim kimdir? Kafirlerin yeri cehennemde değil mi?"(Zümer 32) ayetinden sonra gelmesidir. İbn Mesud hadisine gelince, onun şerhi HudCı.d Bölümünde zinakarların günahı başlığı altında geçmişti. Hadise burada yer verilmesinin amacı, kendi fiilini kendisinin yarattığını iddia eden kimsenin Allah'a eş koşmuş gibi olduğuna işaret etmektir. Bu konuda şiddetli bir tehdit gelmiştir. Dolayıs1yla buna inanmak haram olur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: Beytin yanında Sakif kabilesine mensup iki kişi ile bir Kureyşli veya iki Kureyşli bir Sakifli biraraya geldi. Bunlar karınlarının yağı çok, kalplerinin anlayışı az olan kimselerdi. Bunlardan biri diğerlerine "Allah'ın bizim söylediklerimizi işittiği kanaatinde misiniz?" diye sordu. Diğer biri "Eğer açıktan söylersek işitir, gizli söylersek işitmez" dedi. Diğeri de "Eğer açıktan söylediğimizi işitiyorsa o takdirde gizlediğimiz zaman da işitir" dedi. Bunun üzerine Allah "Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhine şahitIik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz" ayetini indirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Yukarıdaki hadisin isnadında yer alan Abdullah, Abdullah b. Mesud'dur. Bu hadisin açıklaması Fussilet Suresinin Tefsirinde geçmişti. (Pek geniş değil ancak istiyorsanız). buraya tıklayın İbn Battal şöyle der: İmam Buharl'nin böyle bir başlık açmasından maksadı, Yüce Allah'ın işittiğini ortaya koymaktır. O bu konudaki açıklamasını uzatmıştır. Tevhid Bölümünün baş taraflarında "Allah işitici ve görücüdür" şeklinde bir başlık geçmişti. Onun bu bölümden maksadı, Allah'ın dilediği zaman konuştuğu şeklindeki kanaatini ispat etmektir. İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis sahih olan kıyası ispat ederken fasid olanı çürütmektedir. Çünkü "Allah açıktan söylersek işitir, gizli söylersek işitmez" diyen, fasid bir kıyas yapmıştır. Çünkü o Allah'ın işitmesini açıktan söyleneni işiten, gizli söyleneni işitmeyen insanların işitmesine benzetmiştir. "Eğer açıktan söylediğimizi işitiyorsa, o takdirde gizlediğimizi de işitir" diyen, kıyasında isabetli davranmıştır. Çünkü o Allah'ı yaratıklarına benzetmemiş, onlara benzemekten tenzih etmiştir. Bunların tümü, fıkıh ve anlayış yetenekleri az olarak nitelenmiştir. Zira isabetli söyleyen bile söylediğinin gerçekliğine inanmamaktadır. Çünkü o "Eğer işitiyorsa" şeklinde şüpheli bir ifade kullanmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Sizler kitap ehli olanlara onların kitaplarından nasıl saru sorarsınız! Halbuki sizin yanınızda kendisine bir şey karışmamış olarak okumakta olduğunuz semavi kitapların Allah'a zaman itibariyle en yakın bulunan Allah'ın kitabı vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Abbas r.a. şöyle demiştir: Ey müslümanlar topluluğu! Herhangi bir şeyi Kitap ehli olanlara nasıl sorarsınız? Halbuki Allah'ın, Nebiiniz üzerine indirmiş olduğu kitabı, Allah'tan haberlerin halisi olarak en yenisi ve başka şey ile karışmamış alanıdır. Oysa Allah, sizlere Kur'an'ında ve Resulünün diliyle kitap ehli olanların Allah'ın kitaplarını tebdil etmiş ve değiştirmiş olduklarını, onların bu kitapları kendi elleriyle yazıp, onlar sebebiyle az bir bahayı satın almaları için "Bu Allah'ın katındandır" dediklerini bildirmiştir. Size gelmiş olan ilim, sizleri onlara sormaktan yasaklamıyar mu? Hayır valiahi bizler onlardan hiçbir kimsenin Allah'ın sizlere indirmiş olduğu kitaptan bir şey soranını görmemişizdir." Fethu'l-Bari Açıklaması: Yüce Allah'ın 'O her an bir iştedir' sözü." Bu ayetin tefsiri hakkındaki görüşler Rahman Suresinin Tefsirinde geçmişti. "Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse onlar bunu hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir." "Olur ki Allah bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir." "Şüphesiz Allah dileyeceği herhangi bir işi meydana çıkarır ve onun meydana çıkardığı işlerden birisi namazda konuşmamanızdır. " İbn Ebi Hatim'in Hişam b. Ubeydullah er-Razl'den nakline göreCehmiyye mezhebine mensup bir kişi, Kur'an'ın mahluk olduğu şeklindeki iddiasına bu ayeti delilolarak getirdi. Bunun üzerine Hişam ona "Kur'an bizim açımızdan ve kullar açısından muhdestir (sonradan tebliğ edilmedir)" dedi. Ahmed b. İbrahim ed-Oeruki' den de buna benzer bir görüş nakledilmiştir. Nuaym b. Hammad'ın nakline göre Hişam "Kur'an Allah katında değil, insanların nezdinde muhdestir" demiştir ve şöyle devam etmiştir: Bundan maksat Kur'an Nebi s.a.v.'in nezdinde muhdestir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu ömrünün ilk yıllarında bilmezken, sonradan öğrenmiştir. Ama Yüce Allah ezelde alimdi ve hala alimdir. O bir başka yerde şöyle söyler: Allah'ın kelamı muhdes değildir. Çünkü o ezelden beri konuşandır (mütekellim). Yoksa bir zamanlar konuşmayıp, sonra kendisine kelam ihdas etmiş değildir. Bunu iddia eden kimse, Allah'ı yaratıklarına benzetmiş olur. Çünkü insanlar bir zamanlar konuşmuyorlardı. Sonra kendilerine kelam icad ettiler ve bununla konuşmaya başladılar. Herevl'nin el-Faruk isimli eserde isnadıyla ifadesine göre Harb el-Kirmani şöyle demiştir: İshak b. İbrahim el-Hanzali'ye yani İbn Rahuye'ye Yüce Allah'ın "Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse onlar bunu hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir" ayetini sordum. Bana dedi ki: O Rabbu'l-İzze açısından kadimdir. Yeryüzüne inme açısından muhdestir. Buharl'nin selefinin bu konudaki görüşü böyledir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas Yüce Allah'ın "(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kzmzldatma. "(Kıyame 16) ayeti hakkında şunları söylemiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem indirilen ayetlerin zaptı yüzünden güçlük çeker, bundan dolayı çoğu kereler dudaklarını kımıldatırdı. Ravi Said b. CUbeyr "İşte ben onları İbn Abbas'ın kımıldattığı gibi kımıldatıyorum" dedi ve dudaklarını hareket ettirdi. Bunun üzerine Yüce Allah "(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kzmzldatma. Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir"(Kıyame 16,17) ayet-i kerimesini indirdi. İbn Abbas ayette geçen "cem'ahu" kelimesini, "Onu göğsünde toplamak bize aittir. Sonra sen onu okursun. Biz onu (Cebrail'in diliyle) okuduğumuz zaman sen onun okuyuşuna tabi ol" demektir dedi. Yineİbn Abbas "Sen onu dinle ve sus. Sonra sana okutmak da bize aittir" buyurdu dedi. Artık bundan sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cebrail kendisine geldiği zaman susup onu dinler, Cebrail gidince getirmiş olduğu ayetleri nasılokumuşsa, öylece okurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Hadisin manası şudur: Ben kulum beni zikrettiği an onunla birlikte olurum. Bir başka ifadeyle; ben muhafazam ve korumamla onunla birlikte olurum yoksa bu, Allah kulu nerdeyse zatıyla birlikte orada bulunur demek değildir. "Dudaklarını benim ismimle hareket ettirdiği zaman." Bunun anlamı dudakları benim ismimle hareket ettiği zaman demektir. Yoksa dudakları ve dili Allah'ın zatıyla birlikte hareket eder demek değildir. Çünkü bu imkansızdır. Kirmanı şöyle demiştir: Buradaki "birliktelik" rahmet birlikteliğidir. Yüce Allah'ın "Ve hüve meakum eyne ma küntüm = nerede olsanız o sizinle beraberdir" ayetindeki "birliktelik" bilgi birlikteliğidir. Yani bu ayetteki birliktelikten daha dar çerçevelidir. Buhari Yüce Allah'ın "(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma" ayet-i kerimesini açıklarken İbn Abbas hadisine yer verdi. İbn Abbas, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem indirilen ayetlerin zabtı yüzünden güçlük çekerdi demiştir. Bu, "Kur'an" kelimesinin "kıraat" manasına kullanıldığının en açık delillerinden birisidir. Zira her iki ayetteki "Kur'an" kelimesi Kur'an'ın bizzat kendisi anlamında değil, "kıraat" anlamındadır. Bu hadisin açıklaması Bed'ü'lvahy Bölümünde geçmişti. İbn Battal şöyle der: İmam Buharl'nin hadise burada yer vermekten maksadı, Kur'an okurken dudakları ve dili oynatmanın kulun ameli olduğunu ve bunun karşılığında sevap alacağını vurgulamaktır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas "Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut"(İsra 1 10) ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu ayet Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke' de gizlenmekte iken indirildi. O, sahabilerine namaz kıldırdığında Kur'an okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler ise Kur'an'ı duyunca Kur'an'a, hem onu indirene, hem de Kur'an'ın kendisine geldiği kimseye sövüyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Nebiine "namazında" kıraatini yaparken "yüksek sesle okuma" sonra müşrikler duyar ve Kur'an'a söverler. "Onda" ashabına "sesini fazla da kısma" sonra kendilerine işittiremezsin. "İkisinin arası bir yol tut" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha "Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma" ayeti dua hakkında indi demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Kur'an', teğanni etmeyen (Kur'an okurken sesini güzelleştirmeyen) bizden değildir" buyurmuştur. Ebu Hureyre'den başkası, "Kur'an'ı açıktan okumayan" şeklinde farklı bir rivayette bulunmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; Bilin ki 0, kalplerin içindekini bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? ° en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır' sözü." İmam Buhari bu ayetle ayette geçen "kavl = söz" kelimesinin genel olup, hem Kur'an ve hem de başka sözleri kapsadığına işaret etmiştir. Eğer "söz"den maksat Kur'ansa, Kur'an Allah'ın kelamıdır ve onun zat! sıfatlarındandır. Dolayısıyla bu konuda kesin delil bulunduğu için mahluk değildir. Burada geçen "söz"den maksat, Kur'an'dan başkası olduğu takdirde "O, kalplerin içindekini bilmektedir" ayetinden sonra gelen "Hiç yaratan bilmez mi?"(Mülk 13,14) ayeti gereği mahluktur. İbnü'I-Müneyyir şöyle demiştir: Buhari bununla lafız meselesi ile sıkıntı çekmesine neden olan nükteye işaret etmiştir. Attığı başlıkla insanların okumalarının gizli ve açık sıfatıyla nitelendiğine ve bunun mahluk olması gerektiğine işaret etmiştir ve açıklamasını bu doğrultuda yapmıştır. Buhari Halk-u Ef'ali'I-İbad isimli eserinde buna delalet eden birçok hadise yer verdikten sonra Nebi s.a.v.'in insanların seslerinin, kıraatlerinin, tahsil yapmalarının, talimlerinin, dillerinin birbirinden farklı olduğunu, bazılarının daha güzel, daha süslü, daha tatlı, daha yüksek, daha tertiBi, daha lahinli, daha alçak, daha kısık, daha huşulu, daha açık, daha gizli, daha kısa, daha uzun, daha yumuşak olduğunu beyan etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Hasedleşmek ancak şu iki kimse hakkında olur: a- Bir kimse ki Allah ona Kur'an (ilmi) vermiştir, o da gecenin saatlerinde, gÜndÜzÜn (muayyen) zamanlarında Kur'an okur. Onu kıskanan kimse de 'Keşke şu adama verilen Kur'an nimeti gibi bana da verilmiş olsaydı ve onun yapmakta olduğu gibi ben amel etseydim' der. b- Bir kimse ki Allah ona da mal vermiştir, o da malını hak yolda harcamaktadır. Onu kıskanan kimse de 'Keşke şuna verilen mal gibi bana da verilse idi de ben de o malda onun yapmakta olduğu gibi hak yolda harcama yapsaydım!' der
- Bāb: ...
- باب ...
Salim'in babasından nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hased ancak iki kimse hakkında caiz olur: Biri Allah kendisine Kur'an (ilmi) verdiği kimsedir ki gece saatlerinde ve gündüz zamanlarında Kur'an okur. Diğeri de o kimsedir ki Allah kendisine mal vermiştir. O da gece saatlerinde ve gündüz saatlerinde o malı (hak yolunda) harcar
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire bin Şu'be r.a. bize Nebiimiz Rabbimizin elçiliğinden olarak "Bizden cihadda öldürülen cennete gider" buyurdu demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Her kim sana "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vahiyden herhangi bir şeyi gizledi" diye söylerse ona inanma. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun"(Maide)
- Bāb: ...
- باب ...
… Abdullah ibn Mes’ud (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir adam: Yâ Rasülallah! Yüce Allah katında günâhın hangisi en büyüktür? diye sordu. Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah seni yarattığı hâlde Allah'a bir ortak uydurup dua etmendir" buyurdu. O zât: hangi (günâh en büyüktür)? diye sordu. Rasûlüllah: "Seninle beraber yemek yemesinden korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu. O kimse: Bundan sonra hangisi? dedi. Rasûlüllah: "Komşunun halîlesi olan zevcesiyle zina edişmendir" buyurdu. dedi ki: Yüce Allah bunların tasdîki olan şu âyetleri indirdi : “Onlar ki Allah’ın yanına başka bir ilâh daha katıp tapmazlar. Allah 'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa, cezaya çarpar. Kıyâmet günü de azâbı katmerleşir ve o azabın içinde hor ve hakir ebedî bırakılır" (el-Furkaan:)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden önce geçen ümmetlere nispetle sizin (dünyadaki) kalma müddetiniz, (bütün güne nispetle) ikindi namazından güneşin batmasına kadar olan müddet gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi. Onlar Tevrat'la gündüzün yarısına kadar çalıştılar. Sonra çalışmaktan aciz kaldılar, fakat kendilerine yine birer kırat birer kırat (olarak gündelik) ücret verildi. Sonra İncil ehline de İncil verildi. Onlar da ikindi namazı kılınıncaya kadar İncil ile amel edip çalıştılar. Sonra onlar da çalışmaktan aciz oldular. Onlara da birer kırat birer kırat (olan gündelik ücret) verildi. Sonra size Kur'an verildi. Sizler de onunla güneş batıncaya kadar çalıştınız. Sizlere de ikişer kırat ikişer kırat (olarak gündelik ücret) verildi. Bunun üzerine Tevrat ehliyle, İncil ehli olanlar 'Bunların amelleri bizden daha az, ücretleri daha çoktur' dediler. Yüce Allah 'Ben sizin hakkınızdan bir şeyi eksik verip, size zulmettim mi?' diye sordu. Onlar 'Hayır (bir haksızlık etmedin)' dediler. Allah 'İşte bu benim fazlımdır ki ben onu dileyeceğim kimselere veririm!' buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip, onu okuyun' emri." İmam Buharl'nin bu başlığı atmaktan maksadı "Tilavet" kelimesi. ile kastedilen mananın "kıraat" olduğunu vurgulamaktır. "Tilavet" "amel" kelimesiyle açıklanmıştır. "Amel", amel eden kimsenin fiilindendir. Buhari Halk-u Ef'ali'l-İbad isimli eserinde şöyle der: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların bir kısmının kıraat açısından diğerinden fazla olduğunu, bazılarının ise eksik bulunduğunu ifade etmektedir. Şu halde onlar çok veya az okuma açısından birbirlerinden üstün olmuşlardır. Okunan şeye -ki bu Kur'an'dır- gelince, onda fazlalık veya noksanlık yoktur. "Filancanın kıraati güzeldir, filan canın ki kötüdür" denilir de "Filancanın Kur'an'ı güzeldir, filancanın Kur'an'ı kötüdür" denmez. Kıraatin Kur'an'a değil de kullara isnad edilmesi şundandır: Kur'an, Yüce Allah'ın kelamıdır, kıraat ise kulun fiilidir. Bu gerçek, ancak Allah'ın başarı nasip etmediği kimselerce anlaşılamaz. İmam Buhari daha sonra şöyle der: Kişi "Asım'ın kıraatine göre okudum" veya "Senin kıraatin Asım'ın kıraati üzeredir" der. Asım, bugün okumadığına yemin etse ve sonra sen onun kıraati üzere okusan Asım yalandan yere yemin etmiş olmaz. Buhari şöyle devam eder: Ahmed b. Hanbel "Hamza'nın kıraatini beğenmiyorum" demiştir. Buhari şöyle der: "Kur'an'ı beğenmiyorum" denmez. Bu açıklama ile kıraatle, Kur'an arasındaki fark ortaya çıkmış oldu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mes'ud'un nakline göre adamın biri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Amellerin en faziletlisi nangisidir?" diye sordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Vakti içinde kılınan namazdır ve ana, babaya itaattir, sonra Allah yolunda cihad etmektir" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Amr b. Tağlib şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir mal geldi de ondan birtakım kimselere verdi, diğer bazılarına vermedi. Sonra haber aldı ki vermediği kimseler kendisine birtakım serzenişlerde bulunmuşlar. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir konuşma yapıp, şöyle buyurdu: "Ben bazı kimselere veriyor, bazılarına vermiyorum. Vermeyip, terk etmekte olduğum kimse bana vermekte olduğum kimseden daha sevimlidir. Ben birtakım kimselere kalplerinde sabırsızlık ile hırs ve tama olduğu için mal veririm. Bazı kimseleri de Allah'ın kalplerinde yarattığı gönül zenginliği ve hayra havale ederim (de mal vermem). Amr b. Tağlib de bunlardan biridir. " Ravi Amr b. Tağlib: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözünü kırmızı develerim olmasına değişmem" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: İmam Buharl'nin bu başlığı atmaktan maksadı, insanın canı sıkılması, sabretme, verme, vermeme gibi ahlakını Yüce Allah'ın yarattığını vurgulamaktır. Allah, bu kuraldan namaz kılanları istisna etmiştir ki onlar namazlarına devam etmekte, namaz tekerrür ettikçe canları sıkılmamakta, mallarında Allah'ın hakkını men etmemektedirler. Çünkü onlar, bu hareketlerinin sevabım Allah'tan beklemekte ve bununla ahirette karlı bir ticaret yapmaktadırlar. Öte yandan bu açıklamadan malı elinde tutma, cimrilik etme, canı sıkılma, fakirlik ve Allah'ın kaderine sabır azlığı gibi şeylerde kendi nefsinin kudreti ve gücü olduğunu iddia eden kimsenin alim olmadığı gibi, abid de olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü nefsine fayda vermeye veya ondan bir zararı gidermeye gücü olduğunu iddia eden kimse, Allah'a iftira etmiş olur
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Rabbinden rivayet ederek şöyle dedi: "Kul bana bir karış yaklaştığı zaman ben de ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaştığı zaman ben ona bir kulaç yaklaşmm. O bana yürüyerek geldiği zaman ben ona koşarak varırım
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den söz ederek 'Şöyle buyurdu' dedi: "(Yüce Allah şöyle buyurdu): Kul bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kul bana bir arşın yaklaştığında, ben ona bir kulaç yaklaşırım
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den nakline göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "(Masiyetlerden) herbir amel için bir kefaret vardır. Oruç doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibadettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Yemin ederim ki oruçlu kimsenin ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den nakline göre Yüce Allah: "Hiçbir kul için 'Ben muhakkak Yunus b. Metta'dan daha hayırlıyım' demesi uygun olmaz" buyurmuş ve Yunus'u babası Metta'ya nispet etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Muğaffel el-Müzenı "Fetih günü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemi dişi devesi üzerinde el-Fetih suresini yahut el-Fetih suresinden bir kısmını okurken gördüm" demiştir .. Ravi Abdullah b. Muğaffel, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu okuyuşunda terd' yapıyordu. Yani sesini işittirecek şekilde yükseltiyor, dalgalandırıyordu demiştir. Şu'be dedi ki sonra Muaviye b. Kurre, İbn Muğaffel'in okuyuşunu uygulayarak okudu ve "Eğer insanların başınıza toplanmaları düşüncesi olmasaydı, Abdullah b. Muğaffel'in Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in okuyuşunu okuyarak gösterirken sesini yükselttiği gibi ben de muhakkak terd' yaparak sesimi yükseltirdim" dedi. Şu'be "Muaviye b. Kurre'ye 'Onun terd' yapması nasılolurdu?' diye sordum. O da, üç kere la, a, adedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Onun terd' yapması nasılolurdu?" diye sordum. O da, üç kere "a, a, a" dedi. İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis güzel sesle tercl' yaparak ve kalplere lezzet veren nağmelerle okumanın caiz olduğunu göstermektedir. Muaviye'nin "İnsanların başınıza toplanmaları düşüncesi olmasaydı" şeklindeki ifadesi, terd' ile kıraatin insanların gönüllerini toplayıp, ona kulak vermeye ve böylece meylettirmeye sebep olduğuna işaret edilmektedir. Hatta öyle ki insan aşk hikmetinin lezzetiyle karışık olan terci'i dinlemeye sabır edemez. "aI" ifadesi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kıraatinde med ve vakıfları gözettiğini göstermektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Süfyan b. Harb'ın nakline göre Bizans Kayser'i Herakleios kendi tercümanını çağırmış, sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mektubunu istemiş ve onu okutmuştur. Mektupta şu ifadeleryer almaktaydı: "Bismillahirrahmanirrahim. AIlah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den Herakleus'a! Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun ki biz Müslümanlarızi deyiniz. "(AI-i İmran)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ehl-i kitab, Tevrat'ı İbranice (metni) ile okurlar ve onu Müslümanlara Arap diliyle tefsir ederlerdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hususta Müslümanlara "Sizler ehl-i kitabı tasdik de etmeyin, tekzip de etmeyin. Ancak şunu söyleyin: 'Biz Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Esbat'a indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer Nebilere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk. "'(Bakara)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Nebie Yahudilerden birbiriyle zina etmiş bir erkekle bir kadın getirildi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yahudilere "Sizler zina edenlere ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar "Bizler onların yüzlerine kömür sürüp karartıyor ve onları (bir merkeb üzerine ters bindirip sokaklarda dolaştırmak suretiyle) aşağılıyoruz" dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip, onu okuyun"(Al-i İmran 93) ayetini okudu. Yahudiler Tevrat'ı getirdiler ve kendisinden razı bulundukları bir adama "Ya A'ver! oku!" dediler. O da Tevrat'tan recm ayetine kadar okudu ve oranın üstüne elini koydu. (Abdullah b. Selam ona) "Elini onun üstünden kaldır!" dedi. O da elini kaldırdı. Bir de baktık ki orada recm ayeti parlayıp durmaktadır. Bunun üzerine Abdullah b. Selam "Ya Muhammed! Şüphesiz bunlar üzerine taşlanmak cezası vardır. Fakat bizler recm ayetini aramızda gizliyorduk" dedi. Akabinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zina edenlerin taşa tutularak recm edilmelerini emretti. İbn Ömer "Ben onların recm edilmelerini gördüm. Erkek, kadını taşlardan korumak için üzerine eğiliyordu" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Arapça ve başka dillere ... " Yani Arapça ve başka dillere tefsir edilmesi. Kısacası Arapça olan bir metni İbranice veya İbranice olan bir metni Arapça ifade etmek caizdir. Sözkonusu caizlik, o dili anlamama ile kayıtlı mıdır yoksa değil midir sorusuna çoğunluk, caizliğin bununla kayıtlı olduğunu söylemiştir. Çünkü Yüce Allah "Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun" buyurmuştur. Bu ayetin Tevrat'ın İbranice olduğuna delaleti şu açıdandır. Yüce Allah, Araplara İbranice bilmedikleri halde Tevrat'ın okunmasını emretmektedir. Bu, İbranice olan Tevrat'ın Arapça ifade edilmesine izin verildiği anlamını taşır. İmam Buhari daha sonra bu konuda üç hadise yer verir. Birinci hadis İbn Abbas'ın "Bana Süfyan b. Harb'ın nakline göre Bizans Kayser'i Herakleios kendi tercümanını çağırmış, şeklindeki ifadesidir." Küşm!henl'nin rivayetinde "tercümanehu" kelimesi "bi tercümanih!" şeklinde yer almaktadır. Buradaki hadis, Bed'ü'l-Vahy ve başka daha birçok yerde geçen uzunca hadisin bir kısmıdır. Bu hadisin açıklaması kitabın baş tarafında, Al-i İmran suresinin tefsirinde geçmişti. Hadisin başlığa delaleti şu açıdandır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Herakleios' e Arapça mektup yazmıştı. Herakleios'un dili Rumca idi. Hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mektupta yazılanları tebliğ etme durumunda mektubu gönderdiği kişinin anlaması için onun diline tercüme eden kimseye itimat ettiğine işaret vardır. İmam Buhari Halku Ef'ali'lİbad isimli eserinde Herakleios olayını, kıraatin okuyanın fiili olduğu yolundaki görüşüne delilolarak göstermiştir ve şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kayser' e yazdığı mektubunda; Bismillahirrahmanirrahim diye yazmış ve mektubu Kayser'in tercümanı Kayser'e ve arkadaşlarına okumuştur. Hiç kuşku yok ki kafirlerin kıraati onların kendi amelleridir. Okunana gelince o Allah Teala'nın kelamıdır ve mahluk değildir. İbn BattaI şöyIe demiştir: Kur'an'ı -meseIş.- Farsça okumak caizdir diyenIer bu hadisi görüşIerine delil oIarak göstermişIerdir. Bu görüşü, Yüce Allah'ın -Nuh aleyhisseli\m ve başkaIarı gibi- ana dili Arapça oImayan Nebilerin ifadeIerini apaçık Arapça oIan Kur'an'ın diliyIe nakIetmesi teyit etmektedir. OnIarın bir diğer deIilleri de Yüce Allah'ın "li unzirakum bihı ve men beIağ=Bu Kur'an, bana kendisiyIe sizi ve uIaştığı herkesi uyarmam için vahyoIundu"(En'am 19) ayetidir. İnzar, ancak onIarın anIadıkIarı kendi ana dilleriyIe yapıIabilir. Netice oIarak her dili konuşanın kıraati, kendi lisanıyIa oImalı ki o dil ile inzar gerçekleşmiş oIsun. İbn BattaI şöyIe der: Bunun caiz oImadığını düşünen bilginIer ise şöyle cevap vermişIerdir: Nebiler ancak Yüce Allah'ın Kur'an'da onIardan naklettiği şeyIeri konuşmuşIardır. Bunu kabuI ediyoruz. Fakat Yüce Allah'ın onların sözlerini Arap lisanıyIa aktarmış, sonra bizden de indirdiğini okuyup, onunIa ibadet etmemizi istemiş oIması mümkündür. İbn BattaI bundan sonra -meseIş'- Fars diliyIe kıraatte buIunan kimsenin kıIdığı namazın caiz oIup oImadığı noktasındaki ihtilafları nakIeder. Yabancı dille ibadete, Arapçasına gücü yettiği halde değil, aciz iken cevaz verenIer oIduğu gibi, geneI oIarak cevaz verenler de vardır. İbn BattaI bu konuyu uzun ;ızun ele alır. AnIaşıIan arada fazilet farkının oIduğudur. Kur'an okuyan kimse, Arap diliyIe okumaya kadir ise Arapçayı bırakıp, başka dilden Kur'an okuması caiz olmadığı gibi, namazı da caiz değildir. Arap dilini telaffuz edemiyor ise namaz dışında oIduğu takdirde kendi lisanıyla Kur'an'ı okuması yasak değildir, çünkü kişi mazurdur ve böyIece yapması ve yapmaması gereken şeyIeri bellemeye ihtiyacı vardır. Namaz içinde ise Yüce Allah ona kıraate bedeI başka bir yoI göstermiştir. Bu da zikirdir. Arap oImayan kimsenin zikrin her kelimesini teIaffuz etmekten aciz oIması sözkonusu değildir. Kişi o kelimeyi söyIer, tekrar eder ve namazda okuması gereken kimse açısından öğreninceye kadar bu caizdir. Buna göre bir kimse İslama girse veya girmek istese kendisine Kur'an okunsa ancak o bunu anIamasa Kur'an'ın ahkamını öğrenmesi veya kendisine deIil sunulup, böyIece İslama girmesi için Kur'an'ın kendi dilinde ifade edilmesinde bir sakınca yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah Teala hiçbir şeyi bir Nebiin Kur'an'ı açıktan, güzel sesiyle okumasını dinlediği kadar dinlememiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Yunus b. Şihab şöyle demiştir: Bana Urve b. ZUbeyr. Said b. el-Müseyyeb. Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdullah iftiracıların Aişe r.anha'ya söylediklerini söyledikleri zamanki hadisini haber verdiler. Bunlardan her biri. hadisten bir parçayı bana nakletti. Bu hadisin sonunda Aişe r.anha şöyle demiştir: "Ben Yakub'un sözünü söyledikten sonra yatağımın üzerine yan yattıffi. O zaman kendimin berı (suçsuz) olduğunu ve Allah'ın da benim suçsuz olduğumu ortaya çıkaracağını bilmekteydim. Fakat ben Allah'a yemin ederim ki Allah'ın benim durumum hakkında tilavet edilecek bir vahiy indiriceğini zannetmiyordum ve elbette benim şanım, benim nefsim de bana ait bir meselede Allah'ın Kur'an'la tilavet olunacak bir kelam söylemesinden çok hakir idi ve Yüce Allah "Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur" şeklinde başlayan ayetten 21. ayete kadar indirdi.(Nur)
- Bāb: ...
- باب ...
Bera şöyle demiştir: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den yatsı namazı(nın bir rekatı) nda "ve't-tini ve'z-zeytuni" suresini okurken işittim. ondan güzel sesli yahut ondan güzel kıraatli hiçbir kimseyi dinlemiş değilim
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas radiyallahu anh şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'de iken gizlenmişti. Namaz kıldınrken sesini yükseltirdi. Müşrikler Kur'an'ı işittikleri zaman hem Kur'an'a. hem onu getirene söverlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah Nebiine : "Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut"(İsra 110) buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Ebi Sa'sa'a el-Ensari el-Mazini, oğlu Abdullah'a şöyle haber vermiştir: Ebu Said el-Hudrı kendisine "Seni görüyorum ki koyun beslemeyi ve çölde oturmayı seviyorsun. Davarların başında yahut çölünde iken namaz için ezan okuyacak olduğun zaman yüksek sesle nida et. Çünkü müezzin sesinin yetiştiği yere kadar insan, cin, hatta hiçbir şey yoktur ki ezanı duymuş olsun da kıyamet gününde müezzin için güzel şehadette bulunmasın" demiştir. Ebu Said, ben bu hadisi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemtan işittim demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha "Ben adet halinde iken başı kucağımda olduğu halde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kur'an okurdu" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in 'Güzelokumakta maharetli olan e'kiramu'l-berere ile beraberdij' sözü." Hadiste geçen "el-mahir" maharetli, işinin ehli demektir. Burada maksat güzel ezberle birlikte güzel tilavettir. "Mea sefereti'l-kirami'l-berere." Ebu Zerr'in rivayeti böyledir. Ancak elKüşmıhenı hadisi "mea's-sefera" şeklinde nakletmiştir. Çoğunluk muhaddislerin rivayetinde de nakil böyledir. Birincisi mevsufun sıfatına izafeti kabilindendir. "Sefera" den maksat katiplerdir. Kelimenin tekili katip örneğinde olduğu gibi "safir"dir. Kelime gerek vezin, gerek mana itibariyle katip iiI' aynı manayadır. Burada "el-Kiramu'l-berere"den maksat, Kur'an'ı levh-i mahfuzdan nakledenlerdir. Onlar "el-kiram" yani Allah katında değerli, şerefli olarak nitelenmişlerdir. "el-Berera" günahlardan arınmış, itaatkarlar demektir. "Kur'an'! seslerinizle zfnetlendiriniz." Buharl'nin maksadı, "tilavet"in "kulun fiili" olduğunu ispat etmektir. Çünkü kul, tilavetle süsleme, güzelleştirme ve coşturma katmaktadır. Bazen bunların zıtlı da vaki olmaktadır. Bütün bunlar, Buhari'nin maksadını göstermektedir. İbnü'l-Müneyyir buna işaret ederek şöyle demiştir: Hadisi şerh eden, İmam Buharl'nin maksadının Kur'an'ı güzel sesle okumanın caiz olduğunu vurgulamak olduğunu zannetmiştir. Oysa gerçek böyle değildir. Onun asıl maksadı, tilavetin güzelleştirme, terd', sesi alçaltma, yükseltme ve -Aişe r.anha'nın "Ben adet halinde iken başı kucağımda olduğu halde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kur'an okurdu" ifadesinde olduğu gibi- beşeri durumlarla birlikte bulunmak gibi daha önce geçen vasıflarına işaret etmektir. Bütün bunlar, tilavetin okuyan kimsenin fiili olduğunu ve onun, fiillerin nitelendiği şeylerle nitelEmdiğini zaman ve mekan zarflarıyla ilişkisi olduğunu ortaya koymaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatında bir kere Hişam b. Hakım'i namazda el-Furkan suresini okurken işittim. Onun kıraatini dinledim. Hişam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bana okutup öğretmediği birçok Arap şivesiyle okuyordu. Az kaldı namazı bozacaktım, fakat selam verinceye kadar zor sabrettim ve selam verir vermez hemen ridasını göğsünün üzerinde toparlayıp "Bu sureyi okuduğunu işittiğim şekilde sana kim okuttu?" diye sordum. O da "Bunu bana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem okuttu!" diye cevap verdi. Ben derhal "Yalan söylüyorsun! Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sureyi bana senin okuduğu n lugattan başka bir lehçeyle okutup öğretti" dedim ve onu sürükleyerek Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna götürdüm ve "Ya Resulailah! Ben bu adamın Furkan suresini senin bana öğrettiğin lugattan başka lugatlarla okuduğunu işittim!" diye şikayet ettim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya Ömer! Hele onun yakasını bırak!" buyurdu ve Hişam'a "Ya Hişam! Oku bakayım!" diye emretti. O da Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı benim kendisinden işittiğim okuyuşla okudu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine "Bu sure böyle indirildif" dedi. Sonra bana "Ya Ömer! Sen de oku bakayım!" buyurdu. Ben de kendisinin bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana da "Bu sure böyle indirildi!" diye okuyuşumu doğru bUldu ve "Şüphesiz bu Kur'an yedi lugat üzerine indirilmiştir. Bunlardan kolayınıza gelen lugatı okuyunuz!" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun' emri." Burada "kıraat"tan maksat "namaz kılmak" tır. Çünkü kıraat, namazın rükünlerinden biridir. İmam Buhari bu konuda Hz. Ömer'in, Hişam b. Hakım ile, el-Furkan suresinin kıraati konusunda düştükleri ihtilafa yer vermiştir. Bu hadisin geniş açıklaması sayfa 1766 hadis no: 4992 de geçmişti. Bu başlığın ve hadisinin bundan önceki bablarla olan ilişkisi, keyfiyetteki farklılık ve kıraatin onu okuyana nispet edilmesinin caizliği açısındandır
- Bāb: ...
- باب ...
İmran b. Husayn şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! (Cennetlik ve cehennemlik ezelde belli olduğuna göre) çalışanlar neye çalışıyorlar?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Herkes ne için yaratıldıysa ona kolaylaştırılıp, hazırlanmıştır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir cenazede bulundu. Orada eline bir değnek aldı, onunla yere vurup çizmeye başladı ve "Aranızdan cennetteki veya cehennemdeki yeri takdir edilip yazılmamış hiç kimse yoktur!" dedi. Sahabiler "Öyle ise (ameli terk edip) bu takdir ve yazıya dayanamaz mıyız?" dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem" Sizler çalışınız! Çünkü herkes yaratılmış olduğu şeye kolaylaştırılıp, hazırlanmıştır!" buyurdu ve şu ayetleri okudu: "Artık kim verir ve sakınırsa en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa biz de onu en zora hazırlarız."(Leyl 5- 10) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen "ez-zikr" kelimesinden maksat, ezkar ve öğüt almadır denilmiştir. Bazıları bunun "hıfz" manasına olduğunu söylemişlerdir ki Mücahid'in açıklamasının gereği de budur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ''Allah mahlukları hükmedip tamamladığı zaman yanında bulunan bir kitap yazdı ve orada 'Rahmetim gazabıma galebe etti' -veya- rahmetim gazabımın önüne geçti- hükmünü yazdı. O kitap arşın üstünde, Allah'ın yanındadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre' nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Yüce Allah mahlukları yarc.t"YJadan önce bir kitap yazmış (ve onda) 'Benim rahmetim gazabımın önüne geçmiştir!' diye yazmıştır. O kitap, arşın üstünde Yüce Allah'ın yanında yazılmış bir kitaptır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın 'Hakikatte o levh-i mahfuzda bulunan şerefli Kur'an'dır' sözü." İmam Buhari Halk-u Ef'ali'l-İbad'da bu ve bundan sonraki ayete yer verdikten sonra şöyle der: Yüce Allah Kur'an'ın muhafaza edildiğini ve satır satır yazıldığını belirtmektedir. Kalplerde bellenmiş, insanların dillerinde okunan ve Mushaflara yazılmış olan Kur'an, Allah'ın kelamı olarak mahluk değildir. Fakat mürekkep, kağıt, mushafın cildi gibi şeyler mahluktur. "Halbuki Yüce Allah'ın kitaplarından bir kitabın lafzım izale edebilecek hiçbir kimse yoktur. Fakat onlar "kitabı tahrif ederler" yani onu tevilinden başka bir tevil ile tevil ederler." Son dönem şerh bilginlerinden biri şöyle demiştir: Bu meselede bilginler birkaç görüş halinde ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan birincisine göre daha önceki kitapların tamamı değiştirilmiştir. Bu kitaplara değer vermemenin caizliği yolunda nakledilen görüşün gereği budur. Ancak bu görüş bir ifraddır. Bu konuda mutlak olarak söylenen sözü, çoğunluğun görüşüdür diye anlamak gerekir. Aksi takdirde bu bir kendi görüşünde diretmekten ibarettir. Oysa bu kitaplardan değişikliğe uğramamış birçok şeyin kaldığı noktasında ayet ve haberler çoktur. Bunlardan birisi şu ayettir: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Nebie uyanlar (var ya) işte o Nebi onlara iyiliği emreder ... "(Araf 157) İki yahudinin recm edilmesi olayı da bunlardan biridir. O Tevrat'ta recm ayetinin var olduğundan söz edilmişti. Bu görüşü "De ki eğer doğru sözlü iseniz, o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun"(AI-i İmran 93) ayet i teyid etmektedir. Bir diğer görüşe göre bu kitaplarda değiştirme yapılmıştır, fakat bu, kitapların büyük kısmı için sözkonusudur. Bunun delilleri çoktur. Birinci görüşü de bu doğrultuda anlamak uygundur. Üçüncüsü bu kitapların çok az bir kısmında değişiklik yapılmıştır ve büyük bir kısmı olduğu gibi durmaktadır. Şeyh Takıyyuddin b. Teymiye, er-Reddü'ssahıh ala men beddele dine'l-Mesıh isimli eserinde bu görüşü savunmaktadır. "Bu Kur'an bana kendisiyle sizi" yani Mekkelileri "ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu." Demek ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kıyamete kadar gelecek herkes için bir uyarıcı olmuştur. İbn Ebi Hatim, bu haberi yukarıda zikredilen isnadla İbn Abbas'a ulaştırmaktadır. İbnü't-Tın şöyle der: "Ve men belağa" cümlesi, "belağahu" şeklindedir. Fiilin sonundan "hO" zamiri hazfedilmiştir. Bazıları ayete şu manayı vermişlerdir: Bu Kur'an bana kendisiyle sizi ve ergenlik çağına erişmiş herkesi uyarmam için vahyolundu. Bu iki manadan birincisi daha meşhurdur. İbn Ebi Hatim'in er-Redd ale'l-Cehmiyye isimli eserde nakline göre Abdullah b. Davud el-Hureybı şöyle demiştir: Kur'an-ı Kerim'de Cehm b. Safvan'ın taraftarlarına "Kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu" ayetinden daha şiddetli bir ayet yoktur. Ayetteki "ve men belağ" Kur'an'ın ulaştığı kimse demektir. Dolayısıyla o kişi Kur'an'ı sanki Yüce Allah'tan duymuş gibi olmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Zehdem şöyle demiştir: Cerm kabilesiyle Eş'arller arasında bir sevgi ve kardeşlik vardı. Cerm kabilesinden olan bizler Ebu Musa el-Eş'arl'nin yanında bulunuyorduk O sırada ona içinde tavuk eti olan bir yemek yaklaştmldı. Ebu Musa'nın yanında Teymullah oğuIIarından, Araplardan başka bir millete mensupmuş gibi olan bir zat vardı. Ebu Musa onu yeeğe çağırdı o da "Ben tavuğu bir kere tiksindiğim pis bir şeyi yerken gördüm, onun etini yememeye yemin ettim" dedi. Ebu Musa ona şöyle dedi: Gel de ben sana bu konuda bir hadis nakledeyim. Ben Eş'arllerden bir topluluk içinde Nebiin yanına gitmiş, kendisinden bizlere cihada gitmek üzere binek ve yük taşıma hayvanları vermesini istiyorduk. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "VAllahi ben sizleri develere yükleyemem. Benim yanımda sizleri yükleyeceğim develer yoktur" diye yemin etti. Bu arada Nebie bir miktar ganimet develeri getirildi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizleri sorup "O Eş'arfler topluluğu nerede?" dedi. Bizlere hörgüçleri beyaz birkaç tane deve verilmesini emretti. Bundan sonra gittik ve kendi aramızda "Biz ne yaptık? Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizleri develere yüklemeyeceğine ve yanında bizi yükleyecek develer olmadığına yemin etti. Sonra bizleri develere yükledi. Bizler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yeminini unutturduk. VaIIahi biz asla felah bulmayız!" dedik. Akabinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına döndük ve ona bu yeminini hatırlattık. Bunun üzerine o "Sizleri develere yükleyen ben değilim. Lakin sizleri Allah yüklemiştir. Bir de ben vAllahi bir şeye yemin eder de sonra yemin ettiğim şeyin zıttını daha hayırlı görürsem muhakkak o hayırlı olan işi yaparım ve yeminimden kefaretle çıkarım" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Cemre ed-Duba'i şöyle demiştir: Ben İbn Abbas'a (Abdulkays heyeti olayını) sordum, o da şöyle dedi: Abdulkays heyeti, ResuluIIah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna geldi ve "Ya ResulaIIah! Seninle bizim aramızda şu Mudar kabilelerinden olan müşrikler vardır. Bizler sana ancak haram aylarda ulaşabiliyoruz. O halde sen bizlere öyle kestirme birtakım işler emret de bizler onları işIeyip, yapmakIa cennete girelim ve arkamızda kalanIarımızı da bu işleri yapmaya davet edelim!" dediler. ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onIara şöyIe buyurdu: "Ben sizlere dört şeyi işlemeyi emrediyor ve dört şeyi de işlemeyi yasaklıyorum: Sizlere Allah'a iman etmeyi emrediyorum: Sizler Allah'a iman etmek nedir bilir misiniz? Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmek, namazı devamlı kılmak, zekatı vermek, ganimetten beşte birini vermektir. Ben sizlere dört şeyi yasaklıyorum: Dubba ve nakir denilen kaplarda, ziftlenmiş kaplarda ve hanteme denilen kapta (şıra) içmeyiniz
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nm nakline göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyIe buyurmuştur: "Şu suretlerin sahipleri kıyamet gününde azap olunacaklar ve kendilerine 'Haydi yaptığınız suretlere can veriniz!' denilecektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki şu suretlerin sahipleri kıyamet gününde azap olunacaklar ve kendilerine 'Haydin! Uydurup düzdüğünüz bu suretlere can veriniz!' denilecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre ResuIuIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyIe buyurmuştur: 'Aziz ve Celil olan Allah benim yarattığım gibi yaratmayı kastedip, savaşan kimseden daha zalim kim vardır? Haydi onlar bir zerre yaratsınlar veya bir tanecik yahut bir tek arpa tanesi yaratsınlar! buyurur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari'nin nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı okumakta olan mu'min kişinin benzeri portakal meyvesi gibidir ki onun tadı güzel, kokusu da güzeldir. Kur'an'ı okumayan mu'minin benzeri hurma gibidir ki onun tadı güzeldir fakat kokusu yoktur. Kur'an'ı okumakta olan facir kişinin benzeri ise reyhane (fesleğen) otunun benzeri gibidir ki onun kokusu güzel, tadı acıdır. Kur'an'ı okumayan facir kişinin benzerİ de tadı acı ve güzel kokusu olmayan Ebu Cehil karpuzunun benzeri gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
Urve bin Zübeyr'in nakline göre Hz. Aişe r.anha şöyle demiştir: Bir takım insanlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kahinlerin durumunu sordular. Bunun üzerine O "Kahinler (yani sözleri) hiç bir şey değildir!" buyurdu. Bu sefer onlar "Ya Resulallah! Kahinler bazen bir şey söylüyorlar da bu söyledikleri şey doğru çıkıyor" dediler. Ravi dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Doğru olan bu kelime, haktandır ki onu bir cin (meleklerden) kapar ve sonra dostu olan kahin’in kulağına, tavuğun tekrar tekrar seslenmesi gibi tekrar tekrar söyler, kahinler de o bir hak sözün içine yüzden fazla yalan katıp karıştırırlar
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrl r.a.'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğduğu taraftan bir takım insanlar çıkacak. Onlar Kur'an okuyacaklar. Fakat Kur'an onların hançereleri ile köprücük kemikleri ötesine geçmeyecek. Onlar okun av hayvanını delip çıktığı gibi dinden çıkacaklar; onlar, okun bir daha atıldığı kirişine dönmez olduğu gibi artık bir daha dine dönmeyeceklerdir. " "Onların alametleri nedir?" diye soruldu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Onların alametleri saçlarını traş etmektir" veya "Saçlarını dibinden kazımaktır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Rahman'a sevgili, dile hafif, mizanda ağır olan iki kelime vardır ki bunlar subhanallahi ve bi hamdihi, subhanallahi'l-azim'dir" demiştir