Sahih-i Buhari
...
(78) Kitāb: Edeb
(78) ...
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Amr eş-Şeybani diyor ki: "Bize bu evin sahibi haber verdi -deyip, eliyle Abdullah (İbn Mes'ud)'un evini işaret ederek dedi ki: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Aziz ve Celil olan Allah'ın en sevdiği amel hangisidir, diye sordum. O: Vaktinde kılınan namazdır, diye buyurdu. Sonra hangisidir, de.dim. O: Sonra anne-babaya iyi davranmaktır, buyurdu. Sonra hangisidir, dedim. O, Allah yolunda cihaddır, buyurdu. İbn Mes'ud dedi ki: Bana bunları Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem söyledi. Eğer daha fazlasını sorsaydım, elbette o da bana daha fazlasını söylerdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Edeb: Söz ve davranış itibariyle övülen şeyleri yapmak demektir. Bazıları edebi, ahlakın üstün değerlerini yerine getirmek, onlara bağlı kalmak diye açıklamıştır. Edeb güzel görülen şeylerle birlikte bulunmak yahut senden yukarıda olanı tazim etmek, senden aşağıda olanlara da yumuşak davranmak diye de tanımlanmıştır. Edeb lafzının, yemeğe davet demek olan "el-me'dube"den alındığı da söylenmiştir. Ona bu adın veriliş sebebi ise kendisine davet olunmasından dolayıdır. Başlıktaki •. ayet, bu lafız ile Ankebut ve Ahkaf surelerinde bulunmakla birlikte bu başlıkta kasıt, Ankebut'taki ayet-i kerimedir. İbn Battal dedi ki: Tefsir ailmlerinin belirttiklerine göre Lukman suresindeki bu ayet-i kerime Said İbn Ebi Vakkas hakkında nazil olmuştur. Evet, İbn Batta! bu şekilde "Lukman suresindeki bu ayet" demiş ama ayet bu surede değildir. Müslim, Mus'ab İbn Sa'd yoluyla babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd'ın annesi dinine kafir oluncaya kadar ebediyen onunla konuşmayacağına dair yemin etti ve şöyle dedi: Sen Allah'ın sana anne-babana itaat etmeni tavsiye ettiğini iddia ediyorsun. İşte ben senin annenim ve ben sana bunu emrediyorum. Bunun üzerine: "Biz insana ana-babasını tavsiye ettik. .. Eğer onlar bilmediğin şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa sen onlara itaat etme' Bununla beraber dünyada onlarla iyi geçin." (Lukman,14-15) buyruğu nazil oldu. Evet, İbn Battal'da bu şekilde kaydedilmiştir ama burada bir ayetten diğerine geçiş vardır. Çünkü el-Ankebut suresindeki ayet-i kerime: "Eğer onlar hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa onlara itaat etme, dönüşünüz yalnız banadır."(Ankebut, 8) şeklindedir, ama İbn Battal'da: "eğer seninle ... mücadele ederlerse" buyruğundan sonra zikredilen ifadeler Lukman suresindedir. Tirmizi'deki rivayette ise sadece "iyi davranmasını tavsiye ettik" buyruğuna kadar zikredilmiştir. İbnu't-Tın der ki: Anne-babaya iyilik yapmanın cihaddan önce sözkonusu edilmesi, iki ihtimal ile açıklanır: Başkasına faydanın sözkonusu olması, ikincisi ise anne-babaya iyilik yapan kimsenin yaptığı bu işin, onların yaptıklarına bir mükafat olduğunu kabul etmesidir. 0, bu hali ile başkasının kendisinden faydalandığını zanneder gibidir. Bu sebeple anne-babaya iyilik yapmakta faziletin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Derim ki: Birinci sebep açık değildir. Muhtemelen cihad, ona bağlı olduğundan ötürü öne alınmıştır. Çünkü anne-babaya iyi davranan bir kimse cihad etmek için onlardan izin ister. Zira biraz sonra geleceği üzere onların izni olmaksızın cihada gitmenin nehyedildiği sabit bir husustur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Bir adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü' Benim güzel sohbetime (arkadaşlığıma, dostluğuma) en fazla hak sahibi olan kimdir, diye sordu. Allah Rasulü: Annendir, buyurdu. Adam: Sonra kimdir, diye sordu. Allah Rasulü: Annendir, buyurdu. Adam: Sonra kimdir, diye sordu. Allah Rasulü: Annendir, buyurdu. Adam: Sonra kimdir, diye sordu. Allah Rasulü: Sonra babandır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Battal dedi ki: Bu hadisin gereğine göre annenin görmeyi hak ettiği iyilik, babanın üç mislidir. Bu ise hamileliğin, sonra doğumun, sonra da süt emzirmenin zorluğundan dolayıdır. Bütün bunları yalnız başına anne yapar ve onlardan dolayı oldukça zorlanır. Bundan sonra da çocuğun terbiyesinde baba ile ortak hareket eder. İşte yüce Allah'ın: "Biz insana ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Annesi onu zorlukla taşımış, zorlukla bırakmıştır. Onun taşınması ve sütten kesilmesi de iki yılda olur. "(Lukman, 14) buyruğunda da buna işaret edilmektedir. Bu buyrukta her ikisine iyi davranmanın tavsiye edilmesi bakımından aralarında eşitlik sözkonusu iken, diğer üç husus sadece anne hakkında sözkonusu edilmiştir. Kurtubi der ki: Maksat annenin çocuğu üzerindeki kendisine iyi davranma hakkının daha üstün bir derecede olduğunu ve bu hususta haklar arasında bir çatışma bulunacak olursa, annenin hakkının babanın hakkına önceleneceğini anlatmaktır. İyad dedi ki: Cumhurun kanaatine göreanne iyi muamele konusunda babadan daha üstün bir hakka sahiptir. Her ikisine de eşit bir şekilde iyi davranılacağı da söylenmiştir. Bazıları bu görüşü Malik'ten diye nakletmiştir ama doğru olanı birincisidir. Derim ki: Bazı Şafii alimleri ikinci görüşü benimsemiştir, ama el-Haris elMuhasibi iyilikte annenin üstün tutulacağı hususunda icma' bulunduğunu nakletmiştir, ama böyle bir nakil tartışılır. Malik'ten yapılan nakil de bu hususta açık değildir. Bunu İbn Battal zikrederek şöyle demiştir: Malik'e: Babam benden istedi, annem de benden aksini yapmamı istedi, diye soruldu. Malik: Babana itaat et, annene de karşı çıkma, diye cevap verdi. İbn Battal dedi ki: Bu onun her ikisine de iyi davranmanın eşit düzeyde olduğunu göstermektedir, demiştir. Evet, o böyle demiştir, ama buna delaleti pek açık değildir. İbn Battal dedi ki: el-leys'e de aynı mesele sorulmuş, kendisi: Annene itaat et. Çünkü iyiliğin üçte iki payı onundur, diye cevap vermiştir. İyad dedi ki: Bazı ilim adamları dede ve kardeş hususunda tereddüde düşmüşlerdir. Çoğunluk dedenin önceleneceği kanaatindedir. Derim ki: Şafiiler de bunu kesin bir ifade olarak zikretmiş ve: Önce dede, sonra kardeş gelir. Daha sonra aynı anne-baba ile akrabalığı olan kimse onlardan birisi vasıtası ile akrabalığı olanın önüne geçirilir. Sonra da zevi'l-erham olan akrabalar öncelenir. Bunlar arasında mahrem olanlar, mahrem olmayanlardan önce gelir, daha sonra diğer asabeler, sonra sıhri akrabalar, sonra vela bağı ile yakınlığı olanlar, sonra da komşular gelir, demişlerdir. ileride iyilik yapmanın hükmünedair açıklamalar gelecektir. İbn Battal bu sıralamanın, iyiliğin bir defada hepsine ulaştırılmasının imkansız olması halinde sözkonusu olacağına işaret etmiştir. Bu da açıkça anlaşılan bir konudur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr'dan, dedi ki: "Bir adam, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Cihada çıkayım mı, diye sordu. Allah Rasulü: Anan-baban var mı, diye sordu. Adam: Evet deyince, Allah Rasulü: O halde sen onlar uğrunda cihad et, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphesiz büyük günahların en büyüklerinden birisi de kişinin anne-babasına lanet etmesidir, buyurdu. Ey Allah'ın Rasulü, kişi nasıl anne-babasına lanet eder, diye sorulunca, o: Başka bir adamın babasına söver, o da onun babasına söver, başka birisinin annesine söver, o da onun annesine söver, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kişi anne-babasına sövemez." Yani onlardan birisine dahi sövemez. Bu da bu sövmeye kendisi sebep teşkil edemez, etmemelidir, demektir. "Ey Allah'ın Rasulü, kişi nasıl anne-babasına lanet eder, diye soruldu." Bu, soruyu soranınböyle bir şeyi uzak bir ihtimalolarak gördüğünü göstermektedir. Çünkü tabiatı doğru, bozulmamış bir kimse böyle bir şeyi yapamaz. Allah Rasulü de verdiği cevabında şu açıklamayı yapmaktadır: Kişi pek çok halde kendisine sövmek, ağır söz söylemek duruıi1Unda olmamakla birlikte, bazen buna sebep olabilir ve bu da çokça görülmesi mümkün olan işlerdendir. İbn Battal dedi ki: Bu hadis seddu'z-zerai' konusunda asıl bir dayanaktır. Bundan anlaşıldığına göre herhangi bir kimsenin fiili eğer sonuç itibariyle harama götürecekse, kendisi haram olan işi kastetmese dahi o işi yapmak, onun için haram olur. Bu hadisin asıl dayanağı da yüce Allah'ın: "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyiniz. Sonra onlar da Allah'a bilgisizce söverler."(En'am, 108) buyruğudur. el-Maverdi de bu hadisten, giyeceği muhakkak olarak bilinen kimseye ipek elbise satmanın, onunla kesin olarak fuhuş işleyeceği bilinen kimseye tüyü bitmemiş köle satmanın, şarap yapacağı muhakkak olarak bilinen kimseye üzüm ve benzeri meyve sularını satmanın yasak olduğu hükmünü çıkarmıştır. Şeyh Ebu Muhammed İbn Ebi Cemra da: Bu hadiste anne-babanın hakkının büyüklüğüne ve büyük günahların sözkonusu olduğuna delil vardır, demiştir. Yakında buna dair gerekli araştırmalar gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre Resuluııah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Üç kişi yürüyüp gezinmekte iken yağmura yakalandılar. Hemen dağdaki bir mağaraya yönelip sığındılar. Dağdan bir kaya parçası mağaralarının ağzına düşüp mağarayı üzerlerine büsbütün kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: Allah için işlemiş olduğunuz salih amellere bir bakınız (düşününüz) ve bu ameller ile Allah'a dua ediniz. Olur ki Allah, mağaranın kapısını açar, dediler. Onlardan birisi dedi ki: Allah'ım, gerçek şu ki, benim oldukça yaşlı bir annem ve babam vardı. Küçük çocuklarım da vardı. Geçimlerini sağlamak için bir sürü otlatıyordum. Akşamleyin sürü ile dönünce süt sağar ve çocuklarımdan önce anne babama süt içirerek başlardım. Bir gün koyunlarımı otlatacağım uygun yer bulmak için uzaklara gittim. Geriye ancak akşam vakti girince dönebildim. Anne-babamın uyumuş olduğunu gördüm. Daha önce sağdığım şekilde süt sağdım. Sağdığım sütü getirip anne-babamın başları ucunda durdum. Onları uykularından uyandırmak hoşuma gitmemişti. Diğer taraftan onlardan önce çocuklara süt içirmek de hoşuma gitmedi. Küçük çocuklar ise ayaklarımın dibinde sızlanıp duruyorlardı. Tan yeri ağarıncaya kadar ben de, onlar da bu halimiz üzere devam ettik. Eğer benim bu işi sırf senin için yaptığımı biliyorsan bu mağaranın ağzından bize kendisinden semayı görebileceğimiz bir gedik aç. Bunun üzerine yüce Allah, onlara arasından semayı görecekleri kadar bir gedik açtı. İkincileri şöyle dedi: Allah'ım, benim bir amca kızım vardı. Onu erkeklerin kadınları sevdikleri en ileri derecede seviyordum. Ondan kendisini bana teslim etmesini istedim ama o kendisine yüz dinar vermediğim takdirde bunu kabul etmeyeceğini söyledi. Çalışıp durdum ve nihayet yüz dinar topladım. Yüz dinar ile onun karşısına çıktım. Ben onun bacaklarının arasına oturunca, o: Ey Allah'ın kulu! Aııah'tan kork ve hakkı ile olmadıkça bekaret mührünü açma, dedi. Ben de yanından kalktım. Allah'ım, eğer sen benim bu işi yalnızca senin zatın için yaptığımı biliyorsan bu kayayı üzerimizden biraz aç. Allah da onlar için mağaranın ağzını bir miktar daha açtı. Diğeri de şöyle dedi: Allah'ım, gerçekten ben bir ferak ölçek pirinç karşıliğında bir işçi tutmuştum. İşimi bitirince' bana hakkımı ver, dedi. Ben de ona hakkımı alması için teklif ettim. Fakat o onu bırakıp ondan yüz çevirdi. Ben de o pirinci ekip durdum. Nihayet onun parasıyla bir sığır sürüsü (alacak kadar para) toplayıp bir araya getirdim ve çobanlarını da tuttum. O adam yanıma gelerek: Allah'tan kork, bana zulmetme ve hakkımı ver, dedi. Ben de: Şu sığır sürüsü ve onların çobanlarına git (onlar senindir), dedim. O bana: Allah'tan kork ve benimle alayetme, dedi. Ben: Gerçekten seninle alayetmiyorum. O sığır sürüsünü ve o sürünün çobanını al git, dedim. O da onları alıp gitti. Eğer benim bu işi sadece senin zatın için yaptığımı biliyor isen geriye kalan kısmı aç. Allah da mağaraların kapısını açtı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Anne-babasına iyilik yapanın duasının kabulolunması." Bu başlık altında mağaranın ağzı üzerlerine kapanan üç kişi ile ilgili kıssayı zikretti. Bunlar salih amellerini sözkonusu etmiş, bunun üzerine mağaranın kapısı da açılıp kurtul c muşlardı. Bu hadisin yeteri kadar açıklaması daha önce İcare bölümünde geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire İbn Şu'be'den, o Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den, dedi ki: "Şüphesiz Allah sizlere annelere kötü davranmayı, (hakları) engellemeyi ve (hak olmayan bir şeyin) verilmesini istemeyi, kız çocukları diri diri gömmeyi haram kılmış; size dedikodu yapmayı, çokça soru sormayı ve malı zayi etmeyi de hoş görmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Ebi Bekre'den, o babası r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Size en büyük günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi? Bizler: Buyur ey Allahim Rasulü, dedik. 0, bu sorusunu üç defa tekrarladıktan sonra şöyle buyurdu: Allahla ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek -bu arada yaslanmış iken oturdu ve şöyle devam etti-: Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalan şahitlik; dikkat edin bir de yalan söz ve yalan şahitlik etmektir. 0, bu sözleri o kadar tekrar edip durdu ki, ben: Susmayacak, dedim
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem büyük günahları sözkonusu etti -yahut ona büyük günahlara dair soru soruldu- de şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, nefsi öldürmek, anne-babaya karşı gelip kötü davranmak. Sonra şöyle buyurdu: Ben size büyük günahların en büyüğünü haber vermeyeyim mi? (Sonra): Yalan sözdür yahut yalan şahitliktir, buyurdu," Şulbe dedi ki: Ağırlıklı olarak zannettiğim onun: Yalan şahimktir, dediğidir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Anne-babaya kötü davranmak büyük günahlardandır. Bunu İbn Ömer, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye rivayet etmiştir." Burada karşı gelmek (ukuk)den maksat, çocuğun anne-babasını rahatsız edecek, onlara eziyet verecek söz ya da fiilleri -anne-baba işi yokuşa sürerek şirk ya da masiyet gerektiren şeyler istemeleri hali dışında- yapmasıdır. İbn Atiyye bunun sınırlarını, yapılması ve terk edilmesi mubah olan hususlarda onlara itaat etmek vacip, mendub olan işlerde onlara itaat etmek müstehap ve kifaye yollu farzlarda da aynı şekilde müstehap olarak tespit etmiştir. İki ayrı isteğin çatışması halinde anne-babaya öncelik tanımak da bu kabildendir. Buna örnek: Hasta annesi tarafından kendisine baksın diye çağrılan bir kimse, eğer annesinin yanında kalmaya devam edecek olursa, vacip olan bir fiili işleme imkanını bulamayacaktır. Eğer annesini bırakıp vacip olan o işi yapacak olursa, bu sefer annesinin maksadı olan çocuğunun kendisine teselli vermesi ve diğer hususlar gerçekleşmeyecektir. Sözkonusu bu vacip fiil, eğer namazın ilk vaktinde kılınması gibi yahut cemaatle birlikte eda edilmesi gibi fazileti kaçırmakla birlikte telafi edilebilecek bir iş ise, böyle bir çatışma sözkonusu olur. (Yani böyle bir çatışma halinde anne-babasının isteğini tercih etmesi müstehaptır.) Hadiste sözkonusu edilen nehyin netice vermesi, emrolunduğu hakları vermeyip, almaya hakkı olmayan şeyleri istemenin Allah tarafından haram kılınmasından dolayıdır. Burada yasağın, -ileride biraz sonra geniş açıklaması geleceği üzere- kayıtsız ve şartsız olarak isteyip dilenme hakkında olma ihtimali de vardır. "Kız çocukları diri diri gömmeyL" Cahiliye dönemi insanları, onlarda hoşlanmadıkları bazı haller sebebiyle bunu yapıyorlardı. "Ve sizin dedikodu yapmanızı. .. hoş görmemiştir." Bu hadislerden maksat, çokça konuşmanın mekruh olduğuna işaret etmektir. Çünkü çokça konuşmak, sonunda hata işlemeye götürür. "Çokça istemeyi (soru sormayı) ... " Zekat bölümünde bundan maksadın ne olduğu hususunda görüş ayrılığı açıklanmış bulunmaktadır. Bundan kasıt, mal isteme midir yoksa çeşitli sıkıntı ve problemlere dair soru sormak mıdır, yoksa bundan daha genel midir? Daha uygun olanı bunu genel hakkında kabul etmektir. Kimi ilim adamının görüşüne göre bundan maksat, insanların zaman içerisinde meydana gelen olayların haberleri hakkında çokça soru sormak yahut muayyen bir kimseye durumu ile ilgili etraflı bilgi almak için çokça soru sormaktır. Çünkü böyle bir iş çoğunlukla kendisine soru sorulanın hoş görmediği hallerdendir. Diğer taraftan şaşırtıcı ve yanıltıcı hususlara dair soru sormanın yasaklandığı da sabit olmuştur. Bu konudaki hadisi Ebu Davud, Muaviye yolu ile rivayet etmiştir. Seleften bir topluluğun da adeten gerçekleşmesi imkansız ya da son derece nadir olan birtakım meseleleri ortaya atıp çözüm için zorlanmayı mekruh gördüğü sabittir. Bunu mekruh görmelerinin sebebi ise bu hususta zora koşmanın ve zanna göre söz söylemeye kalkışmanın sözkonusu oluşundan dolayıdır. Zira bu işi yapan bir kimse kendisini hataya düşmekten de kurtaramaz. Lian bölümünde geçtiği üzere Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in soru sormaktan hoşlanmayıp bu şekilde soru sormayı ayıplamış olmasına, aynı şekilde Tefsir bölümünde yüce Allah'ın: "Size açıklanınca üzüleceğiniz birtakım şeyleri sormayınız. "(Maide, 101) buyruğunun tefsirinde geçtiği gibi, soru sormanın hoş karşılanmayışı vahyin iniş zamanına mahsustur. Buna şu hadis de işaret etmektedir: "Allah nezdinde insanlar arasında günahı en büyük kişi, haram kılınmamış bir şeye dair soru sorup da onun soru sorması sebebiyle o şeyin haram kılınmasına sebep olan kişidir. Aynı şekilde mal edinmek maksadıyla istemek de yerilmiş, bu hususta yüzsüzlük edip ısrar etmeyen kimseler ise övülmüştür. Yüce Allah'ın: "Yüzsüzlük edip de insanlardan bir şey istemeyen fakirler ... " (Bakara, 273) buyruğunda olduğu gibi. Daha önce Zekat bölümünde de şu hadis geçmiş bulunmaktadır: "Kul istemeyi (dilenmeyi) sürdürme ye devam ederse sonunda kıyamet gününde yüzünde bir parçacık et dahi bulunmaksızıngelmesine sebep olur." Müslim'in Sahih'inde de şu hadis yer almaktadır: "Şüphesiz istemek (dilenmek) ancak şu üç kişiye helaldir: Aşırı derecede fakir olan yahut çok ağır borç yükü altına girmiş bulunan ya da büyük bir musibete maruz kalmış olan kimseye." Nevevi, Müslim Şerhinde ilim adamlarının zaruret olmaksızın soru sormanın (istemenin, dilenmenin) nehyedildiği üzerinde ittifak ettiklerini söylemiştir. Devamla der ki: Mezhebimize mensup ilim adamları, kazanabilme imkanı olan kimsenin dilenmesi (istemesi) hususunda iki farklı görüşe sahiptirler. Bu iki görüşün daha sahih olanı, hadislerin zahiri dolayısıyla haram olduğu görüşüdür. İkincisi ise, şu üç şarta bağlı kalmak üzere kerahetle birlikte caiz olduğu görüşüdür: Israr etmeyecek, bizzat dilenmenin zilletine ayrıca kendi nefsini de alçaltma zilletini katmayacak, kendisinden dilencilik ettiği kimseyi rahatsız etmeyecek. Eğer bu üç şarttan birisi olmazsa dilenmek haram olur. -----Dikkat edilirse başlıkta bu İbn Ömer değil, İbn Amr'dır. Bu farka dair Fethu'l-Bari'deki açıklamanın kısa bir bölümünü kaydetmekte fayda görüyoruz: "Evet, Ebu Zerr'in Buhari rivayetinde bu şekilde ayn harfi ötreli olarak "(İbn) Ömer" şeklindedir. el-As1l1 rivayetinde ise ayn harfi fethalı olarak: "(İbn) Amr" şeklindedir ... " Bk. Fethu'I-Bari, X, 419. -------------- "Malı zayi etmeyi". İstikraz (borçlanmak) bölümünde çoğunluğun bunu harcamalarda israfa yorumladıkları geçmiş bulunmaktadır. Bazıları ise haram yollarda harcamada bulunmak ile kayıtlamışlardır. Daha güçlü olan görüş ise dini ya da dünyevi olsun şer'an izin verilmemiş şekilde yapılan harcamadır. Böyle bir harcama yasak kılınmıştır. Çünkü yüce Allah malı kulların maslahatlarının ayakta durması için yaratmıştır. Malın saçıp savrulması ise bu masıahatların gerçekleşmesini engeller. Ya bu masıahatları kaybedenkimse için ya da başkası için bu sözkonusu olur. Ancak bunda ahiret sevabını elde etmek için çeşitli hayır yollarında çokça infak etmek istisna edilmiştir. Elverir ki ondan daha önemli uhrevi bir hakkın yerine getirilmesini önlemesin. Hülasa çokça infak edip mal harcamanın üç şekli sözkonusudur: 1- Şer'an yerilmiş alanlarda malın infak edilmesi. Bunun yasak oluşunda hiçbir şüphe yoktur. 2- Şer'an övülmüş alanlarda infak edilmesi. Bunun da sözü geçen şarta uymakla birlikte, istenen bir şeyolduğunda şüphe yoktur. 3- Malın, nefsin lezzet aldığı hususlar gibi asıl itibariyle mubah olan alanlarda infak edilmesi, harcanması. Bu da iki kısma ayrılır: a- Yapılan bu harcamanın infakta bulunan (harcamayı yapan) kimsenin haline ve malının miktarına yakışan bir şekilde olması. Böyle bir harcama israf değildir. b- Örfen onun haline yakışmayan harcama olması. Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi, ya halihazırda meydana gelmiş ya da gelmesi beklenen bir kötülüğü bertaraf etmek için yapılan harcama. Bu israf değildir. İkincisi, bu türlerin hiçbirisiyle ilgisi olmayan harcamalar. Cumhurun kanaatine göre bu bir israftır. Ama kimi Şafii alimleri bunun israf olmadığı görüşünde olup şöyle söylemişlerdir: Çünkü böyle bir harcama ile bedenin maslahatı gerçekleştirilir ve bu da doğru bir maksattır. Eğer masiyet uğrunda yapılmamış ise böyle bir harcamayı yapmak, onun için mubah olur. İbn Dakiki'l-'İyd der ki: Ama Kur'an'ın zahir (açık) buyrukları onun söyledikleri ile bağdaşmamaktadır. Maliki alimlerinden el-Bad ise malın tümünün sadaka olarak verilmesinin caiz olmadığını belirterek şunları söylemektedir: Malın dünyevi masıahatlar uğrunda çokça harcanması mekruhtur. Bununla birlikte misafir, bayram ya da ziyafet gibi ara sıra meydana gelen bir iş dolayısı ile çokça harcanmasında bir sakınca yoktur. Mekruh olduğunda görüş ayrılığı bulunmayan hususlardan birisi de ihtiyaç miktarından fazla bina yapımına harcamakta sınırı aşmaktır. Özellikle eğer buna aşırı süsleme de eklenecek olursa bu hüküm daha da pekişir. Sebepsiz yere fahiş ğabn (denilen çok yüksek fiyat1a satın almak) ihtimali de bu kabildendir. Malın masiyet uğrunda zayi edilmesine gelince, bu hiç şüphesiz hayasızca işleri işlemeye mahsus değildir. Aksine kölelerle hayvanların telef olmalarıyla sonuçlanacak şekilde onlarla gereği gibi ilgilenmemek ve kötü muamele de bunun kapsamına girer. Reşid olduğu görülmeyen kimseye malını vermek de bu kapsamdadır. es-Sübkı el-Kebir "el-Halebiyyat" adlı eserinde şunları söylemektedir: Malın zayi edilmesindeki belirleyici ilke, bunun dünyevı ya da dinı bir maksada yönelik olmadan harcanmasıdır. Eğer bu iki maksat da yoksa malın harcanması kesin olarak haramdır. Şayet bunlardan birisi önemsenecek derecede bulunur ve harcama da kişinin haline yakışan ve masiyet olmayan bir tür ise kesin olarak caizdir. et-Tıbı der ki: Bu hadis güzel ahlakın bilinmesi hususunda esas bir dayanaktır. Bu da övülen ahlaki tutumları ve güzel hasletlerin tamamını tetkik etmek, onların peşine düşmek demektir. "Üç defa tekrarlayarak: Büyük günahların en büyüğünü ... " Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dinleyenin kalbinin uyanıklığını ve sözünü edeceği hayırlı şeyleri iyice kavramasını sağlayıp dikkatini çekmek amacıyla tekid etmek için bir sözü üç defa tekrarlamak adeti üzere bu sözlerini de üç defa tekrarladı. Selef bu hususta ihtilaf etmiştir. Çoğunluğun görüşüne göre günahların bir kısmı kebair (büyük günah) bir kısmı da seğair (küçük günah)dır. Aralarında üstat Ebu İshak el-İsferayını'nin de bulunduğu bir kesim, istisna teşkil ederek şöyle söylemiştir: Günahlar arasında küçük günah diye bir şey yoktur. Aksine Allah'ın yasakladığı her bir şey büyük bir günahtır. O bu görüşü İbn Abbas'tan nakletmiştir. Kadı !yad da bunu "muhakkiklerden" diye nakletmiştir. Şanı yüce Allah'ın emrine muhalif her bir hareketin onun celaline karşı büyük günah olduğunu söyleyerek görüşlerini delillendirmişlerdir. Nevevi dedi ki: Büyük günahın tespiti hususunda ilim adamları pek çok ve yaygın bir görüş ayrılığı içindedirler. İbn Abbas'tan rivayete göre yüce Allah'ın sonunda ateş, ilahı gazap, lanet veya azap ifadesi bulunan her bir şey günahtır, dediği rivayet edilmiştir. Nevevi der ki: Buna benzer bir açıklama Hasan-ı Basrı'den de rivayet edilmiştir. Başkaları ise: Şanı yüce Allah'ın ahirette ateş azabı ile tehdit ettiği yahut dünyada had uygulamasını gerekli gördüğü günahlardır, demişlerdir. Derim ki: Bu son hususu açıkça belirtenlerden birisi de Kadı Ebu Ya'la'nın naklettiğine göre İmam Ebu Ahmed ve Şafillerden de el-Maverdl'dir. Onun lafzı şöyledir: Büyük günah, hadlerin uygulanmasını gerektiren yahut ahirette azap tehdidi yapılmış bulunan günahlardandır. Şafillerden pek çok kimse büyük günahları başka esaslara göre de tespit etmişlerdir. Bunlardan birisi İmamu'lHarameyn'in şu görüşüdür: Büyük günah, onu işleyen kimsenin dini az önemsediğini, dine bağlılığının da gevşek olduğunu ortaya koyan her bir günahtır. İbn Abdiselam da el-Kavaid adlı eserinde şunları söylemektedir: Ben ilim adamlarından herhangi bir kimsenin itirazdan kurtulabilen bir şekilde büyük günahı belirleyen bir ölçü koyduğunu tespit edebilmiş değilim. Daha uygun olanı ise -nass ile tespit edilmiş büyük günahlar dışındakiler için- o günahı işleyen kimsenin dinine pek önem vermediğini gösteren işlerdir. Derim ki: Bu oldukça güzel bir ilkedir. "Dikkat edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. Dikkat edin o, yalan sözdür, yalan şahitliktir. O, bu sözlerini ben: Artık susmaz, deyinceye kadar tekrarlayıp durdu." Hadisin bu rivayet yolunda bu şekildedir. Bişr İbn el-Mufaddal yoluyla gelen rivayette ise şöyle denilmektedir: "Şöyle buyurdu: Dikkat edin, bir de yalan sözdür. O bu sözünü o kadar tekrar etti ki nihayet biz: Ne olur keşke sussa, dedik." Yani onun bu hususta son derece kızgınlığını gördüklerinden ötürü, ona şefkatleri dolayısı ile susmasını temenni ettiler. İbn Dakiki'l-'Id der ki: Onun yalan şahitliği bu kadar önemsemesi, insanların bunu daha kolaylıkla işlemeleri dolayısıyla ve önemsenmeyişinin daha çok, kötülüğünün gerçekleşmesinin de daha kolayoluşundan dolayı olabilir. Çünkü Müslüman şirkten uzak durur. Anne-babaya kötü davranmaktan da insan tabiatı nefret eder. Yalan söz söylemeye iten sebepler ise pek çoktur. O halde doğru söze (ve şahitliğe) önem vermek, güzel ve yerinde bir şeydir. Böyle bir önemseyiş ise onunla birlikte sözü edilen diğer günahlara nispetle büyüklüğünden dolayı değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Bekir r.a.'ın kızı Esma r.a.a'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında annem benim kendisine iyilik yapıp onu gözetmemi ümit ederek ziyaretime gelmişti. Bunun üzerine ben de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Ona iyilik yapıp onu gözeteyim mi, diye sordum. o: Evet, buyurdu." Ravi İbn Uyeyne dedi ki: Bunun üzerine yüce Allah onun hakkında: "Sizinle din hususunda savaşmamış ... olanlara iyilik yapmanızı ... Allah size yasaklamaz. "(Mumtehine, 8) buyruğunu indirdi. AÇiKLAMA "Müşrik babanın hakkını gözetmek" başlığı altında Ebu Bekir kızı Esma'nın rivayet ettiği hadisi zikretmiştir. Buna dair yeteri kadar açıklamalar Hibe bölümünde geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Esma'dan, dedi ki: "Kureyşlilerin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile ahitleşip barış yaptıkları süre içerisinde annem babası ile birlikte yanıma geldi. Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den fetva sorarak: Annem kendisine iyilik yapıp onu gözetmemi ümit ederek geldi, dedim. Allah Rasulü: Evet, annene iyilik yap, onu gözet, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ubeydullah İbn Abdullah'tan rivayete göre "Abdullah İbn Abbas kendisine şunu haber vermiştir: Ebu Süfyan da kendisine bildirdiğine göre: Hirakl (Heraklieus) kendisine elçi göndererek: O neyi emrediyor diye sordurmuştu. Bununla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i kastediyordu. Ebu Süfyan: O, bize namazı, sadaka vermeyi, iffetli olmayı, akrabalık bağını gözetmeyi emrediyor, demiştL" Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kocası bulunan kadının annesinin haklarını gözetmesL" Buhari bu başlık altında iki hadis zikretmektedir. Bunlardan birisi Ebu Süfyan'ın Heraklieus kıssası ile ilgili hadisidir. Bu hadisin yeteri kadar açıklaması Sahih'in baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde bu hadisten çıkartılan sonuçların birçoğunu Ali İmran suresinin tefsirinde zikretmiş bulunuyoruz. Burada hadisten maksat, akrabalık bağının gözetilmesidir. Dolayısı ile başlığın hükmü, bu akrabalık bağını gözetmenin geneloluşundan alınmaktadır. Diğer hadis ise Ebu Bekir'in kızı Esma'nın rivayet ettiği hadistir. İbn Battal dedi ki: Başlığın fıkhı inceliği Esma'nın rivayet ettiği hadisten çıkarılmıştır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Esma'ya annesinin hakkını gözetmesini mubah görmüş ve bu hususta kendi kocası ile danışmasını şart koşmamıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Dinar'dan, dedi ki: "Ben İbn Ömer r.a.'ı şöyle derken dinledim: Ömer ipekten birtakım elbisenin satılmakta olduğunu gördü. Bunun üzerine: Ey Allah'ın Rasulü, bunu satın al da Cuma günü heyetler senin huzuruna geldiği vakit giyersin, dedi. Allah Rasulü: Bunu ancak (ahirette) hiçbir payı olmayan kimseler giyer, buyurdu. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e O türden çok sayıda takım elbise geldi. Birtakım elbiseyi Ömer'e gönderdi. Bu sefer Ömer: Bu gibi elbiseler hakkında o sözlerini söylemişken bunu nasıl giyebilirim, dedi. Allah Rasulü: Ben onu sana sen giyinesin diye vermedim, ama satasın yahut (ipek giyinmesi helal olan) başkalarına giydiresin diye gönderdim, dedi. Bunun üzerine Ömer o elbiseyi Mekke halkı arasında bulunan ve henüz Müslüman olmamış bir kardeşine gönderdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Eyyub el-Ensarı r.a.'dan rivayete göre bir adam: "Ey Allah'ın Rasulü! Bana benim cennete girmemi sağlayacak bir amel bildir, dedi. Hazır bulunanlar: Buna ne oluyor, bunun istediği nedir, dediler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Onun bir ihtiyacı vardır, başka ne olacak, buyurdu. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Allah'a, ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edersin, namazı dosdoğru kılarsın, zekatı verirsin, akrabalık bağını da gözetirsin. Artık onu (bineğini) bırak, (seni hedefine götürür)." Ravi dedi ki: Sanki o adam binek devesi üzerinde imiş gibi idi (de ona böyle hitap etti). 5983 NUMARA OLARAK YOK ANCAK HADİSLER’DE EKSİKLİK YOK SIRA’DA SORUN YOK. SADECE NUMARALANDIRMA HATASI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM –MAHİR- !!! Fethu'l-Bari Açıklaması: "Akrabalık bağını gözetmenin fazileti". Akrabalık bağı (diye anlam verilen) "er-rahm", akrabalar hakkında kullanılır. Bunlar da aralarında nesep bağı bulunan kimselerdir. Ona ister mirasçı olunsun, ister olunmasın; ister mahrem olsun, ister olmasın. Buhari bu başlMa Ebu Eyyub el-Ensari'nin rivayet ettiği hadisi zikretmektedir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önce Zekat bölümünde geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Cubeyr İbn Mut'im'den rivayete göre o, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: "Cennete akrabalık bağını koparan hiçbir kimse giremez" diye buyururken dinlemiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cennete akrabalık bağını koparan hiçbir kimse girmeyecektir." Ebu Davud, Ebu Bekire'den merfu olarak şu hadisi zikretmiştir: "Hiçbir günah yüce Allah'ın o günahı işleyen kimseye ahirette sakladığı azap ile birlikte, dünyadaki cezasını da acilen vermeye, haddi aşmak ve azgınlık etmek ile akrabalık bağını gözetmekten daha layık değildir." Musannıf (Buhari)'nin de el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde Ebu Hureyre'nin Nebie merfu olarak rivayet ettiği şu hadisi kaydetmektedir: "Şüphesiz Adem oğullarının amelleri her perşembe akşamını cumaya bağlayan gece arz edilir, ama akrabalık bağını kesen hiçbir kimsenin ameli kabul edilmez." Taberani de İbn Mesud'dan şu hadisi rivayet etmektedir: "Şüphesiz semanın kapıları, akrabalık bağını kopartan kimselerin yüzüne kapalıdır." Yine musannıf Buhari'nin el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde İbn Ebi Evfa'nın Nebie merfu olarak rivayet ettiği şu hadis bulunmaktadır: "Şüphesiz rahmet, aralarında akrabalık bağını kopartan birisinin bulunduğu bir topluluğun üzerine inmez." et-Ti'bi"nin de naklettiğine göre burada "topluluk" ile muhtemelen akrabalık bağını koparmak hususunda o kimseye destek verip onun bu yaptığını red ve inkar etmeyen kimseler kastedilmiş olabilir. "Rahmet" ile de yağmurun kastedilmesi ve akrabalık bağını koparmanın uğursuzluğu sebebiyle genelolarak insanlara yağmur yağdınlmamasının kastedilme ihtimali vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Kim rızkının lehine genişletilmesine, ecelinin de geciktirilmesine memnun oluyorsa, o da akrabalık bağını gözetsin
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kim rızkının lehine genişletilmesini, ecelinin de lehine geciktirilmesini seviyor ise akrabalık bağını gözetsin." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Akrabalık bağını gözetmesi sebebiyle rızıkta lehine genişlik verilen kimse." Yani akrabalık bağını gözettiği için buna mazhar olan kimse. "Kim rızkında lehine genişlik verilmesine sevinirse ... " Enes'in rivayet ettiği hadiste ise "kim severse" şeklindedir. Tirmizi de hasen olduğunu belirterek bir başka yoldan, Ebu Hureyre'den şunu rivayet etmektedir: "Şüphesiz akrabalık bağını gözetmek, akrabalar arasında bir sevgi, malda bir bolluk, ecelde bir ertelenmediL" Ahmed de ravileri sika olan bir sened ile Aişe'den Nebie merfu olarak şu hadisi rivayet etmektedir: "Akrabalık bağını gözetmek, güzel komşuluk ve güzel ahlak yurtları mamur eder, ömürleri artırır." Müellif Buhari de el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde İbn Ömer'den şu lafızIa bir hadis rivayet etmektedir: "Kim Rabbine karşı takvalı olur, akrabalık bağını gözetirse onun ömrü, lehine olmak üzere uzatılır, malı bollaştırılır, akrabaları da onu sever" İbnu't-Tın der ki: Hadisin zahir anlamı yüce Allah'ın: "Artık ecelleri geldiği zaman ne bir saat geciktirilirler ve ne de öne geçebilirler. "(Nahl, 61) buyruğu ile çatışma halindedir. Her ikisini şu iki şekilde telif etmek mümkündür: 1- Böyle bir fazlalık itaate muvaffakiyetin verilmesi ve vaktini ahirette kendisine faydalı olacak şeyler ile değerlendirip başka işlerde onu zayi olmaktan koruması sebebiyle ömürde bereket ihsan edileceğinden bir kinayedir. 2- Artış hakikat anlamı iledir. Bu da ömür ile görevli olan meleğin ilmine nispetle böyledir. Ayet-i kerimenin delalet ettiği birinci ecel ise yüce Allah'ın ilmine nispetle böyledir. Mesela meleğe: Filan kişinin ömrü eğer akrabalık bağını gözetirse yüz yıl, eğer koparırsa altmış yıldır denilir. Yüce Allah'ın ezeli ilminde ise onun akrabalık bağını gözeteceği ya da koparacağı bilinen bir husustur. Allah'ın ilminde sabit olan ecel ne öne alınır, ne de geriye bırakılır. Fakat meleğin bilgisinde olan, artması ve eksilmesi mümkün olan eceldir. İşte yüce Allah'ın: "Aııah dilediğini siler ve bırakır. Ana Kitap ise onun nezdindedir. (Ra'd, 39) buyruğu ile buna işaret edilmektedir. O halde silmek ve sabit bırakmak meleğin ilmindeki bilgiye nispetledir. Ana Kitap'ta bulunan ise yüce Allah'ın ilminde sabit alandır. Bunda kesinlikle silme sözkonusu olamaz. Buna "mübrem kaza" adı verilir, birincisine de "muallak kaza" denilir. Ama birinci açıklama şekli başlıkta yer alan hadisin lafzına daha uygundur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, mahlukatı yarattı. Nihayet mahlukatını yaratmayı bitirince, rahim (akrabalık bağı): Benim bu duruşum, koparılmaktan dolayı sana sığınan bir kimsenin duruşudur, dedi. Allah: Evet, seni gözetip bitiştireni benim de gözetip bitiştirmeme, seni kopartıp gözetmeyeni, benim de kopartıp gözetmememe razı olmaz mısın, buyurdu. Rahim: Razıyım Rabbim, dedi. Allah: Bu sana verildi, buyurdu. ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Dilerseniz: "Sizden beklenen yönetimi ele alırsanız yeryüzünde fesad çıkartmak ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmek değil midir ki?" (Muhammed, 22) buyruğunu okuyunuz
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan riva.yete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki rahm bir ağacın birbirine girmiş kökleri gibi, Rahman isminden gelir. Bu sebeple Allah: Seni koruyup gözeteni ben de korur, gözetirim. Seni kopartıp gözetmeyeni ben de kopartıp atarım, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha'dan riva.yete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Rahim, bir ağacın birbirine girmiş kökleridir. Onu koruyup gözeteni ben de koruyup gözetirim. Onun bağını kopartanı ben de kopartmm." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Akrabalık bağını gözeteni" yani sıla-i rahim yapanı "Allah da gözetir." "Rahim ayağa kalkarak dedi ki ... " İbn Ebi Cemra der ki: Bunun hal dili ile olması ihtimali olduğu gibi, söz söyleyip konuşan dil ile söylenmiş olması ihtimali de vardır. Bunlar bu husustaki meşhur iki görüş olup ikincisi daha tercih edilir. Derim ki: Kıtal suresinin tefsirinde lyad'ın bunu mecaza göre yorumladığı ve bunun bir çeşit örneklendirme (darb-ı mesel) kabilinden olduğunu söylediği geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde onun şöyle dediği de geçmişti: Sözün kendisine nispet edildiği varlığın, rahim diliyle konuşan bir melek olması da mümkündür. İbn Abbas'ın, Taberani tarafından rivayet edilen hadisinde: "Rahim, Rahman'ın eteğinden yakalamıştır" denilmektedir. Hocamız, Tirmizi Şerhi'nde burada geçen "hucze (etek)"den kasıt, Arş'ın bacağıdır, demektedir. O bunu Müslim'in rivayet ettiği Aişe radıyall2.hu anh2.'dan gelen şu hadisi ile de desteklemektedir: "Rahim, Arş'ın bacaklarından birisini yakaladı ... " "Seni koruyup gözeten i gözetmeme, seni kopartanı da kopartmama razı olmaz mısın?" İbn Ebi Cemra dedi ki: Allah'ın vaslı (bitiştirmesi, koruyup gözetmesi), onun pek büyük ihsanından kinayedir. İnsanlara anlayabilecekleri bir üslupla hitap etmiş bulunmaktadır. Sevilenin kendisini sevene verebileceği en büyük şey, visal denilen ona yakınlaşmak ve onu razı ve hoşnut edecek şekilde ona yardımcı olup istediği şeyleri vermek olduğu için, bunun hakikat anlamı da yüce Allah hakkında imkansız olduğundan, buradaki bu tabirin, onun kuluna pek büyük ihsanından bir kinaye olduğu anlaşılmaktadır. İbn Ebi Cemra devamla der ki: Koparmak ile ilgili açıklama da bu şekildedir. Bu da ihsandan mahrum bırakmaktan bir kinayedir. "Rahim bir şicnedir (bir ağacın birbirine girmiş kökleri gibidir)." Şicne lafzı asıl anlamıyla, ağacın birbirine girmiş kökleri demektir. Yani o rahmetin eserlerinden onunla iç içe girmiş bir etki, bir eserdir. Bu sebeple akrabalık bağını kopartan bir kimsenin de Allah'ın rahmeti ile ilişkisi koparılmış olur. el-İsmaill dedi ki: Hadisin anlamı şudur: Rahim ismi, Rahman isminden türetilmiştir. Bu sebeple onun Rahman ismiyle bir ilişkisi vardır. Yoksa Allah'ın zatındandır, anlamında değildir. Şanı yüce Allah bundan münezzehtir. Kurtubi dedi ki: İlişkisi gözetilip korunan rahim, genel ve özelolmak üzere iki kısma ayrılır. Genelolan din rahimi (akrabalığı) dır. Bunun karşılıklı sevgi, karşılıklı ve samimi olarak öğüt vermek, adalet, insaf, farz ve müstehap haklarır yerine getirilmesi sureti ile gözetilmesi gerekir. Özel rahim ise bundan ayrı olarak yakın akrabaya infak, onların hallerini kollayıp gözetmek ve hatalarını görmezlikten gelmeyi de kapsar. İbn Ebi Cemra dedi ki: Akrabalık bağını gözetmek, mal ile ihtiyacın görülmesi için yardımcı olmak, zararı önlemek, güler yüz gostermek ve dua etmek ile gerçekleştirilir. Bütün bunların anlam itibariyle ortak paydası, mümkün olan her bir hayrı ona ulaştırmak ve güç ve imkanlar çerçevesinde mümkün olan şerleri, kötülükleri def etmektir. Bu hal, akrabalık bağı olan kimseler istikamet ehli oldukları sürece devam eder, gider. Eğer bunlar kMir yahut facir (günahkar) kimseler iseler Allah için onlarla alakayı koparmak, onların akrabalık bağını gözetmek demektir. Ancak bunun için onlara öğüt vermek hususunda bütün çaba ve gayreti göstermiş olmak da şarttır. Diğer taraftan, eğer halleri üzere ısrar edecek olurlarsa, onlara bunun sebebinin haktan geri kalmaları olduğunu da bildirmek gerekir. Bununla birlikte gıyaplarında en güzel yola dönmeleri için dua etmek suretiyle onları gözetmek hakları da hiçbir zaman düşmez
- Bāb: ...
- باب ...
Amr İbn Abbas'tan, o Muhammed İbn Cafer'den, o Şu'be'den, o İsmail İbn Ebi Halid'den, o Kays İbn Ebi Hazim'den diye rivayet ettiğine göre, Amr İbn el-As dedi ki: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i -gizlice değil, açıkça, yüksek sesle- şöyle buyururken dinledim: Ebu ... -Buhari'nin hocası Amr dedi ki: Muhammed İbn Cafer'in kitabında burada bir beyazlık (siliklik) vardır, demiştir- ailesi, benim velilerim değildir. Benim velim ancak Allah ve salih mu'minlerdir." Anbese İbn Abdulvahid, Beyan'dan, o Kays İbn Amr İbn el-As 'tan diye şu fazlalığı eklemektedir: Amr İbn As dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Fakat onların benimle bir akrabalıkları vardır. Onu, onun ıslaklığıyla ıslatınm, yani yakınlığı ile o akrabalık bağını gözetirim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ebu ... ailesi". çoğu nüshalarda bu şekilde künye (Ebu) lafzının izafe edildiği isim hazfedilerek zikredilmiştir. el-Müstemli ise rivayetinde bu lafzı tespit etmiş olmakla birlikte ondan kinayeli olarak: "Ebu filanın ailesi" demiştir. Müslim ile elİsmaill'nin rivayetlerinde de böyledir. Ebu Bekir İbn el-Arabı, "Siracu'l-Murıdın" adlı eserinde şunları söylemektedir: Amr İbn el-As'ın rivayet ettiği hadisin aslı: "Şüphesiz Ebu Talib'in ailesi" şeklinde olup daha sonra "Ebu filanın ailesi" diye değiştirilmiştir. İbnu'l-Arabi bu şekilde bunu kesin olarak ifade etmiş bulunmaktadır. Ancak bazıları buna itiraz etmiş ve bu hususta onu ayıplamakta ileri gitmiş, Ebu Talib ailesine hücum etmek ile ithama kadar ileri götürmüştür. Ancak onun bu iddiasına karşı çıkanlar da bu ithamlarında isabet etmemişlerdir. Çünkü İbnu'l-Arabı'nin işaret ettiği bu rivayet, Ebu Nuaym'ın Mustahrec'inde el-Fadl İbn el-Muvaffak'ın, Anbese İbn Abdulvahid yoluyla Buhari'nin zikrettiği senedie Beyan İbn Bişr'den, o Kays İbn Ebi Hazim'den, o Amr İbn el-As 'tan diye mevcuttur. Amr İbn el-As hadisi Nebie nispet ederek şöyle zikretmiştir: "Şüphesiz Ebu Talib oğullarının benimle bir akrabalıkları vardır. Ben de onu ıslaklığı ile ıslatınm. (Bu akrabalık bağını gözetirim.)" "Benim velilerim değildirler." Buna göre velisi olmadığı söylenenler, bir topluluktur. Hepsi değildir. Çünkü Ebu Talib'in Ali arasında Ali ve Cafer de vardır. Hatta bunlar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e en özel yakınlığı bulunan kimselerdendirler. Çünkü her ikisinin de erken dönemlerde Müslüman olmak, İslam oluşta öncelik ve din e yardımcı olmak gibi özellikleri vardır. Ebu Talib'in Ali'nden maksadın, bizzat Ebu Talib'in kendisi olma ihtimali de vardır. Bu da yaygın bir mutlak kullanımdır. Ebu Musa el-Eş'arı hakkında: "Şüphesiz ki ona Davud Alinin mizmarlarından bir mizmar verilmiştir" demesi gibi, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Ebu Evfa'nın ailesi" deyip, onu özellikle sözkonusu etmesi Müslüman olmayan kimseler arasındaki seçimde bir mübalağadır. Çünkü Ebu Evfa, onun amcası ve babasının anne baba bir kardeşi idi. Onun işini gözeten, ona yardım edip onu himaye eden o idi. Bununla birlikte dini hususunda ona uymayınca, Nebi onun velisi olmadığını ifade etmiş oldu. Kurtubi dedi ki: Hadis, din bakımından Müslüman ile kafir arasındaki velayet bağının, son derece yakın ve candan olsa dahi kopmuş olacağını anlatmaktadır. İbn Battal dedi ki: Bu hadis dinde velayetin vacipliğini ortaya koymakta, eğer kendi dininin mensuplarından değil iseler, akrabaları hakkında sözkonusu olmayacağını belirtmektedir. İşte bu, aralarında nesep akrabalığı bulunan kimseler arasında mirasçılığın gerçekleşebilmesi için velayet bağına ihtiyacı olduğunun delilidir. Şüphesiz ki aynı din üzere değil iseler akrabalar arasında ne mirasçılık, ne de velayet sözkonusu olur. İbn Battal der ki: İşte bundan şu da anlaşılmaktadır: Gözetilmesi emrolunan ve koparılması dolayısıyla tehdidin sözkonusu olduğu akrabalık, kendisi için bu hususun (mirasçılığın ve velayetin) meşru olduğu akrabalıktır. Din sebebi ile koparılması emrolunan ise, bunun bir istisnasıdır ve böyle bir bağı kopartan kimse hakkında tehdit sözkonusu değildir. Çünkü o, Allah'ın koparılmasını emrettiğini kopartmış birisidir. Fakat dünyevı hususlarda mubah olan şeylerde akrabalık bağları gözetilecek olursa, bu bir fazilet olur. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de daha önce Kureyş kendisini yalanlamış olduğundan kıtlık musibetine uğramaları için beddua ettikten sonra, ondan kendilerine acımasını isteyince, akrabalık bağı sebebiyle ondan bu istekte bulunduklarından onlara karşı yumuşadı, acıdı ve onlara dua etti. Derim ki: Onun bu açıklamalarına şu iki yerde itiraz olunur: 1- Onun söylediği bu çerçeveye kendisinin zikretmediği başkaları da girer. Çünkü o buradaki olumsuz ifadeyi İslam dini üzere olmayan kimselere hasretmiştir. Oysa hadisin zahirinden anlaşıldığına göre, dinin amelleri bakımından ameli salih olmayan kimseler de bu nefyin (olumsuz ifadenin) kapsamına girmektedir. Çünkü hadiste veli oluşu "salih müminler" ile kayıtlamış bulunmaktadır. 2- Katirin akrabalık bağını gözetmenin, küfürden döneceğinden ümit kesilmesi yahut onun sulbünden Müslüman bir kimsenin çıkacağının ümit edilmesi şartı ile kayıtlanması gerekir. Onun delilolarak gösterdiği hususta görüldüğü gibi, o da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Kureyş'e bolluk verilmesi için dua etmesi halidir. Buna da buna yakın bir gerekçe göstermiştir. O halde katir olan akrabasını gözetmek ruhsatını kullanmak isteyen kimsenin, bu kabilden bir maksadının da olması gerekir. Dini kabul etmiş olmakla birlikte, -mesela amellerde kusuru bulunan kimse ise- bu konuda katir ile ortak değildir. Nitekim el-Mişkat Şerhi'nde şu ifadeler yer almaktadır: Yani ben hiç kimseyi akrabalık sebebiyle veli edinmem. Ben ancak yüce Allah'ı onun kulları üzerindeki yerine getirmesi gereken hakkı sebebiyle seviyorum. Salih müminleri de yüce Allah için seviyorum. Kimi veli edinirsem ben imanı ve salih olması sebebiyle veli edinirim. Bu kişi ister akraba olsun, ister olmasın, ama akrabalığı olan kimselerin de sıla-i rahim haklarına bu sebeple riayet ederim. Bu, oldukça güzel bir açıklamadır
- Bāb: ...
- باب ...
Süfyan'ın A'meş, Hasen İbn Amr ve Fıtr'dan, onların Mücahid'den, onun Abdullah İbn Amr'dan rivayetine göre -Süfyan: A'meş hadisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ref' etmemekle birlikte Hasen ve Fıtr bunu Nebi'e ref' etmişlerdir, dedi- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Akrabalık bağını gözeten, (yapılan iyiliği karşılık vererek) mükafatlandıran kimse değildir. Ama asıl akrabalık bağını gözeten kişi, akrabalık bağı kopartıldığı halde kendisi onu gözeten kimsedir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Akrabalık bağını gözeten (yapılan iyiliğe karşılık vererek) mükafat veren kimse demek değildir." Yani başkasının kendisine verdiğinin bir benzerini veren kişi değildir. "Akrabalık bağını gözeten kimse, akrabalık bağı kopartıldığı halde kendisi onu gözeten, bitiştiren kimsedir." Yani kendisine hakkı verilmediği halde kendisi veren kimsedir. Hocamız, Tirmizi Şerhi'nde şunları söylemektedir: Bu hadiste "akrabalık bqğını gözetenilden maksat, bunu kamil anlamda yapan kimsedir. Evet, mükafat verip, karşılık vermek, kendisi akrabasını gözettiği halde, akrabası tarafından karşılık (mükafat) görmeyen kimsenin yaptığının aksine bir çeşit bağı gözetmektir. Ama karşılık vermemek, mükafattan yüz çevirmesi sebebiyle akrabalık bağının kopartılması anlamına gelir. Bu hadis "güçlü kimse başkasının sırtını yere getirdiği için güçlü sayılmaz. Zenginlik de çokça mal sahibi olmakla olmaz" kabilindendir. Ben derim ki: Burada akrabalık bağının gözetilmediğinin söylenmesi, kopartmanın sözkonusu olmasını gerektirmez. Çünkü akrabalık bağını gözetmek durumunda olanlar üç mertebededirler: 1- Akrabalık bağını gözeten (sıla-i rahim yapan), 2- Karşılık veren (mükafatlandıran) ve 3- Akrabalık bağını (büsbütün) kopartan. Akrabalık bağını gözeten (sıla yapan) kimse, sürekli olarak kendisi fazladan verip lütufta bulunan, ama kendisine lütufta bulunulmayan kimsedir. Mükafatlandıran kişi, verirken aldığından fazlasını vermeyen kişidir. Akrabalık bağını kopartan kimse ise, başkası tarafından kendisine lütufta bulunulup, fazladan verildiği halde, kendisi bir şey vermeyendir. Nitekim mükafatlandırmak halinde akrabalık bağı iki taraftan gözetilmiş olur. Akrabalık bağının kopartılması da her iki taraftan karşılıklı olur. Böyle bir durumda kim bağı gözetmeye başlarsa akrabalık bağını gözeten (sıla-i rahim yapan) kişi o olur. Eğer onun gözetmesine karşılık verilirse karşılık veren kimseye de mükafat veren kişi denilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
(Ebu'l-Yemame'den, o Şuayb'dan, o Zühri'den, o Urve İbn ezZubeyr'den diye riva,yet ettiğine göre; "Hakim İbn Hizam, Urve İbn Zubeyr'e şöyle dediğini haber vermiştir: Ey Allah'ın Rasulü, ne dersin? Ben cahiliye döneminde iken akrabalık bağını gözetmek, köle azad etmek, sadaka vermek gibi ibadet kastı ile yaptığım birtakım işler vardı. Acaba onları yaptığım için benim onlarda bir ecrim olur muydu? Hakim dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Sen daha önce geçmiş bulunan hayırıdan dolayı kazandığı hasenatın) üzere İslam'a girdin, buyurdu." Aynı şekilde Ebu'l-Yeman'den "etahannesu: ibadet ederdim" ibaresini "(peltek se yerine te ile): etehannetu" diye rivayet ettiği de söylenmiştir. Ma'mer, Salih ve İbnu'l-Misafir (peltek se ile): "etehannesu" demişlerdir. İbn İshak dedi ki: Tahannüs: İyilik kabul ettiği bir işi yapmak demektir. Hişam (İbn Urve), babasından diye bu açıklamayı yaparak ona (Hakim İbn Hizam'a) mutabaat etmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hakim İbn Hizam yoluyla gelen bir başka rivayette o da tehannüsü iyilik kabul edilen işleri yapmak olarak açıklamış bulunmaktadır. Bk. Fethu'I-Bari, X, 439; Ayni. XXII. 96. "Müşrik iken akrabalık bağını gözeten ve sonra da Müslüman olan kimse." Yani onun bu yaptığından sevap alması sözkonusu mudur? Buhari'nin bu konuda kesin bir ifade ile hükmü belirtmemiş olması, konu ile ilgili görüş ayrılığı bulunduğundan dolayıdır. Buna Zekat bölümünün baş taraflarında (1436.hadisin şerhinde) işaret edilmişti. Buna dair geniş açıklamalar ise İman bölümünde Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği: "Kişi Müslüman olup da İslam'a güzel bir şekilde bağlanırsa" diye naklettiği hadiste (Hadis no: 41'in şerhinde) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan, o Halid İbn Said'den, o babasından, o Halid İbn Said'in kızı Ümmü Halid'den dedi ki: "Üzerimde sarı bir gömlek bulunduğu halde babam ile birlikte Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitmiştim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Seneh, seneh" diye buyurdu. Abdullah dedi ki: Bu lafız Habeşçe'de güzel demektir. Ümmü Halid dedi ki: "Ben nübüvvet mührü ile oynamaya koyuldum. Bu sebeple babam beni azarladı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise: Onu bırak, dedi. Daha sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: Gömleğini eskit ve parala, sonra yine eskit ve parala, sonra yine eskit ve parala." Abdullah: Ümmü Halid uzun bir ömür yaşadı ve nihayet. .. diyerek, onun ne kadar uzun süre hayatta kaldığını anlattı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Başkasının kız çocuğunun kendisinin bedeninin bazı bölümleri ile oynamasına izin veren kimse yahut onu öpen ya da onunla şakalaşan kimse." İbnu't-Tın dedi ki: Bu başlıkta kaydedilen haberde çocuğun öpülmesi sözkonusu edilmemiştir. Ümmü Halid'i bedenine dokunmaktan alıkoymamasını muhtemelen onu öpmesi gibi değerlendirdiğinden dolayı ayrıca bunu belirtmiş olabilir. Nitekim İbn Battal da buna işaret etmiş bulunmaktadır. Ama bence daha güçlü olan şudur: Öpmekten sonra şakalaşmanın sözkonusu edilmesi, özelden sonra genelin sözkonusu edilmesi kabilindendir. Çünkü küçük kız çocuğu ile sözlü ve fiili olarak şakalaşmaktan maksat, onun ısınmasını sağlamaktır. Onu öpmek de bu kabildendir. Başlıktaki bu hadisin açıklaması daha önce Giyim bölümünde, "siyah hamısa" başlığında geçmiş bulunmaktadır. "Gidip nübüvvet mührü ile oynamaya başladım. Babam beni azarladı." Bağırarak bu işten vazgeçmemi söyledi. "Kaldı". Maksat sözü edilen elbisedir. Bu açıklama hadiste geçen fiilin müenneslik alameti taşımaması haline göredir. Nitekim çoğu nüshalarda böyledir. Ancak EbD. Zerr rivayetinde "Ümmü Halid kaldı" anlamını verecek şekildedir. "Nihayet... zikretti." Çoğunluk bunu "zekera" şeklinde zel harfi ile rivayet etmiştir. İfade, ravi uzunca bir zaman zikretti, söyledi, takdirindedir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Nuaym'den, dedi ki: "Ben İbn Ömer'in yanında bulunuyordum. Bir adam ona sivrisineğin kanı hakkında soru sorunca: Sen kimlerdensin, diye sordu. Adam: Ben Irak halkındanım, diye cevap verdi. İbn Ömer: Şu adama bir bakınız. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlunu (torununu) öldürdükleri halde bana sivrisineğin kanının hükmünü soruyor. Oysa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: O ikisi benim dünyada kokladığım hoş iki kokumdur, derken dinlemişimdir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Beraberinde iki kız çocuğu bulunan bir kadın yanıma gelip benden bir şeyler dilendi, ama yanımda bir tek hurmadan başka bir şey bulamadı. Ben de o hurmayı ona verdim. Kadın onu iki kız çocuğu arasında ikiye böldü, sonra da kalktı ve çıkıp gitti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma girdi. Ben de ona olanı anlatınca, şöyle buyurdu: Bu kız çocuklarından bir kaçına kim velayet edecek olup da onlara iyilikte bulunursa, o kız çocukları onun için cehennem ateşine karşı bir perde olurlar
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Katade'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu'l-As'ın kızı olan Umame'yi omuzu üzerine almış olduğu halde yanımıza çıkıp geldi ve namaz kıldırdı. Rükua vardığında Umame'yi yere koyuyor, kalktığında da onu kaldırıyordu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu. Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında Temimli el-Akra İbn Habis oturuyor iken Ali'nin oğlu Hasen'i öptü. Bunun üzerine Akra: Benim on tane çocuğum var. Bunlardan birisini öpmüş değilim, dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona baktıktan sonra: Başkasına merhamet etmeyene, merhamet edilmez, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bir bedevi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelerek: Siz çocukları öpüyor(mu)sunuz? Oysa biz onları öpmüyoruz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem buna karşılık: Allah senin kalbinden rahmeti söküp almış ise ben sana ne yapabilirim ki, diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ömer İbnu'l-Hattab r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna (Hevazin kabilesinden alınmış) esirler getirildi. Esirler arasından bir kadın memesinden süt sağıyor, çocuklara içiriyordu. Esirler arasında küçük bir çocuk buldu mu onu alıp hemen göğsüne yapıştırıp, ona süt emziriveriyordu. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere: Sizin görüşünüze göre bu kadın kendi çocuğunu ateşe atar mı, diye sordu. Biz: Hayır, eğer onu atmayacak gücü kendisinde bulabilirse onu asla atmaz, dedik. Bu sefer Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Andolsun ki Allah'ın kullarına olan merhameti bu kadının çocuğuna olan merhametinden fazladır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "çocuğa merhamet etmek, onu öpmek ve boynuna sarılmak." İbn Battal dedi ki: Küçük çocuğun her organını öpmek caizdir. Avret olmadığı sürece ilim adamlarının çoğunluğuna göre büyük çocuğun hükmü de böyledir. Daha önce Fatıma Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in menkıbeleri bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Fatıma Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i öptüğü ve Ebu Bekir'in de kızı Aişe r.a.a'yı öptüğüne dair rivayetler geçmiştir. "İbn Ömer'in yanında (hazır) bulunuyordum." "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlunu öldürdükleri halde". Kastettiği kişi ise Ali r.a.'ın oğlu el-Huseyn'dir. "Benim hoş kokularını kokladığım iki kişi" .. Burada (hoş koku anlamı verilen) "er-reyhan"den kasıt, rızıktır. Bu açıklamayı Ibnu't-Tin yapmıştır. el-Faik müellifi (ez-Zemahşeri) de şöyle demektedir: Yani onlar Allah'ın bana ihsan ettiği rızıktandır1ar. Mesela, "subhanallahi ve reyhanehu". Allah'ı tesbih eder ve ondan rızık dilerim, demektir. Bu lafız ile hoş kokusu dolayısıyla koklanan reyhan (hoş kokan bitkilerli kastetmesi de mümkündür. Mesela: Bana bir dal reyhan lütfetti, denilir. Yani onlar Allah'ın bana ikram ve lütuf olarak verdiği hoş şeylerdir. Çünkü çocuklar koklanır, öpüıürler. Bu sebeple onlar hoş kokulu şeylerden sayılırlar. Hadisteki "dünyadan" ifadesi, dünyevi reyhandan payıma düşen, demektir. İbn Battal dedi ki: Hadisten anlaşıldığına göre kişinin, dini ile ilgili daha önemli ve üzerinde daha çok durulmuş hususları öne alması icap eder. Çünkü İbn Ömer kendisine Hüseyin'in öldürülmesine yardımcı olmak suretiyle işlemiş olduğu pek büyük günahtan dolayı mağfiret dilemeyi terk edip sivrisineğin kanına dair soran kimseyi, bundan dolayı azarlamış bulunmaktadır. Özellikle bunu sözkonusu etmesi ise, el-Hüseyn'in değerinin ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nezdindeki konumunun büyüklüğünden dolayıdır. ---İbn Battal'ın açıklamaları burada sona ermektedir. --- Hadiste kız çocuklarının hakları da daha bir vurgulanmaktadır. Buna sebep ise çoğunlukla kendi maslahatlarına olan işleri yerine getirmek bakımından zaafa düşmeleridir. Oysa erkekler böyle değildir. Çünkü onlar bedenen güçlü, görüşleri isabetli ve çoğu haııerde gerek duyulan işlerde tasarrufta bulunabilme imkanına sahiptirler. İbn Battal dedi ki: Hadiste ihtiyaç duyan kimsenin dilenmesinin caiz olduğu, ve Aişe r.a.a'nın cömertliği de çıkarılan sonuçlar arasındadır. Çünkü ona verecek tek bir hurmadan başka bir şey bulamadığı halde, onu da kadına vererek o kadını kendisine tercih etmiş oldu. Az miktardaki bir şeyi değersiz gördüğü için sadaka vermekten kaçınmamalıdır. Aksine sadaka veren kimsenin az ya da çok kolaylıkla verebileceği şeyleri tasadduk etmesi gerekir. Yapılan iyiliğin, övünmek ve minnet etmek maksadı yoksa anlatılması caizdir. Nevevi İbn Battal'a uyarak der ki: Nebiin kız çocuklarının velayetine ibtila (ki aynı hadisin başka rivayetlerinde geçmektedir) adını vermesi, insanların kız çocuklardan hoşlanmayışlarından dolayıdır. Şeriat gelip onların bu kanaatlerinden vazgeçmelerini emretmiş, onların hayatta bırakılmalarını teşvik edip onlara iyilik yapıp terbiyeleri hususunda sabır göstermek üzere kendi nefsiyle mücahede eden kimselere vaat edilen sevabı sözkonusu ederek onları öldürmekten vazgeçmeyi buyurmuştur. Hocamız da Tirmizi Şerhi'nde şunları söylemektedir: Onlara müptela olmanın burada sınanmak anlamında olma ihtimali de vardır. Yani her kim kız çocuklara nasıl davranacak, onlara iyilik mi yapacak, yoksa kötülük mü yapacak diye, bir ya da birkaç kız çocuğu ile sınanacak olursa ... demektir. Bundan dolayı Ebu Said el-Hudrı yoluyla gelen hadiste "takva" kaydı da zikrediImiş bulunmaktadır. Çünkü Aııah'a karşı takvalı olmayan bir kimsenin, şanı yüce Allah'ın görevlendirdiği işlerden dolayı sıkılmamasından yahut yapılmasını emrettiği işleri eksik yapmaması ya da bunları yaparken Aııah'ın emrine uymayacağından ve onun sevabını elde etmeyi gözetip gözetmeyeceğinden yana emin olunamaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Rükua vardı mı onu yere koyardı." Hadisin yeteri kadarıyla açıklaması Namaz bölümünün baş taraflarında, namaz kılanın sütresi başlıklarında geçmiş bulunmaktadır. Burada "rükua vardığında" lafzı ile, orada ise "secdeye vardığında" lafzı ile geçmiştir. Her ikisi arasında bir aykırılık yoktur. Aksine şöyle yorumlanır: O bu işi rüku.' ve sücud halinde yapıyordu. Böylelikle hadisin başlıkla ilişkisi de ortaya çıkmaktadır. O da çocuğa olan merhamettendir. Ayrıca çocuğun çocuğu da öz çocuk gibidir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Ümame'ye olan şefkat ve merhametinden ötürü rükD.' ya da sücD.da vardığında yere düşeceğinden korktuğu için kendisi onu yere bırakırdı. Sanki o da Nebi efendimize bağlılığından ötürü yerde kalamıyor ve ondan ayrı durduğundan dolayı sabırsızlanıyordu. Bundan ötürü ayağa kalktığı vakit onu taşıma gereğini duyuyordu. "Biz: Onu ateşe atamama gücünde ise atmaz, dedik." Kendi isteğiyle çocuğu ebediyen ateşe atmaz, demektir. "Kullarına ... " Burada "kullar"la, İslam üzere ölenler kastedilmiş gibi görülüyor. Şeyh EbD. Muhammed İbn Ebi Cemra dedi ki: "İbad: Kullar" lafzı genel olmakla birlikte özelolarak müminler anlamındadır. Bu da yüce Allah'ın: "Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu takva sahiplerine ... yazacağım."(A'raf,156) buyruğuna benzemektedir. Bu buyruk, elverişlilik açısından genel ama kendisi için yazılanlar açısından özeldir. (Yine İbn Ebi Cemra) dedi ki: Bununla Allah'ın rahmetinden herhangi bir kul hakkında bir pay yazılmış olan kimse için -hayvanattan dahi olsa- hiçbir şeyin o rahmete benzemediği de kastedilmek istenmiş olabilir. Ayrıca bu hadiste kişinin bütün hallerinde ve işlerinde yalnızca yüce Allah'a bağlı olması gerektiği, kendisinde rahmeti n bir parçasının bulunduğu var sayılan ve bunun için yanına yaklaşılması istenen her bir varlığın rahmetinden şanı yüce Allah'ın rahmetinin daha büyük olduğu anlatılmaktadır. O halde akıllı bir kimsenin, ihtiyacını karşılamak için kendisine daha ileri derecede merhametli olan kimseye yönelmesi gerekir. Yine İbn Ebi Cemra der ki: Hadiste esir alınmış kadınlara bakmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözü geçen kadına bakmayı yasaklamamıştır. Hatta hadisin anlatımından onun böyle bir kadına bakmaya izin vermesini gerektiren bir mana da anlaşılmaktadır. Yine bu hadis, duyu organlarıyla idrak edilen şeylerin idrak edilmeyen şeyler için gerektiği gibi anlaşılabilmesi için örnek gösterilebileceğini de ortaya koymaktadır. Velev ki kendisine örnek gösterilen zatın hakikati kuşatılamasın. Çünkü şanı yüce Allah'ın rahmeti, akıl ile idrak edilemez. Bununla birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, sözü geçen kadının halini göstererek işiteniere konunun anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: Allah rahmeti yüz parçaya bölmüş, bunun doksan dokuz parçasını yanında alıkoymuş, bir tek parçasını da yere indirmiştir. İşte atın, yavrusuna isabet eder korkusuyla ayağını kaldırmasına varıncaya kadar bütün yaratılmışlar kendi aralarında bu parça dolayısı ile merhametleşirler. " Bu Hadis 6469 numara ilede var. Diğer tahric edenler: Tirmizi; Müslim, Tevbe Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah, rahmeti yüz parçaya ayırmıştır." Müslim'in, Ata yoluyla, Ebu Hureyre'den rivayetinde: "Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır" şeklindedir. Yine Müslim'de Selman'ın rivayet i şu şekildedir: "Allah gökleri ve yeri yarattığı gibi yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır." Kurtubi dedi ki: Yani yüce Allah, gökleri ve yeri takdirini açığa koyduğu gün bu rahmetleri takdirini de izhar etmiştir. "Her bir rahmet gökler ve yer arasını dolduracak kadardır" ifadesinden maksat, bu rahmetin büyüklüğünü ve çokluğu nu anlatmaktır. "İşte atın, yavrusuna isabet eder korkusuyla ayağını kaldırmasına varıncaya kadar bütün yaratılmışlar bu parçadan ötürü kendi aralarında merhametleşirler." Ata yoluyla gelen rivayette: "Bu rahmet içinde birbirlerine şefkat, birbirlerine merhamet gösterirler. Yabani hayvanlar bile yavrularına bununla şefkat gösterirler" denilmektedir. Hadiste dünya hayatında yaratılmışlar arasındaki merhametin, kıyamet gününde de var olacağına ve onunla birbirlerine karşı merhametleşeceklerine de işaret vardır. el-Mühelleb bunu açıkça ifade ederek şöyle demiştir: Şam yüce Allah'ın kulları için yaratıp dünyada iken onların nefislerinde takdir etmiş olduğu rahmet, kıyamet gününde kendi aralarındaki hakları birbirlerine kendisi ile bağışlayacakları merhametin kendisidir. Şamyüce Allah'ın onlardaki bu rahmeti ile onlara merhamet etmesi ve bunun her şeyi kuşatan rahmeti dışında bir rahmet olması da mümkündür. Çünkü her şeyi kuşatan rahmeti, onun zatının sıfatlarından olup her zaman bu rahmet sıfatına sahiptir. İşte onlarda yaratmış olduğu rahmetten ayrı olarak kendisi ile kendilerine merhamet edeceği rahmeti budur. Kendi nezdinde alıkoyduğu rahmetin, yeryüzünde bulunanlara mağfiret dileyen meleklerdeki rahmet olması da mümkündür. Çünkü o meleklerin yeryüzündekilere mağfiret dilemeleri, meleklerin nefislerinde, yeryüzünde bulunanlara merhamet taşıdıklarına bir delildir. İbn Ebi Cemra da şöyle demiştir: Hadisten, müminleri sevindirmenin güzelliği anlaşılmaktadır. Çünkü adeten nefsin sevinci, kendisine vaat edilen şeylerin bilinen şeyler olup bunların ona bağışlanması halinde daha mükemmelolur. Hadiste iman ve yüce Allah'ın gizli, saklı bulunan rahmetlerini büyük çapta ümit etmek de teşvik edilmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan, dedi ki: "Ben: Ey Allah'ın Rasulü, en büyük günah hangisidir, diye sordum. O: Allah seni yaratmış olduğu halde ona eş koşmandır, buyurdu. - Sonra hangisidir, diye sordum. o: çocuğunu seninle beraber yiyecek korkusuyla öldürmendir, buyurdu. Abdullah: Sonra hangisidir, diye sordu. Allah Rasulü: Komşunun helali olan karısıyla iina etmeye kalkışmandır, buyurdu. Şam yüce Allah da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediklerini tasdik etmek üzere: "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet etmezler. ,,"(Furkan, 68) buyruğunu indirdi." Yüce Allah'ın izniyle bu hadisin yeterli açıklamaları Tevhid bölümünde gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir çocuğu tahnık etmek (damağına tatlı bir şey çalmak) üzere kucağına koydu da çocuk üzerine işedi. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir su getirilmesini istedi ve suyu sidiğinin değdiği yerlere serpti." AÇIKLAMA : "çocuğun kucağa koyulması". Bu hadise dair açıklamalar daha önce Taharet bölümünde geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Usame İbn Zeyd r.a.'dan dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni alır ve uyluğunun üzerine oturturdu. Hasen bin Ali'yi de diğer uyluğu üzerine oturtur, sonra da onları bağrına basar, arkasından: Allah'ım, sen bu ikisine de merhamet buyur. Çünkü ben de bunlara merhamet ediyorum, derdi." (Buhari dedi ki:) Ali(İbnu'I-Medınl)'den, dedi ki: "Bize Yahya tahdis etti, bize Süleyman tahdis etti. O Ebu Osman'dan tahdis etti. Süleyman (et-Teymı) dedi ki: Bu hadisten dolayı kalbime bir tereddüt düştü. Bana bu hadisi böyle böyle mi tahdis etti, diye. Ben bunu Ebu Osman'dan diye işitmedim. Bundan dolayı (Ebu Osman'dan işittiğimrivayetlere) baktım da onu yanımda (Ebu Osman'dan) işittikleri m arasında yazılı gördüm. (Böylece tereddüdüm de zail oldu)
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Ben Hatice'yi kıskandığım kadar hiçbir kadını kıskanmadım. Halbuki o, Nebi benimle evlenmeden üç sene önce vefat edip gitmişti. Buna sebep ise Nebiin onu andığını işitmemdir. Rabbi ona Hatice'yi cennette inciden bir köşk ile müjdelemesini de emretmiş idi. Andolsun Nebi (bazen) bir koyun keser, bir kısmını Hatice'nin samimi dostlarına hediye olarak dağıtırdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hüsn-i ahd (hakka ve hukuka sadakatle bağlılık) imandandır." Ebu Ubeyd dedi ki: Burada ahd'den maksat, saygı gösterilmesi gereken şeylere gerektiği gibi riayet etmektir. el-Hattabi dedi ki: Samimi dostlarından maksat, arkadaşlarıdır. Buhari, el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde Enes'ten şu hadisi rivayet etmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir şey (hediye olarak) getirildiği zaman: Bunu filan kadına götürün. Çünkü o Hatice'nin samimi bir arkadaşı idi, derdi." Buhari'nin Başlıklarındaki Bir Özellik Buhari, adeti üzere açık ifade kullanmadan, işaret etmekle yetinmiştir. Çünkü başlıktaki lafız Hatice radıyalliihu anhii ile ilgili bir hadiste varid olmuştur. Bunu Hakim, Şuabu'l-İman'da Beyhaki, Salih İbn Rüstem yoluyla İbn Ebi Müleyke'den, o Aişe'den diye rivayet etmiştir. Aişe dedi ki: "Oldukça yaşlı bir kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelmişti. Allah Rasulü ona: Nasılsınız, haliniz nasıl, bizden sonra ne halde idiniz, diye sordu. Yaşlı kadın: Ey Allah'ın Rasulü, babam, anam sana feda olsun, iyiydik dedi. Yaşlı kadın çıkıp gidince, ben: Ey Allah'ın Rasulü, böyle yaşlı bir kadına bu kadar iltifat göstermenin sebebi nedir, diye sordum. O: Ey Aişe! O Hatice'nin hayatta olduğu zamanlarda bize gelirdi. Şüphesiz hüsn-i ahd imandandır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'dan, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ben ve yetime bakan kişi cennette böyleyiz, buyurdu ve bu arada şehadet parmağı ile orta parmağını işaret etti." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Vetimin ihtiyaçlarını gözetip terbiye eden kimsenin fazileti". Onu eğiten, terbiye eden ve onun ihtiyaçlarını, nafakasını karşılayan kimsenin fazileti, demektir. "Ben ve ye time bakan kişi" onun işlerini ve masıahatını koruyup gözeten kişi demektir. Malik, Safvan İbn Süleym yoluyla gelen mürsel rivayetinde "kendisinin yahut başkasının yetimini görüp gözeten" fazlalığı ile zikretmiştir. Buhari bunu elEdebu'l-Müfred adlı eserinde mevsul olarak rivayet etmiştir. Hadisteki bu ifade de amca, kardeş ya da buna benzer akrabalardan olması yahut çocuğun babasının ölmüş olup annesinin onun yerini tutması yahut annesinin ölüp babasının çocuğun terbiyesinde annesinin yerine geçmesi hallerini anlatmaktadır. el-Bezzar, Ebu Hureyre yoluyla mevsul bir sened ile şu hadisi: "Her kim, ister akrabalığı olan, ister akrabalığı olmayan bir yetime bakarsa ... " diye rivayet etmiştir. İşte bu rivayet, bundan önceki rivayetten maksadin ne olduğunu açıklamaktadır. İbn Battal dedi ki: Bu hadisi işiten bir kimsenin cennette Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkadaşı olabilmek için gereğince amel etmesi gerekir. Çünkü ahirette bundan daha faziletli hiçbir makam da yoktur. Derim ki: Hadis daha önce Uan bölümünde geçmiş ve orada "her iki parmağının arasını" yani şehadet parmağı ile orta parmağın arasını "ayırdı", denilmektedir. Bu ifadede Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in derecesi ile yetime bakanın derecesi arasındaki farkın şehadet parmağı ile orta parmak arasındaki fark kadar olduğuna işaret etmektedir. Bu hadis de "benim Nebi olarak gönderilişim ile kıyamet şu ikisine benzer" şeklindeki diğer hadisin bir benzeridir
- Bāb: ...
- باب ...
Safvan İbn Süleym'den, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ref' ederek dedi ki: "Dul kadın ile yoksulun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kimse, Allah yolunda cihad eden yahut gündüzün oruç tutup geceleyin namaz kılan kimse gibidir." AÇiKLAMA "Dul kadının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kimse." Onun maslahatına olan işler için uğraşıp duran kimse, demektir. Buna dair açıklamalar da daha önce Nafakalar bölümünde(5353.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu Dul kadının ve yoksul kimsenin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. Zannederim -ki şüphe eden ravilerden el-Ka'nebı'dir- aralıksız namaz kılan ve orucunu açmaksızın oruç tutan kimse gibidir, de dedi." Buna dair yeterli açıklamalar daha önce Nafakalar bölümünde(5353.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Süleyman, Malik İbn el-Huveyris'ten, dedi ki: "Bizler yaşça birbirine yakın gençler olarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardık. Onun yanında yirmi gün kaldık. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizim ailelerimizi özlediğimizi anladı ve bize ahalimiz arasında geride bıraktıklarımıza dair soru sordu. Biz de ona bildirdik. O son derece yumuşak kalpli ve merhametli idi. Bunun için bize: Ailelerinizin yanına geri dönünüz, onlara öğretiniz, onlara (emirlere uymalarını) emrediniz. Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece namaz kılınız. Namaz vakti geldi mi biriniz size ezan okusun, sonra da yaşça en büyüğünüz size imam olsun
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bir adam bir zamanlar yolda yürüyüp giderken ileri derecede susadı. Bir kuyu buldu ve hemen o kuyuya inip su içti. Sonra da kuyudan çıktı. Bir de ne görsün! Aşırı susadığından ötürü toprak yiyen bir köpek. Bu sebeple adam: Bu köpek de benim ileri derecede susadığım gibi susamış deyip kuyuya indi. Ayakkabısını su doldurduktan sonra ağzıyla onu tuttu, (yukarı çıkıp) köpeğe su içirdi. Allah onun bu amelini mükafatlandırdı ve ona mağfiret etti. Ashab: Ey Allah'ın Rasulü, hayvanlara yaptığımız iyiliklerden dolayı bizim için ecir almak söz konusu mudur, diye sordu. Allah Rasulü: Nemli ciğeri olan her bir varlıkta(onlara yapılan iyilik dolayısıyla} bir ecir vardır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazda ayakta durdu. Biz de onunla birlikte ayakta durduk. Bir bedevi namazda olduğu halde: Allah'ım, bana ve Muhammed'e rahmet buyur. Bizimle beraber de kimseye rahmet etme, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem selam verince o bedeviye: Sen geniş olan bir şeyi alabildiğine daralttın, dedi. Bununla Allah'ın rahmetini kastediyordu
- Bāb: ...
- باب ...
Nu'man İbn Beşir'den, diyor ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Sen merhametleşmelerinde, birbirlerine sevgi beslemelerinde ve birbirlerine şefkat göstermelerinde mu'minlerin bir vücuda benzediklerini görürsün. Bir organ hastalandı mı vücudun diğer azalan, birbirlerini uykusuz kalmakla ve ateşi yükselmekle ona katılmaya çağırırlar
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bir Müslüman bir ağaç diker de ondan bir insan yahut bir canlı yiyecek olursa mutlaka o onun için bir sadaka olur." Diğer tahric edenler: Tirmizi Ahkam, Müslim, Müsakat
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Vehbiden, dedi ki: "Cerir İbn Abdullah'ı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu, derken dinledim: Merhamet etmeyene merhamet edilmez. " Bu Hadis 7376 numara ile de var. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlara ve hayvanlara merhamet etmek." Yani bir kimsein kendisinden başkasına merhamet etmesi. Bununla Abdullah İbn Mesud'un, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemle merfu olarak rivayet ettiği şu hadisine işaret etmiş gibidir: "Merhamet göstermedikçe iman etmiş olamazsınız. Ashab: Ey Allah'ın Rasulü, hepimiz çok merhametliyiz, dediler. Allah Rasulü: Kastettiğim, sizden birinizin arkadaşınıza merhamet göstermesi değildir. Asıl kastettiğim, insanlara genelolarak merhamet etmektir." Bunu Taberani rivayet etmiş olup, ravileri sikadırlar. Buhari bu başlık altında birkaç hadis zikretmiş bulunmaktadır. Birincisi Malik İbn el-Huveyris'in rivayet ettiği hadis olup bu hadiste "ve benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, siz de öylece namaz kılınız" ifadeleri de yer almaktadır. Buna dair açıklamalar Namaz bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Burada hadisin zikredilmesinden maksat, Nebi efendimiz hakkındaki "o çok ince kalpli, çok merhametli idi" ifadesidir. "And olsun sen geniş olan bir şeyi daralttın, diye buyurdu. Bununla Allah'ın rahmetini kastediyordu." İbn Battal dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bedeviye tepki göstermesi, Allah'ın kullarına merhamet etmesi noktasında cimrilik göstermesinden dolayı idi. Çünkü şanı yüce Allah, bunun aksini yapan kimselerden övgüyle söz ederek şöyle buyurmuştur: "Onlardan sonra gelenler derler ki: 'Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi mağfiret eyle ... '''(Haşr, 10) "Karşılıklı şefkat göstermelerinde". İbn Ebi Cemra dedi ki: Anlaşıldığı kadarıyla karşılıklı merhamet göstermek, karşılıklı sevgi göstermek, karşılıklı şefkatleşmek (te'atuf) lafızları, her ne kadar anlam itibariyle birbirine yakın ise de aralarında oldukça ince farklar vardır. Karşılıklı merhamet göstermek (terahum) den maksat, iman kardeşliği sebebiyle birbirlerine merhamet etmeleridir. Başka bir sebep dolayısıyla değiL. Karşılıklı sevgi göstermek (et-tevadud)den maksat ise karşılıklı ziyaretleşmek, hediyeleşmek gibi beraberinde sevgiyi getiren şekilde ilişkileri gözetmektir. Karşılıklı şefkat göstermek (te'atuf)den maksat ise, elbisenin elbiseyi güçlendirmesi için bükülmesi (astar gibi katlandığı) gibi birbirlerine yardımcı 0lmalarıdır.--İbn Ebi Cemra'nın bu açıklamaları özetlenerek alınmıştır. -- "Biri diğerini çağırır." Yani bir organ, diğerini acıya katılmaya davet eder. "Uykusuz kalmakla ve ateşinin yükselmesiyle." Uykusuz kalmanın sebebi, acının uyumayı engellemesidir. Ateşin yükselmesinin sebebi ise, uykusuz kalmanın ateşin yükselmesine neden oluşudur. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Öğretici vasıtası ile tasarrufta bulunmaya (öğretilmek istenenin kolayca anlaşılmasını sağlamak için gerekli öğretme yollarına başvurmaya) teşvik 2- Islah edicilerin, salih kimselerin yoluna bağlı kalmaya teşvik 3- Kötü maksatlarılerk etme yolunun gösterilmesi ve sevabı çoğaltacak salih, uygun maksatların teşvik edilmesi 4- Rabbani hikmetin gerektirdiği bu dünya yurdunu imar etmek için gerekli sebeplere baş vurmak, ibadete de aykırı değildir, zühd yoluna da, tevekküle de aykırı değildir. 5- Kişinin hayırlı mükafatlarını bilip o hayrı işlemeye arzu duyması için sünnetin öğretilmesi de teşvik edilmektedir. Çünkü ağaç dikmeye dair sözkonusu edilen böyle bir fazilet, ancak sünnetin bilinmesi ile idrak edilebilir. 6- Kişi bazen işlemediği ve hatta maksat olarak gözetmediği şeylerin şerri ile de karşı karşıya kalabilir. 7 - İbn Battal dedi ki: Bütün yaratılmışlara merhametle davranmak, teşvik edilmektedir. Bunun kapsamına mümin, kafir, mülkiyet altında bulunan ve bulunmayan bütün hayvanlar girer. Yemek yedirmek, sulamak, yükü hafifletmek, vurmak sureti ile eziyet i terk etmek gibi yollarla hayvanın gözetilmesi de merhametin kapsamı içerisindedir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Cibril bana komşuyu o kadar tavsiye edip durdu ki sonunda onu mirasçı kılacak sandım." Diğer tahric edenler: Ebû Dâvûd, Akdıyye; Tirmizi Birr
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Cibril bana komşuyu o kadar tavsiye edip durdu ki, sonunda onu mirasçı kılacağını zannettim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cibril bana komşuyu o kadar çok tavsiye edip durdu ki, sonunda onu mirasçı kılacağını zannettim." Yani Cibril'in, Allah'tan aldığı emir üzere komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim. Burada mirasçı kılmaktan maksadın ne olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Akrabalar ile birlikte ona da verilecek bir pay tayin edilmek suretiyle malda onun ortak edileceği anlamında olduğu söylenmiştir. Bu husustaki haber, böyle bir mirasçı kılmanın gerçekleşmediğini de ortaya koymaktadır. İbn Ebi Cemra dedi ki: Komşu (el-car) lafzı Müslümanı da, kafiri de, abidi de, fasıkı da, arkadaşı da, düşmanı da, yabancıyı da, hemşeriyi de, faydalıyı da, zararlıyı da, yakını da, uzağı da, evi daha yakın olanı da, daha uzak olanı da kapsar. Komşunun, biri diğerinden daha üstün pek çok mertebesi vardır. Bunun en yüksek mertebede olanı, kendisinde ilk olarak sayılan bütün niteliklerin bulunduğu şahıstır. Sonra da daha çok bulunan daha önde gelir ve yalnızca bu niteliklerden sadece birisini taşıyana kadar iner. Abdullah İbn Amr -hadisi rivayet edenlerden birisidir- bunu genel anlamı ile yorumlamıştır. Bu sebeple kendisi için bir koyun kesildiğinde o koyundan Yahudi komşusuna hediye verilmesini emretmiştir. Bu rivayet i Buhari, el-Edebu'lMüfred'de ve hasen olduğunu belirterek Tirmizi rivayet etmiştir. Sözünü ettiğim bu hususlara Taberani'nin rivayet ettiği merfu bir hadiste işaret edilmiş bulunmaktadır: "Cabir r.a., Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Komşular üç türlüdür. Bir komşu vardır ki tek bir hakkı vardır, bu da müşrik olandır. Bunun yalnızca komşuluk hakkı vardır. Bir komşu da vardır ki iki hakkı bulunmaktadır. Bu da komşuluk hakkı ile İslam hakkı bulunan kimsedir. Bir komşu da vardır ki üç hakkı vardır. Bu da akrabalık bağı bulunan Müslüman (komşu) kişidir. Bunun komşuluk, Müslüman olmak ve akrabalık hakları vardır." Şeyh Ebu Muhammed İbn Ebi Cemra dedi ki: Komşu haklarının korunması, imanın kemalindendir. Cahiliye dönemi insanları da bu hakka dikkat eder ve korurlardı. Komşu hakkına riayet etmeye dair emre uymak hediye, selam, onunla karşılaşıldığı vakit güler yüz göstermek, halini kollamak, ihtiyaç duyduğu hallerde ona yardımcı olmak ve buna benzer güç çerçevesinde ona çeşitli yollarla iyiliklerde bulunmakla gerçekleşir. Aynı şekild maddi ya da manevi türlü eziyetıerin ona ulaşmasına neden olacak sebepleri önlemek de böyledir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem -bir sonraki hadiste geleceği üzere- kötülüklerinden yana komşusu emin olmayan kimsenin imanının olmayacağını söylemiştir. Bu ise komşunun hakkının büyüklüğünü ortaya koyan, mübalağa yollu bir ifade olup ona zarar vermenin büyük günahlardan olduğunu göstermektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Şureyh'ten rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ederim iman etmiş olmaz, Allah'a yemin ederim iman etmiş olmaz, Allah'a yemin ederim iman etmiş olmaz. Kim ey Allah'ın Rasulü, diye' soruldu. O: Komşusu sıkıntılarından yana emin olmayan kimse, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Komşusu sıkıntılarından yana emin olmayan kimsenin günahı." Burada (sıkıntılar anlamı verilen) el-bevaik: "baikatun"un çoğulu olup musibet ve helak eden şey ile ansızın gelen oldukça zorlu, sıkıntılı iş, demektir. İbn Battal dedi ki: Bu hadis, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu hususa dair yemini ve yeminini üç defa tekrarlaması dolayısıyla, komşunun hakkını oldukça vurgu lu bir şekilde dile getirmektedir. Söz ve fiil ile komşusuna eziyet veren kimse hakkında imanın sözkonusu olmayacağı belirtilmektedir. Maksat ise kamil imandır. Şüphesiz ki isyankar olan kimsenin imanı kamil değildir. İbn Ebi Cemra dedi ki: Kişinin kendisi ile komşusu arasında engel bulunmakla birlikte komşunun hakkını vurguladığına, bu hakkın korunmasını ve ona hayır yapmayı, ona zarar verecek sebeplerden sakınmayı emrettiğine göre, kişinin kendisi ile kendileri arasında herhangi bir duvar ve engel bulunmayan iki koruyucu meleğin de hakkına riayet etmesi, zaman geçtikçe emirlere aykırı işler yapmak suretiyle onlara eziyet vermemesi gerekir. Çünkü rivayetlerde belirtildiğine göre iyiliklerin yapılması sebebiyle o iki melek sevinir ve kötülüklerin işlenmesi sebebiyle üzülürler. O halde onların bu hallerine riayet etmek ve pek çok itaatli ameller işlemek, masiyetlerden ısrarla kaçınmak suretiyle onların bu hallerini dikkate almak gerekir. Çünkü birçok komşuya göre onların haklarına riayet etmek daha önceliklidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Müslüman kadınlar, hiçbir komşu komşusuna vereceği hediyeyi -vereceği hediye bir koyun ayağı dahi olsa- küçük görmesin, derdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Koyun ayağı". Buna dair yeterli açıklamalar daha önce Hibe bölümünde(2566.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Yani hiçbir kadın komşusuna vereceği hediyeyi küçük görmesin. Vereceği o hediye çoğunlukla kendisiyle yararlanılmayacak bir şey olsa bile. Bu da tarafların birbirlerini sevip sevgilerini pekiştirmelerine kinaye yoluyla bir teşviktir. Her bir komşu çok önemsiz dahi olsa komşusuna hediye vermek suretiyle sevgisini göstersin, artırsın, demiş gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre (r.a.)'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Aııah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse komşusuna eziyet vermesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse ya hayır söylesin yahut sussun." Diğer tahric edenler: Tirmizi Kıyame; Müslim, İman
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Şureyh el-Adevı'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in konuşup da şöyle buyurduğunu kulaklarım duydu, gözlerim gördü: Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna ikram etsin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine caizesini ikram etsin. -Ey Allah'ın Rasulü, caizesi nedir, diye sorulunca, o: Bir gün ve bir gece, buyurdu. Ziyafet ise üç gündür. Artık bundan sonrası o misafire bir sadakadır. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse de ya hayır söylesin yahut sussun. " Tekrar: 6135 ve 6476 Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse". İman eden sözünden maksat, kamil imandır. Özellikle Allah'a ve ahiret gününe imanı sözkonusu etmesi, insan hayatının başlangıcına ve ölümden sonra dirilişine bir işarettir. Yani kendisini yaratan Allah'a ve o Allah'ın, amelinin karşılığını kendisine vereceğine iman eden bir kimse sözü geçen bu güzel işleri yapıversin. "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin." Yüce Allah'ın izniyle açıklaması, elli küsur başlık sonra "misafire ikram" başlığında (6135.hadiste) gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe'den, dedi ki: "Ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim iki komşum var. Hangisine hediye vereyim, diye sordum. O: Kapısı sana daha yakın olanlarına, buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Komşuluk hakkı kapı yakınlığına göredir." Denildiğine göre bundaki hikmet, daha yakın olan kimsenin, komşusunun evine giren hediye ve benzeri şeyleri görerek daha uzakta olanın aksine gözünün de bunlara meyletmesi dolayısı iledir. Diğer taraftan daha yakın olan kimsenin, komşusunun başına gelen sıkıntılı ve zorlu hallere yetişmesi -özellikle de haberdar olmanın zor olduğu zamanlardadaha hızlı ve çabuk olur. İbn Ebi Cemra dedi ki: Daha yakın olana hediye vermek mendubdur. Çünkü hediye aslında farz bir şey değildir. Dolayısıyla bunda sıralama da farz olmaz. Hadisten, daha üstün olana göre am el etmenin daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ilmin amelden önce geldiği de anlaşılmaktadır. Komşuluğun sınırları hakkında görüş ayrılığı vardır. Ali r.a. "ezan sesini işiten kimse, komşudur" demiştir. "Seninle birlikte mescidde sabah namazını kılan kimse, komşudur" diye de tanımlanmıştır. Aişe'den rivayete göre de "komşuluğun sının her cihetten kırkar evdir." el-Evzai'den de buna benzer bir görüş rivayet edilmiştir. Buhari de el-Edebu'l-Müfred'de bunun benzerini el-Hasen'den rivayet etmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdullah r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Her maruf (iyilik) bir sadakadır" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Ebi Burde İbn Ebi Musa el-Eş'arı'den, o babasından, o dedesinden, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Her Müslümana bir sadaka düşer. Ashab: Ya bulamazsa, diye sordu. Allah Rasulü: Eliyle çalışır, hem kendisine faydası dokunur, hem tasadduk eder, buyurdu. Ashab: Eğer gücü yetmezse ya da böyle yapmazsa, diye sordular. Allah Rasulü: Bunaimış derecedeki ihtiyaç sahibi kimseye yardım eder, buyurdu. Ashab: Eğer yapmazsa diye sordular. Allah Rasulü: O halde iyiliği emretsin -yahut: marufu emretsin- buyurdu. Ashab: Eğer bunu da yapmazsa diye sordu. Allah Rasulü: Şer işlemekten kendisini alıkoyar. Şüphesiz ki bu, onun için bir sadakadır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Her bir maruf (bir iyilik) bir sadakadır." İbn Battal dedi ki: Bu hadis, kişinin hayır namına yaptığı her bir işin yahut söylediği her bir sözün karşılığında ona bir sadaka yazılacağına delildir. İbn Ebi Cemra dedi ki: "Maruf" adı, şeriatin delilleri ile iyiliğin amellerinden olduğu bilinen her şeyin ismidir. Adeten bu işin böyle olup olmaması arasında fark yoktur. Sadakadan maksat ise sevaptır. Eğer bu işle birlikte niyet de olursa sahibi kesin olarak ecir alır, değilse ecir alması ihtimali vardır. (Devamla) dedi ki: İşte bu, sözde sadakanın sadece hissedilir maddi işlere munhasır olmadığına da işaret etmektedir. Mesela, sadaka vermek, sadece varlıklı kimselere ait bir imkan değildir. Aksine herkes çoğu hallerde herhangi bir zorlukla da karşılaşmaksızın onu yapabilecek gücü bulabilir. Hadisteki "her Müslüman üzerinde bir sadaka vardır" ifadesi, mekarim-i ahlak hususunda böyle bir yükümlülük vardır, demektir. Yoksa bu, icma' ile bir farz değildir. İbn Battal dedi ki: Sadakanın asıl anlamı, kişinin malından tatawu olmak üzere çıkarıp verdiğidir. Kişinin yaptığı bu işle, sadakati isabet ettirmek üzere vacip (farz) olan hakkında da kullanılır. Kişinin hakkından olmakla birlikte kendisi ile başkasını kollayıp gözettiği her bir şeye sadaka denilir. Çünkü o, bu yolla kendisine tasaddukta bulunmuş olur. İbn Battal dedi ki: Bu hadiste çalışıp kazanmaya da dikkat çekilmektedir. Böylelikle kişi kendisine gerekli harcamaları yapacak ve kazancından tasaddukta bulunacak, dilenmenin zilletinden de kendisini kurtarmış olacak. Hadis ayrıca mümkün olduğu kadar hayır işlemeye ve bu hayırlardan herhangi bir işe yönelip de onda zorlukla karşılaşırsa bir başkasına geçmesine, başkasına yönelmesine de bir teşvik vardır. "Eğer" acizliğinden yahut tembelliğinden "yapamazsa" demektir. "Eğer yapamazsa, diye sordular. Allah Rasulü: Şer işlemekten kendisini alıkoysun ... buyurdu." İbn Battal dedi ki: Bu hadiste kelamcılar arasından bir işi terk etmek amel değildir, diyenlerin aksine terkin, kul için bir amel ve bir kesb ifade ettiğini kabul eden kimseler lehine bir delil vardır. el-Mühelleblden de diğer hadisin bir benzeri şöylece naklediimiştir: "Kim bir kötülük yapmak isteyip de onu yapmayacak olursa, ona bir hasene olarak yazılır." Derim ki: Bu hadisin şerhine dair açıklamalar ileride Rikak bölümünde gelecektir. Buna göre "hasene, kötülük işlemeyi kararlaştırıp da, onu yüce Allah için terk edip işlememesi halinde iyilik olarak yazılır." İşte o vakit böyle bir terk de amele dönüşür ve bu da kalbin bir fiili demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy İbn Hatim'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ateş'i söz konusu etti, ondan Allah'a sığındı ve yüzünü öbür tarafa çevirdi. Sonra yine ateşi söz konusu etti, ondan Allah'a sığındı ve yüzünü öbür tarafa çevirdi." Şu'be dedi ki: Bunu iki kere sözkonusu ettiğinden şüphe etmiyorum. Sonra şöyle buyurdu: "Bir hurmanın yarısı ile dahi olsa ateşten korunmaya bakınız. Eğer o da olmazsa güzel bir söz ile bunu yapınız." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hoş ve güzel söz". (Bu anlamdaki) et-Tayyib: Duyuların lezzet aldığı şey demektir. Bu da bağlı olduğu şeyin farklılığına göre değişiklik arzeder. İbn Battal dedi ki: Hoş söz, iyilik yapmanın en üstün şekillerindendir. Çünkü yüce Allah: "Sen en güzel şekilde defet. "(Fussilet, 34) diye buyurmuştur. Defetmek ise bazen fiil ile olabildiği gibi, söz ile de olur. "Ebu Hureyre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellemiden: Hoş söz bir sadakadır, dediğini rivayet etmektedir." İbn Battal dedi ki: Hoş sözün sadaka olması şöyle açıklanır: Mal vermek kendisine mal verilen kişinin kalbini sevindirir ve kalbinde beslediği kötü duyguları alıp götürür. Hoş söz de böyledir. Bu bakımdan her ikisi arasında benzerlik vardır. Daha sonra Adiy İbn Hatim'in hadisini zikretmektedir ki bu hadiste: "Bir hurmanın yarısı ile dahi olsa kendinizi ateşten koruyunuz" buyurulmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anhi\'dan, dedi ki: "Yahudilerden bir topluluk Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girerek: es-Samu aleykum, dediler. Aişe de: Ben onların sözlerinin anlamını kavrayıverdim. Bu sebeple: Ve aleykumussamu ve'I-la'netu: Sam da, lanet de sizin üzerinize olsun dedim, dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Yavaş ol ey Aişe! Şüphesiz Allah bütün işlerde rıfkı (yumuşaklığı) sever, buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü ne söylediklerini işitmedin mi, dedim. Allah Rasulü: Sizin de üzerinize olsun dedim ya, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayete göre, bir bedevi mescidde küçük abdestini bozdu. Ashab onun üzerine gitmek üzere ayağa kalktılar. Bu sefer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Onun ihtiyaç gidermesini yarıda kesmeyin, buyurdu. Sonra bir kova su getirilmesini istedi ve o suyu onun sidiği üzerine döktü." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bütün işlerde yumuşaklık". Rıfk, söz ve fiil ile yumuşak davranmak ve daha kolayolanı yapmak demektir. Öngörülen, zorun ve şiddetin zıttıdır. Hadis Taharet bölümündes7 açıklanmış bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Mu'min, mu'min için bir bina gibidir. Biri diğerinin gücünü artırır, buyurduktan sonra parmaklarını birbirine geçirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına bir dilenci -yahut bir ihtiyaç sahibi- geldiği vakit: "Şefaat edin, size ecir verilsin. Allah da Rasulünün dili üzere dilediği hükmü versin" derdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Kim güzel bir şefaatte bulunursa ondan kendisine bir pay vardır. Kim de kötü bir şefaatte bulunursa ondan kendisine bir pay vardır. "(Nisa, 85) buyruğundan itibaren yüce Allah'ın: "Allah her şeye Mukittir" buyruğuna kadar musannıf (Buhari), -bundan önce zikretmiş olduğu- hadisi bu başlık altında da zikrederek, şefaat için sözkonusu olan ecrin genelolmadığına, aksine şefaatin, hakkında caiz olduğu işlere has (özgü) olduğuna işaret etmek istemiştir. Bu da iyi ve güzel işler için yapılan şefaattir. Bunun ölçüsü ise şeriatın hakkında izin vermiş olduğu şeylerdir. İzin olmayan şeyler değildir. Nitekim ayet de buna delil teşkil etmektedir. Taberi sahih bir senedIe Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bu, insanların birbirleri hakkında şefaat etmeleri ile ilgilidir. Bu açıklamanın hülasası da şudur: Hayır bir iş için herhangi bir kimse lehine şefaatte (iltimasta) bulunan bir kimsenin de ecirden bir payı vardır. Başkasına batıl bir şey için şefaatte bulunan kimsenin de vebalden bir payı vardır. Güzel şefaatin, mu'min kimseye dua etmek, kötü şefaatin ise ona beddua etmek olduğu da söylenmiştir. "Kifl, pay demektiL" Bu, Ebu Ubeyde'nin bir tefsiridir. el-Hasen ve Katade el-kifl, günah ve vebal demektir, derler. Buhari ise "kifl" lafzının payanlamına kullanıldığını anlatmak istemiştir. Aynı şekilde bu lafız kullanılarak ecir de kastedilebilir. Nisa suresindeki ayet-i kerimede ceza, Hachd suresindeki ayette de ecir ve mükafat anlamındadır
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan dedi ki: "Abdullah İbn Amr, Muaviye ile Kufe'ye geldiğinde biz de Abdullah'ın huzuruna girdik. O Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i zikrederek: Allah Rasulü, ölçüyü kaçıran birisi de değildi, ölçünün dışına çıkmak için kendisini zorlayan birisi de değildi, dedi. Ayrıca şunları ekledi: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphesiz aranızda ahlakı en güzelolanlarınız sizin en hayırlılarınızdandır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayete göre; "Yahudiler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: es-Samu aleykum dediler. Buna karşılık Aişe: Aleykum (ölüm asıl üzerinize olsun), Allah sizi lanetlesin ve Allah size gazap etsin, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Yavaş ol ey Aişe, yumuşak davranmaya bak, şiddetten ve çirkinlikten de sakın, buyurdu. Aişe: Söylediklerini duymadın mı, diye sordu. Allah Rasulü de: Ya sen benim ne söylediğimi duymadın mı? Ben onlara karşılık verdim. Benim onlar hakkında söylediğim şeyler kabulolunur ama onların benim için söyledikleri kabul olunmaz, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çok söven, haddi aşan, çok lanet eden birisi değildi. Herhangi birimize sitem ettiğinde: Ne oluyor ona, alnı toprağa değesice derdi." Bu Hadis 6046 numara ile var
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe'den rivayete göre; "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek üzere izin istemişti. Allah Rasulü onu görünce: Bu, aşiretin ne kötü kardeşidir, aşiretin ne kötü oğludur, buyurdu. Adam gelip oturunca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona güler yüz gösterdi ve ona yumuşak sözler söyleyip rahatlattı. Adam ayrılıp gidince Aişe ona: Ey Allah'ın Rasulü, sen o adamı görünce onun için şunları şunları söyledin. Daha sonra ise onu güler yüzle karşıladın ve yumuşak sözler söyledin, dedi. Buna karşılık Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Aişe, sen benim ne zamandan beri çirkin davrandığımı biliyorsun? Şüphesiz kıyamet gününde, Allah nezdinde konumu insanlar arasında en kötü olan kişi, başkalarının, şerrinden korunmak için kendisini terk ettiği kimsedir, buyurdu." Bu Hadis 6054 ve 6131 numara ile de var. Fethu'l-Bari Açıklaması: "el-Mütefahhiş: Ölçünün dışına çıkmak için kendisini zorlayan kimse." Kötülüğü işlemeye kasteden, bunu çok yapan ve bunun için kendisini zorlayan kimse demektir. "Ne oluyor ona! Alnı toprağa değesice." ed-Davudl dedi ki: "Teribe cebinuhu: Alnı toprağa değesice" sözü, Arapların söyleyegeldikleri bir sözdür. Alnı yere düşsün demektir. Bu da onların "rağime enfuhu: burnu toprağa sürtünsün" sözlerine benzer, fakat "alnı toprağa değesice" ifadesinin anlamı kastedilmemektedir. Aksine bu da daha önce geçen "teribet yeminuke: sağ eli toprağa bulansın" sözü ile ilgili açıklamalara benzer. Yani bu, dilde kullanılmakla birlikte gerçek anlamı kastedilmeyen bir sözdür. "Oturunca ona güler yüz gösterdi." el-Hattabi dedi ki: Bu hadis-i şerif hem ilmi, hem de edebi bir arada ihtiva etmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmeti hakkında isim belirterek söylediği ve kendilerine izafe ettiği hoş olmayan hususlarda gıybet sayılacak bir taraf yoktur. Gıybet, ancak ümmetin fertlerinin birbirleri hakkında söyledikleri şeylerde sözkonusu olur. Bundan dolayı Nebiin görevi bu hususu beyan etmek, bunu açıkça ifade edip insanlara o kimsenin gerçek yüzünü tanıtmaktır. Böyle bir tutum ümmetine nasihat ve şefkat göstermek kabilindendir ama onun tabiatında bulunan kerem ve ona verilmiş bulunan güzel ahlak sebebiyle bu kişiye karşı güler yüz göstermiş, bu durumda olan kimselerin şerrinden korunmak ve kotülüklerinden, gailelerinden kurtulmak için onları idare etmek hususunda, ümmetinin de kendisine uyması için, o kimseye hoş olmayan bir şekilde karşılık vermemiştir. Derim ki: el-Hattabi'nin ifadelerinin zahirinden anlaşıldığına göre bu, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in özelliklerinden birisi olmalıdır. Oysa durum böyle değildir. Aksine bir şahsın herhangi bir halini bilip başkasının da onun dışa yansıyan güzel görünüşüne aldanarak, sakıncalı ve tehlikeli herhangi bir hale düşeceğinden korkan herkesin, karşısındakine nasihatta bulunmak maksadı ile o kişiden sakındırarak bildiği hususu bildirmesi gerekir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir özelliği olarak görülmesi mümkün olan ise, haline bakılarak aldanılması mümkün olan kimsenin gerçek durumu, -daha önce onun haline aldanmış olan bir kimsenin Nebii haberdar etmesine gerek kalmadan- açıklanır, Nebi de aldanması mümkün olan kimseye o şerli kimsenin halini haber verir ve böylece, vaktiyle o kimseden kötülük görmüş olan kimsenin, başkasının o kişinin şerrinden korunmasını sağlamak üzere nasihat etmesine gerek kalmaz. Oysa Nebi olmayan kimseler böyle değildir. Nebi olmayan bir kimsenin bir kişiyi yermesinin caiz olması, kendisine nasihat etmek isteyen kimseden söz ya da fiil ile durumu tahkik etmesine bağlıdır. Kurtubi der ki: Hadiste açıkça fasıklık eden yahut hayasızca işler yapan ve buna benzer hüküm verirken haksızlık yapan, bid'ate davet edip onun propagandasını yapan kimsenin gıybetinin yapılmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte böylelerinin şerlerinden sakınmak için onları idare etmek de caizdir. Elverirki bu, Allah'ın dini hususunda onlara müdahale derecesine götürmesin. Daha sonra Iyad'a uyarak şunları söylemektedir: Müdarat ile müdahene arasındaki farka gelince: Müdarat (idare etmek), dünyanın yahut dinin ya da her ikisinin birlikte hallerinin düzelmesi için dünyalığı feda etmektir. Bu mubahtır, bazen müstehap dahi olabilir. Müdahene ise, dünya halinin düzelmesi için dini olanı terk etmektir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise böyle bir kimseye dünyalık olarak onunla güzel geçimi, yumuşak konuşmayı feda etmiş, bununla birlikte sözlü olarak da onu övmemiştir. Dolayısıyla onun hakkında söyledikleri ile yaptıkları arasında çelişki bulunmamıştır. Nebiin o kimse hakkında söyledikleri haktır. Ona yaptıkları ise güzel bir şekilde geçinmektir. İşte bu açıklama ile birlikte yüce Allah'a hamdolsun ki açıklanması zor bir taraf kalmamaktadır. İyad der ki: Uyeyne -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- henüz daha Müslüman olmamıştı. Dolayısıyla onun hakkında söylenen sözler gıybet olmazdı. Yahut Müslüman olmakla birlikte İslam'a girişi henüz samimi ve katıksız değildi. Nebi s.a.v. onun iç dünyasını bilmeyen kimselerin ona aldanmaması için bu hususa açıklık getirmek istemişti. Nitekim Uyeyne, Nebi s.a.v. hayatta iken de, onun vefatından sonra da imanının zayıflığına delilolacak birtakım tutumlar sergilemişti. Bu durumda Nebi s.a.v.'in onu niteleyici ifadeleri nübüvvetin alametleri arasında sayılır. İçeri girdikten sonra onunla yumuşak sözle konuşmaya gelince, b.ı.ı da onun kalbini ısındırmak için idi. Daha sonra, az önce geçen açıklamaların bir benzerini zikretmektedir. İşte bu hadis, karşıdakini idare etmek, kafirlerin, fasıkların ve benzerlerinin gıybetini yapmanın caiz oluşu hakkında asli bir dayanaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten. dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların en güzeli, insanların en cömerdi, insanların en kahramanı idi. Bir gece Medine halkı korkmuştu da insanlar sesin geldiği tarafa doğru koşuşmuşlardl. Onlar giderken karşılarına Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çıkıverdi. Çünkü sese doğru diğer İnsanlardan önce o gitmişti. Onunla karşılaştıklarında da o: Korkmayın, korkmayın, diyordu. O sırada kendisi Ebu Talha'ya ait üzerinde eğer takımı bulunmayan çıplak bir atın üzerinde idi. Boynunda da bir kılıç asılı duruyordu. (Ebu Talha'ya): And olsun ben bunu bir deniz buldum, yahut: Şüphesiz ki o bir denizdir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir r.a.'dan dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den bir şey istenmiş de: Hayır dediği asla görülmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesrukıtan, dedi ki: "Abdullah İbn Amr'ın yanında oturuyorduk. O da bize hadis naklediyordu. Bu arada şunları söyledi: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisi ölçüyü kaçırmayan ve ölçünün dışına çıkmak için kendisini zorlamayan birisi idi. O devamlı: Sizin en hayırlılarınız ahlakı en güzel olanlarınızdır, derdi
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'dan, dedi ki: "Bir kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir burde (alt üst birtakım elbise) getirip geldi. -Sehl yanında bulunanlara: Burdenin ne olduğunu biliyor musunuz, diye sordu. Yanında bulunanlar: Burde şemle (denilen bir giyecek)dir, dediler. Sehl bunun üzerine: Burde saçakları bulunan dokunmuş bir şemledir, dedi.- (Burdeyi getiren kadın): Ey Allah'ın Rasulü, bu burdeyi giyinmen için sana veriyorum, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O burdeye ihtiyacı olduğu için onu aldı ve giyindi. Sahabeden bir adam, o burdeyi üzerinde görünce: Ey Allah'ın Rasulü, bu ne kadar da güzel, giyeyim diye bana verir misin, dedi. Allah Rasulü: Tabii, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalkıp gidince, arkadaşları onu kınadılar ve: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in O burdeye ihtiyacı olduğu için onu aldığını gördün, sonra da ondan onu istemekle güzel bir şey yapmadın. Çünkü sen de biliyorsun ki ondan bir şey istendi mi onu vermemezlik etmez, dediler. Bunun üzerine adam: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu giyince, ben de onun bereketinden yararlanmayı ümit ederek belki onunla kefenlenirim, diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Zaman yakınlaşacak, amel eksilecek, aşırı cimrilik (kalplere) bırakılacak. Herc de çoğalacak. Ashab: Herc nedir, diye sordu. Allah Rasulü: Öldürmektir, öldürmektir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e on yıl hizmet ettim. Bana ne öf, ne niye yaptın, ne de niye yapmadın, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Güzel ahlak, cömertlik ve cimriliğin hoş görülmemesi." Bu başlık altında bu üç hususu bir arada zikretmiş bulunmaktadır. Çünkü cömertlik güzel ahlak arasında sayılır. Hatta güzel huyların en büyüklerindendir. Cimrilik ise onun zıttıdır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: "Allah'ım, yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi, ahlakımı da güzelleştir" diye dua ederdi. Bunu Ahmed rivayet etmiş olup İbn Hibban sahih olduğunu söylemiştir. Müslim'in naklettiği "iftitah duası"na dair Ali'nin rivayet ettiği uzunca hadiste şöyle denilmektedir: "Ve sen beni en güzel ahlaka ilet. Ona da senden başka hiç kimse iletemez." Kurtubi, el-Mufhim adlı eserinde şöyle diyor: Ahlak, insanın başkası ile ilişkilerinde sahip olduğu niteliklere denilir. Bu nitelikler övülen ve yerilen kısımlarına ayrılır. Övülenler özetle kendi aleyhine dahi olsa başkasının yanında yer alarak kendindeki hakkı alıp vermek fakat kendi nefsin için başkasından hak istemeye kalkışmamaktır. Bunun etraflı bir şekilde dökümü de şöyledir: Affetmek, hilim göstermek (cahilce davranışları bağışlayıp intikam almaya kalkışmamak), cömertlik, sabır, eziyetlere tahammül, merhamet, şefkat, ihtiyaçları karşılamak, sevgi göstermek, yumuşak davranmak ve benzeri hallerdir. Yerilen huylar ise bunların zıttıdır. Cömertlik (seha) de cCıd (cömertlik) ile aynı anlamdadır. Bu da sahip olunup saklanılan bir şeyi karşılıksız olarak vermektir. Cömertliğin güzel ahlaka atfedilmesi ise özelin genele atfedilmesi kabilindendir. Müfred olarak zikredilmesi ise şanının yüceliğine dikkat çekmek içindir. "İbn Abbas dedi ki: Nebi s.a.v. insanların en cömerdi idi." Buna dair açıklamalar daha önce Oruç bölümünde (1902.hadiste) geçmişti. Başlıkta yer alan üçüncü hadis (6033 nolu hadis)te geçen: "Nebi s.a.v. insanların en güzeli idi" ifadesi hem yaratılış, hem ahlak itibariyle en güzeli idi, demektir. "İnsanların en cömerdi idi" ifadesi, verebildiği şeyleri karşılıksız en çok veren kimseydi demektir. "İnsanların en kahramanı idi." Yani kaçmamakla birlikte herkesten çok en ileri atılan idi. Sözü geçen bu hadisin şerhi: "Medine halkı korkmuştu." Yani geceleyin bir ses işitmişler, bir düşmanın kendilerine hücum edeceğinden korkmuşlardı. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları karşıladı. Çünkü o diğer insanlardan önce sesin geldiği tarafa gitmişti." Yani o onlardan önce gitmiş, durumun mahiyetini açıkça öğrenmiş ve korkulacak bir şeyolmadığını görüp, geri dönüp onları teskin etmeye başlamıştı. "Korkmayınız" lafzı ise karşıdakinin korkusunu teskin etmek, onu yatıştırmak ve muhatap kimseye karşı yumuşaklığını izhar etmek için söylenen bir sözdür. "Ölçüyü kaçıran değildi." Bu hadiste: "Şüphesiz sizin en hayırlılarınız ahlakı en güzel olanlarınızdır" ifadesi de geçmektedir. Ebu Ya'la, Enes'ten Nebie şu hadisi merfu olarak zikretmiştir: "mu'minler arasında imanı en kamil olanlar ahlakı en güzelolanlardır." Tirmizi de, Cabir'den Nebi s.a.v.'in şu buyruğunu rivayet etmektedir: "Aranızda ahlakı en güzelolanlarınız aranızda en çok sevdiğim kimselerden ve kıyamet gününde oturacağı meclisi bana en yakın olacak olanlarınızdandırlar." Hadisi Buh21.ri de el-Edebu'I-Müfred adlı eserinde zikretmiştir. Yine Buhari el-Edebu'I-Müfredlde, İbn Hibban, Hakim ve Taberani de Usame İbn Şeriklten şu hadisi rivayet etmektedirler: "Ashab: Ey Aııah'ın Rasulü! Allah'ın kulları arasında, Allah'ın en sevdiği kimlerdir, diye sordular. Aııah Rasulü: Ahlak itibariyle en güzelleri olanlardır, buyurdu." Yine ondan gelen bir başka rivayette şöyle denilmektedir: "İnsana verilen en hayırlı şey nedir (diye soruldu). Allah Rasulü: Güzel ahlaktır, buyurdu." Güzel ahlaka dair sahih hadislerden birisi de en-Newas İbn Sem'an'ın rivayet ettiği, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Birr (iyilik) güzel ahlaktır" hadisidir. Bu hadisi Müslim ve el-Edebu'I-Müfred'de Buhari rivayet etmiştir. Ebu'd-Derda'nın rivayet ettiği hadiste de Nebi efendimiz şöyle buyurmuştur: "Güzel ahlaktan daha çok mizanda ağır basacak hiçbir şey yoktur." Bu hadisi Buhari el-Edebu'I-Müfred'de, Ebu Davud, sahih olduğunu belirterek Tirmizi ve İbn Hibban da rivayet etmişlerdir. Bu hadiste Tirmizi -ki el-Bezzar'da da vardır- bu fazlalığı da zikretmektedir: "Şüphesiz güzel ahlak sahibi (güzel ahlakı sayesinde) oruç tutan, namaz kılan kimsenin mertebesine kadar ulaşır." Tirmizi ve İbn Hibban -ki sahih olduğunu da belirtirler- aynı zamanda Buhari'nin el-Edebu'I-Müfred'inde de yer alan Ebu Hureyre yoluyla gelen hadiste şöyle denilmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e insanların cennete girmelerine en çok neyin sebep olduğuna dair soru soruldu. O: Allah'a karşı takvalı olmak ve güzel ahlak, diye cevap verdi." el-Bezzar hasen bir sened ile Ebu Hureyre'den, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sizin mallarınız (gönüllerini hoş etmek için) bütün insanlara asla yetişemez. Fakat sizin göstereceğiniz güler yüz ve güzel ahlak ile hepsine yetişebilirsiniz." Bu hususta hadisler pek çoktur. Altıncı hadis (6036 nolu hadis) Sehl İbn Sa 'd radıyalliihu anh'ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verilen burdeyi bir sahabinin kefeni olması için istemesi olayı ile ilgilidir. Bu hadisin bu başlıkta zikredilmesinden maksat ise, o burdeyi isteyen kimseye, hazır bulunan sahabilerin: "Sen ondan o burdeyi istedin, oysa onun kendisinden bir şey isteyene vermezlik etmediğini de biliyorsun" şeklindeki sözleridir. Hadisin yeteri kadar şerhi Cenazeler bölümünün baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır. "Ne niye yaptın, ne de niye yapmadın, dedi." Bu hadisten, geçmiş işler dolayısıyla sitemde bulunmama yolunun seçilmesinin uygunluğu anlaşılmaktadır. Çünkü gerek duyulması halinde işin yeniden yapılabilme imkanı vardır. Dilin azarlamaktan, yermekten uzak tutulmasının faydası ise, hizmetçiye sitemde bulunmayı terk etmek suretiyle kalbini kazanmak, ısındırmaktır. Bütün bunlar kişinin kendi payı ile ilgili olan hususlardadır, ama şer'an yapılması gerekli olan hususlarda herhangi bir müsamaha sözkonusu olmaz. Çünkü bunlar (bu gibi hallerde gerekeni söylemek) iyiliği emredip kötülükten alıkoymak kabilinden olur
- Bāb: ...
- باب ...
Esved'den, dedi ki: "Aişe'ye: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ailesi arasında ne yapardı, diye sordum. O: Kendi ailesinin işlerini görürdü. Namaz vakti geldi mi kalkar namaza giderdi, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Aişe'den gelen Ahmed'in, İbn Sa'd'ın ve sahih olduğunu belirterek İbn Hibban'ın rivayet ettiği Hişam İbn Urve'den, onun da babasından diye naklettiği bir başka hadis de vardır: "Ben Aişe'ye: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem evinde ne yapardı, diye sordum. o: Elbisesini diker, ayakkabısını tamir eder ve erkeklerin evlerinde yaptıklarını yapardı, dedi." İbn Hibban'ın bir rivayetinde de: "Sizden herhangi birinizin evinde yaptığını yapardı" şeklindedir. İbn Hibban'ın ve Ahmed'in, ez-Zührı'den, onun Urve'den, onun Aişe'den diye naklettiği rivayette de şöyle denilmektedir: "Ayakkabısını tamir eder, elbisesini diker, kovasını yamalardı." Yine İbn Hibban, Muaviye İbn Salih yoluyla, o Yahya İbn Said'den, o Amre'den, o Aişe'den şu lafızia bir rivayeti zikretmektedir: "O ancak insanlardan bir insandı. Kendi elbisesini ayıklar, koyununu sağar, kendi işini kendisi görürdü." Bu hadisi Tirmizi eş-Şemail'de ve el-Bezzar da rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bu hadis Yahya'dan, o el-Kasım'dan, o Aişe'den diye de rivayet edildiği gibi, Yahya'dan, o Humeyd el-Mekki'den, o Mücahid'den, o Aişe'den diye de rivayet edilmiştir. Harise İbn Ebi'r-Rical'in, Amre'den, onun Aişe'den, onun da Ebu Sa'd'den diye gelen rivayetinde şöyle denilmektedir: "İnsanların en yumuşağı, insanların en cömerdi idi. O sizin adamlarınızdan bir adam idi. Ancak o çokça gülümserdi." İbn Battal dedi ki: Alçak gönüllülük, nimetlerden çokça yararlanmaktan uzak durmak, nefsi mihnetli işlerde çalıştırmak enbiyanın ahlakındandır. Böylelikle onların sünnetine uyulsun ve onların sünnetlerine uyanlar, yerilmiş olan refaha meyledip kendilerini kaptırmasın. Yüce Allah'ın: "Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak ve onlara azıcık bir mühlet ver."(Müzzemmil, 11) buyruğu ile bu halin yerildiğine işaret edilmiş bulunulmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah bir kulu sevdi mi Cibril'e: Şüphesiz Allah filanı sever. Bu sebeple sen de onu sev, diye nida eder. Bunun üzerine Cibril de o kişiyi sever. Sonra Cibril de semadakiler arasında: Şüphesiz Allah filanı sever, siz de onu seviniz, diye nida eder. Semadakiler de o kişiyi sever. Sonra da yerde bulunanlar arasında o kişiye (karşı) kabul (sevgi) yerleştirilir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sevgi Allah'tandır." Yani başlangıcı Allah'tandır. (Başlıktaki): "el-Mikatu" kelimesi sevgi demektir. Bu başlık, aslında başlıkta yer alan bu hadise yakın bir rivayette vaki olmuş bir ziyadenin lafzıdır, ama bu fazlalık Buhari'nin şartına uygun olmadığından adeti üzere başlıkta ona işaret etmiştir. Bu fazlalığı ile hadisi Ahmed ve Taberani, Ebu Umame'den Nebie ref ederek şöylece rivayet etmişlerdir: "Sevgi (el-mikatu) Allah'tandır, güzel bir şekilde anılış da semadandır. Allah bir kulu sevdi mi ... " deyip hadisi zikretmişlerdir. "Allah bir kulu sevdi mi". Bu hadisin bazı rivayet yollarında bu sevginin sebebi ve bununla neyin kastedildiği de zikredilmiştir. Sevban'ın rivayet ettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Şüphesiz kul yüce Allah'ın razı olacağı işleri araştırır, durur. O bu halini sürdürüp gider. Nihayet (yüce Allah) şöyle buyurur: Ey Cibril, benim filan kulum beni razı etmenin yollarını arıyor. Dikkat edin ki şüphesiz benim rahmetim onun hakkında galip gelmiştir." Bu hadisi Ahmed ve el-Evsat'ta Taberani rivayet etmişlerdir. Daha sonra er-Rikak bölümünde gelecek olan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis de buna şahitlik eder. Bu hadiste şu ifadeler geçmektedir: "Kul bana nafilelerle yaklaşıp durur ve nihayet onu severim ... " "Sonra da yerdekiler arasında o kişiye (karşı) kabul (sevgi) yerleştirilir." Bu başlıktaki hadiste geçen "kabul"den kasıt, kalplerin sevgi ile, ona meyletmekle ve ondan razı olmakla ona yönelmeleridir. Bu hadisten insanların birisini kalpten sevmelerinin, Allah'ın da o kimseyi sevdiğinin alameti olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce Cenazeler bölümünde geçmiş olan: "Sizler yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz"(1367.hadis) hadisi bunu desteklemektedir. Allah'ın sevgisinden maksat, kul için hayrı murat etmesi ve onun için sevabın has ıl olmasıdır. Meleklerin sevgisinden maksat, meleklerin o kimseye mağfiret, iki dünya hayrını dilemeleri, yüce Allah'a itaat eden ve onu seven bir kişi olduğundan ötürü de kalplerinin ona meyletmesidir. Kulların onu sevmeleri de onda hayır olduğuna inanmaları, mümkün olduğu kadar ona gelecek kötülükleri önlemek istemeleridir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: (Kul) imanın tadını ancak, sevdiğini yalnız Allah için sevdiği, -Allah kendisini (küfürden) kurtardıktan sonra- küfre dönmektense ateşe atılmayı daha çok istediği, Allah ve Rasulüne olan sevgisi onların dışındakilere sevgisinden daha üstün olduğu zaman alabilir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah için sevmek". Buhari bu başlıkta Enes'in rivayet ettiği hadisi zikretmektedir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önce İmanbölümünde(16 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Buradaki başlık ise Ebu Davud'un ve başkalarının Ebu Umame'den şu lafızia rivayet ettiği hadisin başlangıcıdır: "Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, imandandır." Şüphesiz bu hadisin başka rivayet yolları da vardır. Hadiste geçen: "Allah ve Rasulünü onların dışındaki her şeyden daha çok sevmek" buyruğunun anlamı da şudur: İmanı kemale ulaşan bir kimse, Allah'ın ve Rasulünün haklarının, kendisi üzerinde babasının, annesinin, çocuklarının, eşinin ve bütün insanların haklarından daha öncelikli ve tekidli olduğunu bilir. Çünkü sapıklıktan kurtulup hidayete erişmek, ateşten kurtulmak ancak Allah'ın lütfu ve Rasulünün tebliği ile mümkün olmuştur. Allah Rasulünü sevmenin belirtileri arasında sözle ve fiille onun dinine yardım etmeyi sevmesi, şeriatini koruyup himaye etmesi, onun ahlakı ile ahlaklanması da vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Süfyan'dan, o Hişam'dan, o babasından, o Abdullah İbn Zem'a'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kişiden dışarıya çıkan (sesten) dolayı bir kimsenin gülmesini nehyetmiş ve: Sizden herhangi biriniz ne diye hanımını erkek deveyi dövercesine döver? Sonra belki o kimse akşam'a onun boynuna sarılacaktır, buyurdu." es-Sevr!, Vuheyb ve Ebu Muaviye, Hişam'dan: "Kölesini döver gibi ... " diye rivayet etmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mina'da iken şöyle buyurdu: Bugün hangi gündür, biliyor musunuz? Onlar: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. O: Şüphesiz bugün haram bir gündür. Bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor musunuz, dedi. Onlar: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. O: Bu haram bir beldedir. Bu ayın hangi ay olduğunu biliyor musunuz, dedi. Onlar: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. O: Bu haram bir aydır, dedi. Devamla şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah bu gününüzün, bu ayınızda, bu beldenizdeki haramlığı gibi size kanlarınızı, mallarınızı ve ırzlarınızı haram kılmıştır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Ey iman edenleri Bir erkekler topluluğu başka bir erkek topluluğu ile alayetmesin ... "(Hucurat, 11) Buhari bu başlıkta iki hadis zikretmektedir. Bunlardan birincisi Abdullah İbn Zem'a'nın: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kişinin başkasından çıkan şeylere gülmesini nehyetti" hadisidir. "Ve 'ş-şemsi ve duhaha: And olsun güneşe ve aydınlığına"(Şems, 1) buyruğunun tefsirinde bir başka yoldan hadisin buradaki ravisi olan Hişam İbn Urve'den şu lafızia geçmiş bulunmaktadır: "Sonra onlara osuruk hakkında vaaz ederek: Onlardan herhangi birisi ne diye kendisinden çıkan bir şeye gülüyor ki, buyurdu." Ayetteki "alay etmesin" buyruğu alayetmeyi yasaklamaktadır. Böylelikle kişinin başkasını küçük düşürerek alayetmesinin yasaklığı varid olmuş bulunmaktadır. Halbuki alayedilen kimsenin aslında alayedenden daha hayırlı olması ihtimali de vardır. Müslim, Ebu Hureyre'den merfu olarak zikrettiği bir hadiste şu ifadeleri de rivayet etmiş bulunmaktadır: "Kişinin Müslüman kardeşini küçük gQrmesi, şerden payına düşen olarak ona yeter." Yine Müslim'de, Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen şu hadis de yer almıştır: "Müslümanın her şeyi Müslümana haramdır. Kanı da, ırzı da, malı da
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Müslümana sövmek fasıklık, onunla kıtal etmek küfürdür, buyurmuştur." Bu hadisi Muhammed İbn Ca'fer de Şu'be'den rivayet hususunda ona (Süleyman İbn Harb'e) mutabaat etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zerr r.a.'dan rivayete göre o, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Bir adam bir başka adamı fasıklıkla itham ederse ve(ya) onu küfür ile itham ederse ve o kişi de böyle değil ise, mutlaka o itham ona geri döner
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölçüyü aşan, lanet okuyan, söven birisi değildi. O sitem ederken: Ne oluyor ona, alnı toprağa değesice, derdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Kılabe'den rivayetegöre; Sabit İbn ed-Dahhak'ın -ki ağaç altında Rıdvan bey'atinde bulunanlardan idi- kendisine tahdis ettiğine göre; "Resuluııah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Her kim İslamıdan başka bir millet üzerine yalan yere yemin ederse, o dediği gibidir. Adem oğlunun malik olmadığı şeyler hakkında adakta bulunması doğru değildir. Kim dünyada canını bir şey ile öldürürse kıyamet gününde de onunla azap edilir. Kim bir mu'mine lanet okursa, bu onu öldürmek gibidir. Kim bir mu'mine küfür isnadında bulunursa, bu da onu öldürmek gibidir." Diğer tahric edenler: Tirmizî,iman; Müslim, Zühd
- Bāb: ...
- باب ...
Adiy İbn Sabit'ten, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından olan Süleyman İbn Surad'ı şöyle derken dinledim: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda iki adam birbirine ağır sözler söyledi. Onlardan birisi kızdı. Kızgınlığı da yüzü şişinceye ve değişinceye kadar artıp durdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphesiz ki ben bir söz biliyorum. Eğer o sözü söylerse hissettiği o halandan uzaklaşıp gider, dedi. Oradan bir adam onun yanına gitti ve ona Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediğini haber vererek: Şeytan'dan Allah'a sığın, dedi. Ona cevap olarak o adam: Bende bir hastalık olduğunu mu görüyorsun? Ben deli miyim? Çek git, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ubade İbn es-Samit'ten, dedi ki: Reslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara Kadir gecesini haber vermek üzere dışarı çıktı. O esnada Müslümanlardan iki adam birbirleriyle tartıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: Ben size (Kadir gecesini) haber vermek üzere dışarı çıkmıştım, ama filan ile filan birbirleriyle kavga ettiler. Bu sebeple o(na ait bendeki bilgi) kaldırıldı. Sizin için hayır olması da ümit edilir. Bu sebeple siz o geceyi (yirmi) dokuzuncu, (yirmi) yedinci, (yirmi) beşinci gecelerde arayımz, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
(Ma'rur İbn Suveyd'den, o) Ebu Zerr hakkında dedi ki: "Ben onun üzerinde bir örtü, hizmetçisinin üzerinde de bir örtü gördüm. Bunun üzerine: Keşke sen (hizmetçinin üzerindeki) bu örtüyü de alıp giyinseydin, ikisi beraber birtam takım (hulle) olsaydı, hizmetçine de bir başka elbise verseydin, dedim. Ebu Zerr dedi ki: Benimle bir adam arasında bir söz(lü tartışma) olmuştu. Onun annesi de Arap olmayan bir kadındı. Annesi aleyhinde bazı sözler söyledim. O zat gidip beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e söyledi. Bu sebeple bana: Sen filanla karşılıklı olarak birbirinize sövdünüz mü, dedi. Ben: Evet, dedim. Allah Rasulü: Annesi hakkında da ağır sözler söyledin mi, dedi. Ben: Evet, dedim. Allah Rasulü: Şüphesiz ki sen kendisinde bir cahiliye kalıntısı bulunan birisisin, buyurdu. Ben: Şu saate kadar, yaşımın bu kadar ilerlemiş olmasına rağmen öyle mi, dedim. Allah Rasulü: Evet, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları elinizin altına vermiştir. Her kimin kardeşini Allah elinin altına vermişse, yediğinden ona yedirsin, giydiğinden ona giydirsin. Ona altından kalkamayacağı bir iş yüklemesin. Eğer altından kalkamayacağı bir iş yüklerse, o işte o da ona yardım etsin, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sövmek ve lanetlemek nehyedilmiştir." İbn Hibban, el-İrbad İbn Sariye'den sahih olduğunu belirterek şu hadisi nakletmektedir: "Birbirine söven iki kişi, birbirine çirkin sözler ve yalan söylemekte yarışan iki şeytandır." "Bir adam bir başka adamı fasıklıkla itham ederse ve(ya) onu küfür ile itham ederse ve o kişi de böyle değil ise, mutlaka o itham ona geri döner." Bu buyruğa göre, başkasına: Sen bir fasıksın yahut: Sen bir kafirsin dediği kimse eğer dediği gibi değil ise, sözü geçen niteliği hak eden, ona öyle diyen kişidir. Eğer böyle dediği kişi dediği gibi ise ona herhangi bir şey geri dönmez. Çünkü söylediği doğrudur. Ama bunu söylediği için fasık ya da kafir olmayışı, sen bir fasıksın demesinden ötürü günahkar olmayacağı anlamına gelmez. Aksine bu durumda çeşitli değerlendirmeler sözkonusudur: Eğer bu sözle o kimseye samimi olarak öğüt vermek ya da durumunu açıklamak suretiyle başkasına öğüt vermek maksadını gütmüş ise bu caizdir. Eğer onu ayıplamayı, bu vasıfla onun ün kazanmasını ve katıksız olarak ona eziyet vermeyi kastetmiş ise caiz olmaz. Çünkü onun halini örtmekle, ona öğretmekle, en güzel şekilde ona öğüt vermekle emrolunmuştur. O halde bunu yumuşaklıkla yapma imkanı varken şiddetle yapması caiz olmaz. Çünkü böyle bir yol, onu kışkırtmaya yahut o fÜl üzerinde ısrar etmesine sebep olabilir. Nitekim insanların çoğunun tabiatında böyle bir başkaldırı vardır. Özellikle emreden kişi, konum itibariyle kendisine emir verilen kişiden daha alt mertebede ise bu böyledir. Nevevi dedi ki: Bu geri dönüşün yorumu hususunda görüş ayrılığı vardır. Eğer onu böyle nitelemeyi helal kabul ediyor ise, küfür ona geri döner, denilmiştir. Ama böyle bir yorum haberin anlatım şekline göre uzak bir ihtimaldir. Bunun Hariciler hakkında yorumlanacağı da söylenmiştir. Çünkü onlar mu'minlerin kafir olduklarını söylerler. !yad bu görüşü böylece Malik'ten nakletmiş olmakla birlikte zayıf bir görüştür. Çünkü çoğunluğa göre sahih kabul edilen görüş, Haricilerin bid'atleri sebebiyle tekfir edilmeyeceği şeklindedir. Derim ki: Ama Malik'in bu görüşünün açıklanabilir bir tarafı vardır. O da şudur: Onlar arasından bazıları, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in cennetlik ve iman sahibi olduklarına tanıklık ettiği kimselerden bir çoğunun kafir olduğunu söylüyorlar. Bu durumda onların kafir olduklarını söylemek, sadece bir tevil sebebi ile onların başkasının kafir olduğunu söyledikleri için değil, Resulullah'ın sözü geçen şahitliğini yalanlamaları dolayısıyla söz konusu olur. Nitekim ileride "tevilsiz olarak kardeşinin kafir olduğunu söyleyen kimse" başlığında buna dair açıklamalar gelecektir. Konu ile ilgili tahkike göre hadis, Müslümanın Müslüman kardeşine böyle bir şeyi söylemekten vazgeçmesini sağlamak için söylenmiştir. Bu da Haricilerin fırkasının da, başka fırkaların da varlığından önce olmuştur. Hadisin manasının, kardeşini eksik ve küçük görüp göstermesinin ve ona kafir demesinin masiyet olan günahı ona döner, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da nispeten kabul edilebilir bir açıklamadır. Bir diğer açıklamaya göre, bu işin neticesinde küfre gideceğinden o kimse için korkulur. Nitekim masiyetler küfrün postacısıdır, denilmiştir. Yani masiyetleri sürekli işleyip onlar üzerinde ısrar eden kimsenin hatimesinin (ölümünün) kötü hal üzere olacağından korkulur. Bütün bu görüşler arasında en tercihe değer olanı; Müslüman olduğu bi- .. line n ve diyenin kendi kanaatine göre kafir olmasını gerektirecek herhangi bir şüphe de bulunmayan bir kimseye kafir demesi halinde, kendisinin -ileride açıklanacağı üzere- bu sebeple kafir olacağını söyleyenlerin görüşüdür. O halde hadisin manasına göre, böyle birisini tekfir eden kimsenin bu tekfiri onun aleyhine döner. Döner ifadesi, o kimsenin kafir olduğunu söylemek içindir, küfrün kendisi değildir. Böylelikle bu kendisi gibi olan bir kişiye kafir dediği için ve ancak İslam dininin batıl olduğuna inanan bir kafir tarafından tekfir edilen bir kimsenin durumuna benzer. Bunu hadisin bazı rivayet yollarında geçen "küfür onlardan birisi hakkında vacip olur" ifadeleri desteklemektedir. Kurtubi der ki: Şeriat koyucunun dilinde "küfür" lafzı kullanıldığı takdirde bu, dinden olduğu şer'i bir kesinlik olarak bilinen bir hususun inkarı anlamına gelir. Bununla birlikte küfür, şeriat koyucu tarafından nimetlerin inkarı, nimet sahibine şükrü n terk edilmesi ve haklarının gereği gibi yerine getirilmeyişi anlamında da kullanılmıştır. Nitekim bu husus daha önce İman bölümünde geçen "bazı küfürler, bazı küfürlerden daha aşağıdadır" başlığı altında yeteri kadar açıklanmış bulunmaktadır. Ebu Said yoluyla rivayet edilen hadiste de: "Çünkü kadınlar yapılan iyiliğe kafir olurlar, kocalarının iyiliklerine kafir olurlar" denilmektedir. (Bu da bu iyiliklere karşı nankörlük ederler, anlamındadır.) (Kurtubi devamla) dedi ki: Hadiste geçen "onlardan birisi bu söze layık olur" buyruğu da, o sözün günahını yüklenir ve o sözün günahı onun yakasına yapışır, demektir. Çünkü hadisteki "bae" lafzı yakasına yapışmak, ondan ayrılmamak anlamındadır. "Ebuu bi ni'metike" tabiri de buradan gelmektedir ki, ben nefsimi ona tabi kılıyor ve bu nimetini ikrar ediyorum, demektir. (Kurtubi) dedi ki: "Ona" lafzındaki zamir, küfür lafzının kendisine delalet ettiği asgari sınırı kapsayan bir tek tekfir sözüne aittir. Bunun sözün kendisine ait olması ihtimali de vardır. Kısacası kendisine bu sözün söylendiği kişi eğer şer'i açıdan da bir kafir ise, o sözü söyleyen doğru söylemiş ve kendisine bu söz söylenen kişi de bu söze layık olarak onu almış olur. Eğer öyle değil ise o sözün günahı ve vebali söyleyene geri döner. Kurtubi "döner" lafzının tevilinde sadece bu kadarı ile yetinmiştir. Bu hususta yapılacak en dengeli açıklamalardan birisi de budur. "Şüphesiz ben bir söz biliyorum ki, eğer onu söyleyecek olursa, onun bu hissettikleri ondan gider." Sözü geçen bu rivayette: "Eğer kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım, diyecek olursa" denilmektedir. "Sen bende bir hastalık olduğunu mu görüyorsun?" Öyle mi zannediyorsun, demektir. Buradaki (hastalık anlamına gelen) "be 's" kelimesi, çoğunluğun rivayetinde ref' ile (be 'sun şeklinde) gelmiştir. Bazılarında ise nasb ile "be'sen" şeklindedir. Daha açıklanabilir olan okuma şekli de budur. "Çek, git" ifadesi, bu adamın, kendisine Allah'a sığınmasını emreden diğerine söylediği sözdür. Yani işine git. Kendisine bu sözü söylemesi emredilen kişinin kafir ya da münafık olması en uygun olan haldir. Yahut böyle bir kimse o kadar çok öfkelenmiş idi ki, bu öfkesi onun dengesini kendisine öğüt veren ve kızgınlık ve öfkesinin hararetini kendisinden giderecek yolu gösteren o öğütçüye bu şekilde kötü cevap verecek noktaya varmıştır. Bu kişinin katı bedevilerden birisi olup şeytandan ancak delilerin sığındığını zanneden ve kızgınlığın, şeytanın şerıerinden bir çeşit olup o kızgınlık sebebiyle kişinin gerçek halinin dışına çıkarak, o kimseye elbisesini parçalamak, kaplarını kırıp dökmek gibi malını telef edecek işleri güzel gösterdiğini yahut kendisini kızdıran kimsenin üzerine hücum etmeyi ve buna benzer dengeli halin sınırları dışına çıkanların yaptıkları işleri ona süslü gösterdiğini bilmeyen kimselerden olduğu da söylenmiştir. Ebu Davud da, Atiye es-5a'di yoluyla merfu olarak: "Şüphesiz gazap şey tandandır" hadisini rivayet etmiş bulunmaktadır. Altıncı hadis (6049 nolu hadis) Ubade İbn es-5amit'ten rivayet edilmiş olup Kadir gecesi ile ilgilidir. Hadis daha önce şerh edilmiş olarak Oruç bölümünün sonlarında (2023.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Hadisi burada zikretmesinin sebebi: "Tartıştı", yani anlaşmazlığa düştü lafzı dolayısı iledir. Yedinci hadis (olan 6050 nolu) EbU Zerr'in hadisinde "bir adama karşılıklı ağır sözler söylemiştim" ifadesi yer almaktadır. Bu hadise dair açıklama daha önce İman bölümünde (30 nolu hadiste) geçmiş ve sözü geçen bu kişinin Nebi efendimizin müezzini Bilal r.a. olduğu belirtilmiş idi. Hadiste yer alan: "Şüphesiz sen kendisinde cahiliyenin kalıntıları bulunan bir kişisin" sözünde geçen "cahiliye" lafzındaki tenvin, azlık bildirmek içindir. (Bundan dolayı tercümede cahiliye kalıntısı tabiri kullanılmıştır.) Cahiliye, İslam'dan önce olan şeyler demektir. Burada bu lafız ile cahilliğin kastedilme ihtimali de düşünülebilir. Sende bir cahillik vardır, demek olur. Hadisteki: "Ben, bu saatte ve yaşımın büyüklüğüne rağmen mi, dedim" ifadesi yaşı ilerlemiş bir ihtiyar olduğum halde hala bende cahiliye kalıntısı yahut bir cahillik mi var, demektir. Hadisten Müslümanı küçümsemeyi ihtiva ettiğinden ötürü ağır sözler söylemenin (sövmenin) ve lanetlemenin ne derece ileri boyutta yerilmiş olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü İslam şeriatı, hükümlerin bir çoğunda Müslümanlar arasında eşitliği getirmiştir. Aralarında gerçek fazilet farkı ise ancak takva iledir. Dolayısı ile nesebi şerefli olan bir kimse, eğer takva ehlinden değilse, onun faydasını göremez. Fakat nesebi düşük olan bir kimse takvanın faydasını görecektir. Nitekim yüce Allah: "Şüphesiz Allah nezdinde en değerliniz en takvalı olanınızdır."(Hucurat, 13) buyurmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize öğle namazını iki re kat olarak kıldırdıktan sonra selam verdi. Sonra da mescidin ön taraflarındaki bir tahta parçasının yanında ayakta durdu, elini de onun üzerine koydu. -O gün cemaat arasında Ebu Bekir ve Ömer dahi vardı. Her ikisi de onunla (bu hususta) bir şeyler konuşmaktan çekindiler.- Cemaat de alelacele dışarı çıkıp gitti ve kendi aralarında: Namaz kısaldı, diye konuştular. Yine cemaat arasında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisini zulyedeyn (uzun kollu) diye çağırdığı bir adam da vardı. Bu zat: Ey Allah'ın Nebii, sen mi unuttun yoksa namaz mı kısaldı, diye sordu. Allah Rasulü: Ne ben unuttum, ne de namaz kısaldı, buyurdu. Hazır bulunan cemaat de: Hayır, ey Allah'ın Rasulü unuttun, dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü: Zulyedeyn doğru söyledi, deyip kalktı ve iki rekat namaz kıldı, sonra da selam verdi. Sonra da tekbir getirip secdesi gibi ya da daha uzun bir secde yaptı, sonra tekbir getirerek başını kaldırdı, sonra da başını koyarak secdesi gibi ya da daha uzun bir secde yaptı, sonra tekbir getirerek başIni kaldırdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlardan" niteliklerini belirterek "uzun boylu, kısa boylu gibi nitelemelerle söz etmenin ve kişiyi ayıplama maksadıyla söylenmeyen sözlerin caiz olması -nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem da: Zulyedeyn ne diyor diye buyurmuştur-." Bu başlık,lakap takmanın ve kişinin kendisinde bulunmakla birlikte öyle nitelendirilmesinden hoşlanmayan kimseden o lakapla söz etmenin hükmünü açıklamak için açılmış bir başlıktır. Bununla ilgili yapılacak açıklamanın hülasası şudur: Eğer lakap, lakap verilen kimsenin hoşuna giden ve bunda şeriatın yasaklamış olduğu aşırı övgü ve tazim ifadesi bulunmayan bir lakap ise caizdir ya da müstehaptır. Eğer o lakap, o kimsenin beğenmediği lakaplardan ise haram yahut mekruhtur. Ama olakapla şöhret kazanıp onu zikretmeksizin başkasından ayırt edilememe halinde olduğu gibi, onu tanıtmak için başka bir yol kalmamış ise (o lakabı kullanmak caizdir.) Buhari'nin bu hususta benimsediği böyle bir ayrımı cumhur da benimsemiştir. Ama bazıları istisna teşkil ederek bu konuda işi sıkı tutmuşlardır. Hatta el-Hasen el-Basrı'den şöyle dediği nakledilmiştir: Ben bizim Humeyd et-Tavıı (uzun boylu Humeyd) dememizin gıybet olacağından korkuyorum. Sanki Buhari burada Zulyedeyn kıssasını hatırlatmakla buna işaret etmiş gibidir. Çünkü bu kıssada: "Cemaat arasında elleri (kolları) bir parça uzun bir adam da vardı" ifadesi de geçmektedir. İbnu'l-Müneyyir der ki: Buhari bu gibi sözleri. kullanmanın, açıklamak ve başkalarından ayırt etmek amacıyla zikredilmesi halinde caiz olacağına, eğer o kişinin değerini azaltmak ve küçük düşürmek için ise caiz olmayacağına işaret etmiş bulunmaktadır. (Devamla) dedi ki: Aişe'nin, yanına giren kadın hakkında eliyle kısa olduğuna işaret ettiği belirtilen bir hadiste de, Nebi s.a.v.'in: "Sen onun gıybetini yapmış oldun" dediği sabittir. Buna sebep ise Aişe r.a.a'nın bu işi bir açıklamada bulunmak kastıyla yapmamış olmasıdır. O bunu, o kadının niteliğini bildirme kastıyla yapmıştı. Bu sebeple onun bu işi bir çeşit gıybete benzemiş oldu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki kabrin yanından geçiyordu da: Şüphesiz bu ikisi azap görmektedir. Ama büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Şu kabrin sahibi, küçük abdestini bozarken küçük abdestinden kendisini kollamazdı. Şu diğeri ise laf götürüp getirirdi, buyurdu. Daha sonra yaş bir hurma dalı istedi. Onu ikiye ayırdı ve bunun üzerine bir parçasını diğerinin üzerine bir dikti. Sonra da: Bunlar kurumadıkları sürece bu ikisinin azaplarının hafifletileceği ümit edilir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Gıybet ve yüce Allah'ın: "Birbirinizin gıybetini yapmayın."(Hucurat,12) buyruğu." İbnu'l-Esir, en-Nihaye adlı eserinde der ki: Gıybet, bir kimseden gıyabında -sözü edilen özellik kendisinde bulunsa dahi- kötü bir şekilde söz etmektir. en-Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde Gazali'ye uyarak: Bir kişiden hoşlanmayacağı şekilde söz etmektir. Bu kişinin bedeninde, dininde, dünyasında, şahsında, yaratılışında, ahlakında, malında, anne-bab asında, çocuğunda, eşinde, hizmetçisinde, elbisesinde, hareketlerinde, güler yüzlü yahut asık suratlı oluşunda ya da bunun dışında onunla alakalı hususlar hakkında olsun, ister ondan lafzi olarak, isterse de işaret ve rumuz yoluyla sözkonusu etmiş olsun, fark etmez. Nevevi der ki: Bu alanda tariz (üstü kapalı) ifadeleri kullananlar arasında -eserlerinde ve başka yerlerde kullandıkları ifadeleri ile- pek çok fakih kimse de bulunmaktadır. Mesela, onlar, "alimlik iddiasında bulunan bazıları, salih kimse olmakla nitelenen bazıları" gibi duyan kimsenin, bu sözlerle kimin kastedildiğini anlayacağı tabirler kullanırlar. Bir şahsın sözkonusu edilmesi esnasında, "Allah bize afiyet versin, Allah tevbemizi kabul etsin, Allah'tan esenlik dileriz" ve benzeri tabirler de bu kabildendir. Esasında bütün bu ifadeler gıybet kapsamı içerisindedir. Bunların hükmüne gelince, Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde şöyle demektedir: Gıybet ve nemıme (laf taşıyıcılık) Müslümanların icmaı ile haram şeylerdir. Bu husustaki deliller birbirini pekiştirmektedir. er-Ravda adlı eserinde de er-Rafii'ye uyarak, gıybetin küçük günahlardan olduğunu söylemiştir. Ancak belli bir topluluk onun bu kanaatine itiraz etmişlerdir. Ebu. Abdullah el-Kurtubi Tefsir'inde gıybetin büyük günahlardan olduğu hususunda icma' bulunduğunu nakletmiştir. Çünkü büyük günah hakkında yapılan tarif ona da uymaktadır. Zira böyle bir iş için ağır tehdit sabit olmuştur. el-Ezra dedi ki: Ben gıybetin küçük günahlardan olduğu hususunda elUdde sahibi ile el-Gazall dışında kimsenin açık ifadeler kullandığını görmedim. Bazıları ise bunun büyük günahlardan olduğunu açıkça söylemiştir. Nevevi de gıybetin haram olduğuna delalet eden Enes'in merfu olarak rivayet ettiği şu hadisi zikretmektedir: "Ben miraca çıkartıldığımda bakırdan tırnakları bulunan, onlarla da yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. Ey Cibril, bunlar kimlerdir, diye sordum. O: Bunlar insanların etlerini yiyen ve onların şeref ve haysiyetlerine dil uzatan kimselerdir, diye cevap verdi." Hadisi Ebu. Davud rivayet etmiştir. Nevevi ayrıca Said İbn Zeyd'in merfu olarak rivayet ettiği şu hadisi de kaydetmektedir: "Şüphesiz ki riba (faiz) çeşitlerinin en ağırlarından birisi de haksız yere Müslümanın şeref ve haysiyetine dokunacak işler yapmaktır." Bunu da Ebu. Davud rivayet etmiştir. Daha sonra musannıf (Buhari) İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadisi zikretmektedir. Hadiste şöyle denilmektedir: "Nebi s.a.v. azap gören iki kabrin yanından geçti ... " Hadise dair açıklamalar daha önce Taharet bölümünde (216 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Useyd es-Saidi'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ensar yurtlarının en hayırlısı Neccar oğullarıdır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ensar yurtlarının en hayırlıs!. .. buyruğu". Buhari bu başlık altında Ebu Useyd es-Saidı'nin rivayet ettiği hadisin baş taraflarını zikretmektedir. Hadis daha önce tamamıyla Menakıb bölümünde (3789.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbnu't-Tın dedi ki: Ebu Useyd'in rivayet ettiği bu hadiste insanların durumlarını bilen bir kimsenin, insanlar arasındaki fazilet farkını açıklamasının caiz oluşuna delil vardır. Ama bundan maksadı, fazilet sahibinin faziletine dikkat çekmek, fazilet itibariyle o dereceye ulaşamayan kimseleri açıklamak suretiyle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in insanları gerçek konumlarına oturtmak emrine uymak olmalıdır. Bu halde gıybet, sözkonusu değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bir adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek için izin istedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ona izin veriniz, o aşiretin ne kötü kardeşidir yahut aşiretin ne kötü oğludur, dedi. Adam içeri girince, Nebi onunla yumuşak sözlerle konuştu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü, sen o sözleri söyledikten sonra ona yumuşak sözler söyleyerek konuştun, dedim. Allah Rasulü şöyle buyurdu: Ey Aişe, şüphesiz insanların en şerlisi, insanların çirkin ve aşırı hareketlerinden korunmak için terk ettiği -yahut da ilişmeyip bıraktığı- kimsedir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Fesad ehli olan kimselerin gıybetini yapmanın caiz oluşu." Bu başlıktan açıkça fasıklık ve şer işleyen bir kimsenin arkasından bu hususta söz edilmesinin, yerilmiş gıybet kabilinden olmayacağı sonucu çıkartılır. İlim adamları der ki: Şer'an sahih olan her bir maksadı gerçekleştirmek için gıybet kaçınılmaz biricik bir yolalur ise, mubah olur. Sözkonusu bu doğru şer'ı maksada, kişinin uğradığı bir haksızlığı yetkili merci hususunda dile getirmesi, münkerin değiştirilmesi için yardım istemesi, fetva istemek, mahkeme huzurunda mahkemeleşmek, şerden sakındırmak gibi hususlar örnek gösterilebilir. Ravilerin ve şahitlerin cerhedilmesi ile genel bir velayeti (kamu görevi) bulunan kimselere elinin altında bulunanların gidişatını bildirmek de bunun kapsamına girer. Nikah yahut herhangi bir akit hakkında istişareye verilecek cevap da bu kapsama girer. Aynı şekilde dini bilgi öğrenmek yolunda olan bir kimsenin, bid'atçi bir zatın ya da fasık bir kimsenin yanına gidip geldiğini görüp de ona uymasından korkması halinde de hüküm böyledir. Gıybetleri caiz olan kimseler arasında açıktan açığa fasıklık, zulüm ya da bid'at işleyen kimseler de girer. Gıybet olmamakla birlikte gıybet tanımının içerisine giren hususlar arasına daha önce "insanlar hakkında anlatılması caiz olanlar" başlığında genişçe yapılan açıklamalar da dahil olup, onlar da gıybetin dışındadırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'deki hurma bahçelerinin birisinden çıktı. Kabirlerinde azap görmekte olan iki kişinin seslerini işitti. Bunun üzerine: Bunlar azap görüyorlar ama (size göre) büyük bir günah sebebiyle azap görmüyorlar. Oysa aslında o büyük bir günahtır. Çünkü onlardan birisi küçük abdestinden kendisini korumuyordu, diğeri ise insanlar arasında laf taşırdı, buyurdu. Daha sonra taze bir hurma dalının getirilmesini istedi. Onu iki parçaya kırdı ve bir parçayı bunun kabri üzerine, diğerini de öbürünün kabri üzerine dikti, sonra da: Bu dal parçaları kurumadığı sürece azaplarının hafifletilmesi ümit edilir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nemıme büyük günahlardandır." Buna dair açıklamalar daha önce Taharet bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Gıybet ile nemfme {koğuculuk} arasındaki ilişkiye daİr İnce bir nükte: Bazıları bu iki haslet arasında ortak bir ilişki olduğunu belirtmiştir. O da şudur: Berzah, ahiretin mukaddimesidir. Kıyamet gününde Allah'ın hakları arasından hüküm verilecek ilk husus namaz, kulların haklarından ilk husus ise kan ile ilgili haklar olacaktır. Namazın anahtarı hadesten ve necasetten temizliktir. Kan ile ilgili hakların anahtarı ise, gıybet ve insanlar arasında nemıme yapmaktır (yani koğuculuk yaparak laf götürüp getirmektir). Bu sebeple de kanların dökülmesine sebep teşkil eden fitnelerin, karışıklıkların yayılması sözkonusu olur
- Bāb: ...
- باب ...
Hemmam'dan, dedi ki: "Biz Huzeyfe ile birlikte idik. Ona: Bir adam var ki Osman'a söz götürüyor, denildi. Huzeyfe: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: Cennete koğuculuk yapan hiçbir kimse giremez, buyururken dinledim, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Neml'menin (laf taşıyıcılığın) mekruh oluşu". Buhari bu başlık ile fesad çıkarmak ciheti ile aktarılan birtakım sözlerin -mesela, hakkında konuşulan kimsenin kafir olması halinde olduğu gibi- caiz olacağına işaret etmiş gibidir. Nitekim kafirler ülkesinde tecessüs ve onlara zarar verecek bilgileri aktarmak da caizdir. "Yüce Allah'ın: "Ayıplayıp duran, onun bunu sözünü taşıyan."Sl buyruğu" Rağıb der ki: İnsanı hemzetmek, onun gıybetini yapmaktır. Nemm etmek (neml'me, koğuculuk yapmak) ise sözü taşıyıp götürmek suretiyle açıklamaktır. Neml'menin asıl anlamı sessizce fısıldamak ve hareket etmek demektir. Humeze ise hemz işini (gıybet işini) çokça yapan kimseye denir. Lümeze de böyledir. Çünkü lemz, kusurların peşine düşüp onları açığa çıkarmak için araştırmaktır. el-Gazzall' özetle şunları söyler: Kendisine başkasının söylediği sözler getirilen kimsenin, bu sözü getireni doğrulamaması ve kendisinden bu sözlerin aktarıldığı kimse hakkında bunları söylediğini düşünmemesi, kendisine aktarılanların gerçek olup olmadığını araştırmaması, o sözü getiren kimseye bu işten vazgeçmesini söylemesi, yaptığı işi çirkin görmesi, vazgeçmediği takdirde ona buğzetmesi, laf getiren kimsenin bu yaptığı şeyin bir benzerini kendisi için uygun görmeyip kendisi de o laf getiren hakkında laf taşıyarak nemi me yapan kişi olmaması gerekir. Nevevi der ki: Bütün bu hususlar, o sözün aktarılmasında şer'i bir masIahat bulunmaması halinde böyledir. Aksi takdirde (yani şer'i bir masıahat varsa) nemime müstehap ya da vaciptir. Bir kimsenin, bir başkasının haksız yere bir kişiye eziyet vermek istediğini öğrenip de o kişiyi kendisine eziyet vermek isteyene karşı uyarması gibi ... Aynı şekilde imama yahut kamu sorumluluğu bulunan kimseye onun vekilinin yaptığı uygulamayı haber vermesi gibi hususlar da yasaklanmış değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kim yalan (zur) sözü, gereğince amel etmeyi ve cahilliği bırakmayacak olursa yüce Allah'ın da onun yemesini, içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Yalan sözden uzak durun" buyruğu." er-Rağıb der ki: ez-Zur, yalan demektir. Ona bu adın veriliş sebebi, haktan meyletmiş (sapmış) olmasıdır. Ze harfi fethalı olarak "ez-zevr" ise meyletmek (sapmak) demektir. Bu başlık, aslında nemime ile nakledilen sözün doğru ya da yalan olmaktan daha genelolması sebebiyle (nemıme sözün yalan olması dolayısıyla) daha çirkin olduğunu anlatmak içindir. Başlıktaki bu hadis, Oruç bölümünün baş taraflarında (1903.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbnu't-Tın dedi ki: Hadisin zahiri ne göre oruçlu iken gıybet yapan bir kimsenin orucu bozulmuş olur. Seleften kimi ilim adamları da bu kanaattedir. Cumhurun kanaati ise bunun aksinedir. Ama hadisin anlamı şudur: Gıybet büyük günahlardandır ve kişinin tuttuğu orucun mükafatı, gıybetin günahını karşılamaya yeterli değildir. Bu sebeple o, oruç tutmamış kişi hükmündedir. Derim ki: Onun bu sözleri tartışılır. Çünkü başlıktaki hadiste gıybetten söz edilmemektedir. Onda sadece yalan söz, o söz gereğince amel ve cahillik sözkonusu edilmiştir. Bununla birlikte bütün bu hususlar ile ilgili hüküm ve tevil, onun işaret ettiği nokta ile ilgilidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hadisteki "Allah'ın ona ihtiyacı yoktur" ifadesi, orucun kabul edilmeyeceğinin mecazı bir ifadesidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Kıyamet gününde Allah nezdinde insanların en şerlileri arasında bunlara bir yüzle, berikilere bir başka yüzle giden iki yüzlü kimsenin olduğunu göreceksin. " Fethu'l-Bari Açıklaması: Kurtubi dedi ki: İki yüzlü kimsenin insanların en şerıileri oluşu, durumunun münafığın durumu gibi oluşundan dolayıdır. Çünkü böyle bir kimse, batıl ve yalan ile insanlara şirin gözükmeye çalışır ve insanlar arasına fesad sokar. Nevevı der ki: İki yüzlü kişi, her bir kesimin yanına onları hoşnut edecek şeylerle gider O kesime kendilerinden olduğunu ve onların zıttı olanlara muhalefet ettiği izlenimini verir. Onun bu yaptığı münafıklıktır, katıksız bir yalandır, aldatmadır. Her iki kesimin sırlarını bilmek için başvurduğu hileli bir yoldur ve bu, haram kılınmış bir müdahenedir. Nevevı devamla dedi ki: Bu yaptığı işle her iki kesimin arasını düzeitme maksadını güden kimsenin yaptığı iş ise övülür Başkası da şöyle demiştir: Bu iki kişi arasındaki fark şudur: Bunlardan yerilen kişi, her kesime yaptığı işi süslü gösteren fakat diğer kesim karşısında aynı işi çirkin gösterip her bir kesimin yanında diğer kesimi yeren kimsedir. Övülen kişi ise, her bir kesime başkasının iyiliğine olan sözler söyler ve her bir kesime diğerinin mazur görülebileceği halleri anlatır O kesime de mümkün olduğu kadar güzel şeyleri aktarır, çirkin şeylerin üstünü örter
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mes'ud r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir miktar malı paylaştırdı. Ensardan bir adam: Allah'a yemin olsun, Muhammed bu yaptığı ile Allah'ın rızasını murad etmemiştir, dedi. Ben de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e giderek ona söyleneni haber verdim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüzünün rengi değişti ve: Allah, Musa'ya rahmet eylesin. And olsun ona bundan fazlasıyla eziyet edilmişti de o yine sabretmişti, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Arkadaşına, hakkında söylenen sözleri haber veren kimse." Daha önce, haber taşıyanlardan yerilen kimsenin kötülük ve fesat kastı güden kimse olduğuna işaret edilmişti. Bundan maksadı nasihat olup doğruyu araştıran ve eziyet vermekten uzak duran kimsenin ise böyle olmadığını söylemiştik. Bu iki tür arasındaki farkı görenler ise pek azdır
- Bāb: ...
- باب ...
Şu'be'den, o Halid'den, o Ebu Musa'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir adamın bir başka adam'ı övdüğünü ve onu övmekte aşırıya gidip işi ileri derecede abartmaya götürdüğünü işitince: Siz bu adamın sırtını helak ettiniz -yahut kopardınız- diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Ebi Bekre'den, onun babasından rivayetine göre "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda sözkonusu edilince bir başka adam onu hayırla yad edip övdü. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Vay sana be adam, sen arkadaşının boynunu kopardın -diye defalarca tekrarladı.- Eğer sizden bir kimse mutlaka (bir başkasını) övecek ise -ve o kimsenin o halde olduğunu görüyor ise- şöyle ve şöyle zannediyorum, desin. Onu hesaba çekecek olan ancak Allah'tır ve Allah'a rağmen, Allah'a karşı kimseyi de temize çıkarmaya kalkmasın, buyurdu." Vuheyb, Halid'den naklen "(Veyhake: vay sana be adam, yerine): veyleke: sana ve yı olsun" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aşırı övmenin mekruh oluşu." Buradaki et-temaduh (aşırı övme) medh'ten tefaul vezninde olup aşırı ve mubalağalı övmek, demektir. Temedduh bu iş için kendisini zorlamak, mümadehe ise iki kişinin karşılıklı olarak birbirlerini övmesi demektir. İbn Battal dedi ki: Nehyden anlaşılan şudur: Bir kimse bir başkasını onda olmayan şeylerle övmekte aşırı giderse, övülen kimsenin kendisini beğenmeyeceğinden yana emin olunamaz. Çünkü o, kendisinin o konumda olduğunu zannetmeye başlayacaktır. Belki de kendisi nitelendirilirken söylenenlere bel bağlayarak iyi ameli bırakır, daha çok hayır işlemeyi terk eder. Bundan dolayı ilim adamları "(yüzünüze karşı) çokça öven kimselerin yüzlerine toprak saçınız" şeklindeki diğer hadis ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmışlardır: Maksat, insanların yüzlerine karşı batıl bir şekilde onları öven kimselerdir. Ömer dedi ki: Medhetmek, zebhetmenin (övmek, boğazı kesmenin) kendisidir, demiştir. Bir kimseyi taşıdığı bir nitelik dolayısıyla öven kimsenin bu yaptığı ise nehyin kapsamına girmez. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şiirlerde, hutbelerde ve onunla yapılan hitaplarda övülmüş, ama kendisini öven kimsenin yüzüne toprak saçmamıştır. --- İbn Battal'dan özetle nakil, burada sona ermektedir. --- İbn Uyeyne dedi ki: Kendisini bilen kimseye medhin zararı olmaz. Seleften kimileri de şöyle demiştir: Kişi yüzüne karşı medhedildiği takdirde: Allah'ım, sen bana onların bilmediklerini mağfiret buyur, onların söyledikleri sebebiyle beni sorumlu tutma ve beni onların sandıklarındari daha hayırlı kıl, demelidir. Bunu Beyhaki, Şuabu'l-İman'da rivayet etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Salim'den, onun babasından rivayetine göre "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem izar hakkında o söylediklerini söyleyince, Ebu Bekir: Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz benim izarım iki tarafından birisinden yere sarkıyor, deyince Allah Rasulü: Şüphesiz sen o kimselerden değilsin, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kardeşini kendisinde bulunduğunu bildiği şeyle öven kimse." Yani böyle bir övme caizdir ve bundan önceki yasaktan istisna edilmiştir. Bu hususta ölçü, övgünün yalan ve gelişigüzelolmaması, övülen kimsenin kendisini beğeneceğinden ve fitneye kapılacağından yana -az önce geçtiği gibi- emin olunmasıdır. "Sa'd" İbn Ebi Vakkas "dedi ki. .. " Daha sonra da bu başlık altında İbn Ömer'in izarın çekilmesi ile ilgili hadisini mevsul olarak zikretmektedir: "Ebu Bekir: Benim izarım iki tarafından birisinden düşüp sarkıyor, deyince, Allah Rasulü: Sen onlardan değilsin, buyurdu." Hadis bundan daha geniş şekliyle Libas (giyim) bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Bir lafızda: "Şüphesiz ki sen bu işi büyüklenmek için yapan kimselerden değilsin" şeklindedir. Bu ifade de övmek kapsamı içerisindedir ama katıksız doğru olup övülen kimsenin bununla birlikte kendisini beğenmeyeceğinden ve övüldüğü için büyüklenmeyeceğinden yana emin olunduğundan, bu övme yasağın kapsamına girmemektedir. Ashab-ı kiramın menkıbeleri ile ilgili olarak daha önce geçmiş bulunan hadislerde onların her birisinin sahip olduğu belirtilen güzel nitelikler ile nitelendirilmesi de bu kabildendir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Ömer'e: "Şeytan seninle bir yolda giderken karşılaşacak olursa, mutlaka senin gittiği n yoldan bir başka yolu izlemiştir" sözü gibi, ensardan birisine söylediği "(Dün gece) Allah sizin (senin ve zevcenin) yaptıklarına hayran kalmıştır" sözü ve buna benzer diğer haberler de hep bu kabildendir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu kadar, şu kadar bir süre boyunca hanımlarına yaklaşmadığı halde kendilerine, yaklaşmış gibi gösterilip duruldu. Aişe dedi ki: Bir gün bana: Ey Aişel Şüphesiz Allah bana hakkında kendisinden fetva sormuş olduğum bir hususta fetva verdi. İki adam yanıma geldi. Biri ayaklarımın yanı başında, diğeri de baş ucumda oturdu. Ayaklarımın yanı başında oturan baş ucumda oturana: Bu adamın hali nedir, dedi. O, ona: Sihirlenmiştir, dedi. Ayaklarımın başucundaki: Ona kim s'ihir yaptı, diye sordu. Başımın ucundaki: Lebid İbn A'sam dedi. Öbürü: Bu sihir ne ile yapıldı, diye sordu. Başımın ueundaki: Zervan kuyusunda büyük bir taşın altında bir tarak, saç ve sakal taranırken dökülen saçlarda erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile yapıldı dedi, buyurdu. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (kuyuya) giderek: İşte rüyamda bana gösterilen kuyu budur. Sanki onun etrafındaki hurma ağaçlarının başları şeytanların başları gibidir. Sanki onun suyu da ıslatılmış kına suyu gibidir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in emir vermesi üzerine o (büyü) yerinden çıkartıldı. Aişe: Ey Allah'ın Rasulü, niçin ... bunu yaymadın dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: Allah bana şifa vermiş bulunuyor. Ben de insanların aleyhine şerri harekete getirmekten hoşlanmıyorum, buyurdu. Aişe dedi ki: Lebid İbn A'sam da Yahudiler ile antlaşması bulunan Zureyk oğullarından bir adamdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Ey insanlar, taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir."(Yunus, 23) buyruğu." Yani taşkınlığın günahı ve cezası dünyada da, ahirette de taşkınlık yapan kişinin aleyhinedir. "Sonra yine ona haksızca saldırılırsa elbette Allah ona yardım eder."(Hacc, 60) Rağıb dedi ki: el-Bağy (taşkınlık), bir şeyde normali ve itidal haddini aşmak demektir. Bunun bir kısmı övülür, bir kısmı da yerilir. Övüleni, emrolunan bir işi fazlalıksız ve eksiksiz olarak yapmak demek olan adaletin sınırlarını aşarak ihsan derecesine ulaşmaktır. Bu da adaletin gereğinden fazlasını yapmak demektir. Kimi fazlalık da izin verilen nafile ile farzdan ayrı olarak yapılır. (Bu da haddi aşmanın övülen türüdür.) Yerilen ise adaleti aşıp zulme, hakkı aşıp batıla, mubahı aşıp şüpheli olana geçmektir. Bununla birlikte bağy, çoğunlukla yerilen şeyler hakkında kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık gösterenler aleyhine yol vardır. "(Şura, 42) Yine yüce Allah: "Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir."(Yunus, 23) "Fakat kim mecbur kalırsa bağy etmemek, (haddi aşmamak, taşkınlık yapmamak) ve saldırmamak şartıyla ... "(Bakara, 173, En'am, 145 ve Nahl, 115) diye buyurmaktadır. Eğer bağy lafzı kullanılıp bununla da övülen kısmı kastedilecek olursa, çoğunlukla ona fazladan "te" harfi de eklenerek kullanılır. Nitekim yüce Allah: "O halde rızkı Allah katında arayın (febteğu)."(Ankebut, 17) buyruğu ile "Şayet Rabbinden umduğun bir rahmet arayarak (ibtiğa) onlardan yüz çevirirsen ... "(İsra, 28) diye buyurmuştur. Başkaları ise bağy, haksız yere taşkınlık etmek, üstünlük sağlamaya çalışmak demektir, demiştir. "Müslüman ya da kafir aleyhine şerri kışkırtmayı terk etmek." Başlıktan sonra Buhari, Aişe radıyallilhu anhil'nın, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e büyü yapılması olayı ile ilgili hadisi zikretmektedir. İbn Battal der ki: Sözü edilen ayet-i kerimeler ile başıMa yer alan hadisin bir arada anlaşılması şöyle olur: Şam yüce Allah, bağyi (taşkınlık etmeyi) yasaklayıp bağyin zararının ancak bağy eden kimseye döneceğini bildirerek kendisine haksızlık (bağy) edilene yardım etmeyi garantilediği için, kendisine karşı bağyedilen kimsenin de yüce Allah'ın, kendisine bağy edilen kimseleri affetmek sureti ile yapacağı ihsandan ötürü Allah'a şükretmesi gerekir. İşte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bu emre uyarak kendisine büyü yapan kimseyi cezalandırma gücüne sahip olmakla birlikte cezalandırmamıştır. ---İbn Battal'dan özetle yapılan nakil burada sona ermektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zanda bulunmak, sözün en yalanıdır. Tehassüs etmeyiniz, tecessüs etmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyin iz ve Allah'ın kardeş kulları olunuz
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize arkanızı çevirmeyiniz. Allah'ın kardeş kulları olunuz. Müslüman bir kimsenin üç günden fazla kardeşine küs durması da helal değildir. " Bu Hadisin geçtiği diğer yer 6076 Diğer tahric: Müslim birr; Ebu Davud, Edeb; Tirmizi, birr, İbn Mâce. dua; Muvatta, husnu’l-huluk; Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, I, 3,5, II, 277, 288 312, 342, 360, 389, 393, 394,444, 465, 469,470,480, 482, 492, 501, 412, 517, 539, III, 110,199,209,225,277,253. Fethu'l-Bari Açıklaması: Kurtubi dedi ki: Burada zandan maksat, sebepsiz yere itham altında tutmaktır. Bir kimsenin, bir başkasını böyle bir ithamı gerektirecek herhangi bir husus ortada yokken hayasızlık işlemekle itham etmesi gibi. .. Bundan dolayı buna "tecessüs etmeyiniz" sözü de atfedilmiştir. Çünkü kişi içinden ithamda bulunmayı geçirince onun gerçek olup olmadığını araştırmak ister. Bu sebeple tecessüse koyulur, araştırır ve kulak kabartır. İşte bu iş de nehyedilmiş bulunmaktadır. Bu hadis yüce Allah'ın: "Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın."(Hucurat, 12) buyruğuyla da uyum arz etmektedir. Ayetin akışı, Müslümanın şeref ve haysiyetini en ileri derecede korumayı emrettiğini göstermektedir. Çünkü öncelikle onun hakkında zanda bulunarak gelişigüzel kanaat yürütmesi nehyedilmiştir. Zanda bulunan şahıs: Ben gerçeği ortaya çıkarmak için araştırıyorum diyecek olursa, ona: "Cenab-ı Allah birbirinizin kusurunu araştırmayın (tecessüs etmeyin)" diye buyurmaktadır, denilir. Eğer: Ben tecessüs yapmaksızın işin gerçeğini ortaya çıkardım diyecek olursa, bu sefer ona: "Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın" diye buyurmaktadır, denilir. "Tehassüs de etmeyin, tecessüs de etmeyin." el-Hattabi dedi ki: İnsanların ayıplarını, kusurlarını araştırmayın, onların peşine düşmeyin, demektir. Mesela bir kimsenin öldürülmekten kurtarılması gibi, tecessüs kaçınılmaz bir yolalarak ortaya çıkarsa nehyden istisna edilmiştir. Güvenilir bir kimsenin, filan kişi bir kişiyi zulmen öldürmek için tenhada yakalamıştır yahut onunla zina etsin diye bir kadını tenhada sıkıştırmıştır, diye haber vermesi buna örnektir. Böyle bir durumda telafi edilme imkanı ortadan kalkar korkusu ile bunun tecessüs edilip araştınlması meşrudur. Bunu Nevevı, el-Maverdi'nin el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı eserinden nakletmiş ve bunun güzel bir istisna olduğunu belirtmiştir. Onun bu husustaki ifadeleri de şöyledir: Muhtesibin (hisbe görevlisinin) açıktan işlenmediği sürece haram kılınmış işlerin yapılıp yapılmadığını araştırma hakkı yoktur. İsterse bu işi yapanların gizlice yaptığına dair zannı ağır bassın. Ancak bu şekil (verilen örnek) bundan müstesnadır. "Birbirinize hased etmeyin {kıskanmayın)." Hased, bir kimsenin, nimeti hak ederek elde etmiş olan kimsenin elinde bulunan o nimetinin zeval bulmasını temenni etmesidir. Bu anlamıyla, bu yolda çalışıp çabalaması yahut bir şey yapmaması halinden daha geneldir. Eğer bu uğurda ayrıca çalışacak olursa bağy olur. Bu alanda çalışmayıp açığa vurmazsa ve Müslüman için Müslüman hakkında yasaklanmış bulunan mekruh oluş sebeplerinin daha da güçlenmesine sebep teşkil etmezse duruma bakılır. Bunu yapmayışının sebebi acizlik olup imkanı olsa yapacak ise, böyle bir kimse günahkardır. Eğer çalışmasına engelolan husus takva ise mazur görülebilir. Çünkü o nefsanı düşünceleri bertaraf edemeyebilir. O halde bu kötü duygulara karşı mücahede etmesi uğrunda bunların gereklerini yapmayıp gereklerini yapmayı kararlaştırmaması da yeterlidir. Abdurrezzak, Ma'mer'den, o İsmail İbn Umeyye'den Nebie merfu olarak şunu rivayet etmiştir: "Üç husustan hiç kimse kendisini kurtaramaz: Uğursuzluğa kapılmak duygusu, zan ve hased. Ey Allah'ın Rasulü! Bunlardan kurtuluş nedir, diye sorulunca, o: Uğursuzluk duygusuna kapılırsan geri dönme, zannedersen gerçek mi diye araştırmaya koyulma, kıskanacak olursan haddi aşma!" "Birbirinize arka çevirmeyiniz." el-Hattabı dedi ki: Birbirinizden darılıp uzaklaşmayınız, biriniz diğer kardeşinden dargın durmasın. Tabir, kişinin diğerine onu gördüğü vakit yüz çevirmesini anlatmak üzere arkasını dönmesinden alınmıştır. "Birbirinize buğzetmeyiniz." Yani birbirinize buğzetmeye sebep olacak işler işlemeyiniz. Çünkü buğz ta baştan beri meydana gelen bir duygu değildir. Bununla karşılıklı buğzetmeyi gerektiren saptıncı heva ve heveslerin yasaklanmasının kastedildiği de söylenmiştir. Derim ki: Aksine bu, heva ve heveslerden daha geneldir. Çünkü heva ve heveslerin gereklerini yapmak bunun sadece bir türüdür. Karşılıklı buğzetmenin gerçek mahiyeti iki kişi arasında ortaya çıkmasıdır. Bununla birlikte taraflardan birisinin bunu yapması hakkında da kullanılabilir. Buğzun yerilen kısmı yüce Allah için yapılmayan türüdür. "Allah'ın kardeş kulları olunuz." Kurtubi dedi ki: Yani sizler şefkat, merhamet, sevgi, birbirinizi kollayıp gözetmek, dayanışmak, samimi olarak öğüt vermek bakımıarından nesep kardeşleri gibi olunuz. İbn Abdilberr dedi ki: Hadis, Müslüman kimseye buğzetmeyi, ondan yüz çevirmeyi, onunla arkadaşlık kurduktan sonra şer'ı bir günah olmaksızın ilişkileri koparmanın, Allahlın kendisine vermiş olduğu nimetler dolayısıyla kıskanmanın haram olduğunu, ona nesep kardeşine davrandığı gibi davranmayı, kusurlarını araştırmamayı ihtiva etmektedir. Bu hususta hazır olan ile olmayan arasında bir fark yoktur. Bazı hallerde bunların pek çoğunda ölünün hükmü de, dirinin hükmü ile aynıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre radıyaıı"hu anh'dan rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Zandan çokça kaçının. Çünkü zan sözün en yalanıdır. Tahassüs de etmeyin, tecessüs de etmeyin. Karşılıklı olarak neceş yapmayın, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize arkanızı çevirmeyin. Allah'ın kardeş kulları olun." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allahlın: "Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır, birbirinizin kusurunu araşhrmayın"(Hucurat, 12) buyruğu." Daha sonra İbn Battal el-Mühelleb'den hadisin başlığa uygunluğunu şöylece açıklamış olduğunu nakletmektedir: Buğzetmek ve hased etmek, kötü zandan kaynaklanır. İbnu't-Tin dedi ki: Çünkü buğzeden kişi de, zanneden kişi de buğzedip kıskandıkları kişilerin fiillerini en kötü şekilde yorumlarlar. Hadisteki "karşılıklı olarak neceş yapmayın" ibaresinde geçen neceş, bir kimsenin başkası aldanarak alsın diye satın almak istemediği bir malın fiyatını artırmasıdır. Buna dair açıklamalar ve hükmü, Buyu' (alışverişier) bölümünde geçmiş bulunmaktadır. (2142.hadis)
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe'den, dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ben filan ve filan kimsenin dinimizden bir şey bildiklerini zannetmiyorum" buyurdu. Leys dedi ki: Bu iki şahıs münafıklardan iki adam idiler. Bu Hadis 6068 numara ilede var
- Bāb: ...
- باب ...
Leys'den bu sened ile: "Aişe dedi ki: Bir gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem odama girdi ve: Ey Aişe, ben filan ve filan'ın üzerinde bulunduğumuz bu dinimizi bildiklerini zannetmiyorum, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Caiz olan zan". Başlıktan anlaşılan şudur: Hadiste sözü geçen hallerin benzeri, yasak kılınmış zan türünden değildir. Çünkü bu, sözü edilen iki adamın durumu gibi olan kimselerden sakındırmak maksadı ile söylenmiştir. Yasak zan ise dini ve ırzı (namus, şeref ve haysiyeti) itibariyle her türlü kusurdan uzak, Müslüman bir kimse hakkında kötü zan beslemektir. İbn Ömer de şöyle demiştir: Bizler, bir adamın yatsı namazı cemaatine katılmadığını görecek olursak, onun hakkında kötü zan beslerdik. Yani bu ancak kötü bir durum sebebiyle cemaate katılamamıştır. Ya bedeninde kötü bir hal vardır yahut dininde diye
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, diyor ki: Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinledim: "Ümmetimin hepsi ilahi affa mazhar olur. Ancak (günahları) açıktan açığa işleyenler müstesnadır. Şüphesiz bir adam geceleyin bir iş yapıp sonra Allah onu setretmiş olduğu halde sabahı edip de: Ey filan, ben dün şöyle şöyle yaptım, demesi de kötülüğün açıkça işlenmesi kabilindendir. Böyle bir kişi, Rabbi kendisini setretmiş olduğu halde geceyi geçirmekle birlikte, sabahı edince Allah'ın, kendisi üzerindeki o setredici örtüsünü açıverir
- Bāb: ...
- باب ...
Safvan İbn Muharriz'den rivayete göre "Bir adam İbn Ömer'e: Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in necva (fısıldaşma) hakkında ne söylediğini işittin mi, diye sordu. İbn Ömer dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Sizden herhangi bir kimse Rabbine oldukça yaklaşır ve nihayet üzerine perdesini örter ve: Şunu şunu işledin değil mi, der. Kul, evet der. Rabbi: Şunu şunu da işledin değil mi, der. Kul, evet der. Böylelikle yüce Allah ona yaptıklarını söyletir. Sonra: Şüphesiz ben dünyada iken seni setrettim. Bugün de bütün bunları sana mağfiret ediyorum, buyurur." Fethu'l-Bari Açıklaması: "mu'minin kendi kusurunu örtmesi." Yani ayıplanmasını gerektiren bir iş işlemesi halinde kusurunu örtmesi, meşrudur ve mendubdur. "Açıktan açığa işleyenler müstesna." et-Tibi dedi ki: Günahı açıktan açığa işleyen kimse, masiyetini açığa çıkartan ve Allah'ın setrettiği halini açığa vurup o masiyeti işlediğini söyleyen kimse demektir. Nevevi, fasıklığını ya da bid'atini açıkça söyleyen kimse hakkında yaptığı işi söylemenin caiz olduğunu, ancak bunu açıktan yapmayan kimsenin durumunun böyle olmadığını da zikretmiştir. "Dün gece (el-bariha)" konuşma vaktinden önce geçen en yakın geceye denilir. Yapılan kötülüğün örtülmesinin emredilmesi hususunda Buhari'nin şartına uymayan bir hadis de varid olmuştur. Bu da İbn Ömer'in Nebie ref' ettiği şu hadistir: "Allah'ın yasaklamış olduğu şu pisliklerden uzak durunuz. Kim bunlardan herhangi bir şey işleyecek olursa, Allah'ın setretmesiyle o da örtünüp gizlensin." Bu hadisi Hakim rivayet etmiştir. Hadis Muvatta'da Zeyd İbn Eslem yoluyla mürsel olarak gelmiştir. İbn Battal dedi ki: Masiyetin açıkça işlenmesinde Allah'ın Rasulünün ve salih mu'minlerin hakkını hafife almak sözkonusudur. Ayrıca onlara karşı bir çeşit inatlaşmayı da ihtiva eder. Ama masiyetin gizli tutulmasında böyle bir hafife almaktan yana esenlikte kalmak sözkonusudur. Çünkü masiyetler sahiplerini zelil kılar. Eğer işlenen masiyet bir haddi gerektiriyorsa, had uygulanmasından, haddi gerektirmiyorsa da tazir (hafif) cezasından kişiyi kurtarır. Eğer işlenen masiyet katıksız Allah'ın hakkı ise, şüphesiz ki o en cömert olandır. Onun rahmeti de gazabını geçmiştir. Bundan dolayı eğer dünyada masiyet işleyen bu kimseyi Allah setretmiş ise ahirette onu rüsvay etmez. Günahı açığa vuran kimse ise bütün bunları elden kaçınr. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in necva hakkında neler söylediğini işittin." Necva, kişinin kendisinin işitip başkasının duymayacağı şekilde yahut başkasına gizlice bir şeyler işittirip, yanındakinin duymayacağı şekilde konuşmaya denilir. Burada bundan maksat, kıyamet gününde şanı yüce Rabbimizin mu'minler ile yapacağı gizli konuşmadır. "Nihayet onun üzerine perdesini örter." Buradaki "el-kenef (perde)" örtü demektir. el-Mühelleb der ki: Hadis-i şerifte yüce Allah'ın kıyamet gününde kullarının günahlarını örtrnek ile onlara olan lütuf ve ihsanı anlatılmakta ve onlardan dilediği kimselerin günahlarını bağışlayacağı belirtilmektedir. Bu da iman ehlinin (günahkarlarının) de tehdit kapsamında olduğunu kabul edenlerin kanaatlerinin aksinedir. Çünkü hadis-i şerifte Allah'ın üzerlerine örtüsünü koyup saklayacağı kimselerden yalnızca kafirlerle münafıkları istisna etmiştir. Herkesin duyacağı bir şekilde lanete uğradıkları, yüksek sesle söylenecek olanlar, bunlar olacaktır. Derim ki: Buhari bu inceliği fark etmiş olduğundan ötürü bu hadisi Mezalim bölümünde Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği şu hadis ile birlikte zikretmiştir: "Mu'minler cehennem ateşinden kurtulduktan sonra cennet ile cehennem arasındaki bir köprünün başında alıkonulacaklar. Dünyada iken birbirlerine yaptıklari haksızlık ve zulümlerin karşılığı!!ı alacaklar. Nihayet arındınlıp temizlendikten sonra cennete girmelerine izin verilecektir." İşte bu hadis, İbn Ömer'in rivayet ettiği hadiste sözkonusu edilen günahlardan maksadın, kişi ile Rabbi arasında meydana gelen günahlar olup kulların birbirlerine haksızlıklarının dışarıda tutulduğunu göstermektedir. Hadisin gereğine göre kullar arasındaki karşılıklı haksızlıklar, takas yoluyla ödeşmeyi gerektirmektedir. Şefaat hadisi de günahıfar bazı mu'minlerin ateşte azap gördükten sonra şefaat yoluyla oradan çıkacağına delil teşkil etmektedir. Nitekim bu husus İman bölümünde açıklanmış bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Harise İbn Vehb el-Huzaı'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ben size cennet ehlinin kimler olduklarını haber vereyim mi? Zayıf ve mütevazi olup Allah'a and verse mutlaka Allah'ın, onun yemininin gereğini yerine getirdiği her kimsedir. Size cehennem ehlinin kimler olduklarını da haber vereyim mi? Kaba saba, hayrı engelleyen ve böbürlenip büyüklenen her kimsedir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Medine halkı cariyelerinden herhangi bir cariye, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elinden tutar ve onu istediği yere götürebilirdi. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kibir". Rağıb dedi ki: Kibir, tekebbür ve istikbar birbirine yakın anlamdadır. Kibir, insanın kendisini beğenmekten dolayı özel bir halinin adıdır. O da kendisini başkalarından büyük görmesidir. Bunun en ileri hali ise kişinin Rabbine karşı büyüklenerek hakkı kabul etmeyip onu tevhid etmeyi, ona itaat i reddedip boyun eğmemesidir. Tekebbür iki şekilde ortaya çıkar: 1- Güzel fiillerinin, başkalarının güzelliklerinden daha fazla olması halidir. Bundan dolayı şanı yüce Allah "el-mütekebbir" diye nitelendirilmiştir. 2- Kendisinde olmayan bir şeyin var olduğunu göstererek, bu işi zorla sahiplenmeye kalkışması. Bu da genelolarak mütekebbir insanların vasfıdır. Yüce Allah'ın: "Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler."(Mu'min, 35) buyruğunda olduğu gibi ... Müstekbir de buna benzer. "Onu alıp istediği yere götürebiliyordu." Burada "elinden tutmakıltan maksat, bunun ifade ettiği anlamdır. O da gösterdiği yumuşaklık ve ona uymaktır. Hadis, tevazuu konusunda çeşitli mübalağa ifadelerini de ihtiva etmektedir. Çünkü erkeği değil kadını, hür kadın değil cariyeyi sözkonusu etmiştir. Cariyeler lafzını da genelolarak zikretmiş, herhangi bir cariye için bile bunun sözkonusu olduğunu ifade etmiştir. "İstediği yere" ifadesiyle de onu alıp dilediği yere götürebilmesinin mümkün olduğunu anlatmıştır. Bu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ileri derecede alçak gönüllü olduğunu, kibrin her çeşidinden bütünüyle uzak olduğunu göstermektedir. Kibrin yerilmesi ve alçak gönüllü lüğü n övülmesi ile ilgili pek çok hadis varid olmuştur. Bunların en sahihlerinden birisi, Müslim'in Abdullah İbn Mesud'dan rivayet ettiği Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu buyruğudur: "Kalbinde kibir namına zerre ağırlığı kadar bir şey bulunan kimse, cennete girmeyecektir. Ona: Ya adam elbisesinin güzel, ayakkabısının güzelolmasını arzu eder(se), diye soruldu. Allah Rasulü: Kibir, hakka karşı başkaıdırmak ve insanları küçük görmektir, buyurdu." Yine Müslim, lyad İbn Himar'dan, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Şüphesiz Allah bana, kimse kimseye karşı haksızlık etmeyecek şekilde alçak gönüllü olunuz, diye vahyetmiştir." Alçak gönüllülüğün emredilmesi, kibrin yasaklanması demektir. Çünkü kibir, alçak gönüllülüğün zıttıdır. Kibir küfürden ve benzeri hususlardan daha geneldir. Müslüman hakkında tevili hususunda da görüş ayrılığı vardır. Cennete ilk girecekler arasında, kibirli Müslüman cennete giremeyecektir denildiği gibi, cezasını çekmeden giremeyecektir, diye de açıklanmıştır. Onun cezası cennete girmemektir, ama af da edilebilir, demiştir. Bu ifade ( ... cennete girmeyecektir ifadesi), kibirden vazgeçirmek ve vebalinin ağırlığını anlatmak için zikrediimiştir. Zahirinden anlaşılan kastediimiş değildir, diye de açıklanmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayete göre "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Birbirinize buğzetmeyin, birbirinizi kıskanmayın, birbirirıize arkanızı çevirmeyin. Allah'ın kardeş kulları olun. Müslüman kimseye kardeşinden üç günden fazla küs durması helal değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Eyyub el-Ensari'den rivayete göre "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bir kimseye kardeşinden -karşılaştıkları halde biri yüzünü bir tarafa, öbürü öbür tarafa çevirerek- üç günden fazla dargın durması helal değildir. Onların hayırlıları ise daha önce selam veren kişidir. " Bu Hadis 6237 numara ilede var. Diğer tahric edenler: Tirmizi Birr; Müslim, Birr ve Sıla Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hicret(hecr etmek)". İki kişinin karşılaştıkları vakit, birbirleriyle konuşmaması demektir. Yoksa burada maksat, vatandan ayrılık değildir. Bunun hükmü daha önceden açıklanmış bulunmaktadır. "Ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: Bir kimsenin kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir, buyruğu." Nevevi dedi ki: İlim adamları şöyle demiştir: Müslümanlar arasında üç günden fazla bu şekilde dargın durmak nass ile haramdır. Bu nassın mefhumundan da üç gün içerisinde bunun mubah olduğu anlaşılmaktadır. Bu süre zarfında dargın durmanın affedilmesinin sebebi ise, Ademoğlunun yapısında kızgınlık ve öfkenin bulunması dolayısı iledir. Bu arızi halin zeval bulup normal hale dönülmesi için bu kadarlık bir süreye müsamaha gösterilmiştir. "Bu dargınlık süresi İbnu'z-Zubeyr'e uzun gelmeye başlayınca, el-Misver İbn Mahreme ile Abdurrahman İbn el-Esved İbn Abdi Yeğus ile -ki ikisi de Zühre oğullarındandır- konuştu." Daha önce geçen Urve yoluyla gelen rivayette de şöyle denilmektedir: "İbnu'z-Zubeyr, Kureyş'ten birtakım adamları, özellikle de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in dayılarını araya şefaatçi koydu (iltimas etmelerini istedi)." Orada, buradaki "dayılık"ın anlamını ve Zühre oğullarının babası ve annesi tarafından Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yakınlıklarını da açıklamış bulunuyorum. "Onun benim ile ilişkiyi koparmaya dair adakta bulunması ona helal değildir." Çünkü İbnu'z-Zubeyr onun kız kardeşinin oğlu idi ve çoğunlukla İbnu'zZubeyr'in terbiyesini bizzat kendisi üstleniyordu. "Aişe'nin boynuna sarıldı. Ona yalvarıp ağlamaya koyuldu." el-Evzai 'nin rivayetinde de "ona ağladı, kendisi de ağladı ve İbnu'z-Zubeyr, Aişe'yi öptü" şeklindedir. el-Evzai'nin, el-İsmail1 tarafından zikredilen diğer rivayetinde: "İbnu'zZubeyr Allah adına ve akrabalıklarını hatırlatarak ona yalvardı" şeklindedir. "Aişe'ye hatırlatmalarını artırıp çoğalttıklarında ... " Yani akrabalık bağını gözetmenin, affetmenin, öfkeyi yenmenin faziletine dair varid olan buyrukları ona hatırlatmaları üzerine demektir. "Bu adağı sebebi ile kırk köle azad etti." el-Evzai'nin rivayetinde "daha sonra Yemen'e bir miktar mal gönderdi, o mal ile onun için kırk köle satın alındı. O da adağına kefaret olmak üzere o köleleri azad etti" denilmektedir. Daha önce geçen Urve rivayetinde de "ona on köle gönder(il)di. O da o köleleri azad etti" denilmektedir. Zahirinden anlaşıldığına göre bu köleleri ilk ol3rak ona gönderen kişi Abdullah İbn ez-Zubeyr'dir. Bu başlıktaki rivayete de aykırı değildir. Çünkü bundan sonra kırkı tamamlamak üzere geriye kalan köleleri onun satın alıp azad etmiş olması mümkündür. İlim adamlarının çoğu der ki: Mücerred olarak selam vermek ve selamın alınması ile aradaki dargınlık ortadan kalkmış olur. Ahmed der ki: Baştan beri bulunduğu ilk hale geri dönülmedikçe dargınlık halinden (ve bunun vebalinden) kurtulmak mümkün değildir. Yine şöyle demiştir: Eğer konuşmamak rahatsızlık veriyor ise, selam vermekle bu dargınlık sona ermiş olmaz. İbnu'l-Kasım da böyle demiştir. lyad da şöyle demektedir: Eğer birisi ile konuşmuyar ise bize göre ona selam verse dahi onun o konuşmadığı kimse hakkındaki şahitliği kabul edilemez. Yani bu da İbnu'l-Kasım'ın görüşünü desteklemektedir. Derim ki: Arada şöylece fark gözetmek mümkün olabilir: Şahitlik meselesinde iş sıkı tutulur. Konuşmamak da içinde konuşmadığı kimseye karşı olumsuz bir şeyler gizlediği izlenimini verir. Bundan dolayı onun aleyhine yapacağı şahiHiği kabul edilmez. Selamın terk edilmesinden sonra üç gün içerisinde selam vermekle dargınlığın ortadan kalkması ise kabul edilmeyecek bir şey değildir. Cumhurun lehine Taberani'nin Zeyd İbn Vehb yoluyla naklettiği rivayet de delil gösterilmiştir. Zeyd İbn Vehb, İbn Mesud'dan mevkuf bir hadiste şu ifadelerin de yer aldığı bir rivayet nakletmektedir: "Onun (dargınlıktan) dönmesi ise, gidip ona selam vermesidir." İşte bu hadisler, Müslüman kardeşinden yüz çevirip ona selam vermeyip onunla konuşmaması dolayısıyla kişinin günahkar olacağına delil gösterilmiştir. Çünkü bir şeyin helalolmadığının söylenmesi, haram olmasını gerektirir. Haramı işleyen bir kimse de günahkardır. İbn Abdilberr dedi ki: Üç günden fazla dargınlığın caiz olmadığı üzerinde ilim adamları icma' etmişlerdir. Ancak kendisi ile konuşulması halinde dinine bir zarar geleceğinden yahut canına ya da dünyasına bir zarar geleceğinden korkulan kimse olması müstesnadır. Eğer kendisi ile konuşulmayan kişi böyle ise caizdir. Nice güzel bir dargınlık ve ayrılık, rahatsız edici, eziyet verici birliktelikten, iç içe oluştan daha hayırlıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Şüphesiz ben senin kızgınlığını da, hoşnutluğunu da bilir, anlarım. Aişe dedi ki: Ben: Bunu nasıl bilirsin ey Allah'ın Rasulü, diye sordum. O şöyle buyurdu: Eğer sen hoşnut isen: Evet, Muhammed'in Rabbi hakkı için dersin, eğer kızgın isen, hayır İbrahim'in Rabbi hakkı için dersin, buyurdu. Aişe dedi ki: Evet, ben ancak senin ismini söylememekle kalırım, diye cevap verdim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Asi olana darılmanın caiz oluşu." Buhari bu başlık ile caiz olan dargınlığı açıklamak istemiştir. Çünkü bu husustaki umumi yasak, dargınlığı için meşru bir sebebi bulunmayan kimseler hakkında özeldir. Böylelikle burada dargınlığı haklı kılan bir sebebin olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bu da masiyet işleyen bir kimseden darılmaktır. Onun böyle bir masiyet işlediğini bilen bir kimsenin, o masiyetten vazgeçmesi için darılması caizdir. İyad dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kızmak, büyük bir masiyet olmakla ve Aişe'nin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kızmasında böyle bir sakınca bulunmakla birlikte bağışlanmasının sebebi, onu bu tutuma itenin kadınların mayasında bulunan kıskançlık oluşu dolayısıyladır. Böyle bir kıskançlık ise ancak aşırı sevgiden dolayıdır. Bu sebeple onun bu kızgınlığı, ayrıca nefreti beraberinde getirmediğinden bağışlanmıştır. Çünkü asıl küfre ya da masiyete götüren, Nebie karşı nefret beslemektir. Nitekim onun: "Ben sadece senin adından ayrı kalırım" demesi de onun kalbinin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sevgisiyle dolu olduğunun delilidir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe'den, dedi ki: "Ben aklımın erdiğinden itibaren mutlaka anne ve babamın İslam dinine tabi olduklarını hatırlıyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sabah akşam olmak üzere günün iki tarafında bize gelmediği bir günün anne babamın üzerinden geçtiğini de hatırlamıyorum. Bir keresinde bizler öğle sıcağında Ebu Bekir'in evinde iken, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bize gelme itiyadında bulunmadığı bir saatte birisi: İşte Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dedi. Ebu Bekir: O bu saatte ancak önemli bir iş için gelmiştir, dedi. Allah Rasulü: Gerçek şu ki, Rabbim benim Mekke'den çıkmama izin vermiş bulunuyor, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Arkadaşım her gün mü yoksa sabah ve akşam mı ziyaret eder?" Denildiğine göre aşiy (akşam), zevalden karanlık vaktine kadar olan süredir. Tan yerine kadar olan süre olduğu da söylenmiştir. Hadisin uzun haliyle yeteri kadar şerhi daha önce "Medine'ye hicret" başlığında geçmiş bulunmaktadır. Buhari bu başlıkla: "Ara sıra ziyaret et ki, sevgin de artsın" diye meşhur olan hadisin senedinin zayıf olduğuna işaret etmiş gibidir. Bu hadis çeşitli yollardan varid olmakla birlikte çoğunun rivayet yolları garip olup onların hiçbirisi tenkitten kurtulamamıştır. İbn Battal dedi ki: iltifat gösteren dostun çokça ziyaret edilmesi -başkasından farklı olarak- ancak sevgiyi artırır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ensardan bir hane halkını ziyarete gitti ve yanlarında bir yemek yedi. Çıkmak isteyince, evin bir yerini göstererek verdiği emir ile bir yaygı üzerine onun için su serpildi, sonra o yaygının üzerinde namaz kılıp ev halkına dua etti." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ziyaret", yani ziyarette bulunmanın meşru oluşu "ve bir topluluğu ziyaret edip yanlarında yemek yiyen kimse." Bu da ziyaretin tamam olması için ziyarette bulunan kimseye hazır bulunan bir yiyeceği sunmanın sözkonusu olduğu anlamına gelir. Bu açıklamayı da İbn Battal yapmıştır. Böyle bir iş, aradaki sevgiyi sağlamlaştırır ve artırır. Derim ki: Bu hususta Hakim'in ve Ebu Ya'la'nın, Abdullah İbn Ubeyd İbn Umeyr yolu ile rivayet ettikleri bir hadis vardır. Abdullah İbn Ubeyd İbn Umeyr dedi ki: "Cabir'in yanına Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından birkaç kişi girdi. O da onlara ekmek ve sirke takdim etti. Yiyiniz, dedi. Çünkü ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: Sirke ne güzel katıktır, buyururken dinledim. Şüphesiz bir adamın yanına kardeşlerinden birkaç kişi gelip de evinde bulunan şeyleri sunmayı küçümseyerek onlara takdim etmemesi o kişinin helaki demektir. Onların da kendilerine sunulan yemeği küçük görmeleri, helak olmaları demektir." Ziyaret yapmanın fazileti hakkında çeşitli hadisler varid olmuştur. Bunlardan birisini hasen olduğunu belirterek Tirmizi, sahih olduğunu da belirterek İbn Hibban rivayet etmiş olup, Ebu Hureyre'nin Nebie merfu olarak naklettiği şu hadistir: "Kim bir hastayı yahut Allah yolunda kardeşi olan birisini ziyaret ederse, bir münadi ona: Sen de hoşsun, yürümen de hoştur ve sen cennetten bir yer edinmiş oldun, diye nida eder." Bu hadisin el-Bezzar'da, Enes'ten ceyyid bir senedie rivayet ettiği bir şahidi vardır. Malik ve sahih olduğunu belirterek İbn Hibban, Muaz İbn Cebel'den şu merfu hadisi zikretmektedirler: "Benim için birbirleri ile ziyaretleşenlere sevgim bir haktır." Hadisten ziyaretin, ziyaret eden kimsenin de ziyaret edip yanında yemek yediği kimselere dua etmesinin müstehap olduğu anlaşılmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Yahya İbn İshak'tan, dedi ki: "Bana Salim İbn Abdullah: İstebrak nedir, diye sordu. Ben: Dlbac denilen ipek türünün kalın ve kaba olanıdır, dedim. Sailm dedi ki: Ben (babam) Abdullah'ı şöyle derken dinledim: Ömer, bir adam üzerinde istebraktan bir hulle (alt üst takım elbise) gördü. Onu alıp Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirerek: Ey Allah'ın Rasulü, bunu satın al da huzuruna gelen heyetleri karşılamak üzere onu giyin, dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü: ipeği ancak ahiretten bir payı olmayan kimseler giyer, buyurdu. Bunun üzerinden bir süre geçti. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona bir hulle gönderdi. Ömer o hulleyi alıp Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Sen bana bunu mu gönderdin? Halbuki bunun benzeri hakkında daha önce söylediklerini söylemiş bulunuyorsun, dedi. Allah Rasulü şöyle buyurdu: Ben onu sana ancak (onu satıp) karşılığında bir mal edinesin diye gönderdim, buyurdu." ibn Ömer bu hadis dolayısıyla kumaşta alem (ipek desen) olmasını hoş görmezdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Gelen heyetlere karşı güzel giyinen kimse". Huzuruna gelen kimseler için giyecek ve benzeri şeylerle kılığını, görünüşünü güzelleştiren kimse, demektir. Heyetler (anlamındaki vufud) kelimesi, "vafid"in çoğulu olup emir vermek yetkisi yahut idarecilik yetkisi bulunan kimsenin yanına ziyaret etmek yahut erzak ve benzeri isteklerde bulunmak için gelen kimselere denilir. Burada Ömer'in "heyetler" sözünden kastı ise, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna kabileleri tarafından, kendileri adına İslam üzere bey'at etmek ve dönüp kendilerine öğretsinler diye din ile ilgili bilgileri öğrenmek üzere gönderilen elçilerdir. Buhari'nin, başlığı soruya benzer bir surette kaydetmesinin sebebi ise, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Ömer'in o teklifine karşı tepki göstermesi dolayısıyladır. Göründüğü kadarıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gösterdiği tepki, ipek giyme ile ilgilidir. Bunun karinesi de "bunu ancak. .. kimseler giyer" buyruğu olup güzel giyinmenin esasını reddetmemiş olmasıdır. Bununla birlikte o bu başlıkta İbn Ömer'in Utarid hullesi ile ilgili olayı zikretmiş bulunmaktadır. Hadisin yeteri kadar şerhi Libas (giyim) bölümünde(5841.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayete göre; "Abdurrahman yanımıza (Medine'ye) gelince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onunla Said İbn er-Rabi arasında kardeşlik akdi yaptı. (Abdurrahman İbn Avf da evlenince) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine: Bir koyun ile dahi olsa düğün yemeği yap, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Asım'dan, dedi ki: "Ben Enes İbn Malik'e: Sana Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: İslam'da iki kavim arasında dostluk antlaşması (hilf) yoktur, dediği ulaştı mı, diye sordum da Enes: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim evimde Kureyş ile ensar arasında hilf (dostluk) antlaşması yaptı, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kardeşlik ve dostluk antlaşması." Hilf (dostluk antlaşması) ahidleşmek demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden Hicret bahsinin baş taraflarında (3937.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Selman ile Ebu'd-Oerda arasında kardeşlik akdi yaptı." Nevevi dedi ki: Olmadığı söylenen şey, birbirlerine mirasçı olma hilfi (antlaşması) ile şeriatın yasakladığı türden ahitleşmelerdir. Allah'a itaat, zulme uğramışa yardım, yüce Allah uğrunda kardeş olmak esasları üzerine hilf yapmak (ahitleşmek, andıaşmak) ise teşvik edilmiş bir husustur
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayete göre; "Rifaa el-Kurazi hanımını boşadı ve onun boşamasını kesinlfştirdi. Ondan sonra hanımı ile Abdurrahman İbn ez-Zübeyr evlendi. Daha sonta kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü! (Kendisini kastederek) Bu kadın Rifaa'nın nikShl altında idi. Onu üç talak ile boşadı. Ondan sonra onunla Abdurrahman İbn ez-Zübeyr evlendi. Gerçek şu ki Allah'a yemin ederim ey Allah'ın Rasulü, onun beraberindeki -cilbabından yakaladığı bir saçağı göstererek- ancak bu saçak gibidir, dedi. -Ravi dedi ki: Bu sırada Ebu Bekir de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oturuyordu. İbn Said İbn el-As da odanın kapısında kendisine izin verilsin diye oturuyordu.- Halid: Ey Ebu Bekir, ey Ebu Bekir, bu kadını Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda bu şekilde konuşmaktan alıkoymayacak mısın, demeye koyuldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da gülümsemekten başka bir şey yapmıyordu. Daha sonra: Muhtemelen sen Rifaa'ya dönmek istiyorsun. Hayır, sen onun balcağızını tadıncaya, o da senin balcağızını tadıncaya kadar olmaz, diye buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Sa'd'dan, o babasından, dedi ki: "Ömer İbn el-Hattab r.a. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek üzere izin istedi. Nebiin huzurunda o sırada Kureyşli bir takım kadınlar da vardı. Ondan istekte bulunuyorlar, daha çok vermesini istiyorlardı. Sesleri de onun sesinden yüksek çıkıyordu. Ömer içeri girmek için izin alınca, onlar da alelacele perdenin arkasına doğru koşuştular. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ömer'e içeri girmesi için izin verince o da içeri girdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gülüyordu. Ömer: Babam, anam sana feda olsun ey Allah'ın Rasulü! Allah hep seni güldürsün deyince, şöyle buyurdu: Yanımda bulunan bu kadınların haline şaşırdım. Senin sesini duyar duymaz perdenin arkasına koşuşmaya başladılar. Bu sefer Ömer: Ey Allah'ın Rasulü, senin heybetinden çekinmeleri daha uygundur, dedi. Sonra kadınlara yönelerek: Ey kendi nefislerinin düşmanları olan kadınları Benden çekindiğiniz halde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den çekinmiyorsunuz deyince, kadınlar: Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e göre katı ve sertsin, dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Dinle ey Hattab'ın oğlu! Nefsim elinde olana yemin ederim ki şeytan bir yoldan giderken seninle karşılaşacak olursa mutlaka senin gittiği n yolun dışında, başka bir yoldan gider, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Taif'te iken: Biz inşallah yarın buradan gideceğiz, buyurdu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından bazı kimseler: Ya burayı fethederiz yahut ayrılıp gitmeyiz, dediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: O halde sabahleyin savaşa başlayınız, buyurdu. (Abdullah İbn Ömer) dedi ki: Ertesi sabah savaşa koyuldular. Onlarla çok şiddetli bir şekilde savaştılar. Aralarında çokça yaralanmalar oldu. Bu sefer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (tekrar): İnşailah yarın gidiyoruz, buyurdu. (Abdullah İbn Ömer) dedi ki: Ashab bunun üzerine susunca, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da güldü." el-Humeydi dedi ki: Süfyan bize bu hadisin senedinin tamamını "haber" lafzını kullanarak tahdis etti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Helak oldum. Ben Ramazan ayında hanımımla dma ettim, dedi. Allah Rasulü: Bir köle azad et, dedi. Adam: Buna imkanım yok, dedi. Nebi: O halde kesintisiz iki ay oruç tut, buyurdu. Adam: Gücüm yetmez, dedi. Allah Rasulü: O halde altmış fakire yemek ye dir, buyurdu. Adam: Bulamam, dedi. Biraz sonra içinde hurma bulunan bir zenbil getirildi. -(Ravilerden) İbrahim dedi ki: (Zenbil anlamı verilen) hadisteki el-arak, el-miktel ile aynı şeydir.- Bunun üzerine Nebi: O soruyu soran nerede? Al bunu tasadduk et, buyurdu. Adam: Benden daha fakirine mi, diye sordu. Allah'a yemin ederim, bu şehrin iki kara taşlığı arasında bizden daha fakir bir aile yoktur, dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem küçük azı dişleri görününceye kadar güldü ve: O halde siz yiyiniz, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran işi kalın kenarlı bir kaftan vardı. Bir bedevi ona yetişerek ridasını oldukça şiddetli bir şekilde çekiştirdi. Enes dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in boynuna baktım da üzerindeki kaftanın kenarının şiddetle çekiştirmesinin etkisiyle iz bırakmış olduğunu gördüm. Sonra o bedevi: Ya Muhammed, yanında bulunan Allah'ın malından bana verilmesi için emir ver, dedi. Bu sözler üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona döndü ve güldü. Sonra da ona bir bağışta bulunulmasını emir buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir'den, dedi ki: "Müslüman olduğum andan itibaren Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni meclisine girmekten alıkoymadı ve beni gördükçe mutlaka yüzüme karşı gülümsedi." [-6090-] "And olsun, ben ona atların üzerinde sebat edip duramadığımdan dolayı şikayette bulundum. Eliyle göğsüme vurdu ve: Allah'mi, ona sebat ver, onu hidayete ileten ve hi day ete iletiimiş kıl, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme'den rivayete göre Ümmü Süleym: "Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz Allah haktan haya etmez. Kadın ihtilam olduğu takdirde gusletme yükümlülüğü var mıdır, dedi. Allah Rasulü: Suyu gördüğü takdirde evet, buyurdu. Ümmü Seleme bu sebeple gülüp: Kadın da ihtilam olur mu, deyince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: O halde çocuk ne diye (annesine) benziyor, buyur
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bademcikleri (ya da küçük dili) görününceye kadar ağzını açıp güldüğünü görmüş değilim. Onun gülmesi ancak tebessümden ibaretti
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir Cuma günü Medine'de hutbe okurken bir adam ona gelerek: Yağmur yağmaz oldu. Bu sebeple Rabbinden bize yağmur yağdırmasını dile, dedi. Böyle deyince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem semaya baktı. Bulut namına bir şey görmüyorduk. Allah'tan yağmur diledi. Bulutlar peyda oluverdi, biri diğerine yaklaşmaya başladı. Sonra Medine'nin bütün su arkları su dolup akıncaya kadar yağmur yağdı. Bir sonraki cumaya kadar yağmur kesilmeksizin devam etti. Daha sonra o adam -ya da bir başkası- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hutbe verirken ayağa kalkarak: Suyun altında kaldık, Rabbine dua et de artık bizden bu yağmuru kessin, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem güldü, sonra: -İki ya da üç defa- Allah'ım üzerimize değil, etrafımıza (yağdır), buyurdu. Bu sefer bulutlar Medine'nin üzerinden sağa ve sola doğru parçalanıp dağıldı. Etrafımızdaki yerlere yağmur yağıyar ama Medine'de hiç yağmur yağmıyordu. Allah onlara Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, nezdindeki kerameti ni (üstün değerini) ve onun duasını kabul ettiğini gösteriyordu. " Fethu'l-Bari Açıklaması: "Gülümsemek ve gülmek". Dilciler: Tebessüm (gülümsemek), gülmenin başlangıcıdır demişlerdir. Gülmek de sevinçten dişler görününceye kadar yüzün yayılmasıdır. Eğer bu sesli olup uzakta ki bunu duyacak şekilde olursa o takdirde kahkaha olur, değilse buna dahik (gülmek) denilir. Eğer sessiz olursa o takdirde tebessüm (gülümsemek) sözkonusudur. Ağzın önündeki dişlere de "davahik (gülerken görülen dişler)" denilir. Bunlar da senaya (denilen ön dişler) ile el-enyab denilen (köpek dişleri) ve onların bitişiğinde bulunan ve nevaciz (küçük azı dişleri) denilen dişlerdir. "Fatıma: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bana gizlice bir söz söyledi, ben de güldüm, dedi." Bu daha önce tamamıyla ve şerhi ile birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatı bahsinde (4433 ve 4434 nolu hadiste) geçmiş bulunan Aişe'nin Fatıma aleyhisselam'dan rivayet etmiş olduğu hadisin bir kısmıdır. "İbn Abbas dedi ki: Güldüren de, ağlatan da Allah'tır." Yani insanda gülmeyi ve ağlamayı yaratan O'dur. Bu da daha önce Cenazeler bölümünde (1288.hadiste) geçmiş bulunan İbn Abbas'ın hadisinin bir bölümüdür. İbn Abbas bu hadiste, feryad ve figan etmeksizin ağlamanın caiz oluşuna en-Necm suresindeki yüce Allah'ın: "Ve şüphesiz ki güldüren de, ağlatan da O'dur." (Necm, 43) buyruğunu zikrederek işaret etmektedir. Daha sonra Buhari bu başlık altında çoğu daha önce geçmiş bulunan ve hepsinde gülümsemenin ya da gülmenin sözkonusu edildiği dokuz tane hadis zikretmektedir. Bunlarda sözkonusu edilen gülümseme yahut gülmenin sebepleri farklı olmakla birlikte, çoğu hayret ifade eder, bazıları da hayret için dikkati çeker, bazılarında da latife olsun diyedir. Başlıktaki birinci hadis (6084) Aişe r.anha'nın Rifaa'nın hanımının kıssası hadisidir Bundan maksat, hadiste geçen Aişe'nin "Reslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise gülümsemekten fazla bir şey yapmıyordu" sözleridir. İkincisi (6085 nolu hadis) Sa'd'in "Ömer izin istedi" hadisi olup, bunun da yeteri kadar açıklaması daha önce Ömer'in Menkıbelerilll başlığında geçmiş bulunmaktadır. Bu hadisin burada zikredilmesinden maksat, hadisteki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gülüyordu. Allah seni hep güldürsün, dedi" kısmıdır. Bu hadisten, gülmesi halinde büyük olan şahsiyete ne söyleneceği de anlaşılmaktadır. Üçüncü (6086 nolu) hadis, Amr İbn Dinar'ın [Ebu'l-Abbas'tan, onun Abdullah İbn Ömer'den] diye rivayet edilen hadisidir. Bu hadise dair açıklama daha önce şerhiyle birlikte Taif gazvesi bahsinde geçmiş bulunmaktadır. Hadisin burada zikrediliş maksadı, hadisteki "bunun üzerine ResliluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güldü" ibaresidir. Bu hadislerin tümünden anlaşıldığı kadarıyla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çoğu hallerinde gülümsemekten daha ileriye gitmezdi. Bazı hallerde bunu daha ileriye götürüp güldüğü de olurdu. Gülmenin mekruh olanı ise çokça gülmek yahut bu işte aşınya gitmektir. Çünkü aşınsı vakarı giderir. İbn Battal dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in fiill uygulamasından uyulması gereken, onun çoğunlukla yaptığıdır. Nitekim Buhari, el-Edebu'l-Müfred'de, İbn Mace de iki yoldan Ebu Hureyre'den: "Fazla gülme! Çünkü çokça gülmek kalbi öldürür" hadisini merfu olarak rivayet etmişlerdir. "Enes dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in boynuna baktım." Bu hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hilmi, canında ve malındaki eziyete gösterdiği sabır, kalbini İslama ısındırmak istediği kimselerin katı ve kaba davranışlarını bağışlaması açıkça görülmektedir. Böylelikle ondan sonra gelecek olan yöneticiler affetmek, kusurları görmezlikten gelmek ve yapılan kötülüklere karşı en güzeli ile karşılık verip o kötülükleri def etmek şeklindeki güzel ahlakına uysunlar. GÜLER YÜZ, İYİ GEÇİNMEYE DAİR HADİSLER İÇİN BURAYA TIKLA
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah r.a.'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Şüphesiz sıdk (doğruluk) birr (iyiliğ)e götürür. Şüphesiz birr de cennet'e götürür. Gerçek şu ki, kişi doğru söyleyip durdukça sonunda sıddik olur. Muhakkak yalan da fucur (günah)a götürür. fucur da ateşe götürür. Şüphe yok ki kişi yalan söyleyip durdukça sonunda Allah'ın yanında da kezzab (çok yalancı) diye yazılır." Diğer tahric edenler: Tirmizi Birr; Müslim, Birr
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Münafıkın alameti üçtür: Konuşursa yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona bir emanet verilirse hainlik eder
- Bāb: ...
- باب ...
Semura İbn Cündüb r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bana iki adam'ın geldiğini (rüyamda) gördüm. (Sonra bana) dediler ki: Ağzının parçalanmakta olduğunu gördüğün o kişi var ya, o çok yalancı birisidir. Bir yalan söyler, sonra o yalan söz ondan alınıp sonunda ufuklara ulaşır. İşte buna kıyamet gününe kadar böyle yapılacaktır." Fethu'l-Bari Açıklaması: İbnu't-Tin dedi ki: Yüce Allah'ın: "Doğrularla beraber olun" buyruğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Onlar gibi olun, anlamında olduğu söylendiği gibi, onlardan olun, diye de açıklanmıştır. Derim ki: Zannederim musannıf (Buhari) ayeti zikretmek suretiyle Ka'b İbn Malik kıssasına ve onun doğru sözlü oluşunun onu ayet-i kerimede zikredilen hayra ulaştırmış olduğuna işaret etmek istemiştir. Oysa bundan önce, bilinen süre boyunca Müslümanlar onunla konuşmayı terk etmişlerdi ve nihayet yer bütün genişliğine rağmen ona dar gelmişti. Daha sonra yüce Allah, onun tevbesini kabul etmek suretiyle ona lütufta bulunmuştu. Ka'b'ın kendisi de başından geçen bu olay ile ilgili olarak şunları söylemiştir: "Yüce Allah'ın beni İslam'a hidayet etmesinden sonra bana göre doğru söylememden daha büyük bir nimet ihsan etmiş değildir. Eğer ben yalan söylemiş olsaydım, yalan söyleyen diğerleri gibi helak olacaktım." Beyhaki Şuabu'l-İman'da sahih bir senedie Ebu Bekir es-Sıddik'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Yalan, imandan uzak durur." el-Bezzar da Sa'd İbn Ebi Vakkas'tan Nebi efendimize merfu olarak şu hadisi rivayet etmektedir: "mu'min kimsenin tabiatında hainlik ve yalan söylemek dışında her bir şey görülebilir." Hadisin senedi kavidir. Nevevi dedi ki: İlim adamları şöyle demişlerdir: Hadis-i şerifte doğrunun araştınlması yani doğruyu kastedip ona gereken önemin verilmesi teşvik edilmekte, yalan söylemekten, yalan söyleme hususunda işi gevşek tutmaktan da sakındınlmaktadır. Çünkü kişi yalan söylemekte işi gevşek tutacak olursa çokça yalan söyler ve yalancı olarak tanınır
- Bāb: ...
- باب ...
Huzeyfe'den, diyor ki: "Şüphe yok ki, yapıp ettikleriyle, güzel görünüşüyle ve dini bakımdan yaşayışı ile Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e en çok benzeyen kişi, evinden çıktığı vakitten tekrar evine dönünceye kadarki halleriyle İbn Ümmü Abd (Abdullah İbn Mes'ud)dır. Evinde, ailesiyle başbaşa kaldığı vakit ise ne yaptığını bilmiyoruz
- Bāb: ...
- باب ...
Tarık'tan, dedi ki: "Abdullah dedi ki: Şüphesiz sözün en güzeli Allah'ın kitabı, hedyin (önderliğin) en güzeli de Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gösterdiği yoldur." Bu Hadis 7277 numara ilede geçiyor Fethu'l-Bari Açıklaması: "Dell: Davranış, tutum". Yürüyüş, konuşma ve başka hallerde güzel hareket etmek demektir. Yol hakkında da kullanılır. "Semt: Dini hususlarda görünüş". Din ile ilgili hususlarda görünüşün güzelliği demektir. İşte mutedil olmak, yol ve cihet hakkında da kullanılır. "Hedy". Ebu Ubeyd dedi ki: AsIında el-hedy ve ed-dell birbirine yakın anlamIardadır. Sekinet ve vakar, heybet, görünüş ve şe mail (bedeni özellikler) hakkında da kullanılır. Semt genelde güzellik ve süs cihetiyle değil de hayır ve dil bakımından güzel görünüş ve güzel heyet anlamındadır. YOI hakkında da kullanılır. Kişinin İslam ehlinin yolu üzere, hayır ehlinin kılığında olması cihetiyle her ikisi de güzel anlamdır. Hadis-i şerifte İbn Mesud'un pek üstün bir fazileti sözkonusu edilmektedir. Çünkü Huzeyfe onun insanlar arasında bu özellikler bakımından Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e en ileri derecede benzeyen birisi olduğuna tanıklık etmektedir. Bu ifadelerde kişinin bilmediği şeyler hakkında kanaat belirtmekten sakınmak da dile getirilmektedir. Çünkü Huzeyfe: "Evinden çıktığı zamandan döndüğü vakte kadar" demiş ve bu tanıklığında tanıklık etmesi mümkün olan bu kadarı ile yetinmiştir. Diğer taraftan: "Ailesi ile birlikte başbaşa kaldığında da ne yaptığını bilmiyoruz." demiştir. Çünkü ailesi ile başbaşa kaldığı takdirde, ailesi ile hoş geçinip onlarla rahat etmesinin, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımları ile birlikteki halinden daha fazla ya da eksik olmasını mümkün görmüştür. Bu sözleri ile Abdullah radıyaııahu anh hakkında eksiltici bir ifade kullanmayı da kastetmiş değildir. Buhari el-Edebu'l-Müfred'de, Zeyd İbn Vehb yoluyla şu rivayeti nakletmektedir: "Ben İbn Mesud'u şöyle derken dinledim: Şunu bilin ki, ahir zamanda güzel bir yaşayış, bazı amellerden daha hayırlıdır." Hadisin senedi sahihtir. Böyle bir ifade de kişinin kendi görüşüne dayanarak söylenemez. Sanki İbn Mesud, bundan dolayı yaşayışının, hal ve hareketlerinin güzelolmasına çokça dikkat eder, gayret gösterirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa (el-Eş'ari) r.a.'dan, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İşittiği eziyet verici söze karşı Allah'tan daha çok sabreden bir kimse -yahut bir şey- yoktur. Onlar onun evladı olduğunu ileri sürüyorlar. Halbuki o, onlara sıhhat ve rızık verip duruyor." Tekrar:
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yapageldiği paylaştırmalardan birisi gibi bir paylaştırma yaptı. Ensar'dan bir adam: Allah'a yemin ederim, şüphesiz ki bu, kendisiyle Allah'ın rızasının gözetilmediği bir paylaştırmadır, dedi. Ben de: Ama and olsun Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e (bunu) söyleyeceğim deyip onun huzuruna gittim. Ashabı arasında bulunuyordu. Gizlice ona söyledim. Bu, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ağır geldi, yüzü değişti ve kızdı. Öyle ki keşke ona haber vermeseydim diye arzu ettim. Daha sonra: Gerçekten Musa'ya bundan daha fazla eziyet edilmişti, ama o sabretti, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Eziyete sabretmek". Yani sözlü yahut fiill eziyete karşılık vermekten kendisini alıkoymak. Bu, bazen hilm için de söylenir. Yüce Allah'ın: "Ancak sabredenlere edrleri hesapsız verilir."m buyruğu ile ilgili olarak kimi ilim ehli şöyle demiştir: Eziyetlere karşı sabretmek nefsin cihadıdır. Şam yüce Allah, nefisleri, kendisine yapılan ve hakkında söylenen şeylerden acı çekmek özelliğine sahip olarak yaratmıştır. Bundan dolayı onların ganimetieri paylaştırmakta Nebi s.a.v.'in haksızlık yaptığını söylemeleri ona ağır gelmiştir. Fakat o bu sözü söyleyene hilm ile mukabele ederek sabretmiştir. Çünkü sabredenlerin sevabının pek büyük olduğunu ve Allah'ın hesapsız olarak sabredene ecrini vereceğini biliyordu. Sabreden kişinin ecri, infak edenden daha fazladır. Çünkü infak edenin elde edeceği hasene yedi yüz kata kadar yükseltilir. Bir hasene ise aslı itibariyle on kat fazlasıyla mükafatlandırılır. Bununla birlikte yüce Allah dilediğine daha fazlasını da verir. İman bölümünün baş taraflarında İbn Mesud'un: "Sabır imanın yarısıdır." şeklinde rivayet ettiği hadis geçmiş bulunmaktadır. Eziyetlere karşı sabrın faziletine dair Buhari'nin şartına uymayan bir başka hadis de varid olmuştur. Bu hadisi İbn Mace hasen bir sened ile İbn Ömer'den merfu olarak rivayet etmiştir: "İnsanlarla oturup kalkıp onların eziyetlerine sabreden bir kimse, onlarla oturup kalkmayıp eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır." Hadisten imama ve fazilet ehline, haklarında -kendilerine yakışmayan türden- söylenen sözleri, -bu sözü söyleyenden sakınmaları için- haber vermenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Hadisten Çıkan Diğer Sonuçlar 1- Gıybet ve nemfme (kağuculuk, laf götürme)den mubah olan kısım, açıklık kazanmaktadır. Çünkü İbn Mesud'un bu yaptığında şeklen bunlar vardır, ama Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun bu yaptığına tepki göstermemiştir. Çünkü İbn Mesud'un maksadı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e samimi olarak öğüt vermek ve ona Müslüman olduğunu dışa vurmakla birlikte, içinde münafıklığı saklayanlar arasından kendisine dil uzatanları -ondan sakınsın diye- bildirmek istemişti. Bu ise kafirlerin hile ve tuzaklarından emin olmak amacı ile tecessüsün (casusluk yapmanın) caiz oluşu gibi caizdir. Diğer taraftan sözü geçen o adam, söylediği o sözlerle pek büyük bir günah işlemiştir. Dolayısıyla onun (bu hususta) riayet edilmesi gereken bir hakkı yoktur. 2- Kendilerinde olmayan nitelikler ile söz konusu edilmeleri, fazilet ehli kimseleri kızdırabilir. Bununla birlikte onlar bu işe sabır ve hilm ile karşılık verirler. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Musa aleyhisselam'a uyarak böyle yapmıştır. "Musa'ya eziyet edilmişti." sözleriyle de yüce Allah'ın: "Ey iman edenler! Siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. " (Ahzab,69) buyruğuna işaret etmektedir. İsrailoğuııarı'nın Musa aleyhisselam'a eziyet edip incitmeleri hususunda üç kıssa naklediimiş bulunmaktadır: a- Onun hayalarının şişkin olduğunu söylemişlerdi. Bu lafız ve açıklamaları Enbiya ile ilgili hadisler bölümünde, Musa kıssasında geçmiş bulunmaktadır. b- Musa aleyhisselaın'ın kardeşi Harun'un ölümü kıssası ile ilgilidir. Bunu da Musa kıssasında açıklamış bulunuyoruz. c- Karun ile başından geçen olay ile ilgilidir. Karun kötü bir kadına Musa'nın kendisine tecavüz etmek istediğini iddia etmesini söylemişti. Nihayet bu, Karun 'un helak sebebi olmuştu. Bu da Enbiya ile ilgili hadislerin, Musa'ya dair haberlerin son taraflarında yer alan Harun kıssasında geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan rivayete göre Aişe r.anha dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir iş yapmış ve o hususta insanlara ruhsat vermişti. Ama bazı kimseler bu işi yapmak istemedi. Bu husus Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşınca, bir hutbe vererek yüce Allah'a hamd ettikten sonra şöyle dedi: -Bazı kimselere ne oluyor ki benim yaptığım bir işten onlar kendilerini uzak tutuyorlar? Allah'a yemin ederim ki ben onlar arasında hem Allah'ı en iyi bilenleriyim, hem de onların Allah'a karşı haşyeti en ileri derecede olanlarıyım. " Bu Hadis 7301 numara ilede geçiyor
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, evinde kendisine ayrılmış olan yerde duran bakire kızdan daha ileri derecede haya sahibi idi. Hoşuna gitmeyen bir şey gördü mü biz onu yüzünden anlardık." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlara yüzlerine karşı" onlardan haya ettiği için "sitem etmeyen kimse." "Allah'a yemin ederim, onlar arasında hem Allah'ı en iyi bilenleriyim, hem ona haşyeti en ileri derecede olanlarıyım." Hem ilmin, hem de amelin gücünü bir arada dile getirmiş bulunmaktadır. Yani onlar, benim yaptığım bir işten yüz çevirmelerinin, kendilerini Allah'a daha çok yakınlaştıracağını vehmettiler. Oysa durum böyle değildir. Çünkü onlar arasında Allah'a yakınlığı en iyi bilen ve onun gereği olan ameli herkesten önce yapması gereken kişi odur. Bu hadisin ihtiva ettiği anlam, İman bölümünde (20 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbn Battal dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetine karşı çok şefkatli idi. Bundan dolayı onlara çok hafif bir sitemde bulunmuştur. Çünkü onlar kendileri için yapmaları caiz olan ağır işi yapmışlardı. Eğer onların bu yaptıkları iş haram olsaydı, onlara kendisinin yaptığı işe dönmelerini emredecekti. Derim ki: Ama yaptıkları dolayısıyla, hiç şüphesiz bir şekilde onlara sitem etmiş oldu. Bizzat kendisinin yaptığı işi açıkça belirtmeyişi ise, onun bu işi örtüp saklamak istemesinden dolayıdır. Böylelikle o, onlara karşı yumuşak ve şefkatli davranmakla birlikte, yapması gereken sitemi de asla terk etmemiş oldu. İbn Battal'ın bunu, onların yaptıklarının haram olmadığına dair delil göstermesi ise, Nebi efendimizin, kendisinin yaptığı işi, onları da yapmaya zorlamamış olması açısından açıkça anlaşılan bir durumdur. Hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e uymak teşvik edilmekte, ince eleyip sık dokumak ve mubahtan uzak durmak yerilmekte, öğüt verilirken güzel bir şekilde geçinme yolu ile birlikte bu hususta hem yapılanın reddedilip, hem de yumuşak bir üslup kullanılacağı gösterilmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Bir kimse kardeşine: Ey kafir, dediği takdirde ikisinden birisi onunla dönmüş olur." İkrime İbn Ammar'dan, dedi ki: Kendisi Yahya'dan, o Abdullah İbn Yezid'den, o Ebu Seleme'yi bu hadisi naklederken dinlemiş, Ebu Seleme de Ebu Hureyre'yi onu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den diye naklederken dinlemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Herhangi bir adam kardeşine: Ey kafir diyecek olursa, o ikisinden birisi onunla döner
- Bāb: ...
- باب ...
Sabit İbn ed-Dahhak'tan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Kim yalan söyleyerek İslam milletinden başkası adına yemin ederse o da dediği gibidir. Kim herhangi bir şeyle kendisini öldürürse cehennem ateşinde onunla azap edilir. mu'mine lanet etmek, onu öldürmek gibidir. Bir mu'mine iftira ederek küfür isnadında bulunmak da onu öldürmek gibidir." Buna dair açıklamalar daha önce "sövme ve lanetlemenin nehyedilmiş olduğu" başlığında (6047.hadiste) geçti
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdullah r.a.'dan rivayete göre; "Muaz İbn Cebel r.a., Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte namaz kılar, sonra da kendi kavminin yanına döner ve o namazı onlara kıldırırdı. Bir keresinde onlara Bakara suresini okuyarak namaz kıldırdı. (Cabir) dedi ki: Bunun üzerine bir adam da namazı kısa kılmak isteyip kendi başına kısa bir namaz kıldı. Bu husus Muaz'a ulaşınca, o bir münafıktır, dedi. Bu söz daha sonra o adama da ulaştı. O da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e giderek: Ey Allah'ın Rasulü, bizler ellerimizle çalışan, su çeken, develerimizle sulayan kimseleriz. Muaz da dün bize bir namaz kıldırdı ve Bakara suresini okudu. Ben de namazı kısa kesmek istedim. Bunun üzerine benim münafık olduğumu iddia etti, dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine: Ey Muaz, sen insanları fitneye düşüren bir kimse misin, diye üç defa tekrarladı. Ve'ş-şemsi ve duhaha ve sebbihisme Rabbike'l-a'la ve benzerlerini oku, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sizden her kim yemin edip de yemininde Lat ve Uzza hakkı için diyecek olursa, hemen akabinde la ilahe illailah deyiversin. Her kim arkadaşına: Gel, seninle kumar oynayalım derse, hemen akabinde bir sadaka versin
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre; "O, bir kafile ile birlikte yol almakta olan Ömer İbn el-Hattab'a arkadan yetişti. O sırada Ömer, babası adına yemin ediyordu. Bu sebeple Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle seslendi: Dikkat edin! Şüphesiz Allah sizlere babalarınız adına yemin etmenizi yasaklıyor. Her kim yemin edecekse Allah adına yemin etsin, aksi takdirde sussun." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bunu (Müslümana: Ey kafir sözünü) tevil ederek yahut bilmeyerek söyleyen kimsenin tekfir edilmeyeceği görüşünde olanlar." Bilmeyenden kasıt, hükmü yahut hakkında bu sözün söylendiği kimsenin durumunu bilmeyendir. Ömer, Hatıb İbn Ebi Beltaa.hakkında: "O münafıklık etti, dedi." Bu hadis daha önce şerhiyle birlikte mevsuı'senediyle el-Mumtahine suresinin tefsirinde (4890.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Daha sonra Cabir r.a.'ın rivayet ettiği Muaz İbn Cebel'in sabah namazını uzunca kıldırması üzerine o adamın ondan ayrılıp tek başına namaz kılmasını sözkonusu eden hadisi zikretmektedir. Muaz bunun üzerine o kişi için: Şüphesiz ki o bir münafıktır,demişti. Bu hadisin de yeterli açıklaması daha önce Cemaatle namaz bahsinde (701.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbn Battal, el-Mühelleb'den naklen dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Lat ve Uzza adına yemin eden kimseye la ilahe illailah demesini emretmiş olması, onun dediği şekilde halini sürdürmesinden korktuğundan ötürüdür. O vakit onun amelinin imandan sonra söylemiş olduğu bu küfür sözü sebebiyle boşa çıkacağından korkulur. Daha sonra şunları söylemektedir: Nebi efendimizin: "Zina eden kimse zina ettiği vakit mu'min olarak zina etmez." buyruğu da buna benzemektedir. Özelolarak zina halinde onun iman sahibi olmadığını söylemiştir. ---ibn Battal'dan nakil burada sona ermektedir. --- Bir başka yerde de şunları söylemiştir: Bu hadiste Allah'tan başkası adına yemin edildiğini anlatan bir ifade yoktur. Sadece burada unutarak yahut bilmeden bu şekilde yemin eden kimseye, yaptığı bu işin kefareti olacak bir şeyi hemen yapmaya dair bir yol gösterme ve öğretmedir. Bundan anlaşılacak da şudur: Söylememesi gereken bir sözü söyleyen kimseye eğer bu sözün anlamını kastederek söylemiş ise, onun üzerinden vebalin hangi yolla kaldırılacağını göstermektedir. Gel seninle kumar oynayalım diyene, sadaka vermesini emretmesinin bununla ilgisi ise, malın batıl bir yolla elden çıkarılmasını isteyişi açısındandır. Böylelikle malı hak yolda elinden çıkarmasını emretmiş olmaktadır. Daha sonra musannıf (Buhari), İbn Ömer'in rivayet ettiği Ömer'in babası adına yemin etmesi ile ilgili hadisi zikretmektedir. Bu hadiste böyle bir yemin de yasaklanmaktadır. İleride buna dair yeterli açıklamalar el-Eyman ve'n-Nuzur (Yeminler ve Adaklar) bölümünde (6646.hadiste) gelecektir. Hadisi burada zikretmekten maksadı ise, bazı rivayet yollarında varid olmuş: "Kim Allah'tan başkası adına yemin ederse şirk koşmuş olur" bölümüne işaret etmektir. Ama Ömer bu yasağı duymadan önce bu şekilde yemin ettiği için yaptığı işte mazur idi. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona bu şekilde yemin etmeyi yasaklamakla yetinmiş, bundan dolayı da onu sorumlu tutmamıştır. Çünkü babasının kendisi üzerindeki hakkı dolayısıyla onun adına yemin etmeyi de hak edeceği tevilinde bulunmuştu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah'ın, kulunun kendisinden başkası adına yemin etmesini sevmediğini beyan etmiş oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adama girdi. Evde, üzerinde suretler bulunan bir perde de vardı. Derhal Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yüzünün rengi değişti, sonra perdeyi alıp parçaladı. Aişe dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: Şüphesiz bu suretleri yapan kimseler kıyamet gününde insanlar arasında azabı en şiddetli olacak kimselerdendir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'ud r.a.'dan dedi ki: Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ben filan kişinin bize çok uzun namaz kıldırdığından ötürü sabah namazını cemaatle kılmaktan geri kalıyorum, dedi. (Ebu Mesud) dedi ki: O gün Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemı'in, verdiği öğüt esnasında daha fazla kızdığını asla görmüş değilim. Bu vesileyle şöyle buyurdu: Ey insanlar! Şüphesiz aranızdan nefret ettiren kimseler vardır. Sizden herhangi bir kimse eğer başkalarına namaz kıldıracak olursa, namazı fazla uzatmasın. Çünkü aralarında hasta, yaşlı ve ihtiyacı bulunan kimseler vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaz kıldınrken mescidin kıble tarafındaki duvarında bir balgam görünce onu eliyle kazıdı. Bundan dolayı da kızdı, sonra da: Sizden bir kimse namazda iken şüphesiz Allah da onun yüzünün tam karşısındadır. Bundan dolayı kimse namazda iken yüzünün karşı tarafına sakın balgam çıkarmasın
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Halid el-Cuheni'den rivayete göre; "Bir adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemı'e bulunan eşyanın hükmüne dair bir soru sordu. Allah Rasulü: Onu bir sene boyunca tanıt. Sonra onun kabını ve ağız bağını iyice belle, sonra da onu harca. Eğer sahibi gelirse onu sahibine ödersin. Adam: Ey Allah'ın Rasulü, peki ya kayıp koyuna ne yapayım, diye sordu. Allah Rasulü: Sen onu ai. Çünkü o ya senindir ya kardeşinindir yahut kurdundur. Adam: Ey Allah'ın Rasulü, ya kaybolmuş deveyi ne yapayım, diye sordu. (Zeyd) dedi ki: Bu sefer Resulullah yanakları kızarıncaya -yahut yüzü kızarıncaya- kadar öfkelendi, sonra da: Ondan sana ne? Onun ayakkabısı ve içeceği suyu onunla beraberdir. Sahibi onu buluncaya kadar (ona ilişme), buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Sabit r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (mescidde) hurma dallarından kendisi için küçük bir hücre çevirdi -yahut bir hasır edindi.- Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem çıkıp onun içinde namaz kılıyordu. Birtakım adamlar da kendisini takip ederek onun namazına uyup namaz kıldılar. Daha sonra yine bir gece gelip orada hazır bulundular. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise onlara göre geç kaldı ve yanlarına çıkmadı. Bu sefer seslerini yükselterek kapıya da çakıl taşları atıp kapıyı çalmaya koyuldular. Allah Rasulü kızgınlıkla yanlarına çıktı ve onlara: Siz o yaptığınızı sürdürüp gidince ben de onun üzerinize farz olarak yazılacağını zannettim. Bu sebeple (nafile) namazlarınızı evlerinizde kılmaya bakınız. Çünkü şüphesiz farz namaz dışında kişinin en hayırlı namazı evinde kıldığıdır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın emri dolayısıyla gazabın ve şiddet göstermenin caiz oluşu. Nitekim yüce Allah: "Kafirlerle münafıklara karşı cihad et ve onlara sert ol. "(Tevbe, 73) diye buyurmuştur." Buhari, bu başlıkla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eziyetlere sabrettiğine dair varid olan hadisin, ancak kendi nefsi ile ilgili olan hususlar ile ilgili olduğuna işaret ediyor gibidir. Eğer yüce Allah'ın bir hakkı sözkonusu ise o, o hususta Allah'ın sertlik gösterme emrine uyardı. Buhari bu başlıkta beş hadis zikretmektedir: Birincisi, Aişe'nin perde ile alakah hadisi olup buna dair açıklamalar daha önce Giyim bölümündEbu geçmiş bulunmaktadır. İkincisi, Ebu Mesud'un imamın sabah namazını uzun kıldırması olayı ile ilgili olan hadisidir. Bunun açıklaması da Namaz bölümünde (702.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Üçüncü hadis ise İbn Ömer'in balgam çıkarmak ile alakah hadisidir. Bunun açıklamaları da Namaz bölümünün baş taraflarında (406.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Güçlü, kuvvetli kişi rakiplerinin sırtını yerine getiren kişi değildir. Asıl güçlü kuvvetli kişi, öfkelendiği vakit nefsine hakim olabilendir
- Bāb: ...
- باب ...
Süleyman İbn Surad'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda iki adam birbirine ağır sözler söyledi. Biz de onun yanında oturuyorduk. Onlardan birisi öfke ile arkadaşına söverken yüzü de kızarmış idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine: Şüphesiz ki ben bir söz biliyorum. Onu söyleyecek olsa, mutlaka o hissettiği hali çekip gidecektir. Eğer: Kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığınırım, diyecek olsa 'bu hali kaybolup gider', buyurdu. Bunun üzerine orada bulunanlar adama: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ne dediğini duymuyor musun, dediler. Adam: Ben deli değilim, diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre; "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: "Bana tavsiyede bulun, dedi. Allah Rasulü: Kızma, buyurdu. Adam istediğini defalarca tekrarladığı halde yine: Kızma, buyurdu." Diğer tahric eden: Tirmizi Birr Fethu'l-Bari Açıklaması: "Güçlü kuwetli kişi rakiplerinin sırtını yere getiren değildir." Yani gücüyle insanların sırtını çokça yere getiren kişi değildir. "Asıl güçlü kuwetli kişi, kızdığı zaman kendisine hakim olandır." Hadise dair açıklamalar daha önce "Sövüp saymak ve lanetlemek" başlığında geçmiş bulunmaktadır. el-Hattabi dedi ki: Nebi efendimizin: "Kızma" buyruğu, kızgınlığa götüren sebeplerden uzak dur, kızgınlığı getirecek hallerle kendi kendini karşı karşıya bırakma, demektir. Bizatihi kızmanın kendisinin yasaklanması zaten sözkonusu olamaz. Çünkü kızgınlık tabii bir durum olup insanın tabiatından gitmesi düşünülemez. Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Kızma, çünkü kızgınlığın çıkardığı en büyük şey, kibirdir. Kızmak, genelde kişinin istediği bir işe aykırılık halinde ortaya çıkar. Bunun sonucunda da kibir kişiyi kızmaya götürür. Ama nefsin kibri gidene kadar alçak gönüllü davranan kimse, kızgınlığın şerrinden kurtulur. Kızmanın sana emrettiği işi yapma, anlamında olduğu da söylenmiştir. İbn Battal dedi ki: Birinci hadiste nefse karşı mücahedenin düşmana karşı mücahededen daha zor olduğu anlatılmaktadır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızgınlık halinde kendisine hakim olan kimseyi, insanların en güçlüsü olarak değerlEmdirmiştir. Başkası da şöyle demektedir: Muhtemelen (başlıktaki 6116 nolu hadiste) sözü geçen soruyu soran kişi, çokça kızan birisi idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de soru soran herbir kimseye en uygun olan emri verirdi. Bundan dolayı Allah Rasulü, bu kişiye de kızmayı terk etmeyi tavsiyeyle yetindi. Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Allah kızgınlığı ateşten yarattı ve bunu insanın bir tabiatı kıldı. Kızgınlık ateşinin yanıp parlamasına sebep olan herbir hususta insana karşı çıkılıp yahut onunla tartışıldığı takdirde, onun da yüzü ve gözleri kandan dolayı kızarır. Çünkü insanın teni, arka tarafında gizlenen rengi anlatır. Böyle bir kimse, kendisinden daha alt mertebede bulunana gücünün yettiğini anlarsa bu hali alır. Eğer kendisinden daha yukarı bir mertebede ise, bundan dolayı derinin görünen tarafından kalbin iç tarafına doğru kan çekilmeye başlar ve üzüntüden dolayı rengi sararır. Eğer kendisine denk bir kimseye karşı bu halortaya çıkarsa, kan çekilmek ile yayılmak arasında gider gelir. Bundan dolayı kızarır ve sararır. Öfkenin sonucu olarak dış ve içte değişiklikler meydana gelir. Renk değişmesi, organların titremesi, gelişigüzel davranışların gösterilmesi, hilkatin farklı bir hal alması gibi. Hatta kızgın bir kimse, kendisini kızgın haliyle görecek olursa, suretinin çirkinliğinden ve hilkatinin değişime uğramasından utanarak öfkesi diner. Bütün bunlar zahiren görülen şeylerdir. İç dünyadaki çirkinliği ise, zahiren görünenden daha da ileridir. Çünkü kızgınlık, kalpte kini ve kıskançlığı doğurur, farklı türleriyle kötülükleri kalpte saklamaya neden olur. Hatta kızgınlık ilk olarak insanın iç dünyasını çirkinleştirir. Dışının değişikliğe uğraması ise, iç dünyasındaki değişikliğin bir neticesidir. Bütün bunlar, kızgınlığın bedendeki etkileridir. Dildeki etkilerine gelince, gelişigüzel sövüp sayar ve aklı başında kimsenin utanacağı, öfkesinin dinmesi esnasında söyleyenin pişman olacağı çirkin sözler söyler. Kızgınlık, dövmek yahut öldürmek gibi fiili davranışlarda da etkisini gösterir. Bütün bunlar ise, daha önce -bir önceki başlıkta- açıklandığı üzere dini anlamıyla gazapta değil, dünyevı gazapta sözkonusudur. Kızıp öfkelenmeyi terk etmeye yardımcı olan husus, öfkeyi yenmenin faziletine dair varid olmuş buyrukları hatırlamak, kızgınlığın semeresi olan şeylerin ortaya çıkması sonucundaki tehditleri hatıra getirmek, ayrıca Süleyman İbn Surad'ın rivayet ettiği hadiste geçtiği gibi, şeytandan Allah'a sığınmak, daha önce Atiyye hadisinde işaret edildiği gibi de abdest almak ile olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
İmran İbn Husayn'dan, dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Haya, hayırdan başka bir şey getirmez." buyurdu. Bunun üzerine (bunu duyan tabii) Buşeyr İbn Ka'b şöyle dedi: Hikmette: Şüphesiz hayanın bir kısmı vakar ve hayanın bir kısmı da sekinet (ağırbaşlılık)tır, diye yazılıdır, dedi. Böyle deyince İmran İbn Husayn ona: Ben sana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den hadis naklediyorum, sen bana kendi sahifenden bahsediyorsun öyle mi, diye çıkıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, haya konusunda kardeşine serzenişte bulunan bir adam'ın yanından geçti. Kardeşine: Şüphesiz ki sen utanıyorsun, diyordu. -Sanki: Bu kadar utangaçlık sana zarar veriyor, der gibi idi.- Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bırak onu! Şüphesiz haya imandandır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said'den, diyor ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, odasında kendisine ayrılan yerde bulunan bakire kızdan daha ileri derecede haya sahibi idi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Haya". Hayanın tarifi, İman bölümünün baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır. İbn Dakiki'l-'Id, Şerhu'l-Umde adlı eserinde şunları söylemektedir: Hayanın asıl anlamı, imtina etmektir. Daha sonra bu inkibad (geri durmak) hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Gerçek şu ki, imtina da hayanın gereklerindendir. Bir şeyin gereği, onun aslı olmaz. İmtina, hayanın gereklerinden olduğuna göre hayayı elden bırakmamaya dair yapılan teşvik, aynı zamanda ayıplanan şeyleri işlemekten imtina etmeye de teşvik olur. Bu lafız sonuna, uzatan bir hemze getirilmeyip, "haya" şeklinde söylenecek olursa yağmur demek olur. "Haya, hayırdan başka bir şey getirmez." Taberani, Kurra İbn Iyasitan şu hadisi rivayet etmektedir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Haya dinden (mi)dir, diye soruldu. O: Aksine o dinin tamamıdır, buyurdu." "Şüphesiz hayanın bir kısmı vakardır. Şüphesiz hayanın bir kısmı sekinettir. " Kurtubi dedi ki: Buşeyr'in sözünün anlamı şudur: Hayanın bir kısmı, sahibini başkasına saygı göstermek ve kendisinin de saygı gösterilecek birisi olması suretiyle vakarlı olmaya iter. Hayanın bir kısmı da sahibini şahsiyetli, mert bir kimseye yakışmayan birtakım işleri yapmakta harekete geçmekten alıkoyarak sakinleştirir. İmran'ın onun bu söylediklerine bu kadar tepki göstermesi, sözlerinin anlamı açısından değildir. Ona bu sözlerini Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sözüne başkasının sözüyle karşılık vermek anlamına gelecek şekilde söylediği için tepki göstermiştir. "Haya imandandır." İbnu't-Tin'in, Ebu Abdulmelik'ten nakletliğine göre bundan maksat, imanın kemalidir. Ebu Ubeyd el-Herevi de şöyle demektedir: Yani hayalı bir kimse, takvalı olmasa dahi hayası sayesinde masiyetlerden uzak durur. Böylelikle haya kendisini masiyetler işlemekten engellemek bakımından iman gibi olur. İyad ve başkaları da şöyle demektedir: Haya, insanın tabiatında olan bir şey olmakla birlikte, imandan diye değerlendirilmesinin sebebi, hayanın şeriatın kanununa göre kullanılmasının belli bir maksada, o alanda fiil işlemeye (kesbe) ve ilme ihtiyacının olmasından dolayıdır. Tamamıyla hayır olup onun ancak hayır getirmesine gelince, bunun genelolarak yorumlanması zor bir durumdur. Çünkü haya bazı hallerde kişiyi kötülükler işleyen kimseye karşı çıkmaktan alıkoyabilir ve bazı hakları ihlal edip yerine getirmemeye itebilir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Bu hadislerde kastedilen haya, şer'i alandır. Hakların ihlal edilmesi sonucunu veren haya şer'i bir haya değildir, aksine o bir acizlik ve bir küçüklüktür. Buna haya adının verilmesi, şer'i hayaya benzerliğinden ötürüdür. O da kişiyi çirkin olan işi terk etmeye iten bir ahlaktır. Derim ki: Bununla, hayayı ahlak edinen bir kimsenin bu hayasının çoğunlukla hayra götüren türden olana işaret edilme ihtimali de vardır. Böylelikle haya sebebiyle yaptığı hayırların yanında, sözü geçen türden yapması muhtemel olumsuzlukların pek değeri olmaz. Yahut haya hayra götüren bir sebep olduğu için haya sahibinin huyu ve adeti haline geldiği takdirde, bu haya sebebiyle bizatihi hayır ve hayra sebep olan işleri yapar. Ebu'I-Abbas el-Kurtubi dedi ki: Kesbi haya, şeriat koyucunun imandan kabul ettiği hayadır. Kendisiyle mükellef kılınan haya da budur. Tabiatla bulunan haya değildir. Şu kadar var ki, tabiatında bir miktar haya bulunan kimsenin sahip olduğu bu tabii haya, kesbi hayaya sahip olmakta ona yardımcı olur. Bazen kesbi haya tabiatta yer edinceye kadar bir karakter haline de gelebilir. Devamla dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hayanın her iki türünü de kendi şahsında toplamıştır. Onun tabiatında bulunan haya, perdesi arkasında saklanan bakire kızdan daha ileri idi. Kesbi hayası itibariyle de en yüksek zirveye ulaşmıştı. ---Ebu'I-Abbas el-Kurtubl'den iktibas burada sona ermektedir. --- Böylelikle burada üçüncü hadisin zikredilmesinin alakası da anlaşılmış olmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önce Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nitelikleri başlığında geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'ud'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şüphe yok ki önceki Nebilerin sözleri arasında insanların idrak ettiği sözlerden birisi de: Utanmazsan dilediğini yapabilirsin sözüdür, buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: " ... Dilediğini yapabilirsin.'' el-Hattabi dedi ki: Burada hadisin haber anlamı ile değil de emir lafzı ile ifade edilmesindeki hikmet şudur: İnsanı şerre düşmekten alıkoyan şey hayadır. Kişi hayayı terk edecek olursa, tabiatı itibariyle herbir şerri işlemele ile emredilen gibi olur. Bu hadise ve kısmen açıklamasına daha önce Enbiya'ya dair hadisler bölümünün sonlarında İsrailoğulları ile ilgili başlıkta (3483.hadiste) işaret edilmiş idi. Burada da bundan daha fazlasına işaret edilmiş bulunmaktadır. Nevevi, el-Erbain adlı eserinde şunları söylemektedir: Buradaki emir (dilediğini yap emri) mubahlık ifade etmektedir. Yani bir işi yapmak istediğin takdirde onu yapman halinde, Allah'tan ve insanlardan utanmayacak isen o işi yap, değilse yapma. İslam da zaten bu esas etrafında dönüp durmaktadır. Bu da şöyle açıklanır: Emrolunan vacip ve mendub işlerin terk edilmesinden dolayı utanılır. Yasak kılınan haram ve mekruh olan şeylerin ise işlenmesinden dolayı utanılır. Mubah olan bir işin yapılmasından utanmak da caizdir, terkinden utanmak da böyledir. Böylelikle hadis, bu beş şer'! hükmü de ihtiva etmiş olmaktadır. Bir görüşe göre de daha önce açıklandığı üzere buradaki emir, tehdit içindir. Yani: Eğer senden haya alınmış ise dilediğini yap. Çünkü Allah ondan dolayı seni cezalandıracaktır. Hadiste hayanın ne kadar büyük olduğuna işaret edilmektedir. Emrin haber anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani utanmayan bir kimse istediğini yapar
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme r.anha'dan, dedi ki: "Ümmü Süleym, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulül Şüphesiz Allah haktan haya etmez. Kadın ihtilam olduğu takdirde gusletmesi gerekir mi, diye sordu. Allah Rasulü: Suyu gördüğü takdirde evet, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Mu'min'in misali, yaprakları düşmeyen ve dökülmeyen yeşil bir ağaca benzer. Bazıları: O şu ağaçtır, o bu ağaçtır, dedi. Ama ben onun hurma ağacı olduğunu söylemek istedim. -O sırada da genç bir çocuk olduğumdan- haya ettim (söylemekten çekindim). Daha sonra Allah Rasulü: O hurma ağacıdır, buyurdu." Yine (Hafs İbn Asım), İbn Ömer'den hadis olarak benzerini nakletti ve ayrıca şunu ekledi: "Ben de bunu Ömer'e anlatınca, babam: Eğer onu söylemiş olsaydın, benim şundan ve şundan daha çok sevdiğim bir iş olurdu, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan rivayete göre "Bir kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip kendisini ona arzederek: Bana bir ihtiyacın var mı (benimle evlenmek ister misin), dedi. Bu sefer Enes'in kızı: Hayası ne kadar da az imiş, deyince, Enes: O senden hayırlı bir kadındı. Kendisini Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e arz etti, diye cevap verdi." Fethu’l-Bari Açıklaması: "Dinde bilgi sahibi olmak için hakk(a dair soru sormak)dan utanılmaması." Buhari bu başlık altında daha önce geçmiş bulunan ve bu başlıkla ilişkileri açıkça ortada olan üç hadis zikretmiş bulunmaktadır. Bunların birincisi, Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği Ümmü Süleym'in, kadının ihtilam olmasına dair sorduğu soru ile ilgili hadistir. Buna dair açıklamalar Taharet bölümünde (282.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İkincisi, İbn Ömer'in "mu'minin misali yeşil bir ağaca benzer" diye rivayet ettiği hadistir. Buna dair açıklama da daha önce İlim bölümünde (61 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Bunların üçüncüleri de Enes'in rivayet ettiği hadis olup bu hadisin de açıklaması daha önce Nikah bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Ebu Burde'den, o babasından, o dedesinden (Ebu Musa el-Eş'ari'den) dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisini Muaz İbn Cebel ile birlikte gönderince, kendilerine: Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, uzaklaştırmayın. Birbirinizle de uyumlu hareketlerde bulunun, buyurdu. Ebu Musa dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, bizler baldan yapılan ve kendisine elbit' adı verilen bir şarabın yine arpadan yapılan ve kendisine el-mizr adı verilen bir şarabın (içkinin) yapıldığı bir ülkede bulunuyoruz. (Bunların hükmü nedir?) dedi. Bu sefer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Sarhoşluk verici herbir şey haramdır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, sükuna kavuşturun ve nefret ettirip uzaklaştırmayın, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, iki iş arasında dilediğini seçmekte serbest bırakılmışsa, -günah olmadığı takdirde- mutlaka onların en kolayalanını yapardı. Eğer günah ise insanlar arasuıda ondan en uzak kişi o olurdu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hiçbir şey dolayısı ile kendi adına asla intikam almış değildir. Allah'ın haramlarının çiğnenmesi hali müstesna. O takdirde Allah için onların intikamını alırdı (cezalandırırdı)
- Bāb: ...
- باب ...
el-Ezrak İbn Kays'tan, dedi ki: "Ehvaz'da, bir nehir kıyısında idik. Nehrin suyu kurumuş, çekilmişti. Ebu Berze el-Eslemi bir at üzerinde geldi. Namaza durup atını serbestçe salıverdi. At da çekip gidince, namazını bıraktı ve atın arkasından gitti. Nihayet ata yetişip onu yakaladı. Sonra da gelip namazını tamamladı. Aramızda da kendisine göre görüşleri olan bir adam vardı. Bu kişi: Şu yaşlı adama bakınız. Bir at için namazını bıraktı, dedi. Daha sonra Ebu Berze ona yönelerek: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den ayrıldığımdan bu yana hiçbir kimse beni azarlamamıştı. Daha sonra şunları ekledi: Benim evim oldukça uzaktır. Eğer namazımı kılıp da atımı bıraksaydım, geceye kadar ailemin yanına varamazdım. Sonra da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile arkadaşlık yaptığını ve onun yaptığını gördüğü kolaylıkları anlattı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre; "Bir bedevi gelip mescidde küçük abdest bozdu. İnsanlar üzerine atılmak üzere ona doğru kalktılar, ama Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: Ona ilişmeyiniz, onun sidiği üzerine de bir kova su dökünüz. Şüphesiz sizler kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz, buyurdu." Fethu’l-Bari Açıklaması: "Kolaylaştırın." Bu, kolaylaştırma emridir. Bundan maksat kimi zaman teskin etmek, kimi zaman da kolaylık sağlamak yolunu seçmektir. Çünkü nefret ettirip uzaklaştırmak çoğunlukla zorluk ile karşılaşan kişi hakkında sözkonusu olur. Bu da teskinin zıttıdır. Müjdelemek de çoğunlukla sükunet halinde olan için sözkonusudur. Bu da nefret ettirmenin zıttıdır. Ebu Musa ile Muaz İbn Cebel radıyalliihu anh'ın Yemen'e gönderilme zamanlarıyla ilgili açıklamalar, Megazi bölümünün son taraflarında geçmiş bulunmaktadır. Eşribe (içecekler) bölümünde de el-bit' denilen içkiye dair açıklamalar geçmişti. Taberi der ki: Kolaylaştırmanın emredilmesi, ağır gelen nafileler hakkındadır. Böylelikle bu nafileler kişiye usanç verip büsbütün onları terke sebep teşkil etmesin yahut gücü yetmeyen kimsenin farz namazı oturarak kılması, yolcunun ramazanda oruç açması gibi ruhsat verilen hususlarda amelini beğenerek büsbütün ecrinin boşa çıkmasına ve bu halin de kendisi için meşakkat teşkil etmesine sebep olmasın. Başkası ise mutlaka ikisinden birisi kaçınılmaz ise, iki zarardan daha hafif olanın işleneceği hususunu ek olarak açıklamıştır. Mescidde küçük abdest bozan bedevi alayında görüldüğü gibi Üçüncü hadis olan Aişe radıyalliihu anhii'nın dediği şekilde IIResulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki işten birisini seçmek hususunda serbest bırakılırsa ... " hadisi olup buna dair açıklamalar "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in niteliği, sıfatı" bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Başlıktaki dördüncü hadis, Ebıl Berze'nin rivayet ettiği hadistir. "Aramızda kendine has görüşü olan bir adam vardı." Bu kişinin adını tespit edemedim. Bu hadis Namaz bölümünün son taraflarında (1211.hadiste) şu lafızia geçmiş bulunmaktadır: "Haricilerden bir adam şöyle demeye koyuldu ... " İşte dayanak olarak alınan ifade de budur. "Görüş"ten maksat da Haricilerin görüşüdür. Bozuk görüşlü birisi vardı, demektir. Hadisin şerhi de belirtilen yerde geçmiş bulunmaktadır. Başlıktaki beşinci hadis, Ebıl Hureyre'nin mescidde küçük abdestini bozan bedevi arabın olayı ile ilgili hadistir. Bu hadise de daha önce "Rıfk" başlığında işaret edilmiş ve şerhinin de Taharet bölümünde geçtiği belirtilmiş idi. Bu hadislerden anlaşıldığına göre, ibadet ve başka şeylerde aşırıya kaçmak ve itidal sınırını aşmak, yerilmiş bir şeydir. Bütün bu hususlarda övülen şey, devamlı yapılabilecek ve kişinin kendisini beğenmekten ve diğer helak edici hallerden yana emin hissettiği kadarıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan, dedi ki: "Şüphesiz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizimle beraber oturup kalkardı. Öyle ki benim küçük bir kardeşime: Ey Ebu Umeyr, ne yaptı nuğayr, derdi." Bu Hadis 6203 numara ile de geçiyor
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oyuncak bebeklerle oynardım. Benimle birlikte oynayan kız arkadaşlarım da vardı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içeri girdi mi ondan saklanırlar, perde arkasına çekilirlerdi. O da onları benimle oynasınlar diye yanıma gönderirdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İbn Mesud: İnsanlarla oturup kalk, ama sakın dinini yaralama, demiştir. Aile halkı ile şakalaşıp latife yapmak." Şakalaşmak ve benzeri sözler ile latife yapmak kastedilmektedir. Tirmizi, İbn Abbas'tan merfu olarak "kardeşin ile tartışma ve onunla şakalaşma" hadisini de rivayet etmektedir. Bu iki hadisin bir arada açıklaması şöyledir: Yasaklanan, aşırıya kaçan yahut sürekli olan türüdür. Çünkü böylesi, kişiyi Allah'ı zikretmekten ve dinin önemli işleri üzerinde tefekkür etmekten alıkoyar, çoğunlukla da kalp katılığı, eziyet, kin, heybet ve vakarın ortadan kalkması neticesine ulaşır. Bunlardan uzak kalan kısmı ise mubah olanıdır. Eğer muhatabın gönlünü hoş etmek ve ona teselli vermek gibi bir masıahat sözkonusu ise müstehap olur. GazzaH dedi ki: Mizahı bir meslek edinmek ve bunun için Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mizah yapmış olduğunu delil göstermek bir yanlışlıktır. Böylesi, rüzgarın estiği tarafa giden kimseye benzer. Onların (mizah yapanların) oyunlarını seyretmeye Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Aişe'nin Habeşlilerin oyunlarını seyretmesine izin vermesini delil göstermesi de bunun gibidir. "Benim, benimle oynayan" ve benim yaşıtım olan "kız arkadaşlarım vardı." "Perdenin arkasına çekilip saklanırlardı." Bu hadis, bebek suretlerinin ve oyuncakların kız çocukların onlarla oynaması için edinilmesinin caiz olduğuna delil gösterilmiş ve suret edinmeye dair genel yasaktan tahsis edildiği kabul edilmiştir. Iyad bunu bu şekilde açıkça ifade etmiş ve bunu cumhurun bir görüşü olarak nakletmiştir.Cumhurun ayrıca kız çocuklarına bebek satmayı caiz gördüğünü de nakletmiştir. Bundan maksat ise kız çocuklarını küçüklükten itibaren ev ve çocuk yetiştirme işlerine alıştırmaktır. Kadı !yad der ki: Bazılarının görüşüne göre bu neshedilmiştir. İbn Battal da bu eğilimdedir. İbn Ebi Zeyd ise Malik'ten, kişinin kızına suret satın almasını mekruh gördüğünü nakletmiştir. Bu sebeple ed-Davudi' bunun mensuh olduğu görüşünü tercih etmiştir. İbn Hibban ise küçük kızlar ve kadınlar için oyuncaklarla oynamanın mubah oluşunu ifade eden başlık açmıştır. Nesai de bu hadise "kocanın hanımının oyuncak bebekle oynamasına müsaade etmesinin mubahlığı" diye başlık açmıştır. Ancak burada "küçük yaşta olma" kaydını zikretmemiş olması tartışılır bir konudur. Beyhaki bu hadisi tahric ettikten sonra unları söylemektedir: Suret edinmeye dair nehiy sabittir. O halde bu hususta Aişe'ye verilmiş olan ruhsatın haram kılmadan önce olduğu şeklinde yorumlanması gerekir. İbnu'l-Cevzi de bunun böyle olduğunu ifade etmiştir. el-Münziri dedi ki: Eğer oyuncaklar suretler gibi ise bu, haram kılma hükmünden öncedir. Aksi takdirde suret olmayana da oyuncak adı verilebilir. elHalimi de bunu böylece ifade etmiş ve: Şayet suret put gibi ise caiz değildir, aksi takdirde caiz olur, demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek üzere bir adam izin istemişti. Allah Rasulü de: Ona izin veriniz. O, aşiretinin ne kötü oğludur -yahut, aşiretinin ne kötü kardeşidir- buyurdu. Adam içeri girince, onunla yumuşak sözlerle konuştu. Daha sonra ben ona: Ey Allah'ın Rasulü, o adam hakkında dediklerini dedin, sonra da onunla yumuşak konuştun, diye sordum. Allah Rasulü: Ey Aişe' Şüphesiz Allah nezdinde mevkii insanlar arasında en kötü olan kişi, diğer insanların haddi aşan davranışlarından korunmak için terk ettiği -yahut da ona ilişmediği- kimsedir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Eyyub'dan, o Abdullah İbn Ebi Müleyke'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kalın ipekten altın düğmeli kaftanlar hediye edilmişti. O da bunları ashabından bazı kimseler arasında paylaştırdı, onlardan birisini de Mahreme için ayırdı. Mahreme gelince: İşte sana da bunu sakladım, dedi." Eyyub: Elbisesi ile göstererek, (Nebi) o kaftanı Mahreme'ye gösteriyordu. Mahreme'nin de huyu bir parça sertti, dedi. el-Misver'den de: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kaftanlar gelmişti" demiştir, diye nakledilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "insanlarla iyi geçinmek." Bundan maksat, onlardan gelecek zararları yumuşak bir şekilde önlemektir. "Ebu'd-Derda'dan: GÜleriz ... dediği nakledilmiştir." Burada (gülmek anlamında kullanılan) el-keşru: gülmenin başlangıç safhasında dişlerin görünmesi ne denir. Çoğunlukla gülmek hakkında kullanılır. İbn Battal dedi ki: Müdarat (iyi geçinmek), mu'minlerin huyundandır. Bu da insanlara karşı alçak gönüllü, yumuşak sözlü davranıp onlara kaba ve sert sözler söyIememektir. Bu yoI, kaIpIeri ısındırmanın en güçIü sebepIerindendir. Bazıları mudarat ile müdahenenin aynı şey oIduğunu zannederek hataya düşmüştür. Çünkü müdarat mendubdur, teşvik edilmiştir, müdahene ise haram kıIınmıştır. Aradaki farka gelince, müdahene, dihandan geImektedir. Bu da bir şeyin üzerinde görüIen ve iç tarafını gizIeyen tabakaya denilir. İlim adamIarı bunu fasık kimse ile birlikte oturup kaIkıp onun haline razı oIduğunu göstererek, onun yaptığına tepki göstermemek oIarak tanımIamışIardır. Mudarat ise öğretirken cahile, yaptığı işten vazgeçmesini söyIerken fasıka yumuşak davranmak ve yaptığı işi açığa vurmadığı hallerde ona sert davranmamaktır. Onun yaptığını yumuşak söz ve davranışIarla reddetmektir. ÖzellikIe de kaIbinin ısındırıImasına ihtiyaç duyu Iması ve benzeri hallerde buna dikkat etmektir. Buhari daha sonra önceden geçmiş şu iki hadisi zikretmektedir: Birincileri Aişe radıyal11\hu anha'nın rivayet ettiği "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek üzere izin istedi. AIIah RasuIü de: Ona izin veriniz, o aşiretinin ne kötü kardeşidir... diye buyurdu" hadisidir. Bu hadisin açıkIanması gereken yerIeri daha önce: "Fesad ehIi kimsenin gıybetini yapmanın caiz oluşu" başlığında (6054.hadiste) geçmiş buIunmaktadır. İkinci hadis ise eI-Misver İbn Mahreme'nin rivayet ettiği: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kaftanIar geImişti." hadisidir. Bu hadiste de eI-Misver'in babası Mahreme'nin oIayl nakIedilmektedir. Buna dair açıkIamaIar da Libas (giyim) böIümünde (5862.hadiste) geçmiş buIunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Mu'min, bir delikten iki defa sokulmaz" diye buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "mu'min, bir delikten iki defa sokulmaz." Başlıktaki sokma "ledğ" zehirli hayvanlar tarafından yapılan sokmaya denilir. "Lez'" ise ateşten dolayı duyulana denilir. Buna dair açıklamalar da daha önce Tıp bölümünde geçmişti. "Muaviye: Hakım ancak tecrübe ile olur demiştir." Bir rivayette de "halım" şeklindedir. İbnu'l-Esir der ki: Anlamı şudur: Önemli işler ile karşılaşıp uğraşmadan, onlarda tökezleyip gerekli ibreti çıkartarak, hatalı olduğu yerleri açıkça görüp onlardan uzaklaşacak hale gelmedikçe hilm denilen şey meydana gelmez. Başkası da şöyle açıklamıştır: Bir yanılgıya düşüp ondan bir hata husule gelmedikçe, tam anlamıyla halim bir kimse olunamaz. O takdirde de utanması sözkonusu olur. Böyle bir durumda olan bir kimse bir kusur işlerken başkasını görecek olursa onun halini setreder, gizler, onu affeder. Aynı şekilde çeşitli deneyimlerden geçen bir kimse de bunların faydasını ve zararını bilir. Hikmetsiz hiçbir ış yapmaz. et-Tıbı der ki: Halim kimsenin deneyimli kimse olmak ile özelleştirilmesinin halim olmayanın böyle olmadığına işaret etmek için söylenmiş olması ve tecrübesi olmayan halim kimsenin, bazen deneyimli halım kişinin aksine hilm göstermenin gerekli olmadığı yerlerde yanılıp hataya düşebileceğini anlatmak istemiş olabilir. Böylelikle Muaviye'den nakledilen bu eserin (sözün) başlıktaki hadis ile ilişkisi de ortaya çıkmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Sokulmaz." el-Hattabı dedi ki: Yani mu'min, kararlı ve tetikte olmalıdır. İhmal edip gaflet gösterdiği cihetten ona yaklaşılarak ardı arkasına aldatılmamalıdır. Bu, din ile ilgili hususlarda olduğu gibi dünya ile ilgili hususlarda da olabilir. İkisi arasında daha çok dikkat gösterilmesi gereken de budur. (Din ile ilgili hususlardır. ) "(Sokulmaz anlamı verilen): La yuldeğu" fiili, vasıl ile okunması halinde ğayn harfinin kesresi ile de rivayet edilmiştir. Bu durumda da bundan nehiy anlamı çıkar. (Sokulmasın, demek olur.) Bu hadis, gaflete düşürülmekten yana bir sakındırmayı ihtiva eder ve dikkat ve zekayı kullanmaya da bir işarettir diyenlerin görüşleri de bunu desteklemektedir. Ebu Ubeyd dedi ki: Yani mu'min herhangi bir şekilde sıkıntı ile karşılaşacak olursa tekrar ona dönmemelidir. Derim ki: Çoğunluğun anladığı anlam da budur. Bu haberin ravisi ez-Zührı de bunlardandır. İbn Hibban, Said İbn Abdulaziz yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: "ez-Zühri, Hişam İbn Abdulmelik'in yanından geldiğinde: Sana ne yaptı, diye soruldu. O da: Benim borcumu ödedi, sonra da bana: Ey İbn Şihab! Bir daha dönüp borç alacak mısın? diye sordu. Ben de: Hayır diye cevap verdim deyip, hadisi zikretmiştir. Hadiste kastedilen mu'minin, sahip olduğu marifeti sayesinde işlerin üstü kapalı taraflarına da -meydana gelecek işlerden kendisini koruyacak kadar- vakıf olan kamil mu'min olduğu söylenmiştir. Gaflete düşürülüp yanıltılan mu'mine gelince, o defalarca sokulabilir. "Bir delikten". İbn Battal dedi ki: Burada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine öğrettiği ve kötü akıbetinden korktukları şeylerden nasıl sakın ip dikkat göstereceklerini söyleyip uyardığı, oldukça değerli bir edep vardır. Bu sözü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den önce kimse söylemiş değildir. O da bu sözünü ilk olarak Ebu Azze el-Cumahı'ye söylemiştir. Ebu Azze şair idi. Bedir'de esir alınmıştı. Çoluk çocuğunun çokluğundan ve fakirliğinden şikayet etmişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu fidye almaksızın karşılıksız salıvermişti. Daha sonra Uhud'da yakalandı. Bu sefer yine: Beni karşılıksız serbest bırak deyip, tekrar fakirliğin i ve çoluk çocuğunun çokluğunu sözkonusu etti. "Sen Mekke'de ellerinle yanaklarını sıvazlayıp Muhammed ile iki defa alayettim diyemeyeceksin" buyurdu ve verdiği emir üzerine öldürüldü. İbn İshak onun bu olayını Meğazi'sinde senetsiz olarak rivayet etmiş bulunmaktadır. İbn Hişam da Tehzibu's-Sıre adlı eserinde şunları söylemektedir: Bana Said İbn el-Müseyyeb'den ulaştığına göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O vakit: "mu'min, bir delikten iki defa sokulmaz." buyurmuştur. Ebu Ubeyd'in, "Kitabu'l-Emsal" adlı eserinde belirttikleri ise İbn Battal'ın: Bu sözü söyleyen ilk kişi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'dir şeklindeki sözlerinin açıklanmasını zorlaştırmaktadır. Bundan dolayı İbnu't-Tın: Bu eski bir meseldir, demiştir. Ancak et-Tıbı buna şöylece cevap vermektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendi pak nefsinin hilme meyilli olduğunu görünce, kararlı bir mu'minin bu halden uzak olması gerektiğini belirterek böyle bir işi yapmamasını söylemiştir. Yani Allah için kızan kararlı bir mu'minin, şerde ayak direten ve sözünde durmayan bir kimse tarafından kandırılmak gibi bir vasfı olmamalıdır. Böyle bir kimseye karşı da hallm özelliği ile davranmamalı, aksine ondan intikam almalı (onu cezalandırmalı) dır. İşte Aişe radıyalliihu anhii'nın: "Allah Rasulü kendi adına asla kimseden intikam almış değildir. Ancak Allah'ın haram kıldığı şeylerin çiğnenmesi halinde, bu haramların çiğnenmesi sebebiyle Allah için intikam alırdı (cezalandırırdı)" sözü de bu kabildendir. (İbnu't-Tın devamla) dedi ki: İşte bundan da hilmin kayıtsız ve şartsız olarak her durumda övülen bir şeyolmadığı anlaşılmaktadır. Tıpkı cömertliğin kayıtsız ve şartsız olarak övülen bir şeyolmadığı gibi. .. Yüce Allah da ashabı nitelendirirken: "Onlar kafirlere karşı sert ve katı, kendi aralarında merhametlidirler." (Feth, 29) buyurmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma girip: Bütün gece namaz kıldığın, gündüzleri de oruç tuttuğun bana haber verilmedi mi (sanıyorsun), buyurdu. Ben, öyledir, dedim. O: Hayır, böyle yapma! Bir süre namaz kıl, bir süreuyu. Hem oruç tut, hem ye. Şüphesiz senin bedeninin senin üzerinde bir hakkı vardır, gözünün senin üzerinde bir hakkı vardır, seni ziyarete gelenlerin senin üzerinde bir hakkı vardır, zevcenin senin üzerinde bir hakkı vardır. Gerçekten senin uzun bir ömrünün olacağını ümit ediyorum. Bu sebeple her ay üç gün oruç tutman senin için yeterlidir. Çünkü her bir hasene on misli ile mükafat1andırılır. Böylelikle bu, senenin tümü demek olur, buyurdu. Abdullah İbn Amr dedi ki: Ben işi sıkı tuttukça benim aleyhime de zorlaştınldı. Benim bundan fazlasına gücüm yeter, dedim. O: O halde her Cuma (her hafta) üç gün. oruç tut, dedi. Abdullah İbn Amr: Ben işi sıkı tuttum, bundan dolayı iş aleyhime daha da ağırlaştınldı. Benim bundan başkasına da gücüm yeter deyince, Allah Rasulü: O halde Allah'ın Nebii Davud'un orucunu tut, buyurdu. Ben: Allah'ın Nebii Davud'un orucu ne demektir, diye sordum. O: Yılın yarısıdır, buyurdu." Hadis, açıklamalarıyla birlikte Oruç bölümünde (1974.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Burada zikredilmesinden maksat ise: "Ve şÜphesiz seni ziyarete gelenlerin de senin üzerinde bir hakkı vardır." buyruğudur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Şureyh el-Ka'bı'den rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse misafirine bir gün ve bir gece olmak üzere caizesini vererek ikramda bulunsun. Ziyafet de üç gündür. Bundan sonrası ise bir sadakadır. Misafir olanın, ev sahibini sıkıntıya düşürüneeye (usandınncaya) kadar kalıp durması da ona helalolmaz." Malik şu fazlalığı da eklemektedir: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse de ya hayır söylesin yahut sussun
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, komşusuna eziyet vermesin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, ya hayır söylesin yahut sussun
- Bāb: ...
- باب ...
Ukbe İbn Amir r.a.'dan, dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü, sen bizleri gönderiyorsun. Biz de bir kavmin bulunduğu bir yere konaklıyoruz ama onlar bizi ağırlamıyorlar. Bu husustaki görüşün nedir diye sorduk. Buna karşılık Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere: Eğer sizler bir kavmin bulunduğu bir yere konaklayıp da onlar sizin için misafire gereken ikramın yapılmasını emredecek olurlarsa siz de o ikramı kabul ediniz. Eğer bunu yapmayacak olurlarsa onlardan misafire vermeleri gereken hakkı alınız, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, akrabalık bağını gözetsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, ya hayır söylesin yahut sussun." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Misafire ikram etmek, ona bizzat hizmet etmek ve yüce Allah'ın: "İbrahim'in şerefli kılınmış konuklarının haberi sana geldi mi?" (Zariyat, 24) buyruğu." Bundan sonra Buhari üç hadis sözkonusu etmektedir. Bunların biri Ebu Şureyh'in: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse, misafirine ikram etsin" buyruğudur. Hadisin anlamı şudur: Bir kimse konuşmak istedi mi konuşmadan önce düşünsün. Eğer söyleyeceği bu sözler dolayısıyla kendi aleyhine bir kötülük gelmeyecekse yahut haram ve mekruh olan bir şeye götürmeyecekse konuşsun. Şayet söyleyeceği söz mubah ise mubah olan konuşmanın onu haram ve mekruha sürüklememesi için susmakta esenlik vardır. Ebu Zerrlin rivayet ettiği ve İbn Hibban'ın sahih olduğunu belirttiği uzun hadiste "sözlerinin amelinden sayıldığını bilen bir kimsenin konuşması, kendisini ilgilendiren hususlar hariç pek az olur." buyurulmaktadır. İkinci hadis, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadistir. et-Tufi şöyle demektedir: Hadisin zahiri böyle diyen kimse hakkında imanın sözkonusu olmamasını gerektirmektedir. Oysa kasıt bu değildir, aksine bu sözlerle mubalağalı bir anlatım kastediimiştir. Bir kimsenin: Eğer benim oğlumsan bana itaat et, demesine benzer. O bu sözleri ile oğlunun kendisine itaat şevkini uyandırmak istemiştir. Yoksa onun kendisine itaat etmemesi halinde onun oğlunun da olmayacağı anlamında değildir. Üçüncü hadis ise Ukbe İbn Amir'in rivayet ettiği hadistir. "Ey Allah'ın Rasulü, sen bizleri gönderiyorsun, biz de bir kavmin topraklarına konaklıyoruz. Onlarsa bizi ağırlamıyorlar. .. " Bu hadisin açıklaması daha önce Mezailm bölümünde (2464.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. Ebu Şureyh'in rivayet ettiği hadisteki: "Misafirin caizesi bir gün ve bir gecedir" ifadesi, caize olmak üzere ona bir gün ve bir gece ikramda bulunulur, demektir. "Misafirlik üç gündür. Bundan sonrası ise sadakadır." İbn Battal dedi ki: Bu hadise dair Malikle soru soruldu da o şöyle dedi: Bir gün, bir gece ona ikram eder, onu ağırlar. Üç gün de misafir olarak onu ağırlar. Derim ki: Üç gün birinci günün dışında mıdır yoksa bu ilk gün bu üç günden sayılacak mıdır hususunda ilim adamları ihtiiM etmişlerdir. Ebu Ubeyd dedi ki: Birinci günde ona iyilik etmek ve lütufkar davranmak hususunda elinden geleni yapar. İkinci ve üçüncü günde ise hazırda ne varsa ona takdim eder ve adeti üzere yediğinden fazlasını da ona takdim etmez. Sonra da ona bir gün ve bir gecelik mesafede kendisine azık olarak yetecek kadarını verir. Buna da "el-elze" adı verilir. Bu ise misafirin, sayesinde bir yerden bir yere kadar gidebileceği miktarın adıdır. Diğer hadiste geçen: "Gelen heyete benim kendilerine yaptığım ikram gibi ikramda bulunun" ifadesi de bu kabildendir. "Onu usandınncaya kadar." Dara sokuncaya kadar, ona sıkıntı verinceye kadar, o muayyen yerde ikamet etmesin, demektir. Nevevı, Müslim'in: "Onu günaha sokuncaya kadar" rivayetini açıklarken: Onun günaha düşmesine sebep oluncaya kadar demektir, demiştir. Çünkü bu durumda ev sahibi uzun süre ka!ışından dolayı onun gıybetini yapabilir yahut onu rahatsız edecek şeylerle ona karşılık verebilir ya da onun hakkında herhangi bir zan besleyebilir. Bütün bu açıklamalar, kalmanın ev sahibinin tercihi ile olmaması halinde sözkonusudur. Ev sahibi ondan daha çok kalmasını ister ya da zannı galibi ile onun bundan hoşlanmadığı kanaatine ulaşırsa, hüküm böyle olmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Avn İbn Ebu Cuhayfe'den, o babasından, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Selman ile Ebu'd-Derda'yı kardeş yapmıştı. Selman, Ebu'd-Derda'yı ziyaret etti. (Hanımı) Ümmü ed-Derda'nın elbisesinin pek iyi olmadığını gördü. Ona: Senin bu halin nedir, diye sordu. Hanımı: Kardeşin Ebu'd-Derda'nın dünyaya herhangi bir ihtiyacı yok, dedi. Sonra Ebu'd-Derda geldi, ona bir yemek hazırladı. Selman'a: Yel Çünkü ben oruçluyum, dedi. Selman: Sen yemedikçe ben yemeyeceğim, dedi. Bunun üzerine Ebu'd-Derda yedi. Gece olunca Ebu'd-Derda kalkmak istedi. Selman: Uyu dedi, o da uyudu. Sonra yine kalkmak istedi, yine: Uyu, dedi. Gecenin son bölümü olunca, Selman: Şimdi kalk, dedi. (Ravi) dedi ki: Her ikisi namaz kıldı. Sonra Selman ona: Şüphesiz Rabbinin senin üzerinde bir hakkı vardır, nefsinin senin üzerinde bir hakkı vardır, hanımının senin üzerinde bir hakkı vardır. O hplde sen de her bir hak sahibine hakkını ver, dedi. Sonra Ebu'd-Derda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna vardı ve bunu ona aktardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine: Selman doğru söylemiştir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Misafire yemek yapmak ve onun için kendisini zora sokmak." Bu başlık altında Ebu Cuhayfe'nin, Selman ve Ebu'd-Derda kıssası ile ilgili rivayet ettiği hadisi zikretmektedir. Hadise dair açıklamalar daha önce Oruç bölümünde (1968.hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Ebi Bekr r.a.'dan rivayete göre; "Ebu Bekir r.a.'a birkaç kişi konuk oldu. Abdurrahman'a: Sen misafirlerine göz kulak ol, ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gideceğim. Sen de bu arada ben gelmeden önce onlara gereken ikramı yapmış, yemeklerini yedirmiş ol, dedi. Abdurrahman gidip yanında ne varsa getirdi ve: Yemeğe buyurun, dedi. Onlar: Ev sahibimiz nerede, diye sordular. Abdurrahman: Siz buyrun yiyin, dedi ama onlar: Evimizin sahibi gelinceye kadar biz yemeyeceğiz, dediler. Abdurrahman: Siz yine de bizim bu ikramımızı kabul ediniz. Çünkü ev sahibi gelip de sizin yemek yemediğinizi görürse ondan azar işitiriz, çekeceğimiz vardır, dedilerse de misafirler yemek yemeyi kabul etmediler. Ben Ebu Bekir'in bana kızacağını anladım. Geri gelince önünden bir kenara çekildim (saklandım). Ne yaptınız, diye sordu. Onlar da ona durumu haber verince: Ey Abdurrahman, diye seslendi. Ben susup ses çıkarmadım, sonra: Ey Abdurrahman dedi. Ben yine ses çıkarmadım. Tekrar: Ey cahil herif! Eğer benim sesimi işitiyorsan, sana mutlaka gelmelisin, diye and veriyorum, dedi. Bu sefer ben de çıktım: Misafirlere sor dedim. Onlar: Doğru söylüyor, o bize yemeğimizi getirdi, dediler. Ebu Bekir: Demek siz beni beklediniz. Allah'a yemin ederim, bu gece ben bu yemeği yemeyeceğim, dedi. Diğerleri de: Allah'a yemin ederiz, biz de sen ondan yemedikçe Dnu yemeyeceğiz, dediler. Ebu Bekir: Ben bu gece gibi şerlisini görmedim. Yazık size, siz nesiniz? Niçin bizim size ikramımızı kabul etmiyorsunuz, dedi. (Abdurrahman'a dönerek): Yemeğini getir, dedi. Yemek geldi. Ebu Bekir elini yemeğe uzatarak: Bismillah, birincisi şeytandandı deyip kendisi de yedi, misafirleri de yedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Misafirin yanında kızmanın ve sabırsızlanmanın mekruh oluşu." Buhari bu başlık altında Abdurrahman İbn Ebi Bekr es-Sıddık'ın, Ebu Bekir'in misafirleriyle başından geçenlere dair rivayet ettiği hadisi zikretmektedir. Bu hadise dair açıklamalar daha önce Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e dair Alamatu'n-Nubuvve bölümünde 1466-2 sayfa, 3581 numarada geçti. Ebu Bekir'in kızdığını, Abdurrahman'ın: Onun bana kızacağını anladım, sözünden çıkarmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Ebi Bekir r.a. dedi ki: "Ebu Bekir bir misafiriyle -yahut misafirleriyle- geldi. Sonra akşama kadar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında kaldı. Ebu Bekir gelince, annem: Sen misafirinin -yahut misafirlerinin- yanına bu gece geç geldin, dedi. Ebu Bekir: Yoksa onlara akşam yemeğini vermedin mi, dedi. Annem: Biz onu -yahut onları- yesinler diye davet ettik ama onlar -yahut 0- kabul etmedi. Bunun üzerine Ebu Bekir kızdı, ağır sözler söyledi, burnu kesilesice dedi ve o yemeği yemeyeceğine dair yemin etti. Ben de saklandım. Ebu Bekir: Ey cahil herif, dedi. Sonra kadın (annem) Ebu Bekir o yemeği yemedikçe tadına bakmayacağına dair yemin etti. Misafir de -yahut misafirler de- kendisi yemedikçe yemeğin tadına ba"kmayacağına -yahut bakmaya caklarına- dair yemin ettiler-o Daha sonra Ebu Bekir: Bu bizim işimiz sanki şeytandandır dedi, yemeğin getirilmesini istedi. O da yedi, misafirler de yediler. Her bir lokma kaldırdıklarında mutlaka onun altından daha fazlası artıp çoğalıyordu. Ebu Bekir bunun üzerine: Ey Firas oğullarının kızkardeşi, bu ne, dedi. Hanımı: Gözümün nuruna yemin ederim ki şu anda bu yemek kabında bulunanlar, yemek yemeğe koyulmadanöncekinden daha fazladır. Hepsi yemek yediler, sonra yemek kabını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gönderdi ve o kaptan yediklerini de söyledi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Misafirin arkadaşına: Allah'a yemin ederim, sen yemedikçe ben yemeyeceğim demesi." Hadiste geçen: "Birincisi şeytandandı." Kastettiği birinci hali, öfkelenip yemin ettiği halidir
- Bāb: ...
- باب ...
(Ensar'ın mevlası Buşeyr İbn Yesar'dan rivayete göre), Rafi' İbn Hadic ile Sehl İbn Ebi Hasme kendisine şu hadisi nakletmişlerdir: "Abdullah İbn Sehl ile Muhayyisa İbn Mesud, Hayber'e gittiler. Hurmalıklar arasında her biri bir tarafa ayrıldı. Daha sonra Abdullah İbn Sehl öldürüldü. Abdurrahman İbn Sehl ile Mesud'un iki oğlu Huvayyisa ile Muhayyisa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek arkadaşları Abdullah İbn Sehl'in durumu hakkında konuştular. Gelenlerin yaşça en küçükleri olan Abdurrahman söze başlayınca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Büyük olana sözü bırak, buyurdu. (Ravilerden) Yahya: Yaşça büyük olan konuşsun buyurdu, dedi. Sonra arkadaşlarının durumu hakkında konuştular. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Öldürülen bu adamınızın -yahut arkadaşınızın- diyetini hak etmek için aranızdan elli kişi (Hayberliler öldürdü diye) yemin eder mi, buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü, bu görmediğimiz bir iştir, dediler. Allah Rasulü: O zaman Yahudiler arasından elli kişi yemin ederek sizin onu öldürmediğinizi söyleyip, kanından beri olduklarını belirtsinier, buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Rasulü, onlar kafir bir topluluktur diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi tarafından onlara diyet ödedi." Sehl dedi ki: "Ben o develerden bir dişi deveye yetiştim. Sahiplerine ait olan bir ağıla girdim, o deve beni ayağıyla tekmeledi." İbn Uyeyne dedi ki: Bize Yahya, Buşeyr'den, o, Se hı 'den tahdis etti, diyerek yalnızca Sehl'in adını söyledi, (Rafi' İbn Hadle'i sözkonusu etmedi)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan, dedi ki: "Resuluilah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bana misali Müslümana benzeyen, yemişini Rabbinin izniyle her zaman veren, yapraklarını dökmeye n bir ağacın hangisi olduğunu haber veriniz, buyurdu. İçimden onun hurma ağacı olduğu geçti ama Ebu Bekir ve Ömer orada iken konuşmak da hoşuma gitmedi. Her ikisi de konuşmayınca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: O hurma ağacıdır, buyurdu. Ben babamla birlikte dışarı çıkınca: Babacığım, onun hurma ağacı olduğu içime doğdu, dedim. Babam: Peki o olduğunu söylemene ne engeloldu? Onu söylemiş olsaydın, şundan şundan daha çok sevdiğim bir şeyolurdu, dedi. İbn Ömer: Beni konuşmaktan alıkoyan tek husus senin de, Ebu Bekir'in de konuşmadığını görünce konuşmaktan hoşlanmayışım oldu, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yaşça büyük olana ikramda bulunmak, söze ve soru sormaya yaşça büyük olan başlar." Maksat, faziletçe birbirlerine eşit iseler daha yaşlı olanın önceleneceğini anlatmaktır. Aksi takdirde yaş farkı varsa, fıkıhla ilim bakımından daha üstün olana öncelik verilir. Buhari bu başlıkta Sehl İbn Ebi Hasme ile Rafi' İbn Hadic'in Muhayyisa ile Huveyyisa'nın başından geçen olay ile ilgili hadisi zikretmektedir. İleride bu hadise dair açıklamalar Kasame bölümünde (6898.hadiste) gelecektir. İbn Uyeyne de: "Bize Yahya, Buşeyr İbn Sehl'den tahdis etti... demiştir." [Daha sonra Buhari, İbn Ömer'in rivayet ettiği: "Bana Müslümanın misaline benzeyen bir ağaç hakkında haber veriniz ... " şeklindeki hadisini zikretmektedir. ] Bu hadise dair açıklamalar yeteri kadarıyla İlim bölümünde geçmiş bulunmaktadır.(61 nolu hadiste) Bu hadisi burada zikretmekle, eşitliğin olduğu yerde yaşça büyük olanın önceleneceğine, ama yaşça küçük olanın büyüğün bilmediği bir bilgiye sahip olması halinde büyüğün huzurunda konuşmasına engel olunmayacağına işaret etmek istemiş gibidir. Çünkü Ömer, oğlunun konuşmadığına üzülmüştü. Bununla birlikte oğlu kendisinin de, Ebu Bekir'in de hazır bulunmalarını mazeret olarak göstermiş olmakla birlikte yine de konuşmayışına üzülmüştü
- Bāb: ...
- باب ...
Ubey İbn Ka'b'dan rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Cündeb'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir seferinde yürürken ayağına bir taş değdi ve tökezledi. Bundan dolayı da parmağı kanayınca: Sen ancak kanayan bir parmaksın, her ne ile karşılaştınsa Allah yolunda karşılaştın, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Şairin söylediği en doğru söz Lebid'in: Dikkat edin, Allah'ın dışındaki her şey batııdır sözüdür. Umeyye İbn Ebi's-Salt da az kalsın Müslüman olacaktı
- Bāb: ...
- باب ...
Seleme İbn el-Ekva'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Hayber'e gitmek üzere çıktık. Geceleyin yol aldık. Bu arada kafileden bir adam Amir İbn el-Ekva'a: Sen bizlere o kısa vezinH şiirlerinden dinletmeyecek misin, dedi. (Seleme) dedi ki: Amir, şair bir adam idi. Bu istek üzerine bineğinden indi ve şu sözleri söyleyerek kafileyi yürütmeye koyuldu: "Allah'ım, sen olmasaydın hidayet bulamazdık Ne tasadduk eder, ne de namaz kılardık Bağışla günahımızı, Nebiine uyduğumuz sürece canımız feda sana Düşmanla karşılaşırsak sebat ver ayaklarımıza Ve bir sekınet bırak üzerimize Çünkü bizler savaşa çağırıldığımız zaman geliriz Düşmanlarımız kahramanlıkla değil, feryadla bağırarak üzerimize geldiler." Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Şiir söyleyerek kafileyi yürüten kimdir, diye sordu. Onlar: Amir İbn el-Ekva'dır, dedi. Allah Rasulü: Allah ona rahmet buyursun, dedi. Kafilede bulunanlardan bir adam: Vacip oldu, ey Allah'ın Nebii' Keşke bizi onunla bir süre daha faydalandırsaydın, dedi. Seleme dedi ki: Hayber'e geldik, onları muhasara ettik. Sonunda bize oldukça ileri derecede bir açlık isabet etti. Daha sonra Allah onlara fetih nasip etti. Hayber'in fethedildiği gün insanlar akşam olunca çokça ateşler yaktılar. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bu ateşler de ne? Siz ne için bu ateşleri yakıyorsunuz, diye sordu. Ashab: Et pişirmek için, dediler. Allah Rasulü: Ne eti, diye sordu, onlar: Evcil merkep etleri, dediler. Bu sefer Reslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: O kapların içindekini dökünüz, kapları da kırınız, buyurdu. Bir adam: Ey Allah'ın Rasulü, içindekileri dökelim, kapları yıkayalım (olmaz mı), deyince, Allah Rasulü: Öyle de yapabilirsiniz, buyurdu. Savaşçılar sıra haline dizilince (Yahudi rakibiyle teke tek mübareze edip çarpışacak olan) Amir'in kılıcı bir parça kısa idi. Amir bunu alıp bir yahudiye vurmak isteyince, kılıcının keskin tarafı Amir'in üzerine geri döndü, Amir'in diz kapağına isabet etti. Daha sonra Amir bundan dolayı öldü. Geri döndüklerinde Seleme dedi ki: Reslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim rengimin değişmi olduğunu görünce, bana: Neyin var, dedi. Ben: Babam anam sana feda olsun, Amir'in amelinin boşa çıktığını söylediler, dedim. Allah Rasulü: Bunu kim dedi, diye sordu. Ben: Bunu filan kişi, filan kişi, filan kişi, bir de Useyd İbn el-Hudayr el-Ensarı dedi, dedim. Bu sefer Reslilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Bunu söyleyen, yalan söylemiştir. Şüphesiz onun iki ecri vardır, diyerek iki parmağını bir araya getirdi. Çünkü o hem sevap kazanmak uğrunda gayret gösteren birisi idi, hem de cihad eden birisi idi. Burada onun benzeri bir Arap çok az yetişmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (bir seferde) hanımlarından bazılarının yanına gitti. Beraberlerinde de Ümmü Suleym vardı. Vay sana ey Enceşe! Cam şişeleri yavaşça sür, buyurdu." Ebu Kılabe dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir söz söyledi ki onu sizden birisi söyleyecek olsaydı, onu ayıplayacaktınız." Bu Hadis 6161, 6202, 6209, 6210 ve 6211 numara ilede geçiyor Fethu'l-Bari Açıklaması: "Şiir, recez ve develere teganninin caiz oluşu." Şiir, aslında oldukça ince şeylerin adıdır. "Leyte şi'ri" sözü de buradan gelmektedir. Daha sonra şiir, kastıolarak söylenen kafiyeli ve vezinli söz hakkında kullanılmıştır. Recez, çoğunluğa göre şiir çeşitlerindendir. el-Huda (denilen ezgi) ise, özel bir teganni türü ile develeri sürmektir. İbn Abdilberr, Huda söylemenin mubah olduğu üzerinde ittifak bulunduğunu nakletmiştir. Bazı Hanbeli ailmlerinin ifadelerinde bu hususta görüş ayrılığının naklediIdiğini hissettiren ibareler de vardır. Ancak bunun caiz olmadığını söyleyenlere karşı sahih hadisler delil olarak gösterilir. Burada Huda denilen bu ezgi türüne Kabe ve benzeri Hac'da görülen yerlerin sÖzkonusu edilmesi suretiyle hacca şevki artırmayı ihtiva eden hacı ezgileri de katılır. Mücahidleri savaşa teşvik eden ezgiler (marşıar) ile beşikte çocuğu susturmak için kadının söylediği ninniler de bu kabildendir. "Yüce Allah'ın: 'Şairlere de azgınlar uyar. Görmedin mi onlar her vadide serserice gezerler.'(Şuara, 224-225) buyruğu." Müfessirler, bu ayet-i kerime hakkında şunu söylerler: Burada şairlerden maksat, müşrik şairlerdir. Onlara azgın insanlar ve azgın şeytanlar ile isyankar cinler uyarlar, onların şiirlerini de rivayet ederler. Çünkü azgın bir kimse ancak kendisi gibi azgın birisine uyar. es-Sa'lebi bunlar arasında Abdullah İbn ez-Ziba'ri, Hubeyre İbn Ebi Vehb, Müsafi, Amr İbn Ebi Umeyye İbn Ebi's-Salt gibilerini de sayar. Bu ayetin birbirini karşılıklı olarak hicveden iki şair hakkında indiği de söylenmiştir. Onların her birisi ile bir topluluk bulunuyordu ki bunlar da azgın ve beyinsiz takımından idiler. Buhari, el-Edebu'I-Müfred'de ve Ebu Davud, Yezid en-Nahvi yoluyla İkrime'den, o İbn Abbas'tan yüce Allah'ın: "Şairlere de azgınlar uyar ... ve gerçekten onlar yapmadıkları şeyi söylerler" buyrukları hakkında şun- . ları söylemektedir: Şanı yüce Allah bundan istisnada bulunarak: "Ancak iman edip salih amel işleyen ... müstesna" diye buyurmaktadır. İbn Ebi Şeybe de mürsel bir yolla İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakIetmektedir: Yüce Allah'ın: "Şairlere de azgınlar uyar" buyruğu nazil olunca, Abdullah İbn Revaha, Hassan İbn Sabit ve Ka'b İbn Malik ağlayarak geldiler ve: Ey Allah'ın Rasulü! Allah bu ayeti indirmiş bulunuyor. Bizim de şair olduğumuzu biliyor, dediler. Allah Rasulü: Siz bu ayetten sonra: "Ancak iman edip salih amel işleyen ... müstesna" diye gelen buyruğu okuyunuz. Bunlar sizlersiniz. "Zulmedildikten sonra öderini alanlar" denilenler de sizlersiniz, buyurdu. es-Suheyli dedi ki: Ayet bu üç kişi hakkında inmiştir. Müphem (şahıs belirtmeden) varid olması ise, daha sonra onlara uyacak kimselerin de onlar gibi bu kapsama girmeleri içindir. "Ve bundan mekruh olan." Bu da başlıkta sözü geçen "caiz olan" ifadesinde belirtilen kısımdan başka bir kısmı ifade eder. Caiz olan şiirin tanımı ile ilgili olarak ilim adamlarının yaptıkları açıklamalardan anlaşılan şudur: Eğer bu şiir mescidde çokça söylenmez, şiirde hiciv bulunmaz, aşın övgü ve katıksız yalan ihtiva etmezse caizdir. Ancak muayyen bir kişinin güzelliklerinin dile getirildiği şiir ise helal değildir. İbn Abdilberr bu niteliklerde olması halinde şiirin caiz olacağı üzerinde icma' bulunduğunu nakletmiştir. Bu doğrultuda da başlıktaki hadisleri ve başkalarını delil göstererek: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda okunan yahut kendisinin okunmasını isteyip de tepki göstermediği hadisler (buna delildir) demiştir. Buhari bu başlıkta caiz"oluşadelalet eden beş hadis zikretmektedir. Bunların bazılarında mekruh olan ile olmayan da etrafıı bir şekilde ele alınmıştır. el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde "mekruh olan şiir" başlığı altında Aişe'nin merfu olarak rivayet ettiği şu hadisi de zikretmektedir: "Şüphesiz insanlar arasında iftirası en büyük olan kişi, bir kabileyi tümüyle hicveden şairdir." Hadisin senedi de hasendir. Taberi de İbn Cüreyc yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ben Ata'ya huda, şiir ve ğına (nağmeli şiirler söyleme)ye dair soru sordum. O da: Bunda hayasızlık, aşınıık olmadığı sürece bir sakınca yoktur, dedi. "Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir." Yani hakka uygun, doğru bir sözdür. İbn Battal dedi ki: Eğer şiir ve recez'de yüce Allah anılıyor ve tazim ediliyor, vahdaniyeti dile getiriliyor, onun taatinin tercih edilmesi gerektiği, ona teslimiyet göstermek gerektiği belirtiliyor ise o güzeldir, teşvik edilmiştir. Hadiste hikmet olduğu söylenirken kastedilen budur. Yalan ve hayasızlık ihtiva eden ise yeriimiştir. Taberi der ki: Bu hadiste kayıtsız ve şartsız olarak şiiri mekruh görüp buna İbn Mesud'un: "Şiir şeytanın mizmarlan (çalgı aletleri)dir" şeklindeki sözünü delil gösterenlerin görüşleri reddedilmektedir. Mesruk'tan rivayet edildiğine göre o önce bir şiirin ilk beytini örnek olmak üzere okumuş, sonra susmuştur. Ona sebebi sorulunca: Amellerimin yazıldığı sahifemde şiir bulmaktan korkarım, diye cevap vermiştir. Ebu Umame'den, Nebie merfu olarak: "Şüphesiz İblis yeryüzüne indirilince: Rabbim benim için de okunacak bir şey kıl, dedi. Yüce Allah ona: Senin okunacak şeyin şiirdir, buyurdu." Daha sonra Taberi bu hususta bunların oldukça gevşek haberler olduğunu belirterek cevap vermiştir. Durum da dediği gibidir. Çünkü Ebu Umame'nin rivayet ettiği belirtilen hadisin senedinde Ali İbn Yezid el-Elhanı vardır ki zayıf bir ravidir. Bu rivayetin kuwetli olduğu kabul edilse bile bu hususta aşınya gidip çokça şiir söylemeye yorumlanır. İleride bir başlık sonra açıklanacağı gibi. Başlıkta geçen diğer hadisler caiz oluşa delildir. İbn Ebi Şeybe hasen bir sened ile Ebu Seleme İbn Abdurrahman'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı inhiraf etmiş kimseler de değildiler, büsbütün her şeye boyun eğen kimseler de değildiler. Onlar kendi meclislerinde karşılıklı şiir okurlar, cahiliye dönemlerindeki durumlarını da sözkonusu ederlerdi. Ama onlardan birisinden dininden bir parça fedakarlık etmesi istenecek olursa, hiddetinden gözleri yuvalarından dışarı fırlardı." Ahmed, İbn Ebi Şeybe ve sahih olduğunu belirterek Tirmizi, Cabir İbn Semura'dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı şiir ve cahiliye döneminde olan bitenlere dair şeyleri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda karşılıklı müzakere ederler, o onlara bu işten vazgeçmelerini söylemezdi. Hatta bazen tebessüm ettiği de olurdu." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, başkasına ait şiirin bir bölümünü okumasının ve başkasından naklen bunu söylemesinin caiz olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı olmakla beraber sahih olan, bunun caiz olduğudur. Buhari el-Edebu'l-Müfred'de ve sahih olduğunu belirterek Tirmizi ile Nesai el-Mikdam İbn Şureyh'ten, o babasından diye şunu rivayet etmektedir: "Ben Aişe'ye: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in duruma uygun gördüğü için şiir okuduğu olur muydu, diye sordum. Aişe: İbn Revaha'nın şiirinden olan: Ve sana, senin kendisine azık vermediğin kimse haberler getirir, mısraını okurdu, diye cevap vermiştir. Üçüncü hadis, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği (6147 nolu) hadistir: "Şairin söylediği en doğru söz ... " Buna dair açıklamalar "Cahiliye döneminin belli başlı günleri" başlığında geçmiş bulunmaktadır. Dördüncü hadis (6148 nolu), Seleme İbn el-Ekva'ın, Amir İbn el-Ekva olayı ile ilgili rivayet ettiği hadistir. Bunun da yeteri kadar açıklaması daha önce Megazi bölümü Hayber gazvesi başlığında (4196.hadis) geçmiş bulunmaktadır. Bu hadiste geçen: "Amir, şair bir kişi idi. Bineğinden inip kavme huda (ezgi) söylemeye başladı" ifadelerinden başlığın tamamı çıkartılmaktadır. Çünkü şiir, recez ve huda da bu kapsama girmektedir. Yine bu hadisten recezin şiir çeşitlerinden birisi olduğu da anlaşılmaktadır. Huda'nın (yolculukta ezgi söylemenin) caiz olması, binekleri sırtında yolculuk yapanların "en-nasab" adındaki şarkı türlerini söylemelerinin caiz oluşuna delil gösterilmiştir. Bu da seslerin uzatıldığı bir çeşit marş kabilindendir. Bazıları aşırıya kaçarak, bunu musikinin kapsadığı şekilde nağmelerle şarkı söylemenin mutlak olarak caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Ancak böyle bir delil gösterme su götürür. el-Maverdi dedi ki: Bu hususta görüş ayrılığı vardır. Kimileri bunu mutlak olarak mubah kabul ederken, kimileri de bunu mutlak olarak yasak kabul etmişlerdir. Malik ve kendisinden nakledilen iki görüşün daha sahih olanına göre Şafil mekruh görmüşlerdir. Ebu Hanife'den yasakladığı görüşü nakledildiği gibi, Hanbeli ailmlerinin çoğunluğundan da bu görüş nakledilmiştir. İbn Tahir ise "Kitabu's-Sema" adlı eserinde ashab-ı kiramın çoğunluğundan caiz olduğu görüşünü nakletmiştir. Ancak bu hususta daha önce işaret olunan en-nasab hakkında zikredilenler dışında herhangi bir rivayet sabit olmuş değildir. İbn Abdilberr dedi ki: Yasak olan ğına (şarkı) seslerin uzatıldığı, şiir vezninin çalgı darbelerine göre bozulması ve bu hususta Arapların izlemiş oldukları yolların dışına çıkılması suretiyle söylenendir. Bu hususta ruhsat sadece acemlerin nağmeleri dışında kalan birinci tür hakkında gelmiştir. el-Maverdi dedi ki: Bu ise hala Hicaz ehlinin şu iki durum dışında karşı çıkıp reddetmedikleri ve ruhsat verdikleri şekildir. Kabul etmedikleri iki şekil: Bu işi çokça yapması ve onunla birlikte yasak kılınan şeylerin yapılmasıdır. Onu mubah kabul eden kimseler, bu yolla nefsin rahatlatıldığını delil gösterirler. Bunu itaat gücünü artırmak için yaparsa itaatkar olur, masiyette destek olsun diye yaparsa isyankar olur. Aksi takdirde o, bağda bahçede gezintiye çıkmaya, gidip geleni seyretmeye benzer. "Cam şişeleri". Hişam'ın Katade'den rivayetinde: "Yavaş sür, cam şişeleri kırma" şeklindedir. Hammad ise Eyyub'dan rivayetinde şu fazlalığı eklemektedir: Ebu Kıls'be dedi ki: Bununla kadınları kastediyor. Cam şişeler (anlamı verilen el-kavarir}in tekili "kaarura"dır. Bu da cam demektir. er-Ramehurmuzi der ki: Kadınlardan "cam şişeler" diye kinaye yollu söz etmesi, onların rikkatleri ve hareket etmekteki güçsüzlükleridir. Kadınlar rikkat, latiflik ve bünye zayıflıkları bakımından cam şişelere benzetilider. Anlamın: Senin onların bineklerini sürüşün, develere cam şişelerin yükletilmesi halindeki sürüşün gibi olsun, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Başkaları da: Kadınların cam şişelere benzetilmelerinin sebebi hoşnut1uklarının çabucak değişmesi, vefaks'rlıklarının az sürmesidir. Nitekim cam şişeler de çabuk kırılır ve bir daha da düzeltilemezler. el-Hattabi dedi ki: Enceşe siyah i birisi idi. Binekleri sürmesi de bir parça sert idi. Allah Rasulü ona bineklere yumuşak davranmasını emir buyurdu. Onun güzel sesle hudasöylediği de nakledilmiştir. Bu sebeple kadınların o güzel sesi duymalarından hoşlanmamıştır. Çünkü güzel ses, nefisleri harekete getirir. Kadınların kararlılıklarının zayıflığı ve sesin onlarda çabuk etki göstermesi, cam şişelerin çabukça kırılmalarına benzetiimiştir. İbn Battal birincisini kabul ederek şunları söylemektedir: Cam şişeler, o sırada sürülmekte olan develer üzerinde bulunan kadınlardan kinayedir. Allah Rasulü ezgi söyleyene rıfk ile söylemesini emir buyurmuştur. Çünkü ezgi, develerin daha da hızlı yürümeleri için bir teşviktir, ama develer hızlıca yol aldıkları takdirde kadınların develerin üzerinden düşmeyeceklerinden emin olunamaz. Kurtubi de el-Mufhim adlı eserinde her iki durumu caiz (mümkün) kabul ederek şunları söylemektedir: Çabucak etkilenmeleri ve metin olmayışıarı bakımından cam şişelere benzetilmişlerdir. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem develerin hızlıca gitmeleri halinde düşeceklerinden korkmuştur. Yahut hızlıca gitmeleri dolayısıyla çokça hareket edip sallanmalarından, rahatsız olacaklarından korkmuş ya da o ezgiyi duymaları dolayısıyla fitneye düşeceklerinden endişe etmiştir. Derim ki: Buhari'nin tercih edilmeye değer gördüğü, ikinci husustur. Bundan dolayı bu hadisi "el-Me'arid (üstü kapalı ifadeler)" başlığı altında da ele almıştır. Şayet birinci anlam kastedilmiş olsaydı "cam şişeler" lafzı bir tariz (üstü kapalı ifade) olmazdı
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Hassan İbn Sabit müşrikleri hicvetmek için Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den izin istedi. Buna karşılık Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ya benim nesebimin durumu ne olacak, diye sordu. Hassan: And olsun, ben seni onların arasından hamurdan kıl çeker gibi çekeceğim, dedi." Hişam İbn Urve'den, o babasından şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben Aişe'nin huzurunda Hassan'a ağır şeyler söyleyecek gibi oldum. Aişe bana: Hayır, ona ağır sözler söyleme' Çünkü o Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i savunuyordu, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Heysem İbn Ebi Sinan'dan rivayete göre; "O, Ebu Hureyre'nin anlattıklarını dinlerken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle derken işitmiştir: Sizin batıl söz söylemeyen bir kardeşiniz vardır. -Bununla Abdullah İbn Revaha'yı kastediyordu.- O şöyle diyor: "Aramızda Allah'ın Rasulü vardır. Onun kitabını okuyar. Tan yeri ağardığı vakit, yükselip nur saçtığında Biz körken o geldi, bize gösterdi hidayeti Onun söylediklerinin gerçek olduğuna kalplerimiz kesin olarak inanmaktadır Geceyi yatağından uzakta, mevlasına yönelerek geçirir O kafirlere yatakları ağırlık verirken
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme İbn Abdurrahman İbn Avf'tan rivayete göre; "O, Hassan İbn Sabit el-Ensari'yi -Ebu Hureyre'nin de kendisine şahitlik etmesini isteyerek şöyle derken dinlemiştir: Ey Ebu Hureyre! Sana Allah adına and veriyorum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i: Ey Hassan, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adına sen cevap ver. Allah'ım, sen onu Ruhu'l-Kudüs ile destekle derken dinledin mi? Ebu Hureyre: Evet, diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Bera r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hassan'a: "Onları hicvet -yahut onların hicivlerine karşılık ver!- Cebrail seninle birliktedir, demiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Müşrikleri hicvetmek". Buhari bu başlılua şiirin bir bölümünün müstehap olabileceğine de işaret etmiştir. Ahmed, Ebu Davud, Nesai, sahih olduğunu belirterek İbn Hibban, Enes'ten şu merfu hadisi rivayet ederler: "Müşriklere karşı dillerinizle cihad ediniz." Kureyş'in menkıbeleri başlığında da Ka'b İbn Malik'in ve daha başkalarının bu hususta rivayet ettikleri hadislere işaret edilmiş idi. Taberani ise Ammar İbn Yasir'den şu hadisi rivayet etmektedir: "Müşrikler bizi hicvedince, Resulullah s.a.v. bizlere: Onların sizlere söyledikleri gibi siz de onlara söyleyiniz, buyurdu." Biz de bunu Medinelilerin cariyelerine öğretiyordu k. Hassan'ın: "Seni çekeceğim" ifadesi, and olsun onların senin nesebini hicvetmelerine fırsat vermeyeceğim. Öyle ki senin nesebinin herhangi birisine hiciv, yergi ulaşmayacaktır. Tıpkı bir kılın hamurdan çekildiği vakit üzerinde hiçbir hamur eserinin kalmaması gibi. Hadisten Müslümanlara sövmesi karşılığında, cevap olmak üzere müşriğe sövmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Müslümanlara sövmemeleri için müşriklere sövmenin mutlak olarak yasaklanmış olması bununla çatışma arz etmez. Çünkü bu yasak öncelikle onlara sövmek hakkında yorumlanmıştır. İntikam almak üzere cevap veren kimseler için değildir. Başlıktaki üçüncü hadis Ebu Hureyre'nin, Abdullah İbn Revaha'nın şiiri ile ilgili hadisidir. Bu hadise dair açıklamalar daha önce Namaz bölümünün sonlarında "Gece namazı kılmak" başlığında geçmiş idi. İbn Battal dedi ki: Hadisten anlaşıldığına göre eğer şiir Allah'ın zikrini ve salih amelleri ihtiva ediyorsa güzeldir ve şiirin yerildiğine dair varid olmuş buyrukların kapsamına girmez
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayet e göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sizden herhangi birinizin içinin irinle dolması, hiç şüphesiz şiir ile dolmasından onun için daha hayırlıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bir adam'ın içini yiyip bitirinceye kadar irin ile dolması, şiir ile dolmasından onun için daha hayırlıdır." Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyd dedi ki: ("İçini yiyip bitirmesi" diye tercüme edilen): "el-Veryu" İrinin insanın içini yiyip bitirmesi demektir. Derim ki: Hadisin zahiri bunun bütün şiirler hakkında genelolduğunu göstermektedir. Aı:rıa Allah'ın ve Rasulünün öğülmesi gibi gerçeğe uygun bir övgü, zikir, zahidlik ve aşırılığın bulunmadığı diğer öğütler ihtiva etmesinin mubahlığı ile tahsis edilmiştir. Ebu Ubeyd dedi ki: Bana göre hadisin uygun açıklaması şöyledir: (Yerilen) Şiirin, kişinin kalbinin şiirin kendisini Kur'an'dan ve Allah'ı zikretmekten alıkoyacak kadar şiirle dolması ve kalbinin üzerinde daha baskın bir hal almasıdır. Eğer Kur'an ve ilim onun kalbinde daha etkili ise, öyle bir kişinin içi şiirle dolu demek değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe'den, dedi ki: "Ebu'l-Kuays'ın kardeşi Eflah, hicab (perde arkasına saklanmak) emri nazil olduktan sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben: Allah'a yemin ederim, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den izin isteyinceye kadar ona izin vermeyeceğim. Çünkü beni emziren Ebu'l-Kuays'ın kardeşi değildir. Bana süt veren Ebu'l-Kuays'ın hanımıdır, dedim. Daha sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma gelince: Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz beni emziren adam değildir. Beni emziren onun hanımıdır, dedim. Allah Rasulü: Onun yanına girmesine izin ver. Çünkü o senin (süt) amcandır. Teribet yeminuki (sağ elin toprak dolasıca), dedi." Urve dedi ki: İşte bundan dolayı Aişe: "Neseb yoluyla haram olanları süt emmek sebebiyle de haram bilin." derdi
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mina'dan Mekke'ye gitmek üzere ayrılmak isteyince Safiyye'yi çadırının kapısında -ay hali olduğu için- üzüntülü ve kederli bulmuştu. Allah Rasulü -Kureyş tabiri ile- akra halka, şüphesiz ki sen bizi yolumuzdan alıkoyacaksın, dedi. Daha sonra: Sen kurban bayramı birinci günü ifada tavafını yapmış mıydın, diye sordu. Safiyye: Evet deyince, Allah Rasulü: Öyleyse Mekke'ye gitmek üzere yola koyul, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: Teribet yeminuk ve akra halkaa diye buyurması." Buhari bu başlık altında Aişe r.anha'nın rivayet ettiği ve bu hadislerde geçen lafızları başlıkta sözkonusu ederek zikretmiş bulunmaktadır. Bu iki hadisten birisi süt emme hususunda Ebu'l-Kuays kıssası ile ilgili olan hadistir. Buna dair açıklamalar daha önce Nikah bölümünde "din hususunda denk olanlar" başlığı altında (5090.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbnu's-Sikkıt dedi ki: "Teribet" sözü asıl anlamı itibariyle, fakir oldu demektir, ama bu, beddua maksadı güdülmeden söylenen bir sözdür. Bununla, sözü geçen fiili işlemeye teşvik etmek ve aykırı hareket ederse kötü bir iş yapmış olacağı anlatılmak istenir. en-Nehhas: Bu, eğer yapmayacak olursan, eline topraktan başkası geçmez, anlamındadır, demiştir. İbn Keysan da şöyle demektedir: Bu, eğer benim sana emrettiğim işi yapmayacak olursan ona ihtiyacın olur anlamında kullanılan bir mesel (deyim)dir. Sanki bu sözü kullanan kişi: Eğer bunu yapmayacak olursan fakir düşersin, demiş gibi olur. İkinci hadis de yine Aişe (r. Anha)'nın hac esnasında Safiyye r.a.a'nın ay hali olması ile ilgili rivayet ettiği hadistir. Bu hadise dair açıklamalar da daha önce Hac bölümünde "kadın ifada tavafını yaptıktan sonra ay hali olursa" başlığında (1757.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. (Akra ve halkaa tabirieri ile ilgili olarak) şöyle demişlerdir: Yani Allah onu kessin ve saçlarını traş etsin. Buna dair açıklamalar da az önce "teribet" hakkında geçen açıklamalar gibidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'den, dedi ki: "Mekke'nin fethedildiği sene Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gittim. Onun gusletmekte olduğunu, kızı Fatıma'nın da bu esnada onu bir perde ile örttüğünü gördüm. Ona selam verdim. Allah Rasulü: Bu kim, diye sordu. Ben: Ben Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'yim dedim. Allah Rasulü: Ümmü Hani'ye merhaba dedi. Gusletmesini bitirince, kalkıp bir tek elbiseye bürünmüş olduğu halde sekiz rekat namaz kıldı. Namazını bitirince ben: Ey Allah'ın Rasulü, benim anamın oğlu daha önce kendisini himayeme almış olduğum filan İbn Hubeyre'yi öldüreceğini iddia ediyor, dedim. Buna karşılık Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Senin himayene aldığın kimseye biz de himaye veriyoruz, ey Ümmü Hani, buyurdu. Ümmü Hani: Yanına gittiğim o vakit, kuşluk vakti idi, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Zeamu (iddia ettiler) hakkında gelen rivayetler." Buhari bununla Ebu Kılabe'nin şöyle dediğine dair hadise işaret ediyor gibidir: "Ebu Mesud'a: Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zeamu hakkında ne söylediğini duydunmu diye soruldu. O: Adamın ne kötü bineğidir o, diye buyurdu, dedi." Bu hadisi Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiş olup ravileri sikadırlar. Ancak senedinde inkıta (kopukluk) vardır. Sanki Buhari, Ümmü Hani'nin rivayet ettiği bu hadisi kaydetmekle sözünü ettiğimiz bu hadisin zayıflığına da işaret etmiş gibidir. Ümmü Hani'nin rivayet ettiği hadiste de "zeame ibnu ummı: anamın oğlu iddia etti, ileri sürdü" sözleri geçmektedir. Ümmü Hani bu tabiri Ali r.a. hakkında kullandığı halde, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona karşı çıkmamıştır. "Zeame" fiilinin asıl anlamı, hakikati bilinmeyen iş hakkında kullanılması şeklindedir. İbn Battal dedi ki: Ebu Mesud'un hadisinin mEmasl şudur: Her kim doğruluğunu muhakkak olarak bilmediği şeyler hakkında çokça konuşursa, onun yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz. Başkaları ise şöyle demektedir: "Zeame" sözü, söz anlamında çokça kullanılır. Daha önce İlim bölümünde Oımam İbn Sa'leme'nin rivayet ettiği hadiste "zeame rasulüke: senin elçin ileri sürdü" tabiri de geçmektedir. Sibeveyh "el-Kitab" adlı eserinde beğenip hoş karşıladığı pek çok görüş hakkında "zeame el-Halil (Halil İbn Ahmed ileri sürdü)" ifadelerini kullanmış bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir adam'ı (kurbanlık) bir deveyi sürerken görünce: Ona bin, buyurdu. Adam: Bu, kurbanlık bir devedir, dedi. Allah Rasulü: Ona bin, buyurdu. Adam tekrar: Bu, kurbanlık bir devedir, dedi. Allah Rasulü: Veyl sana! Bin ona, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir kurbanlık deveyi süren bir adam görünce, ona: O deveye bin, dedi. Adam: Ey Allah'ın Rasulü o bir kurbanlık devedir, dedi. Allah Rasulü, ikinci defasında yahut üçüncüsünde: Bin ona, veyl sana! buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir seferde idi. Beraberinde Enceşe denilen ve yolculuk esnasında develerin hızlıca yol alması için onlara ezgi söyleyen siyah i bir kölesi de vardı. Allah Rasulü salIaııahu aleyhi ve sellem ona: Veyhake (vay sana)' Ey Enceşe, cam şişelere dikkat et, yavaş ol, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Ebi Bekre'den, o babasından, dedi ki: "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda bir başka adamdan övgüyle söz etti. Allah Rasulü bunun üzerine: Vay sana! Sen kardeşinin boynunu kopardın, dedi ve bu sözünü üç defa tekrarladı. (Devamla) şöyle buyurdu: Her kim mutlaka övecekse o takdirde: Filanın böyle olduğunu zannediyorum. Onu hesaba çekecek olan ise Allah'tır ve ben Allah'a karşı hiç kimseyi temize çıkaramam, desin ve bu sözlerini böyle olduğunu biliyorsa söylesin, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrı'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün paylaştırılması gereken bir malı paylaştırırken -Temim oğullarından bir adam olan- Zulhuvaysira: Ey Allah'ın Rasulü, adaletli ol, dedi. Allah Rasulü: Veyl sana! Eğer ben yapmazsam, kim adalet yapar, buyurdu. Hemen Ömer: Bana izin ver de boynunu uçurayım, dedi. Allah Rasulü: Hayır, şüphesiz bunun öyle arkadaşları vardır ki, sizden herhangi biriniz kendi namazını onun arkadaşlarının namazı yanında, kendi orucunu arkadaşlarının orucu yanında küçükgörür. Ama bunlar okun hedefini delip çıkması gibi dinden çıkarlar. Kişi okuna bakar da onun ağaç kısmında hiçbir şey görülmez. Daha sonra okun tüyüne bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz. Ama okun, avın karnındaki pisIiklerin ve kanın arasından çıkıp gittiği görülür. Bunlar, insanların ayrılığa düştükleri bir zamanda çıkacaklar. Bunların belirtileri ise ellerinden birisi kadının memesine -yahut gidip gelip sallanan bir et parçasına- benzeyen bir adamdır, buyurdu." Ebu Said el-Hudri dedi ki: "Ben bunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den duyduğuma şehadet ederim. Yine şehadet ederim ki, Ali onlarla savaşırken onunla birlikte idim. Öldürülenler arasında bu şahıs araştırıldı, bulunup getirildiğinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in niteliğini verdiği şekilde olduğu görüldü
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre; "Bir adam Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, helak oldum, dedi. Allah Rasulü: Vay sana (ne oldu), diye sordu. Adam: Ramazan ayında hanımım ile dma ettim, dedi. Allah Rasulü: Bir köle azad et, dedi. Adam: Azad edecek köle bulamıyorum, dedi. Allah Rasulü: O halde peşpeşe iki ay oruç tut, buyurdu. Adam: Gücüm yetmez, dedi. Allah Rasulü: Öyleyse altmış yoksula yemek yedir, dedi. Adam: Bulamıyorum, dedi. Daha sonra (Nebi -Sallallahu Aleyhi ve Sellem-'e) bir zenbil (hurma) getirildi. Allah Rasulü adama: Bunu al tasadduk et, buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Rasulü, ailemden başkasına mı sadaka olarak dağıtayım? Nefsim elinde olana yemin ederim ki Medine'nin iki yanı arasında benden daha muhtaç hiçbir kimse yoktur, dedi. Bu sefer Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dişleri görününceye kadar güldü ve: Haydi onu al, götür, buyurdu." ez-Zühri'den gelen rivayette "veyhake: vay sana" yerine, "veyleke: sana veyl olsun" dediği rivayet edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudri r.a.'dan rivayete göre; "Bir bedevi: Ey Allah'ın Rasulü, bana hicretin durumu hakkında haber ver, dedi. Allah Rasulü: Vay sana! Şüphesiz hicretin durumu pek ağırdır. Senin develerin var mı diye sordu. Adam: Evet deyince, Allah Rasulü: Sen onların sadakasını (zekatını) ödüyor musun, diye sordu. Adam: Evet deyince, Allah Rasulü: İstersen denizlerin ötesinden amelde bulun. Şüphesiz Allah, senin amelinden hiçbir şeyi eksiltmeyecektir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Veylekum (vay size) -yahut veyhakum buyurdu- [Ravilerden Şube dedi ki: Şüphe eden odur. (Yani hadisi kendisinden naklettiğim Vakid İbn Muhammed'diL)] Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirler olarak gerisin geri dönmeyiniz, buyurdu.»
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayete göre; ''Çöl halkından bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, kıyamet ne zaman kopacaktır, diye sordu. Allah Rasulü: Veyl sana! Onun için ne hazırladın, diye sordu. Adam: Ben onun için bir şey hazırlamadım. Şu kadar var ki, gerçekten ben Allah'ı ve Rasulünü seviyorum, dedi. Allah Rasulü: Şüphesiz sen sevdiklerinle berabersin, buyurdu. Bizler: Biz de böyle miyiz, diye sorduk. Allah Rasulü: Evet deyince, o gün çokça sevindik. Daha sonra Muğire'nin benim yaşlarımda olan bir oğlu geçti. Allah Rasulü: Eğer bunun eceli sonraya bırakılacak olursa, kıyamet kopmadıkça yaşlanmayacaktır, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Adamın: Veyleke demesi ile ilgili gelen rivayetler." Bu lafzın açıklaması daha önce Hac bölümünde, o bölümün ilk hadisleri geçince yapılmış bulunmaktadır. "Veyı" kelimesinin aslının "vey" olduğu söylenmiştir. Bu kelime ah vah (üzüntü) kelimesidir. Araplar: Filan kişiye vayolsun, sözlerini çokça kullandıklarından bununla birlikte, sonuna bir de lam harfini eklediler ve bu harfi de o kelimedenmiş gibi değerlendirdiler. el-Esmaı'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Veyı" lafzı, muhatabın yaptığı işin çirkinliğini anlatmak için kullanılır. Rağıb da şöyle demektedir: Bazen hasret ve üzüntü anlamında kullanılır. "Veyh" kelimesi ise acı ma iflade eder. Beşinci (6163 nolu) hadis Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiği Zülhuvaysıra hakkındaki hadistir. Orada belirtildiği üzere Zulhuvaysıra: "Ey Allah'ın Rasulü, adaletli ol, deyince Allah Rasulü ona: Veyl sana, ben ad aletli olmazsam kim adaletli olacak diye buyurdu." Hadisin bazı bölümlerine dair açıklamalar Meğazi bölümünün sonlarında, Nubuwetin alametleri bahsinde (3610.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. (6167 nolu hadiste geçen): "Benim yaşıtlarımdan olan" ifadesi yaşça benim gibi idi. "Kıyamet kopuncaya kadar" ifadesi ile ilgili olarak el-İsmailı, buradaki kıyamet (saat) lafzından kastın, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda bulunanların saati (kıyameti) olduğunu, bununla da onların ölümlerinin kastedildiğini, ölümleri günü hakkında da kendilerini ahirette olup bitecek işler ile karşı karşıya bırakacağı için "saat" adını kullandığını, bunu da yüce pek çok ayet ve hadisin delalet ettiği üzere büyük kıyametin kopacağı zamana dair bilgiyi kendisine sakladığına dair buyrukları desteklediğini belirttikten sonra şunları söylemektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Kıyamet kopuncaya kadar" buyruğu ile kıyametin kopacağı zamanı sınırlayıp belirlemek değil de yakınlığını mubalağa yoluyla ifade etmek olması ihtimali de vardır. Nitekim bir başka hadiste: "Ben ve (kıyamet) saattil bu ikisi gibi gönderildik" diye buyurmuş olması da buna benzemektedir. Yoksa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, sözü geçen çocuğun ihtiyarlık yaşına erişmesi esnasında kıyametin kopacağını kastetmiş değildir. (el-İsmaill devamla) dedi ki: Bu, Arapların oldukça yaygın bir kullanımıdır. İşin öneminin azameti ve önemsizliği ya da bir şeyin çok yakın yahut çok uzak olduğunu anlatmak için mubalağa maksadıyla kullanılır: Böylelikle sonuç olarak bundan: Kıyametin oldukça yakın bir zamanda kopacağı anlamı çıkar
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah (İbn Mes'ud)'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Kişi sevdiği ile beraberdir, buyurmuştur:" Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud r.a.'dan rivayete göre; "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, bir topluluğu sevmekle birlikte onlara erişemeyen kimse hakkında nasıl açıklamada bulunursunuz, diye sordu. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Kişi sevdiği ile beraberdir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Bir adam bir topluluğu sevmekle birlikte onlara erişemezse (durumu nedir), dedi. Allah Rasulü: Kişi sevdiği ile beraberdir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayete göre; "Bir adam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Ey Allah'ın Rasulü, kıyamet ne zamandır, diye sordu. Allah Rasulü: Onun için ne hazırladın, diye sordu. Adam: Ben onun için çokça namaz kılarak,. oruç tutarak, sadaka vererek hazırlık yapmış değilim, ama ben Allah'ı ve Rasulünü seviyorum, dedi. Allah Rasulü: Sen sevdiklerinle berabersin, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yüce Allah'ın: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin."(Al-i İmran, 31) buyruğu dolayısı ile Allah için sevmenin alameti." Buhari bu başlık altında "kişi sevdiği ile beraberdir" hadisini zikretmiştir. el-Kermanı dedi ki: Başlıktan kasıt, Allah'ın kulunu sevmesi de olabilir, kulun Allah'ı sevmesi de olabilir. Kulların herhangi bir riyakarlık şaibesi bulunmamak üzere Allah için birbirlerini sevmesi de olabilir. Ayet ilk iki husus için elverişlidir. Allah Rasulüne tabi olmak, birincisinin alametidir. Çünkü bu, Allah Rasulüne tabi olmanın bir sonucudur. İkincisinin de alametidir. Çünkü Allah'ı sevmek, ona uymaya sebeptir. --- Kirmani'den iktibas burada sona ermektedir. --- Ayetin iniş sebebi hakkında görüş ayrılığı vardır. İbn Ebi Hatim, el-Hasen el-Basri'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bazı kimseler Allah'ı sevdiklerini iddia ediyorlardı. Şanı yüce Allah, onların söylediklerini doğrulayacak bir amel tespit etmek istediği için bu ayeti indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayete göre; "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İbn Said'e: Ben senin için bir şey saklayıp gizledim, o nedir, dedi. İbn Said: ed-Duh'tur deyince, Allah Rasulü ona: İhse': Defol, git, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlar arasında ayağa kalktı. Allah'a layık olduğu şekilde övgülerde bulundu. Sonra Deccal'i sözkonusu ederek şöyle dedi: Ben sizi ondan sakındırarak uyarıyorum. Esasen Deccal'i hatırlatarak kavmini korkutup uyarmamış hiçbir Nebi de yoktur. And olsun Nuh onu hatırlatarak kavmini korkutup uyarmıştır. Ama ben sizlere onun hakkında hiçbir Nebiin kavmi ne söylememiş olduğu bir söz söyleyeceğim. Şunu biliniz ki, onun bir tek gözü kördür. Allah'ın ise gözü kör değildir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bir kimsenin bir diğerine: Defol, git, demesi." İbn Battal dedi ki: "İhsa': Defol, git" sözü, köpeği azarlamak ve uzaklaştırmak için söylenen bir sözdür. Bu sözün asıl anlamı budur. Araplar bunu yüce Allah'ın gazap ettiği ve söylememesi gereken bir sözü söyleyen yahut yapmaması gereken bir işi yapan herkes hakkında kullanmaya başladılar. Bu rivayette geçen "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu itti" ifadesi hakkında el-Hattabi şunları söylemektedir: Burada bu lafız "radda" şeklinde noktalı dat ile gelmiştir. Ancak bu yanlıştır. Doğrusu ise bunun noktasız sad ile olmasıdır. Yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem elbisesinin kenarlarını birbirine yaklaştırarak onu yakaladı, demektir. İbn Battal da şöyle demiştir: Bunu noktalı (dat) ile rivayet edenin bu rivayeti: Onu itti ve düşüp kırıldı, anlamındadır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: ''Abdulkays oğulları heyeti Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna geldiklerinde, o: Horlanmayarak ve pişman olmayarak gelmiş bulunan bu heyete merhaba, diye buyurdu. Heyettekiler de: Ey Allah'ın Rasulü, biz Rabia'ya mensup bir kabileyiz. Seninle bizim aramızda da Mudarlılar vardır. Bu sebeple biz sana ancak haram aylarda ulaşabiliyoruz. Bundan dolayı sen bize kendisi ile cennete gireceğimiz ayırt edici bir emir ver. Biz de geride bıraktıklarımızı ona davet edelim, dediler. Buna karşılık Allah Rasulü şöyle buyurdu: Size dört şey(i emrediyorum), dört şey(i de nehyediyorum): Namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz, ramazan ayı orucunu tutunuz, aldığınız ganimetierin beşte birini veriniz. Dubba, hantem, nakır ve müzeffet denilen kaplardan da içmeyiniz." Fethu'l-Bari Açıklaması: llKişinin merhaba demesi." çoğu rivayet bu şekilde olmakla birlikte elMüstemll rivayetinde "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in merhaba demesi" şeklindedir. el-Esmaı dedi ki: IIMerhaba" sözü sen bir rahab (genişlik) ve bolluk ile karşılaştın, demektir. el-ferra dedi ki: "Merhaba" lafzı nasb ile, mastar olarak gelir. Bunda genişlik ve bolluk ile dua anlamı bulunmaktadır. Daha sonra Buhari, İbn Abbas'ın, Abdulkays heyeti ile ilgili hadisini zikretmektedir. Bu hadiste Nebi s.a.v.'in: "Gelen heyete merhaba" hitabı da yer almaktadır. Hadise dair yeterli açıklamalar daha önceden İman bölümünde (53 nolu hadiste) ve Eşribe (içecekler) bölümünde geçmiş bulunmaktadır. İbn Ebi Asım bu başlıkta Bureyde'nin rivayet ettiği şu hadisi de zikretmektedir: "Ali Fatıma'ya evlenmek için talip olunca, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: Merhaban ve ehlen diye hitap etti." Bu hadis Nesai'de yer almakta olup Hakim bunun sahih olduğunu belirtmiştir. Yine Hakim, AIi'den: "Ammar İbn Yasir, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna girmek üzere izin istedi. Allah Rasulü de: Tayyib ve mutayyeb olana merhaba dedi." Hadis Tirmizi'de, İbn Mace'de, Buhari'nin el-Edebu'l-Müfred adlı eserinde yer almakta olup İbn Hibban ve Hakim de sahih olduğunu söylemişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a.'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hiç şüphesiz verdiği sözde durmayan kimse için kıyamet gününde yüksekçe bir bayrak dikilecek ve: Bu filan oğlu filanın sözünde durmaması(nın alametildir, denilecektir." Hadisin geçtiği diğer yerler: 6178, 6966 ve)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a. şöyle demiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurdu: "Hiç şüphesiz verdiği sözde durmayan kimse için kıyamet gününde hıyaneti ölçüsünde sancak dikilecek ve denecek ki: Bu filan oğlu filanın sözünde durmaması(nın alametildir, denilecektir." Hadisin geçtiği diğer yerler: 6177, 6966 ve 7111 Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanların babalarının adı ile çağrılmaları." İbn Battal dedi ki: Bu hadiste kıyamet gününde insanların babalarının hallerinin örtülüp saklanması amacıyla ancak annelerinin adı ile çağrılacaklarını iddia edenlerin görüşü reddedilmektedir. Derim ki: Bu da Taberani'nin, İbn Abbas'tan diye rivayet ettiği ve senedi oldukça zayıf bir hadistir. İbn Battal dedi ki: Kişinin babasının adı ile çağrılması, daha ileri derecede bir tanıtma ve başkalarından ayırt etmek bakımından da daha beliğ, daha ileri bir derecedir. Hadisten işlerin zahirine göre hüküm vermenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Derim ki: Bu da hadisteki "babalar" lafzının dünyada kişinin kendisine nispet edildiği babası hakkında yorumlanmasını, gerçekte babası olduğu kimse hakkında anlaşılmamasını gerektirmektedir ki, kabul edilen görüş de budur. İbn Battal'ın buna dair açıklamaları için bu husustaki şerhine bakılabilir. İbn Ebi Cemra da şöyle demiştir: Gadr etmek (sözünde durmamak) küçük büyük her şey hakkında geneldir. Bundan anlaşıldığına göre yüce Allah'ın açığa çıkarmayı murad ettiği her bir günah işleyen kimse için kendisi ile tanınacağı bir alamet koyacağıdır. Bunu yüce Allah'ın: "Günahkarlar simalarından (alametlerinden) tanınacaktır ... "(Rahman,41) buyruğu da desteklemektedir. İbn Ebi Cemra devamla der ki: Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre her bir sözde durmayış için bir bayrak dikilecektir. Buna göre aynı kişinin, sözünde durmaması sayısınca birden çok bayrağı olacaktır. Bayrağın dikilmesindeki hikmete gelince, ceza çoğunlukla günahın zıttı iledir. Sözünde durmayış gizli yapılan işlerden olduğu için bunun cezasının da teşhir edilmek suretiyle olması uygundur. Bir bayrağın dikilmesi ise, Araplara göre bir şeyi açıklayıp yaymanın en ileri derecesidir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha.'dan, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sizden hiçbir kimse nefsim habis oldu (murdar oldu) demesin. Bunun yerine nefsim lakis (kötü) oldu, desin
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Umame İbn Sehl'den, o babasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sakın sizden herhangi bir kimse nefsim habis oldu, demesin. Bunun yerine nefsim lakis oldu desin." Diğer tahric: Müslim, elfaz; Ebu Davud, edeb; Nesai sünen-i kübra, yevm ve leyl Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nefsim habis oldu, demesin." Rağıb dedi ki: el-Hubs (habis olmak), itikadda batıl, konuşmada yalan, işlerde de çirkin olanlar hakkında kullanılır. Derim ki: Sözlü ve ameli yerilen sıfatlar ve haram hakkında da kullanılır. el-Hattabi, Ebu Ubeyd'e uyarak şunları söylemektedir: Lakiset ve habuset (lakis oldu, habis oldu) aynı anlamdadır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem habis olma lafzını hoş karşılamamış, bunun olumsuzluklarından uzak bir anlam taşıyan lafzı seçmiştir. Zaten çirkin ismi güzel ile değiştirmek de onun sünnetindendir. İbn Battal dedi ki: Bu, edebe uygun olan bu Iab kullanmaktır, anlamındadır. Yoksa vücub ifade etmek anlamında söylenmiş değildir. Daha önce Namaz bölümünde şeytanın, ensesinin köküne düğüm yapıp bundan dolayı nefsi habis olarak sabahı eden kimseye dair hadis geçmiş bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim de bu Iab kullanmış ve yüce Allah: "Ve habis bir kelimenin misali ... "(İbrahim, 26) diye buyurmuş bulunmaktadır. Derim ki: Ama Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in maksadı, sadece yergi sadedinde bu sözün kullanılmamasını tavsiye etmektir. O halde, bu başlığın hadisinin delalet ettiği mekruhluk ve insanın kendisini böylece nitelendirmemesi gereği arasında bir aykırılık söz konusu değildir. İbn Ebi Cemra dedi ki: Bunun kullanılmasının nehyedilmesİ, mendubluk ifade etmek içindir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Lakiset" lafzını kullanmayı emir buyurması da aynı şekilde mendubluk içindir. Eğer onun anlamını ifade eden bir başka lafız kullanacaksa bu da yeter. Ama bunu yaparken daha uygun (evla) olanı terk etmiş olur. (İbn Ebi Cemra devamla) dedi ki: Hadisten, çirkin lafız ve isimleri kullanmaktan uzaklaşıp çirkinlik ihtiva etmeyen lafızlara yönelmenin müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Habis ve lakis oluş lafızlarının her birisi ile anlatılmak istenen mana ifade edilse bile, habis oluş Iab çirkindir ve anlatılmak istenenden daha başka hususları da ifade eder. Oysa lakis oluş, sadece midenin tıkabasa dolu olmasını özellikle ifade eder. Yine hadisten anlaşıldığına göre kişi, güzel beklentiye (tefe'üle) varıncaya kadar hayır istemeli ve herhangi bir yolla dahi olsa kendisine hayrı izafe etmeli, mümkün olduğu kadar kendisinden şerri uzaklaştırmalıdır. Kendisi ile şer ehli arasındaki ilişkiyi, ortak anlam ihtiva eden müşterek lafızlarda dahi kesmelidir. İşte buna şu da ilave edilir: Zayıf bir kimseye kendi haline dair soru sorulursa: Ben iyi değilim demesin, aksine: Zayıfım desin ve kendilerini iyi olanlar arasından çıkartıp habis olanlar (kötüler, murdarlar) arasına katmasın
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah: Ademoğlu dehr'e söver. Oysa dehr benim, gece ve gündüz benim elimdedir, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Üzüm'e el-kerm demeyiniz, haybete'd-dehr diye de beddua etmeyiniz. Çünkü Allah dehrin kendisidir (onu yaratandır)." Hadis'in geçtiği diğer yer 6183 Fethu'l-Bari Açıklaması: Dehre sövmenin yasaklanmasının anlamı şudur: Bir kimse hoş olmayan şeyleri yapanın dehr (zaman) olduğuna inanıp da ona söverse hata etmiş olur. Çünkü şüphesiz her bir işi yapan Allah'tır. Dolayısıyla sizler başınıza bu işi getirene sövecek olursanız, bu sövmeniz Allahla döner. Hadise dair açıklamalar daha önce el-Casiye suresinin tefsirinde geçmiş bulunmaktadır. Bu hususta yapılmış yorumların neticesi üç türlüdür: 1- "Şüphesiz Allah dehrin ta kendisidir" sözünden maksat, işleri çekip çeviren, tedbir eden odur, demektir. 2- İfadede muzaf hazfedilmiştir. Dehrin sahibi odur, demektir. 3- İfade, dehri evirip çeviren takdirindedir. Bundan dolayı hemen akabinde: "Gece ve gündüz benim elimdedir" diye buyurulmuştur. Zeyd İbn Eslem'in Ebu Salihiten, onun Ebu Hureyre'den rivayetinde de şu lafızladır: "Gece ve gündüz benim elimdedir. Onu ben yeniler, ben eskitirim. Hükümdarları ortadan kaldıran benim." Bu hadisi Ahmed rivayet etmiştir. İyad şöyle demektedir: Meseleyi tahkik edemeyen bazı kimseler, dehrin Allah'ın isimlerinden birisi olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak bu bir yanlışlıktır. Çünkü dehr, dünyadaki zamanın süresidir. Yine bu hadisten, alışverişierde 'ıne gibi hileli yolların yasaklandığı hükmü de çıkartılmıştır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in dehre sövmeyi yasaklayışının sebebi, mana itibariyle onun götürdüğü sonuçtur ve ona sövmeyi yaratıcısına sövmek olarak değerlendirmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan, dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Bir de el-kerm diyorlar. Oysa el-kerm, ancak mu'minin kalbidir, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in:' el-Kerm, ancak mu'minin kalbidir buyruğu. Ayrıca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Müflis kıyamet gününde iflas edendir, buyurmuştur. Bu da: "Rakibin sırtını yere getirmek, ancak öfkelendiği vakit kendi nefsine hakim olanın yaptığıdır." Nebi efendimiz: "Allah'tan başka melik yoktur" buyurarak onu, mülkün nihai olarak ona ulaşacağıyla nitelendirmiştir. Daha sonra hükümdarları sözkonusu ederek: "Şüphesiz hükümdarlar bir şehre girdiklerinde orayı ifsad ederler. "(NemI, 34) buyurmaktadır." Buhari'nin amacı (hadis-i şerifteki) sınırlandırıcı (hasr) ifadenin zahiri üzere olmadığını, "kerm" adını daha çok hak edenin mu'minin kalbi olduğunu anlatmaktır. Ondan başkasına kerm adının verilmeyeceğini kastetmemiş olduğuna işaret etmektir. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Müflis ancak kıyamet gününde iflas eden kimsedir" buyruğundan maksat da, sözünü ettiği kimsedir. Yoksa dünya hayatında iflas eden kimseye de müflis denilmez, demek istememiştir. Aynı şekilde "rakibinin sırtını yerine getiren kişi ancak. .. " ifadesi de böyledir. "Allah'tan başka melik yoktur" ifadesi de böyledir. Bu sözlerle başkasına me lik (kral, hükümdar) adının verilmeyeceğini kastetmemiştir. Bununla ancak gerçek anlamdaki hükümdarlığı (malik oluşu) kastetmiştir. Başkasına melik adı verilse de böyledir. Bunun için de yüce Allah'ın: "Şüphesiz hükümdarlar. .. (melikler)" buyruğunu delil göstermiştir. İbn Battal şuna da işaret etmiştir: Bu ifadelerden, niteliği sözkonusu edilen kimse o nitelemeleri hak etmiyor ise, nitelendirmede aşırıya gidip ileriye götürmenin terk edilmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. el-Hattabi de özetle şunları söylemektedir: Buradaki yasaklamadan maksat, hamrın (sarhoşluk verici içkinin, şarabın) isminin büsbütün silinmesi de dahil olmak üzere, haram kılınışının daha da pekiştirilmesidir. Çünkü onun bu adının bırakılması, yaşatılması, cahiliye dönemi insanlarının vehmettikleri, içki içen kimsenin kerem sahibi olacağı şeklindeki kanaatlerini benimsemek olur. Bundan dolayı üzüme "kerm" adının verilmesini nehyederek: "Kerm ancak mu'minin kalbidir" diye buyurmuştur. Buna sebep ise mu'minin kalbindeki iman nuru ve İslam hidayetidir. Nevevi der ki: Bu hadiste üzüme "kerm" adının verilmesinin, ağacına da aynı şekilde bu ismin verilmesinin nehyedilmesi, mekruhluk ifade etmek içindir. Kurtubi, el-Mazeri'den şunu nakletmektedir: Bu yasağın sebebi şudur: Onlara hamr haram kılınınca, tabiatıarı da onları kerm (cömertlik)e teşvik ettiğinden, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem haram kılınan bu içeceği n adının anılması esnasında kendilerinde arzu ve istek uyandıracak bir isimle adlandırılmasını hoş görmedi. Çünkü böyle bir anış onları tahrik edici olabilirdi. Ancak buna şöyle itiraz edilmiştir: Hadiste nehyedilen şey, üzüme kerm adının verilmesidir. Yoksa üzümün kendisi haram değildir. Hamr'a da üzüm denilmez. Aksine üzüme bazen sonunda olacak şeyin adı ile "hamr" adı verilebilir. Derim ki: el-Mazeri'nin söylediği, uygun bir açıklamadır. Çünkü içkinin esasını teşkil eden meyveye böyle güzel bir isim vermek, terk edilmek suretiyle o içkinin kökünün kazınması isteğine yorumlanır. Şeyh Ebu Muhammed İbn Ebi Cemra da özetle şunları söylemektedir: "Kerem" niteliği "kerm"den türetildiği, kerime diye nitelendirilen arazi türünün arazilerin en güzeli olmasından dolayı, bu niteliğin eşyanın en hayırlısı olan mu'minin kalbinden başkasına verilmesi uygun düşmez. Çünkü mu'min, canlı türlerinin en hayırlısıdır. Ondaki en hayırlı şey de onun kalbidir. Zira onun kalbi düzelirse, bedeninin tamamı düzelir. Onun kalbi iman ağacının yeşerdiği topraktır, arazidir. (Devamla) der ki: Bu hadisten şu da anlaşılır: Lafız, mana yahut her ikisi ya da bundan türetilmiş yahut onunla adlandırılmış hayırlı her bir şey, şeriatteki gerçek anlamına izafe edilir. Çünkü iman ve iman ehli olan mu'minler, eğer bundan başkasına izafe edilecek olursa bu mecazi olur. Kermin mu'minin kalbine benzetilmesi de oldukça incelikli bir anlam taşır. Çünkü şeytan Ademoğlunun içerisinde nasıl kan ın aktığı gibi akıyorsa, şeytanın nitelikleri de üzüm ile bu şekilde cereyan eder. Nasıl ki üzümün suyunu koklamadan gaflete düşen bir kimse o suyun şaraba dönüşüp necis olmasına sebep oluyorsa, mu'min de şeytandan yana gaflete düşecek olursa bu, onu emirlere muhalefete iter. Bu benzetmeyi güçlendiren diğer husus da şudur: Hamr (şarap) ya kendiliğinden yahut onu dönüştürmek suretiyle sirke oluverir ve böylelikle (necisken) tahir olur. mu'min de nasCıh bir şekilde tevbe ederse derhal daha önce onlarla nitelendirildiğinden ötürü kendisini kirletmiş bulunan önceki günahların pisliğinden tertemiz oluverir O, bu tevbeye ya öğüt ve buna benzer başkasının etkisi ile yönelir, -bu da şarabı sirkeleştirmeye benzer- yahut kendiliğinden bu yola gider. Bu da şarabın kendiliğinden sirkeye dönüşmesine benzer. O halde aklı başında olan bir kimsenin, yerilen niteliğe sahip halde ölüp gitmemek için kalbini tedaviye yönelmesi gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'dan, dedi ki: "Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Sa'd 'dan başkasına 'anam babam sana feda olsun' dediğini işitmedim. Ben onu (Sa'd'a): Ok atı babam anam sana feda olsun, derken işittim. Bu sözü zannederim Uhud günü söylemişti
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayete göre; "Kendisi ve Ebu Talha, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte (seferden) dönüyorlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Safiyye vardı. Onu kendi devesinin terkisine bindirmişti. Yolun bir yerinde iken deve tökezledi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Safiye r.anha yere düştüler, Ebu Talha, kendisini devesinden aşağı atatcasına Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti ve: Ey Allah'ın Nebii, Allah beni yoluna feda etsin! Sana bir şeyoldu mu, diye sordu. Allah Rasulü: Hayır, ama kadına dikkat et, buyurdu. EbD. Talha kendi elbisesini yüzüne koyarak Safiyye radıyalliihu anhii'nın bulunduğu yere doğru gitti ve elbisesini onun üzerine bıraktı. Safiyye radıyalliihu anha ayağa kalktı, sonra da EbD. Talha onların eşyalarını develeri üzerinde güzelce bağladı. Her ikisi (Nebi ve Safiyye) deveye binip yola koyuldular. Nihayet Medine sırtına vardıklarında -yahut, Medine'yi yüksekten gördükleri zaman Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: AibD.ne, taibD.ne, abidD.ne li Rabbina hamidD.ne: Biz dönücüleriz, tevbe edenleriz, ibadet edenleriz, Rabbimize hamd edenleriz, buyurdu ve Medine'ye girene kadar bu sözlerini tekrarlad!." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kişinin: Allah beni yoluna feda etsin, demesi." Yani böyle bir söz mubah mıdır yoksa mekruh mudur? Bu sözü söylemenin caiz olduğuna delil teşkil eden bütün haberleri EbD. Bekir İbn Ebi Asım "Adabu'l-Hukema" adlı eserinin baş taraflarında zikretmiş ve bunun caiz olduğunu kesin bir dille söyleyerek şunları ifade etmiştir: Kişinin bunu sultanına, büyüğüne, ilim sahiplerine, kardeşlerinden sevdiği kimselere söylemesi mümkündür ve bunda onun için herhangi bir sakınca yoktur. Hatta o kişiye saygı göstermek, onun kalbini kendisine daha çok meylettirmek için yaparsa sevap dahi kazanır. Eğer bunu söylemek yasak olsaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sözü söyleyeni nehyeder ve ona bunun kendisinden başkasına söylenmesinin caiz olmadığını öğretirdi. Daha sonra Buhari Enes'in, Safiyye radıyalliihu anha'yı bineğinin arkasına bindirmiş olması ile ilgili hadisi zikretmektedir. Bu hadise dair açıklamalar Libas (giyim) bölümünün sonlarında (5968.hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbn Ebi Asım da İbn Ömer'den şu hadisi rivayet etmektedir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Fatıma'ya: "Baban sana feda olsun" diye buyurmuştur. İbn Mesud'dan naklettiği rivayete göre de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına: "Babam anam size feda olsun" demiştir. Enes'in rivayet etmiş olduğu hadise göre de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bunun bir benzerini ensar için de söylemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir r.a.'dan, dedi ki: "Bizden bir adam'ın bir oğlu dünyaya geldi. Ona el-Kasım adını verince, biz de: Biz seni Ebu'l-Kasım künyesi ile çağırmayız ve sana ikram da etmeyiz, dedi. O da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e durumu haber verince, Allah Rasulü: Oğluna Abdurrahman adını ver, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aziz ve celil olan Allah'ın en sevdiği isimler." Bu lafızIa Müslim'in, Naf! yoluyla İbn Ömer'den merfu olarak rivayet ettiği şu hadis varid olmuştur: "Size verilen isimler arasında Allah'ın en sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman'dır." Kurtubi dedi ki: Bunlara benzeyen Abdurrahim, Abdulmelik ve Abdussamed gibi isimler de bunlar gibi değerlendirilir. Bunların yüce Allah'ın en sevdiği isimler olması, şanı yüce Allah'ın hakkında vacip olan bir sıfat ile insanın sıfatı olan, onun için vacip olan ubCıdiyeti aynı zamanda ihtiva etmeleri, sonra da kulun yüce Rabbe gerçek manada izafe edilmesi dolayısıyladır. Böylelikle bu isimlerin her bir kelimesi bir hakikate karşılık gelmekte ve bu terkib ile bu isimler şeref kazanmaktadır. Bundan dolayı da bu gibi isimler böyle bir fazilete sahip olmuşlardır. Başkası da şöyle demektedir: Sadece bu iki ismin sözkonusu edilmesindeki hikmet, Kur'an-ı Kerim'de şanı yüce Allah'ın isimleri arasında bu iki ismin dışında herhangi bir ismin kula izafe edilerek zikredilmemiş olmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şu da bir gerçek ki Allah'ın kulu (Abdullah) ona ibadet etmek için ayağa kalktığı zaman ... "(Cin, 19) diye buyurmaktadır. Bir başka ayette de: "Rahmanın kulları ... (ibadurrahman -ki ibad, abd'in çoğuludur-)"(Furkan, 63) diye buyurmaktadır. Yüce Allah'ın: "İster Allah diye dua edin, ister Rahman diye çağırın ... "(İsra, 110) buyruğu da bunu desteklemektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir r.a.'dan, dedi ki: "Bizden bir adamın bir oğlu oldu da ona el-Kasım adını verdi. Bunun üzerine ashab: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sormadıkça onu (Ebu'l-Kasım diye) künyelemeyiz, dediler. (Gidip sorduktan sonra Allah Rasulü): Benim adımı ad olarak veriniz ama benim künyem ile künyelenmeyiniz, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den: Ebu'l-Kasım Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Benim adımı ad olarak veriniz, ama benim künyem ile künyelenmeyiniz" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdullah r.a.'dan: "Bizden bir adamın bir oğlu oldu da ona el-Kasım adını verdi. Ashab: Biz seni Ebu'l-Kasım diye künyelemeyiz ve böylelikle de senin gözünün aydın olmasını sağlamayız deyince, o da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gidip ona bunu söyledi. Bu sefer Allah Rasulü: Oğluna Abdurrahman adını ver, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Nevevı dedi ki: "Ebu'l-Kasım" diye künyelenmek hususunda üç farklı görüş vardır: Birincisi, kişinin adı Muhammed olsun ya da olmasın mutlak olarak bunun yasak oluşudur. Bu görüş Şafiı'den sabittir. İkincisi, mutlak olarak caizdir. Yasak sadece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatı ile sınırlıdır. Üçüncü görüş ise: Adı Muhammed olan kimseler için caiz değildir, başkası için caizdir. er-Ram dedi ki: Bunun daha sahih olma ihtimali vardır. Çünkü insanlar herhangi bir tepki gösterilmeksizin bütün çağlarda böyle yapagelmişlerdir. Nevevi der ki: Ama bu, hadisin zahirine aykırıdır. İnsanların bu hususta mutabakat etmiş olması ise, ikinci görüşü pekiştirmektedir. Sanki onların dayanak noktaları, daha önce işaret olunan Enes'in rivayet ettiği hadiste geçen: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem pazarda bulunuyordu. Bir adamın: Ey Ebe'l-Kasım diye seslendiğini işitince, ona döndü. Adam Allah Rasulüne: Ben seni kastetmemiştim deyince, Allah Rasulü de: Benim adımı ad olarak veriniz, ama benim künyem ile künyelenmeyiniz, buyurdu" hadisi gibi görünüyor. Nevevı der ki: Buradaki yasaktan, sözü geçen sebep dolayısıyla onun hayatı dönemine has olduğu ve ondan sonra da bu yasağın ortadan kalktığı anlamını çıkarmışlardır. --- Nevevı'nin açıklamaları özetle burada sona ermektedir. --- Sözkonusu bu sebep, Sahih'te de sabittir. Dolayısı ile sözü geçen görüşün sahibi, hadisin zahirinden ancak bir delile dayanarak uzaklaşmıştır. Burada dikkat çekmemiz gereken hususlardan birisi de şudur: Nevevı üçüncü görüşü ters çevirerek zikredip şöyle demiştir: Adı Muhammed olan kimseler için caizdir, başkaları için değildir. Ama böyle bir görüşü söyleyen kimse bilinmemektedir. Bu ancak bir kalem yanılmasıdır. Bu üç görüşü el-Ezkar adlı eserinde doğru olarak zikretmiştir. Zahiriyye mezhebi mensupları birinci görüşü benimsemiş, bazıları aşırıya giderek: Bir kimsenin Ebu'l-Kasım diye künyelenmesini önlemek için oğluna elKasım adını vermemelidir, vermesi caiz değildir, demişlerdir. İkinci görüşün lehine de Buhari'nin el-Edebu'I-Müfred'in de, Ebu Davud'un, İbn Mace'nin ve sahih olduğunu belirterek Hakim'in rivayet ettikleri Ali r.a.'ın şu hadisi delildir: "Ey Allah'ın Rasulü, dedim. Senden sonra benim oğlum olursa ona senin adını ve senin künyeni verebilir miyim? Allah Rasulü: Evet, buyurdu." Bu hadisin bazı rivayet yollarında: "Bana Muhammed adını verdi ve beni Ebu'l-Kasım diye künyeledi" denilmektedir. Bu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Ali İbn Ebi Talib'e verdiği bir ruhsatıdır. Biz bu ruhsatı "Emali el-Cevherı" adlı eserimizde rivayet ettik. Ayrıca bu rivayeti İbn Asakir, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretini anlatırken kendi senedi ile rivayet etmiş bulunmaktadır. O rivayetin senedi de kavi (güçıü)dir. Taberi dedi ki: Bunun Ali'ye mubah kılınması ve sonra da ona oğluna göre Ebu'I-Kasım künyesinin verilmesi, bu husustaki nehyin haramlık anlamıyla değil de mekruhluk anlamıyla olduğuna bir işarettir. (Devamla) der ki: Bunu da, eğer haramlık ifade etmiş olsaydı, ashabın buna mutlaka tepki gösterecekleri ve oğluna Ebu'l-Kasım künyesini vermesine asla imkan tanımayacakları gerçeği de desteklemektedir. O halde bu durum, onların buradaki nehyi ancak tenzih anlamında aldıklarını göstermektedir. Ancak bu görüşe şöyle itiraz edilmiştir: Durum sadece onun dediği çerçeveden ibaret değildir. Onlar belki de hadisin bir başka rivayetinde görüldüğü gibi, ruhsatın başkası için değil de sadece onun için sözkonusu olduğunu bilmiş yahut yasağın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanına mahsus olduğu anlamını da çıkarmış olabilirler. Bu görüş de daha güçlüdür. Çünkü ashabdan bazıları oğluna Muhammed adını ve Ebu'l-Kasım künyesini vermiş bulunmaktadır. Sözkonusu sahabi Talha İbn Ubeydullah'tır. Taberani de kesin bir dille ona bu künyeyi verenin Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olduğunu belirtmiştir. Bunu da İsa İbn Talha yoluyla, Muhammed İbn Talha'nın süt annesinden diye rivayet etmiştir. Aynı şekilde "el-Muhammedun: Adı Muhammed olanlar" diye bilinen kimseler hakkında da böyle denilir. Ebu Bekir'in oğlu, Sa'd'ın oğlu, Cafer İbn Ebi Talib'in oğlu, Abdurrahman İbn Avf'ın oğlu, Hatıb İbn Ebi Beitaa'nın oğlu, el-Eş'as İbn Kays'ın oğlunun adı da Muhammed olup künyeleri Ebu'l-Kasım'dır ve bu künyeleri onlara babaları vermişti. İyad dedi ki: Selefin de, halefin de cumhuru ile çeşitli bölgelerin fukahası(nın cumhuru} bu görüştedirler
- Bāb: ...
- باب ...
İbnu'l-Müseyyeb'den, O babasından rivayet ettiğine göre; "Babasının babası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelince, ona: Adın nedir, diye sordu. O da: Hazn'dır deyince, Allah Rasulü: Sen Sehl'sin, buyurdu. O: Babamın bana verdiği adı değiştirmem, dedi." İbnu'l-Müseyyeb: O zamandan beri bizde hazn (sert ve kaba oluş) süregelmiştir, dedi. Hadis 6193 tede geçiyor. Fethu’l-Bari Açıklaması: "Hazn adı". Hazn, sert ve kaba olan araziye denilir. Sehl'in (yumuşak) zıttıdır. Huy hakkında da kullanılmıştır. Filan kişide hazn'lik vardır, yani huyunda bir sertlik, bir katılık vardır, denilir. İbn Battal dedi ki: Hadisten anlaşıldığına göre isimlerin güzel seçilmesi ve bir adın daha güzeli ile değiştirilmesi vaciplik ifade etmez. ed-Davudi dedi ki: İbnu'l-Müseyyeb huylarında bir sertlik olduğunu anlatmak istemektedir. Ancak bu huy sebebiyle Said İbn el-Müseyyeb, Allah için gazap edip hiddetlenecek bir hale sahipti
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl'den, dedi ki: "el-Münzir İbn Ebi Useyd dünyaya gelince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirildi. Allah Rasulü onu uyluğu üzerine oturttu. -Ebu Useyd de oturuyordu.- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem önünde bulunan bir şey ile meşgul idi. Bunun üzerine Ebu Useyd'in emri ile oğlu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uyluğu üzerinden kaldırıldı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem daldığı işten uzaklaşıp fark edince: Küçük çocuk nerede, diye sordu. Ebu Useyd: Biz onu geri aldık, dedi. Allah Rasulü: Adı ne, diye sordu. Ebu Useyd: Filandır deyince, Allah Rasulü: Hayır, onun ismi el-Münzir olsun, buyurdu ve babası da o gün çocuğa el-Münzir adını verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre; "Zeyneb'in adı Berre idi. O, kendisini tezkiye edip öğüyor denilince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da ona Zeyneb adını verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdulhamid İbn Cubeyr İbn Şube'den, dedi ki: "Said İbn el-Müseyyeb'in yanında oturdum. Bana tahdis ettiğine göre dedesi Hazn, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelince, ona: Adın nedir, diye sormuş. Dedesi: Adım Hazn'dır deyince, Allah Rasulü: Hayır, sen Sehl'sin, demiş. Dedesi: Ben babamın bana verdiği adı değiştirmem, demiş. İbnu'l-Müseyyeb dedi ki: İşte ondan sonra bizde hep sertlik olagelmiştir, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "el-Münzir İbn Ebi Useyd dünyaya gelince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirildi." Ebu Useyd meşhur bir sahabidir. Ashabın herhangi birisinin bir oğlu dünyaya geldi mi onu tahnik etmesi (damağına hurma gibi tatlı bir şey çalması) ve ona bereket ile dua etmesi için getirilirdi. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem önündeki bir şeyle uğraşt!." Onunla meşgul oldu, oyaland!. Seni bir başka şeyle uğraşmaktan alıkoyan her bir şey hakkında hadisteki tabir kullanılır. İbnu't-Tin dedi ki: Meşguloldu, oyalandı anlamındaki bu "alime" vezninde "lehiye" diye rivayet edilmiştir ki meşhur olan kullanım budur. Leha şeklindeki fethalı kullanım ise Taylıların ağzıdır. Zeyneb'in adı Berre idi. Amr İbn Merzuk, Şube'den bu senedie Ebu Hureyre'den rivayetle: "Meymune'nin adı Berre idi" demiştir. Bunu da musannıf, el-Edebu'l-Müfred'de ondan diye rivayet etmiştir. Ancak birincisim yaşça daha büyüktür. Sözü geçen Zeyneb ise ya Cahş kızı Zeyneb'dir. Yahut da Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb'dir. Birincisi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesidir, ikincisi ise onun rabibesidir. (Yani Nebi efendimizin hanımı olan Ümmü Seleme'nin ilk kocası Ebu Seleme'den doğma kızıdır.) Bunların her birisinin de adı önce Berre idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ismi değiştirdi. İbn Abdilberr öyle demiştir . Cahş kızı Zeyneb'in kıssasını Müslim ve Ebu Davud, Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb'den diye rivayet ettiği bir hadisin muhtevasında zikretmiştir. Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb dedi ki: Bana Berre adı verilmişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi kendinizi tezkiye etmeyiniz. Şüphesiz Allah sizden hanginizin birr (iyilik) ehli olduğunu en iyi bilendir, buyurdu. Bu sefer: Peki ona ne ad verelim, diye sordular. Allah Rasulü: Ona Zeyneb adını veriniz, buyurdu." "Bana tahdis ettiğine göre dedes1 Hazn ... " Taberi dedi ki: Anlamı çirkin olan bir adın verilmemesi gerekir. O ismi taşıyanı tezkiye etmeyi gerektiren ismin de sövmek ve hakaret anlamına gelen ismin de verilmemesi gerekir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem pek çok isim değiştirmiştir. Ama onun bu değiştirmesi bu isimleri vermenin yasaklanışı suretinde değildir. Tercih suretindedir. Devamla der ki: Bundan dolayı Müslümanlar çirkin kimseye hasen, bozuk adama salih adının verilmesini caiz görmüşlerdir. Buna da Hazn'in adının Sehl'e çevrilmesini kabul etmeyince, kabul etmesi için Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onu zorlamamış olması delildir. Eğer bu bağlayıcı olsaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun: "Babamın bana verdiği bir adı değiştirmem" şeklindeki cevabını kabul etmezdi. ----İktibas özetle burada sona ermektedir
- Bāb: ...
- باب ...
İsmail'den, dedi ki: "Ben İbn Ebi Evfa'ya: Sen Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlu İbrahim'i gördün mü, diye sordum. O: O, küçükken vefat etti. Eğer Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra Nebi olması Allah tarafından takdir edilmiş olsaydı, oğlu yaşayacaktl. Fakat ondan sonra bir Nebi gelmeyecektir, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
…Bera' (bin A’zib r.a.) dedi ki: "İbrahim aleyhisselam ölünce Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da: Şüphesiz onun cennette bir sütannesi vardır, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdullah el-Ensari'den, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Benim adımı ad olarak veriniz, ama benim künyemle künyelenmeyiniz. Çünkü ben ancak Kasım'ım ve aranızda taksimat yaparım, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivSyete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Benim adımı ad olarak veriniz, ama benim künyemle künyelenmeyiniz, Beni rüyasında gören bir kimse, beni gördü demektir. Çünkü şeytan benim suretime giremez. Kasten benim hakkımda yalan uyduran bir kimse de cehennemdeki yerine hazırlansın
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'dan, dedi ki: "Benim bir oğlum oldu. Onu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e götürdüm. O da ona İbrahim adını verdi ve bir hurma ile onu tahnik etti. (Hurmayı ağzında çiğnedikten sonra bir kısmını çocuğun damağına çaldı) ve onun için bereket ile dua etti, sonra onu bana verdL" İbrahim, Ebu Musa'nın en büyük çocuğu idi
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire b. Şu'be r.a.'den, dedi ki: "İbrahim'in öldüğü gün güneş tutulmuştu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kendisine Nebilerin adı ad olarak verilen kimse." Bu başlık ile ilgili k ifadeler taşıyan (Buhari'den başka kaynaklarda yer alan) iki hadis vardır. Bunlardan birincisini Müslim, Muğire İbn Şube'den diye rivayet etmiştir. Buna göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Sizden öncekiler Nebilerinin ve kendileinden önceki salih kimselerin adını ad olarak verirlerdi." İkinci hadisi Ebu Davud, Nesai, Musanmf Buhari el-Edebu'l-Müfred'de Ebu .....b el-Cuşemi'den diye rivayet etmiştir: "Nebilerin isimlerini ad olarak veriniz. Bununla birlikte Allah'ın en sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman, verilenlerin en doğrusu Haris ve Hemmam, en çirkini ise Harb ve Murre'dir, buyur- Yine Buhari el-Edebu'l-Müfred'de buna benzer bir başlıkta Yusuf İbn Abdullah İbn Sellam'ın şu hadisini nakletmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bana Yusuf adını verdi." Hadisin senedi sahih olup ayrıca bunu Tirmizi de eş-Şemail adlı eserinde rivayet etmiştir. İbn Ebi Şeybe de sahih bir sened ile Said İbn el-Müseyyeb'den: "Kendisinin en çok sevdiği isimlerin Nebilerin isimleri olduğunu söylemiştir." "Eğer Muhammed sallaııahu aleyhi ve sellem'den sonra Nebi gelmesi takdir edilmiş olsaydı, oğlu İbrahim yaşayacaktı. Ama ondan sonra Nebi gelmeyecektir." Abdullah İbn Ebi Evfa bunu böylece kat'i bir ifade olarak söylemiş bulunmaktadır. Böyle bir söz ise, kişisel görüşe dayanılarak söylenemez. Bu hususta da pek çok rivayet gelmiş bulunmaktadır. İbn Mace, İbn Abbas'tan gelen hadiste şöyle dediğini nakletmektedir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlu İbrahim vefat edince, onun cenaze namazını kıldırdı ve: Onun cennette bir sütannesi vardır. Eğer yaşamış olsaydı, o sıddik bir nebi olurdu ve dayıları olan Kıptiler kölelikten kurtulurdu, buyurdu." Ahmed ve İbn Mende, es-Süddi yoluyla şu rivayeti nakletmektedirler: "Ben Enes'e: İbrahim ne kadar yaşadı, diye sordum. O: Beşiği dolduracak hale gelmişti. Eğer hayatta kalsaydı, bir nebi olurdu. Fakat kalması sözkonusu olamazdı. Çünkü sizin nebiniz, nebilerin sonuncusudur." Ahmed'in lafzı ile rivayet şöyledir: "Eğer nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in oğlu İbrahim yaşamış olsaydı, sıddik bir nebi olacaktı." Ahmed naklettiği rivayette sözü geçen soru ve cevabı zikretmemektedir. İşte bunlar, bu sahabilerden gelmiş olan ve bunu mutlak olarak söyledikleri belirtilen çok sayıda sahih hadislerdir. Bundan dolayı ben Nevevi'nin sözü geçen İbrahim aleyhisselam'ın biyografisini Tehzibu'l-Esma ve'l-lugat adlı eserinde zikrederken böyle bir şeyi kabul etmemesini ve: Bu batııdır deyip aşırıya kaçmasını, gaybı hususlarda konuşmaktaki cüretkarlığını, ileri geri konuşmasını, önemli bir konuda yanılması mümkün olan bir zeminde yer almaya iten sebebi n ne olduğunu bilemiyorum. Sözü geçen sahabelerin bu sözlerini hatırlamış ama onlardan sonraya kalan daha başkalarından naklettiği rivayetlere dayanarak bunu söylemiş olabilir. Ondan önce İbn Abdilberr de el-İstiab adlı eserinde sözü geçen hadisi kabul etmeyerek: Ben bunun mahiyetinin ne olduğunu bilmiyorum. Nitekim Nuh'tan, nebi olmayan birisi doğmuştur. Nebi olmayan bir kimse de nebi doğurabildiği gibi, bunun aksi de caizdir. Hatta bu görüşü kabul edenleri gelişigüzel konuşmaya, bilgisizce gaybı işlere dalmaya ve daha başka haııere de nispet etmiştir. Oysa sözü geçen sahabelerden nakledilen rivayetler de bir şarta bağlı olarak gelmiştir. Başlıkta yer alan onuncu hadis (6199 nolu hadis) Muğire'nin rivayet ettiği: "İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutuldu" hadisi olup bu da daha önce bu sened ile uzun uzadıya Küsuf bölümünde yer almış, gerekli açıklamalar da oradalSd geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, rüku'dan başını kaldırınca şöyle dua etti: Allah'ım, Velid İbn Velid'i, Seleme İbn Hişam'ı, Ayyaş İbn Ebi Rebia'yı ve Mekke'de bulunan musta’zaf mu'minleri kurtar. Allah'ım, Mudar üzerindeki baskını arttır. Allah'ım, bu yıllarını onlara Yusuf'un kıtlık yılları gibi kıl." Fethu'l-Bari Açıklaması: " Velid adını vermek." Bu ismin mekruh görüldüğüne dair Taberani'nin İbn Mesud'dan diye rivayet ettiği şu hadis vardır: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir kimsenin kölesine ya da oğluna Harb, Murre yahut Velid adını vermesini nehyetmiştir." Hadisin senedi oldukça zayıftır. Yine bu hususta mürsel bir başka hadis varid olmuştur. Bu hadisi Yakub İbn Süfyan, Tarih'inde, Beyhaki de Delailu'n-Nubuwe adlı eserinde kendi rivayet yoluyla zikretmiştir. Abdurrezzak da bu hadisi e-Emaiı adlı eserinin ikinci cüzünde zikretmiştir. Said İbn el-Müseyyeb 'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ümmü Seleme'nin kardeşinin bir oğlu dünyaya geldi, ona el-Velid adını verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Siz buna Firavunlarınızın adını verdiniz. And olsun bu ümmette kendisine el-Velid denilen bir adam gelecek ve ümmetine karşı Firavun'un kendi kavmine olan şerrinden daha şerli olacaktır, buyurdu." el-Velid İbn Müslim rivayetinde şöyle demiştir: el-Evzaı dedi ki: Onlar bu kişinin el-Velid İbn Abdulhakem olduğu görüşünde idiler. Daha sonra biz bu kişinin el-Velid İbn Yezid olduğunu gördük. Çünkü insanlar ona karşı ayaklanınca, ondan dolayı fitneye düştüler, onu öldürdüler. Bu sebeple de ümmet aleyhine fitnelerin kapısı açıldı ve aralarında öldürme çoğaldı. Hakim de bunu bir başka yoldan, el-Velid'den, Ebu Hureyre'yi de zikretmek suretiyle mevsul bir senedIe rivayet etmiştir. Bunu Nuaym İbn Hammad'dan, o el-Velid İbn Müslim'den diye rivayet etmiştir. Hadisin sonlarında da şunları söylemektedir: "ez-Zührı dedi ki: Eğer el-Velid İbn Yezid halifeliğe geçirilirse odur, aksi takdirde bu kişi el-Velid İbn Abdulmelik'tir." Derim ki: Bana göre bu hadisin senedinde Ebu Hureyre'nin zikredilmesi, Nuaym İbn Hammad'ın yanılmalanndandır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sözü geçen bu hadis, Buhari'nin şartına uymadığından ötürü adeti üzere ona işarette bulunmuş ve bu hususta caiz oluşa delil teşkil eden hadisi zikretmiştir. Çünkü eğer bu isim mekruh olsaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in adeti üzere bunu değiştirmesi gerekirdi. Zikredilen bu hadisin bazı rivayet yollarında sözü geçen bu el-Velid İbn el-Velid'in, Meğazi bölümünde de geçtiği gibi, daha sonra Medine'ye hicret ederek (muhacir olarak) geldiği de belirtilmektedir. Ancak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onun adını değiştirdiği de nakledilmiş değildir. Az önce geçen ve el-Velid adının değiştirilmesini emrettiğine dair rivayetıere gelince, bu, hadiste belirtilen şahsın oğlunun adının değiştirilmesine dair bir emirdir, o da buna uyarak oğlunun adını değiştirmiş ve Abdullah adını vermiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Aişe r.anha'dan, dedi ki: "ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Ey Aişe! İşte Cibril, sana selam söylüyor. Ben: Ve aleyhisselamu ve rahmetuIlah dedim." Aişe: O, bizim görmediğimizi görürdü, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan, dedi ki: "Ümmü Süleym, diğer kadınlar ile birlikte ağırlıklar arasında bulunuyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kölesi Enceşe de onların bindikleri develeri sürüyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Enceş, cam şişeleri sevk etmen yavaş olsun, buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlar arasında ahlakı en güzelolan idi. Benim de Ebu Umeyr diye çağrılan bir kardeşim vardI. -Zannederim sütten yeni kesilmişti, dedi.- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize gelince, kardeşime: Ey Ebu Umeyrl Ne yaptı o Nuğayr, derdi. Nuğayr de kardeşimin kendisiyle oynadığı küçük bir kuştu. Bazen Nebi evimizde olduğu halde namaz vakti girerdi O da altındaki yaygının süpürülmesini emreder, bunun üzerine yaygı süpürülür, üzerine su serpilir, sonra o ayağa kalkardı, biz de arkasında ayakta dururduk ve bize namaz kıldınrdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Küçük çocuğa ve adama çocuğu doğmadan önce künye vermek." Buhari aynı zamanda bununla vakıaya uygun olmadığı gerekçesiyle çocuğu olmayan kimseye künye vermenin yasak olduğunu kabul eden kimselerin kanaatlerini reddetmiş olmaktadır. Çünkü İbn Mace, Ahmed, Tahavı, sahih olduğunu belirterek Hakim, Suhayb'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Ömer kendisine: Senin çocuğun olmadığı halde ne diye Ebu Yahya ile künyeleniyorsun diye sorunca, Suhayb: Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana (bu) künyeyi verdi, diye cevap verdi." Musannıf Buhari de el-Edebu'l-Müfred'de, Alkame'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Benim daha çocuğum olmadan önce Abdullah İbn Mesud bana künye verdi." Bu, Araplar arasında uygulamada olan bir şeydir. İbn Ebi Şeybe, ezZühri'den dedi ki: Ashabdan bazıları çocukları doğmadan önce künye alırlardı. Taberani de Alkame'den, o İbn Mesud'dan: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine daha çocuğu doğmadan Ebu Abdurrahman künyesini vermişti" diye rivayet etmiştir. Senedi de sahihtir. "Nuğayr, kardeşimin kendisiyle oynadığı bir kuştu." Nuğayr küçük bir kuş olup, tekili nuğre şeklindedir, çoğulu niğran diye gelir. !yad dedi ki: Nuğayr serçeye benzeyen bildik bir kuş adıdır. "Bazen bizim evimizde olduğu halde namaz vakti girerdi." Bunun yeteri kadar açıklamaları daha önce Namaz bölümünde (380 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır. İbnu'l-Kasım'ın kitabının baş taraflarında zikrettiğine göre bazı kimseler, hadis ehlini faydasız şeyleri rivayet ettikleri için ayıplamaktadır. Buna da buradaki Ebu Umeyr hadisini örnek vermektedirler. İbnu'I-Kaass: Halbuki bu hadiste 60'ı bulan çeşitli fıkhi mesele, edep ve faydalı hususlar vardır, dedikten sonra bunları geniş geniş açıklamaktadır. Ben de bunları onun anlatmak istediklerini eksiItmeden özetledim. Daha sonra mümkün olan daha başka hususları da ekledim. --- İbnul Kasas'ın tam adı Ebu'l-Abbas Ahmed İbn Ebi Ahmed et-Taberi olup, İbnu'l-Kaass diye tanınan pek çok eser sahibi meşhur fıkıh alimidir. -Fethu'l-Bari, X, 600. --- İbnu'l-Kaass dedi ki: Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar 1- Yürümekte teenni göstermek, kardeşleri ziyaret etmek müstehaptır. 2- Genç olmaması ve fitneden emin olunması şartıyla erkeğin, yabancı (mahrem olmayan) kadını ziyaret etmesi caizdir. 3- İmamın raiyesinin (yönetimi altında bulunanların) bazılarını özellikle ziyaret etmesi ve bir kısmı ile beraber oturup kalkarken bazılarına böyle davranması caizdir. 4- Yöneticinin, hakimin yalnız başına yürümesi caizdir. 5- Çokça ziyaret, sevgiyi eksiitmez. 6- Musafaha meşrudur. Çünkü Enes bu hadiste: "Ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in avucundan daha yumuşak hiçbir avuca dokunmamışımdır" demiştir. 7 - Böyle bir tokalaşmanın meşruiyeti, özelolarak erkeğin erkekle tokalaşması hakkındadır. 8- Ziyarette bulunan kimsenin, ziyaret ettiği kimsenin evinde namaz kılması, özellikle de ziyaret eden kişi bereketi umulan bir kimse ise müstehaptır. 9- Hasır üzerinde namaz kılmak caizdir. (Bu gibi şeylerden) tiksinmemek gerekir. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem evde küçük bir çocuk olduğunu biliyordu. Bununla birlikte o evde namaz kılmış ve evin içinde oturmuştur. 10- (Necasetlendiği bilinmeyen) eşyada kesinlikle bilinen, temiz olduklarıdır. Çünkü onların yayg1ya su serpmeleri sadece onu temizlemek içindi. 11- Alim kimsenin ilmini yararlanacak kimselere götür me si caizdir. 12- Ebu Talha ailesinin ve evinin özel bir fazileti vardır. Çünkü evlerinde doğruluğu kesin olarak bilinen bir kıble olmuştur. 13- Şakalaşmak, şakayı tekrarlamak caizdir ve bu, sünnet olan bir mubahtır. Ruhsat değildir. 14- Henüz mümeyyiz olmayan küçük çocuk ile şakalaşmak ve kendisiyle şakalaşılan kimseyi defalarca ziyaret etmek caizdir. 15- Büyüklenmek ve kendisini üstün görmek, terk edilmesi gereken bir huydur. 16- Büyük şahsiyete yolda giderken gereken saygının gösterilmesi ile evde iken şakalaşmak arasında fark vardır. 17- Vahidin (bir kişinin) haberi kabul edilir. Çünkü Ebu Umeyr'in üzüntüsü- nün sebebine dair cevabı veren, böyle bir kişi idi. 18- Çocuğu olmayan kimseye künye vermek caizdir. 19- Küçük çocuğun kuş ile oynaması caizdir. 20- Anne babanın çocuklarının mubah olan oyunlarla oynamasına izin vermeleri caizdir. 21- Küçüğün kendisiyle oyalanacağı mubah şeylere harcamada bulunmak caizdir. 22- Kuşun kafes ve benzeri yerlerde tutulması caizdir. 23- Hayvan ismi dahi olsa ismin küçültülmesi caizdir. 24- Hikmetli bir kimse, aklı erip kavrayış sahibi olanlar dışında kimseyi yüzyüze muhatap almaz ve bu işte doğru olan tutum, istek ve cevabın olmadığı hallerde hitabın caiz olacağıdır, diyen kimselerin aksine küçük çocuğu karşılıklı muhatap almak caizdir. Bu görüşte olanlar ise çocuklara halini sorarak hitap etmezler. Aksine başkasına sorarlar. 25- insanlarla akılları kadar ilişki kurmak uygundur. 26- Ziyaret edene ikramda bulunulur ve az miktarda nimetlerden yararlanmak sünnete aykırı değildir. 27 - Ziyaretine gelinen kimsenin ziyaretçiyi uğurlaması vacip değildir. 28- Büyük şahsiyet, bir topluluğu ziyaret edecek olursa, aralarında eşitlik sağlar. Çünkü o Enes'le musafaha yapmış, Ebu Umeyr'le şakalaşmış, Ümmü Suleym'in döşeği üzerinde uyumuş ve evlerinde onlara namaz kılınmıştır. Böylelikle hepsi de onun bereketinden yararlanmış oldular. işte Enes'in rivayet ettiği Ebu Umeyr kıssasından çıkarttığı sonuçlara dair yaptığı açıklamalardan özetlenenler burada sona ermektedir. ibn Battal da yine bu hadisten çıkartılan sonuçlar arasında şunları zikretmiş bulunmaktadır: 1 - Temiz olduğu kesin olarak bilinmeyen şeylerin üzerine su serpmek müstehaptır. 2- Eğer zorlanarak yapılmıyorsa, konuşurken seci'li (kafiyeli) konuşmak caizdir. Böyle bir şey de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakkında şiir söylemenin imkansızlığı gibi imkansız değildir. 3- Ziyaretçiye hoşuna gideceği bilinen yiyecek ya da başka şeyler ikram edilir. 4- Yumuşak ve güzel davranmak maksadıyla küçük çocuğun başını sıvazlamak uygundur. İbnu'l-Kaass'ın da, başkasının da Ebu Umeyr kıssasında sözkonusu etmediği çıkartılacak sonuçlar arasında şu da vardır: İmam Ahmed, Umare İbn Zazan'ın Sabit'ten, onun Enes'ten diye yaptığı rivayet in sonunda "Sonra çocuk hastalandı ve öldü" denilerek ölümü ile ilgili olayın sözkonusu edildiği hadisi ve Ümmü Suleym'in bunu kendisiyle beraber uyuyuncaya kadar Ebu Talha'dan sakladığını da zikretmektedir. Daha sonra sabah olunca Ümmü Suleym olanı Ebu Talha'ya haber vermiş, o da bunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bildirince, Allah Rasulü her ikisine de dua etmiş, Ümmü Suleym hamile kalmış, sonra da bir erkek çocuk doğurmuştur. Enes de bu çocuğu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna getirmiş, Nebi onu tahnik edip Abdullah adını vermiştir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önce Cenazeler bölümünde (1301 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'dan, dedi ki: "Şüphesiz Ali r.a.'ın en sevdiği ismi Ebu Turab idi ve gerçekten onunla çağrılmaktan çok memnun olurdu. Ona Ebu Turab adını da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den başkası vermemiştir. Şöyle ki: Bir gün Ali, Fatıma'ya kızmış, evden çıkıp mesciddeki bir duvarın yanında yatıp uzanmıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun arkasından gelmiş ve birisi: İşte Ali, duvarın yanında uzanmış yatıyor, demişti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanına geldi. Sırtı toprakla dolmuştu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem sırtından toprağı siliyor ve bu arada: Otur ey Ebu Turab, diyordu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Hadisten, bir kişiye birden çok künyenin verilmesinin, künye lafzı ile ve kişinin durumuna uygun türetilecek lafızlar ile lakap vermenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Lakap, büyük birisi tarafından küçüğe verilecek olursa küçük de bunu övücü bir lafız olmasa dahi kabul eder. Bunu eksiltici bir ifade olarak yorumlayanların da yorumlarına itibar edilmez. İbn Battal dedi ki: Hadisten anlaşıldığına göre, fazilet ehlinden olup büyük kimse ile eşi arasında insan tabiatında bulunan öfke ve kızgınlığı gerektiren haller ortaya çıkabilir. Bazen bu, kişinin evinden çıkıp gitmesine de sebep olabilir. Bundan dolayı da böyle bir kimseyi ayıplamak sözkonusu olamaz. Derim ki: Ali'nin evden çıkıp gitmesinin sebebi, kızgınlıkla Fatıma r.a.'YI incitecek birtakım davranışlar gösterebilme korkusu da olabilir. Böylelikle tartışmayı sona erdirmiş ve her birisinin kızgınlığının geçmesine fırsat tanımış oldu. Bu hadisten Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in üstün ahlakı da anlaşılmaktadır. Çünkü o Ali'yi hoşnut etmek için yanına gitmiş, neşesinin yerine gelmesi için de sırtından toprağı silmiştir. Onun bu halinden çıkartılan, sözü geçen künyeyi de ona vererek onunla latife yapmış olduğudur. Bununla birlikte kızı Fatıma'nın nezdindeki üstün konumuna rağmen, Fatıma'ya kızdı diye Ali'ye sitem etmemiştir. Buradan da sıhri akrabalara yumuşak davranmanın ve sevgilerinin devamını sağlamak için onlara sitemde bulunmayı terk etmenin müstehap olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kin tutacağından korkulan kimselerin siteminden ancak korkulur. Yoksa bundan münezzeh olan kimsenin siteminden çekinilmez
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah nezdinde isimlerin en hakir olanı kendisine Meliku'l-Emlak (krallar kralı, melikler meliki) adını veren kimsedir." Bu Hadis 6206 numara ile de var
- Bāb: ...
- باب ...
Süfyan'dan, o Ebu'z-Zinad'dan, o el-A'rec'den, o Ebu Hureyre'den rivayetle: "Allah nezdinde en hakir isim....." demiş; Süfyan ise birkaç kere: "Allah nezdinde isimlerin en hakiri ... " demiştir. " kendisine melikler meliki (krallar kralı) adını veren kimsedir." Süfyan dedi ki: Ebu'z-Zinad'dan başkası da: Bunun (Farsça) açıklaması: Şahan şah'tır, demektedir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "En hakir" (anlamı verilen bu kelimenin) kökü, çirkin ve kötü söz söylemek demek olan "el-hana"dan gelmektedir. el-Müstemli"de bu lafız "ehneu" (şeklinde sondaki ye harfi yerine ayn harfi ile) şeklindedir ve meşhur olan da budur. Bu ise zillet anlamına gelen "el-hunu'''den türemiştir. İyad dedi ki: Hadis, isimler arasında en küçük (değersiz) isim ... demektir. Ebu Ubeyd de buna yakın bir şekilde açıklamıştır. "el-Hani'" de zelil demektir. "Hanaa'r-reculu" zelil oldu, anlamındadır. İbn Battal dedi ki: İsmin kendisi isimlerin en zelili olduğuna göre, bu ismi alan kimsenin zilleti daha ileri derecede olur. el-Halil İbn Ahmed de "ehneu" lafzını en fadr, en günahkar diye açıklamış ve "el-han 'u" de fücur ve günahkarlık demektir, demiştir. "Bu 'şah an şah' diye açıklanır." Bu hadis, böyle bir adı almanın haram kılındığına delil gösterilmiştir. Çünkü bu hususta çok şiddetli bir tehdit varid olmuştur. Bunun benzeri olan "mahlukatın haliki, hakimlerin hakimi, sultanların sultanı, emirler emiri. .. " gibi benzer anlamı taşıyan isimler de böyle değerlendirilir. Aynı şekilde er-rahman, el-kuddus, el-cebbar gibi Cenab-ı Allah'ın özel isimlerinden herhangi birisini alan kimsenin de bu kapsama girdiği söylenmiştir. Ama "kadilkudat: kadılar kadısı yahut hakimu'l-hükkam: yargıçlar yargıcı" adını alan kimselerin bu kapsama girip girmedikleri hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Zemahşerı yüce Allah'ın: "Ahkemu'l-hakimın (hakimlerin en hakimi)"ı86 buyruğunu hakimlerin en adaletlisi ve en bilgilisi diye açıklamıştır. Çünkü bir hakimin diğerine üstünlüğü ancak ilim ve adalet iledir. Devamla şöyle demektedir: Çağımızın mukallidlerinden bilgisizliğe ve zulme batmış nice kimse vardır ki kadılar kadısı lakabını almaktadır. Bu da hakimlerin en hakimi demektir. Bu sebeple ibret al ve ibretle düşün. Ancak İbnu'l-Müneyyir ona "akdakum aliyyun: aranızda en iyi hakim, en üstün yargıç Ali'dir" hadisini ileri sürerek itiraz edip şunları söylemektedir: İşte bundan, çağında yahut bölgesinde ya da şehrinde kadıların en adaletlisi yahut bilgilisi olan bir hakim hakkında "akdal kudat: kadıların en kadısı" tabirinin kullanılmasında bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır. Şeyh Ebu Muhammed İbn Ebi Cemra dedi ki: Hadisten her hususta edebe riayet etmenin meşruiyeti anlaşılmaktadır. Çünkü melikler meliki (krallar kralı) nin kullanılmasının yasaklanarak bu adı almak dolayısıyla tehdidin sözkonusu edilmesi; bunu kullanmanın mutlak olarak yasak olmasını gerektirmektedir. Böyle bir adı alan kişi, ister yeryüzünde bulunan meliklerin meliki olduğunu, ister onların bazılarının üstünde bir me lik olduğunu kastetsin, ister bu hususta haklı, ister haksız olsun, fark etmez. Böyle bir farkı kastedip bunu söylerken doğru olan kimse ile bunu kasıtlı olarak kullanmakla birlikte kullanımında yalancı olan kişi arasındaki fark, açık olmakla birlikte, değişen bir hüküm yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Usame İbn Zeyd r.a.'dan, dedi ki: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bedir vakasından önce Haris İbn el-Hazrec oğulları diyarında bulunan Sa 'd İbn Ubade'ye hasta ziyaretinde bulunmak için üzerinde Fedek dokuması saçaklı bir kadife eğer bulunan bir eşeğe binerek gitti. Usame'yi de arkasına bindirmişti. Bu halde yolda giderken aralarında Abdullah İbn Ubey İbn Selul'ün de bulunduğu, oturmakta olan bir topluluğun yanından geçti. Abdullah İbn Ubey henüz Müslüman olmamıştı. Oturanlar arasında Müslümanlar, puta tapıcı müşrikler ve Yahudiler bir arada karışık durumda idiler. Müslümanlar arasında Abdullah İbn Revaha da vardı. Bineğin çıkardığı toz, meclisi kaplayınca, İbn Ubey ridası ile burnunu kapattı ve: Üzerimize toz çıkarmayınız, dedi. Resulullah s.a.v. onlara selam verdikten sonra durdu ve bineğinden inip onları Allah'a davet etti, onlara Kur'an okudu. Buna karşılık Abdullah İbn Ubey İbn Selul ona: Eyadam! Eğer bunlar bir hak ise söylediklerinden daha güzeli yoktur. Ama biz meclislerimizde otururken yanımıza gelip onu söyleyerek bizi rahatsız etme! Yanına gelen olursa sen de ona anlat, dedi. Abdullah İbn Revaha: Hayır, ey Allah'ın Rasulü, biz meclislerimizde bulunuyorken yanımıza buyur. Biz bunu seviyoruz, dedi. Nihayet Müslümanlar, müşrikler, Yahudiler karşılıklı ağır sözler söylediler. Neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. Resulullah s.a.v., onlar susuncaya kadar onları teskin edip durdu. Sonra da Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bineğine bindi. Yola koyuldu ve nihayet Sa'd İbn Ubade'nin yanına girdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Sa'd, Ebu Hubab'ın -Abdullah İbn Ubey'i kastediyor- söylediklerini duymadın mı? O şunları şunları söyledi, dedi. Buna karşılık Sa'd İbn Ubade: Ey Allah'ın Rasulü, babam sana feda olsun. Onu affet ve bağışla. Sana kitabı indirene yemin ederim ki, bu belde halkı ona taç giydirmek ve krallara mahsus sarığı ona sarmak üzere antlaşmış bulunuyorlardı. Allah sana vermiş olduğu hak ile bunu geri çevirince, hevesi de kursağında kaldı. İşte onun bu hali senin bu gördüklerini yapmaya itti, dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da onu affetti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı müşrikleri de, kitap ehlini de Allah'ın kendilerine emrettiği şekilde affediyorlar, eziyetıere sabrediyorlardı. Nitekim yüce Allah: "Muhakkak siz, sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan çok ezalar işiteceksiniz."(Al-i İmran, 186) ve: "Kitap ehlinden bir çoğu ... sizi imanınızdan sonra kafirler olarak geriye döndürmeyi çok isterler. "(Bakara, 109) buyurmuştur. Bu sebeple Resulullah s.a.v. onları affetmek hususunda Allah 'ın kendisine vermiş olduğu emre göre hareket ediyordu. Bu tutumu, Allah onlar hakkında kendisine izin verinceye kadar böyle sürdü. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir gazasım yapıp da Allah o gazada kafirlerin ileri gelenlerinin ve Kureyş'in elebaşılarının öldürülenlerin öldürülmesini takdir buyurduktan sonra, Resulullah s.a.v. ve ashabı, zafer kazanmışlar olarak ve beraberlerinde kafirlerin ileri gelenlerinden, Kureyş'in elebaşılarından esirleri de ganimet almış olarak geri döndü. İbn Ebi Selul ve beraberinde bulunan putlara tapan müşrikler: Artık bu, 01gunlaşmaya doğru yönelen bir iştir. Haydi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İslam'a girmek üzere beyrat ediniz, dediler ve Müslüman oldular
- Bāb: ...
- باب ...
Abbas İbn Abdulmuttalib'den, dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü! (Amcan) Ebu Talib'e herhangi bir faydan oldu mu? Çünkü o seni koruyor ve senin için düşmanlarına öfkeleniyordu, diye sordu. Allah Rasulü: Evet, o topuklarına kadar yakın ateşten bir çukur içindedir. Ben olmasaydım ateşin en alt basamağında olacaktı, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Müşriğe künye verilmesi." Yani (Müslüman bir kimsenin müşrik bir kimseye) ilk olarak künye vermesi caiz midir? Eğer onun baştan beri bir künyesi varsa künyesi ile ona hitap etmek yahut ondan o künye ile söz etmek caiz midir? Başlıkta yer alan hadisler bu son şıkka uygundur. Hüküm itibariyle ikincisi de bunun kapsamına girer. Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde kafire künye vermenin, ancak sözkonusu ettiği iki şarta bağlı olarak caiz olacağını tespit ettikten sonra, şunları söylemektedir: Hadiste Ebu Taliblin adı çokça geçmektedir. Asıl adı ise Abdi Menafltır. Yüce Allah da: "Ebu Leheb'in iki eli kurusun."(Tebbet 1) diye buyurmaktadır. Daha sonra Nevevi ikinci hadisi ve hadiste geçen "Ebu Hubab" künyesini zikrettikten sonra şunları söylemektedir: Böyle bir künye, şartın bulunması halinde kullanılır. O da o kimsenin ancak künyesi ile tanınması yahut adının anılmasında bir fitne olacağından korkulması halidir. Arkasından şunları söylemektedir: Hesulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hirakl (Heraklieus)'a mektup yazarak onu adı ile anmış, ne künyesi ile sözkonusu etmiş, ne de onun lakabı olan Kayser diye anmıştır. Hem bizler onlara karşı sert olmakla emrolunmuş bulunuyoruz. Dolayısı ile sözlü olarak onlara yumuşak hitap edip künyelerini kullanmayız, onlara sevgimizi izhar etmeyiz. Ancak onun bu sözlerine zikrettiği delillerde bir hasr (sadece o çerçevede kullanılma) bulunmamaktadır. Aksine Abdullah İbn Ubey alayında ismiyle değil de künyesiyle sözkonusu edilmesi -üstelik ismiyle daha ünlüdür- fitne korkusundan dolayı değildir. Çünkü ondan bu şekilde huzurunda söz edilen zat (Said İbn Ubade), İslamla bağlılığı pek güçlü birisi olup Abdullah'ın adı ile anılması sebebiyle bir fitnenin ortaya çıkacağından korkulmuyor idi. Bu ancak kalbin -İbn Battallın kesin olarak ifade ettiği gibi- ısındırılmasına yorumlanır. İbn Battal der ki: Buradan ya Müslüman olmalarının ümit edilmesi yahut onlardan bir menfaatin sağlanması gibi, kalplerini telif etmek maksadı ile müşrikleri künyeleri ile anmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ebu Talib'in künyesiyle anılmasına gelince, kuvvetli görülen görüşe göre bu, birinci türdendir. O da Ebu Talib'in ismiyle değil de, künyesiyle ün kazanmış olmasıdır. Ebu Leheb'in künyesi ile anılmasına gelince, Nevevı Şerhinde dördüncü bir ihtimale daha işaret edilmektedir. O da onun puta tapıcılığa nispet edilmesinden uzak durulması içindir. Çünkü onun asıl adı (Uzza'nın kulu demek olan) Abdu'l-Uzza idi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gece yolculuk yaparken deve sürücüsü, develere ezgi söyledi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem da: Ey Enceşe, vay sana! Cam şişelere karşı yumuşak ol (develeri böyle hızlı sürecek şekilde ezgi söyleme), buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir yolculukta iken Enceşe adında da bir köle, develere ezgi söylüyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ey Enceşe! Cam şişeleri hızlı değil, yavaş sür, buyurdu." Ravilerden Ebu Kılabe: Kadınları kastediyor, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, develeri hızlıca yürütmek için ezgi söyleyen Enceşe adında bir sürücüsü vardı Bunun sesi güzeldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: Yavaş ol Enceşe, cam şişeleri kırmayasın, buyurdu." Ravilerden Katade: Zayıf kadınları kastediyor, dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten, dedi ki: "Medine'de korkulacak bir hadise oldu. Hemen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Talha'ya ait bir at'a bindi. (Bakıp döndükten) sonra: Hiçbir şey görmedik. Şüphesiz biz bu atı bir deniz gibi gördük, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bir kurtuluş." Yani bir genişlik, bir rahatlıktır. İbn Battal dedi ki: (6212 nolu hadiste) Allah Rasulü atın koşmasını denize benzeterek kesintisiz koştuğunu anlatmak istemiştir. Daha sonra da mecaz yoluyla yürümenin niteliği olan lafzı, atın kendisi hakkında kullanmıştır. İşte mearız (denilen üstü kapalı, kinayeli) ifadelerin kullanılmasının caiz oluşunun esası budur. Bunun caiz olduğu yerler ise, zulümden bu yolla kurtulmanın yahut hakkın elde edilmesinin sözkonusu olduğu hallerdir. Bunun aksi yerlerde hakkı iptal etmek yahut batılın gerçekleşmesini sağlamak için kullanılması ise caiz değildir. Taberi, Muhammed İbn Sirin yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Bahilelilerden nazarı başkasına çokça değen bir adam vardı. Şureyh'in bir katırını gördü, onu çok beğendi. Şureyh katırına zarar geleceğinden korkunca: Bu öyle bir katırdır ki çöktü mü kaldırılmadıkça kalkmaz, dedi. Nazarı değen bu şahıs bu sefer: Üf üf dedi, katır da onun nazarının değmesinden kurtuldu. Şureyh de: "Kaldırılmadıkça" sözü ile yüce Allah onu kaldırmadıkça demek istemişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan, dedi ki: "Bazı kimseler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kabinlerin durumu hakkında soru sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara: Onlar bir şey değildir, buyurdu. Soruyu soranların: Ey Allah'ın Rasulü, onlar bazen bir şeyi söylüyorlar, sonra o gerçek çıkıyor demeleri üzerine, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: İşte o söz, cinlerden olanın kapıverdiği haktandır. O, bunu tavuğu n gıdaklaması gibi dostu olan (insan)ın kulağına bırakır. Onlar da (bu kahinler de) ona yüz yalandan fazla yalan katarlar." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Adamın bir şey için: O hak değildir, kasıt ve niyeti ile bir şey değildir demesi." el-Hattabi dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Onlar bir şey değildir" buyruğu, gayb ilmi ile ilgili olarak söylediklerine dairdir. Yani onların sözleri, Nebi sallaııiihu aleyhi ve sellem'in vahye dayanarak ha.ber verdiği sözlerine güvenilip dayanıldığı gibi güvenilecek doğru şeyler değildir. Bu da sağlam olmayan bir iş yapan yahut doğru olmayan bir söz söyleyen bir kimse için: Sen bir şey yapmadın ya da bir şey söylemedin, demeye benzer. İbn Battal da buna yakın bir açıklamadan sonra şunları eklemektedir: Araplar bu sözleriyle olumsuzlukta mubalağa etmeyi kastederler. Bu da yalan değildir. Müfessirlerin bir çoğu da yüce Allah'ın: "İnsan üzerinden öyle uzun bir süre geçti ki o anılmaya değer bir şey değildi."(İnsan, 1) buyruğu hakkında şöyle demişlerdir: Burada anılmaktan maksat, değer, üstünlük, şeref demektir. Yani o varlık olarak vardı, ama anılmasına değer bir durumda değildi. E..ından kasıt, ya Adem'dir diyenlerin görüşlerine göre suret verilmiş bir çamur idi, yahut bundan maksat insan türüdür diyenlerin göruşlerine göre, annesinin karnında bulunuyordu. (Her iki halde de o, anılmaya değer bir şey değildi)
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdullah'tan rivayete göre; "O Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: Daha sonra bana bir süre vahiy gelmedi. Bir gün yürürken semadan bir ses işittim. Gözümü semaya doğru kaldırdım. Bir de ne göreyim! Hira'da bana gelen melek, gök ile yerarasında bir kürsi üzerinde oturuyor
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan, dedi ki: "Bir gece (teyzem) Meymune'nin evinde kaldım. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun yanında idi. Gecenin son üçte biri girince -ya da bir kısmında- oturup semaya bakmaya koyuldu ve: "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında elbette akıl sahipleri için deliller vardır."(Al-i İmran, 190) buyruğunu okudu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Semaya bakmak ve yüce Allah'ın: "Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına?"(Ğaşiye, 17) buyruğu." Ebu Zerr rivayetinde böyle der: el-Asili ve başkaları ayrıca: "Ve semanın nasıl yükseltildiğine?"(Ğaşiye, 18) buyruğunu da eklemişlerdir. İşte başlıkta kastedilen, bu kısımdır. Musannıf (Buhari) bununla bu işin nehyedildiğine dair gelmiş buyruklara işaret etmek istemiş gibidir. İbnu't-Tin der ki: Buhari'nin maksadı, gözünü semaya kaldırıp bakmayı mekruh gören kimselerin kanaatlerini reddetmektir. Nitekim Taberi, İbrahim etTeymi ile Ata es-Sülemi'den huşu kabul ederek kırk yıl süre ile semaya bakmamış olduğunu rivayet etmektedir. Evet, daha önce Namaz bölümünde geçtiği üzere namaz esnasında gözü kaldırıp semaya bakmanın nehyedildiği sahih olarak sabittir. Nitekim orada Enes'ten şu merfu hadis de zikredilmişti: "Bazı kimselere ne oluyor ki namazıarında iken gözlerini yukarı kaldırıp semaya bakıyorlar?" Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu hususta söyledikleri o kadar ağır ve şiddetli bir hal aldı ki sonunda: "Ya bu işi yapmaktan vazgeçerler yahut onların gözleri alınacak, buyurdu." Müslim de Cabir İbn Semura'dan buna yakın bir rivayet zikretmiş bulunmaktadır. "Eyyub" es-Sahtiyani "İbn Ebi Muleyke'den, o Aişe'den, dedi ki: Nebi s.a.v. başını semaya kaldırdı." Daha önce musannıf, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı başlığında Hammad İbn Zeyd yoluyla Eyyub'dan diye gelmiş olan bu hadisi bütünü ile kaydetmiş idi. Ama orada: "Başını semaya kaldırdı" ifadesi de geçmektedir. Bu hadisin yeteri kadar şerhi orada geçmiş bulunmaktadır. Buhari daha sonra bu başlıkta Cabir radıyalhıhu anh'ın vahyin kesilme dönemi (fetretu'l-vahiy) ile ilgili hadisini zikretmektedir. Bu hadisin zikredilmesinden maksat da hadiste geçen: "Gözümü kaldırıp semaya baktım." sözüdür. Buna dair açıklamalar da kitabın baş tarafında geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'dan rivayete göre: "O, Medine bahçelerinden bir bahçede Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte idi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elinde de bir sopa vardı. Onunla su ile çamur arasını vuruyordu. Bir adam gelerek kapının açılmasını istedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Ona kapıyı aç ve onu cennet ile müjdele, dedi. Ben de gittim. Meğer gelen Ebu Bekir imiş. Ona kapıyı açtım ve onu cennet ile müjdeledim. Sonra bir başka adam gelip kapının açılmasını istedi. Allah Rasulü: Ona kapıyı aç ve onu cennet ile müjdele, buyurdu. Gelen Ömer imiş. Ona kapıyı açıp onu cennetle müjdeledim. Sonra bir başka adam gelip kapının açılmasını istedi. -Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaslanmış iken oturdu-: Kapıyı aç ve ona isabet edecek -yahut olacak- bir belaya karşılık onu cennetle müjdele; buyurdu. Gidip baktım. Gelen Osman imiş. Ona da kapıyı açtım, onu cennet ile müjdeledim. Ona Nebiin söylediğini bildirince: Kendisinden yardımcı olmasını istediğiniz, Allah'tır, dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sopayı suya ve çamura vurmak." Başlıktaki "en-nekt: etkileyici vurmak" demektir. İbn Battal dedi ki: Burada sopa ya da değnekten maksat, Nebi s.a.v.'in kendisine dayandığı baston olmalıdır. Hadiste bu, açıkça ifade edilmemiştir. Derim ki: Başlıktaki inceliğe gelince, böyle bir iş yapmak yerilen, boş işlerden sayılmaz. Çünkü böyle bir iş, akıllı bir kimsenin bir şey hakkında düşünüp de sonra da etkisi ile zarar verecek şeylerde kullanmayan kimsenin yaptığı bir iştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'dan, dedi ki: "Bir cenazede Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte idik. Bir sopa ile yere vurmaya koyuldu. Sonra: Aranızdan cennet ve cehennemde oturacak yeri tespit edilip de bitirilmemiş hiçbir kimse yoktur, buyurdu. Buna karşılık ashab: O halde (ameli bırakıp) tevekkül etmeyelim mi, dediler. Allah Rasulü: Amel ediniz. Çünkü herkese (ne için yaratılmışsa o doğrultuda amel etmek) kolaylaştırılmıştır. "Artık kim verir, takvalı olursa ... "(Leyl, 5) buyruğunu okudu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Elinde bulunan bir şey ile yere vuran kimse." Buhari bu başlık altında Ali İbn Ebi Talib r.a.'ın rivayet ettiği: "Amel ediniz. Çünkü herkes ne için yaratılmışsa o, ona kolaylaştırılmıştır." hadisini zikretmektedir. İleride buna dair açıklamalar Kader bölümünde (6605 nolu hadiste) gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme r.anha'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem uykudan uyanıp: Subhanallah, ne hazineler indirildi, ne fitneler indirildi! -Zevcelerini kastederek- hücrelerdeki kadınları namaz kılsınlar diye kim uyandıracak? Dünyada iken giyimli nice kadın vardır ki ahirette çıplak olacaktır, buyurdu." İbn Abbas'tan rivayete göre Ömer dedi ki: "Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: Hanımlarını boşadın mı, diye sordum. O: Hayır, dedi. Ben: Allahuekber, dedim
- Bāb: ...
- باب ...
Ali İbn el-Huseyn'den rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Huyey kızı Safiyye'nin kendisine haber verdiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ramazanın son on gününde mescidde itikafta bulunuyorken Resulullah'ı ziyaret etmek üzere gitmişti. Yatsıdan sonra bir süre yanında kalıp konuşmuş, sonra da dönmek üzere kalkmıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onu eve geçirmek için onunla birlikte kalkmıştı. Nihayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zevcesi Ümmü Selemelnin meskeni yanında bulunan mescidin kapısına ulaştığında yanlarından ensardan iki adam geçti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e selam verdikten sonra yürüyüp gitmişlerdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her ikisine de: Yavaş olun, acele etmeyin. Bu Huyey kızı Safiyye'dir, buyurdu. Ensardan olan o iki sahabiye onun bu sözleri ağır geldiğinden: Subhanallah! Ey Allah'ın Rasulü, dediler. Allah Rasulü de: Şüphesiz şeytan, Ademoğlunun içinden kanın ulaştığı yere kadar akar gider. Ben de kalplerinize bir şüphe bırakmasından korktum, buyurdu." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hayret ve şaşkınlık dolayısıyla tekbir ve tesbih getirmek." İbn Battal dedi ki: Tesbih ve tekbir, Allah'ın tazim edilmesi, kötülükten tenzih edilmesi demektir. Hayrete düşüldüğü ve bir işin büyüklüğünün görülmesi halinde kullanılması güzeldir. Böylelikle dil, Allah'ı zikretmeye de alışmış olur. Bu güzel bir açıklamadır. Sanki Buhari bu başlık ile bunu kabul etmeyen kimselerin kanaatlerinin reddedileceğine işaret etmiş gibidir. "Son on gün" ile burada kasıt, Ramazan'dan geriye kalan on gündür. Buradaki (son anlamında kullanılan el-ğaviibir lafzı) aynı zamanda geçen günler hakkında da kullanılır. O halde bu lafız zıt anlamlı lafızlardandır. "Hazineler" lafzıyla rahmeti dile getirmiştir. Nitekim: "Rabbimin rahmetinin hazineleri" sözü de buna benzemektedir. Nitekim "fitneler"den de azap diye söz etmiştir. Çünkü fitneler, azaba götüren sebeplerdir. Yahut "hazineler"den kasıt, ümmetinin fethedeceği ülkelerden ganimet yoluyla elde edecekleri mallardır. Şüphesiz ki fitneler de bundan ortaya çıkar. Bu da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in meydana gelmeden önce haber verdiği hususlar arasındadır. Beyhaki de bu hususu "Oeliiilu'n-Nubuvve" adlı eserinde ele almıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Muğaffel el-Müzeni'den, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem küçük çakıl taşı atmayı nehyederek: Çünkü bu ne av hayvanını öldürür, ne düşmanı yaralar. Ama o hiç şüphesiz gözü çıkartır ve dişi kırar, buyurdu." AÇIKLAMA : "Parmakla küçük taş atmanın nehyedilmesi." Buna dair açıklamalar ve hadisin şerhi, Sayd ve'z-zebaih bölümünde (5479 nolu hadiste) geçmiş bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda iki adam aksırdJ. Onlardan birisine yerhamukellah dediği halde, diğerine yerhamukellah demedi. Bundan dolayı ona sebebi sorulunca, o da: Bu Allah'a hamdetti, bu ise Allah'a hamdetmedi, diye cevap verdi." Bu Hadis 6225 numara ilede var Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aksıranın elhamdulillah demesi". Yani böyle demenin meşru oluşu. Hadisin zahiri bunun vacip olmasını gerektirir. Çünkü bu hususta açık emir sabit olmuştur. Ama Nevevı bunun müstehap oluşu üzerinde ittifakın bulunduğunu nakletmiştir. Aksırdıktan sonra söylenecek lafza gelince, İbn Battal ve başkalarının, bir kesimden nakletliğine göre iki başlık sonra gelecek olan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste belirtildiği üzere: Elhamdulillah'tan başka bir şey söylemez. Bir başka kesimden nakledilene göre ise "elhamdulillah ala külli hal: Her durum dolayısıyla Allah'a hamdolsun" der. İbn Battal devamla der ki: Ama İbn Ömer'in bunu nehyettiği ve bunun hakkında: Resulullah s.a.v. bize böylece öğretti, dediği rivayet edilmiştir. Bunu da el-Bezzar ve Taberani rivayet etmiştir. "Elhamdulillahala külli hal" demeye dair asıl delil, Tirmizi ve Taberani'de Ebu Malik el-Eş'ari'den merfu olarak zikrettikleri şu hadistir: "Sizden biriniz aksırdığı takdirde: Elhamdulillah ala külli hal, desin." Bunun bir benzeri de Ebu Davud'da -ileride dikkat çekileceği üzere- Ebu Hureyre yoluyla gelen hadis olarak rivayet edilmiştir. Nesai de Ali'den merfu olarak şu hadisi rivayet etmiştir: "Aksıran elhamdulillah ala külli hal, der." İbnu's-Sunni de Ebu Eyyub'dan bunun benzeri bir hadis rivayet etmiştir. Ahmed ve Nesai, Salim İbn Ubeyd'den merfu olarak şu hadisi rivayet ederler: "Sizden biriniz aksıracak olursa, elhamdulillah ala külli hal yahut elhamdulillahi Rabbi'l-alemin desin." Bir kesimden de "elhamdulillahi Rabbi'l-alemin, der" diye nakl edilmiştir. Derim ki: Bu da İbn Mesud'un rivayet ettiği Buhari'nin de el-Edebu'lMüfred'de ve Taberani'nin zikrettiği hadiste varid olmuştur. Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde şunu söylemektedir: İlim adamları aksıran kimsenin aksırmasının akabinde elhamdulillah demesinin müstehap olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Eğer elhamdulillahi Rabbi'l-alemin derse, şüphesiz bu daha güzelolur. Şayet elhamdulillahi ala külli hal diyecek olursa bu daha da faziletlidir. Evet, Nevevi böyle demiştir. Ama benim zikretmiş olduğum haberler bu hususta muhayyerliği, sonra da geçtiği şekilde önceliği gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Yerhamukellah dedi." İbnu'l-Enbari dedi ki: Hayır ile dua eden herkese (hadiste geçtiği gibi): "Muşemmit" adı verilir. İbn Dakiki'l-'Id de Şerhu'l-İlmam adlı eserinde bunun tercih edildiğine işaret etmiştir. el-Kazzaz der ki: Teşmi, tebrik demektir. Araplar onu tebrik ettiği takdirde de "şemmete aleyhi" derler. İbnu'l-Arabi, Tirmizi Şerhi'nde der ki: Dil bilginleri her iki lafzın türediği kökler hakkında açıklamalarda bulunmuş, ama bu hususta anlamı açık seçik bir şekilde ortaya koymamışlardır. Oysa aralarındaki fark çok incelikli bir anlam ihtiva eder. Şöyle ki, aksıran bir kimsenin başındaki ve ona bağlı boyun ve benzeri yerlerdeki herbir organ adeta çözüıür. Sanki ona: Allah'ın rahmeti üzerine olsun, denilince bu, Allah o kimseye bu dua sayesinde, aksırmadan önce her organın eski haline dönmesini sağlayacak ve herhangi bir değişiklik olmaksızın önceki haline getirecek bir rahmet versin demek olur. el-Hallmi dedi ki: Aksıran kimsenin hamd etmesinin meşru oluşundaki hikmet şudur: Aksırmak, düşünce gücünün içinde bulunduğu beyindeki rahatsızlıkları giderir. Hissedip duymanın kaynağı olan sinirlerin menşei de odur, onun sağlıklı oluşu ile diğer organlar da sağlıklarına kavuşur. Bundan açıkça anlaşıldığına göre aksırmak, pek büyük bir nimettir. Bundan dolayı Allah'a hamd ile karşılanması uygundur. Çünkü Allah'a hamd etmek ile Allah'ın yaratıcılığı ve kudreti kabul edilmekte, mahlukatın tabiata değil, bizzat ona ait ve onun tarafından var edildiği dile getirilmektedir. ---Halimi'nin açıklamaları burada sona ermektedir. --- Hadisten teşmıtin (yerhamukellah demenin), ancak Allah'a hamd eden kimseler için meşru olduğu anlaşılmaktadır. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu da üzerinde icma' olunmuş bir husustur. Bu hadisten anlaşıldığına göre, hükmün illetine (sebebine) dair soru sormak ve bu hususta soru sorana bunu açıklamak caizdir. Özellikle de eğer bu açıklamada soru sorana bir fayda alacaksa ... Aksıran kimsenin uyması gereken edeplerden bazıları: 1-Düşük sesle aksırması ama yüksek sesle elhamdulillah demesi. 2-Aksırırken ağzından ya da burnundan yanında oturanlara rahatsızlık verecek şeyler çıkmaması için yüzünü kapatması. 3-Yanındakine zarar vermemek için de yüzünü sağa ya da sola çevirmemesi. İbnu'l-Arabi der ki: Aksırırken sesi alçaltmanın hikmeti, yüksek sesle aksırmanın organları rahatsız etmesinden dolayıdır. İbn Dakiki'l-'Id der ki: Aksırana yerhamukellah demenin faydalarından bazıları da şunlardır: 1-Müslümanlar arasında sevgi ve kaynaşmanın gerçekleşmesi, 2-Aksıran kimsenin nefsindeki kibiri kırmak suretiyle ve mütevazi olmaya itmek ile tedib edilmesi. Çünkü rahmetin sözkonusu edilmesi suretiyle mükelleflerin çoğunun uzak kalamadığı günahkarlık da hatırlatılmış olur
- Bāb: ...
- باب ...
Bera’ (b. A’zib) r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize yedi hususu emretti ve bize yedi hususu yasakladı. Bize hastayı ziyaret etmeyi, cenazenin arkasından gitmeyi, aksırana (elhamdulillah demesi halinde) yerhamukellah demeyi, davet edenin davetine icabet etmeyi, selamı almayı, zulme uğramış kimseye yardım etmeyi, yemin vererek senden bir şey isteyenin istediğini yerine getirmeyi emir buyurdu. Bize şu yedi şeyi de yasakladı: Altın yüzüğü -ya da altın halkayı dedi-, harir, dibac ve sündüs (denilen) ipek kumaşları giyinmeyi ve at eğerlerinin üzerine ipek minderler koymayı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aksırana Allah'a hamdettiği takdirde yerhamukellah demek." Yani belirtilen şarta bağlı olarak aksırana teşmitte bulunma (yerhamukellah deme)nin meşru oluşu. Buhari hükmün ne olduğunu tayin etmemiştir. Bununla birlikte başlıktaki hadiste görüldüğü gibi, bu hususta emir sabit olmuştur. İbn Dakiki'l-'Id dedi ki: Emrin zahiri, vücub ifade etmesidir. Ayrıca bunu bir sonraki başlıkta gelecek olan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisteki şu ifadeler de desteklemektedir: "Aksırıp elhamdulillah dediği işitilen her aksıran kişiye yerhamukellah demek, her Müslümanın üzerinde bir haktır." Müslim'de yer alan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste de "Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır" dedikten sonra bunlar arasında: "Aksırıp da Allah'a hamd ettiği takdirde sen de ona yerhamukellah de" ifadelerini zikretmektedir. Buhari de bir başka yoldan, Ebu Hureyre'den: "Beş şey Müslümanın lehine diğer Müslümanın üzerine vaciptir" deyip, bunlar arasında aksırıp elhamdulillah diyene yerhamukellah demeyi de zikretmektedir. Bu hadis aynı şekilde Müslim'de de yer almaktadır. Aişe r.anha'nın rivayet ettiği Ahmed ve Ebu Ya'la tarafından zikredilen hadiste şöyle denilmektedir: "Sizden biriniz aksırırsa elhamdulillah desin. Onun yanında bulunan da yerhamukellah desin." Buna yakın bir hadis, Taberani'de Ebu Malik'ten diye rivayet edilmiştir. Malikilerden İbn Müzeyyen bu hadislerin zahirinin ifade ettiği hükmü be-nimsemiş, Zahiriye mensuplarının çoğunluğu da böyle demiştir. İbn Ebi Cemra da şöyle demektedir: Bizim mezhebimize mensup ilim adamlarından bir topluluk, bunun farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. İbnu'lKayyim de Sünen haşiyesinde bu görüşün kuvvetli olduğunu belirterek şunları söylemektedir: Bu hüküm açıkça vacip lafzı ile ona delalet eden "hak" Iafzı ile bu hususta anlamı apaçık olan "ala: üzerine" lafzı ile, vücub için hakikat anlamı ile kullanılan emir sigası ile gelmiştir. Sahabi de: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize emretti" demektedir. Şüphesiz fakihler bütün bunların toplamının bulunmadığı pek çok şeyin vacib olduğunu söylemişlerdir. Başkaları ise, bir kısmın ifa etmesi halinde diğerlerinden düşen kifaye farzı olduğu görüşünü benimsemiştir. Ebu'l-Velid İbn Rüşd ve Ebu Bekir İbnu'l-Arabi de bunu tercih etmiştir. Hanefilerle Hanbelilerin cumhuru da bu görüştedir. Abdulvehhab ile Malikilerden bir topluluk da elhamdulillah diyen aksırana, yerhamukellah demenin müstehap olduğu görüşündedir. Bir topluluk adına da bir kişinin söylemesi yeterlidir. Bu aynı zamanda Şafi1lerin de görüşüdür. Delil bakımından tercih e değer olan, ikinci görüştür. Vücuba delalet eden sahih hadisler ise vücubun kifaye yoluyla oluşuna aykın değildir. Nevevı el-Ezkar adlı eserinde şunları söylemektedir: Aksırma arka arkaya tekrarlanacak olursa, sünnet, ona yerhamukellah demektir. Bundan da aksıran kimseye Allah'a hamdetmesi şartıyla üç defadan fazla aksırmadığı takdirde her keresinde aksırana yerhamukellah demenin meşru olduğu anlaşılmaktadır. Bu üç aksırmasının peşpeşe olup olmaması arasında da bir fark yoktur. Daha sonra Nevevı İbnu'l-Arabi'den şunu nakletmektedir: İlim adamları arka arkaya aksıran kimseye ikincisinde mi, üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde mi: Sen nezlesin denileceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Doğrusu, üçüncüsünde böyle denileceğidir. İbn Dakiki'I-'Id dedi ki: Aynı şekilde imam hutbe verirken aksıran kimseye de yerhamukellah demek müstesnadır. Çünkü bu durumda aksıran kimseyi işitenin ona yerhamukellah demesi emri ile hutbe okuyan kimsenin hutbesini işitenin dinlemesi emri birbiriyle çatışmaktadır. Tercih edilen ise hutbeyi dinlemektir. Çünkü hatibin hutbesini bitirmesinden sonra aksırana yerhamukellah diyerek telafi etmek mümkündür
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, aksırmayı sever ve esnemekten hoşlanmaz. Kişi aksırıp Allah'a hamdederse, onu işiten her Müslüman üzerine ona yerhamukellah demek bir haktır. Esnemeye gelince, o ancak şeytandandır. Elinden geldiği kadar onu geri çevirsin. Esneyip de 'ha' dediği vakit, şeytan ona güler." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Aksırmadan müstehap olan ve esnemekten mekruh alan," el-Hattabi dedi ki: Sevmenin ve mekruh görmenin bu iki fiildeki anlamı, bunların sebepleri hakkındadır. Çünkü aksırmak, bedendeki bir hafiflikten, deri gözeneklerinin açılmasından ve ileri derecede tok olmamaktan ileri gelir. Bu ise esnemenin aksine olan bir durumdur. Çünkü esnemek, genelde bedenin dopdolu ve ağır oluş illetinden ileri gelir. Bu da çokça yemekten ve abur cubur karıştırmaktan dolayıdır. Birinci hal ibadet için gayret ve çalışkanlığı, ikincisi ise aksini gerektirmektedir. "Şüphesiz Allah aksırmayı sever." Yani nezleden ileri olmayan aksırmayı sever. Çünkü elhamdulillah demenin ve yerhamukellah diye karşılık vermenin emrolunduğu aksırma çeşidi budur. Bununla birlikte sevmenin, her iki aksırma türü hakkında genelolma ihtimali, farklı hükümlerin ise özellikle yerhamukellah demek hakkında sözkonusu olma ihtimali de vardır. Aksıran için müstehap olan hususlardan birisi de aksınrken aşınya kaçmamaktır. Abdurrezzak, Ma'mer'den, o Katade'den şöyle dediğini zikretmektedir: "Yedi şey şeytandandır." Bunlar arasında da şiddetlice, hızlıca aksırmayı zikretmiştir. "Onu duyan her Müslüman üzerine ona yerhamukellah demek, bir haktır." Bu buyruk, aksıran kimsenin hemen elhamdulillah demesinin müstehap olduğuna delil gösterilmiştir. İbn Dakiki'l-'Id bazı ilim adamlarından şunu nakletmektedir: Üzerindeki hakkı, sakinleşinceye kadar ifa etmekte acele etmemesi ve hemen ona yerhamukellah demek için elini çabuk tutmaması gerekir. İbn Dakiki'l-'Id der ki: Ancak böyle bir şeyde yerhamukellah demenin şartı göz önünde bulundurulmamış görülüyor. Bu şart ise yerhamukellah demenin, aksıran kimsenin Allah'a hamdetmesine bağlı olduğudur. Buhari el-Edebu'l-Müfred'de, MekhCıI el-Ezdi'den şunu rivayet etmiştir: "Ben İbn Ömer'in yanında bulunuyordum. Mescidin uzak bir tarafındaki bir adam aksırdı. İbn Ömer: Eğler Allah'a hamd etti isen, yerhamukellah, dedi." Bu da aksırana yerhamukellah demenin, aksıranın aksırmasını ve elhamdulillah demesini işiten kimseler için meşru olduğuna delil gösterilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'dan rivayete göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sizden biriniz aksıracak olursa elhamdulillah desin, kardeşi -yahut arkadaşı- da ona: Yerhamukellah desin. Ona yerhamukellah dediği takdirde aksıran da: Yehdikumullahu ve yuslihu balekum: (Allah size hidayet versin ve halinizi de düzeltsin), desin." Fethu'l-Bari Açıklaması: Aksıran kimseye elhamdulillah demesinin emredilmiş olması, bunun namaz kılan kimse için dahi meşru olduğuna delil gösterilmiştir. Daha önceden "Aksıran kimsenin hamdetmesi" başlığında Rifaa İbn Rafi'in hadisine işaret edilmiş idi. Ashabın cumhuru ve onlardan sonraki imamlar da bu görüşü ifade etmişlerdir. Malik, Şafil ve Ahmed de böyle demiştir. Tirmizi bazı tabiınden bunun farz namazda değil, nafile namazda meşru olduğunu söylediklerini nakletmiştir. Bununla birlikte (farz namazda) kendi kendisine elhamdulillah, der. Hocamız da Tirmizi Şerhi'nde bu sözleri ile bunu gizlice söyler, açıkça söylemez demek istemiş olabileceğini belirtmiştir. Fakat buna rağmen ona Rifaa İbn Rafi'in rivayet ettiği hadis ileri sürülerek itiraz edilir. Çünkü o, elhamdulillahı açıktan söylemiş, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onun bu yaptığını reddetmemişti. Evet, aksıranın Fatiha'yı okumakta olması ile başkasını okuyar olması arasında fark gözetilir. Çünkü Fatiha'nın kıraatinin kesintisiz olması gerekmektedir. Malikilerden İbnu'l-Arabi de kesin bir dille namazda iken aksıran kimsenin kendi kendisine elhamdulillah diyeceğini ifade etmiştir. Suhnun'dan ise namazı bitirinceye kadar elhamdulillah demeyeceğini söylediğini nakletmekte, ama daha sonra bunun bir aşırılık olduğunu söyleyerek ona itiraz etmektedir. "Kardeşi yahut onun arkadaşı da ona yerhamukellah desin." Burada kardeşlikten kasıt, İslam kardeşliğidir. Buhari e!-Edebu'l-Müfred'de sahih bir sened ile Ebu Cemra'dan şunu rivayet etmektedir: "Ben İbn Abbas') aksırıp da ona yerhamukellah denildiği takdirde: Afanallahu ve iyyakum mine'n-nari yerhamukumullah: Allah bizi de, sizi de ateşten kurtarıp afiyet versin, Allah size de rahmet ihsan etsin, derken işitmişimdir." Muvatta'da Rafi'den, onun İbn Ömer'den rivayetine göre "İbn Ömer aksırır da ona yerhamukellah denilirse, o da: yerhamunallahu ve iyyakum ve yağfirullahu lena ve lekum: Allah bize de size de rahmet ihsan etsin, Allah bize de size de mağfiret buyursun, derdi." "Ona: Yerhamukellah diyecek olursa, aksıran: Yehdikumullahu ve yuslihu balekum: Allah size hidayet versin ve halinizi de düzeltsin, desin." Bu ifadenin gereği, ancak kendisine yerhamukellah diyen kimse için böyle demenin meşru olmasıdır. Bu da açıktır. Bu lafız da aksırıp elhamdulillah diyen kimsenin vereceği cevaptır. Bu, hakkında görüş ayrılığı bulunan bir husustur. İbn Battal dedi ki: Cumhurun görüşü bu doğrultudadır ama KD.fe bilginlerinin görüşüne göre yağfirullahu lena ve lekum: Allah bize ve size mağfiret buyursun, der. Bunu Taberi, İbn Mesud'dan, İbn Ömer'den ve başkalarından diye rivayet etmiştir. İbn Battal dedi ki: Malik ve Şafii' de bu iki lafızdan istediğini seçebileceği görüşündedirler. İbn Ebi Cemra dedi ki: Hadiste yüce Allah'ın aksırana nimetinin pek büyük olduğuna bir delil vardır. Bu da aksırmaya bağlı olarak sözkonusu olan hayırlardan anlaşılır. Yine bu hadiste Allah'ın kulu üzerindeki pek büyük lütfuna da işaret vardır. O, aksırma nimetiyle kuluna gelecek zararı gidermiştir. Arkasından dolayısıyla kendisine sevap verilen hamd etmek de ona meşru kılınmış, ayrıca hayır ile dua ettikten sonra yine hayır ile dua meşru kılınmıştır. Şanı yüce Allah'ın, kısacık bir zamanda ardı arkasına bu nimetleri teşri buyurmuş olması, onun bir lütfu ve ihsanıdır. Bu da kalbi ve basireti olan bir kimsenin imanını artıran bir husustur. Öyle ki, bundan dolayı pek çok gün ibadet ile elde edemeyeceği şeyleri elde edebilir. Bu vesile ile hatırına getirmediği Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu Allah sevgisi nimeti de bunun kapsamındadır. Aynı şekilde kendisi vasıtası ile bu hayrı bilip öğrendiğimiz ve değeri ölçülüp biçilemeyecek kadar büyük sünnetinin getirdiği ilim de bunun içerisindedir. Bu kabilden, bir zerrenin artışında bile bunun dışında pek çok amelden daha bir üstünlük sözkonusu olur. Allah'a pek çok hamd olsun
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'dan, dedi ki: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda iki adam aksırdı. Onlardan birisine yerhamukellah dediği halde, diğerine yerhamukellah demedi. Bunun üzerine o adam: Ey Allah'ın Rasulü, buna yerhamukellah dediğin halde, bana yerhamukellah demedin, dedi. Allah Rasulü: Bu elhamdulillah dediği halde, sen elhamdulillah demedin, diye cevap verdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Elhamdulillah demediği takdirde aksırana yerhamukellah denmez." Buhari bu başlık altında daha önce "aksıranın hamd etmesi" başlığında geçen Enes'in rivayet ettiği hadisi zikretmektediL Sanki bununla hükmün genelolduğuna, bu durum ile karşı karşıya kalan o adama özelolmadığına işaret etmiş gibidir. Bu, genelliği bulunmayan özel bir durum ile ilgili bir vakıa olsa bile, bu hususta emir varid olmuştur. Müslim'in zikrettiği, Ebu Musa'nın şu lafızia rivayet ettiği hadis de böyledir: "Sizden birisi aksırıp elhamdulillah diyecek olursa, ona yerhamukellah deyiniz. Eğer Allah'a hamdetmezse siz de ona yerhamukellah demeyiniz." Nevevi' der ki: Bu hadisin gereğine göre Allah'a hamdetmeyen kimseye yerhamukellah denilmez. Derim ki: Bu, hadisin mantukundan (lafzından) anlaşılandır ama acaba buradaki nehiy, haram hükmünü mü ifade eder yoksa tenzihi (kaçınılması istenen) bir hüküm müdür? Cumhur ikinci görüşü benimsemiştir. Hamdin ve yerhamukellah demenin asgari seviyesi, arkadaşına bunu işittirmektir. Bundan şu da anlaşılır: Eğer hamdin dışında bir başka söz söyleyecek olursa, ona yerhamukellah denilmez. Ayrıca bu, şuna da delil gösterilmiştir: Elhamdulillah diyen kimseye yerhamukellah demenin meşru olması, işitenin elhamdulillah dediğini duymasa bile (en azından) elhamdulillah dediğini bilmesi şartına bağlıdır. Aksırmayı işitmekle birlikte hamdi işitmeyip, o aksırana yerhamukellah diyen kimsenin bu sözü işitmesi halinde olduğU gibi. Böyle olan bir kimsenin yerhamukellah demesi meşrudur. Çünkü aksırıp elhamdulillah diyen kimseye yerhamukellah deme emri genel bir emirdir. Nevevi' der ki: Uygun görülen görüş, başkaları değil de onun elhamdulillah dediğini duyan kimsenin ona yerhamukellah demesidir. İbnu'l-Arabi' bu hususta görüş ayrılığının bulunduğunu nakletmiş ve bu durumda olan birisine yerhamukellah denilmesi görüşünü tercih etmiştir. Derim ki: İbn Battal ve başkaları da Malik'ten bu görüşü böylece nakletmişlerdir. İbn Dakiki'l-'Id de aksıran kimsenin, yanında bulunanların hamd edene yerhamukellah denilip etmeyene denilmeyeceği şeklinde aradaki farkı bilemeyen türden cahil kimseler olduğunu bilmesi halini istisna etmiştir. Çünkü yerhamukellah demek, aksıranın elhamdulillah dediğinin bilinmesine bağlıdır. O halde bu durumdaki birisine (yani elhamdulillah demeyene) yerhamukellah denilmez. İsterse onun yanında bulunanlar ona yerhamukellah demiş olsunlar. Çünkü onun elhamdulillah deyip demediğini bilmemektedir. Şayet aksırıp ham d ettiği halde, kimse ona yerhamukellah demezse, ondan uzakta olan birisi onun hamdettiğini işitirse, işittiği zaman ona yerhamukellah demesi müstehap olur. İbn Abdilberr ceyyid bir sened ile Sünen sahibi Ebu Davud'dan şunu rivayet etmektedir: Ebu Davud bir gemide iken kıyıda bulunan bir kimsenin aksırıp hamd ettiğini işitmiş, hemen bir dirheme bir kayık kiralayıp aksıranın yanına varıp, ona yerhamukellah dedikten sonra geri dönmüş. Ona bunu niçin yaptığı sorulunca, belki o duası kabulolunan birisidir, diye cevap vermiş. Yatıp uyuduklarında bir kişinin şöyle dediğini işitmişler: Ey gemide bulunanlar! Ebu Davud bir dirheme karşılık Allah'tan cenneti satın aldı. Nevevi dedi ki: Aksırıp da elhamdulillah demeyen kimsenin yanında bulunan kişilere hamd edip de ona yerhamukellah demek için elhamdulillah demesini hatırlatması müstehaptır. Bu, İbrahim en-Nehai'den sabit olmuş bir görüştür ve bu nasihat ile iyiliği emretmek kabilinden bir davranıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayete göre; "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah aksırmayı sever, esnemeyi de hoş görmez. Bu sebeple sizden herhangi bir kimse aksırıp da Allah'a hamdederse onu işiten her Müslüman üzerine ona yerhamukellah demesi bir haktır. Esnemek ise, ancak şey tandandır. Bu sebeple sizden bir kimsenin esnemesi gelirse, gücü ye ttiği kadar onu geri çevirsin. Çünkü sizden bir kimse esnediğinde şeytan ona güler." Diğer tahric edenler: Tirmizi Edeb; Müslim, Zühd Fethu'l-Bari Açıklaması: "Esnediği zaman". İbn Cüreyc dedi ki: (Esnemek anlamındaki tesaub lafzı) aslı "seibe"dendir. Gevşeyip tembelliğe kapıldığı zaman kişiye "mesllib" denilir. "Esnemek ise, ancak şeytandandır." İbn Battal dedi ki: Esnemenin şeytana izafe edilmesi, razı oluş ve isteme anlamında bir izafedir. Yani şeytan, insanın esnediğini görmekten hoşlanır. Çünkü bu, insanın suretinin değişikliğe uğradığı bir haldir. Bu sebeple de şeytan ona güler. Yoksa, bu esneme şeytanın fiilidir, denilmek istenmemiştir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Şeriatın hoş görülmeyen her bir işi şeytana nispet ettiğini açıklamış bulunuyoruz. Çünkü o işin vasıtası şeytandır. Şeriatın her güzel işi de meleğe nispet ettiğini görüyoruz. Çünkü o güzel işin vasıtası odur. (Devamla) dedi ki: Esnemek tıbbasa dolmanın bir sonucudur ve bu da tembelliği doğurur. Bu iş de şeytanın vasıtasıyla olur. Aksırmak ise gıdayı azaltmaktan ileri gelir. Bu da çalışkanlığı doğurur. Çalışkanlık da melek vasıtasıyla olur. Nevevi de şöyle demektedir: Esnemek şeytana izafe edilmiştir. Çünkü arzu ve şehvetleri yerine getirmeye davet eden odur ve esnemek bedenin ağırlaşmasından, gevşemesinden, (midenin) dolmasından ileri gelir. Maksat da bu hali doğuran sebepten sakındırmaktır. O da çokça yemeğe kendisini kaptırmaktır. İbnu'I-Arabi dedi ki: Esnemenin her durumda tutulması gerekir. Özellikle de namazda buna dikkat edilmesinin istenmesi, esnemenin ôncellikle namazda engellenmesi gereken haloluşundan dolayıdır. Çünkü esnemek, mutedil halin dışına bir çıkış ve hilkatin şeklinin bozulması sonucunu doğurur. Elbiseyi ve maksadı gerçekleştiren benzeri şeyleri ağzın üzerine koymak da, elin ağzın üzerine konulması gibidir. Bu husustaki emir bakımından, namaz kılmakta olan ile başkası arasında bir fark yoktur. Hatta namaz halinde bu daha da pekişir. Esneyen bir kimseye namazda iken verilmiş emirler arasında, kıraatiningerçek şeklinin değişikliğe uğramaması için esneme hali geçinceye kadar kıraati kesmesi emri de vardır