Sahih-i Buhari
...
(93) Kitāb: Hükümler
(93) ...
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre (r.a.)'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir. Her kim de bana isyan ederse Allah'a isyan etmiştir. Her kim benim emirim (olan kişiy) ‘e itaat ederse bana itaat etmiştir. Her kim de benim emirime isyan ederse, bana isyan etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer r.a.'den gelen bilgilere göre: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz! Her biriniz çobandır ve her biriniz güttüğü sürüden sorumludur. Şöyle ki insanların başında bulunan en büyük yönetici {devlet başkanı} bir çobandır ve o da idaresi altında bulunanlardan sorumludur. Erkek, kendi ev halkı üzerinde bir çobandır, o da eli altındakilerden sorumludur. Kadın da kocasının ev halkı ve çocukları üzerinde bir çobandır ve o da onlardan sorumludur. Kişinin kölesi de efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve o da o malların korunmasından sorumludur. Dikkat edin! Ve’l-hasıl, her biriniz birer çobansınız ve her biriniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz!" Fethu'l-Bari Açıklaması: Yüce Allah'ın 'Allah'a itaat edin. Nebie ve sizden olan ulü'l-emr'e de itaat edin' emri." Bu başlık, İmam Buharl'nin bu ayetin -alimler hakkında indiğini söyleyenlerin iddialarının aksine- idarecilere itaat hakkında indiği görüşünü tercih ettiğine işaret etmektedir. Bunu Taberi de tercih etmiştir. Söz konusu ayetin Nisa suresinde tefsiri yapılırken bu konuda geniş bir açıklama yapılmıştı. İbn Uyeyne şöyle demiştir: Zeyd b. Eslem'e bu ayeti sordum. O zamanlar Muhammed b. Ka'b'ın dışında Medine'de Kur'an'ı onun gibi tefsir edebilecek bir başka kişi daha yoktu. Bana "Ayetin bir öncesini oku anlarsın" dedi. Ben de ayetin öncesini okudum. Yüce Allah; ''Allah size, mutIaka emanetIeri ehIi olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder"(Nisa 58) buyurulmakta idi. Zeyd b. Eslem "Bu ayet idareciler hakkındadır" dedi. Ayet-i kerimede -aslında itaat edilen Yüce Allah olduğu halde"itaat ediniz" fiili Resul kelimesiyle birlikte tekrar edildiği halde "ulü'l-emr" ile tekrar edilmemesinin sebebi mükellefiyetin bilindiği kaynağın Kur'an ve sünnet olmasındandır. Buna göre ayetin takdiri şöyledir: Kur'an'da size belirttiği hususlarda Allah' a itaat ediniz, Kur' an' da beyan ettiği ve sünnette belirttiği hususlarda Rasulullah'a itaat ediniz. Hoş cevaplardan birisi tabıun alimlerinden birinin Emevı idarecilerinden birisine verdiği şu cevaptır. Emevı idarecisi ona "Yüce Allah Kur'an'da 'Sizden olan ulü'l-emre itaat ediniz' emriyle bize itaat etmenizi emretmiyor mu?" deyince, o tabıun alimi şöyle cevap vermiştir: Siz hakka muhalefet ettiğinizde o itaat sizden şu ayette çekilip alınmamış mıdır? "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resulüne götürün. (Onların talimatına göre halledin.) Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. "(Nisa 59) Tıbı şöyle demiştir: Yüce Allah "Nebie itaat edin" cümlesinde fiili tekrarlayarak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in itaatte müstakil olduğuna işaret etmiştir. Bunu ulü'l-emr'de tekrarlamayarak onların içinde itaatı gerekli olmayan kişiler bulunabileceğine işaret etmiştir. Yüce Allah bu hususu "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz" ifadesiyle belirtmiştir. Burada adeta şöyle denilmektedir: idareciler hakka göre hareket etmezlerse onlara itaat etmeyiniz ve çekişmeye düştüğünüz şeyi Allah'ın ve Nebiinin hükmüne götürünüz. "Her kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiştir." Bu cümle Yüce Allah'ın "Kim Resu/e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. "(Nisa 80) ayet-i kerimesinden alınmıştır. Bu şu demektir: Çünkü ben ancak Yüce Allah'ın emrettiğini emrederim. Her kim benim emrettiğimi yapacak olursa ancak onu emretmemi bana emredene (Allah'a) itaat etmiş olur. Mananın şu şekilde olması da muhtemeldir: Çünkü Yüce Allah bana itaati emretmiştir. Her kim bana itaat ederse Allah'ın bana itaat edilmesi gerektiği ile ilgili emrine itaat etmiş olur. Masiyette de durum böyledir. İtaat, emredileni yerine getirmek, yasak edilenden kaçınmak demektir. isyan ise bunun tam aksidir. "Her kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiştir." ibnü't-Tın şöyle demiştir: ifade edildiğine göre Kureyş ve civarındaki Araplar idarecilik (emirlik) nedir bilmiyorlardı. Onlar emirlere soğuk bakıyorlardı. ibnü't-Tln dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözü, başlarına emir tayin ettiği kimselere itaate, müfrezelerle bir yerlere gönderdiğinde kumandanlara boyun eğmeye, bir belde üzerine yönetici tayin ettiğinde tefrika çıkmaması için onlara isyan etmemeye teşviktir. Biz de İmam Şafil'nin el-Umm'deki ifadesinin bu şekilde olduğunu belirtelim. Bu hadis idarecilere itaatin gerekli olduğunu ifade etmektedir. Ancak bu, Fiten bölümünün baş taraflarında geçtiği üzere masiyet ve günahı emretmemekle kayıtlıdır. İdarecilere itaat emrindeki hikmet, tefrikada fesad olduğu için birlik ve beraberliği muhafazada kendini göstermektedir. "Kişinin kölesi de efendisinin malı üzerinde bir çobandır." Hartabı şöyle demiştir: Devlet başkanı, erkek ve diğer adı geçenier, isimlendirmede yani "çoban" olarak nitelendirilmelerde ortak olmuşlardır. Ancak onların fonksiyonları birbirinden farklıdır. Halifenin halkı gözetmesi ve gütmesi şer'ı cezaları uygulayıp, yönetiminde adil davranmak suretiyle şeriatı muhafaza etmesi demektir. Erkeğin ailesini gütmesi, onların işlerini yürütüp, haklarını kendilerine vermesidir. Bir kadının çobanlığı ise ev, çoluk-çocuk, hizmetçilerin işlerini çekip çevirmesi, her hususta kocasına içtenlikle bağlı olması demektir. Bir hizmetçinin çobanlığı ise eli altında olan şeyleri koruyup, vermesi gereken hizmeti yerine getirmesi demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed b. CUbeyr b. Mut'im, Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir heyet arasında bulunduğu sırada Muaviye'nin huzurundayken geçen bir vakayı ve ondan işittiklerini şöyle nakletmiştir Muaviye Abdullah b. Amr b. elAs'ın 'Kahtanilerden birisi ileride me lik olacaktır' diye bir rivayette bulunduğunu duymuştu. Buna sinirlenen Muaviye (heyet karşısında) ayağa kalkıp, Allah'ı şanına layık sıfatlarla övdü. Sonra 'emma ba'du=sadede gelince' dedikten sonra şöyle konuştu: "Ey Kureyş heyeti! Bana bildirildiğine göre sizden bazı kimseler Allah' ın kitabında olmayan, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem' den nakledilmeyen birtakım hadisler naklediyorlarmış. Emin olun uz ki onlar sizin cahillerinizdir. İnsanı sapıklığa sürükleyecek bu tip batıl sözlerden sakınınız. Çünkü ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim. Şöyle buyuruyordu: "Şu hilafet işi Kureyş'te bulunacaktır. Onlar dini vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe kim kendilerine düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü ateşe atar
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kureyş'ten iki kişi var olduğu sürece şu hilafet işi onlann elinde kalacaktır" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: . "Kureyş tarafından elçilikle gönderilen bir heyet" İbnü't-Tın bu ifadede geçen "vefd" kelimesini "vefede fulanun ale'l-emıri" kökünden türediğini, bunun anlamının filanca kişi, idareciye (Emırel elçi olarak geldi demek olduğunu belirtmiştir. İbn Battal şu açıklamayı yapar: Muaviye'nin tepki göstermesinin sebebi, Abdullah b. Amr hadisini zahirine göre yorumlamasındandır. Hadisin manası Kahtan'lı birinin herhangi bir bölgede çıkacağı şeklinde olabilir. Bu durumda hadis Muaviye'nin hadisiyle çelişmez. Muaviye'nin rivayet ettiği hadiste yer alan "el-e mr" kelimesi, hilafet anlamınadır. Mühelleb'ten nakledilen bir görüşe göre bunun halife olmaksızıninsanlara galebe çalan bir hükümdar olması da mümkündür. Muaviye'nin tepki göstermesi birisinin çıkıp halifeliğin Kureyş dışında başka bir kavimden olmasının mümkün olacağı zannına kapılması korkusudur. Muaviye bu konuşmayı yapınca hükmün orada bulunanlar nezdinde bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Zira Muaviye'nin konuşmasına muhatap olanlardan hiçbirinin buna tepki gösterdiği nakledilmemiştir. Biz de şunu ekleyelim: Orada bulunanların tepki göstermemiş olmaları Muaviye'nin Abdullah b. Amr'ın naklettiği habere göstermiş olduğu -tepkinin isabetli olmasını gerektirmez. İbnü't-Tin şöyle demiştir: Muaviye'nin tepki koyduğu görüşü rivayet ettiği hadiste destekleyen cümle vardır. Bu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "dini vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe" cümlesidir. Belki de onların içerisinde bu vecibeleri doğru biçimde ifa etmeyenler çıkar ve Kahtan'lı o görevi ele geçirir. Bu da isabetli bir açıklamadır. "Onlar sizin cahillerinizdir." Yani gayba dair şeylerden rivayette bulunanlar bu konuda kitap ve sünnete dayanmamaktadırlar. "İnsanı sapıklığa sürükleyecek bu tip batıl sözler." Bunun zikredilmesi, Kahtan'lılardan bu rivayeti duyanları sözkonusu habere sarılma konusunda uyarma amacına yöneliktir. Çünkü kişinin aklına o rivayette geçen Kahtan'lının kendisi olduğu gelebilir. Bazen böyle bir kişinin kuweti ve aşireti bulunur ve melik olmaya heves eder. Bu konuda sözkonusu hadise dayanır, idarecilerin Kureyş'ten olacağı yolundaki şer'i hükme muhalefet ederek sapıtabilir. "Ben işittim." Muaviye tepki gösterip, uyarıda bulunduktan sonra bu konudaki dayanağını açıklamak istemiştir. "Kim kendilerine düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü ateşe atar." Yani halifelik konusunda kim onlarla çekişmeye düşerse dünyada yenilmiş, ahirette azaba uğramış olacaktır. "Dini vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe." Yani din işlerini yerine getirdikleri sürece. Bazıları, "Bu ifadenin mefhumunun kastedilmiş olması muhtemeldir" demişlerdir. Buna göre o kimseler, dini vecibelerini ifa etmediklerinde kendilerine kulak verilmez. Bazıları "Bu tip kimselerin o görevde tutulmaları caiz olmamakla birlikte kendilerine isyan edilmez" anlamı da muhtemeldir demişlerdir. Bu iki görüşü İbnü't-Tin nakletmiştir. O sonra şöyle demiştir: Bilginler, halife küfre veya bid'ate davet ettiği takdirde kendisine itaat edilmemesi gerektiği noktasında icma etmişlerdir. Halife insanların mallarını gasb ettiğinde, kan döktüğünde ve kanunları çiğnediğinde kendisine isyan edilip edilmeyeceği noktasında ihtilaf etmişlerdir. İbnü't-Tin'in halife bid'ata davet ettiğinde kendisine isyan edileceği yolunda var olduğunu iddia ettiği icma kabul edilemez. Ancak sözkonusu bid'at açıkça küfre yol açan bir bid'at şeklinde yorumlanırsa bu kabul edilebilir. Aksi takdirde Me'mun, Mutasım ve el-Vasık kendi dönemlerinde Kur'an'ın yaratıldığını söyleme bid'atine davet etmişler ve alimleri bundan dolayı öldürerek, döverek, hapse atarak ve çeşit çeşit aşağılamalarla cezalandırmışlardır. Ve bundan dolayı hiçbir kimse onlara isyan etmek gerektiğini söylememiştir. Bu durum el-Mütevekkil hilafet makamına gelip, çekilen sıkıntıları ortadan kaldırıp, sünneti yaşamayı emredinceye kadar on küsur sene devam etmiştir. "Dini vecibelerini yerine getirdikleri müddetçe" ifadesi hakkında onun nakletmiş olduğu ihtimal, bu hususta varid olan ve mefhumuna göre amel etmek gerektiğini gösteren haberlerin anlamına terstir ya da onlar dini vecibelerini yerine getirmediklerinde görevlerini kaybederler. Ebu Bekir hadisinde Muaviye hadisinde yer alan ifadelerin benzeri geçmektedir. Hadisi Muhammed b. İshak, el-Kitabu'I-Kebir isimli eserde zikretmektedir. Orada Saide oğulları saklfesinde (gölgeliğinde) geçen olayla Ebu Bekir'e bey'atten söz edilmektedir. Söz konusu bey' at alayında Ebu Bekir "Bu idarecilik görevi Allah'a itaat edip, O'nun emri üzere dosdoğru oldukları sürece Kureyş'tedir" demektedir. İşaret ettiğim hadisler üç şekilde gelmiştir. 1 - Kendilerine emredilene uymadıkları sürece lanete uğramakla tehdit edilmişlerdir. Nitekim bu husus daha önceki bölümde zikrettiğim hadislerde yer almaktadır. Orada şöyle denilmektedir: "Emirler üç şeyi yaptıkları sürece Kureyş'tendir: Hükmedip adil davrandıkları sürece ... " Aynı hadiste şöyle bir ifade yer almaktadır: "Onlardan kim bunu yapmazsa Allah'ın laneti onun üzerine olsun." Bu hadiste yetkilerinin ellerinden çıkmasını gerektirecek bir ifade yoktur. 2- Başlarına kendilerine eziyet etmekte hiç de merhametli davranmayacak kimselerin musallat edileceği tehdidi. Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ya'la'da İbn Mesud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Ey Kureyş topluluğu! Sizler (dinde) yeni bir şey uydurmadığınız sürece bu göreve sizler layıksınız. Bir değişiklik yaptığınızda Yüce Allah başınıza sizi çubuğu sayar gibi soyup atacak kimseler musallat eder. "(Ahmed b. Hanbel, 1,458) Hadisin ravileri sikadır. "İki kişi var olduğu sürece ... " İbn Hubeyre şöyle demiştir: Bu ifadenin, zahiri manasında olma ihtimali vardır. Buna göre zamanın ahirinde onlardan sadece iki kişi kalacaktır. Bunlardan birisi idareci (emır), ikincisi ona tabi (idare edilen) dir. İnsanlar ise bu ikisine tabi olacaktır. Biz de şunu vurgulayalım: Müslim'in Buharl'nin hocasından bu hadis konusundaki rivayeti "İnsanlardan iki kişi kaldığı sürece" şeklindedir. el-İsmam'nin rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanların içinde iki kişi kaldığı sürece" buyurmuş ve şehadet parmağı ile orta parmağını birleştirerek işaret etmiştir. Burada maksat, gerçek manada sayı değildir. Asıl vurgulanmak istenen idareciliğin Kureyş'ten başkasının elinegeçmeyeceğidir. Mutlak ifadenin birinci hadisteki mukayyede göre yorumlanma ihtimali de vardır. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Bu iş ancak Kureyş'ten birisinin olabilir. Bir başka ifade ile ancak Kureyş'ten birisi "halife" adını alabilir. Kureyş dışından birisinin bu ismi alması ancak zorbalıkla ve güçle olacaktır. Bu ifade ile -her ne kadar haber kipi ise de- emir de kastedilmiş olabilir. İdarecilik görevinin dünyanın her tarafında değil de bazı beldelerde Kureyş'te olması da muhtemeldir. Zira Yemen beldesi dağlık ve yüksek yerler olarak burada el-Hasen b. Ali nesiinden bir zümre bulunmaktadır. O memleketin idaresi üçüncü yüzyılın sonlarından itibaren o ailenin elindedir. Hicaz ise el-Hasen b. AIi'nin nesli tarafından yönetilmektedir. Onlar Mekke, Yenbu' emlridirler. el-Hüseyin b. AIi'nin nesli ise Medine emırleridir. Onlar her ne kadar öz Kureyşli iseler de Mısır diyarı hükümdarlarından başkalarının idaresi altındadırlar. Netice olarak Kureyş'te emırlik görevi genel itibariyle bazı diyarlardadır. Yemenlilerin büyüklerine "imam" denilmektedir. Onların içinde imamete ancak alim ve adaletin peşinde olan kimseler gelebilmektedir. Kurtubı şöyle demiştir: Bu hadis meşruiyete dair bir haberdir. Yani büyük devlet başkanlığı kendilerinden kim bulunursa bulunsun ancak Kureyşlilerindir. Kurtubı bu ifadesiyle hadisin kip olarak haber, anlam olarak emir olduğu görüşüne meyletmektedir. CUbeyr b. Mut'im'in naklettiği bir hadiste bu konuda emir kipinde bir emir şu şekilde yer almaktadır: "Kureyş'i öne geçiriniz. Onların önüne geçmeyiniz." Hadisi Beyhaki rivayet etmiştir. (Beyhaki, es-Sünen, III, 121) İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Hadisin manaya delaleti özelolarak Kureyş'in zikredilmesi açısından değildir. Zira bu, mefhum-ı lakab olur ki araştırmacı ve titiz alimlere göre bunun delil değeri yoktur. Asıl delil, müptedanın başına geldiği cinsin tamamını kuşatan "el" takısıyla marife olmasındadır. Çünkü burada aslında mübteda "haza" kelimesinin sıfatı olarak gelen "el-emır" kelimesidir. "Haza" kelimesi ancak bir cinsle nitelenebilir. Bunun gereği "idarecilik" cinsinin Kureyş' e ait olmasıdır. Buna göre ifade adeta şöyle olmuş olur: İdarecilik ancak Kureyş'tedir. Bu, "Şuf'a ancak taksim edilmeyen malda geçerlidir" hadisinde olduğu gibidir.(Muvatta, Şuf'a) Hadis her ne kadar haber kipinde ise de anlam olarak emirdir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem adeta şöyle demiş olmaktadır: "Özellikle Kureyş'i idareci olarak seçiniz." Hadisin diğer rivayet yolları bu anlamı teyid etmektedir. Bu hadisten sahabilerin muhalif olanların aksine mefhumun hasr ifade ettiği noktasında ittifak ettikleri anlaşılmaktadır. İlim ehli çoğunluk bu kanaati benimsemiş ve "devlet başkanı olmanın şartı, kişinin Kureyş'e mensup bulunmasıdır" demişlerdir. Bazı bilginler bunu Kureyş'ten biri olarak kayıtlarken, bazıları "Hz. Ali'nin çocuklarından başkasının devlet başkanı olması caiz değildir" demişlerdir. Şianın görüşü bu doğrultudadır. Onlar daha sonra Hz. Ali'nin çocuklarından birisini tayin konusunda çok şiddetli ihtilafa düşmüşlerdir. Bir başka alim grubu ise idarecilik Abbas'ın çocuklarına aittir demişlerdir. Ebu Müslim el-Horasani ve onu takip edenlerin görüşü bu doğrultudadır. İbn Hazm'ın nakline göre bir grup alim "İdarecilik sadece Cafer b. Ebi Talib'in çocukları için caizdir derken, bir başka grup Abdulmuttalib'in çocukları demişlerdir. Bazı bilginler ise sadece Ümeyye oğullarının çocukları için caizdir derken, bazıları sadece Ömer'in çocukları demişlerdir. İbn Hazm bu fırkalardan hiçbirinin kendilerini destekleyecek bir delilleri yoktur demiştir. Haricilerle ve Mutezile'den bir grubun görüşü şöyledir: Devlet başkanının Kureyş'ten başka birisinden olması caizdir. İster Arap, ister Arap olmayan olsun kitabı ve sünneti uygulayan bir kimse devlet başkanı olmaya layıktır. Dırar b. Amr daha ileri giderek şöyle demiştir: Kureyşli olmayanın devlet başkanlığına getirilmesi daha evladır. Zira böyle bir kimsenin aşireti daha azdır. Allah'a isyan ettiğinde onu görevden almak mümkündür. Ebu Bekir b. et-Tayyib şöyle demiştir: "Devlet başkanları Kureyş'ten olur" hadisi sabit olduktan sonra Müslümanlar bunun üzerine çıkmamışlardır ve asırlar boyu buna göre amel etmişlerdir. Bu prensibin esas alınacağı noktasında ihtilaflar baş göstermeden önce icma meydana gelmiştir. Kadi iyad şöyle der: Devlet başkanının Kureyş'ten olması şartı bütün alimlerin benimsediği bir görüştür. Onlar bunu icma ile sabit olan meseleleri n arasında saymışlardır. Selef bilginlerinden hiç kimseden bu konuda herhangi bir ihtilaf nakledilmemiştir. Onlardan sonraki nesilde bütün belli başlı ilim beldelerinde de herhangi bir ihtilaf olduğu duyulmamıştır. Kadı [yaz şöyle der: Müslümanlara muhalefet olacağı için Haricilerle onlar gibi düşünen Mutezile'nin görüşüne itibar edilmez. Bizim bu konudaki düşüncemiz şudur: İcmayı nakletmek için Hz. Ömer' den gelen şu rivayeti tevil etmeye ihtiyaç vardır. Ahmed b. Hanbel'in ravileri sika olan bir isnadla nakline göre Hz. Ömer şöyle demiştir: "Benim ecelim gelmiştir. Ebu Ubeyde'yi yerime halife olarak bırakıyorum."(Ahmed b. Hanbel, I, 18) Bu hadiste şöyle bir ifade yer almaktadır: "Ecelim geldiğinde Ebu Ubeyde vefat etmiş olursa yerime Muaz b. Cebel'i geçiriyorum." Muaz b. Cebel ensardan olup, Kureyş'le herhangi bir soy ilişkisi yoktur. Burada şöyle demek mümkündür: Herhalde halifenin Kureyş'ten olacağı şartını taşıyan icma Hz. Ömer'den sonra oluştu ya da Ömer'in bu konudaki içtihadı değişti. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. Halifenin Kureyş'ten olma zorunluluğu yoktur görüşünü savunanların dayandıkları Abdullah b. Ravaha, Zeyd b. Harise, Üsame ve başkalarının savaş sırasında emir tayin edildikleri yolunda dayandıkları delilin halifelikle (imamet-i uzma) herhangi bir ilişkisi yoktur. Tam tersine bu haberde halifenin hayatında yerine Kureyş'ten olmayan birini ve kil olarak tayin etmesinin caizliği vardır. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b.Mes'ud'un nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "İki kişiden başkasına hased edi/mez: Bunlar da Allah'ın kendisine bir mal verip de o malı hak yolunda tüketme fırsatı verdiği kimse, diğeri de Allah'ın kendisine hikmet verdiği ve bununla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimsedir." Fethu'l-Bari Açıklaması: " 'Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse onlar fas/kların ta kendileridir' ayeti." İmam Buhari'nin attığı başlığa bu ayetin delilolması hadisin manhıkunun hikmete göre hükmeden kişinin övülen bir kişi olmasıdır. Hatta onun aldığı sevabı ve güzel bir şekilde yad edilmeyi kazanac:lmeyi onun elindekinin aynısını elde etmeyi temennı etmede herhangi bir sakınca görülmemiştir. Bu hadisin mefhumu böyle davranmayan kimsenin onu yapanın aksine bir durumda olacağını göstermektedir. Ayet-i kerime böyle bir kimsenin fasık olacağını açıkça ifade etmektedir. İmam Buharl'nin bu ayeti delil olarak alması, ayetin ehl-i kitap ve müslümanlar hakkında genelolduğu görüşünü tercih ettiğini göstermektedir. İsmail el-Kadı Ahkamu'!-Kur'an'da bu konudaki ihtilafı naklettikten sonra şöyle der: Ayetlerin zahiri onlar gibi yapan ve Allah'ın hükmüne aykırı hüküm uyduran, bunu am el edilecek bir din haline getiren kimselere -ister idareci olsun, ister başkası- sözkonusu tehdidin yönelik olduğunu göstermektedir. İbn Battal'ın yaklaşımı ise şöyledir: Ayetin anlamı Allah'ın indirdiği ile hükmeden kimsenin bol sevabı hak edeceği şeklindedir. Hadis, böyle bir kimseyle yarışmanın caiz olduğunu göstermekte ve bunun amellerin en şereflilerinden ve Yüce Allah'a yaklaşılan fiillerin en yücelerinden olmasını gerektirmektedir. Bu anlayışı Abdullah b. Evfa'nın naklettiği "Allah zu!metmediği müddetçe kadı ile beraberdir" hadisi teyid etmektedir. Hadisi İbnü'l-münzir nakletmiştir. Bu hadisi İbn Mace ve TirmizI'nin de naklettiklerini belirtelim.(İbn Mace, Ahkam; Tirmizi, Ahkam) Tirmizi hadisin garib olduğunu belirtmiş, İbn Hibban ve Hakim ise sahih olarak değerlendirmişlerdir. "........." "tüketmesi için" yani onu infaka, harcamaya. "Diğeri deAilah'ın kendisine hikmet verdiği kimsedir." Burada "hikmet"ten maksat, İbn Ömer hadisinde geçtiği üzere Kur'an'dır ya da bundan daha geneldir. Hikmetin kaidesi cehalete mani olup, çirkin fiilleri yasaklayandır. İbnü'I-Müneyyir hadiste yer alan "hased" kelimesinin gıpta anlamına olduğunu söylemiştir. Hadis, hakimlik şartlarını taşıyan, hakkaniyetle davranmaya gücü yeten ve kendisine yardımcı bulabilen kimseye bu göreve gelmeyi teşvik etmektedir. Çünkü hakimlik görevi iyiliği emir, mazluma yardım, hakkı hak sahibine verme, zalimin eline yapışma, insanların arasını düzeitme gibi özellikler taşımaktadır. Bütün bunlar Yüce Allah'a yakınlaşmak için yapılan ibadetlerdendir. Bundan dolayı Nebiler ve onların ardından gelen Hulefa-yı Raşidın bu görevi üstlenmişlerdir. Buradan hareketle bilginler hakimliğin farz-ı kifayeden olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü insanların yaşamı yargı makamı olmaksızın sürmez. Bilginler hakimlik şartlarını kendisinde toplayıp, bunu yapma gücü olan kimseye bu görevi almanın müstehap olup olmadığı noktasında ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk ikinci yaklaşımı benimsemiştir. Zira hakimlikte tehlike ve sonun meçhullüğü söz konusudur. Bir de bu konuda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından ağır ifadeler kullanılmıştır. Bazıları ise şöyle demişlerdir: Kişi ilim ehli ise ve kendisinden ilim alınmayacak derecede bilinmeyen bir kimse ise ya da ihtiyaç içinde ise ve hakimlik makanın haram olmayan bir taraftan maaşı temin ediliyorsa onun hakka göre hüküm vermede kendisine müracaat edilmesi ve ilminden yararlanılması için bu görevi üstlenmesi müstehaptır. Şayet meşhur birisi ise en uygun olanı ilim ve fetvaya yönelmesidir. Bulunduğu beldede yerini alacak bir kimse yoksa hakimlik görevi farz-ı kifaye olduğu ve bu görevi ondan başka yapacak bir kimse bulunmadığı için onu üstlenmesi tek seçenek olur. Ahmed b. Hanbel' den nakledilen bir görüşe göre görevi üstlenmediği takdirde günaha girmez. Zira bir başkasına fayda sağlamak kişiye zarar verdiğinde bu görevi üstlenmesi gerekli değildir. Özellikle zulmün yaygınlık göstermesinden dolayı hakkı bilip, ortaya çıkarmak mümkün olmazsa bu görevi üstlenmek gerekli değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "(İdarecilerinizin emirlerini) dinleyiniz ve onlara itaat ediniz. Üzerinize tayin olunan vali başı siyah kuru üzüm gibi (kıvrım kıurım olan) Habeşli bir köle olsa bile
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim idarecisinde hoşlanmadığı bir şey görecek olursa buna sabretsin. Çünkü kim (İslam) camiasından bir karış ayrılır da ölürse muhakkak o cahiliye ölümü ile ölür
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Müslüman bir kişinin, kendisine masiyet emredilmediği sürece sevdiği ve hoş/anmadığı hususlarda dinlemesi ve itaat etmesi üzerine bir yükümıüıüktür. Masiyet emredildiğinde ise dinlemek ve itaat etmek yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
Ali b. Ebi Talib şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir seriyye gönderdi, başlarına ensardan birisini kumandan tayin etti ve askerlere kumandanlarına itaat etmelerini emretti. (Yolda) kumandan (maiyyetine) öfkelendi de "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana itaat etmenizi emretmedi mi?" diye sordu. Askerler "Evet, emretti!" dediler. Kumandan "Size kesin emrim şudur ki odun toplayacaksınıı, bir ateş yakacaksınız, sonra da ona gireceksiniz!" dedi. Askerler odun topladılar ve bir ateş yaktılar. Ateşin içine girmeye yöneldiklerinde durup birbirlerine baktılar. İçlerinden bazısı "Bizler Nebi'e ancak ateşten kaçmak için tabi olduk, (şimdi biz böyle iken) onun içine mi gireceğiz?" dediler. Onlar böyle iken ateşin alevi söndü ve kumandanın öfkesi geçti. Sonra bu olayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e zikrettiklerinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Eğer ateşe girselerdi, ondan dışarı çıkamazlardı. Çünkü itaat ancak makul ve meşru olan emirler hakkındadır" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanının Allah' a isyan olmayan emirlerini dinleme ve itaat etme. " İmam Buharl'nin burada dinlemeyi ve itaat etmeyi -bu bölümdeki hadislerde devlet başkanı düzeyinde olmasa bile bütün idarecilere itaattan söz edildiği halde- devlet başkanı şeklinde kayıtlaması, idareciye itaat emrinin yerine getirileceği kişinin devlet başkanı tarafından o göreve getirilmiş olmasındandır. "Başı siyah kuru üzüm gibi." Hadiste geçen "zebibe" kelimesi "ez-zebib" kelimesinin tekilidir. Anlamı kuru üzüm demektir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Habeşlinin başını kuru üzüme benzetmesi, kuru üzümün bir arada toplanması ve başının siyah olmasından dolayıdır. Bu, değersizlik, şeklin çirkinliği ve ona itibar edilmemesi konusunda temsili bir benzetmedir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Namaz bölümünde geçmişti. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "(((İdarecilerinizin emirlerini) dinleyiniz ve onlara itaat ediniz" şelindeki emri, köleyi göreve getirenin Kureyşli bir devlet başkanından başkası olmayacağını gerekli kılmaktadır. Çünkü daha önce geçtiği üzere devlet başkanlığı ancak Kureyş'tedir. Ümmet devlet başkanlığının kölelere verilemeyeceği noktasında icma etmişlerdir. Biz de şunu ekleyelim: Hadiste bu kimseye "köle" denmesi, azad edilmeden önceki durumu göz önüne alınarak söylenmiş olma ihtimaline dayanmaktadır. Bütün bunlar kölenin seçim yoluyla oraya gelmiş olması durumuyla ilgilidir. Buna karşılık bir köle gücü ve kuwetiyle gerçekten kontrolü ele geçirecek olursa masiyeti emretmediği sürece -daha önce açıklandığı üzere- kendisine itaat etmek, fitneyi söndürmek için gerekli olur. Bazılarına göre maksat şudur: Devlet başkanı bir Habeşli köleyi mesela bir beldenin idareciliğine tayin edecek olsa, ona itaat etmek gereklidir, yani farzdır. Hadiste Habeşli kölenin devlet başkanı olacağı ifadesi yoktur. "Masiyet emredildiğinde ise dinlemek ve itaat etmek yoktur." Yani bu durumda itaat etmek gerekmez. Tam tersine itaatten kaçınmaya gücü yetenlere bu, haram bile olur. Ahmed b. Hanbel'de yer alan Muaz hadisine göre "Allah'a itaat etmeyene itaat yoktur. "(Ahmed b. Hanbel, III, 213) Dinleme ve itaat etme emri konusunda Ubade'nin rivayet ettiği hadis açıklanırken bu konu tekrara ihtiyaç kalmayacak şekilde ele alınmıştı. Orada "Ancak idarecinin (emirin) açık bir küfrünü görürseniz" denilmekteydi. Bu hadis Fiten bölümünde yer almaktaydı. Kısacası devlet başkanı, küfür nedeniyle bilginlerin ittifakıyla görevden çekilmiş sayılır. Her Müslümana bunu yerine getirmesi gerekli olur. Buna gücü yeten sevabını elde eder. Devlet başkanına yağcılık yapan ise günah kazanır. Aciz olan kimsenin o topraklardan hicret etmesi gerekir. "Ve bir ateş yaktılar." Da.vudi şöyle demiştir: Buradaki "ateş"ten maksat olayda söz.ü edilen ateştir. Çünkü onlar sözkonusu ateşi yakarak öleceklerdi ve içinden canlı olarak çıkmayacaklardı. Da.vadi şöyle devam eder: Bu "ateş"ten maksat cehennem ateşi olmadığı gibi, onların bu ateşte ebediyyen kalacakları da değildi. Zira şefaat hadisinde "Kalbinde zerre kadar iman olan kimse ateşten çıkacaktır" buyurulmaktadır.(Buhari, Rikak) Davudi şöyle der: Bu ifade, mubah olan tarizler kabilindendir. Onun demek istediği şudur: Bu teklif, vazgeçirme ve korkutma maksadıyla getirilmiştir ki onu duyan kimse bu şekilde hareket edecek kişinin cehennemde eb edi kalacağını anlasın. Söylenmek istenen bu değildir, asıl söylenmek istenen engelleme ve korkutmadır. Bu hadisin geniş bir açıklaması Meğa.zi Bölümünde Abdullah b. Huzafe Seriyyesi başlığı altında geçmişti. Burada şöyle denebilir: Sözkonusu olaydaki kumandan, onların gerçekten ateşe girmelerini istememiştir. O, sadece idareciye itaatin vacip olduğuna, bu vacibi terk edenin cehenneme gireceğine işaret etmek istemiştir. Olayda sözü geçen ateşe girmek onlara zor geldiğine göre büyük cehennem ateşi sözkonusu olduğunda durumları nice olacaktır! O kumandanın asıl maksadı, sanki askerlerden herhangi birini gerçekten o ateşe girerken gördüğünde buna engelolmaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Semura şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şu öğüdü verdi: "Ey Abdurrahman! Görevi isteme! Zira görev sana talebin üzere verilirse onunla başbaşa bırakılırsın. Eğer bu görev sana sen istemeden verilirse bu görevde yardım görürsün. Bir şeye yemin eder de başkasını ondan daha hayırlı görürsen yemininden dolayı kefaret verip, o hayırlı işi işle
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Semure şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu: "Ey Abdurrahman! Görevi isteme! Zira görev sana talebin üzere verilirse onunla başbaşa bırakılırsın. Eğer istemeden verilirse bu görevde yardım görürsün. Bir şeye yemin eder de başkasını ondan daha hayırlı görürsen o hayırlı işi işle ve yemininden dolayı kefaret ver!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "......... yani isteyerek. Hadisin manasına gelince, görev isteyen kimseye bu görev verildiğinde kişi hırsından dolayı o görevde yardım görmez. Hadisten hükümle ilgili bir şeyi talep etmenin mekruh olduğu anlaşılmaktadır. Hadisteki "emirlik" kavramına yargı, hisbe ve benzeri görevler dahildir. Bu görevleri hırsla isteyen kimseye yardım edilmez. Ebu Davud'un Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadis bu hükümle zahiren çelişmektedir: "Her kim Müslümanları yargılama görevini talep edip, bu göreve gelirse sonra adaleti zulmüne galip gelirse ona cennet vardır. Zulmü adaletine galip gelirse o kişi cehennemdedir. "(Ebu Davud, Akdıye) Bu iki rivayeti birbiriyle cem ve telif etmek mümkündür: Kişinin görevi talep etmesi nedeniyle kendisine yardım edilmemesinden göreve geldiğinde adil davranmayacağı hükmü çıkmaz, ya da buradaki "görev isteme"yi "içinden geçirme", oradakini "göreve getirilme" olarak yorumlamak mümkündür. Ebu Musa'nın rivayet ettiği bir hadiste "Bizler bir görevi onu hırsla isteyene vermeyiz" ifadesi geçmişti.(Buhari, Ahkam) Bundan dolayı onun karşıtı "işme=yardım etme" kelimesiyle ifade edilmiştir. Yaptığı işte Allah'tan yardım alamayan kimsenin bu iş için yeterliliği yok demektir. Dolayısıyla böyle bir kimsenin isteğine olumlu cevap vermek doğru değildir. Bilindiği üzere hiçbir görev meşakkatten hali değildir. Allah'tan yardım almayan kimse girdiği işte tehlikeli bir konuma düşer ve hem dünyası, hem de ahireti hüsrana uğrar. Aklı olan bir kimse esasen görev talebinde bulunmaz. Aksine yeterli olduğu takdirde ona bu görev kendisi istemese de verilir. Bu durumda sözleri dosdoğru olan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona yardım vaadinde bulunmuştur. Bundaki fazilet de kimsenin saklısı ve gizlisi değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizler mevki ve makamlara çok hırslı oluyorsunuz. Halbuki idarecilik, kıyamet günü nedamet olacaktır. O makam, ne güzel bir sütannedir ve ne kötü bir sütten kesendir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa r.a. şöyle demiştir: kendi aşiretinden iki kişiyle birlikte Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gitmiştim. Onlardan biri "Ya Resulallahi Beni bir göreve tayin et!" dedi. Diğeri de bunun aynısını söyledi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bizler bir görevi onu talep edene ve hırsla isteyene vermeyiz" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Görevi hırsla istemenin mekruhluğu." Yani onu elde etmeye. "oJlo::!1 " Bu kavrama halifelik demek olan imaret-i uzma ile bazı beldelere valilik anlamına gelen imaret-i suğra dahildir. Bu, Nebi s.a.v.'in bir şeyi daha vuku bulmadan önce haber vermesidir. Nitekim aynen onun haber verdiği gibi olmuştur. "Halbuki idarecilik, kıyamet günü nedamet olacaktır." Yani bu görevi gerektiği şekilde yapmayan kimse için nedamet olacaktır. Bunu Müslim'in Ebu Zerr'den naklettiği şu hadis de kaydetmektedir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! Beni bir göreve tayin etmez misin?" diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi: "Sen zayıfsın! Bu görev bir emanettir. Sözkonusu görev kıyamet günü rüsvaylık ve nedamet olacaktır. Ancak bu görevi hakkıyla alan ve üzerindeki yükümlülüğü ifa edenler müstesnadır. "(Müslim, İmara) Nevevi şöyle demiştir: Bu hadis, -özellikle kendisinde zayıflık olan kimseler için- görevi üstlenmekten kaçınma konusunda büyük bir prensiptir. Ehil olmadığı halde bu göreve gelen ve sonra adaleti sağlamayan kimseler yaptıkları ihmalden dolayı kıyamet günü rüsvaylıkla cezalandırıldıkları takdirde bu bir nedamet olacaktır. Göreve ehil olup, adil davranan kimse için -haberlerden anlaşıldığı üzere- büyük bir ecir sözkonusudur. Fakat göreve gelmekte büyük bir tehlike vardır. Bundan dolayı büyükler görevalmaktan kaçınmışlardır. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. "O makam, ne güzel bir sütannedir ve ne kötü bir sütten kesendir." Davudı bu cümleyi şöyle açıklamıştır: 0, dünyada ne iyi bir sütannedir, öldükten sonra ise ne kötü bir sütten kesendir. Zira kişi yaptıklarından dolayı hesaba gidecektir. Dolayısıyla bu görev henüz emme ihtiyacı sona ermeden memeden kesen anne gibidir ki bu tavır, çocuğun ölmesine sebep olur. Bir başkası bu cümleyi şöyle açıklamıştır: 0, ne güzel bir sütannedir. Çünkü kişi bu makama geldiğinde mertebe, mal elde eder, sözü geçer, maddi ve vehmi birtakım lezzetler elde eder. Ancak ölümle veya başka bir sebeple o görevden ayrılma durumunda, ahirette sebep olduğu birtakım sorumluluklarından dolayı ne kötü bir sütten kesendir! Hadisten göreve gelen kimsenin elde ettiği nimet ve mutluluğun, karşılaşacağı mutsuzluk ve zarardan daha az olacağı anlaşılmaktadır. Bu ya dünyada iken görevden azledilerek olur ki kişi bu durumda bilinmez, sorulmaz bir kişilik haline gelir ya da ahirette sorumluluk ve mesuliyettir ki bu daha da ağırdır. Yüce Allah'tan af ve mağfiret dileriz. Kadı Beydavı şöyle demiştir: Aklı başında olan bir kimseye ardından hasretierin geldiği lezzet ve ferahlanmak yaraşmaz. Mühelleb'in düşüncesi ise şu yöndedir: Bir görevi hırsla istemek, insanların o görev uğruna birbirleriyle çatışmasına sebeptir. Bunun sonunda kan akar, mallar ve ırzlar mubah görülür, yeryüzünde fesad büyür. Pişmanlığın neden kaynaklandığına gelince, kişi öldürülebilir veya görevden azledilir ya da ölür ve o göreve geldiğine pişman olur. Zira işlediği sorumluluk getiren şeylerden hesaba çekilir. Oysa kendisi hırsla istemiş olduğu şeyi ondan ayrı düştüğü için elden kaçırmıştır. Mühelleb şöyle devam eder: Bundan -bir valinin, ölmesi ve ardından o işi kendisinden başka yapacak kimsenin bulunmaması örneğinde olduğu gibi- görev için tek kalma durumu müstesnadır. Bu durumda kişi göreve gelmediği takdirde halkın durumu kötüye gideceği için fesad meydana gelir. Biz de şunu ekleyelim: Bu, bir önceki hadiste talep ederek veya etmeyerek göreve gelme şeklindeki var sayıma aykırı değildir. Aksine "hırs" kelimesi, insanların durumu bozulur korkusuyla bir göreve gelen kimse -kendisinde genellikle hırs olmayacağı için- istemeden görev verilmiş kimse gibi olacağına işaret etmektedir. Bir görev için tek kalmış kişinin hırslı olması -o görevi almak kendisi açısından vacip olacağı için- affedilebilir. Halifenin hakimlik görevine birisini tayin etmesi farz-ı ayndır. Hakimin kendisinden başka birisi daha olduğu takdirde bu göreve gelmesi farz-ı kifayedir
- Bāb: ...
- باب ...
Hasan-ı Basrl'nin nakline göre Ubeydullah b. Ziyad, Ma'kıl b. Yesar'ı vefatıyla sonuçlanan hastalığı esnasında ziyaret etmişti. Ma'kıl, İbn Ziyad'a şöyle dedi: Sana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem' den işittiğim bir hadis rivayet edeceğim: Ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle buyururken işittim: "Allah bir kulu halkı görüp gözetmek için vali kılar da o hayırlı irşadıyla onları muhafaza etmezse cennetin kokusunu alamayacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Hasan-ı Basrı şöyle demiştir: Hasta olan Ma'kıl b. Yesar'ı ziyarete. gitmiştik. Bu sırada yanımıza vali Ubeydullah girdi. Ma'kıl valiye sana Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittiğim bir hadisi rivayet edeceğim. O şöyle buyurdu dedi: "Müslümanlardan bir ahaliye valilik eden kimse halkı aldatıp, zulmetmiş olduğu halde ölürse muhakkak Allah ona cenneti haram etmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Nasihat etmeyen" yani o halka nasihat etmeyen demektir. "Ubeydullah b. Ziyad" yani Muaviye ve oğlu Yezid zamanında Basra valisi olan Ubeydullah. "r1''' yani onları koruyup gözetmezse. İbn Battal şu açıklamayı yapar: Bu, zalim halifelere yönelik ağır bir tehdittir. Kim Yüce Allah'ın yönetimini eline verdiği halkın haklarını korumaz veya onlara hıyanet eder ya da zulmederse kıyamet günü kuııara yapmış olduğu mezalimin hesabını vermesi talep edilir. Büyük bir millete zulmeden kimse bu sorumluluktan kurtulmayı nasıl başarabilir? "Allah ona cenneti haram etmiştir" cümlesinin manası Yüce Allah onun üzerine tehdidini uygulayacak ve mazlumlar ondan hoşnut edilmeyecektir demektir
- Bāb: ...
- باب ...
Tarif Ebu Temime şöyle anlatmıştır: Saffan, Cündeb ve arkadaşlarını bir mecliste gördüm. Cündeb onlara tavsiyelerde bulunuyordu. Onlar Cündeb'e "Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den herhangi bir şey işitti n mi?" dediler. Cündeb de onlara şöyle cevap verdi: (Evet), ben Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittim: "Her kim duyulsun diye bir iş işlerse kıyamet gününde Allah da onun rüsvaylığını duyurur" buyuruyordu. Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Her kim de halka meşakkat ve zahmet verirse Allah da kıyamet günü o kimseyi meşakkatlendirir" buyurdu. Bunun üzerine ona "Bize nasihat et!" diye rica ettiler. Cündeb şöyle dedi: "İnsanın (öldükten sonra) ilk önce kokuşacak organı karnıdır. Her kim yalnız helal şeyden başkasını yememeye gücü yeterse bunu yapsın. Her kim de kendisi ile cennet arasını (haksız yere) döktüğü kan ile dolu eliyle ayırmamaya gücü yeterse bunu yapsın!" Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanları meşakkate sokanı Yüce Allah'ın sıkıntıya sokacağı." Başlığın manası şudur: Her kim insanlara meşakkat verecek olursa Yüce Allah da onu meşakkate sokar. Bu, verilecek cezanın amel cinsinden olması kabilindendir. Hadiste yer alan "arkadaşları" kelimesinden maksat, Safvan'ın arkadaşlarıdır. "O" yani Cündeb "Onlara nasihat ediyordu." Mizzi bu hadisi el-Atrafta "Safvan ve arkadaşlarını gördüm. Cündeb onlara nasihatte bulunuyordu" şeklinde zikretmektedir. ........ döktüğü kandan dolayı anlamınadır. Hadis mu'minler hakkında çirkin söz söylemeyi, onların ayıplarını ve kötülüklerini ortaya dökmeyi, onların yollarından başka bir yol tutmayı yasaklamakta, onların camiasına yapışmayı emretmekte, onları meşakkate sokmayı ve zarar vermeyi yasaklamaadır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik şöyle demiştir: Ben ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem birlikte mescidden çıktığımız sırada karşımıza birisi dikildi ve "Ya Resulallah' Kıyamet ne zaman kopacak?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Sen kıyamet için ne hazırladın?" diye sordu. O kişi boyun eğer gibi bir tavır takındI. Sonra "Ya Resulallah! Ben ahiret için oruçtan, namazdan, sadakadan çok bir hazırlık yapmadım. Fakat ben Allah'ı ve Resulünü seviyorum!" diye cevap verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sen sevdiğin kimse ile berabersin!" buyurdu. Fethu’l-Bari Açıklaması: İbn Battal şöyle demiştir: Enes hadisi bir alimin soru soran veya fetva isteyen kimseye sorulan meselenin cevabını bilmiyorsa ya da mesele insanların ihtiyaç duymadığı bir konuysa veya hakkında fitneden veya yanlış tevilden korktuğu bir meseleyse cevap vermeyip, susmasının caiz olduğunu göstermektedir. Mühelleb'in şöyle bir ifadesi nakledilir: Yolda, hayvan üzerinde ve buna benzer yerlerde fetva vermenin hükmü değişiktir. Fetva zayıf bir kimseye verilecekse bu övülmüştür, dünya ehli bir kişiye veya lisanından korkulan bir kimseye verilecekse bu hoş görülmemiştir. Biz de şunu ekleyelim: İkinci örnek pek uygun değildir. Çünkü soruya muhatap olan kimseye bundan dolayı bir zarar gelebilir ve onun kötülüğünden emin olmak için cevap verir. Bu durumda ise fetva vermek iyi olur. İbn Battal şöyle demiştir: Yürürken veya giderken hüküm verme konusunda ihtilaf edilmiştir. Eşheb: "bu, hakimin olayı anlamasına engelolmuyorsa sakınca yoktur" demiştir. Sahnun ise bu durumda fetva vermek uygun değildir derken, İbn Hab'ib basit bir mesele ise giderken fetva vermede sakınca yoktur. İnceleme gerektiren yeni bir dava ise caiz olmaz demiştir. İbn Battal "bu güzeldir" değerlendirmesinde bulunmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Sabit el-Bünanı'nin nakline göre Enes b. Malik kendi ailesinden bir kadına hitaben "Sen filanca kadını tanıyor musun?" diye sordu. O kadın "Evet" dedi. Enes şöyle dedi: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, O kadın bir kabir yanında ağlamakta iken ona uğradığı ve "Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu. Kadın "Benden uzak dur! Çünkü sen benim başıma gelen musibeti bilmiyorsunı" dedi. Enes dedi ki: Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kadını bırakıp, yoluna devam etti. Arkasından o kadına bir adam rastladı ve "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana ne söyledi?" dedi. Kadın "Ben onu tanımadım" dedi. O kişi "Haberin olsun O, Allah'ın Resulüdür" dedi. Enes dedi ki: Durumu öğrenen kadın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kapısına geldi de kapının önünde hiçbir (perdedar, bekçi veya) muhafızla karşılaşmadı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ya Resulallah! Allah'a yemin ederim ki seni tanıyamadım" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Sabır musibetin ilk darbesinin geldiği anda olan sabırdır. " buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sabır musibetin ilk darbesinin geldiği anda olan sabırdır." Bu hadisin geniş bir açıklaması Cenaiz bölümünde "Kabir Ziyareti" başlığı altında geçmişti. ............. ileyke annı" çekil ve beni kendi halime bırak demektir. Kadının: ").>- ,$L; şeklindeki ifadesi, "sen benim üzüntü ve kederimi yaşamıyorsun" demektir. Mühelleb şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kapısında düzenli ve sürekli bir muhafız yoktu. Dolayısıyla Menakıb Bölümünde Ebu Musa'nın Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kuyunun etrafında oturmak için yapılmış yere oturduğunda ona kapıcılık yaptığı yolundaki ifadesi ile bu hüküm çürütülemez. Mühelleb şöyle devam eder: Bu iki rivayet i birbiriyle uzlaştırmak mümkündür: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ailesiyle ilgili bir işle meşgulolmadığında veya kendisiyle ilgili bir işi kendi başına yapmadığında halkla arasındaki perdeyi kaldırır ve kendisinden bir şeyler isteyecek olan kimseler için ortaya çıkardı. Taberi şöyle demiştir: Nikah Bölümünde geçtiği üzere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir ay süreyle hanımlarının yanına girmeyeceğine yemin ettiğinde elEsved Ömer için izin istemişti. İşte bu hadis, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendi nefsiyle başbaşa kaldığında kapıcı (muhafız) edindiğini göstermektedir. Böyle olmasaydı Ömer kendisi için izin istemez ve "Ya Rebah! Benim için izin iste!" demeye ihtiyaç duymazdı. Bizce Hz. Ömer'in İzin isteme sebebi, kızı dolayısıyla Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine kızmış olmasından endişe duyması ve huzuruna girme izni isteyerek bu konuyu araştırmak istemesi olabilir. Kendisine izin verilince endişesi yatışmış ve daha önce açıklaması geçtiği üzere rahat konuşmuştur. Hakimin muhafız tutmasının meşru olup olmadığı noktasında bilginler ihtilaf etmişlerdir. İmam Şafil ve bir grup bilgin hakimin muhafız edinmesi uygun değildir demişlerdir. Başkaları ise bunun caiz olduğu kanaatine varmışlardır. Birinci görüş insanların sükunet içinde oldukları, hayır üzere birleştikleri ve hakime itaat ettikleri zamanlarda sözkonusudur denilmiştir. Başka bilginler ise şöyle derler: Tam tersine bir hakimin bu zamanlarda davacı ve davalıları sıraya koyması, arsızlık edenlere engelolup, kötüleri etkisiz hale getirmesi için muhafız tutması müstehaptır. İbnü't-Tın'in nakline göre Davudl şöyle demiştir: Bazı hakimlerin muhafızların sert davranması, davacı ve davalılar için kart uygulaması getirmeleri, selef alimlerinin uygulamalarından değildir. Muhafız edinme meselesine gelince, bu Abbas ve Ali ile Ömer'in çekişmesi olayında sabittir. Zira onun Yerfe adında bir muhafızı vardı. Bu konu Humus bölümünde açık olarak geçmişti. Alimlerden bunun caizliğini hakimin insanlar arasında hüküm vermek için oturduğu vaktin dışıyla kayıtlayanlar olduğu gibi, daha önce geçtiği üzere caizliği genel kılanlar da vardır. Kartlara gelince İbnü't-Tın şöyle demiştir: Davudl'nin bu kelimeden maksadı üzerinde olup bitenlerin yer aldığı kartlar ise bu sahihtir. Yani böyle bir uygulama sonradan olmuştur. İbnü't-TIn şöyle devam eder: Daha önce gelenin davasına bakmaya başlamak için kimin önce geldiğinin yazıldığı kartlara gelince, bu hüküm de adalete girer. Bir başka alim şöyle demiştir: Kapıcı veya muhafızın vazifesi gelen kimsenin durumu hakkında -özellikle eşraftan ise- hakime bilgi vermektir. "Zira muhtemeldir ki o kişi davacı veya davalı olarak gelmiştir, hakim ise onun ziyarete geldiğini zanneder ve kendisine hakkını ikram kabilinden verir. Oysa davalı veya davacı olarak gelene bu şekilde hak vermek caiz değildir. Hakime bu konuda haber vermek ya sözle ya da yazıyla olur. Sürekli muhafız tutmak mekruhtur. Bazen haram olabilir. Ebu Davud ve Tirmizi'nin ceyyid bir isnadla nakillerine göre Ebu Meryem el-Esedi Muaviye'ye şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem işittim şöyle diyordu: ''Allah, bir kimseyi insanların işiyle ilgili bir göreve getirir de o kişi onların ihtiyaçlarını göreceğine gizlenirse Yüce Allah da kıyamet günü onun ihtiyacını görmeyip, gizlenir."lol Bu hadis insanlar arasında hakimlik görevine gelip de herhangi bir mazereti olmaksızın onlardan gizlenen kimseye karşı ağır bir tehdit içermektedir. Zira böyle bir hareket hakları sahiplerine ulaştırılmayı geciktirir veya büsbütün zayi eder. Bilginler, mahkemede ilk müracaat edenden başlayarak sırayla gidilmesi, yolculuk halinde olana -özellikle yolcu, arkadaşlarından geri kalacağından korkuyorsa- mukime göre öncelik tanınmasının müstehab olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Yine kapıcı veya muhafız tutan hakimin bunu güvenilir, iffetli, emanete riayet eden, arif, güzel ahlaklı, insanların değerini bilen kişiler arasından seçmesi gerektiği noktasında da ittifak etmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'in nakline göre Kays b. Sa'd, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önünde idarecinin kolluk görevlisi mesabesinde olurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Bürde'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Musa'yı Yemen'e kadı olarak göndermiş, onun ardından da Muaz b. Cebel'i yollamıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'nın nakline göre adamın biri Müslüman olmuş, sonra da Yahudiliğe dönmüştü. Derken Muaz b. Cebel geldi ve "Bu adamın nesi var?" diye sordu. Ebu Musa ona "Bu kişi İslam'a girmiş, sonra da Yahudi olmuş!" diye cevap verdi. Muaz b. Cebel "Ben bu dininden dönen adamı Allah'ın ve Resulunün hükmü olarak öldürmedikçe yere oturmam!" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: ':Ölüm cezasını hak eden kimseye bunu halifenin değil, hakimin vereceği." Yani ölüm cezasını hak etmiş bir kimseye bu cezayı kendisini bu göreve tayin etmiş olan devlet başkanından izin almaksızın hakimin uygulaması gerektiği demektir. "Ebu Bürde'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Musa'yı Yemen'e kadı olarak göndermiş, onun ardından da Muaz b. Cebel'i yollamıştır." Bu, uzunca bir hadisten alınmış paragraftır. Hadis MürtedIere Tevbe Verme Bölümünde geçmişti. Bu hadiste Müslüman olup, sonra Yahudiliğe dönen o yahudinin olayı anlatılmaktadır. İmam Buhari'nin ondan sonra burada kısaca aktardığı, bu olaydır. "Adamın biri Müslüman olmuş, sonra da Yahudiliğe dönmüştü." Bu hadisin açıklaması orada geniş biçimde geçmişti. "Bu dininden dönen adamı Allah'ın ve Resulunün hükmü olarak öldürmedikçe yere oturmam." Orada "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem emretti de adam öldürüldü" ifadesi geçmişti. Böylece Buharl'nin yukarıda attığı başlıktan ne demek istediği ortaya çıkmış oldu. Bu başlık, şer'i cezaları beldelerde bulunan valiler, kendilerini göreve getiren halifeye danışmadıkça uygulayamazlar diyen kimseye cevap teşkil etmektedir. İbn Battal şöyle demiştir: Bilginler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. KCıfe alimleri hakimin hükmü vekilin hükmü gibidir. Onun eli ancak kendisine izin verilen konularda serbesttir demişlerdir. Hakimin verdiği hüküm, başka alimlere göre vasinin hükmü gibidir. Onun her şeyde tasarruf yetkisi vardır. O, istisna edilenler hariç her şeye bakmakta serbesttir. Tahavl'nin onlardan nakline göre şer'i cezaları ancak beldelerde bulunan emirler yerine getirebilirler, belli bölgelerdeki valiler ve benzerleri ise uygulayamazlar. İbnü'I-Kasım'ın nakline göre şer'i cezalar denizlerde uygulanmaz. Aksine suçlular büyük beldelere getirilir. Katı dolayısıyla kısas Mısır'ın her tarafında değil, sadece Fustat'ta uygulanır. Zira Fustat, Mısır emirinin evidir ya da bu konuda Fustat valisine yazı yazılır. Yani onun izni alınır. Eşheb şöyle demiştir: Tam tersine valinin sulara bakan kimselere yetki verdiği kişinin bunu yapması caizdir. İmam Şafii'den de buna benzer bir görüş nakledilmiştir. İbn Battal şöyle demiştir: Caizlik konusundaki delil Muaz hadisidir. Zira o bir mürteddin durumunu Nebi s.a.v.'e arz etmeksizin öldürmüştür
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Ebi Bekre şöyle demiştir: Ebu Bekre Sicistan'da bulunan hakim gönderdiği mektubunda şunları yazmıştır: "Sakın iki kişi arasında öfkeli iken hüküm verme! Çünkü ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in 'Sakın hiçbir hakim öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin!' buyurduğunu işittim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mesud el-Ensarı şöyle demiştir: Bir defasında adamın biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve "Ya Resulallah! Filan kişi bize namaz kıldınrken o kadar uzatıyor ki vallahi sabah namazına gitmekten geri kalıyorum!" dedi. Ebu Mesud dedi ki: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i O günkü vaazında olduğu kadar hiç öfkeli görmemiştim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ey insanlar! İçinizde nefret ettirip kaçıranlar vardır! Herhangi biriniz insanlara namaz kıldıracakolursa hafif kıldırsın. Çünkü cemaatin içinde yaşlı olanı var, zayıf olanı var ve iş güç sahibi olanı vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer hanımını adet halinde iken boşamıştı. Babası Hz. Ömer bunu Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e arz edince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem öfkelenmiş, sonra şöyle buyurmuştur: ''Abdullah karısına dönsün! Sonra temizleninceye, sonra tekrar adet oluncaya, sonra tekrar temizleninceye kadar onu kendi yanında tutsun. Bundan sonra onu boşamayı düşünürse boşasın." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sicistan'da bulunan." Müslim'in rivayetine göre Ebu Bekre'nin oğlu orada hakimlik yapıyordu. "Sakın hiçbir hakim öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin!" Mühelleb şöyle demiştir: Yasaklığın sebebi hakimin öfke anında aşırıya kaçıp, haksız bir hüküm vermesidir. Dolayısıyla bu yasaklanmıştır. Belli başlı beldelerdeki fıkıh bilginlerinin (Fukahau'l-emsar) kanaati bu doğrultudadır. İbn Dakik el-Iyd şöyle demiştir: Hadiste öfke halinde hüküm vermek yasaklanmaktadır. Zira öfke ile düşüncenin sakatlandığı bir değişiklik meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu durumda isabetli bir hüküm vermek mümkün olmaz. İbn Dakik şöyle devam eder: Fıkıh bilginleri bu niteliği, fikrin değişikliğe uğradığı aşırı derecede açlık, susuzluk, uyku basması ve isabetli düşünceyi meşgul edecek şekilde kalbin bağlandığı diğer şeyler gibi düşünce değişikliğinin meydana geldiği her duruma genellemişlerdir. Hadiste sadece öfkenin zikredilmesinin hikmeti, onun -diğerlerinin aksine- insanın ruhunu tamamen kuşatması ve kendisine direnmenin zor olmasıdır. İmam Şafii el-Umm isimli eserinde şöyle der: Bir hakimin karnı açken, yorgun ya da kalbi bir şeyle meşgulken hüküm vermesini hoş görmem. Zira bunlar kalbi değiştirir. Bir hakim yukarıdaki emre aykırı davranıp, öfke halinde hüküm verse hakka uygun vermişse mekruh olmakla birlikte hükmü geçerlidir. Çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ZUbeyr' in hasmı kendisini öfkelendirdikten sonra el-Harra su yolunda ZUbeyr'in lehine hükmü verdiği geçmişti. Fakat bu rivayette başkası için mekruhluğun kalktığına dair bir delil yoktur. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem masumdur. O öfke halinde bile ancak normal durumlarda söylediğini söyler. Nevevi lukata hadisini açıklarken şöyle der: "Bu hadiste öfke halinde fetva vermenin caizliği hükmü vardır." Hüküm de böyledir. Bu durumda verilen hüküm geçerlidir, fakat bizim açımızdan kerahetle geçerlidir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakkında ise mekruhluk sözkonusu değildir. Çünkü öfke halinde başkası açısından endişe duyulan husus, onun açısından sözkonusu değildir. Bazı Hanbel1ler şöyle demişlerdir: Öfke halinde verilen hüküm, bu konuda yasak kondu ğu için geçerli değildir. Yasaklık, bir şeyin fasid olmasını gerektirir. Bazıları öfke konusunda ayrıntıya gitmişler, hakimin vereceği hüküm belli olduktan sonra öfkelenmesini farklı değerlendirmişler ve bunun hükme etki etmeyeceğini söylemişlerdir. Aksi takdirde bu mesele, ihtilaflıdır. Burada yapılan ayrıntı bizce isabetlidir. İbnü'l-Müneyyir şöyle der: İmam Buhari öfke halinde hüküm vermenin geçerli olmadığını gösteren Ebu Bekre hadisine yer vermiş, sonra bunun caiz olduğunu gösteren İbn Mesud hadisini zikretmiştir. Böylece iki rivayetin birbiriyle nasıl cem ve telif edileceğine dikkat çekmiştir. Buna göre caizlik, Hz. Nebie mahsustur. Zira onun hakkında günah işlemekten masumluk (ismet) ve hükümde aşırıya gitme konusunda güven söz konusudur. Ya da Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in öfkesi hak içindir. Onun durumunda bulunan bir kimsenin hüküm vermesi caizdir. Aksi takdirde veremez. Bu düşmanın şahitliği konusunda söylenenlere benzemektedir. Düşmanın şahitliği dünyevi bir meseleyle ilgili ise reddedilir, dini ise reddedilmez. Bunu İbn Dakik el-Iyd ve başkalcm nakletmişlerdir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Bu hadisle amel etmenin gerekliliği bakımından hadisin yazıyla rivayet inin bir hocadan dinleme gibi olduğu anlaşılmaktadır. Rivayet konusuna gelince, bir grup bilgin rivayetin yanında icazet yoksa buna göre amel edilmez demişlerdir. Meşhur olan ise bunun caizliğidir. 2- Hadisi eda esnasında sahih olan şey, haberlerimutlak olarak vermek değildir. Tam tersine ravi "O bana yazdı" veya "Benimle yazıştı" ya da "Mektubunda bana haber verdi" gibi bir ifade kullanmalıdır. 3- Bir hüküm öğretilirken delili de zikredilir. Aynı şey fetva için de geçerlidir. 4- Baba çocuğuna şefkatli olur, çocuğuna faydalı olanı bildirir, münker olan şeylere düşmekten kaçındmr. 5- Alim sormasa bile ilim, gereğine göre amel etmek ve uyulmak için yayılır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Utbe b. Rebla'nın kızı Hind geldi ve şöyle dedi: "Ya Resulallah! Allah'a yemin ederim ki vaktiyle yeryüzünde ev bark sahibi ailelerden hiçbir ailenin zeJil olması, bana senin aile halkının zelil olmaları kadar sevimli olmazdı. Bugün ise yeryüzünde hiçbir aile halkının aziz olması, bana senin aile halkının aziz olmasından daha sevimli değildir." Hind sonra şöyle devam etti: "Biliyorsunuz ki Ebu Süfyan eli çok sıkı bir adamdır. Acaba onun aile fertlerini kendi malından doyurmamda üzerime herhangi bir günah var mıdır?" Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Onun aile fertlerini kendi malından örfe göre yedirmende sana hiçbir günah yoktur" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hakimin şaibe ve töhmetten korkmadığı takdirde insanlar hakkında kendi bilgisi ile hükmedebileceği." İmam Buhari kullandığı bu başlıkla Ebu Hanıfe ve onun gibi düşünenlerin görüşlerine işaret etmektedir. Buna göre hakim kendi bilgisine dayanarak insanların hakları konusunda hüküm verebilir. Ancak şer'ı cezalar gibi Allah hakkı olan konularda ise kendi bildiğine göre hüküm veremez. Çünkü şer'ı cezalarda (hadler) prensip, genişliktir. Ebu Hanife insan hakları sözkonusu olduğunda meseleyi ayrıntılı olarak ele alır ve şöyle der: Hakimin bilgisi bu göreve gelmeden önceye dayanıyorsa buna dayanarak hüküm veremez. Çünkü bunlar, şahitlerden duyduğu şeyler mesabesindedir ve kendisi o sırada hakim değildir. Göreve geldikten sonra öğrendikleri ise böyle değildir. "Şaibe ve töhmetten korkmadığı takdirde." İmam Buhari hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesine cevaz verenlerin görüşlerini bu şartla kayıtlamaktadır. Zira hakimin kendi bilgisi ile hüküm vermesinin mutlak olarak caiz olmadığı kanaatini taşıyanlar, gerekçe olarak hakimin masum olmadığını, dolayısıyla bilgisine göre hüküm verirse dostunun lehine, hasmının aleyhine hüküm verdi şeklinde bir töhmetin altında kalabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bundan dolayı sözkonusu sakınca giderilmiştir. Müellif, caizliği hakim şaibe ve töhmetlerden korkmadığı durumlar olarak belirlemiştir. Buhari sakıncanın ortadan kaldırılması maksadıyla hakimin bilgisine göre hüküm vermemesi durumunda doğabilecek sakıncaya şöyle işaret etmiştir: Mesela hakim bir erkeğin hanımını bain talakla boşadığını duysa, sonra kadın kocasını hakime şikayet etse, kocası da onu boşadığını inkar etse hakim kocaya yemin verir. Koca yemin ettiği takdirde hakimin o erkeği kendisine artık haram olan bir kadınla yaşamaya devam etmesi hükmünü vermesi gerekir. Böylece hakim fasık bir kişiye döner. Netice olarak hakimin erkeğin sözünü kabul etmemesi ve kendi bilgisine dayanarak aleyhinde hüküm vermesi gerekir. Şayet töhmetten korkacak olursa bunu da savuşturabilir, o erkek hakkındaki şahitliğini başka bir hakimin huzurunda ifa eder. Bu konuda daha fazla bilgi Hakimin Huzurundaki Şehadet bölümünde gelecektir. Kerabısı şöyle demiştir: Benim kanaatime göre hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesinin caizliğinde şart olan, kendisinin salih olmakla, iffetle ve doğrulukla meşhur olmasıdır. Ayrıca büyük hata işlemekle bilinmemeli ve herhangi bir rezaletten sorumlu olmamalıdır. Takva vesileleri mevcut, töhmet vesileleri yok olacak şekilde şahsiyetli bir kimse olmalıdır. Böyle bir kişinin mutlak olarak kendi bilgisine dayanmak suretiyle hüküm vermesi caizdir. Kanaatimizce İmam Buhari bu şartı Kerabısl' den almıştır. Çünkü o kendisinin hocalarından biri idi. "Yeryüzünde hiçbir aile halkının aziz olması, bana senin aile halkının aziz olmasından daha sevimli değildir." Menakıb Bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Sıreti başlığı altında bu ifade ve açıklaması geçmişti. Bu hadisin manası Nafakat Bölümünde açıklanmıştı. Orada hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesinin caizliği sonucunu çıkaran kimsenin akıı yürütmesi ve onun gaibin aleyhine hüküm vermeye verdiği cevabın beyanı geçmişti. İbn Battal şöyle demiştir: Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm vermesinin caiz olduğu sonucunu çıkaran bilginler bu bölümde yer verilen hadise dayanmışlardır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kadının Ebu Süfyan'ın karısı olduğunu bildiği için kendisinin çocuğunun lehine nafakanın gerekli olduğu şeklinde hüküm vermiş ve buna delil aramamıştır. Akli açıdan düşündüğümüzde hakimin bilgisi şahitlikten elde edeceği bilgiden daha güçlüdür. Zira kendi bildiğine kesin olarak inanır. Şahitlik bazen yalan olabilir. Hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm veremeyeceğini söyleyen kimselerin delili onun Üm mü Seleme hadisindeki şu ifadesidir: "Ben onun lehine işittiklerimle hüküm veririm." Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadiste "işittiğim" yerine "bildiğim" dememiştir. Nebi s.a.v. Hadraml'ye "Ya iki şahit getirirsin ya da davalın sana yemin eder" buyurmuştur. Bu hadiste "Bundan başka hakkın yoktur" ifadesi de yer almaktadır. Kötü hakimlerin keyfi hüküm vermelerinden veya meseleyi kendi bilgilerine dayandırmalarından korkulduğu gerekçesi ile hakimin bilgisine göre hüküm vermesini mutlak olarak caiz görmeyenler, töhmeti delil olarak gösterirken bu konuda ayrıntıya gidenler şöyle demişlerdir: Hakimin bu göreve gelmeden önce elde ettiği bilgi şahitlik kabilindendir. Hakim buna göre hüküm verecek olursa kendi şahitliği ile hükmetmiş olur. Dolayısıyla kendi iddiasıyla bir başkası aleyhine hüküm vermiş mesabesine düşer ve bir şahitle hüküm vermiş gibi olur. Bunun için bir başka gerekçe daha önce geçmişti. Yargı görevini yürütürken elde ettiği bilgilere gelecek olursak, Ümmü Seleme hadisinde "Ben işittiğim tarzda onun lehinde hüküm veriyorum" şeklinde bir cümle geçmişti. Burada duyumunun şahit veya davacı niteliğinde olduğu şeklinde bir ayırım gözetmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem RumIara mektup yazmak istediği zaman sahabiler: "Rumlar ancak üzeri mühürlenmiş bulunan mektubu okurlar" dediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gümüşten bir yüzük yaptırdı. Onun Nebi s.a.v.'in parmağındaki parlaması hala gözümün önündedir. Bu yüzüğün nakşı "Muhammed Resulallah" şeklinde idi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bunun caiz olanı ve olmayanı." İmam Buharl'nin demek istediği şudur: Bir hakimin diğerine mektup yazması konusundaki hüküm, caizdir veya değildir şeklinde genellenemez. Çünkü mutlak olarak yasak edilirse, bu takdirde haklar zayi olur. Mutlak olarak amel edilirse, bu durumda sahtecilikten emin olunamaz. Dolayısıyla bir hakimin diğerine mektubu, bazı şartlarla caizdir denir. "Hakimin memuruna ve bir hakimin bir başka hakime mektup yazması." İmam Buhari bu başlıkla yazı üzerine şahadete cevaz verirken "Hakimin hakime mektubu" ve "Hakimin memuruna mektubu" konusunda cevaz vermeyen kimselere verilecek cevaba işaret etmektedir. Bunu söyleyenin kim olduğu ve bu konudaki araştırma ileride gelecektir. "Birileri (Ebu Hanife ve taraftarları) şöyle demiştir: Bir hakimin şer'! cezalar (hudud) konusu hariç (bir diğer hakime) mektup yazması caizdir." İbn Battal şöyle demiştir: Buharl'nin Hanefllerden bu görüşü savunanlara karşı ileri sürdüğü delil açıktır. Zira adam öldürme konusunda mekhip caiz olmadığına göre yanlışlıkla yapılanla, kasten yapılan arasında ilk başta hiçbir fark yoktur. Yanlışlık1a yapılan öldürmede para, suçun hakim nezdinde sabit olmasından sonra gündeme gelmektedir. Kasten öldürme durumunda da ceza belki sonunda paraya dönüşebilir. Bu açıdan ikisine eşit bakmak gerekir. "Ömer b. el-Hattab, valisine hadler konusunda mektup yazmıştır." Ebu Zerr'in el-Müstemli ve el-Kuşmihenl'den Carı1d hakkında şöyle bir rivayeti vardır: Sözü geçen Carı1d Müslüman olmuş ve sahabe olma şeretine ermişti. Sonra Bahreyn' e dönüp, orada kaldı. Onun Bahreyn valisi Kadame b. Maz'un ile yaşadığı bir olay vardır. Abdurrezzak'ın Abdullah b. Amir b. Rebl'a'dan nakline göre Hz. Ömer, Kadame b. Maz'un'u valilik görevine tayin edince, Abdulkays kabilesinin efendisi Hz. Ömer' e geldi ve "Kadame içki içip sarhoş oldu" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer bu konu ile ilgili olarak Kadame'ye bir mektup yazdı. Abdurrezzak, Kudame'nin gelişi, Carud ve Ebu Hureyre'nin şahitliği, Kadame'nin Maide suresindeki ayeti delilolarak getirmesi, Hz. Ömer'in onacevap vermesi ve kendisine içki içme cezası olarak sopa vurması dahil olmak üzere bu olayı uzun uzun aktarır.(Abdurrezzak, Musannef, iX, 240) Hudud Bölümünün son kısımlarında bu olaya değinilmişti. Carı1d'un Basra'ya inişi bundan sonra olmuştur. O Hz. Ömer'in halifeliği döneminde hicrı 20 yılında şehit edilmişti. "Git, bundan bir çıkış yolu ara." Yani bu sorumluluktan bir çıkış yolu ara. Bu ya beyyineye geçerli bir tenkit ileri sürmek suretiyle olur ki bu durumda şahitlik geçerliliğini kaybeder ya da şahitliğe konu olan suçtan berı olduğunu gösteren bir delille olabilir. "........ O da bunu geçerli saydı" yani onu geçerli saydı ve gereğine göre amel etti. Bir Uyarı : İbn Kadame'nin el-Muğnf'sinde bu konuyla ilgili olarak şu açıklama yer almaktadır: Fetva imamlarının ifadelerine göre bir hakimin diğer hakime yazdığı mektup konusunda adil iki kişinin şahadette bulunması şarttır. Hakimin yazısının ve mührünün tanınması yeterli değildir. Hasan-ı Basrı, Sevvar, Hasen el-Anberı şöyle demişlerdir: Hakim, mektubu gönderen hakimin yazısını ve mührünü tanıyorsa mektubu kabul eder. Ebu Sevr'in görüşü de bu doğrultudadır. Biz de şunu ekleyelim: Bu yaklaşım Buharl'nin mektup konusunda delil soran ilk kişinin Sevvar olduğu yolundaki Sevvar'dan yaptığı nakl e muhalifti İbn Kadame'nin sözünü ettiği kimselere Buhari'nin zikrettiği tabiun ve onlardan sonra gelen nesilden. büyük beldelerin hakimleri olarak diğer sözünü ettiği kimseler eklenir. Buharl'nin attığı bu başlık diğer rivayetlerle birlikte üç hüküm içermektedir: 1 - Yazıya şehadet, 2- Hakimin hakime mektubu, 3- Mektupta olan şeyleri ikrara şehadet. İmam Buhari'nin ifadesinin zahirinden anlaşılan bu üç unsurun caiz olduğudur. Birinciden başlayacak olursak; İbn Battal şöyle demiştir: Bilginler, şahidin şehadet olayını hatırı ama d ıkça hakimin yazısını gördüğünde şahitlik yapmasının caiz olmadığı noktasında ittifak etmişlerdir. Şahit sözkonusu şehadeti hatırlamıyorsa, şahitlik edemez. Zira dileyen mühür kazıtır, dileyen mektup yazar. Bunun bir benzeri Hz. Osman'ın halifelik günlerinde vefat sebebi konusunda ifade edilen olayda geçmişti. Yüce Allah "Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır" buyurmaktadır.(Zuhruf, 86) İmam Malik yazı üzerine şahadeti geçerli saymıştır. İbn Şa'ban'ın nakline göre İbn Vehb şöyle demiştir: Ben bu konuda İmam Malik'in görüşünü almıyorum. Tahavı'nin görüşü ise şöyledir: Bu konuda fıkıh bilginlerinin tümü İmam Malik' e muhalefet etmişler ve onun bu konudaki görüşünü şaz kabul etmişlerdir. Çünkü yazı, yazıya benzer. Yapılan iş ne hakimin bir sözüne şehadettir, ne de gözle görmektir. İkinci hükme gelecek olursak, İbn Battal şöyle der: Bilginler hakimlerin hakimlere mektupları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk bunun caiz olduğu kanaatine varmıştır. Ancak Hanefller şer'ı cezaları (hudo.d) bundan istisna etmişlerdir. İmam Şafii'nin görüşü de bu doğrultudadır. İmam Buharl'nin Hanefllere karşı ileri sürdüğü delil güçlüdür. Çünkü yanlışlıkla yapılan katı, ancak katlin sabit olmasından sonra mala dönüşmektedir. İbn Battal şöyle devam eder: İmam Buharl'nin hakimin hakime yazdığı mektuba cevaz verdiğini zikrettiği tabiundan olan kadıların delili, hadisten alınma olup açıktır. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem civardaki hükümdarlara mektup yazmış ve onun yazdığı mektuba herhangi bir kimseyi şahit tuttuğu nakledilmemiştir. İbn Battal şöyle der: Öte yandan belli başlı beldelerdeki fıkıh bilginleri (fukahau'l-emsar) Sewar ve İbn Ebi Leyla'nın buna şahit gerektiği yolundaki görüşleri üzerine icma etmişlerdir. Gerekçe olarak insanların artık bozulduklarını ileri sürmüşler ve kan ve mal konusunda ihtiyatlı davranılmıştır demişlerdir. Abdullah b. Nafi'in nakline göre İmam Malik şöyle demiştir: Eski alimler mühür kullanılmasına cevaz verirlerdi. Bundan dolayı hakim birisine mektup yazar, mühürlemekten başka bir şey yapmazdı ve buna göre amel edilirdi. Nihayet hakimler töhmete uğrayınca yazdıkları mektup ancak iki kişinin şahitliğiyle kabul edilir oldu. Mektubun içindekini ikrara şehadet şklinde olan üçüncü hüküm hakkında İbn Battal şöyle .demiştir: Bilginler, bir hakim yazdığına iki kişiyi şahit tutup da onlara bunu okumaz ve içinde olanlar hakkında bilgi vermezse, o mektubun kabul edilip edilmeyeceği konusunda farklı görüşler sergilemişlerdir. İmam Malik bu caizdir derken, Ebu Hanife ve imam Şafii "caiz değildir" derler ve görüşlerine Allah Tealanın "Biz bildiğimizden başkasına şahit/ik etmedik"(Yusuf 81) ayet-i kerimesini delil göstermişlerdir. İbn Battal şöyle devam eder: İmam Malik'in delili şudur: Hakim bunun kendi mektubu olduğunu ikrar ettiği takdirde buna şahimkten maksat, mektubu alan hakimin bunun diğer hakimin yazdığı mektup olduğunu öğrenmesidir. Bazen hakimin nezdinde insanların öyle davaları olabilir ki, onu herkesin bilmesini istemez. Sözgelimi vasiyet eden vasiyetinde ileri gittiğinde bunu herkesin bilmesini istemez. İbn Battal şöyle devam eder: İmam Malik ayrıca şahitlerin üzeri mühürlü olan vasiyetle kapalı olan mektuba şahitlik etmelerine ce vaz vermiştir. Bu durumda iki şahit hakime "Biz hakimin bu mektubun içinde olanları ikrar ettiğine şahidiz" derler. Bu konudaki delil, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in valilerine yazdığı mektubu götürecek kimselere okumaksızın yazmasıdır. Bu mektuplar da birtakım hükümler ve sünnetler içermekteydi
- Bāb: ...
- باب ...
Huvaytib b. Abduluzza'nın nakline göre Abdullah b. Sa'd halifeliği zamanında Hz. Ömer'in yanına gelmişti. Ömer ona "İnsanların birtakım işlerini üstlenip, çalışmanın ücreti sana verildiğinde bunu almak istemediğini haber aldım. Bu doğru mu?" diye sordu. Olayın devamını kendisinden aktaralım: Ben bu soruya "Evet, böyledir" diye cevap verdim. Ömer: "Bununla neyi kastediyorsun?" dedi. Ben "Benim bir çok beygirlerim ve köleleri m vardır, durumum iyidir. Hizmetlerimin Müslümanlara sadaka olmasını arzu ediyorum" dedim. Ömer bana şöyle dedi: "Böyle yapma! Çünkü ben de vaktiyle senin yapmak istediğin işi yapmak istedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana gördüğüm devlet işlerine karşılık bir ücret verirdi de ben de ona "Sen bu hissemi benden daha fakir olan kimselere ver!" derdim. Nihayet bana bir keresinde mal verdi. Ben de "Bunu benden daha muhtaç olanlara ver" dedim. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Sen bunu al da mülkiyetine geçir ve tasadduk et. Göz dikmediği n ve istemediğin halde sana bu maldan bir şey geldiğinde onu al. Aksi takdirde o malı talep etme!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer'in nakline göre Hz. Ömer şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana devlete hizmetim karşılığı olarak ücretimi verirdi, ben de ona "Bu malı benden daha muhtaçlara ver" derdim. Nihayet bir keresinde bana mal verdi. Ben yine ona "Bunu benden daha muhtaç olanlara ver!" dedim. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Sen bu malı al, kendi mülkiyetine geçir ve tasadduk et. Göz dikmediğin ve istemediğin halde sana bu maldan bir şey geldiğinde onu al. Aksi takdirde talep etme." Fethu'l-Bari Açıklaması: "H1kimlerin ve devlet işini gören amir ve memurların maaşları." Başlıkta geçen "rızk" devlet başkanının beytü'l-malden Müslümanların işlerini görenlere vermiş olduğu ücret demektir. Mutarrızı şöyle demiştir: "Rızk" devlet başkanının beytü'l-malden ücretle çalışanlara her ay, "ata" ise her yıl tahsis ettiği miktardır. İmam Buharl'nin attığı başlıktaki "4::Js. WljVe'l-amiline aleyha" "hakim" kelimesine atfedilmiş olabilir. Buna göre başlık devlet dairelerinde çalışanların ücreti demek olur. İmam Buharl'nin bu cümleyi (4::Js. WIJ) (zekat ayetindeki cümleyi) hikaye tarzında getirmiş olma ihtimali de vardır. Böylece devletten maaş almanın caizliğini zekat ayetine dayandırmak istemiş olabilir. Zira zekat memurları" ........inneme's-sadukatu" ayetinden sonra" ........ el-fukara" ve ....... el-mesakın" kelimesi üzerine atfedildikleri için bu ücreti hak edenlerden olmaktadırlar. Taberi şöyle der: Çoğunluk, hakimin yargı görevi karşılığında ücret almasının caiz olduğu kanaatine varmışlardır. Zira hakimlik görevi onu kendi işlerini görmekten alıkoyar. Ne var ki selef bilginlerinden bir zümre, bunu mekruh görmüşler ama bununla birlikte haram kabul etmemişlerdir. Ebu Ali Kerabısı şöyle der: Hakimin yargı görevi karşılığında devletten ücret almasının sahabe ve daha sonraki nesilden elen ilim adamları nezdinde asla herhangi bir sakıncası yoktur. Belli başlı ilim )merkezlerindeki fıkıh bilginlerinin (fukahau'l-emsar) görüşü de bu doğrultudadır. Aralarında bu konuda herhangi bir ihtilaf olduğunu ben bilmiyorum. İçlerinde Mesruk'un da bulunduğu bir grup bilgin ise bunu mekruh görmüştür. Bilginlerin arasında hakimlerin ücret almalarını haram kabul eden olduğunu ben bilmiyorum. Mühelleb şöyle demiştir: Mekruhluk şuradan kaynaklanmaktadır: Yargı görevi esasen ihtisab olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Yüce Allah Nebiine "Deki ben buna (Nebilik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum "(En'am 90) buyurmaktadır. Hakimlerin ücret almalarını mekruh gören bilginler bu konudaki uygulamanın Yüce Allah'ın Nebiine getirmiş olduğu prensip üzere cereyan etmesini istemişlerdir. Bir başka sakınca ise bu mesleğe ehil olmayanların girip, hile ile insanların mallarını ellerine geçirmeleridir. Bir başkası şöyle demiştir: Yargı görevi karşılığında ücret almak, ücret helalden verildiği takdirde bilginlerin ittifakıyla caizdir. Ücreti almayan ancak takvasından dolayı almamaktadır. Buna karşılık ortada bir şüphe sözkonusuysa en uygun olanı kesin olarak ücret almamaktır. Alınan ücret beytü'l-malden meşru bir yoldan alınmıyorsa haram olur. Alınan ücretin haram olmasının daha ağır basması durumunda ihtilaf edilmiştir. Beytü'l-mal dışından alınan ücrete gelince, hakemin hükmüne başvuran taraflardan ücret almanın caizliğinde ihtilaf vardır. Bunu caiz görenler birtakım şartlar ileri sürmüşlerdir. Caizlik görüşü, o şartları ortadan kaldırmaya yol açabilir. Bu asırlarda sözünü ettiğimiz sakınca yaygınlık kazanmıştır. O derece ki bunu ortadan kaldırmak imkansız hale gelmiştir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir. "Aişe r.anha, yetimin vasisi yaptığı iş kadar ücret alır demiştir" demiştir. Biz de şunu belirtelim: İbn Ebi Şeybe Hişam b. Urve, babası isnadıyla bu haberi Hz. Aişe radıyallahu anM'ya dayandırmıştır. Buna göre Hz. Aişe radıyaııalıu an ha "Yoksulalan da uygun olarak yesin"(Nisa 6) ayet-i kerimesi hakkında şöyle demiştir: Yüce Allah, bu ayeti yetimin malını çekip çeviren kişi hakkında indirmiştir. Bu kişi malı yetimin çıkarına olacak şekilde idare eder. Şayet kendisi muhtaçsa o maldan yiyebilir. "Hz. Ebu Bekir ve Ömer seçildikleri andan itibaren beytü'l-malden maaş alıp yemişlerdir." Kerabısı'nin sahih bir isnadla nakline göre el-Ahnef'in "Biz Hz. Ömer'in kapısında duruyorduk" diye başladığı rivayetinde konumuzIa ilgili olarak Hz. Ömer şöyle demiştir: "Neleri helal gördüğümü size haber verebilirim: Binip hac edeceğim ve umre yapacağım hayvan, yazlık ve kışlık elbisem, Kureyş'in en üst ve en alt tabakasına mensup olmayan bir ferdi olarak kendimin ve ailemin yiyeceği." İmam Şafiı ve ilim ehli kimselerin çoğunluğu, buna ruhsat vermişlerdir. Ahmed b. Hanbel "Bu pek hoşuma gitmiyor. Yaptığı işe göre olursa yetimin velisi gibi değerlendirilir" demiştir. Bilginler bu görev için adam kiralamanın caiz olmadığında ittifak etmişlerdir. "İnsanların birtakım işlerini üstlenip, çalışmanın ücreti sana verildiğinde bunu almak istemediğini haber aldım" yani idarecilik ve yargı gibi birtakım işlerini üzerine alıp, üceretini almak istemediğini haber aldım. "el-Umale" yapılan işin ücreti anlamınadır. "Bununla neyi kastediyorsun." Yani bunu reddetmekle kastın nedir? Abdullah, maksadını "Bu hizmetlerimin ücretinin Müslümanlara sadaka olmasını istiyorum" diyerek açıklamıştır. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana gördüğüm devlet işlerine karşılık bir ücret verirdi." Bu cümledeki "el-ata" devlet başkanının devletin işleri için ayırmış olduğu mal demektir. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, 'Sen bunu al da mülkiyetine geçir ve tasadduk et.' buyurdu" Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu emri sahih olan görüşe göre bir irşad ve yol gösterme mahiyetindedir. İbn Battal şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Ömer' e en efdal olanı gösterdi. Zira yaptığı işin ücretini kendine ayırmayıp, daha fakir olanlara tercih etmekle sevap elde etse bile onu alıp, bizzat kendisinin sadaka olarak vermesi daha büyük bir sevaptır. Bu bize bir şeyi mülkiyetine geçirdikten sonra tasadduk etmenin büyük fazileti olduğunu göstermektedir. Zira ne fisler mala karşılık hırslı yaratılmışlardır. "İstemediğin halde" yani talep etmediğin halde. Nevevı şu açıklamayı yapar: Bu hadisten dilenmenin yasaklığı anlaşılmaktadır. Bilginler zorunluluk olmadıkça dilenmenin yasak olduğu noktasında ittifak etmişlerdir. Çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi konusunda ihtilaf edilmiştir. Sahih olan görüşe göre bu haramdır. Bazıları üç şartla dilenmek mubahtır demişlerdir. Bunlar kişinin kendisini alça1tmaması, dilen med e ısrarlı olmaması ve dilendiği kişiye eziyette bulunmamasıdır. Bu şartlardan biri eksik olduğunda dilenmek bilginlerin ittifakıyla haramdır. "Onu al. Aksi takdirde talep etme." Yani sana ücret gelmediği takdirde bunu talep etme, tam aksine bırak. Bundan maksat, başkalarını tercih etme yasaklığı değildir. Tam tersine kişinin hizmetinin ücretini alıp, sonra bizzat kendisinin tasadduk etmesi -az önce geçtiği üzere- daha büyük bir ecirlidir. Nevevı şöyle der: Bu hadiste Hz. Ömer'in menkıbesi, faziletinin, zühdünün ve insanları kendi nefsine tercihinin açıklaması vardır. Biz de şunu belirtelim: Bu mesele Abdullah b. Sa'dı açısından da böyledir. Onun fiili Hz. Ömer'in fiiliyle aynıdır. İbn Battal şöyle der: Hadise göre bir insanın eline istemeksizin geçen malı almak, terk etmekten daha faziletlidir. Zira malı almayan ki yok etmiş durumuna düşebilir. Bu konuda ise yasaklık vardır. İbnü'l-Müneyyir ise bu konunun malı yok etmekle hiçbir alakası yoktur diyerek İbn Battal'ı tenkit etmiştir. Onun bakış açısı şöyledir: Malı zayi etmek, meşru bir yere harcamaksızın döküp saçmaktır. Verileni almamak, veren kimsenin mal varlığını arttırmak, dünyadan yüz çevirmek ve görevi dünyalık bir bedel karşılığında ifa etme sakıncasından kaçınmak anlamına gelir. Dolayısıyla bu, malı zayi etmek sayılmaz. İbnü'l-Müneyyir şöyle devam eder: Daha üstün olmanın sebebi açısından uygun olan şudur: Görevi karşılığında ücret alan, almayana oranla kendini işe daha çok verir ve daha içtenlikle çalışır. Zira ücret almazsa o işi kendiliğinden gönüllü olarak yapmış olur. Bazen bu görevi üstüne almadığı düşüncesi ile ücret alan kadar işe sarılmaz. Ücret alan ise bunun tam aksidir. Zira o bu işin kendi üzerine vazife olduğunu düşün ür ve görevinde ciddiyetle çalışır
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd şöyle demiştir: "Ben onbeş yaşımda iken bir karı kocanın lianlarında hazır bulundum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların arasını tefrik etti
- Bāb: ...
- باب ...
Saide oğullarının kardeşi olan Sehl b. Sa'd şöyle anlatmıştır: Ensardan birisi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Karısıyla birlikte bir adamı yakalayan kimse hakkında ne dersiniz? Bu adam onu öldürebilir mi?" diye sordu. Bunun akabinde karı koca lian yaptılar, ben de o esnada orada hazır bulundum." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hz. Ömer, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberi yanında lian yaptırmıştır. " Bu, mescidde lian yapmanın caizliği konusunda esas alınacak en net ifadedir. Hz. Ömer'in Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberini seçmesi, onun minberinin yanında yapılacak yeminin daha ağır olduğunu düşünmesindendir. Minberin yanında yemin verme konusunda "Minberimin yanında yemin edilmez" şeklinde Cabir hadisi vardır. Bu hadisten yeminlerin belli mekanlarda icra edilmek suretiyle ağırlaştırılabileceği hükmü anlaşılmaktadır. Üzerine yemin edilen varlığın büyük olmasına rağmen yemin, muayyen zaman ve mekanda icra edilmek suretiyle ağırlaşmaktadır. Zira yemin eden kimsenin bizzat müşahede ettiği o büyük nesnenin yalan yere yeminden kaçınmada etkisi vardır. İbn Battal şöyle der: Bir grup bilgin mescidde hÜküm vermeyi müstehap görmüşlerdir. İmam Malik'in bu konudaki görüşü şöyledir: Bu eski bir uygulamadır. Zira hakimin huzuruna kadınlar ve zayıflar (rahatlıkla) girebilir. Yargılama hakimin evinde olduğu takdirde görülmemesi muhtemelolduğu için insanlar kendisine ulaşamazlar. İbn Battal şöyle der: Ahmed b. Hanbel ve İshak'ın görüşü de bu doğrultudadır. Bir grup bilgin ise yargılamanın mescidde yapılmasını mekruh görmüştür. Ömer b. Abdulaziz, el-Kasım b. Abdurrahman'a e yargılama yapma diye mektup yazmıştır. Gerekçe olarak "Çünkü huzuruna adet halindeki kadınlar gelebileceği gibi müşrikler de gelebilir" demiştir. İmam Şafiı ise şöyle der: Bence en uygunu, bu gerekçelerden dolayı hakimin mescid dışında hüküm vermesidir. Kerabısı şöyle demiştir: Bazıları yargılama bir müslüman la müşrik arasında geçebilir ve müşrik mescide girer gerekçesiyle mescidde hüküm vermeyi mekruh görmüşlerdir. Kerabısı şöyle der: Müşrikin mescide girmesi mekruhtur. Fakat onların arasında hüküm vermek, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mescidiyle başka mescidlerde seleften bu yana devam eden bir uygulamadır. Kerabısı daha sonra bu konuda birçok rivayete yer verir. İbn Battal şöyle demiştir: Sehl b. Sa'd hadisi mescidde hüküm vermenin -evla olanı mescidi korumak olsa bile- caizliğine delildir. İmam Malik şöyle demiştir: Eskiler mescidin dışındaki geniş sahada otururlardı. Burası ya cenazenin konduğu yer olurdu ya da Mervan'ın evinin geniş sahası olurdu. İmam Malik şöyle devam eder: Ben Yahudiler, Hıristiyanlar, adet halindeki kadınlar ve zayıflar kolayca ulaşabilecekleri için büyük şehirlerde bunu hakime müstehap görürüm. Hakimin bu durumu, tevazuya daha uygundur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescidde iken birisi geldi ve "Ya Resulallah' Ben zina ettimı" diye seslendi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ondan yüz çevirdi. Bu kişi kendi aleyhine dört kez zina itirafı yapınca, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Sende de/ilik var mı?" diye sordu. O kişi "hayır" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bunu götürün ve recm edin!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Şihab'a haber veren birisinin nakline göre Cabir b. Abdullah "Ben musallada o kişiyi taşa tutanların içinde idim" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mescidde hüküm verme. Dini bir ceza (had) uygulanacaksa hakimin mescidden dışarı çıkılmasını emretmesi ve cezanın dışarıda uygulanması." İmam Buhari bu başlıkla mescidde hüküm vermenin caizliğini mescidde bulunan kimseleri rahatsız edecek ya da mescide onu kirletmek gibi eksiklik verecek bir şeyin bulunmaması durumu ile kısıtlayan görüşe işaret eder gibidir. İbn Battal şöyle demiştir: Kufe bilginleri, İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel ve İshak mescidde dini cezaları (hudud) uygulamanın yasaklı ğı görüşüne varmışlardır. Şa'bi ve İbn Ebi Leyla ise bunu caiz görmüştür. İmam Malik şöyle der: Mescidde birkaç kamçı vurma şeklinde cezalandırmanın sakıncası yoktur. Cezanın miktarı arttığında bunun mescid dışında infaz edilmesi uygundur. İbn Battal'a göre mescidin bu tip şeylerden uzak kılınması görüşü daha uygundur
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ben ancak bir beşerim. Sizler bana davalarınızı getiriyorsunuz. Belki bazılarınız delilini diğerinden daha düzgün ifade etmiş olabilir. Ben de ondan işitmekte olduğuma göre hükmederim. Dolayısıyla her kimin kardeşinin hakkı olan bir şeyi onun lehine hükmetmiş isem sakın onu almasın. Ben ona ancak ateşten bir parça kesmiş olurum
- Bāb: ...
- باب ...
Bize el-Leys, Yahya ibn Saîd'den; o da Amr ibn Kesîr'den; o da Ebû Katâde'nin âzâdlısı Ebû Muhammed'den tahdîs etti ki, Ebû Katâde (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn günü: "Her kim bir düşman öldürür ve öldürdüğüne dâir beyyinesi de olursa, öldürdüğü kimsenin elbise, silâh ve diğer eşyaları onundur!” buyurdu. üzerine ben öldürmüş olduğum maktul için bir beyyine, bir şâhid aramağa kalktım. Fakat benim için onu öldürdüğüme şâhidlik yapacak hiçbir kimse bulamadım. Bunun üzerine oturdum. Sonra bende şu hâl meydana geldi: Ben o sırada bir adamın Rasûlüllah'a sözünü hatırladım. Onun meclisinde oturanlardan bir adam (Esved ibn Huzâî el-Eslemî): Şu Ebû Katâde'nin zikretmekte olduğu maktulün silâhları benim yanımdadır. dedi ki: O adam, Rasûlüllah'a: Ebû Katâde'yi o maktulün silâhları yerine başka şeyler ile raâzı kıl! dedi. üzerine Ebû Bekr: Hayır bu olmaz! Peygamber, Allah ve Rasûlü yolunda mukaatele eden bir arslanı bırakıp da, onun payını Kureyş'ten küçük bir çakala vermez! dedi. Katâde dedi ki: Bunun üzerine Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), o maktulün silâh ve eşyaları yanında bulunmakta olan adama emretti de, o da bu silâh ve eşyaları bana teslîm etti. Ben de onları sattım da bedeliyle bir bustân satın aldım. İşte bu bustân, benim aslına mâlik olduğum ilk maldır. şöyle dedi: el-Leys ibn Sa'd’ın kâtibi olan Abdullah ibn Salih bana el-Leys'ten olmak üzere şöyle dedi: Ebû Katâde: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ayağa kalktı da o maktulün silâh ve eşyalarını bana teslîm etti, demiştir. ehli (yani Mâlik ve bu hususta ona uyanlar): Hâkim, hâkimliği üzerine aldığı zaman yahut daha önceden birşeye şâhid olup da bilmekte olduğu ilmiyle hüküm veremez. Eğer bir hasım, hâkimin yanında hüküm verme meclisinde diğer bir kimse lehine bir hakk ikrar eylese, bâzı fakîhlerin görüşünde o hâkim bunun üzerine hüküm veremez. Ancak o hâkim ayrıca iki şâhid çağırır ve onları mahkemede bu hasmın ikrarında hazır bulundurmak suretiyle hükmeder, dediler. Irak ehli de (Ebû Hanîfe ve tâbi'leri) şöyle dedi: Kaadı, hüküm meclisinde işittiği yahut gördüğü şeyle hükmeder; hüküm meclisi dışında olan şeylerle o hususta hüküm vermez, ancak ikrarında hazır bulunduracağı iki şahidin şehâdetiyle hükmeder. ehlinden diğer bâzıları da (Ebû Yûsuf ve ona tâbi' olanlar): Hâkim, iki şâhid olmadan da hükmeder, çünkü hâkim i'timâd edilip güvenilmiş bir kimsedir. Çünkü şehâdetten murâd edilen, ancak hakkı bilmektir. Hâkimin ilmi ise şehâdetten daha çoktur! dediler. ehlinin bâzısı da: Hâkim, mallar hususunda kendi ilmi ile hüküm verir, fakat mallar dışındaki da'vâlarda (meselâ bir adamı zina ederken görse, bunu huzurunda şehâdetle beyyine olmadıkça) kendi ilmi ile hükmedemez, dediler. (Bu, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'tan nakledilmiştir.) ibn Muhammed ibn Ebî Bekr de şöyle demiştir: Hâkim için başkasının ilmi olmaksızın sırf kendi ilmi ile bir hüküm verip infaz etmesi olamaz, kendi ilmi başkasının şehâdetinden daha çok olmakla beraber (bu doğru olmaz). Çünkü beyyinesiz olarak sırf kendi ilmiyle hüküm vermekte müslümânlar katında kendi nefsini töhmete atmak ve onların gönüllerine fâsid zannlar düşürmek vardır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) de zannı kerih görmüş de (gelecek hadîste): "Bu kadın ancak Safiyye'dir" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Ali b. Hüseyin'in nakline göre Safiye bnt. Huyey (Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem itikaf yerinde iken onun yanına ziyarete) gelir. Safiye geri döneceği sırada Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onunla birlikte kapıya kadar yürür, tam bu sırada ensardan iki kişi oradan geçmektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları çağırır ve "Bu kadın Safiye bnt. Huyey'dir" buyurur. Bu iki ensarlı "Sübhanallah" derler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz ki şeytan Ademoğlunun vücudunda kanın dolaşması gibi dolaşmaktadırı" buyurur. Fethu'l-Bari Açıklaması: AÇIKLAMA’DAN SONRA BAB VE HADİS VAR "Hakimin görevi esnasında veya daha önce çekişme konusu olan olaya davacı veya davalı lehine şahit olması." Yani Hakim, kendi bilgisine dayanarak o kimsenin lehine ve hasmının aleyhine hüküm verebilir mi ya da bir başka hakimin huzurunda o kişinin lehine şahitlikte bulunabilir mi? İmam Buharl'nin ifadesi her ne kadar hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm veremeyeceği görüşünü tercih ettiğini gerektiriyor ise de bu meseledeki ihtilafın kuvvetli olmasından dolayı başlığını kesin bir ifade kullanmaksızın soru cümlesi şeklinde atmıştır. "Hicaz bilginlerinin kanaati şöyledir: Hakim olaya ister görevdeyken şahit olsun, isterse daha önce kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez." İmam Malik'in görüşü bu doğrultudadır. Ebu Ali Kerabısı şöyle demiştir: Hakim töhmete uğrama tehlikesinden dolayı kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Zira takva ehli bir kimsenin töhmete uğramayacağından emin olunamaz. Kerabısı şöyle devam eder: Zannediyorum İmam Malik, İbn Şihab'ın Zeyd b. Salt'ın naklettiği şu habere meyletmiştir: "Hz. Ebu Bekir bir kimseyi had uygulamak gerektiren bir suçu işlerken görürsem yanımda bir başkası daha olmadıkça ona ceza uygulamam demiştir." Kerabısı bundan sonra sahih bir isnadla İbn Şihab'ın şu sözünü nakletmiştir: İmam Malik'in o hadisi unutmuş olduğunu zannetmiyorum. Böyle olduğu için ümmetin fazilet ve ilimce onu taklit etmiştir. Hakimin kendi bilgisine dayanarak mutlak olarak hüküm vermesinin caiz olduğu görüşü şöyle bir sakınca doğurabilir: Hakim asla zina ettiği bilinmeyen, durumu kapalı (mestur) bir kimseyi zina ederken gördüğünü iddia edip, recm edebilir ya da bir erkeği karısını boşarken duyduğunu iddia edip, onları birbirinden ayırabilir veya bir efendinin cariyesini azat ettiğini duyduğunu ileri sürerek onları ayırabilir. Bu kapı bir açıldı mı her hakim, düşmanını cezalandırmaya, onun fasık olduğunu ileri sürmeye, kişiyle sevdiği arasını ayırmaya yol bulabilir. Buradan hareketle İmam Şafiı şöyle demiştir: Kötü hakimler olmasaydı, hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verebileceğini söylerdim. O zamanlar böyle bir sakınca gündeme geldiğine göre acaba zamanımızda neler olur bir düşünmek gerekir. Sonuç olarak bu son zamanlarda hakimlik mesleğine güvenilmez kimselerin çok gelmesi nedeniyle hakimlerin kendi bilgilerine dayanarak hüküm vermelerinin caizliğini kökünden ortadan kaldırmak tek çıkar yol haline gelmiştir. Doğruyu ancak Yüce Allah bilir. "Taraflardan biri hakimin huzurunda diğeri lehine yargı meclisinde bir hak itirafında bulunacak olursa, bazı bilginlere göre iki şahit çağırıp, onun ikrarına şahit tutmadıkça hüküm vermez." İbnü't-Tin şöyle demiştir: Hz. Ömer ve Abdurrahman'dan nakledilen görüş İmam Malik ve mezhebindeki çoğu bilginlerin görüşüdür. Maliki mezhebinden bazıları, yargı meclisinde taraflardan birinin huzurunda ikrarda bulunması durumunda hakimin kendi bilgisine dayanarak hüküm verebileceğini söylemişlerdir. İbnü'l-Kasım ve Eşheb şöyle demişlerdir: Hakim yargı meclisinde kendi huzurunda meydana gelen olay hakkında huzurunda şahit tutmadıkça hüküm veremez. İbnü'I-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Malik'in görüşüne göre kendi bilgisine dayanarak hüküm veren hakim mezhepte meşhur olan yaklaşıma göre bunu yapabilir. Ancak bilgisi yargılamaya başladıktan sonra oluşmuşsa bu konuda iki görüş sözkonusudur. Yargı meclisinde huzurunda yapılan ikrara gelince karşı taraf bu ikrardan sonra ve aleyhine hüküm verilmeden önce bunu inkar etmediği sürece ona dayanarak hüküm verebilir. İbnü'l-Kasım'ın yaklaşımı ise şöyledir: Hakim karşı tarafın inkarından sonra onun aleyhine hüküm veremez. Artık şahit konumuna düşmüştür. Bundan sonra İbn Müneyyir şöyle der: "Yargı meclisinde iki şahidin mutlaka yapılan ikrara şahitlikte bulunması gerekir" görüşü, sonunda ikrara dayanarak hüküm verme şekline döner. Zira şahitler, a) ya şahitlik ederler ya da etmezler. Şahitlik ettikleri takdirde hakimin (o kişiyi cezalandırmakta) mazur olması gerekir. Mazur olunca ikrara yapılan şahitliğin de başka şahitlerle ispatına ihtiyaç gerektirir. Bu durumda mesele zincirleme uzayıp gider. Şahitliğe ihtiyaç yok denirse hüküm, ikrara dayanılarak hüküm vermeye dönüşür. b) Şahitler, şahitlik etmezlerse o zaman dava yok hükmünde olur. Bir başkası buna şöyle cevap vermiştir: İkrara şahit tutmanın faydası, davalıyı inkar etmekten caydırmaktır. Zira davalı, ikrarına şahitlik edecek birisi bulunduğunu bildiği takdirde -tazir edilmekten emin olma durumunun aksine- bu cezanın korkusuyla inkardan kaçınır. "Iraklı alimlerin dışındakiler ise şöyle demişlerdir: Tam tersine buna dayanarak hükmünü verir. Çünkü o güvenilirdir." Burada "şahitlik" kelimesi ile gerçeğin bilinmesi kastedilmektedir. Hakimin gerçek şeye dair bilgisi şahitlikten çok daha güçlüdür. İmam Ebu Yusuf ve ona uyanların görüşü bu doğrultudadır. İmam Şafii de bu konuda onlar gibi düşünmektedir. Ebu Ali Kerabisi şöyle demiştir: Bana nakledildiğine göre İmam Şafii Mısır' da şu görüşü savunmuştur: Hakim ahlaklı (adil) ise şer' i ceza ve kısas konusunda -huzurunda itiraf edilmemişse- kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Her türlü hak davalarında ise verir. Bu konudaki bilgiyi ister göreve gelmeden önce elde etmiş olsun, isterse daha sonra elde etsin farketmez. Şafii'nin hakimi ahlaklı (adil) şeklinde kayıtlaması yargı görevine kuwet zoruyla ahlaklı olmayan kimselerin gelebileceklerine işarettir. "Bazı Iraklı bilginler ise şöyle demişlerdir: Hakim dava konusu mal olduğunda kendi bilgisine dayanarak hüküm verirken, bunun dışındaki davalarda veremez." İmam Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'un görüşü bu doğrultudadır. KerabısI'nin Ebu Yusuf'tan nakline göre hakim bir kimseyi -mesela zina ederken- görse huzurunda buna şahadet eden bir beyyine olmadığı sürece kendi bilgisine dayanarak hüküm vermez. Ahmed b. Hanbel'den de böyle bir rivayet naklediimiştir. Ebu Hanıfe şöyle demiştir: Dindeki genel kural (kıyas), hakimin bütün bu davalarda kendi bilgisine göre hüküm vermesi doğrultusundadır. Fakat ben genel kuralı bırakıp, istihsan yaparak bu hususta kendi bilgisine göre hüküm vermez diyorum
- Bāb: ...
- باب ...
Said b. Ebi Bürde şöyle demiştir: Babamın anlattığına göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisini ve Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndermiş ve "Kolaylaştınn, zorlaştırmayın, müjdeleyip sevindirin, nefret ettirmeyin ve birbirinize hükümde uygunluk gösterin" diye emretmiştir. Ebu Musa Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Bizim Yemen topraklarında biti' denilen bir içki yapılır. Bize ne emredersiniz?" diye sormuş, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Sarhoşluk verici her içki haramdır!" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "........" yani hükümde uygunluk gösterin, birbirinizle anlaşmazlığa düşmeyin! Zira bu, sizin yönettiğiniz halkın da görüş ayrılığına düşmesine yol açar. Bu da düşmanlığa, sonra da savaşa sebep olur. İhtilaf durumunda başvurulacak ilke, kitap ve sünnette yer alan ifadelerdir. Yüce Allah "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resulüne götürün {onların talimatına göre halledin)"(Nisa 59) buyurmaktadır. Bu konunun daha fazla açıklaması, inşallah İ'tisam bölümünde gelecektir. İbn Battal ve başkaları şöyle demiştir: Hadis ittifaka teşvik etmektedir. Zira ittifakta sevgi, kaynaşma, hak üzere işbirliği vardır. Hadise göre bir beldeye iki tane hakim tayin etmek caizdir. Bunlardan her biri beldenin belli bir köşesinde oturur. İbnü'I-Arabi şöyle der: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O iki hakimi, göreve getirdiği konularda ortak etti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu uygulaması, iki kişiyi yetkide ortak olarak hakim tayin etmede bir ilke koymuş oldu. İbnü'l-Arabi böyle diyorsa da İbn Battal'a göre bu görüş tartışılır. Çünkü bunun yeri, her iki hakimin verdiği hükmün geçerli olduğu alanlardır. Ancak İbnü'I-Müneyyir şöyle der: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in O iki kişiyi her olaydaki hükümde ortak hareket etmek amacıyla tayin etmiş olma ihtimali olduğu gibi, her birinin verdiği hükümde bağımsız olma ve her birinin kendine özel bir yargı alanı bulunma ihtimali de vardır. Bunun nasılolduğunu ancak Yüce Allah bilir. İbnü't-Tin'in yaklaşımı şöyledir: Doğru olanı iki hakimin ortak olduklarıdır. Ancak bir başka rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlardan her birini bir eyalete tayin etmiştir. Yemen iki büyük eyalete ayrılmıştl. Bizce itibar edilen budur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Esirleri kurtarın ve davet edenin davetine icabet edin" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hakimin davete icabet etmesi." Bu konudaki temel prensip, haberin genel anlamda olduğu ve davete gitmemek konusunda bir tehdit bulunduğudur. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Davete icabet etmeyen Allah'a ve Resu/üne isyan etmiştir" buyurmuştur. Bu hadisin açıklaması Nikah Bölümünün sonlarında geçmişti. Alimler şöyle derler: Hakim halktan bazı kimselerin davetlerine icabet ederken bazılarınınkine gitmemezlik edemez. Zira bu, davetine gidilmeyen kimsenin kalbinin kırılmasına yol açar. Ancak bir münker görmek örneğinde olduğu gibi hakimin davete icabeti terk etmekte mazereti bulunduğunda hüküm değişir. "İbn Battal şöyle demiştir: İmam Malik'in hakimin özellikle düğün daveti hariç, davete icabet etmesi uygun değildir. Düğün yemeğine gittiğinde dilerse yer, dilerse terk eder. Düğün yemeğini yememesi de bize daha sevimli gelir. Zira bu hakimlik makanı için daha nezih ve daha doğru bir davranıştır. Ancak davet sahibi, dinkardeşi veya akraba ya da sevdiği bir kimse ise gidebilir. İmam Malik fazilet ehli kimselerin her davete icabet etmelerini mekruh görmüştür. Davete icabet ah karnı velıme ve başka bölümlerde burada tekrarına ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıklanmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Humeyd es-Saidi şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Esed oğullarından İbnü'l-Utbiyye denilen bir adamı zekat toplamak üzere memur tayin etti. Bu adam (zekat malını alıp) geldiğinde "(Ya Resulallah!) Bu sizin malınızdır, bu da bana hediye verilmiştir!" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem minberde ayağa kalktı -Süfyan, minbere çıktı ifadesini kullanmıştırAllah'a hamd ve Ona yakışan sıfatlarla Rabbini övdü, sonra şu konuşmayı yaptı: "Şu memura ne oluyor ki onu bir görevle bir yere göndrediğimizde geri gelip bize 'Bu senin malındır, bu benimdir' diyor. Bu adam babasının yahut annesinin evinde otursaydı da o zaman kendisine hediye verilir miydi, yahut verilmez miydi? Canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, zekat memurlarından herhangi bir kişi beytü'l-malden haksız olarak bir şeyalırsa kıyamet gününde muhakkak o kimse çaldığı malı boynuna yüklenerek haşr olunup gelecektir. Çaldığı hayvan deve ise omzunda inleyerek, eğer sığır ise böğürerek, koyun ise şiddetli bir şekilde meleyerek (Arasat meydanına) getirilecektir!" Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem koltuk altlarının kırmızıyla karışık beyaz rengi görününceye kadar ellerini kaldırdı ve üç defa "Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi" diye ashabın tümüne sordu. Fethu'l-Bari Açıklaması: AÇIKLAMA’DAN SONRA BAB VE HADİS VAR "Memurlara Verilen hediyelerin Hükmü." Bu başlık Ahmed b. Hanbel ve Ebu Avane'nin rivayet ettikleri bir hadisten alınmadır. Ebu Humeyd'in nakline göre Resulullah s.a.v. "Memur/ara verilen hediyeler dev/et malını zimmete geçirmektir" buyurmuştur. Ebu Humeyd bu konuda İbnü'l-Utbiyye olayına yer vermiştir. Bunun bazı açıklamaları, Hibe, Zekat, Hileleri Terk ve Cuma bölümünde geçmişti. Cihad Bölümünde Ganimetten Çalma ile ilgili bazı açıklamalara yer verilmişti. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Devlet başkanı önemli konularda konuşma yapabilir ve Cuma bahsinde geçtiği üzere konuşmasına " loI emma ba'du=imdi" ifadesini kullanarak başlayabilir. 2- Güvenilir olarak tayin edilen kimseyi hesaba çekmek meşrudur. Zekat Bölümünde bu konu ele alınmıştı. 3- Devlet başkanı, devlet görevlilerinin haklarında hüküm verme yetkileri olan kimselerden hediye kabul etmelerini yasaklayabilir. Bu konunun ayrıntısı Hilelerin Terk Edilmesi Bölümünde geçmişti. Sözkonusu yasaklığın geçerlilik alanı devlet başkanının izin vermediği yerlerdir. Zira Tirmizl'nin nakline göre Muaz b. Cebel şöyle demiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni Yemen'e gönderdi ve bana 'Sakın iznim olmadan hiçbir şeyalma. Zira bu hakkın olmayan malı zimmete geçirmektir' buyurdu." (Tirmizi, Ahkam) Mühelleb şöyle demiştir: Hadise göre görevli bir şeyaldığında bunu beytü'l-male bırakır. Devlet görevlisi ancak devlet başkanının izin verdiği malları alabilir. Bu hüküm, İbnü'l-Utbiyye'nin kendisine hediye edildiğini söylediği şeylerin elinden geri alınmasına dayanmaktadır. İfadenin akışından anlaşılan budur. Özellikle daha önce geçen Ma'mer rivayetinden bu anlaşılmaktadır. Ancak ben bu konuda açık ve net bir şey görmedim. İbn Kadame'nin el-Muğnl'deki ifadesi de buna benzemektedir. Zira o rüşvetten söz ederken şöyle der: Rüşvet alanın bunu sahibine geri iade etmesi gerekir. Bu malın beytü'l-male bırakılma ihtimali de vardır. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İbnü 'l-Utbiyye'ye kendisine verilen hediyeyi verenlere geri iade etme emri vermemiştir. İbn Battal şöyle der: Borçlunun alacaklı olana hediye vermesi, görevlinin hediye alması kabilindendir. Fakat onun bunu borcuna mahsup etme imkanı vardır. 4- Hediye alanın aldığı kişiyi kayırmasını sağlayan ve onunla başbaşa kalma fırsatı veren her türlü yolu kapatmak gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi'in nakline göre İbn Ömer şöyle demiştir: Ebu Huzeyfe'nin azatlı kölesi Salim Medine'ye ilk hicret etmiş olan muhacirlere ve Nebi s.a.v.'in sahabilerineKuba mescidinde imamlık ederdi. Bu cemaatin içinde Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ebu Seleme, Zeyd, Amir b. Rebl'a vardı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Azadlı Kölelerin Hakimlik ve Devlet Memurluğu Görevlerine Atanmaları." Yani onların yargı görevine getirilmeleri ve kumandanıık veya haraç toplama memurluğu ya da imamlık gibi çeşitli görevlere tayinleri
- Bāb: ...
- باب ...
Urve b. Zübeyr'in Mervan b. el-Hakem ile Misver b. Mahreme'den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlar Hevazin esirlerinin hürriyete kavuşturulması hususunda kendilerine izin verdikleri zaman şöyle buyurdu: "İçinizden izin veren/e vermeyeni bilmiyorum. Şimdi siz geri dönün ve içinizdeki otoriteler durumunuzu bize arz etsin." Bunun üzerine insanlar geri döndüler. Kabilelerinin otoriteleri kendileriyle konuştu. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip, her biri (esirlerini geri vermekten) memnun olduklarını ve buna izin verdiklerini bildirdiler. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlar için otorite ve uzmanlar." Başlıkta geçen " •. \.jr urefa" '\,j ). arIf" kelimesinin çoğuludur. Artf, bir kitlenin bir grubun işlerini gören otorite, uzman kişi demektir. Kelimenin kullanımı "....... araftu ale'l-kavm" ve "..........a'rufu, .j)l.;\.j fe ene arifun ve raıIfun" şeklindedir. Bunun manası halkın yönetimini ve işlerini yürütmeyi üstlendim demektir. Sözkonusu kimselere "arıf" denilmesi, onların halkın işlerini bilmeleri ve ihtiyaç anında kendilerinden üst makama bildirmelerinden dolayıdır. İbn Battal şöyle demiştir: Bu hadis, uzman ve otorite kişiler görevlendirmenin meşru olduğunu ifade etmektedir. Çünkü devlet başkanının halkın bütün işlerini bizzat kendisinin yapması mümkün değildir. Dolayısıyla göreve getirdiği kişinin yaptığı icraatların kendisine ihtiyaç bırakmaması için yardımcı kişilere ihtiyaç duyması kaçınılmazdır. İbn Battal şöyle der: Herhangi bir konudaki emir ve yasaklık herkese yönelik olduğunda ve bu hususta bazı kimselere dayanıldığında belki de ihmal meydana gelebilir. Buna karşılık devlet başkanı her bir topluluğun başına bir .uzman ve otorite tayin ettiğinde insanlar için tek çıkar yol, onun emrettiğini yerine getirmektir. İbnü'l-Müneyyir Haşiye'de şöyle der: Hadisten hakimin şahit tutmaksızın ikrara dayanarak hüküm vermesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Zira otorite ve uzmanlar (ureta) her bir kişi için razı olduklarına dair iki şahit tutmamıştır. İnsanlar devlet başkanının vekili olan bu uzmanların yanında ikrarda bulunmuşlardır ve buna itibar edilmiştir. Hadise göre bir hakim kendi hükmünü bir başka hakime dilden aktarabilir ve diğer hakim de o hükmü -hakimlerden her biri kendi görev mahallinde olması şartıyla geçerli olur. Biz de şunu ekleyelim: Hadise göre otorite ve uzmanları kınama konusunda gelen haber uzman tayin etmeye engel değildir. Zira bu haber -eğer sabitse- uzmanlarda çoğunlukla görülen haksızlık yapmak, haddi aşmak ve günaha düşmeye yol açan insafı kınama amaçlıdır şeklinde yorumlanır. Sözü geçen hadisi Ebu Davud, Mikdam b. Ma'dikerib'ten şu şekilde nakletmiştir: "Bilgiçlik doğrudur ve insanların bir bilgiç ve otoritelerinin olması gereklidir. ancak (arifler) bilgiçler cehennemdedir."(Ebu Davud, Harac) Ahmed b. Hanbel'in ve sahihtir değerlendirmesi ile İbn Huzeyme'nin Ebu Hureyre' den nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Vay o emirlerin haline! Vay o bilgiçlerin haline!" buyurmuştur. Tibi şöyle der: "Bilgiçler/arifler cehennemdedir" ifadesinde zamir kullanılacakken açıkça "el-urefa" denilmesi, ariflerin/bilgiçlerin tehlikeli bir iş olduğuna ve bunu yapan kimsenin azaba yol açan sakıncalı duruma düşmekten emin olmadığına işaret etmektedir. Hadisin bu ifadesi Yüce Allah'ın şu ayetine benzer: "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınıarına ancak ateş tıkınmış olurlar."(Nisa 10) Dolayısıyla aklı başında olan bir kimsenin kendisini cehenneme sürükleyecek hususlara düşmemesi için bu hususta uyanık olması uygundur. Biz de şunu ekleyelim: Bu açıklamayı bir başka hadis teyid etmektedir. Zira o hadiste emirler ariflerin/uzmanların maruz kaldığı tehditle tehdit edilmektedirler. Bu bize şunu gösteriyor: Hadisten maksat, bu konuya giren herkesin salim olmayacağı ve her bir kişinin tehlikede olduğudur. İstisna ise herkes için takdir edilmiştir. "Bilgiçlik Doğrudur." Bundan maksat, onların tayini haktır/doğrudur demektir. Zira insanların faydası ve çıkarı bunu gerektirmektedir. Çünkü emir bizzat kendi yaptığı hususlarda yardıma ihtiyaç duyar. Yukarıda zikrettiğimiz hadisin de gösterdiği üzere bu konu için ariflerin/uzmanların Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında görev yapmış olmaları delil olarak yeterlidir
- Bāb: ...
- باب ...
Asım b. Muhammed b. 6eyd b. Abdullah b. Ömer'in nakline göre babası şöyle demiştir: Bir takım insanlar İbn Ömer'e "Bizler sultanımızın huzuruna girdiğimizde onlara dışarı çıktığımız zaman konuşmakta olduklarımızın zıtlını söylüyoruz" dediler. İbn Ömer "Biz bu hareketi (Nebi zamanında) münafıklık sayıyorduk" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İnsanların en kötüsü iki yüzlü olan kimsedir ki birine bir yüzle, diğerine bir başka yüzle gelir" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: (Ebu Süfyan'ın hanımı) Hind, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Siz de biliyorsunuz ki Ebu Süfyan çok cimri bir adamdır, ben onun malından almaya ihtiyaç duyuyorum!" dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Örfe göre sana ve çocuklarına yetecek miktarı aW buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mahkemede hazır olmayan kimse hakkında hüküm verme." Bu başlık, bilginlerin ittifakıyla Allah haklarında değil, kul haklarında gaibin aleyhine hüküm verme demektir. Mesela gaib olan bir kimse aleyhine, hırsızlık yaptığına dair bir delil ileri sürüIse hakim elinin kesilmesine hükmetmez, ama çalınan mal hakkında hüküm verir. İbn Battal şöyle demiştir: İmam Malik, Leys, Şafii, Ebu Ubeyd ve bir grup bilgin, gaib hakkında hüküm vermeyi caiz görmüşlerdir. İbnü'l-Kasım'ın nakline göre İmam Malik toprak ve gayr-ı menkul gibi gaibin delili olabilecek şeylerin bulunması durumunu istisna etmiştir. Ancak o kişinin gaibliği uzar veya kendisinden haber alınamaz olursa onun hakkında hüküm verilebilir. İbn Macişun bu haberin İmam Malik' e dayanmasının sıhhatini inkar etmiş ve şöyle demiştir: "Medine' de uygulama, gaib hakkında mutlak olarak hüküm verileceği yolundadır. Hatta kişi kendisine hüküm yöneldikten sonra gaib olsa hakim hakkında hüküm verir. İbn Ebi Leyla ve Ebu Hanıfe'ye göre hakim mutlak olarak gaib hakkında hüküm veremez. Beyyine getirildikten sonra davalı kaçsa veya gizlense hakim onu üç kez çağırır. Geldiği takdirde ne ala, gelmezse aleyhinde vereceği hükmü yürürlüğe koyar. İbn Kudame'nin görüşü şöyledir: İbn Şübrüme, Evzaı ve İshak bu görüşü geçerli kabul etmişlerdir. Bu yaklaşım Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivayetten biridir. Şa'bı ve Sevrı ise bunun mümkün olmadığını söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den nakledilen diğer görüş de bu doğrultudadır. O şöyle der: "Ebu Hanife mesela vekili olan kimseyi bundan istisna etmiştir. Dolayısıyla gaibin vekiline karşı görülen davadan sonra aleyhine hüküm vermek caizdir." Gaibin aleyhine hüküm verilmez görüşünü savunanlar, Hz. Ali'nin naklettiği şu hadisi delil olarak göstermişlerdir: "Davacı ve davalıdan birisinin lehine diğerini dinlemedikçe hüküm verme."(Tirmizi, Ahkam) Hadis, hasendir. Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bu grubun diğer delilleri ise şunlardır: Taraflar arasında eşit davranmayı emreden hadis ile, davacı mahkemeye geldiği takdirde hakimin onun ileri süreceği delili davalının ifadesini almadıkça dinleyemeyeceği hadisi, davalı hazır olmadığı takdirde davacının delilinin dinlenemeyeceği, bir de duruşmada hazır olmayanın, giyabında hüküm vermek caiz olsaydı mahkemeye gelmesi gerekli olmazdı düşüncesidir. Hazır olamayanın aleyhine hüküm vermenin caiz olduğu görüşünü savunan müçtehidler buna şöyle cevap vermişlerdir: Bütün bunlar gaib aleyhine hüküm vermeye engel deliller değildir. Çünkü davacı mahkemeye geldiğinde delili mevcuttur. Dolayısıyla bu delil dinlenir ve hakim, -önceki hükmü çürütmeye yol açsa bile- gereğine göre am el edilir. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadis davaya gelmiş olan taraflar hakkındadır diye yorumlanmıştır. İbnü'I-Arabl şöyle der: Hz. Ali'nin hadisitarafları dinleme imkanı olduğunda sözkonusudur. Hazır olmamadan dolayı bu imkansız olduğunda hüküm vermeye engelolmaz. Tıpkı karşı tarafın bayılması veya delirmesi ya da hacr altına alınması veya küçük yaşta olması durumlarında olduğu gibi. Hanefiler şuf' a konusunda buna göre amel etmişlerdir. Yanında gaibe ait bir mal bulunan kimse hakkındaki hüküm bu maldan gaibin eşinin nafakasını vermesi şeklindedir. Müellif bundan sonra Ebu Süfyan'ın eşi Hind'le ilgili Hz. Aişe radıyaWl.hu anna hadisini zikreder. İmam Şafil ve bir grup bilgin bu hadisi hazır olmayanın aleyhine hüküm vermenin caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Ebu Süfyan o zamanlar (gaib değil) o beldede bulunuyordu denilerek bu görüş tenkid edilmiştir. Bu konunun geniş bir açıklaması, yukarıda zikredilen hadisin şerhiyle birlikte Nafakat Bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb'in nakline göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Ümmü Seleme şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ümmü Seleme'nin hücresinin kapısı önünde bir kavga işitir. Onların yanına çıkar ve şöyle der: "Şunu bilin ben bir beşerim. Bana aranızdan davalı ve davacı gelir. Bazılarınız diğerinizden meramını daha düzgün ve açık anlatmış olabilir. Ben de doğru söylediğini zannederim ve onun lehine hükmedebilirim. Bunun için kimin lehine bir Müslümanın hakkını vermeye hükmetmiş isem bilsin ki bu hak ancak ateşten bir parçadır. İster onu alsın, isterse terk etsin
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle anlatmıştır: "Utbe b. Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd b. Ebi Vakkas'a vasiyet ederek Zem'an'ın cariyesinin oğlu bendendir. Bu çocuğu almalısın!" dedi. Hz. Aişe r.anha şöyle devam etti: Mekke'nin fethi senesi Sa'd b. Ebi Vakkas çocuğu yakaladı ve "Bu kardeşim Utbe'nin oğludur. Bunun nesebinin kendisine katılması için bana vasiyet etmiştir" dedi. Bunun üzerine Abd b. Zem'a ayağa kalkıp "Bu benim kardeşimdir, babamın cariyesinin oğludur, babamın döşeği üzerinde doğmuştur" dedi. Her iki taraf ard arda Resulallaha geldi. Sa'd "Ya Resulallah! Bu çocuk kardeşim Utbe'nin oğludur. Nesebinin kendisine verilmesine dair bana vasiyeti vardır" dedi. Abd İbn Zem'a "Bu benim kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur, babamın döşeği üstünde doğmuştur" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ey Abd b. Zem'a! Çocuk sana aittir. Çünkü çocuk kimin döşeğinde dünyaya gelmişse onundur. Zina eden için de mahrumiyet uardır" buyurdu. Bunun ardından Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem deva konusu çocuğun simaca Utbe'ye benzediğinden dolayı eşi Sevde bnt. Zem'a'ya "Ey Seude! Bundan sonra onun yanında tesettürde bulun!" buyurdu. Bundan sonra o çocuk Sevde, (vefat edip) Yüce Allah'a kavuşuncaya kadar onu bir daha görmedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: AÇIKLAMA’DAN SONRA BAB VE HADİS VAR. Başlıkta yer alan "Kardeşinin hakkı kendi lehine hükmedilen" cümlesi, davacı olduğu kişinin hakkı kendi lehine hükmedilen demektir. Davacılar en geniş anlamda kardeş sayılırlar. Bu "kardeş" kelimesi cins ismidir. Zira Müslüman, zimmı, muahid ve mürted bu hüküm açısından birbirine eşittir. Kelime neseb, süt, din kardeşliği ve başka hususlarda düzenli olarak kullanılmaktadır. Başlıkta özelolarak "kardeş" kelimesinin zikredilmesi, insanları harekete geçirmek kabilinden de olabilir. "Hakimin hükmünün bir haramı helal veya bir helali haram kılmayacağı." İmam Buhari bu cümleyi İmam Şafii'nin ifadesinden almıştır. Zira o bu hadisi zikredince şöyle demiştir: "Hadis ümmetin zahire göre hüküm vermekle yükümlü tutulduğunu göstermektedir." Aynı hadis "Hakimin hükmünün helali haram kılmadığı gibi, haramı helal kılmayacağını ifade etmektedir." "Biliniz ki ben bir beşerim." "Beşer" halk anlamına olup, bir gruba denebileceği gibi onlardan bir fert olmak anlamında bir kişiye de denebilir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vurgulamak istediği şahsiyeti ve nitelikleri itibariyle kendine mahsus birtakım meziyetlerle insanlardan farklı olmakla birlikte -yaratılışın aslı itibariyle- insanlıkta onlara benzediğidir. Hadisten Çık Sonuçlar 1- Birisini haksız yere dava etmek günahtır. Hatta kişi bir şeyi zahiren hak etse bile batını olarak o şey kendisine haramdır. 2- Bir kimse bir malı dava etse ancak ispat delili olmasa davalı taraf yemin eder ve hakim yemin eden kişinin beraatına hükmeder. Ancak (kişi yalan yere yemin etmişse) Allah katında (batıni olarak) beraat etmiş olmaz. Davacı bundan sonra davasına aykırı bir delil getirecek olursa davası dinlenir ve hüküm batıl olur. 3- Bir kimse hileli yollardan herhangi birine başvurarak batıl bir davada bulunsa da dava sonunda zahiren hak sahibi olsa ve bu hak konusunda kendi lehine hüküm verilse batını olarak onu alması helal olmaz ve bu hüküm dolayısıyla günahtan kurtulmaz. 4- Müçtehid bazen hata edebilir. Bu cümle ile her müçtehidin içtihadında isabetli davrandığını iddia eden kimsenin görüşü reddedilir. 5- Bir müçtehid hata ettiğinde günah kazanmaz. Aksine -ileride geleceği üzere- sevap elde eder. 6- Resulullah s.a.v., hakkında hiçbir şey inmeyen ve bazı kimselerin muhalif olduğu konularda içtihadına göre hüküm veriyordu. Bu hadis, İmam Şafil'nin her müçtehid içtihadında isabetlidir iddiasında bulunanlara karşı delilolarak ileri sürdüğü en net hadistir. Nebi s.a.v.'in içtihadı bazen kendisini bir fikre ulaştırır ve o da buna göre hüküm verir. Ancak o mesele iç yüzü itibariyle (batın) bunun aksine olur. Ancak böyle bir durum gerçekleştiğinde Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ismet sıfatı olduğu için bunu onaylamaz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem qçısından böyle bir durumun mutlak olarak olmayacağını söyleyenler şöyle düşünmüşlerdir: Onun hüküm verirken hataya düşmesi mümkün olduğu takdirde mükelleflere yanlış emir vermiş olması gerekir. Çünkü verdiği bütün hükümlerde ona uyma şeklinde bir emir vardır. Hatta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş 0Imazlar." Böyle bir durumun mutlak olarak olmayacağını söyleyenlerin bir diğer delili şudur: İcma hatadan korunmuştur. O halde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yüce mertebesi dolayısıyla evleviyetle hatadan korunmuştur. Bunların ileri sürdükleri birinci hususa verilecek cevap şudur: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mükelleflere verdiği emir onların hataya düşmelerini gerektirdiği takdirde bunda herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü böyle bir şey, mukallitler açısından zaten mevcuttur. Zira onlar müftü ve hakime -hata etmesi mümkün bile olsa- uymakla yükümlüdürler. (Dolayısı ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hatalı emrine uysalar ne sakınca olur ki!) İkinci delile cevabımız şudur: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hükümde hata etmiş olması, mükelleflerle ilgili hususlarda da hata etmesini gerektirir şeklindeki yaklaşımı kabul etmiyoruz. Zira iema, -bir delilolarak varlığı kabul edildiği takdirde- onu oluşturan bilginlerin dayanaklarının Hz. Nebiden gelen haberler olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla iemanın kendine değil, Nebi s.a.v.' e tabi olunmuş olmaktadır. Zikredilen hadis, "Nebi s.a.v. zahiren bir şeye hükmeder, ancak o şey iç yüzü itibariyle (batın) bunun tam aksine olur" diyen görüşe delildir. Bunda da herhangi bir sakınca yoktur. Çünkü bunun neticesinde aklen ve naklen herhangi bir muhal (imkansız) doğması gerekmez. Bunu kabul etmeyenler şöyle cevap venn;ş!e,d;, Had;s, ;kcaca veya beyyineye dayanan dava!arı çözmek konusuda verilen hükümlerle ilgilidir. Bu gibi hükümlerde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hata etmiş olmasında herhangi bir sakınca yoktur. Bununla birlikte o, hatayı onaylamaz. Nebi s.a.v. açısından imkansız olan, hata ederek "Bu hususta şer'i hüküm şöyledir" diye haber vermesi ve bunun da kendi içtihadına dayanmasıdır. Zira onun vereceği hüküm ancak hak olur. Çünkü Yüce Allah "O, arzusu na göre konuşmaz"(Necm 3)buyurmaktadır. Bu yaklaşıma, "Nebi s.a.v.'in mahkemede verdiği hüküm de şer'ı hüküm haline gelir. Böylece problem, eskiden olduğu gibi geri döner" diye cevap verilmiştir. Bunu caiz görenlerin delillerinden 'birisi şu hadis-i şeriftir: "La ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla mücadele etmem emrolundu. Bu kelimeyi söylediklerinde benden kanlarını korurlar" ve iki kelime-i şehadeti telaffuz eden kimsenin Müslüman olduğuna hükmedilir. Nebi s.a.v.'in vereceği her hükmü vahiy yoluyla öğrenmesi mümkün olduğu halde böyle davranmasının hikmeti şudur: O şer'ı hükümleri tebliğ ederken mükellefler için getirilmiş olan hükümlerle hükmediyordu ve kendisinden sonraki gelen yöneticiler de ona dayanıyorlardl. Bundan dolayı Nebi s.a.v. "Ben ancak bir beşerim" yani insanların mükellef kılındıkları şeylerin benzeri hususlarda hüküm verme konusunda bir beşerim diyordu. Bu nükteye İmam Buhari, Zem'a'nın cariyesinin oğlu konusundaki Aişe r.anha hadisine yer vermek suretiyle işaret etmiştir. Zira Resulullah s.a.v. çocuğun Abd b. Zem'a'nın kardeşi olduğuna hükmetmiş ve nesebini Zem'a'ya vermiştir. Sonra onun Utbe'ye olan benzerliğini görünce eşi Sevde'ye ihtiyaten çocuğun karşısında tesettüre girmesini emretmiştir. Nebi s.a.v.'in !ian yapan karı koca olayı hakkındaki sözü de bu kabildendir. Lian yapan kadın, kocası tarafından zina ettiği ileri sürülen erkeğe benzer bir çocuk doğurunca Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Uan yeminleri olmasaydı bu kadınla işim vardı" buyurmuştur. İmam Buhari, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Zem'a'nın cariyesinin dünyaya getirdiği çocuk hakkında -çocuk aslında ondan olmasa bile- zahire göre hüküm verdiğine işaret etmiştir. Buna içtihad açısından hata denmeyeceği gibi, ihtilaf noktalarından biri de değildir. Bunu Buhari' den önce İmam Şafii söylemiştir. Zira o yukarda zikredilen hadisten söz ederken şu ifadeyi kullanır: "Hadise göre insanlar arasında hüküm -kalplerinde aksinin olması mümkün olmakla birlikte- tarafların telaffuz ettikleri ifadelere göre verilir ve hakim hiç kimse hakkında ifadesi dışında bir şeyle hüknietmez. Böyle yapan hakim Allah'ın kitabına ve Nebiinin sünnetine muhalefet etmiş olur. İmam Şafil bir de şunu söylemiştir: "Nebi s.a.v.'in, Abd b. Zem'a lehinde çocuğun lem'a'nın cariyesinin çocuğu olduğuna dair verdiği hüküm böyledir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem çocuğun Utbe'ye açık bir şekiIde benzerliğini görünce eşi Sevde'ye onun karşısında tesettüre girmesini emretmiştir." Nebi s.a.v.'in "Ben ancak bir beşerim" şeklindeki ifadesinin arkasında yatan sır onun "De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim"(Kehf 110) ayet-i kerimesine sarıImaktır. Bunun manası hükümIeri zahire göre verme açısından bir beşerim ki bu konuda bütün mükellefler eşittir demektir. Bundan doIayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mükelleflerin hükmetmekle emroIundukIarının aynısıyIa hüküm vermekIe emroIunmuştur. BöyIece ona uymanın tam olması, iç yüzüne bakmaksızın zahiri hükümIere boyun eğmek suretiyIe kulların gönüllerinin hoş oImasl hedeflenmiştir. 8- DevI et başkanı (hakim) hakka itim at etmeIeri, ağır basan görüşe göre ameI etmeIeri ve hükmü buna göre kurmaIarı için taraflara öğüt vermelidir. Bu hem hakime ve hem de müftüye yönelik bir emirdir. Doğruyu en iyi Yüce Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Vail'in Abdullah b. Mesud'dan nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyIe buyurmuştur: "Bir kimse bir mal koparmak için yalan yere kasten yemin ederse Allah'a kendisine gazap/ı olduğu halde kavuşacaktır." Bunun üzerine Yüce AlIah "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. "(Al-i imran 3) ayetini indirdi. [-7184-] Abdullah oradakilere bu hadisi naklederken meclise el-Eş'as b. Kays geldi ve dinleyenlere şöyle dedi: Bu ayet benim ve bir kuyu konusunda kendisi ile dava gördüğüm bir kimse hakkında indi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Beyyinen var mı?" diye sordu. Ben "hayır" deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Öy/e ise o yemin etsin!" buyurdu. "Bu takdirde o kişi (yalan yere) yemin eder!" dedim. Bunun üzerine "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere ge/ince" ayeti indi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kuyu ve benzeri şeyler hakkında verilecek hüküm." İmam Buhari bu konuda Abdullah b. Mesud'un hadisine yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Eyman ve'n-NüzCır/ Yeminler ve Adaklar Bölümünde geçmişti. İbn Battal şöyle der: Bu hadis hakimin zahiren verdiği hükmün haramı helal kılmayacağına ve yasaklı olan şeyi mubah hale getirmeyeceğine delildir. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetini yalan yere kasten yemin ederek din kardeşinden bir şey koparmanın kötü akıbeti konusunda uyarmıştır. Yukarıda yer alan ayet, Kur'an'da bu konuda gelmiş en ağır tehdidi ihtiva etmektedir. Netice olarak burada yer verilen ayet ve hadislerden din kardeşine hile yaparak onun hakkından herhangi bir şeyi batıl bir yolla eline geçiren kimseye -günahı çok ağır olduğu için- bunun helal olmadığı sonucu çıkmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kapısının yanında bir davalaşma gürültüsü işitti ve hemen onların yanına çıktı. Onlara şöyle buyurdu: "Ben ancak bir beşerim. Şu da bir gerçek ki bazen bana hasımlar gelir, bazısı diğerinden daha belagatlz konuşabilir. Ben de bu sebeple onu doğru söyledi zannederek lehine hüküm veririm. Kimin lehine bir Müslümanın hakkını vermeye hükmetmiş isem (iyi bilsin ki) bu hüküm ateşten bir parçadır. Artık o kimse bu ateşi alsın ya da onu terk etsin." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Malın çoğu ve Azı Hakkında Verilecek Hükmün Aynılığı." İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Buhari, bundan önceki attığı başlıktaki tahsisin kötü akıbetinden korkmuş ve az veya çok her şeyaçısından hükmü n aynı olduğu şeklinde bir başlık atmıştır. Sonra bu konuda o başlıktan bir öncesinde (29. başlık) zikredilen Ümmü Seleme hadisine yer vermiştir. Çünkü orada Resulullah s.a.v. "Kimin lehine bir Müslümanın hakkını vermeye hükmetmiş isem" ifadesi yer almaktadır. Bu cümle, az ve çok bütün malı ihtiva etmektedir. İmam Buhari bu başlığıyla adeta şu görüşe verilecek cevaba işaret eder gibidir: "Hakim bazı konularda olmasa bile bazılarında dilediği bazı kişileri bilgisinin gücü ve sözünün geçerliliği oranında vekil tayin edebilir." Bu yaklaşım bazı Malikilerden naklediİmiştir. İmam Buharl'nin bu başlığı şu görüşe verilecek cevaba da işaret edebilir: "Yemin sadece muayyen miktardaki bir mal konusunda verilir. Değersiz şeylerde yemin vermek gerekmez." Veya atılan başlık, şu yaklaşıma cevap da teşkil edebilir: "Bazı hakimler maddi değeri küçük olan şeyler hakkında hüküm vermezler. Tam tersine böyle bir dava önlerine geldiğinde bunu vekillerine havale ederler." Bunu İbnü'l-Müneyyir nakletmiş ve böylesi bir yaklaşım bir çeşit kibir sayılır demiştir. Birinci açıklama, İmam Buharl'nin maksadına daha uygun düşmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Abdullah şöyle anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sahabilerinden birinin kölesini "Benden sonra sen hürsün" diyerek (müdebber) azad ettiği haberi ulaştı. Halbuki bu kişinin sözkonusu köleden başka hiçbir malı yoktu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O köleyi sekiz yüz dirhem mukabilinde sattı ve parasını o kişiye gönderdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanının (hakimin) insanların mallarını ve akarlarını onların aleyhine satabileceği." İbnü'I-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Buhari yukarıdaki başlıkta "satım akdini" imama (hakime) izafe ederek bunun sefih in malında, gaib olanın borcunu ödemede ya da borcunu ödemeyen kimsenin malında veya başka bir hususta gerçekleştiğine işaret etmek istemiştir. Böylece o imamın (hakimin) genelolarak mallarla ilgili akidlerde tasarruf yetkisinin olduğunu ortaya koymak istemiştir. Mühelleb şöyle der: Devlet başkanı (hakim) insanların maııarını kendilerinde malları konusunda bir sefihlik gördüğü takdirde onların hesabına satabilir. Buna karşılık kişi sefih değilse, malından hiçbir şeyi onun hesabına satamaz. Ancak zimmetinde bir başkasının hakkı varsa bu müstesnadır. Yani kişi zimmetinde bulunan hakkı ifa etmekten kaçındığı takdirde hakim onun malını satabilir. Gerçekten bu konudaki hüküm Mühelleb'in dediği gibidir. Fakat müdebber satışı meselesi bu konudaki sınırlamayı reddetmektedir. Mühelleb buna şöyle cevap vermektedir: Müdebberin sahibinin başka bir malı yoktu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun bütün malını mülkünü harcamış olduğunu görünce ve bu tavrıyla tehlikeye maruz kaldığını müşahede edince yaptığı uygulamayı iptal etti. Eğer o kişi bütün malını mülkünü harcamamış olsaydı yaptığı bu tasarruf iptal edilmeyecekti. Bu Nebi s.a.v.'in alışverişierinde aldanan kimseye 'f1ıldatmak yok de" şeklindeki emrine benzer
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer r.a. şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir ordu birliği hazırladı ve başına Zeyd'in oğlu Üsame'yi kumandan yaptı. Onun kumandanlığı konusunda ileri geri söyleyenler oldu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Üsame'nin kumandanlığı konusunda tenkitte bulunuyorsanız, siz bundan önce onun babasının kumandanlığına da dil uzatmıştınlz. Allah'a yemin ederim ki Zeyd kumandanlığa nasıllayık olduysa ve bana insanların en sevimlilerinden biri idiyse hiç şüphesiz şu Üsame de babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Emirler hakkında hiçbir şey bilmeden kötülemede bulunan kimseye aldırmama." Başlıkta geçen "lem yekteris" iltifat etmedi, aldırmadı anlamınadır. Mühelleb şöyle demiştir: Yukarıdaki başlığın manası şudur: Birisine dil uzatan, o kişinin durumunu bilmeyip de onda olmayan bir şey hakkında kendisine iftira atarsa onun bu tenkidine aldınlmaz ve ona göre hareket edilmez. İmam Buhari başlıkta "hiçbir şey bilmeden" ifadesini kullanmıştır. Böylece bir bilgiye dayanarak tenkitte bulunan kimsenin ifadesine göre amel edileceğine işaret etmiştir. Bir kimse ihtimale açık bir şeyle tenkitte bulunacak olursa bu, devlet başkanının (hakimin) görüşüne hava le edilir. Hz. Ömer'in Sa'd'a karşı yaptığı uygulama, bu kurala göre değerlendirilir. Hz. Omer, Kılfelilerin kendisini tenkit etmeleri nedeniyle suçsuz olduğu halde Sa'd'ı görevinden azletmişti. Mühelleb buna şöyle cevap vermiştir: Hz. Ömer Sa'd'ın gizli durumunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Zeyd ve Üsame'nin durumunu bildiği kadar bilmiyordu. Yani onun Sa'd'ı azletme sebebi, ihtimal bulunması idi. Bir başkası şöyle demiştir: Hz. Ömer'in görüşü iki fesattan dahahafif olanını üstlenmek şeklindedir. O Sa'd'ın görevden azledilmesini, o belde de kendisine karşı isyan eden kimselerin tahrik edecekleri fitneden daha hafif görmüştür. Bundan dolayı vasiyetinde "Sa'd'ı ne zaafından ve ne de hıyanetinden azlettim" demiştir. İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Üsame'nin kumandanlığı konusunda sonucun esenlik olduğunu kesin bir dille ifade etti. O Üsame'ye dil uzatanların görüşlerine iltifat etmedi. Hz. Ömer' e gelince, o bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmadığı için ihtiyat yolunu tuttu. İmam Buhari, Üsame'nin gönderilmesi konusunda İbn Ömer hadisine yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması daha önce geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah katında erkeklerin en sevimsizi, husumeti şiddetli olan kimsedir" buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Eleddü'l-hasm (hüsumeti devamlı olan kimse)."...... Eleddü'l-hasm" tabirinden ne kastedildiği Mezalim Bölümünde ve Bakara suresinin tefsirinde daha önce geçmişti. "Bu, husumeti devamlı olan kimsedir" şeklindeki ifade, İmam Buharl'nin tefsiridir. Bundan maksadın "Husumeti şiddetli" anlamına olması da mümkündür. Zira "el-hasm" kelimesi mübalağa kipindendir. Dolayısıyla kelime, "şiddet" ve "çokluk" anlamlarına muhtemeldir. Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Mecaz'da "......''; Kavmen ludda=şiddetle karşı çıkan bir topluluk" (Meryem 97) ayeti hakkında şu açıklamayı yapmıştır: Bu kelimenin tekili "eledd"dir. Eledd, batılı iddia edip, hakkı kabul etmeyen demektir. İmam BuhMi, "eledd" konusunda Hz. Aişe radıyalliihu anhii hadisine yer vermiştir. Bu kelimenin açıklaması daha önce geçmişti. Yukarıdaki hadiste "erkeklerin en sevimsizi" ifadesi hakkında Kirmanı şöyle demiştir: "el-Ebğad kafir demektir." Buna göre hadisin manası "Erkeklerin en sevimsizi kafirlerdir" şeklinde olur. Kafir, inatçı demektir. Hadise "İnsanların en sevimsizi başkalarıyla davalaşan bazı kimselerdir" şeklinde mana vermek de mümkündür. Biz de şunu ekleyelim: Bu açıklamalardan ikincisi esas alınmalıdır. Bu, sevimsiz olan kişinin kafir veya Müslüman olmasından daha geneldir. Kişi kafirse onun açısından "en sevimsizlik", genelolarak hakiki manadadır. Eğer Müslümansa bu takdirde sevimsizliğin sebebi, insanlarla çokça dava lı ve davacı durumuna düşmek genellikle kişiyi kınanacağı durumlara götürür ya da bu ifade Müslümanların arasında haksız yere dava gören birtakım kimselerle ilgili olabilir. Hadiste davalaşmayı bırakmaya teşvik vardır. Ebu Davud'da Ebu Ümame'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: "Haklı bile olsa mücadele ve inadı terk eden kimseye cennetin etrafında bir köşke ben kefilim. "(Ebu Davfıd, Edeb)
- Bāb: ...
- باب ...
Salim'in nakline göre İbn Ömer şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Halid b. Velid'i Cezıme oğulları üzerine (bir askeri birlikle) gönderdi. (Halid onları İslam'a davet etti.) Fakat onlar "eslemna = biz Müslüman olduk" demeyi güzelce beceremiyorlardı. Bunun yerine "sabe'na, sabe'na = şirkten çıktık, şirkten çıktık!" diyorlardı. Bunun üzerine Halid bunlardan bir kısmını öldürmeye, bir kısmını da esir etmeye başladı ve bizden seriyyede bulunan her bir askere kendi esirini verdi ve bizden her bir askere kendi elindeki esiri öldürmesini emretti. Bunun üzerine ben "Vallahi ben esirimi öldürmem, arkadaşlarımdan hiçbirisi de esirini öldürmeyecektir!" dedim. Seferin sonunda Nebi s.a.v.'in huzuruna vardığımızda bunu kendisine arz ettik. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki kere 'Allah'ım! Ben Halid'in işlediği bu işten sana sığınıyorum!" diye dua etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hakim zulüm ile hükmettiğinde veya ilim ehline zıt bir hüküm verdiğinde bu hükmünün reddedileceği." Başlıktaki "reddun", kelimesi reddedilmiştir anlamınadır. Bu hadisin açıklaması, Meğazı bölümünün Halid'in Cezıme oğullarına gönderilmesi başlığı altında geçmişti. Başlıktan maksat Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Allah'ım Halid'in bu yaptığından uzak olduğumu sana arz ederim!" şeklindeki ifadesidir. Bunun manası Halid ne kastettiklerini sormadan "sabe'na" diyen o kimseleri öldürmesinden uzak olduğumu sana arzediyorum demektir. Zira haberde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İbn Ömer ve ona uyanların, hadiste sözü geçen kimseleri öldürmeleri yolunda Halid'in emrine uymayı terk etme şeklindeki tavırlarını doğru bulduğuna işaret vardır. Hattabı şu açıklamayı yapmıştır: Nebi s.a.v.'in -Halid'i içtihat ettiği için cezalandırmamakla birlikte- yaptığı fiilden beri ve uzak olduğunu söylemesindeki hikmet, bu konuda kendisine izin vermediğinin bilinmesidir. Zira o bazılarının Halid'in bu hareketi Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in izniyle yaptığı inancına kapılabileceklerinden korkmuştur. Bir de bundan sonra Halid' den başkasının onun bu uygulamasını yapmaya kalkışmasını önlemek istemiştir. İbn Battal şöyle der: Bir müçtehidin verdiği hükmün, ilim ehli kimselerin aksine olduğu ortaya çıktığında her ne kadar günah düşmüş ise de -ihtilaflı olmakla birlikte- çoğunluğa göre hata eden kimsenin tazminat vermesi gerekir. Sözkonusu tazminatın hakimin akilesi tarafından mı, yoksa beytü'l-malden mi ödeneceği konusunda farklı yorumlar vardır. Diyetler bölümünd2 bu konuya kısaca işaret edilmişti. Bu konuda ortaya çıkan sonuç şudur: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu fiilden uzak olduğunu belirtmesi, onu işleyenin günaha girmiş olmasını gerektirmediği gibi, kendisine mali ceza yüklemeyi de gerektirmez. Çünkü hata eden kimsenin günahı -yaptığı fiil güzel değilse de- kaldırılmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl b. Sa'd es-Saidi şöyle demiştir: Amr oğulları arasında bir kavga çıkmıştı. Bu kavga Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kulağına gidince öğle namazını kıldı. Sonra aralarını düzeltmek üzere onların yanına gitti. Nihayet ikindi vakti gelince müezzin Bilal ezan okudu, kamet getiı -li ve Ebu Bekir' e namazı kıldırmasını istedi. Ebu Bekir öne geçip namaza durdu. Ebu Bekir namazda iken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi. İnsanların saflarını yara yara nihayet Ebu Bekir'in arkasına geldi ve ona yakın olan safın içine geçip, namaza durdu, Sehl dedi ki: Cemaat, (Ebu Bekir'e Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gelişini haber vermek için) el çırptı. Ebu Bekir ise namaza durduğu zaman onu bitirinceye kadar hiçbir şeye iltifat etmezdi. Ebu Bekir kendisine el çırpmanın durmadığını görünce başını çevirdi ve Hz. Nebii arkasında namaza durmuş gördü. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir'e "Namazını kıldırmaya devam et" diye işaret etti ve eliyle de yerinde durması işareti yaptı. Ebu Bekir yerinde birazcık durdu da Nebiin "yerinde dur" işaretinden dolayı Allah'a hamdetti. Sonra geri geri yürüyerek safa girdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir'in geri çekildiğini görünce öne geçti ve böylece insanlara bu namazı kıldırdı. Namazını bitirince "Ya Eba Bekir! Sana yerinde dur diye işaret ettiğim zaman neden namaza devam etmedin, bir engel mi vardı?" diye sordu. Ebu Bekir, "Ebu Kuhafe'nin oğluna Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in önünde imamlık yapmak yakışık olmaz" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cemaate "Namazda iken herhangi bir durumla karşılaştığınızda karşı tarafı ikaz etmek maksadıyla erkekler tesbih etsin, kadınlar da el çırpsın!" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanının (hakimin) bir kavme gelip onların aralarını düzeltebileceği." İbnü'I-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Buharl'nin attığı başlıktan anlaşılan devlet başkanının hasımlar arasında bizzat devreye girerek arabuluculuk yapmasının caizliğine dikkat çekmektir. Bu hükümde değişikliğe gitme (tashif) sayılmaz. Bu başlık bir de devlet başkanının hasımların arasını bulmak için husumet mahalline gitmesinin caiz olduğunu göstermektedir. Bunun sebebi tehlikenin büyüklüğüdür ya da devlet başkanının ancak görmek suretiyle bilinebilecek şeyleri keşfetmesidir. Bu tavır, bazı kimselere özel muamele, ayrımcılık, değer vermeme sayılmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd b. Sabit şöyle anlatmıştır: Ebu Bekir (hafızların) Yemame'de şehit olmalarından dolayı bana haber gönderdi. Yanında Ömer de vardı. Ebu Bekir şunları söyledi: Ömer bana geldi ve dedi ki: "Yemame gününün şiddetli savaşında Kur'an hafızlarından birçoğu şehit oldu. Ben diğer savaş sahalarında da harbin şiddetli olup, Kur'an hafızlarının şehit edilmelerinden, bu sebeple de Kur'an'dan büyükçe bir kısmın zayi olup gitmesinden endişe ediyorum. Bundan dolayı senin Kur'an'ın kitap halinde toplanmasını emretmenin güzel bir şey olacağını düşünüyorum." Ebu Bekir Zeyd'e şöyle dedi: Ben de Ömer'e "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yapmadığı bir işi nasıl yaparım?" dedim. Ömer bana "ValIahi bu hayırlı bir iştir" dedi ve bana bu hususta müracaatta bulunmaya devam etti. Nihayet Allah benim göğsümü Ömer'in göğsünü açmış olduğu iş için açtı da ben de bu işte Ömer'in düşündüğü gibi düşündüm. Zeyd, olayın devamını şöyle anlattı: Ebu Bekir bana şunlarısöyledi: "Sen genç ve akıllı bir adamsın. Biz seni hiçbir kusurla itham etmiyoruz. Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için vahyi yazıyordun. Dolayısıyla şimdi Kur'an'ı araştır ve bir araya topla!" Zeyd şöyle devam etti: "Allah'a yemin ederim ki, eğer bana dağlardan birini nakletmeyi teklif etmiş olsalardı, o iş bana Ebu Bekir'in teklif ettiği Kur'an'ı toplama işinden daha ağır olmazdı. Onlara 'Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz?' dedim." Ebu Bekir "Vallahi bu hayırlı bir iştir" dedi ve beni teşvik etmeye ve bana müracaatta bulunmaya devam etti. Nihayet Allah Ebu Bekir ile Ömer'in göğüslerini genişlettiği bu işe benim de göğsümü açıp genişletti ve ben de onlar gibi düşünmeye başladım. Bunun üzerine Kur'an'ı araştırdım ve onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, inceltilmiş deri ve bez parçalarından, taş levhalardan ve hafızların ezberlerinden toplamaya koyuldum. Nihayet et-Tevbe suresinin sonunu "........." ayetini sonuna kadar Huzeyme'nin yahut Ebu Huzeyme el-Ensarl'nin yanında buldum ve bunu ilgili olduğu sureye kattım. Neticede toplanan bu sahifeler, Ebu Bekir'in yanın aziz ve celil olan Allah kendisini vefat ettirinceye kadar kaldı. Sonra vefat ediR{:e ye kadar hayatı boyunca Ömer'in yanında kaldı. Bundan sonra Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hüküm yazıcı katibin güvenilir ve akıllı bir kimse olmasının müstehap 01duğu." Başlıkta geçen "katip" kelimesinden maksat, hüküm ve başka şeyleri yazan kimse demektir. İmam Buhari bu konuda Zeyd b. Sabit'le, Hz. Ebu Bekir ve Ömer arasında Kur'an'ın toplanması konusunda geçen olayı konu alan hadise yer verdi. Bu hadisin geniş bir açıklaması, Fezailü'I-Kur'an bölümünde geçmişti. Burada hadise yer verilmesinden maksat, Hz. Ebu Bekir'in Zeyd'e "Sen genç ve akıllı bir adamsın. Biz seni hiçbir kusurla itham etmiyoruz" şeklindeki ifadesidir. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu hadis aklın, insanda bulunan güzel özelliklerin aslı ve esası olduğunu göstermektedir. Zira Hz. Ebu Bekir, Zeyd'i akıllı olmaktan daha fazla bir şeyle nitelememiştir ve bu niteliği onun güvenilirliğine ve kendisinde töhmet olmamasına sebep olarak göstermiştir. Biz de şunu ifade edelim: Gerçek onun dediği gibi değildir. Çünkü Ebu Bekir sözkonusu nitelemenin ardından şöyle demiştir: "Sen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için vahyi yazıyordun." Bundan dolayı o Zeyd'i akıllı olarak nitelemekle yetinmiştir. Çünkü Zeyd'in güvenilirliği, yeterliliği ve akıllılığı olmasaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona vahiy yazdırmazdı. Hz. Ebu Bekir'in onu "akıllı olmakla ve herhangi bir kusurla itham edilmemekle" nitelemesi, bunların dışında başka bir şeye değinmemesi bu niteliğin onda devam ettiğine işaret etmektedir. Aksi takdirde "akıllı" kelimesiyle birlikte sırf "Biz seni hiçbir kusurla itham etmiyoruz" cümlesi, onun yeterliliği ve güvenilirliğinin sabit olması açısından kafi değildir. Nice aklı parlak ve bilgili kimse vardır ki hıyanetleri ortaya çıkmıştır. Mühelleb şöyle devam eder: İmam Buharl'nin bu başlığına göre sultanın ve hakimin katip tutması caizdir. Hadise göre herhangi bir konuda bilgi sahibi olan kimse, o konunun çözümü gündeme geldiğinde başkasından daha evladır. Beyhakl'nin hasen isnadla nakline göre Abdullah b. ZUbeyr şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdullah b. el-Erkam'ı katip yaptı. Abdullah onun adına civardaki ülke krallarına mektup yazıyordu. Abdullah Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nazarında güvenilirlik açısından öyle bir dereceye ulaşmıştı ki Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona mektup yazmasını emrediyor, sonra yazdığı nı mühürlüyor ve okumuyordu. Nebi s.a.v., Zeyd b. Sabit'i de katip olarak görevlendirdi. Zeyd vahiy ve hükümdarlara mektup yazıyordu. Abdullah'la Zeyd bulunmadığında Cafer b. Ebi' Talib katiplik yapıyordu. Zaman zaman sahabilerden bazıları Nebi s.a.v. Efendimize katiplik yapmıştır. Beyhakl'nin, lyaz el-Eş'arl'den nakline göre Ebu Musa bir hıristiyanı katip yaptı. Hz. Ömer de bundan dolayı onu azarladı ve "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin"(Maide 51) ayet-i kerimesini okudu. Buı;un üzerine Ebu Musa "Valiahi ben onu dost edinmedim. O sadece yazı yazıYor" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer "Müslümanlar arasında yazı yazanı bulamadın mı? Onları (kendine) yaklaştırma! Zira Allah onları uzaklaştırmıştır. Onlara güvenme! Allah onların hain olduğunu ifade etmektedir. Allah kendilerini zelil kıldıktan sonra onları aziz etme" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman b. Sehl'e Sehl b. Ebi Hasme ve kavminin büyüklerinden bazı kimselerin verdikleri habere göre Abdullah b. Sehl ve Muhayyisa uğradıkları bir kıtlık ve fakirlikten dolayı hurma satın almak için Hayber'e doğru yola çıkarlar. (Orada birbirlerinden ayrılıp, kendi işleriyle meşgul olmaya başlarlar.) Sonunda Muhayyisa'ya, Abdullah b. Sehl'in öldürülüp bir çukura -yahut bir pınar içine- atılmış olduğu haberi gelir. Bunun üzerine Muhayyisa Yahudilere gelir ve onlara "Valiahi onu sizler öldürdünüz!" der. Yahudiler de ona "Valiahi onu biz öldürmedik!" derler. Bundan sonra Muhayyisa dönüp ( Medine'ye) kendi kavminin yanına gelir ve onlara hadiseyi anlatır. Ardından Muhayyisa ve kardeşi Huvayyisa -ki Huvayyisa, Muhayyisa'dan daha büyüktü- ve (maktulün kardeşi) Abdurrahman b. Sehl gelirler. Hayber'de bulunmuş olan Muhayyisa Nebie bu davayı anlatmaya başlar. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Muhayyisa'ya hitaben "İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe bırak!" buyurur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu emriyle yaşça büyük olan kardeşini kastetmektedir. Bunun üzerine Huvayyisa söz alır, ondan sonra Muhayyisa konuşur. Bunun ardından Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara "Ya Yahudiler arkadaşınızın diyetin i öderler yahut da bize harb ilan etmiş olurlar!" buyurur ve bunu Yahudilere mektup yazıp gönderir. Onlardan Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Abdullah'ı biz öldürmedik" diye cevap gelir. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huvayyisa, Muhayyisa ve Abdurrahman üçlüsüne hitaben "Sizler bu cinayetin Hayber Yahudileri tarafından işlendiğine yemin eder de arkadaşınızın kan bedeline hak kazanır mısınız?" diye sorar. Onlar da "Bizler buna yemin edemeyiz" derler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Öyle ise Yahudiler (onu öldürmediklerine dair) size yemin ederler" buyurur. Davacılar "Onlar Müslüman değillerdir" deyince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem öldürülenin diyetini kendi imkanlarından yüz deve olarak öder ve sonunda bu develer onların evlerine sokulur. Sehl bu develerden bir dişi deve bana ayağıyla vurdu demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hakimin 'eminIer' denilen memurlara yazı yazması." Başlıkta geçen "ummal" "amiı" kelimesinin çöğulu olup, bir beldenin valisi demektir. Onun görevi, o beldenin harac vergisini ve zekatlarını toplamak veya halka namaz kıldırmak ya da düşmana karşı cihad için kumandan tayin etmek gibi görevlerdir. "Umena" ise hakimin insanların işlerini görmek için tayin ettiği memurlardır. İmam Buhari bu konuda Abdullah b. Sehl, onun Hayber'de öldürülmesi, Huvayyisa'nın ve beraberinde 'bulunanların bu maksatla harekete geçmeleri olayı ile ilgili Sehl b. Ebi Hasme hadisine yer vermiştir. Bu habere yer verilmesinden maksat "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu Yahudilere yazıp gönderir" cümlesidir. Bir başka ifadeyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine nakledilen haberi onlara yani Hayber'lilere yazıyla bildirmiştir. Bu konunun açıklaması hadisin şerhiyle birlikte Kasame Bölümünde geçmişti. İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu hadiste Rasulullahın vekiline ve eminine mektup yazdığına dair bir şey yoktur. O, sadece davalıların bizzat kendilerine mektup yazmıştır, fakat hasımlara mektup yazma ve bunu esas almanın meşruluğundan naiblere ve katiplere başkalarının hakkında yazı yazmanın caizliği evleviyetle anlaşılır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Cühenı şöyle demişl'erdir: Bir bedevi Arap (hasmıyla birlikte) geldi ve "Ya Resulallah! Aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet!" dedi. ArdındaQhasmı olan kişi de ayağa kalkıp "Bu, doğru söyledi. Aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet" dedi. Bedevı davayı şöyle anlattı: "Benim oğlum bu adamın yanında ücretli idi. Onun karısıyla zina etmiş. Bazı kimseler bana 'oğlunun cezası recm edilmektir' dediler. Ben de bu adama yüz koyun ile bir cariye verip, oğlumu kurtardım. Sonra bu meseleyi bilenlere sordum. Bana 'Oğlunun cezası yüz sapa ve bir yıl sürgüne gönderilmesidir' dediler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yemin olsun ki ben muhakkak aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim: Cariye ile koyunlar sana geri verilecek, oğlunun cezası yüz değnek ve bir yıl (gurbete) sürgün edilmektir" buyurdu. (Sonra Eslem kabilesinden olan Uneys adındaki bir sahabiye hitaben) "Ya Uneys! Bu adamın karısına git ve onu recm et" buyurdu. Bundan sonra Uneys o kadına gitti. (Kadın zina suçunu itiraf ettiği için) Uneys onu recm etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Hakimin tahkikat için bir kişiyi tek başına göndermesinin caiz olup olmadığı." İmam Buhari burada "as1f=ücretli" olayı ile ilgili Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid hadisine yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması daha önce geçmişti. Hadise burada yer verilmesinden maksadı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Ya Uneys! Bu adamın karısına git!" şeklindeki emridir. Uneys'in hakim mi yoksa haber memuru mu olduğu noktasındaki ihtilaf daha önce geçmişti. İmam Buhari'nin yukarıdaki başlığı soru kipiyle atması, Muhammed b. el-Hasen'in bu konuda muhalif olduğuna işaret etmek içindir. Zira o şöyle der: "Hakimin kendisi ile birlikte bir kişi daha şehadet etmedikçe öldürme veya mal ya da köle azad etme veya boşama gibi konularda hüküm vereceği kişi aleyhinde 'Bu kişi benim yanımda itirafta bulundu' demesi caiz değildir." İmam Muhammed yukarıdaki hadiste yer alan hükmün benzerinin Hz. Nebie mahsus olduğunu iddia etmiştir. O şöyle der: "Yargı meclisinde sürekli olarak iki adil şahidin bulunması uygun olur. Bunlar itiraf edenleri dinlerler ve buna şehadet ederler. Hüküm bu iki kişinin şehadeti ile geçerlilik kazanır." Bu görüşü İbn Battal nakletmiştir. Mühelleb şöyle demiştir: Yukarıdaki hadis, hakimin mazeret durumunda bir erkeği göndermesinin caiz olduğu görüşünü savunan İmam Malik' e delildir. Hadise göre hakim güvendiği bir kişiyi şahit1erin durumunu gizlice tahkik etmek üzere görevlendirebilir. Ayrıca şehadet nitelikli değil, haber verme nitelikli hususlarda bir kişinin verdiği haberi kabul edebilir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd b. Sabit'in ifadesine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine Yahudilerin yazısını öğrenmesini emretmiştir. Zeyd b. Sabit, ben Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in (onlara gönderdiği) mektuplarını yazardım, onların da Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yazdıkları mektupları kendisine okurdum, demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Süfyan b. Harb'ın nakline göre kendisi Kureyş'ten bir ticaret heyeti içinde (Şam'da bulunduğu bir sırada) Herakleios onlara bir haberci gönderip, çağırtır. Onun huzuruna gelirler. Herakleios kendi tercümanına hitaben "Şu adamlara söyle! "(Nebiim diyen) o ad"\mın vasıflarına dair bazı şeyler soracağım. Eğer bana yalan söylerse sizler bunun sözünü yalanlayınız!" der. Ebu Süfyan, buradan itibaren olayın tamamını anlatır. Sonunda Herakleios kendi tercümanına "Ona söyle! Eğer bu dediklerin doğru ise o zat yakında şu iki ayağımın bastığı yere malik olacaktır!" der. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bir tek tercümanın caiz olup olmadığı?" İmam Buhari bu sorusuyla bu konudaki ihtilafa işaret etmektedir. Bir tercümanla yetinileceği görüşü Hanefilere aittir. Ahmed b. Hanbel'den gelen rivayetlerden biri de bu doğrultudadır. Buhari, İbnü'l-münzir ve bir grup bilgin bu görüşü tercih etmişlerdir. İmam Şafil-bu görüş Hanbemerde tercih e değer olan görüştür- şöyle demiştir: "Hakim tarafların dilini bilmezse bu konuda ancak iki şahidin şehadetini kabul eder." Zira tercüman, hüküm vereceği konuda hakimin bilmediği bir şeyi nakletmektedir. Dolayısıyla o konuda -şahitıikte olduğu gibi- ahlak (adalet) şarttır. Zira tercüman, hakime anlamadığı bir şeyi nakletmektedir. Yaptığı, hüküm meclisi dışında yapılmış bir ikrarı nakil gibidir. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine Yahudilerin yazısını öğrenmesini emretmiştir." Buradaki "kitap" kelimesinden maksat "yazı"dır. "Bazıları hakim için iki tercüman zorunludur demişlerdir." İbn Battal şöyle der: Buhari, Herakleios hadisini müşterek tercüman ın caizliğine delil olarak zikretmemektedir. Zira Herakleios'un tercümanı kendi kavminin dinindendi. Buharl'nin bu habere yer vermesi diğer milletlerde tercümenin şahimk kabili nden değil, haber kabilinden işlediğini göstermek içindir. İbn Battal şöyle demiştir: "Çoğunluk bir tercümanın bulunmasına cevaz vermiştir." Muhammed b. el-Hasen'nin bu konudaki görüşü şöyledir: "Bunun için iki erkek veya bir erkek iki kadın şarttır." İmam Şafiı tercümenin beyyine gibi olduğunu belirtmiştir. Bu konuda İmam Malik'ten iki rivayet nakledilir. İbn Battal şöyle der: Birinci görüşün delili Zeyd b. Sabit'in, Hz. Nebie, Ebu Cemre'nin, İbn Abbas'a tek başlarına tercüme yaptıklarıdır. Tercüman "eşhedü=şehadet ederim" demek zorunda değildir. Tam tersine sadece haber vermesi yeterlidir. Yaptığı iş, tercüme yaptığı kişiden duyduklarını tefsir etmekten ibarettir. Kerabısl'nin nakline göre İmam Malik ve Şafiı "Bir tercümanla yetinilir" demişlerdir. Ebu Hanife'den nakledilen bir görüşe göre "Bir tercüman la yetinilir." Ebu Yusuf'tan nakledilen görüşe göre iki tercüman gerekir. İmam Züfer ise "İki tercümandan aşağısı caiz değildir" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Humeyd es-Saidi'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İbnü'I-Uteybiyye adındaki kişiyi Süleym oğullarının zekatlarını toplamak üzere memur tayin etti. Bu zat (zekat mallarını toplayıp) geldiğinde Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu hesaba çekti. İbnü'l-Utbiyye "(Ya Resulallah!) Şu sizin zekat malınızdır, Bu da (bana verilen) hediyedir" dedi. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Eğer sen sözünde doğru bir kişi isen (zekat memuru olmayıp da) babanın evinde yahut ananın evinde otursaydın sana hediyen gelir miydi?" diye sordu. Bundan sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescidde ayağa kalktı ve insanlara bir konuşma yaptı. Allah'a hamdedip, Onu sena eyledi, sonra "emma ba'du=imdi" diyerek şunları söyledi: "İçinizden birisini Allah'ın bana havale buyurduğu bir işe memur olarak tayin ediyorum da o bana gelip, hesap verirken 'Şu sizin zekat malınızdır, bu da (bana verilen) hediyedir!' diyor! O kişi doğru söyleyen birisi ise babasının ve anasının evinde otursaydı, kendisine hediyesi gelecek miydi? Allah'a yemin ederim ki herhangi biriniz -Hişam'ın nakline göre haksız olarak- bunlardan (bu mallardan) bif'şey alırsa muhakkak kıyamet günü onu yüklenerek Allah'ın huzuruna gelecektir.iDikkat edin! Sakın sizlerden hiçbir kimseyi boynunda inlemesi olan bir deve ile veya böğürmesi olan bir sığır ile ya da melemekte olan bir davar ile Allah'ın huzuruna gelirken tanımayayım!" Sonra iki elini ben koltuk altlarının beyazlarını görünceye dek kaldırdı ve "Dikkatle dinleyin (ve cevap verin) Sizlere Allah'ın emirlerini tebliğ ettim mi?" buyurdu. ( Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanının, devlet memurlarına hesap sorması." İmam Buhari' bu konuda Ebu Humeyd'in naklettiği İbnü'l-Utbiyye olayına yer verdi. Bu hadisin geniş bir açıklaması memurlara verilen hediyeler başlığı altında geçmişti)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said el-Hudrl'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Allah Teala bir Nebi gönderdiği ve bir kimseyi halife yaptığı zaman muhakkak onun iki tür sırdaşı olmuştur. Bunlardan biri ona iyiliği emreder ve onu o yola teşvik eder. Öbürü de ona kötülüğü emreder ve onu buna teşvik ecer. Masum olan ise Yüce Allah'ın {fenalıklardan} koruduğu kimsedir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "el-Bitane, ed-Duhala yani başkanın yanına yalnızken giren ve onun gizli işlerini bilen kişi demektir." Bu söz Ebu Ubeyde'ye aittir. Yüce Allah bu kelimeyi bir ayette şu şekilde kullanmaktadır: "Ey iman edenler! Kendi dışımzdakileri slrdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar. "(Al-i İmran 1l8) "elBitane" sırdaş demektir. "el-Habal" ise kötülük anlamınadır. "ed-Duhala", "dahil" kelimesinin çoğuludur. Anlamı, başkanın yanına yalnızken giren, başkanın kendisine sır verdiği, halkın durumuna dair bilmediği şeyleri haber verdiğinde sözüne inandığı, gereğine göre hareket ettiği kişidir. İmam Buharl'nin yukarıdaki başlıkta başkanın "danıştığı kimseler"i "el-bitane" kelimesi üzerine atfetmesi, dar anlamlı kelimeyi (hass) daha geniş anlamlı kelimeye (amm) atıf kabilindendir. Danışmanın hükmünü "Kişi yargı görevini ne zaman hak eder" başlığı altında belirtmiştim. "Bunlardan biri ona iyiliği emreder." Süleyman'ın rivayetinde "maruf" kelimesi yerine "hayr" kelimesi yer almaktadır. Muaviye b. Selam'ın rivayetinde ise bu cümle "Biri ona iyiliği emredip, kötülüğü yasaklar" şeklinde yer almaktadır. Bu cümle "hayr" kelimesinden neyin kastedildiğini açıklamaktadır. "Öbürü de ona kötülüğü emreder." Evzal'nin rivayetinde bu cümle "Diğeri ona kötülükten geri durmaz" şeklinde yer almaktadır. Bu taksim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem açısından problemli görülmüştür. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına girip çıkan kimseler arasında kötü kimselerin bulunabileceği aklen her ne kadar mümkün ise de onun bu kişiye kulak vereceği ve sözüne göre hareket edeceği tasawur edilemez. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ismet sıfatı vardır. Bu yaklaşıma şöyle cevap verilmiştir: Hadisin kalan kısmında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu gibi bir tehlikeye düşmekten salim olacağına işaret edilmektedir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Masum olan ise Yüce Allah'ın {fenalıklardan} koruduğu kimsedir" buyurmaktadır. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kötülüğü tavsiye eden bir kişinin bulunması, onun sözünü kabul etmesini gerektirmez. Bazıları şöyle demişlerdir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem açısından iki sırdaştan maksat melek ve şeytandır." Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Fakat Allah ona karşı bana yardım etmiştir ve o Müslüman olmuştur" şeklindeki sözü buna işaret etmektedir. Evzai'nin rivayetinde geçen "Kötülükten geri kalmaz" ifadesi, sizin iyiliğinize çalışma şeklindeki işini fesada uğratmaktan geri kalmaz demektir. Bu cümle Yüce Allah'ın "la yelunekum habala" ifadesinden alınmıştır. İbnü't-Tin'in nakline göre Eşheb şöyle demiştir: "Hakimin insanların durumunu gizlice kontra! edecek kişiler edinmesi uygun olur. Böyle bir kişinin güvenilir, akıllı ve zeki birisi olması gerekir." Çünkü güvenilir olan hakime musibet onun güvenilmez kimselere iyi ian leyip de onların sözünü kabul ettiği takdirde gelir. Netice olarak hakimin bu gibi kişileri araştırması gerekir. "Masum olan ise Yüce Allah'ın {fenalıklardan} koruduğu kimsedir." Bundan maksat her şeyin Yüce Allah'tan olduğunu vurgulamaktır. Onların içinden dilediğini koruyan Yüce Allah'tır. "Masum olan ise kendi nefsini koruyan değil, Yüce Allah'ın koruduğu kimsedir." Zira gerçek anlamda Yüce Allah tarafından korunmuş kimse yoktur. Bu hadiste bir üçüncü kısma daha işaret vardır. O da insanların işlerini görmeyi üstlenen kimseler arasında sürekli olarak kötü sırdaşlardan değil, iyi sırdaşlardan görüş kabul edenler vardır. Nebi s.a.v.'e layık olan budur. Buradan hareketle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisin sonunda "el-ismetü" kelimesini kullanmıştır. Bazıları da iyiliği emreden sırdaşların değil, kötülüğü emreden sırdaşların sözünü kabul eder. Bu tip kimseler bulunabilir. Özellikle de kafirlerin arasından böyle kimseler çıkabilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ubade b. es-Samit şöyle demiştir: (Mina'da Akabe gecesinde) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hem neşeli, hem kederli zamanlarımızda emirlerini dinleyip, itaat edeceğimize dair bey'at edip söz verdik. [-7200-] Yönetim işlerine ehil olanlarla çekişmeyeceğimize, her nerede bulunursak bulunalım muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize -veya söyleyeceğimize- ve Allah yolunda hiçbir kimsenin kınamasından korkmayacağımıza dair bey'at edip, söz verdik
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik r.a. şöyle demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem (Ahzab savaşı esnasında) soğuk bir günün sabahında hendek kazılan yere çıktı ve Muhacirlerle Ensar hendek kazıyorlardı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Allahumme inne'l-hayra hayru'l-ahire, Fağfir li'l-ensari ve'l-muhacira Allah'ım hayır ancak hayrıdır ahiretin, Lutfeyle ensara ve muhacire mağfiretini" diye dua etti. Orada bulunan sahabiler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e; Nahnullezine bayeu Muhammedu A!e'l-cihadi ma bakina ebeda Bizleriz bey'at eden Muhammed'e Cihada yaşadıkça devam edeceğiz. diye cevap verdiler
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer r.a. şöyle demiştir: Bizler Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e emirlerini dinlemek ve itaat etmek üzere bey'at ettiğimiz zaman O bizlere : "Gücünüzün yettiği kadar" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Dinar şöyle demiştir: İnsanlar Abdulmelik bin Mervan'ın halifeliği üzerinde birleştikleri zaman İbn Ömer'in yanında bulunuyordum. O: "Ben de Allah'ın ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünneti üzere Allah'ın kulu ve emiru'l-mu'minin Abdu'l-melik'e gücümün yettiği kadar emirlerini dinlemek ve itaat etmeye ikrar edip, söz veriyorum. Oğullarım da bu suretle bey'at ve ikrar vermişlerdir'' diye mektup yazdı
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir b. Abdullah r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile emir ve yasaklarını dinlemek ve itaat etmek üzere bey'at ettim. O da bana: "Gücümün yettiği kadar" kaydını söylememi telkin etti. Bir de her Müslümana iyi niyetli olmak üzere bey'at ettim
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Dinar şöyle anlatmıştır: İnsanlar Abdulmelik b. Mervan'a bey'at ettikleri zaman Abdullah b. Ömer de Allah'ın kulu, mu'minlerin emiri olan Abdulmelik'e bir mektup gönderip şöyle yazdı: "Allah'ın sünneti ve Resulünün sünneti üzere Allah'ın kulu, mu'minlerin emiri olan Abdulmelik b. Mervan'a emir ve yasaklarını dinleyip, itaat etmeyi ikrar edip söz veriyorum. Oğullarım da bunları ikrar edip söz vermişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Yezid b. Ebi Ubeyd şöyle demiştir: Ben Seleme b. el-Ekva'a "Hudeybiye günü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hangi şey üzere bey'at ettiniz?" diye sordum. O da "Ölmek üzere bey'at ettik" diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Misver b. Mahreme şöyle anlatmıştır: Ömer b. Hattab'ın (kendisinden sonra halifeliği) kendilerine havale ettiği kimseler toplanıp, aralarında istişare ettiler. Abdurrahmanb. Avf onlara şöyle dedi: "Ben bu hilafet işi üzerine çekişecek değilim. Fakat şayet dilerseniz içinizden size birini seçeyim!" (Bu teklif üzerine) o topluluk bu tercihi Abdurrahman b. Avf'a bıraktı. Onlar kendilerinden birini tercih etme işlerini Abdurrahman'a havale edince insanlar Abdurrahman'a meylettiler, hatta ben insanlardan hiçbir kimseyi o topluluğa tabi olur ve onların izlerine basar diye düşünmüyordum. İnsanlar Abdurrahman'a meylettiler. Çünkü bu gecelerde halifelik işi üzerine istişare ediyorlardı. Nihayet sabahlayıp da Osman b. Affan'a bey'at ettiğimiz gece olunca Misver b. Mahreme şöyle dedi: Gecenin bir kısmı geçtikten sonra Abdurrahman b. Avf gelip, benim kapımı çaldı. Bunun üzerine uykudan uyandım. Bana "Seni uyumuş görüyorum. Allah'a yemin ederim ki benim gözüme bu üç geceden beri bir damla uyku girmedi. Hadi git, Zübeyr b. el-Awam ve Sa'd b. EbiVakkas'ı çağır!" dedi. Bunun üzerine ben de onun için bu iki sahabiyi çağırdım. Abdurrahman o ikisiyle istişare etti. Sonra beni tekrar çağırdı ve "Bana Ali b. Ebi Talib'i çağır!" dedi. Ben de Ali'yi çağırdım. Ali geldi. Abdurrahman b. Avf da gece yarısına kadar Ali ile gizli olarak konuştu. Sonra Ali b. Ebi Talib onun yanından kendisine (görev) verilmesi arzusuyla kalkıp gitti. Abdurrahman b. Avf da Ali tarafından fitneye yönelik bir muhalefet gelmesinden endişe ediyordu. Sonra Abdurrahman "Bana Osman'ı çağır!" dedi. Ben de Osman' ı çağırdım. Abdurrahman onunla da müezzin sabah eza nı ile aralarını ayırıncaya kadar gizli gizli konuştu. Nihayet insanlara sabah namazını kıldırdığı zaman bu Şura minberin yanında toplandı. Abdurrahman Muhacirlerden ve Ensardan hazır bulunan kimselere haber gönderip çağırttı. Ordu kumandanıarına da haber gönderip çağırttı. Bunların hepsi o yıl Ömer'le beraber Mekke'ye gelip buluşmuş ve birlikte hac yapmışlardı (ve Medine'ye de birlikte dönmüşlerdi). Bunlar toplandıkları zaman Abdurrahman (minber üzerinde oturup) şehadet kelimelerini söyledi. Bundan sonra "imdi" diyerek şu konuşmayı yaptı ve "Ya Ali! Ben insanların bu işteki tercihlerine iyice bakıp araştırdım. İnsanların Osman'a meylettiklerini gördüm. Onun için sen (benim Osman' i tercih etmemden dolayı) sakın kendin alyehine bir davranışa sebep olma!" dedi. Abdurrahman, Osman'a hitaben de "Ya Osman! Ben sana Allah'ın sünneti, Resulünün sünneti ve Resulünden sonra geçen iki halifesinin sünneti üzere bey'at ediyorum!" dedi ve bu konuşmanın ardından Abdurrahman, Osman'a bey'at etti. Bundan sonra bütün insanlar, Muhacirler, Ensar, ordu kumandanıarı ve bütün Müslümanlar da Osman'a bey'at ettiler. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanların devlet başkanına nasıl bey'at edecekleri" Başlıkta yer alan "keyfiyet = nasıllık"tan maksat, burada yer verilen altı hadisin ışiğında fiilen nasıl hareket edileceği değil, bey'atın hangi sözcüklerle yapılacağıdır. Bu da (emir ve yasakları) dinleyip, itaat etmeye, hicrete, cihatta sabrederek ölmek pahasına bile olsa cihad meydanından kaçmamaya, kadınların bey'atını sağlamaya ve İslam'a tabi olmaya bey'at edip, söz vermek şeklindedir. Bütün bunlar onların arasında yapılan bey'at te sözlü olarak ifade edilmiştir. "İnsanlar Abdulmelik'in halifeliği üzerinde birleştikleri zaman." Burada adı geçen Abdulmelik'ten maksat, Abdulmelik b. Mervan b. el-Hakem'dir. "Birleşmek" kelimesinden maksat ise, söz birliği etmektir. İnsanların bundan önceki görüşleri ayrı ayrı idi. Bundan önce ortada iki kişi vardı ve bunlardan her biri halifeliğin kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Bunlar Abdulmelik b. Mervan ve Abdullah b. Zübeyr idi. Abdullah b. Zübeyr, Mekke'de ikamet ediyordu ve Muaviye'nin ölümünden sonra Beytullah'a sığındı. Yezid b. Muaviye'ye bey'at etmekten kaçındı. Yezid ise defalarca onun için ordu hazırladı. Yezid, İbnü'z-Zübeyr'in üzerine gönderdiği orduları Mekke'yi kuşatmışken vefat etti. İbnü'z-Zübeyr, Yezid 61 yılının rebiul ewelinde vefat edinceye kadar halifelik iddiasında bulunmadı. İnsanlar Hicaz'da ona bey'at ettiler. Uzakta bulunan belde halkı ise Muaviye b. Yezid b. Muaviye'ye bey'at ettiler. Bu Muaviye sadece kırk gün kadar yaşadı ve sonra öldü. Etrafta bulunan halkın büyük çoğunluğu Abdullah b. Zübeyr'e bey'at etti. Hicaz, Yemen, Mısır, Irak, bütün doğu bölgesi, Dimeşk'e kadar tüm Şam beldesinin idaresi Abdullah'ın eline geçti. Ümeyye oğullarının tümü ve onların paralelinde olanlar hariç kimse Abdullah'a bey'atten geri durmadı. Muhalifler Filistin'de idiler ve Mervan b. el-Hakem'in başkanlığı altında bir araya gelip, halife olarak ona bey'at ettiler. Mervan kendisine itaat edenlerle birlikte Dimeşk tarafına doğru yola çıktı. ed-Dahhak b. Kays orada İbnü'z-Zübeyr'e bey'at etmişti. Taraflar Mercu'r-Rahit denilen yerde çarpışmaya başladılar. ed-Dahhak orada o yılın zilhicce ayında öldürüldü. Böylece Mervan Şam'a galip geldi. Sonra bütün Şam'ın idaresine hakim oldu. Buradan Mısır'a doğru hareket etti. Orada İbnü'z-Zübeyr'in valisi Abdurrahman b. Cahdar'ı kuşattı. Sonunda 65 senesinin Rebiul ewel ayında Mısır'a da galip geldi. Ardından aynı yıl içinde vefat etti. Onun iktidar süresi altı ay sürdü. Mervan halifeliği kendisinden sonra oğlu Abdulmelik b. Mervan'a verdi. Abdulmelik babasının yerine geçti ve Şam, Mısır ve batı bölgelerinin idaresi eline geçti. İbnü'z-Zübeyr ise Hicaz, Irak ve doğu kesimine hakimdi. Ancak el-Muhtar b. EbI' Ubeyd Kufe'ye hakim oldu. O ehl-i beytten el-Mehdl'ye davet ediyordu. el-Muhtar orada iki yıl kadar kaldı. Sonra Basra emiri Mus'ab b. Zübeyr onun üzerine yürüdü. Kendisini kuşattı ve 67 yılının Ramazan ayında onu katletti. Böylece Irak'ın tüm idaresi İbnü'z-Zübeyr'in eline geçti ve bu, 71 yılına kadar devam etti. Bundan sonra Abdulmelik, Mus'ab'ın üzerine yürüdü, onunla çarpıştı. Nihayet aynı yılın cemaziyelahirinde onu katletti. Böylece bütün Irak'ı ele geçirmiş oldu. İbnü'z-Zübeyr'in elinde sadece Hicazla Yemen kaldı. Abdulmelik ona karşı Haccac'ın emrinde bir birlik techiz etti. Haccac 72 senesinde İbnü'z-Zübeyr'i kuşattı. Sonunda 73 senesinin Cemaziyelewel'inde Abdullah b. Zübeyr şehid edildi. Abdullah b. Ömer bu süre zarfında İbnü'z-Zübeyr'e veya Abdulmelik'e bey'at etmekten kaçındı. Ayrıca o Ali veya Muaviye'ye bey'at etmekten de kaçınmıştı. İbn Ömer daha sonraları Muaviye, el-Hasen b. Ali ile anlaşmaya varıp, insanlar onun hilafeti üzerinde birleşince ona bey'at etti. Oğlu Yezid'e de Muaviye'nin vefatından sonra insanlar etrafında birleştikten sonra bey'at etti. Sonra ihtilaf olduğu sürece hiç kimseye bey'at etmedi. Nihayet İbnü'z-Zübeyr şehid edilip, idare tamamıyla Abdulmelik'in eline geçince ona bey'at etti. "İnsanlar Abdulmelik'in halifeliği üzerinde birleştikleri zaman" cümlesinin manası budur. Yakup b. Süfyan'ın Tarih'inde Said b. Harb el-Abdl"den naklen şöyle bir açıklaması yer almaktadır: "İbnü'z-Zübeyr'e bey'at edilince, İbn Ömer'e haber gönderdiler. İbn Ömer bey'at için elini uzattığında tir tir titriyordu. Şöyle dedi: 'Vallahi hiçbir fırkaya bey'atımı verecek değilim. Hiçbir topluluktan da onu esirgemeyeceğim.' İbn Ömer bey'atten kısa bir süre sonra aynı yıl içinde Mekke'de vefat etti. Daha önce Hac bölümünde geçtiği üzere Abdulmelik, Haccac'a hacda yapılması gereken ibadetler (menasik) konusunda İbn Ömer' e uymasını emretmişti. Iydeyn bölümünde açıklandığı üzere Haccac ona zehirli mızrağını sapladı ve vefatına sebep oldu. "Ömer b. Hattab'ın kendisinden sonra halifelik işini kendilerine havale ettiği kimseler." Yani belirlemiş olduğu kimseler. Hz. Ömer, halifenin onların arasından danışma yoluyla seçilmesini istemişti. Bir başka ifadeyle Hz. Ömer aralarında halife olacak kişi hakkında onları danışmalarda bulunmakla görevlendirmişti. Bu konunun geniş bir açıklaması Osman'ın menkıbeleri başlığı altında geçmişti. Hz. Ömer, Ebu Lü'lü tarafından hançerlenince insanlar kendisine "Yerine halife göster" dediler. Ömer "Bu göreve şu topluluktan daha layık kimse yoktur" dedi ve Ali, Osman, ez-Zübeyr, Talha, Sa'd ve Abdurrahman'ın ismini verdi. Orada "Hz. Ömer'in toprağa verilme işlemi bittikten sonra bu danışma heyeti toplandı" cümlesi de yer almaktadır. "Onun izinebasmaz." Yani onun arkasından yürür. Bu cümle "yüz çevirme" fiilinin kinayeli anlatımıdır. "İnsanlar Abdurrahman'a meylettiler." Abdurrahman b. Avf bu cümleyi insanların neden meylettiğini beyan etmek için tekrarladı. Bu sebep "Çünkü bu gecelerde halifelik işi üzerine istişare ediyorlardı" cümlesidir. ...... İbharra'l-leylu" gece yarısı oldu demektir. "Sonra Ali b. Ebi Talib onun yanından kendisine (görev) verilmesi arzusuyla kalkıp gitti." Yani kendisini göreve getirir arzusuyla kalkıp gitti. "Abdurrahman b. Avf da Ali tarafından fitneye ve karışıklığa nden olacak bir muhalefetin gelmesinden endişe ediyordu." İbn Hubeyre şöyle demiştir: Zannediyorum o Ali hakkındaki propagandaya ve buna benzer faaliyetlere işaret ediyordu. Bu cümleyi Abdurrahman'ın, Ali'den kendisine bir tehlike geleceği endişesi içinde olduğu şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Bizim anladığımız kadarıyla Abdurrahman bir başkasına bey'at ederse Ali'nin ona itaat etmeyeceğinden endişe ediyordu. Nitekim "Sakın kendi aleyhinde olabilecek bir davranışa yeltenme!" cümlesi ile buna işaret ediyordu. "Sonra bana Osman' i çağır dedi." Abdurrahman'ın o gece Osman'dan önce Aliyle konuşmuş olduğu noktasında bu cümle gayet açık ve nettir. "Ordu kumandanıarına da haber gönderip çağırttı. Bunların hepsi o yıl Ömer'le beraber Mekke'ye gelip buluşmuş ve birlikte hac yapmışlardı." Yani tümü Mekke'ye gelmişler, Ömer'le birlikte haccetmişler ve Medine'ye de birlikte gitmişlerdi. Bunlar Şam emiri Muaviye, Hıms emiri Umeyr b. Sa' d, Kufe emiri Muğira b. Şube, Basra emiri Ebu Musa el-Eş'arı ve Mısır emiri Amr b. el-As' dı. "Sakın kendi aleyhinde olabilecek bir davranışa yeltenme!" Yani sakın çoğunluğa katılmayarak kendine kınanma yolu açma. Bu ifade, Abdurrahman'ın Osman'a bey'at konusunda tereddüt içinde olmadığını gayet açık olarak ifade etmektedir. Fakat Amr b. Meymun'un rivayetinde daha önce şöyle açık bir ifade geçmişti: "Abdurrahman işe Ali ile başladı. Onun elini tuttu ve 'Bilindiği üzere senin Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e akraba olmak ve İslam' a ilk girenlerden bulunmak gibi bir özelliğin var. Sana yeminle söylüyorum ki seni emir tayin edersem adaletten şaşmayacaksın. Osman'ı emir tayin edersem emirlerini ve yasaklarını dinleyecek, ona itaat edeceksin' dedi. Abdurrahman bundan sonra diğer adayla başbaşa kaldı. Ona da Ali'ye söylediğinin aynısını söyledi. Adaylardan söz alınca 'Kaldır elini ey Osman' dedi ve ona bey'at etti. Ardından da Ali bey'at ettL" Bu iki rivayeti birbiriyle uzlaştırmak şöyle ce mümkün olur: Amr b. Meymun diğer ravinin ezberlemediğini ezberlemiş olabilir ya da diğer ravi de bu haberi ezberlemiştir, fakat bazı raviler bunu zikretmemiş olabilirler. İbnü'l-Müneyyir şöyie demiştir: Bu hadis yetki verilmiş olan vekilin -vekil açıkça belirtmemiş bile olsa- bir başkasını ve kil etmesinin caiz olduğunu göstermektedir. Zira danışma heyetinde bulunan beş kişi halife adayını belirleme işini Abdurrahman'a verdiler ve bu konuda onu tek yetkili kıldılar. Abdurrahman -Ömer danışma heyetine teker teker yetki vermediği halde- tek başına hareket etti. İbnü'l-Müneyyir şöyle devam eder: Bu hadis, İmam Şafil'nin şu görüşünü desteklemektedir: Bir kimse "Bu meselede iki görüş vardır" demişse, bunun anlamı benim nazarımda gerçek bu iki görüştedir. Ben bunlardan birini belirleme konusunda şu anda düşünmekteyım demektir. Hadise göre bir konuda ittifak edilen görüşün dışında bir başka görüş daha ortaya koymak caiz değildir. Danışma heyetine bir yedinci kişiyi katmak söylediğimize örnek teşkil eder. İbnü'lMüneyyir şöyle der: Abdurrahman'ın Osman'ın adaylığını, Ali'nin adaylığından sonraya bırakması güzel bir politikadır ve bu Hz. Yusuf'un kralın kaybolan su kabını arama olayında kardeşinin yükünü aramayı en sona bırakmasından alınmıştır. Abdurrahman'ın maksadı halife seçiminde taraflı davrandığı şeklindeki töhmeti ortadan kaldırmak ve firasetini gizlemekti. Zira o bey'at gerçekleşmeden önce Osman' i tercih ettiğinin ortaya çıkmaması görüşünde idi
- Bāb: ...
- باب ...
Seleme b. Ekva şöyle demiştir: (Hudeybiye'de) ağaç altında ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bey'at etmiştik. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana "Ya Seleme! Sen bey'at etmez misin?" buyurdu. Ben "Ya Resulallah! Ben ilk başta bey'at ettim!" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İkincide de bey'at et" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İki kere bey'at etme." Söylenmek istenen, bir durumda iki kez bey'at etmektir. "Ben ilk başta bey'at ettim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "İkincide de bey'ot et" buyurdu. "İkinci"den maksat içinde bulundukları o vakittir. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Nebi s.a.v. Seleme'nin cesaretini, İslam uğruna çektiklerini ve sebatkarlıktaki şöhretini bildiği için onun bey'atı nı pekiştirmek istedi. Bundan dolayı bey'at ederek fazilet kazanması için bunu tekrarlamasını emretti. Bizim kanaatimiz ise şudur: Seleme önce bey'at etmeye davranmış, sonra yakın bir yere oturmuş, insanlar da son ferdi kalıncaya kadar bey'ata devam etmiş olabilirler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ondan kendisine yapılan bey'atın ardarda gelmesi ve arada boşluk olmaması için bey'at etmesini istemiş olabilir. Çünkü her şeyin başlangıcında adet, bunu yapanın çok olup, ardarda devam etmesidir. O görevi yapanlar sona erdiğinde son gelenle öncekiler arasında bir boşluk meydana gelebilir. Bu hadiste Seleme'nin zikredilen şeylerle ayrıcalıklı olduğu sonucu çıkmaz. Gerçek şu ki İbn Battal'ın Seleme hakkında işaret ettiği cesaret ve diğer vasıflar o sırada henüz ortaya çıkmamıştı. Zira bütün bu nitelikler daha sonra Zukared gazvesinde ortaya çıktı. Çünkü bu savaşta es-Serh denilen mevkii üzerine hücum eden müşriklerden geri aldı ve anıçırın elbiselerini ganimet olarak ele geçirdi. Sonunda Resulullah s.a.v. ona ganimetten bir süvari, bir de yaya hissesi tahsis etti. En uygun olanı şöyle demektir: Nebi s.a.v. ondaki bu özellikleri tespit etti ve o da iki kez bey'at etti. Resulullah s.a.v. bu hareketiyle Seleme'nin savaşta iki kişi yerini tutabileceğini işaret etti. Seleme gerçekten böyle idi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Akll Zühre b. Mabed'in nakline göre Abdullah b. Hişam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanına yetişmiş ve annesi Zeynep binti Humeyd kendisini (Mekke'nin fethinde) Restilullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e götürmüştü. Annesi "Ya Resulallah! Onunla bey'at etseniz" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "O küçüktür!" buyurdu ve çocuğun başını, eliyle dokunup okşayarak kendisine dua etti. Hadisi rivayet eden Zühre "(Büyük babam Abdullah b. Hişam) bütün ev halkı adına bir tek koyun kurban ederdi" demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "çocuğun bey'atı." Yani çocuğun bey'atı meşru mudur yoksa değil midir? İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: İmam Buharl'nin attığı başlık bu konuda insanı yanılgıya düşÜrmektedir. Hadis ise bu yanılgıyı gidermektecj.ir. Hadis küçük çocuğun bey'atının geçerli olacağını göstermektedir. Buhari bu konuda Abdullah b. Hişam et-Teymı hadisine yer vermiştir. Buraya alınan, Şirket Bölümünde tamamı daha önce geçen hadisin bir kısmıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Abdullah'ın nakline göre bedevinin biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İslam üzere bey'at etmişti. Sonra bu kişiye Medine'de bir humma hastalığı isabet etti de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelerek "Ya Resulallah! Benim bey'at mı çöz de (çöle döneyim)!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu kabul etmedi. Sonra o kişi tekrar geldi ve yine "Benim bey'atımı çöz (de ben yine çöle döneyim!)" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu isteği yine kabul etmedi. Bunun üzerine bedevi (çöle dönmek üzere) çıkıp gitti. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Medine demirci körüğü gibidir. Pislikleri dışarı atar, temiz olanı alıkor" buyurdu. İmam Buhari bu konuda bedevi ile ilgili olarak Cabir hadisine yer verdi. Bu hadisin açıklaması 45.bab da 2355.sayfada geçti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Üç (kişi vardır ki) Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için (yaptıklarına karşılık) elem verici bir azap vardır: (Bunlardan birincisi) yol üzerinde (ihtiyacından) fazla bir suyu bulunan ve onu yolculardan alıkoyan kimsedir. (İkincisi) devlet başkanına yalnız dünya menfaati için bey'at eden kimsedir. Devlet başkanı ona istediğini verirse kendisine vefakar olur, aksi takdirde ahdini yerine getirmez. (Üçüncüsü) malını ikindiden sonra bir adama satıp, Allah adına yemin ederek 'Bu mala şöyle şöyle fiyat verilmiştir' diyendir. Müşteri de o kimsenin sözüne-dediği kadar verilmediği halde- inanır da o malı kendisinden yüksek bedelle satın alır." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanına sırf dünya menfaati için bey'at etme." Yani devlet başkanlığına layık olan kimseye bey'at etmede Allah'a itaatı hedeflemeyen kimse. İmam Nevevı şöyle demiştir: "Allah onlarla konuşmaz" cümlesinin manası Allah onlardan razı olduğunu göstererek, razı olduğu kimselerle konuştuğu gibi konuşmaz. Aksine gazap ettiğini gösteren bir ifadeyle konuşur demişlerdir. Bazılarına göre bu cümleden maksat, Cenab-ı Allah onlardan yüz çevirir demektir. Başka bazı bilginlere göre Allah onlarla kendilerini sevindirecek bir şey konuşmaz, demektir. Başka bazı bilginler ise Yüce Allah onlara selamı ile birlikte melekleri göndermez demişlerdir. ''Allah onlara bakmaz" (Bu cümle hadiste yok) cümlesinin manasına gelince, Allah onlardan yüz çevirir demektir. Allah'ın kullarına bakması, onlara rahmet etmesi ve lütufta bulunmasıdır. "Allah onları temize çıkarmaz" demek, onları günahlarından arındırmaz demektir. Bazılarına göre ise onları övmez an lamınadır. Hadiste geçen "İbnu's-Sebll" suya ihtiyaç duyan yolcu demektir. Fakat bundan harbi ve mürtedler -küfürde ısrarcı oldukları takdirde- istisna tutulmuştur. G:l nlara suyu alma müsadesi vermek gerekmez. Yeminle ikindi sonrasının birlikte zikredilmesi, bu vaktin gece ve gündüz meleklerinin toplanması ve başka ne'denlerle şerefli bir vakit olmasından dolayıdır. Hadiste sözü edilen şekliyle devlet başkanına bey'at eden kimsenin hadiste zikredilen tehdide layık olması Müslümanların liderini aldatmasından dolayıdır. Devlet başkanını aldatmanın ayrılmaz parçası halkı aldatmaktır. Zira bunda fitne uyandırmaya sebep olmak vardır. Özellikle o kişi bu konuda örnek alınan şahıslardan biri ise. Hattabi şöyle demiştir: Yalan yere yemin her vakit haram olduğu halde günahın büyüklüğünün ikindi vaktine tahsis edilmesi, Yüce Allah'ın bu vaktin şanını yüceltmesinden dolayıdır. Çünkü Allah bu vakitte melekleri bir araya toplar. İkindi amellerin sona erdiği vakittir. Her şey sonuna göre değerlendirilir. Netice olarak bu vakitteki günah, kulun cüret edip de buna atılmaması için ağır ve büyük olmuştur. Zira bu vakitte günah işlemeye cüret eden kimse, başka vakitte işlemeyi adet haline getirir. Selef bilginleri ikindiden sonra yemin ediyorlardı. Bu da hadiste yer almıştır. Bu hadis, bey'atını bozan ve devlet başkanına isyan eden kimselere ağır bir tehdit ihtiva etmektedir. Zira bu tavır, Müslümanların tefrikaya düşmelerine yol açar. Öte yandan ahde vefa, ırz, namus, mal ve canı korur. Devlet başkanına bey'at etmede asılolan, kişinin ona hakka göre hareket edeceği, şer'i cezaları uygulayacağı, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayacağı şartıyla bey'at etmesidir. Her kim bey'atını esas hedeflenen amacı göz önüne almaksızın devlet başkanının vereceği bir mala karşılık yaparsa apaçık bir hüsrana düşer ve hadiste sözü edilen tehdide muhatap olur. Yüce Allah onu yaptıklarından dolayı affetmezse bu cezaya maruz kalır. Hadise göre kişinin Allah rızasını hedeflemediği ve sadece dünya malını istediği her türlü amel fasittir ve bunu işleyen günahtadır. Başarıya ulaştıracak olan sadece Yüce Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Ubade b. es-Samit şöyle demiştir: Bizler bir mecliste otururken Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize şöyle buyurdu: "Allah'a (ibadette) hiçbir şeyi ortak etmemek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarınızı öldürmemek, kendiliğinizden uyduracağınzz hiçbir yalanla kimseye bühtan etmemek, hiçbir maruf işte isyan etmemek üzere bana bey'at ediniz. İçinizden her kim sözünde durursa, onun mükofatı Allah'zn üzerindedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyada cezaya uğrarsa bu onun için kefarettir. Bunlar0an birini yapıp da yaptığı o fiili Yüce Allah örtüp gizlerse onun işi Allah'a ka/zr. Isterse ona ceza verir, dilerse onu affeder." Biz de bu şart üzere Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bey'at ettik
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Allah' a hiçbir şeyi ortak koşmamalan '(Mümtehine 12) ayetinin sözleri ile kadınların bey'atlarını kabul ederdi. Aişe r.anha şöyle devam etmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eli bey'at esnasında hiçbir kadının eline dokunmamıştır. Ancak (nikahına veya hürriyetine) malik olduğu kadınlar müstesna
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Atıyye şöyle demiştir: Bizler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bey'at ettik. Bize ''Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları"(Mümtehine 12) ayet-i kerimesini okudu ve (ölü üzerine) çığlıkla matem tutmamızı yasakladı. Bunun üzerine kadınlardan birisi bey'at etmekten elini çekti ve "Ya ResulallahI Filanca kadın cahiliye mateminde bana yardım etmişti. Ben şimdi onun bendeki hakkını karşılayıp ödemek istiyorum!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem O kadına hiçbir şey söylemedi. Bunun üzerine kadın gitti. Sonra dönüp bey'at etti. Ümmü Atıyye şöyle demiştir: Benimle birlikte bey'at eden kadınlardan anca Ümmü Süleym, Ümmü'l-Na, Ebu Sebre'nin kızı Muaz b. Cebel'in hanımı yahut Ebu Sebre'nin kızı ve Muaz b. Cebel'in hanımından başkası bu bey'atteki feryatla ağlamama şartına riayet etmedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadis yabancı bir kadının konuşmasını dinlemenin mubah olduğunu, sesinin avret olmadığını, zorunluluk yokken tenine değmenin yasak olduğunu göstermektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Abdullah şöyle demiştir: Bir bedevi Nebie gelerek "Ya Resulallah! Benimle İslam üzere bey'at et" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onunla İslam üzere bey'at etti. Sonra ertesi günü bu bedevi sıtma hastalığına tutulmuş olarak geldi ve "(Ya Resulallah!) Benim bey'atımı çöz!" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun bu teklifini kabul etmedi. Adam arkasını dönüp gidince Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Medine demireinin körüğü gibidir. Değersiz olan kiri pası dışarı atar, temiz olanı da ortaya çıkarır" buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Yaptığı bey'atı Bozma." İmam Buhari bu konuda bedevi olayı ile ilgili olan Cabir hadisini zikretmiştir. Bu hadise Bedevilerin bey'atı başlığı ile 2355. sayfada işaret edilmişti. bey'ab bozma konusundaki tehditle ilgili olarak İbn Ömer hadisinde şu ifade geçmişti: "Bir kimsenin bir adama Allah'ın ve Resulünün bey'at emri üzere bey'at edilip de sonra savaş bayrağı dikilmesinden daha büyük bir sözden cayma bilmiyorum." Bu hadis fiten bölümünün sonlarında geçmişti. Bunun bir benzeri merfu olarak şu şekilde nakledilir: "Her kim bey'atını verir, sonra onu bozarsa (kıyamet günü) Yüce Allah'a yemini yanında olmadığı halde gelir." Bu hadisi Taberani ceyyid bir isnadla rivayet etmiştir. (Taberani, Mucemu'I-Evsat, iX, 50) Bu konuda Ebu Hureyre' den nakledilen merfu bir rivayet daha vardır: "Namaz üç şey hariç (yapılanlara) kefarettir. Bunlar Allah'a ortak koşmak, safkayı bozmak ve sünneti terk etmektir." Bu rivayette "safkayı bozmak" ifadesinin tefsiri "Safkayı bozmak bir kimseye bey'atını verip, sonra onunla çarpışmandır" şeklinde yer almaktadır. Hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II)
- Bāb: ...
- باب ...
Kasım b. Muhammed şöyle demiştir: Aişe r.anha (bir keresinde şiddetli bir baş ağrısına tutuldu da) "Vay başım (ölüyorum')" dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Eğer sen ölür de ben hayatta kalırsam senin için mağfiret diler ve sana dua ederim!" buyurdu. Bunun üzerine Aişe r.anha "Vay başıma gelen musibete! Vallahi öyle sanıyorum ki sen benim ölümümü istiyorsun. Eğer ben ölürsem muhakkak ki sen o son günün gecesinde kadınlarının birisiyle gerdek olup yaşarsın!" dedi. Aişe r.anha'nın bu sözü üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Ya Aişe Asıl ben 'Vay başıma!' demeliyim. (Çünkü senden önce öleceğim). Ya Aişe! (hatta) şimdi ben Ebu Bekir'e ve oğluna haber göndermek ve -hilafet dedikoducularının sözlerinden ve hilafet umanların temennilerinden nefret ederek- hilafeti Ebu Bekir'e vasiyet etmeye karar verdim -veya istedim- fakat sonra düşündüm ki Allah (hilafeti Ebu Bekir'e nasip etmekten) çekinmez. mu'minler de (ondan başkasının) halife olmasını men ederler ya da Allah (Ebu Bekir'den başkasına halifeliği) nasip etmez, mu'minler de (Ebu Bekir'den başkasına bey'at ve uymaktan) kaçınırlar
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: Babam Ömer (vurulup, durumu ağırlaşınca dostları) "Yerine bir halife tayin etmez misin?" diye sordular. Ömer "Eğer yerime halife tayin ve tavsiye edersem (aykırı bir iş yapmış olmam). Çünkü benden hayırlı olan Ebu Bekir yerine halife tayin ve tavsiye etti. Eğer tayin etmez de (bu işi ümmete) bırakırsam, şüphesiz benden hayırlı olan Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de (bu işi ümmete) bırakmıştı" dedi. İbn Ömer şöyle devam etti: Orada hazır bulunanlar Ömer'i övdüler. Bunun üzerine Ömer "Ben (hem) isterim ve (hem de) korkarım. Ben bu hilafet işinden ne karlı, ne de zararlı olmayarak, hayatımda ve ölümümde sorumluluğunu yüklenmeksizin sıyrılıp çıkmayı istedim
- Bāb: ...
- باب ...
Zührı'nin nakline göre Enes b. Malik, Hz. Ömer'in minber üzerine oturup da yaptığı ikinci konuşmayı dinlemişti. Bu konuşma Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı gününün ertesinde olmuştu. Ömer şehadet kelimelerini söyledi. Ebu Bekir ise hiç konuşmuyor susuyordu. Ömer, "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaşayıp da bizden sonraya kalmasını ümit ederdim" dedi. Ömer bu sözüyle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatının kendilerinden sonra olmasını kastediyordu. Ömer devamla şöyle dedi: "Muhammed ölmüş ise şüphesiz Allah sizin aranızda bir nur (Kur'an) bırakmıştır ki onunla Allah'ın Muhammed'e hidayet ettiği yolu bulacaksınız. Şüphesiz Ebu Bekir de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkadaşı ve (mağarada) 'iki kişiden birisidir.'(Tevbe 40) "Hiç şüphe yok ki o Müslümanların işlerini üzerine almaya en layık kimsedir. (Ey hazır bulunanlar!) Kalkınız ve ona bey'at ediniz!" Sahabilerden bir kısmı bundan önce Saide oğulları saklfesinde Ebu Bekir' e bey'at etmişti. Genel bey'at ise minber üzerinde yapılan bu bey'at olmuştu. Zührı'nin nakline göre Enes b. Malik şöyle demiştir: "O gün Ömer'in, Ebu Bekir'e ısrarla "minbere çık!" deyip durduğunu işittim ve sonunda Ebu Bekir minbere çıkınca tüm insanlar ona bey'at ettiler
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed b. CUbeyr b. Mut'im'in nakline göre babası şöyle demiştir: Bir keresinde Nebi'e bir kadın geldi ve bir şey konusunda Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemla konuştu. (Kadın dönerken) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona tekrar kendisine dönmesini emretti. Bunun üzerine kadın -Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefat edebileceğini ima ederek- "Ya Resulallah! Ben gelir de seni bulamazsam?" diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Şayet beni bulamazsan Ebu Bekir'e gelip müracaat et!" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Bekir (Nebi s.a.v.'in vefatından son irtidad eden) Büzaha heyetine hitaben) "Yüce Allah Nebiinin halifesine ve muhadrlere sizleri mazur kılacak bir durum gösterinceye kadar çöllerde develerin kuyruklarının ardından gidiniz" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: AÇIKLAMA SONRASI BİR HADİS DAHA VAR Buharl'nin kullandığı başlıktaki "İstihlaf", bir halifenin vefat edeceği sırada kendisinden sonra gelecek halifeyi tayin etmesi veya aralarından birini seçmeleri için bir topluluğa yardımda bulunması demektir. "Fe a'hide" yani benden sonra bu işi görecek kimseye yardım edeyim. İmam Buharl'nin cümleden anladığı budur. Dolayısıyla hadiste geçen "el-ahd" kelimesi bundan daha genelolmakla birlikte Buhari bu başlığı kullanmıştır. Müslim'in naklettiği bir rivayete göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Aişe r.anha'ya "Bana EbU Bekir ve kardeşini çağır da bir mektup yazayım. Çünkü ben (halifeliği) temennf eden birisinin çıkacağından ve (halifeliğe) ben daha layığım diyeceğinden endişe ediyorum. Yüce Allah ve mu'minler ise EbU Bekir'den başkasına halifeliği nasip etmemekten çekinmez. "(Müslim, Fadailu's-Sahabe) Bezzar'ın rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Allah korusun! İnsanların Ebu Bekir hakkında ihtilafa düşmelerinden Allah'a sığınırım" buyurmuştur. Mühelleb bu konuda ileri 'giderek şöyle demiştir: Hadis, Ebu Bekir'in halifeliğine kesin bir delildir. İnsanı hayrette bırakanı onun bunu söyledikten sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yerine herhangi bir kimseyi halife olarak bırakmadığının sabit olduğunu ifade etmiş olmasıdır. "Eğer yerime halife tayin ve tavsiye edersem." Bizim bu konudaki görüşümüz şudur: Anlaşılan Hz. Ömer'in tercihi yerine herhangi bir kimseyi halife olarak bırakmamaktır. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı uygulama, azimetin aksinedir. Bu, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in temettu haccına niyetlenip, ifrad haccı yapmasına benzer. Netice olarak o, ifrad haccını tercih etmiş oldu. "Orada hazır bulunanlar Ömer' i övdüler. Bunun üzerine Ömer 'Ben (hem) isterim ve (hem de) korkarım' dedi." İbn Battal şöyle der: Bu ifade iki manaya muhtemeldir: Birincisi beni övenler ya bu konudaki isabetli düşüncemi ve açıklamamı istemektedirler ya da içlerinde gizledikleri hoşlanmamayı artaya Çlkarmamdan korkmaktadırlar ya da bunlar benim yanımda olanı istemekte ve benden korkmaktadırlar veya insanlar hilafeti istemekte ve ondan korkmaktadırlar. Ben bunu isteyene verirsem kendisine (görevi başında) yardım edilmeyeceğinden endişe ederim. İstemeyene verdiğim takdirde onun da bu görevi yapmayacağından korkarım. Kadi iyad bu manalara bir başkasını katarak şöyle demiştir: Bu iki kelime Hz. Ömer'in niteliğidir. Buna göre Hz. Ömer ben Allah katındakini arzulamakta ve onun vereceği cezadan korkmaktayım. Sizin övgülerinize itibar etmem. Bu beni başınıza birini halife tayin ve tespit etme işiyle i1gilenmekten alıkoyuyar demiş olmaktadır. "Ben bundan" yani hilafetten onun kötülüğünden ve hayrından uzak olarak yakamı sıyırmak istiyorum. Nitekim kendisi bu ifadeyi hadiste "ne karlı, ne de zararlı olmayarak" cümlesiyle tefsir etmektedir. İbn Battal özetle şöyle demiştir: "Hz. Ömer bu konuda fitne korkusuyla orta bir yol tutmuştur." Ve böylece yerine birisini halife tayin etmenin Müslümanların işlerini daha çok sağlama alacağını görmüştür. Bundan dolayı meseleyi Hz. Nebie ve Ebu Bekir' e uymayı terk etmiş olmamak için altı kişiye havale etmiştir. O Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in uygulamasının bir kısmını alarak yerine belli bir kimseyi tayin etmemiş, Ebu Bekır'in uygulamasından bir kısmını alarak -açıkça isim belirtmemekle birlikte- bu görevi altı kişiden birisine bırakmıştır. İbn Battal şöyle devam eder: Bu olay görevdeki halifenin bunu kendisinden sonra başka birisine bırakabileceğine, bu konuda bütün Müslümanlara emir vermesinin caiz olduğuna delildir. Zira sahabiler ve onların ardından gelenler Ebu Bekir'in görevi Ömer'e vermesi konusundaki uygulamada ittifak halindedirler. Aynı şekilde onlar Hz. Ömer'in altı kişiye emir vermesini kabul noktasında da ihtilaf etmemişlerdir. İbn Battal şöyle der: Bu, bir kimsenin bir başkasını kendi çocuğu üzerine -çocuğun menfaatleri konusunda düşünce tarzı bir başkasından daha mükemmelolduğu için- vasi tayin etmesine benzer. Halife de aynen böyledir. Nevevi ve başkalarının bu konudaki ifadelerine göre bilginler tayin ve tavsiye etme yoluyla halife olunabileceği noktasında icma ettikleri gibi bunun ehlü'lhal ve'l-akdin bir kimseyi -bir başkası tavsiye ve tayin edilmediği için- halife tayin edeceği, halifenin bu meseleyi belli sayıda kişiler veya başkaları arasında danışmayla yapılması emri verebileceği noktasında icma etmişlerdir. Yine onlar bir halife tayin etmenin gerekli olduğu, bunun aklen değil, şer'an vacip olduğu noktasında da görüş birliği etmişlerdir. "Enes b. Malik, Hz. Ömer'in minber üzerine oturup da yaptığı ikinci konuşmayı dinlemişti. Bu konuşma Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı gününün ertesinde olmuştu." Bu konuşma, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatı gününün ertesinde olmuştu. Enes'in gördüm ve işittim diye naklettiği bu olay, -Muhsan Olup Zinadan Gebe Ka1an Kadının Recmedilmesi başlığı altında daha önce açıklandığı üzere- Ebu Bekir'e Saide oğulları sakifesinde bey'at edildikten sonra gerçekleşmiştir. Orada Ebu Bekir'e önce Muhacirlerin, sonra Ensarın bey'at ettiğinden söz edilmişti. Sahabiler orada bu işi sonlandırıp, Ebu Bekir'e bey'at konusunda tam birlik gerçekleşince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in mescidine geldiler ve Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in cenazesinin kaldırılması işiyle meşgul olmaya başladılar. Sonra Ömer Saide oğulları sakifesinde gerçekleşen bey'at akdinde hazır bulunmayan kimselere orada olup bitenleri haber verdi. Ardından onları Ebu Bekir'e bey'at etmeye davet etti ve orada hazır bulunmayanlar Ebu Bekir'e bey'at ettiler. Bütün bunlar aynı gün içinde gerçekleşti. "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaşayıp da bizden sonraya kalmasını ümit ederdim." Yani bunu dilerdim. "Tüm insanlar ona bey'at ettiler." Yani ikinci bey'at Saide oğulları sakifesinde gerçekleşen bey'at ten daha genel, daha meşhur ve katılanlar itibarıyla daha kalabalıktı. "Ebu Bekir, (Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra dinden çıkmış) Büzaha heyetine hitaben şöyle dedi." Büzaha, Esed ve Gatafan kabilelerindendi. Bu kabileler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra dinden dönmüşler, Tulayha b. Huveylid el-Esedı'ye tabi olmuşlardı. Tulayha, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra Nebi olduğunu iddia edince insanlar kendilerinden olduğu için ona itaat ettiler. Bunun üzerine Halid b. Velid, Yemame'de Müseylime'nin işini bitirdikten sonra onlarla çarpıştı. Bu kabileler yenilince heyetlerini Ebu Bekir'e gönderdiler. Tabert ve başka tarihçiler Ridde Olayları Bölümünde onların hikayelerine ve Ebu Bekir'in halifeliği döneminde sahabilerin onlarla yaptıkları çarpışmalara yer verirler. "Develerin kuyruklarının ardından gidiniz." İbn Battal şöyle demiştir: Bu kabileler önce dinden döndüler, sonra tövbe ettiler ve kendilerini mazur görmesi için elçilerini Ebu Bekir' e gönderdiler. Ebu Bekir danışmalarda bulunmadan onlar hakkında hüküm vermek istemedi ve onlara "Şimdi dönün ve çöllerde develerin kuyruklarının ardından gidiniz" dedi. Öyle anlaşılıyor ki Ebu Bekir'in onlara bu mühleti vermekten maksadı tövbe ettiklerinin ve İslamı güzel bir şekilde yaşayarak salih kimseler olduklarının ortaya çıkmasıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir b. Semure'nın nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "On iki emir olacaktır" buyurmuştur. -Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem birkelime daha söyledi ama işitme di m dediğimde- babam "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Bunların tümü Kureyş'tendir' buyurdu dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Davud'un el-Esved b. Said vasıtasıyla Cabir b. Semura'dan yaptığı benzer bir nakilde şöyle bir farklılık vardır: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem evine dönünce Kureyş geldi ve 'Sonra ne Olacak?' diye sordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sonra katı (herc) olacak" diye cevap verdi.(Ebu Davud, Mehdi) Bezzar ise bu farklılığı bir başka yönden nakletmiştir. Onun nakline göre Cabir şöyle demiştir: "Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem evine döndü. Ben de onun yanına geldim ve 'Sonra ne olacak?' diye sordum. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Sonra katı (herc) olacak' diye cevap verdi. İbn Battal'ın nakline göre Mühelleb şöyle demiştir: Bu hadisin manası hakkında kesin kanaat sahibi olan hiç kimseye rastlamadım. Bazıları sözkonusu emirler peşpeşe gelecek derken, bazıları bunlar aynı zamanda ortaya çıkıp, her biri emir olduğunu iddia edecek demişlerdir. Mühelleb şöyle devam etmiştir: Ağır basan zanna göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisinden sonra son derece acaip fitneler meydana geleceğini hatta aynı zaman dilimi içinde halkın on iki emirin arkasına takılarak fırkalara ayrılacağını haber vermiştir. Mühelleb sözüne şöyle devam etmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan başka bir manayı kastetmiş olsaydı, "On iki emir çıkacak ve bunlar şöyle şöyle yapacaklar" ifadesini kullanırdl. Onları haberden soyutladığına göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu kimselerin aynı zamanda ortaya çıkacaklarını ifade etmek istediğini anladık. Bu, hadis yollarından Buhari' de yer alan rivayet dışında hiçbir şeye vakıf olmayan kimselerin ifadesidir. Benim Müslim ve başkalarından naklettiğim rivayetlerden anladığım şudur: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların idareciliklerine mahsus olan nitelikten söz etmiştir. Bu, İslamın aziz ve sağlam olmasıdır. Bir başka rivayette bir başka nitelik yer almaktadır. Bu da Ebu Davud'da yer alan rivayette olduğu üzere insanların tümünün bunların etrafında toplanacaklarıdır. Ebu Davud bu hadisi İsmail b. Ebi Halid, babası ve Cabir b. Semura isnadıyla şu şekilde nakletmektedir: "Bu din başınıza on iki halife gelinceye kadar ayakta durmaya devam edecektir. Bunların tümü etrafında ümmet bir araya gelecektir. "(Ebu Davud, Mehdi) Aynı rivayeti Taberani el-Esved vasıtasıyla bir başka yönden Semura'dan şöyle nakleder: "Onlara düşmanlık edenlerin düşmanlığı kendilerine zarar vermeyecektir. " Kadı Iyaz, bunu özetleyerek şöyle demiştir: Hadisten şu kastedilmiş olabilir: Bu on iki kişi hilafetin aziz, İslam'ın güçlü, dosdoğru, hilafet görevini yürüten kimselerin etrafında toplanıldığı bir sürede çıkacaklardır. Bu görüşü hadisin bazı rivayetlerinde yer alan "Ümmetin tümü bunların etrafında toplanacaktır" cümlesi teyid etmektedir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in haber verdiği bu gerçek insanların etraflarında toplandığı halifeler hakkında ortaya çıkmıştır. Bu, Emevi oğullarının yönetiminde çalkantılar başlayıncaya ve el-Velid b. Yezid zamanındaki o fitne ortaya çıkıncaya kadar devam etmiştir. Sözkonusu emirler, Abbasi devleti kurulup Emevllerin kökünü kazıyıncaya kadar ardarda gelmişlerdir. Hadiste sözü edilen sayının incelendiğinde doğru olduğu görülecektir. Kadı Iyaz şöyle demiştir: Bu hadis, başka manaya da muhtemeldir. Nebiinin maksadının ne olduğunu en iyi Yüce Allah bilir. Bunun açıklaması şudur: "İdima" kelimesinden maksat insanların kendisine bey'at etmek için boyun eğmeleridir. Tarihte gerçekleşen de şudur: İnsanlar sırasıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali'ye boyun eğip bey'at etmişlerdir. Bu durum, Sıffın'da hakem olayına kadar böylece sürmüştür. O gün Muaviye'ye halife ismi verilmiştir. Sonra insanlar Hz. Hasan'ın barışı esnasında Muaviye'ye boyun eğip bey'at etmişlerdir. Ardından onun oğlu Yezid'e bey'at etmişlerdir. Halifelik Hüseyin'in eline geçmemiştir. Tam tersine o bundan önce katledilmiştir. Daha sonra Yezid ölünce ihtilaf baş göstermiş ve İbnü'z-ZUbeyr'in katlinden sonra Abdulmelik b. Mervan'a bey'at edilinceye kadar bu durum sürmüştür. Bundan sonra onun dört çocuğu sırasıyla el-Velid, Süleyman, Yezid ve son olarak Hişam'a bey'at edilmiştir. Süleyman'la, Yezid arasında Ömer b. Abdulaziz vardır. Buraya kadar Hulefa-yı Raşidinden sonra yedi kişi saymış olduk. On ikinci emir ise elVelid b. Yezid b. Abdulmelik'tir. el-Velid'in amcası Hişam ölünce insanlar ona bey'at etmişlerdir. el-Velid yaklaşık dört sene halifelik yapmış, sonra ona isyan etmişler ve kendisini öldürmüşlerdir. O günden itibaren fitneler yayılmış, durum değişmiştir. Bu tarihten sonra insanlar bir halifenin etrafında bir daha bir araya gelmemişlerdir. Çünkü amcaoğlu el-Velid b. Yezid'e karşı gelen Yezid b. el-Velid' in halifeliği uzun sürmemiştir. Tam tersine babasının amcaoğlu Mervan b. Muhammed b. Mervan o daha ölmeden kendisine isyan etmiştir. Yezid ölünce yerine kardeşi İbrahim geçmiş ve Mervan da ona galip gelmiştir. Sonra Abbas oğulları Mervan'a isyan etmişler ve sonunda Mervan öldürülmüştür. Bundan sonra hilafete Abbas oğullarının ilk halifesi Ebü'l-Abbas es-Seffah geçmiştir. Ona isyan edenlerin çokluğu yanında halifeliği uzun sürmemiştir. Sonra yerine kardeşi el-Mansur geçmiş, onun halifeliği uzun sürmüştür. Fakat Mervanilerin el-Endülüs'ü ele geçirmeleri nedeniyle uzak mağrib bölgesi ona itaatten çıkmıştır. Endülüs, zorla ele geçirdikleri bir bölge olarak ellerinde kalmaya devam etmiştir. Ancak idareciler, bundan sonra da kendilerine halife ismini almayı sürdürmüşlerdir. Yeryüzünün bütün bölgelerinde bir tefrika baş göstermiş ve bazı beldelerde hilafetten geriye isimden başka bir şey kalmamıştır. Oysa Abdulmelik b. Mervan'ındöneminde yeryüzünün her tarafında Müslümanların hakim oldukları doğu, batı, sağ, sol her bölgede halife adına hutbe okunuyordu. Bu beldelerden hiçbirinde halifenin emri olmaksızın hiç kimse hiçbir göreve gelemiyordu. Bunların tarihlerini inceleyen kimse söylediklerimizin doğru olduğunu görecektir. Buna göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in 'Sonra katı (herc) olacak' cümlesinin manası şu olur: Bundan sonra fitnelerden kaynaklanan öldürme olayları olacaktır. Bu, yaygınlaşacak ve sürüp giderek zaman durdukça artacaktır. Nitekim aynen Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in haber verdiği gibi olmuştur. Yardım dilenecek tek varlık Yüce Allah'tır
- Bāb: ...
- باب ...
Ka'b b. Malik Tebuk savaşına katılmayıp, geri kaldığı olayı anlatırken şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanların bizimle konuşmasını yasakladı. Bu hal üzere elli gün kaldık. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (sabah namazı kıldığı zaman) Allah'ın tövbemizi kabul ettiğini ilan etmişti. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Devlet başkanının suçluları ve günah işleyenleri kendisi ile konuşmaktan, kendilerini ziyaret i3tmekten ve benzeri şeylerden men edip, edemeyeceği." İmam Buhari burada Ka'b b. Malik'in Tebuk savaşına katılmaması ve tövbesiyle ilgili hadisinin bir kısmına yer vermiştir. Bu hadisin geniş bir açıklaması Meğa.zı Bölümünün sonlarında -hamdolsun Allah'a- geçmişti