Sahih Muslim

...

(1) Kitāb: The Book of Faith

(1) ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Hayseme Zuheyr b. Harb tahdis etti, bize Veki', Kehmes'den tahdis etti. O Abdullah b. Bureyde'den, o Yahya b. Ya'mer'den (H) Bize Ubeydullah b. Muaz el-Anberi de tahdis etti -ki bu onun (naklettiği) hadisidir-, bize babam tahdis etti, bize Kehmes, İbn Bureyde'den tahdis etti. O Yahya b. Ya'mer'den şöyle dediğini nakletti: - Kader hakkında ilk konuşan kişi Basra'da Ma'bed el-Cuheni oldu. Ben ve Humeyd b. Abdurrahman el-Himyeri hac -ya da umre- yapmak üzere gitmiştik. Kendi kendimize: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından birisi ile karşılaşsak da bunların kader hakkında söylediklerine dair ona (kanaatini) sorsak, dedik. Abdullah b. Ömer b. el-Hattab'a mescide girerken rastgeldik. Ben ve arkadaşım birimiz sağından, diğerimiz solundan olmak üzere etrafında durduk. Arkadaşımın sözü bana bırakacağını düşünerek: - Ey Ebu Abdurrahman, dedim. Bizim oralarda birtakım insanlar çıktı. Bunlar Kur'an'ı okuyorlar, ilmi araştırıyorlar -ve böyle diyerek onların durumlarını zikretti.- Bununla birlikte onlar kader diye bir şey olmadığını, olayların (Allah'ın ezeli ilmi söz konusu olmaksızın) kendiliğinden meydana geldiğini iddia ediyorlar. (İbn Ömer) dedi ki: Bunlarla karşılaşacak olursan benim onlardan uzak olduğumu, onların da benden uzak olduklarını onlara haber ver. Abdullah b. Ömer'in adına yemin ettiği zat hakkı için eğer onlardan (1/37a) birinin Uhud dağı gibi altını bulunsa ve onu (Allah yolunda) infak etse kadere iman etmedikçe Allah ondan (infakını) kabul etmez. Sonra şunları ekledi: -Babam Ömer b. el-Hattab bana tahdis edip dedi ki: Bir gün Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzurunda idik. Birden yanımıza elbiseleri oldukça beyaz, saçı oldukça siyah, üzerinde yolculuk izleri görülmeyen ve aramızdan kimsenin de tanımadığı bir adam çıkageldi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına oturuverdi, dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini uylukları üzerine koydu ve: - Ey Muhammed, bana İslam'dan haber ver, dedi. RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İslam Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan ayı orucunu tutman, oraya gitmek için yol bulabildiğin takdirde beyti haccetmendir" buyurdu. Adam: Doğru söyledin, dedi. (Ömer): Biz onun bu yaptığına hayret ettik. Hem ona soru soruyor, hem ona doğru söylüyorsun diyordu, dedi. Sonra adam: Bana imandan haber ver, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine, ahiret gününe iman etmen, bir de hayrıyla, şerriyle kadere iman etmendir" buyurdu. (Adam): Doğru söyledin, dedi. Sonra: Bana ihsandan haber ver, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah'a onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da şüphesiz o seni görür" buyurdu. Adam: Bana kıyamet'ten haber ver dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu hususta kendisine soru sorulan sorandan daha bilgili değildir" buyurdu. Adam: O halde bana onun alamet(ler)ini haber ver, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Cariyenin kendi hanımefendisini doğurması, yalınayak, çıplak, yoksul koyun çobanı kimselerin uzun (yüksek) bina yapmakta birbirleriyle yarıştıklarını görmendir" buyurdu. (Ömer) dedi ki: Sonra adam gitti. Uzunca bir süre bekledim sonra (Allah Rasulü) bana: "Ey Ömer, o soru soran kimdi biliyor musun" buyurdu. Ben: Allah ve Rasulü en iyi bilendir, dedim. O: "O (gelen) Cibril'di. Size dininizi öğretmek üzere gelmişti" buyurdu. Diğer tahric: Ebu Davud, 4695; Tırmizi, 2610; Nesai, 5005; İbn Mace, 63; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Ubeyd el-Gubara, Ebu Kamil el-Cahderi ve Ahmed b. Abde tahdis edip dediler ki: Bize Hammad b. Zeyd, Matar el-Varrak'dan tahdis etti. O Abdullah b. Bureyde'den, o Yahya b. Ya'mer'den şöyle dediğini nakletti: Ma'bed kader hakkında söylediklerini söyleyince, biz bunu kabul etmeyip, karşı çıktık. (Yahya) dedi ki: Humeyd b. Abdurrahman el-Himyeri ile birlikte hacca gitmiştik, sonra da (raviler) hadisi Kehmes'in rivayet ettiği hadisin manasıyla ve senediyle -ancak bazı fazlalıklar ile birkaç harf eksiği ile- rivayet ettiler. Diğer tahric: Ebu Davud, 4695; Tırmizi, 2610; Nesai, 5005; İbn Mace, 63; Tuhfetu'l-Eşraf, 10572 Sened Şerhi: "Bana Muhammed b. Ubeyd el-Guberı, Ebu Kamil el-Cahderi ve Ahmed b. Abde tahdis etti." Bu senetteki "el-Guberi" nispeti ğayn harfi ötreli, be harfi fethalıdır. Mukaddimenin baş taraflarında buna dair net açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. el-Cahderl'nin adı ise el-Fudayl b. Huseyn'dir. "el-Cahderi" nispetinde cim fethalı, ha sakindir. Mukaddimede de buna dair açıklamalar geçti. "Abde" isminde be harfi sakindir. Bu da önceki fasıllarda "Abde ve Ubeyde" ile ilgili açıklamalarda geçti. Bu isnadda "Matar el-Verrak" da geçmektedir ki, adı Matar b. Tahman Ebu Reca el-Horasani'dir. Basra'da yerleşmiştir. Mushaf yazar(ak geçinir)di. Ona el-Verrak (kağıtçı) denilmiştir. "Hac etmek için gitmiştik"teki "(...): Bir hac" lafzı ha harfi hem kesreli, hem fethalı olarak iki şekilde de söylenir. Kesreli söyleyiş Araplardan işitilmiş alandır. Fethalı söyleyiş ise kıyasa göredir. Bir vuruş anlamındaki (ve benzerleri) 'kelimeler için dilciler böyle demişlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim de tahdis etti. Bize Yahya b. Said el-Kattan tahdis etti. Bize Osman b. Ğiyas tahdis etti. Bize Abdullah b. Bureyde, Yahya b. Ya'mer'den ve Humeyd b. Abdurrahman'dan şöyle dediklerini tahdis etti. Abdullah b. Ömer ile karşılaştık. Kaderi ve (yeni görüş ortaya atanların) kader hakkında söylediklerini zikrettik. O da hadisi onların naklettikleri gibi Ömer (radiyallahu anh)'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bize rivayet etti, ama onda biraz fazlalık ve bir parça eksik lafızlar bulunabilir. Diğer tahric: Hadisin Humeyd b. Abdurrahman yoluyla gelen rivayetini Ebu Davud, 4696; Tuhfetu'l-Eşraf, 10516'da rivayet etmiştir. Yahya b. Ya'mer tarafından gelen rivayetinin kaynakları da 93 numaralı hadiste gösterildi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Haccac eş-Şair de tahdis etti. Bize Yunus b. Muhammed tahdis etti. Bize el-Mutemir babasından tahdis etti. O Yahya b. Ya'mer'den, o İbn Ömer'den, o Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den adı geçen ravilerin hadisi naklettiklerine yakın rivayet etti. Diğer tahric: 93 numaralı hadisin kaynakları. AHMED DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN bBURAYA TIKLA NEVEVİ SENED ŞERHİ 95, 96, 97, 98 İÇİN BURAYA TIKLA NEVEVİ AÇIKLAMASI 93, 94, 95, 96, 97, 98 İÇİN BURAYA TIKLA

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Zuheyr b. Harb beraberce İbn Uleyye'den tahdis etti: Zuheyr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim, Ebu Hayyan'dan tahdis etti. O Ebu Zur'a b. Amr b. Cerir'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gün insanlar arasına çıkmıştı. Yanına bir adam gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, iman nedir, dedi. O: ''Allah'a, meleklerine, kitabına, ona kavuşmaya ve rasullerine iman etmendir. Bir de ölümden sonra dirilişe de iman etmendir" buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Resulü İslam nedir dedi. O: "İslam Allah'a ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet etmen, farz namazı dosdoğru kılman, farz zekatı tam olarak vermen ve ramazan orucunu tutmandır" buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Resulü, ihsan nedir, (diye) sordu. O: ''Allah'a onu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan dahi o seni görür" buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Rasulü (kıyametin) saat(i) ne zaman, dedi. Allah Rasulü: "Hakkında soru sorulan kişi sorandan bilgili değildir ama ben sana onun şartlarını söyleyeyim. Cariye efendisini doğuracak olursa işte bu onun şartlarından (alametlerinden) dir. Çıplak ve yalınayak kimseler insanların başı olurlarsa işte bu onun şartlarındandır. Dilsiz davar çobanları uzun bina yanşma girişirlerse işte bu onun şartlarındandır. (Yoksa kıyametin ne zaman kopacağı} Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş husus arasındadır" buyurdu. Sonra da: "Saatin ilmi muhakkak Allah'ın yanındadır. Yağmuru o indirir, rahimlerde olanı o bilir. (Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilemez, hiçbir nefis de hangi yerde öleceğini bilemez.) Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. " (Lokman, 34) buyruğunu okudu. (Ebu Hureyre) dedi ki: Sonra adam dönüp gitti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O adamı bana getiriniz" buyurdu. Onu geri çağırmak için harekete geçtilerse de hiçbir §ey göremediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Bu Cibril'di. İnsanlara dinlerini öğretmek için geldi" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 50 ve 4777; İbn Mace, 64 ve 4044'te kısmen; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize Muhammed b. Bişr tahdis etti. Bize Ebu Hayyan et-Teymi bu isnad ile aynısını tahdis etti. Şu kadar var ki o, rivayetinde "erne kocasını doğurursa" demiştir ki (erne lafzından) kastı cariyelerdir. 97 numaralı hadisin kaynakları ile aynı AHMED DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN BURAYA TIKLAYIN NEVEVİ SENED ŞERHİ 95, 96, 97, 98 İÇİN BURAYA TIKLA NEVEVİ AÇIKLAMASI 93, 94, 95, 96, 97, 98 İÇİN BURAYA TIKLA BU HADİS’İN BUHARİ RİVAYETİ VE İBN-İ HACER’İN FETHU’L-BARİ AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti. Bize Cerir, Umare -b. el-Ka'ka'den tahdis etti. O Ebu Zur'a'dan, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bana soru sorun" buyurdu. Ashab, heybetinin etkisi ile ona soru sormaktan çekindiler. Sonra bir adam gelip onun dizlerinin yanında oturuverdi. Ey Allah'ın Rasulü, İslam nedir, dedi. O: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaman, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutmandır" buyurdu. Adam: Doğru söyledin, dedi. Adam: Ey Allah'ın Rasulü iman nedir? (1/40a) dedi. Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve Sellem: "Allah'a, meleklerine, kitabına, ona kavuşmaya, rasullerine iman etmen, ölümden sonra dirilişe iman etmen ve her şeyiyle kadere iman etmendir" buyurdu. Adam: Doğru söyledin dedi. Sonra: Ey Allah'ın Rasulü, ihsan nedir, dedi. Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve Sellem: ''Aziz ve celi! Allah'tan onu görüyormuşsun gibi korkmandır çünkü sen onu görmezsen dahi muhakkak o seni görür" buyurdu. Adam: Doğru söyledin dedi. Sonra: Ey Allah'ın Rasulü, kıyamet ne zaman kopacak, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hakkında kendisine soru sorulan sorandan daha bilgili değildir ama ben sana şartlarını söyleyeyim. Kadının efendisini doğurduğunu görürsen işte bu onun şartlarındandır. Çıplakların, yalınayaklı, sağır ve dilsiz kimselerin yeryüzünün hükümdarları olduğunu görecek olursan işte bu onun şartlarındandır. Dilsiz hayvanlara çobanlık edenlerin uzun bina dikmekte birbirleriyle yarıştıklarını görürsen işte bu onun şartlarındandır. (Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi ise) Allah'tan başka kendilerini kimsenin bilemediği gaybın beş hususu içerisindedir" buyurdu. Sonra da: "Saatin (kıyametin ne zaman kopacağının) ilmi muhakkak Allah'ın yanındadır. Yağmuru o indirir, rahimlerde olanı bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiçbir nefis de hangi yerde öleceğini bilmez. Muhakkak Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. " (Lakman, 34) ayetini okudu. (Ebu Hureyre) dedi ki: Sonra adam kalktı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O adamı bana geri getirin" buyurdu. Adamı aradılar ama bulamadılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu Cebrai! idi. Siz soru sormayınca o da sizin (dininizi) öğrenmenizi istedi" buyurdu. Diğer tahric: Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14915 (AHMED DAVUDOĞLU) AÇIKLAMA : Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: «Bana sorun!» buyurması ashaba canı sıkıldığı içindi. Çünkü ashab bir çok sualler sormuşlardı. Hatta Peygamber (s.a.v.) bazılarının kendisini müşkül mevki'de bırakmak için sual sorduklarını hissederek gazaba gelmiş; yüzü kıpkırmızı olmuştu. İşte bu teessür ve iğbirar (kırgınlık) haleti içerisinde onlara:«Sorun bana, sorun! Vallahi şu yerimde bulunduğum müddetçe bana ne sorarsanız size ondan haber veririm...» buyurmuşlardı. Hadisin tamamı ileride gelecektir. Ashab bundan korktular. Sual hususuna dair bir de ayet nazil oldu. Artık kimse sual sormaz oldu. Allah'u Teala, Cibril (a.s.)'ı insanlara dinlerini öğretmek için o zaman göndermiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif b. Abdullah es-Sekafi, Malik b. Enes'ten -ona okunan rivayetler arasında- tahdis etti. O Ebu Suheyl'den, o babasından rivayet ettiğine göre babası Talha b. Ubeydullah'ı şöyle derken dinlemiştir: Necd ehlinden saçı darmadağın bir adam Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna geldi. Biz onun sesinin yankılanmasını duyuyor fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yaklaştı. Meğer İslam hakkında soru soruyormuş. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gece ile gündüzde beş vakit namaz" buyurdu. Adam: Bunlardan başka bir sorumluluğum var mı, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, kendiliğinden nafile kılarsan başka. Bir de ramazan ayı orucunu tutmak." buyurdu. Adam: Ondan başka bir yükümlülüğüm var mı, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, nafile tutmak istemen başka" buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona zekatı da söyledi. Adam: Zekatın dışında bir yükümlülüğüm var mı, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, nafile tasadduk etmen başka" buyurdu. Adam arkasını dönüp giderken: Allah'a yemin ederim ki buna ne bir şey katar, ne de ondan bir şey eksiltirim, diyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'de: "Eğer (sözünde) doğru çıkarsa felah bulur" buyurdu.436 Diğer tahric: Buhari, 46, 2678, 1891,6956;Ebu Davud,391,392,3252;Nesai,457,2089,5043; Tuhfetu'l-Eşraf, 5009 AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN NEVEVİ ŞERHİ: "Kuteybe b. Said es-Sekafi" hakkında görüş aynlığı vardır. Kuteybe onun adıdır denildiği gibi, Kuteybe bir lakaptır, adı Ali' dir de denilmiştir. Bunu Ebu Abdullah b. Mende söylemiştir. Adının Yahya olduğunu da İbn Adiyy ifade etmiştir. "es-Sekafi" nispetine gelince, o Sakiflilerin azatlısıdır. Denildiğine göre dedesi Cemil el-Haccac b. Yusuf es-Sekafı'nin azatlısı idi. Bu hadisin senedinde "Ebu Suheyl babasından" diye rivayet ettiği de belirtilmektedir. Ebu Suheyl'in adı Nafi b. Malik b. Ebu Amir el-Asbahi'dir. Nafi ise İmam Malik b. Enes'in amcasıdır, tabiindendir, Enes b. Malik (radıyallahu anh)'dan hadis dinlemiştir. "Saçı dağınık, NecidIilerden bir adam" Saçı dağınık anlamındaki lafız adamın sıfab olarak merfu okunur, hal olarak nasbının caiz olduğu da söylenmıştir. Saçının dağımk olması ise saçının yatık değil, kabarık olduğu anlamındadır. "Sesinin yankılanmasını duyuyor fakat ne söylediğini anlamıyorduk" ibaresi duyuyor ve (olumsuzluk la'sı bulunmaksızın) ne dediğini anlıyorduk şeklinde her ikisinde de (birinci çoğul şahıs kipi olarak) nun harfi ile rivayet edildiği gibi ye harfi her ikisinde de ötreli olarak (edilgen kip duyuluyor, anlaşılıyor anlamında) diye de rivayet edilmiş ise de birincisi daha meşhur, daha çok ve daha fazla tanınan bir rivayettir. Sesinin yankılanması ise havada uzaktan gelmesi demektir. Bu da anlaşılamayan fakat yüksek olan ses demektir. "Üzerimde başka bir yükümlülük var mı? Hayır, nafile olarak yapman müstesna" ibaresinde "(....): Nafile yapman" lafzı tı harfi iki te' den birisinin tı harfinde idgam edilmesi suretiyle şeddeli olur. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Bunun şeddeli olma ihtimali de vardır, bir te'nin hazfedilmesi suretiyle şeddesiz olma ihtimali de vardır. (11166) Bizim mezhep alimlerimiz ve daha başka ilim adamları da der ki: Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Hayır, nafile yapman müstesna" buyruğu munkatı bir istisnadır. Yani senin nafile kılman da senin için müstehaptır. Bazı ilim adamları ise bunu muttasıl bir istisna kabul etmişlerdir. Buna da nafile bir namaza yahut oruca başlayan bir kimsenin onu tamamlamasının vacip oluşunu delil göstermişlerdir. Ancak bizim mezhebimizde kabul edilen görüş tamamlamak müstehap olmakla birlikte vacip olmadığıdır. Allah en iyi bilendir. "Adam arkasını dönüp giderken: Allah'a yemin olsun ki ne bundan fazlasını yaparım, ne eksiğini diyordu. Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Söylediğine sadakat gösterirse iflah olur" buyurdu. Yapılan bir açıklamaya göre buradaki iflah olmak özelolarak eksik yapmayacağım anlamındaki sözü ile alakalıdır ama daha kuwetli görülen bütün sözleriyle alakalı olduğudur. Yani eğer fazla yapmaz, eksik de yapmazsa iflah olur çünkü o sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Sorumluluğunu yerine getiren de iflah eden birisi olur ama bu fazlasını yaparsa iflah eden birisi olmayacağı anlamına gelmez çünkü bunun böyle olduğu zorunlu olarak bilinen bir husustur. Zira farz olanı yerine getirmekle iflah olursa, farz ve mendub olanlarla birlikte iflah olması öncelikle sözkonusudur. Eğer: Nasılolur da fazlasını yapmam, dedi. Halbuki bu hadiste bütün farzlar şer'i yasaklar, mendub sünnetlerin tamamı zikredilmemiştir denilecek olursa şu şekilde cevap verilir: Buhari'deki rivayette bu hadisin sonunda maksada açıklık getiren bir fazlalık yer almıştır. O da şöyledir: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona İslam'ın şer'i hükümlerini haber verdi. Adam arkasını dönerken: Allah'a yemin olsun ki yüce Allah'ın bana farz kıldıklarına ne bir şey eklerim, ne de bir şey eksiltirim, diyordu." O halde "İslam'ın şer'i hükümleri" tabirinin genelolması ve o kişinin "Allah'ın bana farz kıldıkları" sözü ile farzlar hususunda açıklanmasında zor bir taraf kalmamaktadır. Nafilelere gelince, bir görüşe göre bunun nafilelerin teşri edilmesinden önce olma ihtimali vardır. Bir diğer açıklamaya göre o: Ben şeklini ve niteliğini değiştirmek suretiyle farzda herhangi bir fazlalık yapmayacağım, demek istemiş olması ihtimali de vardır. Mesela, öğle namazını beş rekat olarak kılmayacağım demesi gibi. Bu oldukça zayıf bir tevildir. Bir diğer ihtimale göre farzları hiçbir şekilde ihlal etmemekle birlikte, nafile kılmayacağını söylemek istemiştir. Şüphesiz böyle bir kimse iflah olan birisidir. Sünnetleri sürekli ve ısrarla terk etmesi yerilen bir iş, bundan dolayı şahitliği reddedilse bile böyle bir kişi isyankar sayılmaz. Aksine bu (farzlara riayet şartıyla) iflah olan ve kurtulan birisidir. Allah en iyi bilendir. Bilindiği gibi bu hadiste hacdan söz edilmediği gibi, Cibril hadisinin Ebu Hureyre' den gelen rivayetinde de hac sözkonusu edilmemiştir. Yine bu hadisler arasında bunun dışındakilerin bir kısmında oruçtan da söz edilmemiş, kimisinde zekat sözkonusu edilmemiş (1/167), kimisinde akrabalık bağını gözetmekten söz edilmemiş, bazısında ganimetlerin beşte birinin ödenmesinden söz edilmemiş, bazılarında da iman sözkonusu edilmemiştir. Buna göre bu hadislerde imanın hasletlerinin sayısı farklılık göstermiştir. Kiminde fazla, kiminde eksik, kiminde zikredilirken, kiminde edilmemiştir. Kadı Iyaz ve başkaları -Allah'ın rahmeti onlara olsun- buna bir şekilde cevap vermiş bulunmaktadır/ar. Bu cevabı Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) özetleyip, güzel bir şekilde düzenleyerek şunları söylemiştir: Bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den kaynaklanan bir farklılık değildir. Aksine bu hıfz ve zapt bakımından ravilerin farklı oluşundan ileri gelmektedir. Kimisi sadece hıfz ettiği ile kalarak onu rivayet etmiş, başkasının fazladan zikrettiğine olumlu ya da olumsuz olarak karışmamıştır. Her ne kadar onun bu kadarını rivayet etmekle yetinmesi, söylediğinin hadisin tamamı olduğu izlenimini verse dahi onun dışında sika ravilerin naklettikleriyle hadisin tamamının ondan ibaret olmadığı, onun sadece o kadarıyla yetinmesinin tamamını hıfz etmekteki kusurundan ileri geldiği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Nitekim biraz sonra gelecek en-Numan b. Kavkal'ın rivayet ettiği hadise de bakacak olursak imanın hasletlerinin fazlalık ve eksiklik bakımından rivayetlerde farklılık olduğunu göreceğiz. Halbuki hepsini rivayet eden kişi aynı şahıstır ve mesele de aynı meseledir. Sözkonusu ravi ise Cabir b. Abdullah (radıyallahu anh)'dır. Diğer taraftan bu husus bunların hepsinin sahihte kaydedilmesine engel değildir. Çünkü sika ravinin ziyadesi meselesinde öğrendiğimiz gibi biz bu fazlalığı kabul ediyoruz. Şeyh İbnu's-Salah'ın ifadeleri burada sona ermektedir. Bu da gerçekten güzel bir açıklamadır. Allah en iyi bilendir. Bu Hadisten Çıkartılacak Hükümlere Gelince 1- Diğer hadislerde mutlak olarak sözkonusu edilmiş olan, İslam'ın rükünlerinden birisi olan namazdan kastın, beş vakit namaz olduğu ve mükellef olan kimseler üzerinde bir yükümlülük olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır. Bizim "mükellef olan kimseler" tabirimiz ay hali ve loğusa olan hanımları dışarıda tutmak içindir. Çünkü bu hanımlar fıkıh kitaplarında sözkonusu edildiği gibi namaz ve namaz gibi değerlendirilen hükümler dışında şerialın bütün hükümleriyle mükelleftirler. 2- Gece namazının farz oluşu ümmet hakkında nesh edilmiştir. Bu hususta icma vardır. Rasulullah (s.a.v.) hakkında nesh olduğu meselesinde ise Şafii (rahimehulIah)'dan farklı görüşler gelmiş olmakla birlikte daha sahih olan nesh olduğudur. 3- Vitr namazı farz değildir, bayram namazı da aynı şekilde farz değildir. Büyük çoğunluğun kanaati budur. Ebu Hanife (rahimehulIah) ile bir kesim vitrin vacip olduğu kanaatinde olduğu gibi, Şafii mezhebi alimlerinden Ebu Said el-İstahri de bayram namazının farz-ı kifaye olduğu kanaatindedir. 4- Ramazan dışında aşura günü orucu da, başka bir günün orucu da farz değildir. Bu da üzerinde icma bulunan bir husustur. Ramazan orucu farz kılınmadan önce aşura orucunu tutmak farz mı idi yoksa onun tutulması emri mendubluk mu ifade ediyordu. İlim adamları bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Bu iki kanaat aynı zamanda Şafii mezhebi alimlerinin iki ayrı görüşüdür. Bunların daha güçlü olanları ise vacip olmadığıdır. İkincisi ise vacip olduğudur. Ebu Hanife (rahimehulIah) da böyle demiştir. 5- Nisab miktarı mala sahip olan bir kimse üzerinde zekalın dışında malda bir hak yoktur. Hadiste bundan başka hükümler de vardır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub ve Kuteybe b. Said birlikte İsmail b. Cafer'den tahdis etti. O Ebu Suheyl'den, o babasından, o Talha b. Ubeyduııah'tan, o (1/41b) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi Malik'in hadisine yakın olarak rivayet etti. Ancak o rivayetinde (farklı olarak) şunları söyledi: Resuluııah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer söylediğine sadakat gösterirse babası hakkı için felah bulur" yahut: "Eğer söylediğine sadakat gösterirse babası hakkı için cennete girer" buyurdu. NEVEVİ ŞERHİ: Allah Rasulünün: "Söylediğine sadakat gösterirse babası hakkı için iflah olur." Buradaki yemin onların bir alışkanlığıdır. Bununla birlikte Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim yemin edecekse Allah adına yemin etsin" ve: "Şüphesiz Allah size babalarınız adına yemin etmeyi yasaklar" buyurmuşken nasıl böyle bir yemin etmiş olabilir. Bunun cevabı nedir? Bu soruya cevap şudur: Allah Rasulünün: "Babası hakkı için iflah olur" buyurması bir yemin değildir çünkü bu Arapların yeminin hakikatini kastetmeksizin sözleri arasına böyle bir ibareyi katmak görünegelmiş bir adetleri idi. Yasak ise ancak yeminin hakikatinin kastedilmesi halindedir çünkü yemin hakikati kastedilecek olursa adına yemin edilen kişinin ta'zim edilmesi ve onun yüce Aııah'a benzetilmesi sözkonusudur. Şüphesiz bu beğenilen kabul olunan bir cevaptır. Bunun yüce Allah'tan başkası adına yemin etmenin yasaklanmasından önce olma ihtimali de vardır diye de açıklanmıştır. Allah en iyi bilendir. AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amr b. Muhammed b. Bukeyr en-Nakid tahdis etti (Dedi ki): Bize Haşim b. el-Kaasım Ebu'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. el-Mugire, Sabit’ten, o da Enes b. Malik'den naklen rivayet eyledi. Enes b. Malik dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e herhangi bir şey hakkında soru sormamız yasaklanmıştı. Bu sebeple çöl halkından aklı başında bir adamın gelerek biz de dinlerken ona soru sorması hoşumuza giderdi. Derken çöl halkından bir adam çıkageldi. - Ey Muhammed, senin elçin bize geldi, bize senin Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiğini söylediğini söylüyor, dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiştir" buyurdu. Adam: Peki, semayı (göğü) kim yarattı, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah" buyurdu. Adam: Peki, arzı (yeryüzünü) kim yarattı, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah'' buyurdu. Adam: O halde şu dağları kim dikti ve orada var ettiklerini kim var etti, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah'' dedi. (1/42a) Adam: O halde semayı da yaratan, arzı da yaratan, bu dağları diken hakkı için söyle, seni Allah mı peygamber olarak gönderdi dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu. Adam: Senin gönderdiğin elçi bir gün ve bir gecede üzerimize beş vakit namaz olduğunu da ileri sürdü dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiştir" buyurdu. Adam: Seni Rasul olarak gönderen hakkı için bunu sana Allah mı emretti, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu. Adam: Senin elçin ayrıca mallarımızda zekat yükümlülüğümüzün olduğunu ileri sürdü, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiştir" buyurdu. Adam: Seni rasul olarak gönderen hakkı için bunu Allah mı sana emretti, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu. Adam: Senin elçin ayrıca her bir yılımızda ramazan ayında oruç tutmakla mükellef olduğumuzu da ileri sürdü, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiştir" buyurdu. Adam: Seni rasul olarak gönderen hakkı için bunu sana Allah mı emretti, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu. Adam: Senin elçin ayrıca Beyti oraya yol bulabilen için haccetmek yükümlülüğümüzün olduğunu da ileri sürdü, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söylemiştir" buyurdu. (Enes) dedi ki: Sonra adam dönüp gitti. (Giderken): Seni hak ile gönderene yemin olsun, bunların üzerine ne bir şey ekler, ne de onlardan bir şey eksiltirim, dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Andolsun söylediğine sadakatle bağlı kalırsa kesinlikle (l/42b) cenn€te girecektir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, (ta'liken) 63; Tirmizi, 619; Nesai, 2090; Tuhfetu'l-Eşraf, 404 AHMED DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bane Abdullah b. Haşim el-Abdi tahdis etti. (dediki:) Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki); Bize Süleyman b. el-Muğire, Sabit,den naklen rivayet etti. Sabit dedi ki: Enes dedi ki: Kur'an-ı Kerim'de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e herhangi bir şey hakkında soru sormak bize yasaklanmıştı.... Sonra da hadisi aynen rivayet etti. Diğer tahric: Buhari, (ta'liken) 63; Tirmizi, 619; Nesai, 2090; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize Amr b. Osman tahdis etti. Bize Musa b. Talha tahdis edip dedi ki: - Bana Ebu Eyyub'un tahdis ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir seferde iken önüne bir bedevi çıkarak devesinin yedeğini yahut yularını tuttu sonra da: Ey Allah'ın Rasulü -ya da: Ey Muhammed- bana beni cennet'e neyin yakınlaştıracağını, cehennem ateşinden de neyin uzaklaştıracağını haber ver, dedi. (Ebu Eyyub) dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona karşılık vermedi. Sonra ashabı arasına bir göz gezdirdi, arkasından: ''Andolsun buna başarı ihsan edildi -yahut: ona hidayet gösterildi-" buyurdu. (Adama dönerek): "Nasıl demiştin" buyurdu. (Ebu Eyyub) dedi ki: Adam sorusunu tekrar sordu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah'a ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, akrabalık bağını gözetirsin. Haydi deveyi bırak. " Diğer tahric: Buhari, 1396 ve 5982; Nesai, 467; Tuhfetu'l-Eşraf, 3491 AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN NEVEVİ ŞERHİ 110’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim ve Abdurrahman b. Bişr de tahdis edip dediler ki: Bize Behz tahdis edip dedi ki: Bize Şu'be tahdis edip dedi ki: Bize Muhammed b. Osman b. Abdullah b. Mevheb ve Ebu Osman'ın tahdis ettiğine göre her ikisi Musa b. Talha'yı Ebu Eyyub'dan tahdis ederken dinledi. O Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den deyip, bu hadisin aynısını nakletti. Diğer tahric: Buhari, 1396 ve 5982; Nesai, 467; Tuhfetu'l-Eşraf, 3491 NEVEVİ ŞERHİ 110’da Bu hadîsin bütün asıl nüshalarında birinci tarikinde senedinde Amr b. Osman; ikinci tarikinde Muhammed b. Osman zikredilmiştir. Halbuki râvi ikisinde de ayni zst olup ismi Amr b. Osman'' dır. Ona Şu'be yanlışlıkla bir defa Muhammed demiş ve bu ismi bir daha böyle bellemiştir. Ş u ' b e 'nin bu vehmini bir çok hadis uleması beyan etmişlerdir. Hadîsi Buharı imam Ahmed b. Hanbel ve Nesai dahi rivayet etmişlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya et-Temimi tahdis etti. Bize Ebu'l-Ahvas haber verdi. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti. Bize Ebu'l-Ahvas, Ebu İshak'tan tahdis etti. O Musa b. Talha'dan, o Ebu Eyyub'dan şöyle dediğini nakletti: Bir adam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek dedi ki: Bana beni cennete yakınlaştıracak ve ateşten uzaklaştıracak şekilde yapacağım bir ameli göster. Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Allah'a ona hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla ibadet edersin, namazı dosdoğru kılarsın, zekatı verirsin, akrabalarını gözetirsin. " Adam dönüp gidince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer kendisine emrolunanlara sımsıkı sarılırsa cennete girer" buyurdu. İbn Ebi Şeybe'nin rivayetinde ise: "Eğer bunlara sımsıkı sarılırsa" şeklindedir. Diğer tahric: Buhari, 1396 ve 5982; Nesai, 467; Tuhfetu'l-Eşraf, 3491 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekr b. İshak da tahdis etti. (Dedi ki): Bize Affan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vuheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ebu Zur'a'dan, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre; Bir bedevi Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü bana yerine getirdiğim takdirde cennete gireceğim bir amel göster, dedi. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): ''Allah'a ona hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla ibadet edersin yazılmış namazı dosdoğru kılarsın, farz olan zekatı eda edersin, ramazan orucunu tutarsın" buyurdu. Adam: Canım elinde olana yemin ederim ki, ebediyen bunlara bir şey katmayacağım ve bunlardan bir şey eksiltmeyeceğim, dedi. Arkasını dönüp gidince, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennet ehlinden bir adamı görmekten memnun olacak bir kimse buna baksın" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 1397; Tuhfetu'l-Eşraf, 14930 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb -lafız Ebu Kureyb'in olmak üzere- tahdis edip dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den şöyle dediğini nakletti: Numan b. Kavkal, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Ey Allah'ın Rasulü, ne dersin yazılmış namazı kılsam, haramı haram bilip uysam, helali helal bilsem, cennete girer miyim, dedi. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Evet" buyurdu. Bu Hadisi Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2313 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Haccac b. eş-Şair ve el-Kasım b. Zekeriya da tahdis edip dediler ki. .. A'meş'den, o Ebu Salih ve Ebu Süfyan'dan, ikisi Cabir'den şöyle dediğini nakletti: Numan b. Kavkal: Ey Allah'ın Rasulü, dedi ve hadisi aynen zikretti. Yalnız rivayetinde: "Buna hiçbir şey eklemem" dedi, şeklindedir. Bu Hadisi: Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2313 ve 2326 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Seleme b. Şebib de tahdis etti. Bize Hasan b. A'yen tahdis etti. Bize Ma'kil -ki o, İbn Ubeydullah'tır- Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. O Cabir'den rivayet ettiğine göre; Bir adam Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e bir soru sorup: Bana yazılmış namazları kılsam, ramazanı tutsam, helali helal, haramı haram bilsem ve buna hiçbir şey eklemesem -ne dersin- cennete girer miyim, dedi. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Elbette" buyurdu. Adam: Allah'a yemin ederim, bunlara hiçbir şey eklemem, dedi. Bunu Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2950 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr el-Hemdani tahdis etti. Bize Ebu Halid -yani Süleyman b. Hayyan el-Ahmer- Ebu Malik el-Eşcai'den tahdis etti. O Sa'd b. Ubeyde'den, o İbn Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'ın tevhid edilmesi, namazın dosdoğru kılınması, zekatın verilmesi, ramazan orucu ve hac (üzerine)." Bir adam: Hac ve ramazan orucu şeklinde değil mi, deyince, o (İbn Ömer): Hayır, ramazan orucu ve hac (üzerine). Ben bunu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den böylece dinledim, dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 7047 AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Sehl b. Osman el-Askeri de tahdis etti. Bize Yahya b. Zekeriya -ki o İbn Bize Sa'd b. Tarık tahdis etti. Bana Sa'd b. Ubeyde es-Sülemİ, İbn Ömer'den tahdis etti. O Nebi (Sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'a ibadet olunup, onun dışındakilerin inkar edilmesi, namazın dosdoğru kılınması, zekatın verilmesi, Beytin haccedilmesi ve ramazan orucunun tutulması" Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 7047 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Muaz tahdis etti, bana babam tahdis etti. Bize Asım -ki o ibn Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer'dir- babasından şöyle dediğini tahdis etti: Abdullah dedi ki: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Rasulü olduğuna şahôdet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, Beyti haccetmek ve ramazan orucunu tutmak (üzerine). " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Numeyr tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Hanzala tahdis edip dedi ki: İkrime b. Halid'i Tavus'a şunu tahdis ederken dinledim: Bir adam Abdullah b. Ömer'e: Gazaya çıkmayacak mısın, dedi. O şöyle dedi: Şüphesiz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "İslam beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, ramazan orucunu tutmak ve Beyti haccetmek (üzerine). " Diğer tahric: Buhari, 8; Tirmizi, 2609; Tuhfetu'l-Eşraf, 7344 111, 112, 113 ve 114 İÇİN:

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Halef b. Hişam tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti (1I46a): İbn Abbas (r.a.)'i dinledim. (H) Bize -lafız kendisinin olmak üzere- Yahya b. Yahya da tahdis etti. Bize Abbad, Ebu Cemre'den haber verdi. O İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: - Abdulkays heyeti Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip dediler ki: Ey Allah'ın Resulü bizler Rabia'nın bir koluyuz. Bizlerle senin arana da şu Mudar kafirleri engeldir. Senin yanına ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize kendisiyle amel edeceğimiz ve geride bıraktıklarımızı kendisine çağıracağımız bir emir ver. Allah Resulü şöyle buyurdu: "Size dört hususu emrediyor ve size dört şeyi yasaklıyorum: (Size emrettiklerim) Allah'a iman etmek -sonra bunu kendilerine açıklayarak şöyle buyurdu-: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet getirmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve aldığınız ganimetIerin beşte birini vermeniz, size dubba'yı, hantem'i, nakir'i ve mukayyer'i yasaklıyorum." Halef (1I46b) rivayetinde: "Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet getirmek" deyip, bir parmağını yummuştur, ifadesini ekledi. Diğer tahric: Buhari, 53, 523,1398,3095,3510,4368,4369,6176,7266,7556; Müslim, 5147; Ebu Davud, 3692, 4677; Tirmizi, 1599,2611; Nesai, 5046, 5708; Tuhfetu'l-Eşraf, 6524 AHMED DAVIDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. el-Müsenna ve Muhammed b. Beşşar -ki lafızları birbirine yakındır- tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize Gunder, Şube'den tahdis etti. Diğer ikisi dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Ebu Cemre'den şöyle dediğini tahdis etti: İbn Abbas'ın huzurunda onunla insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Ona bir kadın gelerek testilerde yapılan nebiz (şıra) hakkında soru sordu, o şöyle dedi: - Abdulkayslılar heyeti Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi. Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "(Siz) kimin heyetisiniz yahut (siz) hangi kavimsiniz" buyurdu. Onlar: Rabia dediler. Allah Raslilü: "Bu gelen kavme -yahut heyete- merhaba! Utanıp, mahcup olmayasınız, pişman olmayasınız" buyurdu. (İbn Abbas) dedi ki: Heyettekiler: Ey Allah'ın Rasulü, biz sana çok uzak bir yoldan geliyoruz. Bizimle senin aranda da (1/47a) Mudar kafirlerinden olan şu kabile bulunuyor. Bizler de sana (bundan dolayı) ancak haram ayında gelebiliyoruz. Bize açık seçik bir emir ver de onu geride bıraktıklanmıza haber olarak götürelim ve onunla cennete girelim, dediler. (İbn Abbas) dedi ki: Onlara dört hususu emretti ve dört hususu da kendilerine yasakladı. (Devamla) dedi ki: Onlara bir ve tek olarak Allah'a iman etmeyi emretti ve: ''Allah'a iman ne demektir biliyor musunuz" buyurdu. Onlar: Allah ve Resulü en iyi bilir, dediler. O: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz Muhammed'in Allah'ın ResuIü olduğuna şahadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek, ramazan orucunu tutmak ve ganimetierden beşte birini eksiksiz vermek" buyurdu. Sonra onlara dubba'yı, hantem'i ve müzeffet'i yasakladı. Şu'be dedi ki: (Ebu Cemre) belki nakir'i, belki de mukayyer'i, dedi. (Allah Resulü ayrıca): "Bunu iyice belleyin ve sizden geri kalanlara bunu haber verin" buyurdu. Ebu Bekr ise rivayetinde: "Sizden geri kalan kimselere" dedi, ama onun rivayetinde de mukayyer'den söz edilmemiştir. Tahric bilgisi yukarıdaki 115 ile aynı. 115, 116 İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti. (1/47b) Bize babam tahdis etti. (H) Bize Nasr b. Ali el-Cahdam'i de tahdis edip dedi ki: Bana babam tahdis etti. İkisi birlikte dediler ki: Bize Kurra b. Halid, Ebu Cemre'den tahdis etti. O İbn Abbas'tan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi Şube'nin hadisi rivayetine yakın olarak rivayet etti ve (onun rivayetine göre Allah Rasulü) şöyle buyurdu: "Sizlere dubba, nakfr, hantem ve müzeffet'te yapılan şıra/arı yasaklıyorum. " İbn Muaz, hadisi rivayetinde babasından ziyade olarak şunları söylemektedir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıea Eşec'e yani Abdulkayslıların Eşec'ine şunları söyledi: "Şüphesiz sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Vakar ve ağır başlılık (aceleci olmamak)" Bunun tahrici de 115 ile aynıdır. 117. NOLU HADİS İÇİN:

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub tahdis etti. Bize İbn Uleyye tahdis etti. Bize Said b. Ebi Arube, Katade'den şöyle dediğini tahdis etti: Bize Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna Abdulkays'den gelen heyet ile karşılaşan birisi tahdis etti. Said dedi ki: Katade'de bu hadisi rivayetinde Ebu Nadra'nın, Ebu Said el-Hudri'den (1I48a) naklen; Abdulkayslılardan bir grup kimse Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelip: Ey Allah'ın Nebisi, biz Rabia'dan bir kabileyiz. Bizimle senin aranda Mudar kafirleri vardır. Senin yanına ancak haram aylarda ulaşabiliriz. Bu sebeple sen bize arkada bıraktıklarımıza emredeceğimiz ve kendisini yerine getirdiğimiz takdirde onunla cennete gireceğimiz bir emir buyur, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Size dört şeyi emrediyar, dört şeyi yasaklıyorum: Allah'a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, ramazanı tutun, ganimetIerin beşte birini verin. Size (şu) dört şeyi de yasaklıyorum: Dubba'yı, hantem'i, müzeffet'i ve nakir'i." Heyetlekiler: Nakir'i de biliyor musun, dediler. O: "Evet, nakir sizin oyduğunuz bir ağaç kütüğünün adıdır, onun içine küçük hurmaları bırakırsınız." Said dedi ki: Yahut: -Küçük hurma türünü- dedi. "Sonra da içine su koyarsınız. Nihayet kaynaması (köpürmesi) dinince onu içersiniz. Hatta sizden biriniz -yahut onlardan biri- amcasının oğlunu kılıçla vurur. " (Ebu Said) dedi ki: Heyettekiler arasında bu şekilde bir yara almış bir adam da vardı. O adam dedi ki: Ben onu Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den utandığım için o yarayı gizliyordum. Ey Allah'ın Rasulü peki hangi kaplarda içelim, dedim. O: "Ağızları bağlanabifen deri kaplarda (için)" buyurdu. Heyettekiler: Ey Allah'ın Nebisi! Bizim topraklarımızda çokça sıçan var ve orada deri su kırbaları kalmaz, dediler. Allah'ın Nebisi: "İsterse sıçanlar onları yesin, isterse sıçanlar onları yesin, isterse sıçanlar onları yesin" buyurdu. (Ebu Said) dedi ki: Allah'ın Nebisi Abdulkays'ın Eşec'ine: "Şüphesiz sende Allah'ın sevdiği iki haslet vardır. Bunlar vakar ve ağırbaşlılıktır" buyurdu. Bu hadisi yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar (l/49a) tahdis edip dediler ki: Bize İbn Ebi Adiyy, Said'den tahdis etti. O Katade'den şöyle dediğini nakletti: Bana o kafile ile karşılaşmış birden çok kişi tahdis etti. Sonra Ebu Nadra'nın Ebu Said el-Hudri'den rivayetini zikredip, Abdulkayslılar heyeti RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna gelince diyerek hadisi İbn Uleyye'nin rivayet ettiği gibi rivayet etti. Ancak onun rivayetinde içine küçük hurmalardan -yahut hurmadan- "ve su karıştırırsınız" buyurduğunu söyledi. Ayrıca: Said dedi ki: Yahut o "hurmadan" dedi, ibaresini zikretmedi. Bu hadisi yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4375 NEVEVİ ŞERHİ: "Her ikisi de bize İbn Adiyy tahdis etti" ibaresinde geçen İbn Ebu Adiyy de Ebu Adiyy künyeli zatın kendisidir. "Bize Ebu Asım, İbn Cureye'den tahdis etti." Ebu Asım'ın adı ed-Oahhak b. Mahled en-Nebil'dir. İbn Cureye'in adı ise Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye' dir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Bekkar el-Basri rivayet etti. (Dedi ki:) Bize Ebu Asim, İbni Cüreyc'den rivayet etti. H. Bana Muhammed b. Bafi' dahi rivayet eyledi. Bu lafız onundur. (Dedi ki): Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Bana Ebu Kazea kendisiyle Hasan'a Ebu Nadra'um haber verdiğini söyledi ikisine de Ebu Said-i Hudri'nin kendisine şunu haber verdiğini söylemiş: Abdulkayslılar heyeti Allah'ın Nebisine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince, ey Allah'ın Rasulü Allah için sana feda olalım. İçeceklerden neyi içmemiz uygun olur, dediler. O: "Nakirde içmeyin" buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Nebisi, Allah için sana feda olalım, nakirin ne olduğunu da biliyor musun, dediler. O: "Elbette, o ortası oyulan ağaç kütüğüdür. Dubba'da da, hanteme'de de içmeyin. Ağzı kapatılan kaplardan içmeye bakın" buyurdu. Yalnızca Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Eyyub b. Kureyb ve İshak b. İbrahim hepsi Veki" den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize Vek!', Zekeriya b. İshak'tan şöyle dediğini tahdis etti: Bana Yahya b. Abdullah b. Sayfi, Ebu Mabed'den tahdis etti. O İbn Abbas'tan, o Muaz b. Cebel'den. Ebu Bekr dedi ki: Bazen Veki': İbn Abbas'tan Muaz'ın şöyle dediğini nakletti dedi: Beni Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdi ve şöyle buyurdu: "Sen kitap ehlinden bir kavmin yanına gideceksin. Onları Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz benim Allah'ın Resulü olduğuma şahddet getirmeye çağır. Eğer onlar buna itaat ederlerse kendilerine Allah'ın üzerlerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kılmış olduğunu bildir. Şayet buna itaat ederlerse onlara Allah'ın üzerlerine zenginlerinden alınıp, fakirleri arasına geri verilecek bir sadakayı (zekatı) farz kılmış olduğunu bildir ama sakın mallarının en değerlilerini almayasın. Mazlumun (bed)duasından da sakın çünkü onunla Allah arasında bir perde yoktur. " Diğer tahric: Buhari, 1395, 1496, 1458,2448,4347,7371; Ebu Davud, 1584; Tirmizi, 625, 2014; Nesai, 2434, 2521; İbn Mace, 1783; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Ömer tahdis etti. Bize Bişr b. es-Serri tahdis etti. Bize Zekeriya b. İshak tahdis etti. (H) Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti. Bize Ebu Asım, Zekeriya b. İshak'tan haber verdi. O Yahya b. Abdullah b. Sayfl'den, o Ebu Mabed'den, o İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muaz'ı Yemen'e gönderdi. Ona: "Sen ... bir kavrnin yanına gideceksin" deyip, Veki"in hadisinin (121.had) aynısını nakletti. 121 numaralı hadisin Tahric bilgilerinin aynı. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Umeyye b. Bistam el-Ayşi de tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey" tahdis etti. Bize Ravh -ki b. el-Kasım'dır-, İsmail b. Umeyye'den tahdis etti. O Yahya b. Abdullah b. Sayfi'den, o Ebu Mabed'den, o İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muaz'ı Yemen'e gönderdiği zaman ona şöyle dedi: "Sen kitap ehli bir kavmin yanına gidiyorsun. Onları kendisine davet edeceğin ilk şey, aziz ve celil Allah'a ibadet etmek olsun. Allah'ı tanıyacak olurlarsa, kendilerine Allah'ın üzerlerine bir gün ve bir gecelerinde beş vakit namazı farz kılmış olduğunu haber ver. Bunu yapacak olurlarsa, kendilerine Allah'ın üzerlerine mallarından alınıp, fakirlerine geri verilecek bir zekatı farz kılmış olduğunu haber ver. Şayet onlar buna itaat ederlerse, sen de onlardan (zekdtı) al ve mallarının en değerlilerini almaktan uzak dur. " 121 numaralı hadisin Tahric bilgilerinin aynı. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti, (Dedi ki): Bize Leys b. Sa'd, Ukayl'den, o da Zühri'den naklen rivayet etti. Zühri de-miş ki: Bana Ubeydullah b. Abdillâh b.Utbete'bni Mer'ud Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebu Hüreyre şöyle demiş : Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edip ondan sonra Ebu Bekir halifelik makamına seçilip Araplardan küfre sapanlar da kafir olunca Ömer b. el-Hattab, Ebu Bekir'e: - İnsanlarla nasıl savaşırsın? Halbuki Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben insanlarla Ia ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması dışında- korumuş olur, hesabını görmek de Allah'a aittir" buyurmuşken nasıl savaşırsın, dedi. Ebu Bekr: Allah'a yemin ederim ki namaz ile zekat arasında fark gören kimselerle savaşırım çünkü zekat malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki eğer Raslilullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e O hayatta iken verdikleri bir yuları dahi bana vermeyecek olurlarsa onu bana vermemelerine karşılık andolsun onlarla savaşırım, dedi. Sonra Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki sonunda aziz ve celil Allah'ın, Ebu Bekr'in kalbine savaşmak için bir genişlik vermiş olduğunu gördüm ve onun (bu halinin) hak olduğunu bildim. Diğer tahric: Buhari, 1399, 1457,2946,6924,7284; Ebu Davud, 1556, 1557; Tirmizi, 2607; Nesai, 2442,3091-3093,3980,3981, 3983, 3985; Tuhfetu'l-Eşraf, 10666 AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu't-Tahir, Harmele b. Yahya ve Ahmed b. İsa tahdis edip, Ahmed haddesena derken, diğer ikisi ahberena diyerek İbn Vehb'den şöyle dediğini nakletti: Bana Yunus, İbn Şihab'dan şöyle dediğini haber verdi: Bana Said b. Müseyyeb'in tahdis ettiğine göre Ebu Hureyre kendisine RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "Ben insanlarla Ia ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen bana karşı malını ve canını -onun hakkı ile olması müstesna- korumuş olur, hesabını görmek de Allah'a aittir. " Diğer tahric: Nesai, 3090; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ahmed b. Abde ed-Dabbi tahdis etti. Bize Abdulaziz -yani ed-Deraverdi- el-Ala'dan haber verdi. (H) Bize Umeyye b. Bistam da -ki lafız onundur- tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey" tahdis etti. Bize Ravh b. el-Ala b. Abdurrahman b. Yakub babasından tahdis etti. O Ebu Hureyre'den, o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet edinceye ve bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunu yerine getirecek olurlarsa kanlarını ve mallarını -onun hakkıyla olması dışında- bana karşı korumuş olurlar. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir. " Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14016 AHMED. D

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Hafs b. Ğıyas, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den; yine (A'meş) Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den her ikisinin (Cabir ve Ebu Hureyre'nin) şöyle dediklerini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlarla..... savaşmakla emrolundum" deyip, İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den diye naklettiği hadisin aynısını zikretti. Diğer tahric:Nesai, 3987; İbn Mace, 3927; Tuhfetu'l-Eşraf, 2298, 12367 m=mutabi [:-127 m-:] Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, bize Vekl' tahdis etti (H) Bana Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Abdurrahman -yani b. Mehdi- tahdis etti. (1/52b) Her ikisi (Vekı' ile) birlikte dedi ki: Bize Süfyan, Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. O Cabir'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah dedikleri takdirde -hakkıyla olması dışında- kanlarını ve mallarını bana karşı korumuş olurlar. Hesaplarını görmek Allah'a aittir." Sonra: "Artık sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olan bir zorba değilsin. " (Ğaşiye, 21-22) buyruklarını okudu. Diğer tahric: Tirmizi, 3341; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Ebû Gassân el-Mismaî Mâlik b. Abdilvâhid rivâyet etti. ki): Bize Abdühnelik b. Es-Sabbâh, Şu'be'den, oda Vâkid b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer'den, o da babasından, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivâyet etti. Abdullah b. Ömer Şöyle dedi: (sallallahü aleyhi ve sellem) «Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet, namazı ikaame ve zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla cenk etmeye me'mur oldum. Bunları yaptılar mı canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâmm haklarından bir hak karşılığı olursa o başka! (Batınî) hesapları da Allah'a kalmıştır.» «El-Evsat» nâm eserinde Hazret-i Enes (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiği bir hadîse göre bu rivâyetlerde istisna edilen İslâm haklarından muradın neler olduğu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sorulmuş. Cevaben: «Evlendikten sonra zina, müslüman olduktan sonra irtidâd, bir de insan öldürmektir. Bunlara mukabil öldürülebilir» diyerek izah buyurmuşlardır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Suveyd b. Said ve İbn Ebİ Ömer de tahdis edip dediler ki: Bize Mervan -yani el-fezan- Ebu Malik'ten tahdis ettiler. O babasından şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "La ilahe illallah deyip, Allah'tan başka ibadet edilenleri red ve inkar eden kimsenin malı ve kanı haram olur. Hesabı da Allah'a aittir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'1-Eşraf,4978 AHMED D

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. ki): Bize Ebû Hâlid el-Ahmer rivâyet eyledi. H. hadîsi bana Züheyr b. Harb dahi rivâyet etti. ki): Bize Yezîd b. Harun rivâyet etti. Zübeyr ile Yezid'in her ikisinin Ebû Mâlik'den, onunda babasından naklen rivâyetine göre Ebû Mâlik'in babası Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: «Her kim Allah'ı tevhid ederse...» buyururken îşitmiştîr. Sonra Ebû Mâlik (yukariki) hadîsin benzerini zikretmiş

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmele b. Yahya et-Tudbi de tahdis etti. (1/53b) Said b. el-Müseyyeb babasından şöyle dediğini haber verdi: Ebu Talib'in vefatı yaklaşınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de yanına geldi. Yanında Ebu Cehil'i ve Abdullah b. Ebu Umeyye b. el-Muğire'yi buldu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):''Amcacığzm! Kendisi ile Allah'm nezdinde senin lehine şahitlik edeceğim bir söz olmak üzere Ia ilahe illaIlah de" buyurdu. Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye: Ey Ebu Talib, Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O sözü ona arzedip, durdu ve o söylediklerini ona tekrar etti. Nihayet son olarak onlara: O Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söyledi ve la ilahe illallah demedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'de: ''Amca Allah'a yemin ederim ki senin için (mağfiret dilemek) bana yasaklanmadığı sürece sana mağfiret dileyeceğim" buyurdu. Aziz ve Celil Allah da bunun üzerine: "O çılgın ateşlikler oldukları açıkça ortaya çıktıktan sonra akrabaları dahi olsalar müşriklere nebinin de, müminlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir. " (Tevbe, 113) buyruğunu indirdi. Yüce Allah Ebu Talib hakkında da, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e hitaben: "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin fakat Allah dilediğine hidayet verir ve o hidayet bulanları daha iyi bilir" (Kasas, 56) buyruğunu indirdi. Diğer tahric: Buhari, 1360,3884,4675,4772,6681; Nesai, 2034; Tuhfetu'I-Eşraf, 11281 AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim ve Abd b. Humeyd tahdis edip dediler ki: Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer haber verdi. (H) Bize Hasan el-Hulvani ve Abd b. Humeyd de tahdis edip dediler ki: Bize Yakub -b. İbrahim b. Sa'd- tahdis etti. Bana babam Salih'ten tahdis etti. Her ikisi (Salih ve Ma'mer) ez-Zühri'den bu isnatla hadisi nakletti. Ancak Salih'in hadisi "hakkında Aziz ve celil Allah buyruk indirdi" sözleri ile sona erdi ve iki ayeti zikretmedi. Hadisinde de: Her ikisi bu sözleri ona tekrar edip durdu, dedi. Ma'mer de hadisi rivayetinde bu ibare yerine: Sonuna kadar onun yakasını bırakmadılar, dedi. 131 numaralı hadisin Tahric bilgisi ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abbad ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mervan, Yezid'den — ki îbni Keysân'dır— o da Ebu Hazim'den o da Ebu Hureyre den, dedi ki: Rasulutlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasına: "La ilahe illailah de, kıyamet gününde senin lehine onunla şahitlik edeyim" buyurdu. Ancak o bunu kabul etmedi. Aziz ve celil Allah da: "Şüphesiz ki sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin." (Kasas, 56) ayetini indirdi. Diğer tahric: Tirmizi, 3188; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Hatim b. Meymun da tahdis etti (Dedi ki): Bize Yahya b. Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezid b. Keysan, Ebu Hazini el-Eşcai'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasına: "La ilahe illallah de senin lehine onunla kıyamet gününde şahitlik edeyim" buyurdu . " Amcası: Şayet Kureyş beni ayıplayarak ölüm halinin zorlukları onu bu sözü söylemeye itti diyerek beni ayıplamayacak olsalardı o sözle senin gözlerinin aydınlanmasını sağlardım, dedi. Bunun üzerine yüce Allah: "Şüphesiz ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin ama Allah dilediğine hidayet verir." (Kasas, 56) buyruğunu indirdi. Diğer tahric: Tirmizi, 3188; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Zuheyr b. Harb tahdis etti. Her ikisi İsmail b. İbrahim'den tahdis etti. Ebu Bekr dedi ki: Bize İbn Uleyye, Halid'den şöyle dediğini tahdis etti: Bana Velid b. Müslim, Humran'dan tahdis etti. O Osman (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah'tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölürse cennete girer. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Ebu Bekr el-Mukaddemi de tahdis etti. Bize Bişr b. el-Mufaddal tahdis etti. Bize Halid el-Hazza, Velid b. Bişr'den şöyle dediğini tahdis etti: Humran'ı şöyle derken dinledim: Osman'ı şöyle derken dinledim: Rastılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim deyip, hadisi aynen nakletti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9798 AHMED D. AÇIKLAMASI İÇİN bBURAYA TIKLAYIN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. en-Nadr b. Ebu'n-Nadr tahdis edip dedi ki:Bana Ebu'n-Nadr Haşim b. Kasım tahdis etti.Bize Ubeydullah el-Eşcai Malik b. Miğvel'den, o Talha b. Musanif'ten, o Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletti: Bir yolculukta Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. Yolculukta bulunanların azığı bitti. (Resulullah s.a.v.'de) yük taşıyan develerinden bazısını boğazlamayı dahi düşündü. (Ebu Hureyre devamla) dedi ki: Bunun üzerine Ömer (r.a.): Ey Allah'ın Rasıılü, yolculukta bulunanların beraberlerinde kalmış bulunan azıklarını bir araya getirsen ve onlar üzerine Allah'a dua etsen, dedi. Allah Rasıılü dediğini yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması bulunan hurmasını getirdi. -(Talha) dedi ki: Mücahid de (rivayetinde): (Hurma) çekirdeği olan da çekirdeğini (getirdi), dedi.- Ben (Talha) dedim ki: Peki, hurma çekirdeğini ne yapıyorlardı ki? O: Onu emiyor, üzerine su içiyorlardı, dedi. (Ebu Hureyre) dedi ki: Allah Rasıılü (s.a.v.) onların üzerine dua etti, sonunda azıklarını (kaplarına) doldurdular. O zaman Rasıılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet ederim. Bu iki şahadet ile Allah'ın huzuruna çıkan ve haklarında hiçbir şüphe etmeyen her bir kul mutlaka cennete girer" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Sehl b. Osman ve Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala tahdis etti ... A'meş, Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den yahut Ebu Said'den -şüphe eden A'meş'tir- şöyle dediğini nakletti: Tebuk gazvesinde insanlar açIıkla karşı karşıya kaldılar. Ey Allah'ın Rasu!ü bize izin versen de su taşıyan develerimizi kessek, onları yesek ve yağlarını kullansak, dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yapabilirsiniz" buyurdu. Derken Ömer geldi ve: Ey Allah'ın Rasulü, eğer böyle yaparsan yük taşıyan hayvanlarımız azalır. Bunun yerine artan azıklarını getirmelerini iste. Sonra onlar için o azıkları üzerine bereketlenmeleri için yüce Allah'a dua et. Olur ki yüce Allah bunu halk eder (yaratır), dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki" buyurdu. Sonra Allah Rasulü deriden bir yaygı getirilmesini istedi, onu yaydı, sonra artan azıklarını getirmelerini istedi. (Ravi ) dedi ki: Kimisi bir avuç mısır, kimisi bir avuç kuru hurma, bir diğeri bir parça ekmek getirip geliyordu. Nihayet o deri yaygı üzerinde az miktarda bir şeyler toplandı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerine bereketlenmesi için dua etti. Sonra da onlara: "Kaplarmıza doldurunuz" buyurdu. Onlar da kaplarına yiyecek doldurdular. Öyle ki karargahta doldurmadıkları hiçbir kap bırakmadılar. (Ravi sahabi) dedi ki: Doyuncaya kadar yediler ve bir miktar da arttı. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahit!ik ederim. Bir kul bunlarda şüphe etmeyerek bunlarla Allah'ın huzuruna çıkacak olursa asla cennete girmekten alıkonulmaz. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4010, 12535 AHMED D

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Dâvûd b. Ruşeyd rivâyet etti. ki): Bize el-Velim ya'nî İbn Müslim, İbn Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir ki: Bana Umeyr b. Hânî' rivâyet etti. ki: Bana Cünâdetii-bnü Ebî Ümeyye rivâyet etti. ki): Bize Ubâde-tü'bnü's-Sâmit rivâyet eyledi. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): kim şeriki olmayan bir tek Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Peygamberi olduğuna İsa'nın Allah'ın kulu, kadın kulunun oğlu ve Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi ve Allah'dan bir ruh olduğuna, Cennetin hak, cehennemin de hak olduğuna şehâdet ederim derse Allah onu cennetin sekiz kapısından hangisini dilerse ondan cennete koyar.» diyor ki: hadîsin mevkî pek büyüktür. Akaide şâmil olan hadîslerin en cem'iyetlisi yahud en cemi'yetlilerinden biri budur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) birbirlerinden ayrı muhtelif inançlarda bulunan bütün küfür milletlerinden sâdır olan küfür şekillerini bu hadîsde toplamış; ve başkalarına uymayan taraflarını şu bir kaç harfle ihtisar edivermiştir. İsâ (aleyhisselâm)'a kelime adını vermesi: sair Âdem oğulları hilâfına babasız doğduğu içindir. Zira İsa (aleyhisselâm) sırf bir kelimesiyle olmuştur. Herevi Şöyle deditir İsâ (aleyhisselâm)'a Kelime adı verilmesi kelimesi sebebiyle dünyaya geldiğindendir. Nitekim (rahmete sebeb olduğu için) yağmura da rahmet derler. Teâlâ Hazretlerinin onun hakkında: bir ruhtur» buyurması «Allahdan bir rahmettir» ma'nası-nadır. İbn Araf e: ma'nası şudur: tsa babadan meydana gelmiş değildir. Allah annesine ruhu üfürmüştür» demiş; başkaları: sözün ma'nası: Allah tarafından yaratılmıştır: demektir.» mütâ-leasında bulunmuşlardır. Bu takdirde İsâ (aleyhisselâm)'ın Allah'a izafeti Nâkatullah ve Beytullah izafetlerinde olduğu gibi teşrif izafetidir. Yoksa bütün âlem Allahü teâlâ'nındır. O'nun tarafından yaratılmıştır.» hususta Kâdi Iyâz da şunları söylemektedir: İsâ (aleyhisselâm)'a kelime denilmesi, Allah'ın kelimesi sebebiyle dünyaya geldiği içindir. Sonra bu kelime hakkında ihtilâf olundu. Bazılarına göre «Ol» kelimesidir. Bir takımları; bu kelime Melek tarafından Hazret-i Meryem'e müjde olarak söylenen kelimedir.» demişlerdir, ilka'ın ma'nası; vermektir. Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm)'a Rûhullâh denilmesi, onun Cibrîl (Aleyhisselâm) tarafından annesinin gömleğinin yenine üfürülen emr-i ilâhîden vücud bulmasındandır... Ruhdan murad; hayattır; diyenler olduğu gibi: kendisine tâbi' olanlara burhan demektir; mütâleasında bulunanlar da vardır.» bazılarının beyanına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında: «Allah'ın kulu ve Resûlü» denilmesi hıristiyanlarla Yahûdilere ta'riz içindir. Çünkü Hıristiyanlar Hazret-i İsâ'nın peygamberliğini iddia etmekle beraber teslise yani üçlü ilâh'e kail olduklarından Hazret-i Îsâ'yı Allah tanırlar. Yahûdiler ise Hazret-i Îsâ'nın peygamberliğini inkâr ile annesine zina iftirasında bulunurlar. nazaran hıristiyan büyüklerinden biri Kur'ân okuyan bir zâtı: Allah'ın Meryem'e tevdî' ettiği bir kelimesi ve Allah'dan bir ruhtur. » âyet-i kerimesini okurken işitmiş; ve: Allah'ın Meryem'e tevdi' ettiği bir kelimesi ve Allah'dan bir cüz' olduğunu gösteriyor...» demiş. Orada bulunanlar arasında Hasan b. Ali b. Vâfid de varmış. Hıristiyana cevap vererek: Teâlâ Hazretleri» «Allah göklerde ve yerde kendi (halkettikleri)nden neler varsa hepsini sîzin emrinize âmâde kıldı. buyuruyor. (ondan bir ruh) ta'birinden İsa'nın Allah'dan bir cüz' olması lâzım geliyorsa göklerde ve yerde bulunan her şeyin de ondan birer cüz olması icâbeder, halbuki buna kail olan yoktur. Binaenaleyh (Ondan bir ruh) ta'birinden murad; olsa olsa onun halk ve icâd ettiği şeylerdir;» demiş. Bunun üzerine hıristiyan derhal müslüman olmuş. hadîs, müslüman olmak için kelime-i şehadet getirmeyi şart gibi gösteriyorsa da Müslim Sarihlerinden el-Übbî bunun şart olmadığını: bîrdir Muhammed Resûlüllah'dır.» demekle de İslama girileceğini söylüyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ahmed b. İbrahim ed-Devraki de tahdis etti. Bize Mubeşşir b. İsmail, el-Evzai'den tahdis etti. O Umeyr b. Hani'den bu senetle aynısını nakletti. Ancak o rivayetinde: "Ameli ne olursa olsun Allah onu cennete koyar" demiş ve "cennetin sekiz kapısından dilediği kapıdan" ibaresini zikretmemiştir. Diğer tahric: Buhari, 3435; Tuhfetu'l-Eşraf, 5075 AHMED D

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti. (Dedi ki:) Bize Leys, İbni Aclan'dan,o da Muhammed b. Yahya b. Habban'dan, o da İbni Muhayriz'den, o es-Sunabihı'den, o Ubade b. es-Samit (r.a.)'dan naklen (Sunabihı) dedi ki: Ölüm halinde iken yanına girdim, ağladım.(İbn Adan:) Yavaş ol niye ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki eğer benim şahitliğim istenirse lehine şahitlik ederim. Eğer şefaatime izin verilirse yemin ederim senin için şefaat ederim. Andolsun gücüm yeterse mutlaka sana faydalı olurum, dedi sonra şunları ekledi: Allah'a yemin ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinleyip de kendisinde sizin için bir hayır bulunan her bir hadisi mutlaka size nakletmişimdir. Bir tek hadis müstesna, onu da bugün size ölüm etrafımı sarmışken rivayet edeceğim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasu/ü olduğuna şahadet eden kimseye Allah cehennem ateşini haram eder. " Diğer tahric: Tirmizi, 2638; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Heddab b. Halid el-Ezdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Hemmam rivayet etti. (Dediki): Bize Katade rivayet etti. (Dediki): Bize Enes b. Malik, Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini tahdis etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bineğinin arkasına binmiştim. Benimle onun arkasında semerin arka kaşından başka hiçbir şey yoktu. Allah Resulü: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim sonra bir süre daha yürüdü sonra: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk, dedim. Bir süre daha yürüdükten sonra: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Resulullah ve sadeyk dedim. O: ''Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedim. O: ''Allah'ın kulları üzerindeki hakkı ona ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır" buyurdu. Sonra bir süre daha yol aldı. Arkasından: "Ey Muaz b. Cebel" buyurdu. Ben: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedim. O: "Peki, kulları bunu yapacak olurlarsa onların Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin" buyurdu. Ben: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedim. O: "Kendilerini azaplandırmamasıdır" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 5967, 6267, 6500; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti (Dedi ki): Bize Ebu'l-Ahvas Sellam b. Süleym, Ebu İshak'dan, o da Amr b. Meymun'dan, o Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in terkisinde Ufeyr adındaki bir eşeğinin üzerine binmiştim. Allah Resulü: "Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir? Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" buyurdu. Ben: Allah ve Resulü en iyi bilir dedim. O şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah'ın kulları üzerindeki hakkı Allah'a ibadet etmeleri, ona hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların aziz ve celil olan Allah üzerindeki hakkı ise kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselere azap etmemesidir. " (Muaz) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü o halde insanlara bu müjdeyi vermeyeyim mi, dedim. O: "Onlara bu müjdeyi verme, o vakit buna bel bağlar/ar" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 2701, 2856 -muhtasar olarak-; Tirmizi, 2643; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Ebu Huseyn'den ve el-Eş'as b. Suleym'den tahdis etti. Her ikisi Esved b. Hilal'i (1/59a) Mua.z b. Cebel'den şöyle dedi, diye tahdis ederken dinlediler: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" O: Allah ve Rasulü en iyi bilir dedi. O: "Allah'a ibadet edilmesi ve ona hiçbir şeyin ortak koşulmamasıdır" buyurdu. Sonra: "Eğer bunu yapacak olurlarsa onun üzerindeki haklarının ne olduğunu bilir misin" buyurdu. Muaz: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedi. Allah Rasulü: "On/arı azap/andırmamasıdır" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 7373; Tuhfetu'l-Eşraf, 11306 NEVEVİ ŞERHİ: "Ebu Husayn"in adı Asım'dır. Buna dair açıklama kitabın Mukaddimesinin baş taraflarında (1/232) geçmiş bulunmaktadır. Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar'ın rivayet ettikleri bu hadiste Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'a ona hiçbir şeyortak koşulmaksızın ibadet edilmesi" ibaresinde "ibadet edilmesi" anlamındaki lafzı bu şekilde ye harfi ötreli (edilgen bir mı olarak) "şey" anlamındaki lafzı da merfu (edilgen fiilin sözde öznesi olarak) tespit etmişizdir. Bunun açıklaması açıktır. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Asıl yazmalarda "şey" lafzı nasb ile de kaydedilmiştir. Bu da "(....) Allah'a ibadet edilmesi ve ona hiçbir şeyin ortak koşulmaması" ifadesindeki üç ayrı vechin sözkonusu olmasına göre sahihtir. Birincisi eril üçüncü şahıs için kullanılmış bir mı olarak kulun Allah'a ibadet etmesi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmaması demek olur. Bu, bu husustaki şekillerin en uygun alanıdır. 2- Fiilin özellikle Muaz'a hitap olmak üzere ikinci tekil şahıs olmak üzere te harfinin fethalı okunmasıdır çünkü muhatap odur. Böylelikle de ondan başkasına da dikkat çekilmiş olmaktadır. 3- Fiilin edilgen bir mı olarak ye harfinin ötreli okunmasıdır. Bu durumda "şey" lafzı mef'ulün bih'ten kinaye değil, mastardan (mef'ul-i mutlak mastarından) kinaye olması sözkonusudur. Yani Allah'a hiçbir şekilde ortak koşmasın. (İbnu's-Salah) dedi ki: Eğer rivayet bu şekillerden herhangi birisini tayin etmemiş ise bizden bu hadisi rivayet eden kimsenin bunların hepsini biri diğerinin arkasında telaffuz etmesi görevidir. Böylelikle bizzat söylenmiş olan lafzı kesin olarak zikretmiş olacaktır. Allah en iyi bilendir. Şeyh İbnu's-Salah'ın ifadeleri bunlardır. Bizim ilk sözünü ettiğimiz okuyuş ise hem rivayet, hem mana bakımından sahihtir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize el-Kasım b. Zekeriya tahdis etti. Bize Huseyn, Zaide'den tahdis etti. O Ebu Hasın'den, o Esved b. Hilal'den şöyle dediğini nakletti: Muaz'ı şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı, ben de yanına gittim. ''Allah'ın insanlar üzerindeki hakkı nedir bilir misin?" buyurdu ve onların naklettiklerine yakın olarak hadisi nakletti.487 144 numaralı hadisin tahric bilgisi ile aynı. NEVEVİ ŞERHİ: Muaz b. Cebel (R.A.)'ın rivayet ettiği hadisin sonuncu rivayetinde "onların rivayetlerine yakın" ibaresi de şu demektir: Dördüncü rivayette Müs!im'in hocası el-Kasım b. Zekeriya bu hadisi Müs!im'in bundan önceki üç rivayette geçen Heddab, Ebu Bekr b. Ebu Şeybe, Muhammed b. Müsenna ve İbn Beşşar adındaki dört hocasının rivayetlerine yakın olarak rivayet etmiştir demektir. Allah en iyi bilendir. Kasım'ın bu rivayetinde yer alan "bize Kasım tahdis etti, bize Huseyn, Zaide' den tahdis etti" ibaresi bütün asıllarda bu şekildedir. Yani Huseyn ismi sin iledir, doğrusu da budur. Kadı Iyaz dedi ki: (1/233) Bazı asıl nüshalarda sad ile "Husayn" şeklinde geçmiş olup, bu yanlıştır. Adı Huseyn b. Ali el-Cu'fI'dir. Bu kitapta Zaide' den rivayeti birkaç defa tekrarlanmıştır. Zaide' den sad ile "Husayn"in rivayeti diye bir rivayet bilinmemektedir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti (Dediki): Bize Ömer b. Yunus el-Hanefi rivayet etti. (Dediki): Bize İkrime b. Ammar rivayet etti. Dediki: Bana Ebu Kesir tahdis edip dedi ki: Bana Ebu Hureyre tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafında oturuyorduk. Bizimle birlikte birkaç kişi ile Ebu Bekr ve Ömer (r.a.) da vardı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) derken aramızdan kalktı. Yanımıza dönmesi gecikti. Biz de onun yanında değilken kendisine bir kötülük yapılmasından korktuk. Bu sebeple korkuya kapılıp, kalktık. Korkuya ilk kapılan kişi ben olmuştum. Derhal çıkıp Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i aradım. Nihayet Ensar'dan Neccar oğullarına ait bir bahçeye vardım. O bahçenin bir kapısını bulurmuyum diye etrafını dolaştım, bulamadım. Derken suyu taşıp kaynayan bir kuyudan gelen bir akarsuyun bir kolunun içeri girdiğini gördüm. -Kol cetvel, küçük kanal demektir.- Ben de tilkinin kendisini büzüp topladığı gibi büzüldüm ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına girdim. Allah Rasulü: "Ebu Hureyre mi" buyurdu. Ben, evet ey Allah'ın Rasulü dedim. O: "Neden geldin" buyurdu. Ben: Aramızda idin sonra kalkıp gittin ve yanımıza dönmeyip geciktin. Biz de sana bir kötülük yapılmasından korktuk, bundan dolayı korkuya kapıldık. Ben de o korkuyla hareket edenlerin ilki oldum. Bu bahçeye geldim ve tilkinin büzüldüğü gibi büzüldüm. İşte insanlar da arkamdan geliyorlar, dedim .. Allah Rasulü: "Ey Ebu Hureyre" dedi ve bana ayakkabılarını verdi. Sonra da: "Şu ayakkabılarımı al git, bu duvarın gerisinde Allah'tan başka ilah olmadığına, kalbi ona kesin inanarak şahitlik eder halde kiminle karşılaşırsan ona cenneti müjdele" buyurdu. İlk karşılaştığım kişi Ömer oldu. O: Bu ayakkabılar ne oluyor ey Ebu Hureyre, dedi. Ben: Bunlar Allah Rasulünün ayakkabılarıdır, onları benimle gönderdi. Kalbinden kesin inanarak Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur diye şahitlik eden kiminle karşılaşırsam ona cenneti müjdeleyeceğim, dedim. (Ebu Hureyre) dedi ki: Ömer eliyle göğsümün ortasına vurdu. Derhal kıçımın üstüne düştüm ve: Dön ey Ebu Hureyre, dedi. Ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına döndüm. Az kalsın ağlayacaktım. Hemen arkamdan da Ömer geldi. Meğer benim izimden geliyormuş. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Neyin var Ebu Hureyre" dedi. Ben: Ömer ile karşılaştım. Benimle gönderdiğin haberi ona verince o göğsümün ortasına öyle bir darbe indirdi ki kıçım üzerine düştüm. Dön dedi, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Ey Ömer, seni bu yaptğznz yapmaya iten nedir" buyurdu. Ömer: Ey Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun. Sen gerçekten Ebu Hureyre ile ayakkabılarını gönderip, kalbinden kesin olarak inanarak Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şahadet getiren kiminle karşılaşırsa onu cennetle müjdelemesini söyledin mi, dedi. Allah Resulü: "Evet" buyurdu. Ömer: Hayır, yapma çünkü ben insanların buna bel bağlayacaklarından korkuyorum. Onları bırak da amel etsinler, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "O halde onları bırak" buyurdu. Bunu yalnız Müslim tahriç etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana İshak b. Mansur tahdis etti. (Dediki): Bize Muaz b. Hişam haber verdi. Dediki: Bana babam, Katade'den rivayet ett. Demiş ki: Bize Enes b. Malik (r.a.)'ın tahdis ettiğine göre; Allah'ın Nebisi -Muaz b. Cebel onun deve üzerinde terkisinde bulunuyorken- "ey Muaz" buyurdu. Muaz: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz" buyurdu. O: Lebbeyk ya Rasulullah ve sa'deyk dedi. Allah Rasulü: "Ey Muaz" buyurdu. O: Lebbeyk ya Rasulullah ve sadeyk dedi. Allah Rasulü: "Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna şahadet eden her bir kulu mutlaka Allah cehennem ateşine haram eder" buyurdu. Muaz: Ey Allah'ın Rasulü bunu insanlara haber vermeyeyim mi? Bundan dolayı seviniverirler, dedi. Allah Rasulü: "O vakit (buna) bel bağlarlar" buyurdu. Bu sebeple Muaz ölümüne yakın günahtan kurtulmak için bunu haber verdi. Diğer tahric: Buhari, 128; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti. Bize Süleyman b. Muğire tahdis edip dedi ki: Bize Sabit, Enes b. Malik'ten tahdis etti. Enes dedi ki: Bana Mahmud b. er-Rabi, İtban b. Malik'ten tahdis etti. (Mahmud) dedi ki: Medine'ye geldim. İtban ile karşılaştım. (Ona): Bana senden gelen bir hadis var, dedim. O dedi ki: Gözüme bir şeyler olmuştu da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e benim yanıma gelerek evimde namaz kılmanı ve (namaz kıldığın) o yeri namaz kılacağım yer edinmeyi seviyorum (arzu ediyorum) diye haber gönderdim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabından Allah'ın dilediği kimseler geldi. Kendisi içeri girip, evimde namaz kıldı. Ashabı ise aralarında konuşuyorlardı. Sonra bunların en büyüğünü ve en ağır olanını Malik b. Duhşum'a isnad ettiler. (İtban) dedi ki: Keşke (Allah Resulü) ona beddua etse de helak olsa diye arzu ettiler. Ona bir kötülüğün isabet etmesini de çok istediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazını bitirdi ve şöyle buyurdu: "O kişi Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet etmiyor mu" buyurdu. Onlar: Evet, o bunu söylüyor ama bu onun kalbinde yok, dediler. Allah Rasulü: ''Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahadet eden bir kimse cehenneme girmez, yahut cehennem onu tatmaz" buyurdu. Enes dedi ki: Bu hadis benim hoşuma gitti. Bunun üzerine oğluma: Onu yaz dedim, o da onu yazdı. Diğer tahric: Buhari, 424, 425, 667, 686, 838, 840, 1186, 4009, 5401, 6423 -muhtasar olarak-, 6938 -muhtasar olarak-; Müslim, 1494, 1495, 1496; Nesai, 787, 1326 -uzunca-; İbn Mace, 754 -uzunca-; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekr b. Nafi el-Abdi tahdis etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammad rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes dedi ki: Bana İtban b. Malik tahdis ettiğine göre gözleri kör olmuştu. Bu sebeple Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e haber gönderip: Gel de benim için bir mesdt yeri tayin et, dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Onunla birlikte kavmi (ashabı) da geldi. Onlardan Malik b. ed-Ouhşum denilen bir adamın niteliklerinden söz edildi sonra hadisi Süleyman b. el-Muğire'nin hadisine yakın olarak zikretti. Tahric bilgisi 148 nolu hadis ile aynıdır. NEVEVİ ŞERHİ: "Bana bir mesdt yeri göster" yani orayı mesdt edinmek üzere bir yeri bana alametlendirerek tespit et. Bu da senin eserini bereket bilerek orada namaz kılacağı m bir yer bana göster demektir. Bu hadiste türlü bilgiler vardır ki, bunların pek çoğu daha önce geçti. Bu Hadisten Çıkartılan Hükümler: 1- Salihlerin eserleri ile teberrük caizdir. 2- Aıimleri, fazilet sahiplerini ve büyük kimseleri onlara uyan kişilerin ziyaret etmeleri, onları tebrik etmeleri caizdir. 3- Ortaya çıkan bir masıahat sebebiyle fazileti daha az olanın, daha faziletli olanı davet etmesi, çağırması caizdir. 4- Nafile namazın cemaatle kılınması caizdir. 5- Gündüzün kılınan nafile namazıarda sünnet olan gece gibi ikişer ikişer rekat olarak kılınmalarıdır. 6- Namaz kılanların yanında onları uğraştırmadığı ve namazıarını karıştırmalarına ve benzeri hallere sebep olmadığı sürece konuşmak ve bir şeylerden söz etmek caizdir. 7- Ziyaret eden bir kimsenin ziyaret edilene rızası ile imamlık yapması caizdir. 8- Hakkında şüphe bulunup, zan altında kalmış olan ya da benzeri hallerde bulunan bir kimseden yöneticilerin önünde ve diğerleri önünde -onun tehlikelerinden korunulması için- söz etmek. 9- Hadisi ve diğer şer' i ilimIeri yazmak caizdir. Çünkü Enes oğluna: Bunu yaz, demiştir. Hatta bu hallerde yazmak müstehaptır. Hadiste ise hadisin yazılmasının yasaklandığı da sözkonusudur, yazılmasına izin verdiği de zikredilmiştir. Bu da şöyle açıklanmıştır (1/244): Yasak yalnızca yazdığına bel bağlayıp, imkanı bulunduğu halde hıfz etmekte kusurlu hareket edeceğinden korkulan kimseler içindi. İzin ise hıfz etme imkanı bulunmayan kimselere verilmişti. Hadislerin ilk olarak yazılmasının yasaklanış sebebi Kur'an-ı Kerim'e karıştırılma korkusundan dolayı idi. Ondan sonra yazmaya izin verilmesi ise bu hususta emin olunmasından sonra idi. Ashab ve tabiinden olan selef arasında hadis yazmanın caiz olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Sonra ümmet bunun caiz ve müstehap olduğu üzerinde icma etti. Allah en iyi bilendir. Yine hadiste işleri önem sırasına göre koyup, daha önemlisinden başlamaya delil vardır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada zikrettiğimiz İtban hadisinde, gelir gelmez ilk olarak namaz kılmakla başlamış sonra yemek yemiştir. Um Suleym' e yaptığı ziyareti ile ilgili hadiste ise önce yemek yemiş sonra namaz kılmıştır çünkü İtban'ın hadisinde önemli olan namaz idi, çünkü onu namaz kılması için davet etmişti. Um Suleym'in hadisinde ise onu yemek yemeye davet etmişti. Her iki hadiste de belirtildiği üzere ne için davet olunmuşsa onunla başladığı görülmektedir. Allah en iyi bilendir. İmamın ve alim kimsenin bir ziyarete, bir ziyafete ya da benzeri bir işe giderken arkadaşlarını yanına alması caizdir. Bu hadisten daha önce sözünü ettiğimiz daha başka hükümler ile yazmadığımız başka hükümler de anlaşılmaktadır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Hamd ona mahsustur, nimet, lütuf ondandır, minnet onadır, başarı ondandır, hatadan koruyan yalnız odur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Yahya b. Ebi Ömer el-Mekki ve Bişr b. Hakem tahdis edip dediler ki. Bize Abdülaziz —ki İbni Muhammed ed-Deraverdi'dir— Yezid b. el-ilad'dan, o da, Muhammed b. İbrahim'den, o da Amir b. Sa'd'dan, o da Abbas b. Abdulmuttalib'den rivayete göre o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, Resul olarak Muhammed'e razı olan kimse imanın tadını almış olur. " Diğer Tahric: Tirmizi, 2623; Tuhfetu'l-Eşraf, 5127 NEVEVİ ŞERHİ: " ... İmanın tadını alır." et-Tahrir sahibi (rahimehullah) dedi ki: Bir şeye razı oldum, ona kanaat getirdim, onunla yetindim, onunla birlikte başkasını istemiyorum demektir. Buna göre hadisin anlamı, yüce Allah'tan başkasını istemezse, İslam yolundan başka bir yolda yürümezse, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şeriatına uygun olmayan yolu izlemezse demek olur. Şüphesiz bu nitelikte olan bir kimsenin kalbine imanın tadı ulaşır ve böyle bir kişi de onun tadını almış olur. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Hadisin anlamı şudur: Böylesinin imanı sahih olur, o iman ile nefsi rahat ve huzur bulur, o iman onun içinde iyice yer etmiş olur çünkü onun sözü geçenlere razı olması Allah'ı tanımasının sabit, basiretinin derinlikli olduğuna, imanın kalbinin içine kadar karıştığına bir delildir. Çünkü bir işe razı olana o iş kolay gelir. Müminin de kalbine iman girecek olursa yüce Allah'a itaatler ona kolay gelir ve onlardan lezzet alır. Allah en iyi bilendir. İsnatta "ed-Oeraverdi" de bulunmaktadır ki ona dair açıklama Mukaddime'de geçmiştir. Bu senedde Yezid b. Abdullah b. el-Had de vardır. O da Yezid b. Abdullah b. Usame b. el-Had' dır. Muhaddisler "el-Had" ismini bu şekilde ye'siz olarak söylerler ama Arap dilbilginlerine göre tercih edilen -bu ve benzeri isimlerde- ya'lı olmasıdır. "eı-Asi" ve "İbn Ebu'l-Mevali" isimlerinde olduğu gibi. Allah en iyi bilendir. Bu hadis Müslim (rahimehullah)'ın tek başına rivayet ettiği hadislerden olup, bunu Buhari (rahimehullah) Sahihinde rivayet etmemiştir. A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI: Bu hadîsi yalnız Müslim rivayet etmiştir. et-Tahrir» namın-daki Müslim şerhinde beyan olunduğuna göre; bir şeye razı oldum, demek: «Ona kanaat ettim; onunla iktifa ederek başkasını istemedim» ma'nasına gelir. O halde hadîsin ma'nası: «Allahdan başka ilah aramayan İslam yolundan başka bir yola girmeyip yalnız Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şeriatına uygun olan yolu tutan kimsenin kalbinde imanın halis lezzeti yer eder ve onun tadını duyar.» demek olur. Kaadi İyad'a göre hadîsin ma'nası: «Böyle bir kimsenin imanı sahih, nefsi mutmain, içi rahat olur» demektir. Çünkü onun mezkur şeylere razı olması, onlar hakkındaki bilgi­sinin sabit, basiretinin nafiz ve kalbinin mutmain olduğuna delildir. Zira bir kimse bir şeye razı olursa o iş ona kolay ve lezzetli gelir. Kalbine iman" girmiş bulunan mü'min de öyledir. Allah'a ibadetlerini yapmak ona kolay ve lezzetli gelir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Said ve Abd b. Humeyd tahdis edip dediler ki: Bize Ebu Amir el-Akadi tahdis etti (Dedi ki:) Bize Süleyman b. Bilal, Abdullah b. Dinar dan, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet etti. Ebu Hureyre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "İman yetmiş küsur şubedir. Haya'da imandan bir şubedir. " Diğer tahric: Buhari, 9, 4676; Tirmizi, 2614; Nesai, 5019, 5020 -uzun olarak- 5021 "iman yetmiş küsur şubedir" ibaresini zikretmeden muhtasar olarak; İbn Mace, 57 -uzunca-; Tuhfetu'lEşraf, 12816 NEVEVİ ŞERHİ: "Ebu Amir el-Akadi"nin adı Abdulmelik b. Amr b. Kays'dır. Mukaddimenin baş taraflarında zayıflardan rivayet nakletmenin yasak oluşu babında buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İman yetmiş küsur şubedir" buyruğunu bu şekilde Ebu Amir el-Akadi'den, o Süleyman b. Bilal'den, o Abdullah b. Dinar'dan, o Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den diye bu şekilde rivayet etmiştir. AHMED DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN bBURAYA TIKLA

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Zuheyr b. Harb tahdis etti (Dedi ki): Bize Cerir, Süheyl'den, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet eyledi. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İman yetmiş küsur -yahut altmış küsur- şubedir. Bunların en faziletIisi La ilahe illallah demek, en aşağısı ise yolda rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir. " Tahric bilgisi 151 numaralı hadis ile aynıdır. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Amr en-Nakid ve Zuheyr b. Harb tahdis edip dediler ki Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Salim'den o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adamı haya hakkında kardeşine öğüt verirken dinledi sonra: "Haya imandandır" buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 2615; İbn Mace, 58; Tuhfetu'I-Eşraf, 6828 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abd b. Humeyd tahdis etti. Bize Abdurrezzak haber verdi, bize Ma'mer, ez-Zühri'den bu isnat ile haber verip şöyle dedi: ... Kardeşine öğüt veren Ensar'dan bir adamın yanından geçti... Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Habib el-Harisi tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd, İshak'tan ~ki İbni Süveyd'dir— naklen Ebu Katade'nin (şunu) tahdis ettiğini anlattı. Ebu Katade tahdis edip dedi ki: Biz birkaç kişi ile birlikte İmran b. Husayn'ın yanında idık. Aramızda Buşeyr b. Ka'b da vardı. O gün İmran bize tahdis edip dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Haya, tamamıyla hayırdır" buyurdu. Yahut Allah Resulü: "Haya'nın tümü hayırdır" buyurdu. Bunun üzerine Buşeyr b. Ka'b şöyle dedi: Biz de kitaplardan birisinde yahut hikmette: Gerçekten onun bir bölümü sekinettir, Allah için bir tazimdir, bir bölümü de zayıflıklır yazdığını görüyoruz. (Ebu Katade) dedi ki: Bunun üzerine İmran öyle bir kızdı ki gözleri kızardı ve şunları söyledi: Bu ne demek oluyor? Ben sana Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadis naklediyorum, sen ise ona karşı çıkıyorsun. (Ebu Katade) dedi ki: İmran hadisi bir daha tekrar etti, Buşeyr de aynı sözleri tekrar edince İmran yine kızdı. (Ebu Katade) dedi ki: Bizler de ey Ebu Nuceyd o bizdendir, ondan bir zarar gelmez, deyip durduk. Diğer tahric: Ebu Davud, 4796; Tuhfetu'l-Eşraf, 10878 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim bildirdi. Bize en-Nadr haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebu Neamete'l-Adevi rivayet etti. Dediki: Huceyr b. er-Rabi' el-Adevi diyor ki: İmran b. Huseyn'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diyerek, Hammad b. Zeyd'in rivayet ettiği (bir önceki) hadise yakın olarak hadisi rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 10762 NEVEVİ ŞERHİ: "Buşeyr b. Ka'b dedi ki: ... Onda bir sakınca yoktur. .. deyip durduk." Buşeyr ve benzeri isimlerin nasıl okunacaklarına dair açıklamalar yazdığımız fasılların sonlarında geçtiği gibi, mukaddimenin baş taraflarında da geçti. "Ebu Nuceyd" İmran b. Husayn'ın kendisidir. Oğlu Nuceyd adı ile künyelenmiştir.- "(...): Zayıflık" kelimesi dat harfi fethalı da, ötreli de okunabilir. İkisi de meşhur söyleyiştir. (2/7) "(...): Öyle ki gözleri kızardı." Asıl yazmalarda bu şekildedir ve sahihtir.502 -Benzerleri de çoktur ve bilinmektedir. Biz bu hadisi Ebu Davud'un Süneninde ise tesniye elifi olmaksızın "(.....): Gözleri kızardı" diye rivayet etmiş bulunmaktayız ki bu da açıktır. İmran (r.a.)'ın tepki göstermesine gelince, onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in O tamamıyla hayırdır buyruğunu işittikten sonra "bir kısmı da zayıflıktır" demiş olmasından dolayıdır. "Karşı çıkıyorsun" ifadesi ise sen ona karşı başka bir söz söylüyor ve ona muhalif olan bir sözle ona itiraz ediyorsun, demektir. Orada bulunanların: "O bizdendir, onda bir sakınca yoktur" demelerine gelince: Bu kişi münafık, zındık, bid'atçilik ya da buna benzer istikamet ehli kimselerin hallerine muhalif bir şekilde itham edileceklerden değildir, an lamındadır. Allah en iyi bilendir. Müslim (rahimehullah)'ın: "Bize İshak bildirdi ... İmran b. el-Husayn'den" Bu senet de İshak dışında hepsi Basralı olan ravilerin bulunduğu bir senetlir. Yalnız İshak Basralı değil, Mervezi' dir. Sözü geçen en-Nadr büyük imam en-Nadr b. Şumeyl' dir. Ebu Neame'nin adı Amr b. İsa b. Suveyd olup, vefatından önce hafızası karışmış sika ravilerden birisidir. Daha önceki fasıllarda ve onlardan sonra da Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde hafızası karışmış kimselerden gelmiş olan rivayetlerin ravi tarafından hafızası karışmadan önce alındığı bilinen rivayetler olarak kabul edildiğini açıklamıştık. Huceyr adı ise ha harfi ötreli okunur. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Hamd ve minnet ona mahsustur. Rivayetlerde Haya Hakkında Kullanılan Farklı Lafızlar (151) "Haya imandan bir şubedir." (153) diğer rivayette: "Haya imandandır." Ötekinde (155) "haya, hayırdan başka bir şey getirmez." (156) diğerinde: "Haya, tamamıyla hayırdır" yahut "tamamen hayırdır" rivayetlerinde "haya" kelimesi memdud elif iledir. Utanmak demektir. 502 Burada merhum Nevevi Arapçada çoğunlukla riayet edilen bir kaide olan öznenin tesniye veya çoğuloluşuna bakılmaksızın fiilin tekilolarak gelmesi kaidesine ve burada bu kaideye uyulmadığına işaret ederek bundan sonra da gerek Arap dilinde, gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerekse sünnet-i seniyye'deki kullanımlarda örneklerini belirtmektedir. Bundan sonra da yukarıda da zikredildiği gibi benzerleri çoktur ve bilinmektedir demiştir. (Çeviren) İmam el-Vahidı (rahimehullah) dedi ki: Dilciler haya etmenin hayattan geldiğini söylemişlerdir. Adam haya etti ifadesi ise onun ayıplanacak yer ve konumları iyice bildiği için sahip olduğu güçlü hayattan dolayı (utandı) demek olur. Buna göre haya ileri derecede duyarlılıktan, inceliğinden ve hayat şuurunun güçlü oluşundan gelir. İmam, üstad Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri'nin Risalesinde büyük üstad Ebu'lKasım el-Cuneyd (r.a.}'dan şöyle dediğini rivayet etmekteyiz: Haya nimetleri görmek ile birlikte taksirin de görülmesidir. İşte bunlardan kendisine haya denilen bir hal doğar. Kadı Iyaz ve başka şarihler şöyle demektedir: Haya, her ne kadar bir garize (fıM bir güdü) ise de imandan diye sayması bazı hallerde edinilen bir huy ve diğer iyi ameller gibi kazanım ile elde edilen bir hal olmasından dolayıdır. Bu bazı hallerde de fıtri bir güdü de olabilir ama bunun şeriatın kanununa uygun olarak kullanılması ise bir kazanıma, niyete ve ilme gerek gösterir. İşte haya bu yönüyle ve iyilikleri işlemeye iten, masiyetlerden alıkoyan bir his olmasından ötürü imandandır. Hayanın tamamıyla hayır olup, hayırdan başka bir şey getirmeyişine gelince, bunun açıklaması bazı kimseler için zor olabilir çünkü haya sahibi büyük görüp saygı duyduğu bir kimseye açıkça hakkı söylemekten utanabilir, bunun sonucunda ona iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı terk edebilir. Haya kişiyi bazı hallerde birtakım hakları ihlal etmeye, yerine getirmemeye ve bunun dışında adeten maruf olan birtakım şeyleri ifa etmemeye de itebilir. Bunun cevabı aralarında Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah}'ın da bulunduğu imamlardan bir topluluğun verdiği cevaptır: Sözü edilen bu engeloluş gerçekte bir haya değildir. Aksine o bir acizlik, bir zayıf irade ve bir küçüklüktür. Bunlara haya adını vermek örfe göre ifadeleri kullananların kullanımlarındandır. Onlar bunu gerçek hayaya benzerliğinden ötürü mecazi olarak böyle adlandırmışlardır. (2/5) Hayanın gerçek mahiyeti ise hak sahibi kimseler hakkında çirkin olanı terk etmeye ve kusurlu hareketten alıkoymaya iten bir huydur ve buna benzer hallerdir. Buna da bizim Cüneyd (Allah ondan razı olsun)' den naklen zikrettiğimiz sözler delildir. Allah en iyi bilendir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "En alt derecesi ise yolda rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır." Yani yoldan uzaklaştırmak, bir kenara almaktır. Rahatsızlık veren şey (eza)den- maksat ise taş, ot, diken ya da daha başka rahatsız eden her şeydir. "Haya hakkında kardeşine öğüt veriyordu." Ona utanmamasını söylüyor, yaptığı işin çirkin olduğunu belirterek çokça utangaç olmaktan vazgeçmesini emrediyordu. Ancak Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun böyle yapmasını yasaklayarak: "Onu bırak, çünkü haya imandandır" buyurdu. Yani sen onu bırak haya etmeye devam etsin. Ona utanmamasını söyleme. "Onu bırak" lafzı Buhari' de geçmiş olmakla birlikte Müslim' de geçmemektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve -Iafız İbnu'l-Müsenna'ya ait olmak üzere- Muhammed b. Beşşar tahdis edip dediler ki. Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Katade'den naklen rivayet etti. Katade dedi ki: Ebu's-Sewar'ı şunu tahdis ederken dinledim: O İmran b. Husayn'ı, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den tahdis ederken dinlediğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Haya, hayırdan başka bir şey getirmez" buyurdu. Bunun üzerine Buşeyr b. Ka'b: Hikmette: Onun bir kısmı vakardır, bir türü sekinettir diye yazılıdır dedi. Bu sefer İmran: Ben sana Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadis rivayet ediyorum, sen bana yanımda bulunan sahifelerden naklediyorsun, dedi. Diğer tahric: Buhari, 5766; Tuhfetu'I-Eşraf, 10877 NEVEVİ ŞERHİ: Müslim (rahimehullah)'ın: "Bize Muhammed b. el-Müsenna ve Muhammed b. Beşşar tahdis etti ... İmran b. el-Husayn'ı tahdis ederken dinledi." Müslim ikinci rivayet yolunda (156) ise bize Yahya b. Habib el-Harisı tahdis etti ... Birkaç kişi ile birlikte İmran b. el-Husayn'ın yanında idik. .. " demektedir. Bu iki senetteki ravilerin tamamı Basralı'dır. Bir kitapta (bölümre) arka arkaya gelen iki isnattaki bütün ravilerin Basralı olması gerçekten nefis bir şekildir. Şube (2/6) her ne kadar Vasıtlı ise de o da aynı zamanda Basralıdır çünkü Şube hem Vasııı, hem Basri nispetlidir. O Vasıt' tan Basra'ya geçmiş ve Basra' yı yurt edinmiştir. Ebu's-Sewar'ın adı Hassan b. Hureys el-Adevl'dir. Burada geçen Ebu Katade'nin adı ise Temim b. Nuzeyr el-Adevl'dir. Temim b. ez-Zubeyr de söylenir, İbn Yezid de denir. Bunu Hakim Ebu Ahmed zikretmiştir. Raht (birkaç kişi) ise özelolarak aralarında kadın bulunmayan ve ondan daha aşağı sayıdaki erkekler için kullanılır. Kendi lafzından tekili yoktur, çoğulu: erhut, erhat, erahit ve erahıt olarak gelir. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki: Bize İbni Numeyr rivayet etti. H. Bize Kuteybe b. Said ile îshak b. İbrahim dahi hep birden Cerir'den rivayet ettiler. H. Bize Ebu Kureyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Üsame rivayet eyledi. Bunların hepsi Hişam h. Urve'den o da babasından, o da Süfyan b. Abdillahi's-Sekafi'den naklen rivayet etti Süfyan şöyle demiş: Ey Allah'ın Resulü, İslam hakkında bana öyle bir söz söyle ki senden sonra ona dair kimseye -(hadisin ikinci rivayet yolu olan Ebu Kureyb yoluyla gelen rivayetinin ravilerinden) Ebu Usame'nin rivayetinde: Senden başka şeklindedir- soru sormayayım, dedim: '' 'Allah'a iman ettim' de, sonra da dosdoğru ol. " buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 2410; İbn Mace, 3972; Tuhfetu'l-Eşraf, 4478 NEVEVİ ŞERHİ: "Ey Allah'ın Resulü ... dedim. Allah'a iman ettim de, sonra dosdoğru ol." (2/8) Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in geniş kapsamlı toplayıcı sözlerindendir ve bu: "Muhakkak Rabbimiz Allah 'tır deyip sonra da dosdoğru olanlar" (Fussilet, 30) buyruğu ile örtüşmektedir. Allah'ı tevhid edip, ona iman edenler sonra da dosdoğru yürüyerek tevhidden asla sapmayanlar, bu hal üzere ölünceye kadar şam yüce Allah'a itaatten aynlmayanlar demektir. Ashab-ı kiram'dan ve onlardan sonra gelen müfessirlerin büyük çoğunluğu bizim yaptığımız bu açıklama çerçevesinde açıklamışlardır. Yüce Allah'ın izniyle hadisin anlamı da zaten budur. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada bitmektedir. İbn Abbas (r.a.) yüce Allah'ın: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" (Hud, 112) buyruğu hakkında şunlan söylemiştir: Rastılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerine Kur'an-ı Kerim'in tamamında bu ayet-i kerimeden ona daha zor ve daha ağır gelen başka bir ayet inmemiştir. Bu sebeple: Saçlannız ağarmaya başladı dediklerinde ashabına: "Hud suresi ve benzerleri benim saçlanmı ağarttı" diyerek cevap vermişti. Üstad Ebu'l-Kasım el-Kuşeyrı Risale'sinde şöyle diyor: İstikamet (dosdoğru olmak) işlerin kemalinin ve tamama ermesinin kendisiyle gerçekleştiği bir derecedir. Onun varlığıyla hayırlar var olur ve düzene girer. Haleti itibariyle dosdoğru olmayan bir kimsenin sa'yi (çalışmaları) boşa gider, çaba ve gayretleri hüsrana uğrar. Kuşeyri der ki: Ancak büyük kimseler istikametin hakkından gelebilir çünkü o alışılmışların dışına çıkmak, birtakım protokol ve alışkanlıklardan aynımak, yüce Allah'ın huzurunda sıdkın hakikati üzere durmaktır. Bundan dolayı Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Dosdoğru olun, bununla birlikte her şeyi tamamen yapamazsınız" buyurmuştur. Vasıtı de: İstikamet güzelliklerin kendisiyle kemale erdiği fakat yokluğuyla güzelliklerin çirkinleştiği bir haslettir, demiştir. Allah en iyi bilendir. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Leys tahdis etti (H) ve bize Muhammed b. Rumh el-Muhacir de tahdis edip dedi ki: Leys, Yezid b. Ebu Habib'den bildirdi. O Ebu'l-Hayr (1/65a)'den, o Abdullah b. Amr'dan rivayet ettiğine göre; Bir adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: "İslam'ın hangi hasleti daha hayırlıdır" dedi. "Yemeği yedirir, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam verirsin" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 12,28,5882; Ebu Davud, 5193; Nesai, 5015; İbn Mace, 3253; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh el-Mısri de tahdis etti. (Dedi ki): Bize Ibni Vehb, Amir b. el-Haris'den, o da, Yezid b. Ebi Habib'den, o da Ebu'l-Hayr'den, o Abdullah b. Amr b. el-As'ı şöyle derken dinlemiştir: Bir adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Müslümanların hangisi hayırlıdır, diye sordu. O: "Müslümanların dilinden ve elinden esem kaldığı kimsedir" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 8929 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hasen el-Hulvanî ile Abd b. Humeyd hep birden, Ebu Âsım'dan rivayet ettiler. Abd dedi ki: Bize Ebu Asim, İbn-i Cüreyc'den naklen haber verdi ki, İbnî Cüreyc Ebu'z-Zübeyr'i şöyle der­ken işitmiş: Cabir'i şöyle derken dinledim: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Müslüman (diğer Müslümanların) dilinden ve elinden esen kaldığı kimsedir" buyururken dinledim. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Said b. Yahya b. Said el-Umevi de tahdis edip dedi ki: Bana babam rivayet ett (Dedi ki): Bize Ebu Biirdete'bnü Abdiîlâh b. Ebi Bürdete'bni Ebî Musa, Ebu Bürde'den o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti. Ebu Musa dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, İslam'ın hangi ameli daha üstündür, dedim. O: "Müslümanların dilinden ve elinden esen kaldığı kimse(nin hali)dir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, IV; Tirmizi, 52. Bu, bu yoldan Ebu Musa'nın naklettiği bir hadis olarak sahih, gariptir diyerek 2504; Nesai, 5014; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bana İbrahim b. Said el-Cevheri de tahdis etti. Bize Ebu Usame tahdis etti. Bize Bureyd b. Abdullah bu isnatla tahdis etti. Dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Müslümanların hangileri daha üstündür diye soruldu deyip, hadisin geri kalan kısmını aynen zikretti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Yahya b. Ebi Ömer ve Muhammed b. Beşşâr toptan Sekafî den rivâyet ettiler, İbn Ebî Ömer dedi ki: Bize Abdülvebhâb, Eyyûb'tan , o da Ebû Kılâbeden , o da Enes'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet eyledi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânın tadını bulur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet eyledi. (Dediki): Bize Şu'be rivayet etti. Dediki: Katade tahdis edip, Enes'ten şöyle dediğini nakletti: Rastılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Üç haslet vardır ki, kimde bulunurIarsa imanın tadını bulur. Sevdiği kimseyi ancak Allah için seven, Allah ve Rasulünü onların dışındaki her şeyden daha çok seven, ateşe atılmayı Allah'ın kendisini küfürden kurtarmasından sonra tekrar ona geri dönmekten daha çok seven" Diğer tahric: Buhari, 21, 6041; Nesai, 5003; İbn Mace, 4033; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize İshak b. Mansur rivâyet etti. ki): Bize Nadr b. Şümeyl anlattı. ki): Bize Hammâd, Sâbit'ten, o da Enes'den naklen haber verdi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu »diyerek ötekilerin hadîsinin benzerini söylemiş. Şu kadar var ki o küfre dönmekten, ifâdesinin yerine: «Yahûdi veya hıristiyan olmağa dönmekten» demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Zuheyr b. Harb tahdis etti. Bize İsmail b. Uleyye tahdis etti. (H) Bize Şeyban b. Ebu Şeybe de tahdis etti. Bize Abdulvaris tahdis etti. Her ikisi (İsmail ve Abdulvaris) Abdulaziz'den, o Enes'ten şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hiçbir kul -Abdulvaris'in rivayetinde: Adam- beni eşinden, malından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz. " Diğer tahric: Buhari, 15; Nesai, 5029; Tuhfetu'l-Eşraf, 993, 1047 AHMED D. AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLA

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dediler ki. Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'be rivayet etti. Dediki: Katadeyi Enes b. Malik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz. " Diğer tahric: Buhari, 15; Nesai, 5028; İbn Mace, 67; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dediler ki. Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katadeyi Enes b. Malik'den, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş olarak rivayet ederken dinledim. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Sizden hiçbir kimse kendisi için sevdiğini kardeşi için -yahut, komşusu için, dedi- sevmedikçe iman etniş olmaz. " Diğer tahric: Buhari, 13; Tirmizi, 59. Bu sahih bir hadistir diyerek, 2515; Nesai, 5031, 5054; İbn Mace, 66; Tuhfetu'l-Eşraf, 1239 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Said, Hüseyn el-MualIim'den, 0 da Katade'den, o da Enes'den, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet eyledi. Efendimiz: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, hiçbir kul kendisi için sevdiğini komşusu için de -yahut, kardeşi için de, dedi- sevmedikçe iman etmiş olmaz. " NEVEVİ ŞERHİ: "Hiç biriniz kendisi için sevdiğini, kardeşi için -yahut komşusu için dedi- ... iman etmiş olmaz." Hadis Müslim' de bu şekilde kardeşi için yahut komşusu için diye şek ile rivayet edilmiştir. Abd b. Humeyd'in Müsned'inde de bu şekilde şek iledir. Buhari ve başkalarında ise şek sözkonusu olmaksızın "kardeşi için" diye rivayet edilmiştir. İlim adamları -Allah'ın rahmeti onlara olsun- şöyle demişlerdir: Tam iman etmiş olmaz, anlamındadır. Yoksa iman asıl itibarıyla bu nitelikte olmayan kimseler için de elde edilmiş olur. Sözkonusu edilen sevgi ise, kendisi için sevdiği itaat ve mubah şeyleri kardeşi için de sevmesidir. Buna da bu hadisin Müslim tarafından nakledilen rivayetinde geçen: "Kendisi için sevdiği hayrı, kardeşi için sevmedikçe" lafızları delildir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah der ki: Böyle bir iş zor ve imkansız işlerden sayılabilir oysa durum böyle değildir çünkü bunun anlamı kendisi için sevdiğini Müslüman kardeşi için sevmedikçe hiçbirinizin imanı kemal bulmaz, demektir. Bu da kendisinin elde ettiğinin bir benzerini kendi elinde bulı:nan ile ortaklığı sözkonusu olmaksızın kardeşinin üzerindeki nimet, kendisindeki nimeti herhangi bir şekilde eksiltmeksizin onun tarafından da elde edilmesini sevmekle gerçekleşir. Böyle bir sevgi ise selim bir kalp için kolaydır ama bu ancak kin ve hased dolu kalp için zordur. Allah bize de, bütün kardeşlerimize de afiyet versin. Allah en iyi bilendir. Hadisin isnadına gelince, "Müslim (rahimehullah) dedi ki: Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti... Enes'ten." Bunların hepsi Basrahdır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yahya b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve Ali b. Hucr toptan İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyub dediki: Bize İsmail rivayet etti. Dediki: Bana el-A’Ia' babasından, o da Ebu Hureyre'den naklen haber verdi ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13989 NEVEVİ ŞERHİ: "Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez. " Bevaik (şer), baikanın çoğulu olup, gaile, musibet ve helak etmek anlamlarındadır. "Cennete giremez"in anlamı hakkında verilmiş iki cevap vardır ki bu iki cevap buna benzer bütün ifadeler hakkında da geçerlidir. Birincisi bu hadis haram olduğunu bilmekle birlikte eziyetin helal olduğunu kabul eden kişiler hakkında yorumlanır. Böyle birisi kafir olur ve asla cennete giremez. İkinci anlamı: Böyle bir kimsenin cezası cennetin kapıları kurtuluşa erenler için açılacağı ve onların girecekleri zaman cennete girmeyecek. Aksine onun girmesi gecikecek hatta cezalandırılması dahi sözkonusu olabilir. Affa uğrayıp ilk olarak da cennete girebilir. Bizim bu iki türlü tevili yapmamızın sebebi şudur: Biz daha önceden hak ehlinin mezhebinin şu olduğunu belirtmiştik: Büyük günahlar üzerinde ısrar etmekle birlikte tevhid üzere ölen bir kimsenin durumu yüce Allah'a kalmıştır. Dilerse onu affedip, baştan (azaplandırmaksızın) onu cennete koyar, dilerse onu cezalandırdıktan sonra cennete koyar. (2/17) Allah en iyi bilendir. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb anlattı. Dediki: Bana Yunus, İbni Şihab'dan, o da Ebu Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Ebu Hureyre'den, o da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den naklen haber verdi. ''Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse ya hayır söylesin yahut sussun. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse komşusuna ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse misafirine ikram etsin. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 15339 A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN bBURAYA TIKLA)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu'l-Ahvas, Ebu Hasîn'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet eyledi. Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun. " Diğer tahric: Buhari, 6018; İbn Mace, 3971 muhtasar olarak; Tuhfetu'l-Eşraf, 12843 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bİze İsa b. Yunus, A'meş'den, o da Ebu Salih'den,'o da Ebu Hureyre'den naklen baber verdi. Ebu Hüreyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu, deyip (bundan önceki) Ebu Hasin hadisini aynen nakletti, ancak: "Komşusuna ihsan etsin (iyilik yapsın)" diye rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 124S

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Abdillah b. Numeyr ikisi birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler, İbn-i Numeyr dediki: Bize Süfyân, Amr'dan rivayet etti ki, Amr Nâfi' b. Cübeyr'i, Ebu Şüreyh el-Huzâi'den naklen şöyle haber verirken dinlemiş: Nebi (Sallalhhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse komşusuna ihsan etsin (iyilik yapsın), Allah'a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun. " Diğer tahric: Buhari, 6019, 6135, 6136, 6476; Müslim, 4488 -muhtasar olarak-, 4489, 4490 -buna yakın olarak- Ayrıca: "Bir müslümanın kardeşinin yanında onu günaha sokuncaya kadar kalmaya devam etmesi de helal olmaz" ibaresini de ziyade ederek rivayet etmiştir; Ebu Davud, 3748; Tirmizi, 1967, 1968. Misafirlik kıssası ile birlikte; İbn Mace, 3672, 3685; Tuhfetu'l-Eşraf, 12056 NEVEVİ ŞERHİ: ''Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun ... Misafirine ikram etsin." Diğer rivayette ise "Komşusuna eziyet etmesin" buyurmuştur. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Hadisin anlamı şudur: İslam'ın şer'i hükümlerine riayet eden bir kimsenin komşusuna ve misafirine ikramda ve onlara iyilikte bulunması gerekir. Bütün bu buyruklarla komşunun hakkı bildirilmekte, bu hakkın korunması teşvik edilmektedir. Yüce Allah aziz kitabında da komşuya iyilikte bulunmayı tavsiye buyurmuş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Cebrail (aleyhisselam) komşuyu bana o kadar tavsiye etti ki sonunda onu neredeyse mirasçı yapacak sandım" buyurmuştur. Misafiri ağırlamak da İslam'ın adabından, nebilerin ve salihlerin ahlakındandır. Leys (b. Sa'd), bir geceliğine misafiri ağırlamayı farz kabul etmiş ve: "Misafirin ilk gecesi, her Müslüman üzerine vacip bir haktır" hadisi ile Ukbe'nin rivayet ettiği şu hadisi delil göstermiştir: "Bir kavmin bulunduğu yere konaklayacak olursanız, onlar da size misafirin hakkının verilmesini emredecek olurlarsa siz de kabul ediniz. Eğer bunu yapmayacak olurlarsa onlann yerine getirmeleri gereken misafir hakkını onlardan alınız." Ama genel olarak fakihler misafir ağırlamanın üstün ahlaki bir değer olduğunu kabul etmişlerdir. Delilleri de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onun caizesi bir gün ve bir gecedir" buyruğudur. Caize ise atiyye, bağış ve gözetmektir. Bu ise ancak tercih halinde sözkonusu olur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "ikramda bulunsun, iyilik yapsın" buyrukları da aynı zamanda buna delildir çünkü bunun gibi buyruklar farz hakkında kullanılmaz. Ayrıca bu, komşuya ikram ve ona yapılan iyilikle birlikte sözkonusu edilmiştir. Komşuya bu şekilde iyilik ve ikram ise vacip değildir. Hadisleri de İslam'ın ilk dönemi hakkındadır diye tevil etmişlerdir. Çünkü o sırada iyilikle gözetmek bir farz idi. ilim adamlan misafir ağırlama yükümlülüğünün hem şehirde, hem kırsalda yaşayanlar için mi yoksa sadece kırsalda yaşayanlar için mi olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. (2/18) Şafii (r.a.) ile Muhammed b. Hakem her ikisine de düştüğünü kabul ederken, Malik ve Suhnun bu sorumluluk yalnızca kırsal kesimde yaşayanlaradır çünkü misafir şehirde, hanlarda (otellerde) ve diğer konaklama yerlerinde kalacak yer bulabilir, çarşı pazardan yiyeceklerini satın alabilir. Hadiste de "Misafir ağırlamak kırsalda yaşayanlar üzerine bir yükümlülüktür, şehirde yaşayanlar üzerine değildir" denilmiş olmakla birlikte bu hadis, hadis bilginlerine göre uydurmadır. Misafir ağırlamak muhtaç bir kimsenin yanından geçen ve ona zarar geleceğinden korkulan kimse üzerine muayyen (bir farz) haline gelebilir. Zimmet ehli için de eğer kendilerine şart koşulmuş ise muayyen bir yükümlülük olur. -Kadı Iyaz' ın sözleri burada bitmektedir.- Nebi (sallallahu aleyhi ve seııem)'in: "Ya hayır söylesin yahut sussun" buyruğunun anlamı şudur: Eğer konuşmak isterse söyleyecekleri kesinlikle karşılığında sevap alacağı hayır vacip ya da mendub bir söz ise konuşsun. Eğer konuştuğundan ötürü sevap alacağı bir hayır olduğunu görmeyecek olursa konuşmayıp, sussun. Bu konuştuğunun haram olduğunu, mekruh ya da her iki tarafı eşit bir mubah olduğunu görmesi arasında da bir fark yoktur. Buna göre mubah söz terk edilmesi emredilmiş, harama ya da mekruha çekme korkusu dolayısıyla söylenmemesi teşvik edilmiştir. Böyle bir hal ise adeten çok ya da çoğunlukla görülen bir husustur. Yüce Allah da: "O bir söz söylemeye dursun mutlaka onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri vardır. " (Kaf, 18) Selef ve alimler kulun ağzından çıkanların hepsi sevabı ve cezayı gerektirmeyen mubah sözler olsa dahi -ayetin genelolması dolayısıyla- yazılır mı yoksa ancak sevap ya da ceza türünden karşılığı olanlann mı sadece yazıldığı hususunda görüş ayrılığı içerisindedirier. İbn Abbas (r.a.) ve onun dışındaki diğer ilim adamları ikinci kanaattedir. Buna göre ayet-i kerim e tahsis edilmiş olur. Yani kişi karşılık görmeyi gerektiren her ne söz söylerse ... demek olur. Kişinin haramlara yahut mekruhlara çekilmemesi için şeriat pek çok mubahlardan uzak durmayı teşvik etmiştir. imam Şafii (r.a.) bu hadisin anlamından hareketle şöyle demiştir: Konuşmak isterse önce düşünsün. Konuşmasından dolayı aleyhine bir zarar olmadığını görürse konuşsun. Şayet onda bir zarar olduğunu görür yahut şüphe ederse konuşmaktan vazgeçer. Oldukça değerli imam Ebu Muhammed Abdullah b. Ebu Zeyd -döneminde Mağribte Malikilerin imamı idi- şöyle demiştir: Bütün hayırlı adabı bir arada toplayan dört tane hadis vardır ve hayır adabının tamamı bunlardan dallanır, budaklanır: 1- Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin yahut sussun. " 2- "Kişinin kendisini ilgilendirmeyen hususları terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir" hadisi. 3- Çok kısa bir tavsiyede bulunduğu kimseye söylediği "Kızma" buyruğu ile, 4- "Kendisi için sevdiğini, kardeşi için de sevmedikçe sizden herhangi bir kimse iman etmiş olmaz" hadisidir. Allah en iyi bilendir. Üstad Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri (rahimehullah)'dan şöyle dediğini rivayet ettik: Esenlikle susmak asılolandır. Zamanında susmak erkeklerin niteliğidir. Tıpkı yerinde konuşmanın en şerefli hasletlerinden oluşu gibi. (2/19) (Kuşeyri) dedi ki: Ebu Ali ed-Dekkak'ı şöyle derken dinledim: Hakkı söylemeyip sus an dilsiz bir şeytandır. (Kuşeyri devamla) dedi ki: Mücahede ile (nefislerini terbiye eden) kimselerin susmayı tercih etmelerine gelince, onlar konuşmanın sebep olduğu afetleri bildiklerinden dolayı bunu tercih ederler. Diğer taraftan konşumakta nefsin payı ve övülecek sıfatların ortaya çıkarılması, benzerleri arasında güzel konuşması ile ayırt edilme eğilimi ve buna benzer afetleri olduğundan dolayıdır. İşte riyazet erbabının niteliği budur. Susmak, aynı zamanda onların haklarından fedakarlık etmek ve ahlakı güzelleştirmek hükmünde temel esaslarından birisidir. Ayrıca Fudayl b. Iyaz (rahimehullah)'dan şöyle dediğini rivayet etmekteyiz: Konuşmasının amelinden olduğunu kabul eden kimsenin kendisini ilgilendirmeyen faydasız hususlarda konuşması da azalır. Zünnun (rahimehuııah)' dan da şöyle dediğini rivayet ettik: İnsanlar arasında kendisini en iyi koruyan kişi dilini en çok tutabilendir. Allah en iyi bilendir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Komşusuna eziyet etmesin" ibaresinde: "(l.Ş~ y. '.)\.9): Eziyet etmesin" lafzı, asıl nüshalarda bu şekilde, sonunda ye harfi ile gelmiştir. Ama biz bunu Müslim'in dışındaki kitapların rivayetinde ye harfi olmaksızın rivayet etmiş bulunmaktayız. Her ikisi de sahihtir. Ye' nin olmaması halinde fiilnehy ifade eder. Ye bulunması halinde ise nehy maksadıyla haber (eziyet etmez) demek olur ve bu da beliğ bir ifadedir. Yüce Allah'ın "(....): Ne bir anneye çocuğundan dolayı zarar veri/sin" (Bakara, 233)' anlarrundaki buyruğu (zarar vermek anlamındaki fiili) ref ile okuyanların okuyuşuna göre de buradan gelmektedir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizden herhangi bir kimse kardeşinizin satışı üzerine satış yapmaz (yapmasın anlamında)" buyruğu da bu türdendir, benzeri pek çoktur. Allah en iyi bilendir. Bu Baptaki Hadislerin Senetleri Müslim (rahimehullah) dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. .. Ebu Hureyre' den ... " Ebu Hureyre dışında bu isnattaki ravilerin hepsi KOfi ve Mekki' dir, o Medeni' dir. Hepsinin isimleri ile ilgili açıklama daha önce çeşitli yerlerde geçti. "Hasın" isminde ha harfi fethalıdır. Diğer isnatta "Ebu Şureyh el-Huzaı" denilmektedir ki bizler kitabın mukaddimesi şerhinin sonlarında ismi hakkındaki ihtilafları kaydetmiş, adının Huveylid b. Amr olduğu, Abdurrahman Amr b. Huveylid, Hani b. Amr olduğu, Ka'b olduğu söylendiği gibi, nispetinin el-Huzai, el-Adevi, el-Ka'bi, olduğu da ifade edilmiştir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis edip dedi ki: Bize Veki', Süfyan'dan tahdis etti (H) Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis edip dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis edip dedi ki: Bize Şu'be tahdis etti. (Süfyan ile birlikte) ikisi Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan -bu Ebu Bekr'in rivayet ettiği hadistir- dedi ki: Bayram günü namazdan önce hutbe okumayı ilk başlatan kişi Mervan'dır. Bir adam ona kalkıp: Namaz hutbeden öncedir, dedi. Mervan ortada terkedilmiş (daha başka) şeyler de vardır, dedi. Ebu Said bunun üzerine: Bu adam üzerine düşeni yerine getirdi. Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim, dedi: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin eğer gücü yetmezse diliyle yine gücü yetmezse (l/69a) kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın en zayıf halidir. " Diğer tahric: Ebu Davud, 1040, 4340; Tirmizi, 2272 bu hasen, sahihtir diyerek; Nesai, 5023 -muhtasar olarak-, 5024 -olayı zikretmeksizin-; İbn Mace, 1275, 4013; Tuhfetu'l-Eşraf, 4085, 4032 A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLA NEVEVİ ŞERHİ: Hadisteki "bayram günü namazdan önce hutbe okumayı ilk başlatan kişi Mervan' dır" ifadeleri hakkında Kadı Iyaz (rahimehulIah) şöyle diyor: Bu hususta ihtilaf vardır. Burada bizim gördüğümüz gibi rivayet edilmiştir. Namazdan önce hutbeyi ilk okuyan kişinin Osman (radıyalIahu anh) olduğu söylendiği gibi, Ömer b. el-Hattab (radıyalIahu anh) olduğu da söylenmiştir. O insanların namazın tamamlanmasından sonra gidip hutbeyi beklemediklerini görünce böyle yapmıştı. Hayır, bunun için değil de evi uzaklarda olan ve bundan dolayı geciken kimselerin namaza yetişmeleri için böyle yapmışlardır diye de açıklamışlardır. Bu uygulamayı ilk başlatanın Muaviye olduğu İbn ez-Zubeyr (radıyalIahu anh)'ın da bunu yaptığı söylenmiştir ama Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den, Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyalIahu anhum)'dansabit olan, önce namazın kılınmasıdır. İslam aleminin değişik yerlerindeki fukaha topluluğu da bu kanaattedir. Hatta bazıları bunun icma olduğunu dahi kabul etmiştir. Bununla -Allahu a'lem- bu ihtilaftan sonra ihtilafın gerçekleştiğini kastetmekte yahut raşid halifelerin ve birinci asrın icmaından sonra Umeyye oğullarının muhalefetine iltifat etmediği için böyle söylemiş olmalıdır. Bundan sonra Ebu Said'in: Bu üzerine düşeni yaptı sözlerini o pek büyük kalabalık huzurunda söylemesi ise onlar nezdinde sünnetin Mervan'ın yaptığının aksine yerleşmiş olduğunun delilidir. Bunun böyle olduğunu Ebu Said'in şu sözlerini delil göstermesi de açıkça ortaya koymaktadır: RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Sizden kim bir kötülük görürse onu ... değiştirsin." Eğer kendisi ve hazır bulunanlar bunun böyle olduğuna inanmış olsaydı yahut daha önce bu uygulama görülmüş ya da böyle bir sünnet geçmiş olsaydı ona kesinlikle münker (kötülük) demezdi. Bunda da Mervan' dan önce herhangi bir halifenin böyle bir uygulama yapmadığına ve Ömer, Osman ve Muaviye' den onların bu uygulamayı yaptıklarına dair gelen naklin sahih olmadığına delildir. Allah en iyi bilendir. "Bir adam ayağa kalkarak ona: Namaz hutbeden öncedir dedi. .. Onu eliyle değiştirsin" hadisiyle ilgili olarak şöyle bir soru sorulabilir: Ebu Said (r.a.) nasıloldu da böyle bir münkere/kötülüğe karşı çıkmakta gecikti de bu adam ondan önce bu işi yaptı. Cevabı şudur: Mervan'ın hutbeyi öne almayı gösteren sebeplere ilk başladığı sırada Ebu Said'in orada bulunmaması ihtimali vardır. Bundan dolayı bu adam ona karşı çıktı sonra onlar konuşmakta iken Ebu Said içeri girdi. Ebu Said'in ta baştan itibaren arda bulunmakla birlikte kendisi ya da başkası aleyhine tepki göstermesi sebebiyle bir fitnenin ortaya çıkacağından korkmuş olma ihtimali de vardır. Başkasının tepki göstermesiyle onun münkeri değiştirme yükümlülüğü de üzerinden düşmüş oldu fakat diğer adam -mesela- aşireti güçlü olup, kendisi de ona dayandığından hiçbir şeyden korkmadı ya da başka bir sebep dolayısıyla bunu yaptı ya da korkmuş olmakla birlikte kendisini tehlikeye atmış olabilir. Bu gibi durumlarda ise böyle bir şey caizdir hatta müstehaptır. Bir diğer ihtimal de şudur: Ebu Said karşı çıkmak isterken o adam ondan erken harekete geçmiş, Ebu Said de onu desteklemiş olabilir. Allah en iyi bilendir. Diğertaraftan Buhari ve Müslim'in -Allah ikisinden de razı olsun- bayram namazı babında ittifakla tahriç ettikleri bir hadiste belirtildiği üzere minbere çıktığını görünce Mervan' i elinden çeken Ebu Said idi. Her ikisi de birlikte gelmişti. Mervan da ona bu adama verdiği şekilde cevap vermişti. Bunların iki ayrı olayalma ihtimali vardır. Birisi Ebu Said'in başından geçen olay, diğeri ise Ebu Said'in huzurunda adamın başından geçen olay. Allah en iyi bilendir. "Bu adam üzerine düşeni yaptı" ifadesinde ise Ebu Said'in de aynı şekilde bu kötülüğe karşı çıktığı açıkça ifade edilmektedir. EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHİY ANİ’L-MÜNKER (İyiliği Emretmek ve MünkerilKötülüğü Değiştirmek ) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onu değiştirsin" emri ümmetin icmaı ile icap (farz) bildiren bir emirdir. İyiliği emredip, kötülükten alıkoymanın vücubunu kitap, sünnet ve ümmetin İcmaı ortaya koymuştur. Aynı zamanda bu, dinin kendisi olan nasihat türündendir. Bu hususta bazı Rafızller dışında muhalefet eden olmamıştır, onların muhalefetlerinin de bir değeri yoktur. Nitekim İmamu'l-Harameyn İmam Ebu'I-Meal1 de böyle demiştir. Onların bu husustaki muhalefetleri önemsenmez çünkü Müslümanlar onlar ortaya çıkmadan önce bunun üzerinde icma etmişlerdir. Bu amelin farziyeti -Mutezile'nin kanaatinin aksine- akıl ile değil, şeriat iledir. Aziz ve celil Allah'ın: "Siz kendinize bakınız eğer siz hidayet bulursanız sapıtanıarın size zararı olmaz" (Maide, 105) buyruğu da bizim sözünü ettiğimiz hükme aykırı değildir çünkü ayetin anlamı ile ilgili olarak muhakkikler tarafından kabul edilmiş doğru açıklama şekli şudur: Eğer sizler yükümlü tutulduğunuz işleri yerine getirecek olursanız başkalarının kusurlu hareket etmesinin size zararı olmaz. Yüce Allah'ın: "Hiçbir nefis bir diğerinin günah yükünü yüklenmez." (İsra, 15) buyruğu gibidir. Durum böyle olduğuna göre kişinin yükümlü kılındığı hususlardan birisi de iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaktır. (2/22) O bunu yerine getirmekle birlikte muhatap olduğu kişi onun dediğini yapmayacak olursa artık bundan sonra emrolunduğunu yerine getiren kimsenin kınanması sözkonusu olmaz çünkü o görevini yerine getirmiş olur. Ona düşen emretmek ve yasaklamaktır, kabul edilmesini sağlamak değildir. Allah en iyi bilendir. Diğer taraftan iyiliği emredip, münkerden alıkoymak farz-ı kifayedir. İnsanların bir kısmı gereğini yerine getirecek olurlarsa diğerlerinden vebal düşer. Fakat herkes onu terk edecek olursa mazeretsiz ve korkusuz olarak onu yapabilecek durumda olan herkes günahkar olur. Bazı hallerde farz-ı ayn olarak muayyen kimseler hakkında sözkonusu olabilir. Bir işin hükmünü kendisinden başka kimsenin bilemediği bir yerde bulunması yahut onu ancak kendisi ortadan kaldırabilecek durumda olması hali gibi. Eşini, çocuğunu ya da kölesini bir münkeri işlerken gören ya da bir marufta kusurlu hareket ettiğini tespit eden kimsenin durumu gibi. İlim adamları {Allah onlardan razı olsun} şöyle demişlerdir: Kendi zannınca fayda vermediğini düşündüğü için iyiliği emredip, münkerden alıkoymak yükümlülüğü mükellefin üzerinden kalkmaz. Aksine (bu düşünceye sahip olsa dahi) bu görevi yerine getirmesi gerekir çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir. Daha önce de ona düşenin iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamak olduğu, kabul edilmesini sağlamak olmadığını da belirtmiş idik. Nitekim aziz ve celi! Allah da: "Resule düşen tebliğden başkası değildir." (Maide, 99) buyurmaktadır. İlim adamları buna hamamda ya da başka bir yerde avretini kısmen açmış bir kimseyi göreni ve buna benzer durumu örnek vermişlerdir. Allah en iyi bilendir. İlim adamları der ki: iyiliği emredip, kötülükten alıkoyan kimsenin verdiği emri ya da yasakladığı hususu gereğince yerine getiren, halinde eksiklik bulunmayan bir kişi olması şart değildir. Aksine yerine getirilmesini emrettiği hususu kendisi ihlal etse dahi emretmekle yükümlüdür, vazgeçilmesini söylediği yasağı kendisi işleyen birisi olsa dahi yine yasaklamalıdır çünkü böyle bir kimseye iki görev düşer. Kendisine iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak, bir de başkasına iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak. Bunlardan herhangi birisini gereği gibi yerine getirmeyecek olursa diğerini ihlal edip, yerine getirmemesi onun için nasıl mubah görülebilir? ilim adamları der ki: iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak bu hususta resmi yetkililere ait özel bir görev değildir. Aksine diğer Müslüman fertler için de bunu yapmak caizdir. imamu'l-Harameyn dedi ki: Buna delil Müslümanların kmaıdır çünkü birinci asırda ve ondan sonraki asırda yöneticilerin dışındakiler de bizzat yöneticilere iyiliği emrediyor, onları kötülükten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Müslümanlar da onların bu yaptıklarını takrir ediyorlar (reddetmiyarlar}dı. Resmi yetki ve görevleri olmadığı halde iyiliği emredip, kötülükten alıkoymakla uğraştıkları için de onları azarlamıyar, onlara çıkışmıyorlardı. Allah en iyi bilendir. Emredip, alıkoyma işini ancak emrettiği ve yasakladığı hususu bilen bir kişi yapar. Bu da emredilen ya da yasaklanan konunun farklılığına göre değişir. Eğer bu iş açık farzlardan ve herkes tarafından bilinen haramlardan ise -namaz, oruç, zina, şarap içmek ve benzeri işler gibi- bütün Müslümanlar bunları bilir. Şayet ince fiil ve sözlerden olup, içtihad ile ilgili hususlardan ise avamın (alim olmayanların) bununla bir ilgileri yoktur, böyle bir şeye tepki göstermek hakları da yoktur. Aksine bu alimlerin görevi ve yetkisindedir. Ayrıca ilim adamları kma ile kabul edilmiş hususlara karşı çıkarlar. Hakkında görüş ayrılığı bulunan hususlarda ise karşı çıkmak sözkonusu değildir çünkü her iki mezhep hakkında da her müçtehid isabet eder hükmü sözkonusudur. Muhakkiklerin pek çoğu ya da çoğunluğuna göre tercih edilen kanaat budur. Bu husustaki diğer görüşe göre ise isabet eden tek kişidir, hata eden ise bizim için muayyen olarak bilinmemektedir. Hata eden hakkında da günah sözkonusu değildir fakat böyle bir kimseye ihtilafın dışına çıkmak için nasihat olmak üzere teşvikte bulunacak olursa bu yapılan iş güzeldir, sevilen ve ayrıca yumuşaklıkla yapılması teşvik edilen bir uygulamadır çünkü ilim adamları eğer bir sünneti ihlal etmeyi yahut başka bir görüş ayrılığı içine düşmeyi gerektirmiyorsa ihtilafın dışınaçıkmayı ittifakla teşvik etmiş bulunuyorlar. Kadıların en kadısı Ebu'l-Hasan el-Maverdi el-Basri eş-Şafii, el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı eserinde (2/23) devlet yetkilisinin hisbe görevini verdiği kimse eğer içtihad ehlinden ise insanları fukahanın ihtilaf ettiği konularda kendi mezhebine uygun hareket etmeye zorlamak yetkisi var mıdır yoksa başkasının mezhebine uygun olan hususları değiştirmeye kalkışmamalı mıdır hususunda ilim adamları arasında görüş aynlığı bulunduğunu nakletmektedir. Ona göre daha sahih olan sözünü ettiğimiz sebepler dolayısıyla başkasının mezhebine uygun olan hali değiştirmeye kalkışmayacağıdır çünkü fer'i meselelerde ashab-ı kiram, tabiin ve onlardan sonra gelenler arasında (Allah hepsinden razı olsun) ihtilaf hep görülegelmiş ve ne hisbe görevlisi, ne de bir başkası başkasının yapbğına karşı çıkmamışbr. Aynı şekilde ilim adamları der ki: Müftinin de, hakimin de eğer herhangi bir nassa, bir icmaa yahut açık bir kıyasa muhalif değilse kendisine muhalif kanaatte olanlara itiraz edemez. Allah en iyi bilendir. Şunu bil ki, bu konu yani iyiliği emredip, münkerden alıkoymak ameli uzun zamanlardan bu yana çoğunlukla ihmal edilmiş, bu zamanlarda geriye ondan oldukça az birtakım şekli uygulamalar dışında bir şey kalmamışbr. Halbuki bu husus işi ayakta tutan ve işin en önemli noktasını teşkil eden pek büyük bir husustur. Kötülük çoğalacak olursa ceza iyi olanı da, kötü olanı da kapsamına alır. Eğer ilgili kimseler zalimin elini zulümden alıkoymayacak olurlarsa şanı yüce Allah'ın hepsini cezalandırması uzak değildir. Bu sebeple onun emrine aykırı hareket edenler kendilerine bir fitnenin gelip çatmasından yahut pek büyük bir azabın isabet etmesinden sakınmalıdırlar. O halde ahireti isteyen aziz ve celil Allah'ın rızasını elde etmek için uğraşan bir kimsenin bu konuya gereken itinayı göstermesi gerekir çünkü bunun faydası pek büyüktür. Özellikle de bu önemli görevin büyük bir kısmı ihmal edilmiş bulunmaktadır. Bu işe kalkışan kimse niyetini halis kılmalı, mertebesinin yüksekliğinden ötürü herhangi bir kimsenin kendisine göstereceği tepkiden de çekinmemelidir çünkü yüce Allah: 'Y\ndolsun Allah kendi (dini)ne yardım edene yardım edecektir." (Hac, 40); "Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa dosdoğru yola ileti/miş olur." (Al-i İmran, 101); "Bizim yolumuzda mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebut, 69); "İnsanlar "iman ettik" demeleri ile bırakılıverileceklerini ve imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar? Andolsun onlardan önce geçenleri biz imtihan etmişizdir. Allah elbette doğru olanları da bilir, yalancı olanları da bilir. " (Ankebut, 2-3) buyurmaktadır. Bilmeli ki mükMat yorgunluğa göredir. Aradaki arkadaşlık, sevgi, müdahale, nezdinde güzel bir konum sahibi olmak, onun yanındaki güzel konumunu sürdürmek gibi bir sebep dolayısıyla da gerekeni emredip yasaklamayı terk etmez çünkü şüphesiz bir kimsenin arkadaşlığı, ona sevgi beslemek, onun lehine bir saygı duymayı ve hak sahibi olmasını gerektirir. Ona nasihatta bulunması, ahirette faydasına olanları ona göstermesi, ahireti için zararlı olacak hallerden onu kurtarmaya çalışması da onun haklarının bir kısmıdır. insanın gerçek arkadaşı ve dostu ise ahiretini mamur etmesi için çalışan kimsedir. isterse bu çalışması sebebiyle dünyasında eksikliğe sebep olsun. Gerçek düşmanı da ahretinin kaybolması ya da eksilmesi için çalışan kimsedir. isterse bundan dolayı dünyasında şekle n bir fayda elde etsin. işte iblisin bize düşman olmasının sebebi de budur. Nebiler de -Allah'ın salat ve selamları hepsine- müminlerin gerçek velileri, dostları idiler. Çünkü nebiler müminlerin ahiret menfaatleri için ve onları bu menfaatlere iletmek için çalışıp çabalamışlardır. Kerim olan Allah'tan bizleri, sevdiklerimizi ve diğer Müslümanları rızasını elde etme muvaffakiyetini ihsan buyurmasını, cömertliğiyle, rahmetiyle hepimizi kuşatmasını dileriz. Allah en iyi bilendir. iyiliği emredip, kötülükten alıkoyan kimsenin istediğini elde edebilme ihtimalinin daha yükselmesi için olabildiği kadar yumuşak olması gerekir. imam Şafii (r.a.) şöyle demiştir: Gizlice kardeşine öğüt veren bir kimse ona samimi olarak nasihat etmiş ve ona güzel bir iyilikte bulunmuş olur. Açıkça öğüt veren bir kimse ise onu rezil etmiş ve onu kötüleştirmiş olur. Çoğu kimsenin bu hususta önemsemediği noktalardan birisi de şudur: Bir kimseyi kusurlu bir mal ya da buna benzer bir şey satarken görecek olursa buna karşı çıkmazlar ve müşteriye o malın kusurunu bildirmezler. (2/24) Halbuki bu apaçı!< bir yanlışlıktır. İlim adamları ise açıkça böyle bir işi bilen kimsenin satıcıya tepki göstermesinin, müşteriye de bunu bildirmesinin gerektiğini açıkça ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. iyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymanın Mertebeleri Alıkoyup, yasaklamanın nitelik ve mertebelerine gelince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sahih hadiste: "E;liyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin)" buyurmaktadır. Yüce Rasulün: "Kalbiyle" buyruğu ise, kalbinden o işten tiksinsin anlamındadır. Onun bu hali o kötülüğü ortadan kaldırmak ve onun münkeri değiştirmesi değildir. Ama onun yapabileceği bu kadardır. "Bu ise imanın en zayıfıdır" buyruğunun anlamı da -Allah en iyi bilendir- neticesi en az olandır, demektir. Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu hadis (şeriata uygun olmayanı) değiştirmenin niteliği hakkında önemli bir asıl dayanaktır. Buna göre değiştirmek isteyen kimsenin değiştireceği şeyi söz ya da fiil ile ortadan kaldırma imkanını bulabildiği her bir şekil ile değiştirmek hakkına sahiptir. Batılın aletlerini kırar, bizatihi sarhoşluk veren içkiyi döker ya da bu işi yapacak kimseye emir verir, gaspedilmiş malları gaspedenlerin elinden çekip alır, onları bizzat sahiplerine geri verir ya da imkanı olursa emir vererek bu işleri yaptırır. Değiştirme eylemini yaparken elinden geldiği kadar cahil kimseye ve şerrinden korkulan güçlü zalime yumuşak muamele eder çünkü böylesi onun sözünün kabul edilme ihtimalini daha da yükseltir. Aynı şekilde bu işi üstlenecek kimsenin bu anlamdan ötürü salih ve fazilet ehli kimselerden olması müstehabtır. Günahına dalıp giden ve batıl işlemekte aşırıya kaçan kimseye de -eğer sert davranmasının etkili olacağından emin olursa- başkalarına davrandığından daha sert bir şekilde ona tepki gösterir, münkerini değiştirmesini sağlar çünkü kendisi bu durumda zalim in tasallutuna karşı korunmuş haldedir. Eğer eliyle değiştirmesinin kendisinin öldürülmesi ya da bu sebeple başkasının öldürülmesi gibi daha ağır bir münkere sebep teşkil edeceğine dair kanaati ağır basarsa eliyle değiştirmeye kalkışmaktan uzak durur, dil ile değiştirmek, öğüt vermek ve korkutmakla yetinir. Eğer söz söylemesinin de benzeri bir zarar vereceğinden korkarsa kalbiyle değiştirir ve bu hususta onun için genişlik vardır. Yüce Allah'ın izniyle hadisten kasıt işte budur. Eğer bu husı!sta yardımını alacağı kimse bulacak olursa onun bu hali silah kullanmaya ya da çatışmaya götürmediği sürece başkasının yardımını alır. (Eğer böyle bir sonuç verecekse) o takdirde bu durumu -münker eğer başkaları tarafından işleniyorsa- yetkili kimseye bildirir yahut onu kalbiyle değiştirmekle yetinir. İşte -isterse öldürülmesine sebep olsa ve ona her türlü eziyet bundan dolayı yapılsa dahi- açıkça münkeri değiştirmenin gerekli olduğunu kabul edenlerin kanaatinin aksine bu meselenin fıkhi incelikleri ve bu hususta doğru uygulama şekli ilim adamlarına ve muhakkiklerine göre budur. Kadı {rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. İmamu'l-Harameyn (rahimehullah) diyor ki: Büyük günah işleyen bir kimse -eğer sözlü olarak ondan vazgeçmiyor ise iş çarpışmaya ve silah çekmeye götürmeyecek ise- onu (fiilen) alıkoymak raiyenin fertleri için uygun görülen bir davranıştır ama iş o noktaya kadar varacaksa o takdirde konu sultanı (devletin yetkili otoritesini) ilgilendiren bir husustur. Zamanın valisi haksızlık yapıp, zulmü ve gaddarlığı açıkça ortaya çıkacak ve yaptığı kötü işlerden söylenen sözle geri kalmayacak olursa o takdirde hal ve akd ehli olan kimselerin -silah çekmek ve savaşmak yoluyla dahi olsa- onu görevinden almak üzere anlaşıp ittifak etmeleri gerekir. -İmamu'l-Harameyn'in sözleri burada sona ermektedir. - İmamu'l-Harameyn'in yöneticinin görevden alınması ile ilgili sözünü ettiği bu hüküm oldukça gariptir. Bununla birlikte onun bu açıklaması onun kötülüğünden daha büyük bir kötülüğü doğuracağından korkulmaması hali ile ilgili olarak yorumlanır. (2/25) (İmamu'l-Harameyn ayrıca) dedi ki: İyiliği emreden kimsenin araştırmaya, gizlilikleri ortaya çıkarmak için çalışmaya, tecessüs yapmaya, zan ile hareket ederek evlere baskın yapmaya hakkı yoktur. Aksine özel bir çaba harcamaksızın bir münkeri tespit ederse (onu değiştirmeye kalkar). -Bu İmamu'l-Harameyn'in sözüdür.- Kadıların en kadısı Maverdi de şöyle diyor: Hisbe görevlisinin açıkça işlenmeyen haramları (zandan hareketle) araştırmak hakkı yoktur. Herhangi bir emare yahut ortaya çıkmış izlerden hareketle bir topluluğun bu işi gizlice yaptıkları zannı ağır bir kanaat halini alması iki türlü sözkonusu olur. Birincisi böyle bir kanaatin telafi edilmesi imkanı ortadan kalkacak şekilde bir haramın çiğnenmesi suretiyle ortaya çıkabilir, doğru söylediğinden emin olduğu bir kişinin bir adamın bir başka adamı öldürmek maksadıyla yahut bir kadını onunla zina etmek amacıyla kıstırdığını haber vermesi halinde olduğu gibi telafi edilemeyecek bir halin ortaya çıkma korkusu ile tecessüs yapması, durumu açığa çıkarmaya kalkışıp araştırması aynı şekilde eğer bu hali görevi olmadığı halde nafile (ibadet olarak) yapan muhtesib dışındaki bir kimse de öğrenecek olursa durumu açığa çıkarmaya kalkışmaları ve bunu değiştirmek için uğraşmaları da caiz olur. İkinci tür ise bu halden daha geri ve daha hafif olan bir haldir. Bu takdirde ise kişi hakkında tecessüste bulunmak da caiz değildir, onun üzerindeki örtüleri açmak da caiz değildir. Eğer bir evden eğlence seslerini duyacak olursa, evin dışında bunu tepki ile karşılayıp, değiştirmeye çalışır, eve girip baskın yapmaz çünkü münker açıkça ortadadır. Onun gizli olanı açığa çıkarmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Maverdi, el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı eserinin sonlarında hisbe ile alakalı güzel bir bab açmıştır. Bu babın kapsamında iyiliği emredip, münkerden alıkoymak ile ilgili birtakım kaideler yer almaktadır. Biz burada bunların ana maksatlarına işaret ettik ve bu hususta geniş açıklamalarda bulunduk. Buna sebep ise bu konunun faydasının büyüklüğü, ona çokça ihtiyaç duyulması ve İslam'ın kaidelerinin en büyüklerinden olmasıdır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala da dedi ki: Bize Ebu Muaviye tahdis edip dedi ki: Bize A'meş, İsmail b. Reca'dan tahdis etti. O babasından, o Ebu Said el-Hudri'den (diye) rivayet etti. Ayrıca (A'meş, İsmail'den, o) Kays b. Müs!im'den, o Tarık b. Şihab'dan, o Ebu Said el-Hudri'den Mervan ile ilgili olayı ve Ebu Said'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği hadisi (bundan önceki) Şu'be ve Süfyan'ın hadisi ile aynen nakletti. Tahric bilgisi 175 ile aynı NEVEVİ ŞERHİ: "Dize Ebu Kureyb tahdis etti. .. Ebu Said' den" Senedinde "ve Kays' dan" ifadesi İsmail'e atfedilmiştir. Yani bunu A'meş, İsmail'den, o Kays'dan diye rivayet etmiştir demektir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amru'n-Nakıd ile Ebu Bekir b. en-Nadr ve Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Bu lafız Abd (b. Humeyd) indir. Dedilerki: Bize Yakub b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. Dedi ki: Bana babam, Salih b. Keysan'dan, o da el-Haris'den, o da Ca'fer b. AbdiIIah b. el-Hakem den, o da Abdurrahman b. el-Misver'den, o da Ebu Rafi'den o da Abdullah b. Mes'ud'dan rivayete etti ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (1/69b) şöyle buyurdu: ''Allah benden önce hangi ümmete ne kadar nebi gönderdiyse mutlaka o nebinin ümmeti arasından havarileri ve ashabı olmuştur. Bunlar onun sünnetini uyguluyor, emrine uyuyorlardı. Sonra bunların arkasından kötü halefler gelir, yapmadıklarını söyler, emrolunmadıklarını yaparlar. Bunlara karşı eliyle cihad eden mümindir. Onlara karşı diliyle cihad eden de mümindir, onlarla kalbiyle cihad eden de mümindir. Ama bunun ötesinde hardal tanesi dahi olsa iman diye bir şey yoktur. " Ebu Rafi' dedi ki: Ben Abdullah b. Ömer'e (bu hadisi) naklettim, o bunu kabul etmedi. Sonra İbn Mes'ud gelerek (Medine'nin) Kanat vadisinde konakladı. Abdullah b. Ömer onu hasta ziyaretine giderken benim de arkasından gelmemi istedi. Ben de onunla birlikte gittim. Oturduktan sonra İbn Mes'ud'a bu hadisi sordum, o da ben onu İbn Ömer'e tahdis ettiğim şekilde o hadisi bana nakletti. Salih dedi ki: Ebu Rafi'den de buna yakın bir hadis rivayet edilmiştir. Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9602 AHMED D. AÇIKLAMASI AŞAĞIDA NEVEVİ ŞERHİ: "Salih b. Keysan ... Hardal tanesi (kadar) dahi imandan eser yoktur. .. Salih dedi ki. .. Ebu Rafi' den tahdis edildi." Senette geçen Haris, İbn Fudayl el-Ensari el-Hatmi Ebu Abdullah el-Medeni' dir. Sahabi Abdurrahman b. Ebu Kurab'dan nakletmiştir. Yahya b. Main o sika birisidir demiştir. Ebu Rafi ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in azatlısıdır. En sahihi adının Eslem olduğudur. İbrahim olduğu, Hürmüz olduğu söylendiği gibi, Sabit olduğu, Yezid olduğu da söylenmiştir. Ancak adının Yezid olduğu gariptir, bunu İbnu'l-Cevzi "Camiu'l-Mesanid" adlı eserinde nakletmektedir. Bu isnatta bir incelik vardır ki o da biri diğerinden rivayeti nakleden tabiinden dört kişinin bir arada bulunmasıdır. Bunlar Salih, Haris, Cafer ve Abdurrahman' dır. Benzeri bir senet daha önceden de geçmişti. Ben bu hususta -yüce Allah'a hamdolsun ki- çeşitli rubaiyat hadislerini bir arada ihtiva eden bir cüz derlemiş bulunmaktayım. Bu rubaiyat arasında biri diğerinden rivayet nakleden dört sahabi yine biri diğerinden rivayet nakleden dört tabiinin rivayetleri de vardır. Müslim'in: "Salih dedi ki: Ebu Rafi'den buna yakın rivayet tahdis edildi" ifadesi hakkında Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bunun anlamı şu ki, Salih b. Keysan dedi ki: Bu hadis Ebu Rafi'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye senedinde İbn Mesud zikredilmeksizin de rivayet edilmiştir. Nitekim bunu Buhari bu şekilde et-Tarih' inde muhtasar olarak Ebu Rafi'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye zikretmiş bulunmaktadır. Ebu Ali el-Ceyyanı de Ahmed b. Hanbel (rahimehullah)'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bu hadis mahfuz değildir. Ayrıca bu sözler İbn Mesud'un sözlerine benzememektedir. İbn Mesud benimle karşılaşacağınız vakte kadar sabrediniz, der. -Bu ifadeler Kadı lyaz (rahimehullah)'ın ifadeleridir.- Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah da şöyle diyor: Ahmed b. Hanbel (rahimehullah) bu hadisi kabul etmemiştir. Halbuki burada adı geçen Haris'ten sika bir topluluk hadis rivayet etmiştir. Bununla birlikte onun zayıf raviler ile ilgili kitaplarda sb~konusu edildiğini de görmedik. İbn Ebu Hatim'in kitabında Yahya b. Main' den onun sika olduğunu söylediği nakledilmektedir. Diğer taraftan Haris bu hadisi tek başına (münferiden) rivayet etmiş de değildir. Aksine Salih b. Keysan'ın zikredilen sözünden de anlaşıldığı gibi ona mutabaatta bulunulmuştur. İmam Darakutni (rahimehullah) el-İlel adlı kitabında bu hadisin daha başka vecihlerden de rivayet edildiğini belirtmektedir. Bunlardan birisi Ebu Vakid el-leysl'nin, İbn Mesud'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği rivayettir. Onun: "Bana kavuşuncaya kadar sabredin" buyruğuna gelince, bu iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaktan ötürü kan dökmeyi ya da fitneleri uyandırmayı yahut benzeri bir hali gerektirmeyen durumlarda sözkonusudur. Hadiste zikredilen batıl işleyenlere karşı elle ve dil ile cihadın teşvikine gelince, bu da ayrıca bir fitneyi körüklemeyi gerektirmeyen hallerde sözkonusudur. Bununla birlikte bu hadis geçmiş ümmetler hakkında zikredilmiştir. Bu hadisin lafızlarında bu ümmetten söz edilmemektedir. Şeyh Ebu amr b. es-Salah'ın sözleri burada sona ermektedir. Dediği gibi bu husus açıkça ortadadır. Bununla birlikte İmam Ahmed (rahimehullah)'ın bu husustaki tenkidi gerçekten şaşılacak bir husustur. Allah en iyi bilendir. (Hadiste) sözkonusu edilen "havariler"e gelince, onların hakkında ihtilaf edilmiştir. el-Ezheri ve başkaları havariler nebilerin en has yakınları ve seçkinleridir. Her türlü ayıptan arındırılmış halis kimselerdir. Başkaları ise: Nebilerin yardımcılarıdır derken, mücahidler oldukları, ondan sonra halife olabilmeye elverişli kimseler oldukları da söylenmiştir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra onların arkasından birtakım (kötü) halefler gelir" buyruğunda geçen ve "sonradan gelenler" anlamındaki "el-huluf" kelimesi kötü bir şekilde halef olan kimse demek olan "half"in çoğuludur. Lam harfi fethalı olursa hayırlı bir şekilde halef olan kişi demek olur. Daha meşhur olan anlam ve telaffuz şekli budur. Dilcilerden aralarında Ebu Zeyd'in de bulunduğu birtopluluk hatta topluluklar şöyle demektedir: Bunların her birisi için half denilebilir. Kimileri ise half kullanımını şer için caiz kabul ederken, hayır halef için ise "half" denilmesini caiz kabul etmen:ıişlerdir. "Kanate indi." Tahkik edilmiş bazı asıl nüshalarda bu şekilde "kanat" şeklindedir. (2/28) Bu kelime alem (özel isim) ve müennes olduğundan dolayı munsarıf değildir. Ebu Abdullah el-Humeydi, el-Cem' beyne's-Sahihayn adlı eserinde bunu böylece zikretmiştir. çoğu asıllarda ve Müslim kitabını rivayet edenlerin çoğunluğu bu kelimeyi "(.s~): Avlusunda" diye rivayet etmişlerdir ki bu da evlerin ve meskenlerin arasındaki (boş) yere denilir. Ebu Avane elİsferaini de bunu böylece rivayet etmiştir. Kadı Iyaz ise es-Semerkandi'nin rivayetinde "kanat" şeklindedir, doğrusu budur. Kanaat ise Medine mallarından bir malın bulunduğu vadilerden bir vadidir demektedir. Cumhurun (.s~) avlusunda şekildeki rivayeti ise hatadır ve tashifdir. "Onun hidayetine uyar" buyruğu, onun yolunu ve gidişini izlerler, demektir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bu hadisi bana Ebu Bekir b. İshak b. Muhammed de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebi Meryem haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdülaziz b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki: Bana el-Haris b. el-Fudayl el-Hatmiy Ca'fer b. Abdillah b. el-Hakem'den, o da Abdurrahman b. el-Misver b. Mabrama'dan, o da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in azatlısı Ebu Rafi'in Abdullah b. Mes’ud (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Gösterdiği hidayet yoluyla hidayet bulan, sünnetine uyan havarileri olmamış hiçbir nebi yoktur" diye, hadisi Salih'in hadisi gibi rivayet etti. Ancak İbn Mesud'un gelişini ve İbn Ömer'in de onunla bir araya gelişini sözkonusu etmemiştir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9602 AHMED D. AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklatın NEVEVİ ŞERHİ: Müslim (rahimehullah)'ın: "İbn Mesud'un gelişini ve İbn Ömer'in onunla bir araya gelişini sözkonusu etmedik" ifadesine gelince, bu el-Hariri'nin Durretu'l-Gawas adlı eserinde doğru bulmadığı ifadelerinden olup şöyle demiştir: "İçtemea fulanun mea fulan: Filan, filan ile birlikte bir araya geldi" denilmez. Ancak "içtemea fulanın ve fulan: Filan ve filan bir araya geldi" denilir demiştir. Ancak Cevheri ona muhalefet ederek es-Sıhah adlı eserinde (US ~ ••..••..• l.:-) ibaresinin, onunla birlikte bir araya geldi anlamında ku1lanılabileceğini söylemiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis edip dedi ki: Bize Ebu Usame tahdis etti. (H) Bize İbn Numeyr de tahdis edip dedi ki: Bize babam tahdis etti. (H) Bize Ebu Kureyb de tahdis edip dedi ki: Bize İbn İdris tahdis etti. Hepsi İsmail b. Ebu Halid'den (H) Bize Yahya b. Habib Harisı de -lafız onun olmak üzere- tahdis edip dedi ki: Bize Mu'temir, İsmail' den şöyle dediğini tahdis etti: Kays'ı, Ebu Mesud'dan şöyle dedi diye rivayet ederken dinledim: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Eliyle Yemen'e doğru işaret edip şöyle buyurdu: "Dikkat edin şüphesiz iman bu taraftadır. Muhakkak sertlik ve katı kalplilik de develerin kuyrukları dibinde bağrışıp çağıran {ekincillarda ve şeytanın boynuzlarının çıktığı Rabia ile Mudarlılardadır. " Diğer tahric: Buhari, 3126, 3307, 4126, 4997; Tuhfetu'l-Eşraf, 10005 AÇIKLAMALAR 53.sayfa’da}

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Rabi' ez-Zehrani tahdis etti, bize Hammad bildirdi. Bize Eyyub tahdis etti, bize Muhammed, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini tahdis etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Yemenliler geldi, onlar kalpleri en ince olanlardır. İman Yemenlidir, fıkıh Yemenlidir, hikmet Yemenlidir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti. Bize İbn Ebu Adiyy tahdis etti. (H) Bana Amr en-Nakid de tahdis etti. Bize İshak b. Yusuf el-Ezrak tahdis etti. Her ikisi (Amr ile İshak), İbn Avn'dan, o Muhammed'den, o Ebu Hureyre' den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu deyip, hadisi aynen zikretti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amru'n-Nâfcıd ile Hasen el-Hulvânî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dır— rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Salih, A'rac'dan naklen rivayet etti. Dedi ki: Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Size Yemenliler geldi. Onlar kalpleri pek zayıf, yürekleri pek yufkadır. Fıkıh Yemenlidir, hikmet Yemenlidir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e Ebu'z Zinâd'dan dinlediğim, onun da el-A'rac'dan, onun da Ebu Hureyre' den rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Küfrün başı doğu tarafındadır. Kendini beğenmek ve böbürlenmek ise bağırıp çağıran at ve deve sahipleri olan bedevilerde, ağır başlılık da koyun sahibi kimselerdedir. " Diğer tahric: Buhari 3125; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucr, İsmail b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbni Eyyub dedi ki: Bize İsmail rivayet etti. Dediki: Bana el-Alâ', babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İman Yemenlidir, küfür doğu tarafındadır. Vakar ise koyun sahiplerindedir. Böbürlenmek ve riyakarlık ise at ve deve sahibi bağırışıp çağıranıardadır. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Hammdtü'bnü Yahya rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dediki: Bana Yunus, İbni Şihâb'dan rivayet etti. Demişki: Bana Ebu Seleme b. Abdîrrâhmân haber verdi ki, Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Kendini beğenme ve büyüklenme bağırıp çağıran bedevilerde, ağırbaşlılık ise koyun sahiplerindedir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'!-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'I-Yemân haber verdi. (Dedi ki): Bize, Şuayb ez-Zühri'den bu isnad ile hadisi aynen rivayet etti ve ayrıca: "İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir" ziyadesini ekledi. Diğer tahric: Buhari, 3308; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdullah b. Abdirrahman rivayet etti: (Dediki): Bize Ebu'l-Yemân, Şuayb'dan, o da Zühri'den naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Saidü'bnü'l Müseyyeb rivayet etti ki, Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Yemenliler geldi. Onlar yufka yürekli, yumuşak kalplidirler. İman Yemenlidir, hikmet Yemenlidir. Ağır başlılık koyun sahiplerinde kendini beğenmek ve büyüklenmek ise bağrışıp çağrışan bedevilerde, güneşin doğduğu yerdedir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir İbni Ebî Şeybe ile Ebu Küreyb rivayet et­liler. Dediler ki: Bize Ebu Muâviye, A'meş'den, o da Ebu Salih'ten, o da Ebu Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Size Yemenliler geldi. Onlar yumuşak kalpli, yufka yüreklidir. İman Yemenlidir, hikmet Yemenlidir, küfrün başı da doğu tarafındadır. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said ve Zuheyr b. Harb da tahdis edip dediler ki: Bize Cerir A'meş'ten bu isnad ile hadisi buna yakın olarak tahdis etti ve: "Küfrün başı doğu tarafındadır" ibaresini zikretmedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Ebî Adiy rivayet eyledi. H. Bana Bişrü'bnü Hâlid' dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed yani İbni Ca'fer rivayet etti. Her ikisi de dediler ki: Bize Şu'be, A'meş'den bu isnadla Cerir hadisinin benzerini rivayet etti. Ve şunları ekledi: "Kendini beğenmek ve büyüklenmek deve sahiplerinde, ağırbaşlılık ve vakar ise koyun sahiplerindedir. " Diğer tahric: Buhari, 4127; Tuhfetu'l-Eşraf, 12396 AÇIKLAMALAR 53.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dediki): Bize Ab­dullah b. el-Hâris el-Mahzumî, İbni Cüreyc'den naklen haber verdi. Demişki: Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi. Kendisi Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kalp katılığı ve kabalık meşrikta, iman ise Hicaz ehli arasındadır. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2839 A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (179 - 191): Baptaki Rivayetlerin Lafızları ve Anlamı Bu bapta(ki ilk hadiste) "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eliyle Yemen' e doğru işaret etti. .. İman şu taraftadır ... buyurdu." Ondan sonraki rivayette: "Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." (182) bir diğer rivayette: "Size Yemenliler geldi. .. Hikmet Yemenlidir." Bir diğer rivayette (183): "Küfrün başı doğu tarafındadır ... Koyun sahiplerindedir." başka bir rivayette (184) de (2/30): "İman Yemenlidir ... At ve deve sahipleri arasındadır." Başka bir rivayette (188) (2/31): "Yemenliler size geldi. Küfrün başı doğu tarafındadır." Diğer rivayette (191) ise: "Kalp katılığı. .. İman da Hicazlılardadır" buyurmuştur. Görüldüğü gibi bu hadisin rivayetinde farklı yerlerde ihtilaf bulunmaktadır. Kadı Iyaz (rahimehullah) bu ihtilafları bir araya getirmiş, ondan sonra ise Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah) bunları muhtasar bir şekilde güzel bir süzgeçten geçirmiştir. Ben de onun söylediklerini aktaracağım. O şöyle diyor: İmanın Yemenlilere nispet edilerek sözkonusu edilmesini ilim adamları zahiri anlamından ayırarak açıklamışlardır çünkü imanın başlangıç yeri Mekke sonra Medine'dir. -Yüce Allah her ikisini de korusun- (Kur'an ve sünnetteki) garip lafızlara dair eser yazanların imamı Ebu Ubeyd sonra da ondan sonra gelenler bu hususta değişik görüşler nakletmişlerdir: 1- O bununla Mekke'yi kastetmiştir çünkü Mekke'nin Tihame'den, Tihame'nin de Yemen topraklarından olduğu söylenir. 2- Maksat Mekke ve Medine' dir çünkü hadiste rivayet edildiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözlerini Tebuk'ta iken söylemiştir. Mekke ve Medine ise o zaman kendisi ile Yemen arasında bulunuyordu. Allah Resulü Yemen tarafına işaret ettiğinde Mekke ile Medine'yi kastederek: İman Yemenlidir buyurmuş ve böylelikle iki şehri o zaman Yemen tarafında bulundukları için Yemen' e nispet etmiştir. Nitekim Mekke' de bulunan Rükn-i Yemanı'ye böyle denilmesi de Yemen cihetinde oluşundan dolayıdır. 3- İnsanların çoğunlukla benimsediği ve Ebu Ubeyd tarafından en güzelleri kabul edilen görüş, bundan kastın Ensar olduklarıdır çünkü onlar asılları itibariyle Yemenlidirler. Böylelikle kendileri imanın Ensar'ı (yardımcıları) olduklarından dolayı iman onlara nispet edilmiştir. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Şayet Ebu Ubeyd ve onun yolunu izleyenler hadisin rivayet yollarını Müslim'in ve diğerlerinin yaptığı gibi lafızlarıyla bir araya getirme yolunu izlemiş ve bu yollar üzerinde iyice düşünmüş olsalardı sözünü ettikleri yorumlardan başka açıklamalara ulaşacaklar ve hadisin zahir anlamını bırakmazlar, Yemen ve Yemenliler lafızları ile mutlak olarak kullanıldıkları vakit ne anlaşılıyorsa onun kastedildiği neticesine varırlardı. (2/32) Çünkü hadisin lafızlarından birisinde: "Size Yemenliler geldi" denilirken, Ensar da bu hitabın muhatapları arasında idi. O halde gelenler onlardan başkalarıdır. Aynı şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yemenliler geldi" buyruğunda da, geldiklerinden o zaman için söz edilenler Ensar'dan başkaları idi. Diğer taraftan Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları imanlarının kamil olmasını gerektiren ifadelerle nitelendirmiş ve buna bağlı olarak imanın Yemenli olduğunu ifade buyurmuştur. İşte bu da Mekke ve Medine' den değil de Yemen halkından yanına gelenlerin imamlarına bir işaret idi. Sözün zahirine göre alınıp, gerçek olarak Yemenliler hakkında kabul edilmesinin önünde de bir engel yoktur çünkü herhangi bir niteliğe sahip olup, o niteliğin onunla varlığı güç kazanıp, o kişiden bu niteliğin görülmesi pekişecek olursa kendisi de onunla başkalarından ayırt edildiğini ve bu vasıftaki halinin kemalini hissettirmek için o şeye nispet edilir. İşte Yemenlilerin de o zamanda imandaki halleri ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatında olsun, onun vefabnın hemen akabinde olsun oradan gelenlerin durumu hep bu idi. Uveys el-Karani ve Ebu Müslim el-Havlani -Allah ikisinden de razı olsun- ve kalbi teslim olup, imanı güçlü diğer benzerlerinde görüldüğü gibi. İşte bu sebepten dolayı iman onlara nispet edilerek imanlarının kemalini ifade etmek ve bununla birlikte başkalarında iman bulunmadığı anlamını vermemek suretiyle iman kendilerine nispet edilmiştir. O halde bu şekildeki lafız ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, "iman Hicaz/ı/ar arasındadır" buyruğu arasında bir aykırılık yoktur. Diğer taraftan bu ifadeden maksat o zaman için onlardan bulunanlardır. Yoksa bütün zamanlarda bütün Yemen halkı kastedilmiş değildir çünkü lafız böyle bir şeyi gerektirmemektedir. İşte bu hususta hak olan budur, bizi hakka ilettiği için Allah'a şükrederiz. Allah en iyi bilendir. (İbnu's-Salah) dedi ki: (Hadiste) sözkonusu edilen fıkıh ve hikmete gelince, fıkıh burada dinde anlayış sahibi olmaktan ibarettir ama daha sonraları fukaha ve fıkıh usulü alimleri fıkıhın özelolarak muayyen hükümlere istidlal yoluyla şer'i, ameli hükümleri idrak etmek olduğunu kabul etmişlerdir. Hikmete gelince, onunla ilgili birbiriyle çatışan değişik görüşler bulunmaktadır. Bu tanım sahiplerinin her biri yalnızca hikmetin bazı niteliklerini göz önünde bulundurmuştur. Bu tanımlar arasında bize göre en özlü tanım şudur: Hikmet şanı yüce ve mübarek Allah'ı bilip tanımayı kapsayan derin basireti, nefsin ahlaki bakımdan güzelleştirilmesini, hakkın hak bilinip, gereğince amel edilmesini, heva ve batıla uymaktan alıkonulmasını da beraberinde taşıyan hükümler ile nitelenen ilimden ibarettir. Hakım de bu vasıfta olan kişiye denilir. Ebu Bekr b. Bureyd dedi ki: Öğüt almanı sağlayan bir kötülükten seni alıkoyan, seni bir fazilete çağıran yahut çirkin bir işten seni alıkoyan her bir söz hikmettir, hikmetlerdir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz şiirin bir kısmı hikmettir" buyruğu da, bu anlamdadır. Bazı rivayetlerde ise (çoğul olarak) "hikmet/erdir" denilmiştir. Allah en iyi bilendir. (Şeyh) İbnu's-Salah dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Kalpleri en yumuşak, yürekleri en yufka" buyruğuna gelince, meşhur olan fuad (yürek) in kalbin kendisi olduğudur. (2/33) Buna göre Allah Raslilü kalbi iki ayrı lafızIa tekrarlamış olur. Böyle bir ifade ise aynı lafzın tekrarından daha uygundur. Fuad (yüreklin kalpten farklı olduğu, kalbin bizzat kendisi olduğu, kalbin içi olduğu, kalbin zarı olduğu da söylenmiştir. Kalplerinin yumuşak ve yufka olmakla, zayıf olmakla nitelendirilmesinin anlamına gelince, kalplerinde haşyet ve daveti hızlıca kabul etmeye hazır bir itaat vardır. O kalpleri başkalarının kalplerini nitelendirdiği sertlik, kabalık ve katılıktan uzak, öğüdün etkileri ile etkilenmeye hazır kalplerdir. ... lafzında Ebu Amr eş-Şeybani, dal harfinin şeddesiz olup, tekili olan "feddad"ın şeddeli dal ile olduğunu ileri sürmüştür. Çift sürmekte kullanılan inekler demektir. Bu açıklamayı ondan, Ebu Ubeyd nakletmiş ancak bu açıklamasını kabul etmemiştir. Buna göre maksat onların sahipleridir, muzaf hazfedilmiş durumdadır. Doğrusu bu kelimenin dal harfinin "feddad"ın çoğulu olarak şeddeli okunacağıdır. Hadis ehlinin el-Esmai'nin ve dilcilerin çoğunluğunun görüşü budur. Bu kelime yüksek ses demek olan "el-fedid"den gelmektedir. Bunlar ise develerini, atlarını, çiftlerini sürerken ve benzeri hallerde seslerini yükselten, bağrışıp çağrışan kimseler demektir. Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna dedi ki: Bunlar her birileri iki yüz ila bin arası deveye sahip olan çok sayıda deve sahibi kimseler demektir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "Şüphesiz katılık develerin kuyrukları dibinde bağrışıp çağrışan kimselerdedir" buyruğunun anlamı ise, bunları sürerken yüksek sesle bağırıp çağıran, gürültü çıkartan kimselerdir, demektir. Allah Raslilünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şey tan ın boynuzlarının çıktığı yerde Rabia ve Mudar'da" buyruğu da "Rabia ve Mudar" isimleri "bağrışıp çağıranıar" dan bedeldir. Şeytanın boynuzları ise başının iki yanıdır. İnsanları saptırmak için kışkırttığı iki grubu olduğu söylendiği gibi, kafirlerden taraftarları olan iki grubu diye de açıklanmıştır. Bundan kas ıt ise şeytanın tasallutunun ve küfrün özellikle doğu tarafında daha fazla olduğudur. Nitekim başka bir hadiste: "Küfrün başı doğu tarafındadır" buyurmuştur. Bu ise o hayatta iken bu sözü söylediği zaman ile ilgilidir. Bir de Deccal'in doğudan çıkacağı zaman da böyle olacaktır. Doğu ayrıca bu iki vakit arasında pek büyük fitneleri n menşei, çetin güç sahibi, azgın, kaba kuwet kullanan kafir Moğolların da harekete geçtikleri yerdir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Öğünmek ve büyüklenmek" buyruğuna gelince, öğünmek (el-fahr) iftihar etmek, tazim kastı ile anlı şan lı eski durumları sayıp dökmek demektir. Büyüklenmek (huyela) de kibir ve insanları küçük görmektir. 'At ve deve sahipleri bağırıp, çağrışan bedeviler arasındadır" buyruğuna gelince, vebar (tüy) her ne kadar atlarda değil sadece develerde ise de onların atlara, develere ve vebar (denilen deve tüyünden yapılmış bedevi çadırlarına) birlikte sahip olmakla nitelendirmiş olmasına da engel değildir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selIem)'in: "Vakar da koyun sahipleri arasındadır" buyruğuna gelince, vakar (sekinet) rahat, huzur ve sükun demektir. Bu ise bağrışıp çağrışanların nitelikleri ile ilgili söylediklerinden farklıdır. İşte bunlar Şeyh Ebu Amr (İbnu's-Salah rahimehullah)'ın açıklamalarıdır. Bu açıklamalar da yeterli olduğundan ötürü bunlara bir şeyler ekleyerek uzatmak istemiyoruz. Allah en iyi bilendir. Bu Baptaki Senetler (179) Müslim (rahimehullah) dedi (1134) ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti, İbn Mesud'dan ... " Bu senette geçen ravilerin hepsi Yahya b. Habib ile Mutemir dışında Kufelidirler. İkisi ise Basralıdırlar. İbn Ebu Şeybe'nin adının Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Ebu Şeybe olduğu, Ebu Usame'nin ise Hammad b. Usame'nin kendisi olduğu, İbn Numeyr'in, Muhammed b. Abdullah b. Numeyr olduğu, Ebu Kureyb'in, Muhammed b. el-Ala, İbn İdris'in Abdullah, Ebu Halid'in Hürmüz olduğu geçmiş bulunmaktadır. Adının Sa' d ve Kt;sir olduğu da söylenmiştir. Ebu Mesud'un adı ise Ukbe b. Amr el-Ensari el-Bedri (r.anhum)'dur. (186) Diğer isnatta ise "ed-Darimı" geçmektedir ki kitabın mukaddimesinde onun Darim adındaki kabilenin büyük atasına nispet edildiğine dair açıklama geçmişti. Yine o senette geçen Ebu Yeman'ın adı Hakem b. Nafi'dir. Ondan sonraki (188) hadisin senedinde geçen Ebu Muaviye'nin adı ise Muhammed b. Hilzim -noktalı hı ile-'dir. A'meş, Süleyman b. Mihran'dır. Ebu Salih, Zekvan'dır. İbn Cureye, Abdulmelik b. Abdulaziz b. Cureye'dir. Ebu'zZubeyr, Muhammed b. Müslim b. Tedrus'dur. BÜİ\in bunlar her ne kadar açıkça bilinen ve daha önce de geçen hususlar ise de bunları tekrar edip, hatırlatıp, açıklamak istemem bu babı inceleyen bir kimse eğer bazılarının biyografisini mutalaa etmek, durumunu öğrenmek ya da başka bir maksada ulaşmak için ismini öğrenmek isterse kısa ifadelerle onun yolunu ben de kısaltmak istedim. Allah doğruyu en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir İbni Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Muaviye ile Veki, A'meş'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size yapmanız halinde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi göstermeyeyim mi? Aranızda selamlaşmayı yaygınlaştırınız. " Diğer tahric: İbn Mace, 68; Tuhfetu'l-Eşraf, 12469 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti. Bize Cerir, A'meş'ten bu isnatla tahdis edip dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki iman etmeden cennete giremezsiniz" diyerek, hadisi (bir önceki) Ebu Muaviye ve Veki"in rivayet ettiği hadis ile aynen zikretti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12349 NEVEVİ ŞERHİ: Rastılullah (salIalIahu aleyhi ve sellem): "İman etmedikçe cennete giremezsiniz ... Selamı yaygınlaştırınız" buyurmaktadır. Diğer rivayette de: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki iman etmedikçe (2/35) cennete giremezsiniz" buyurmaktadır. Hadis bütün asıl nüshalarda ve rivayetlerde bu şekildedir. Yine "(...): iman etmiş olamazsınız" buyruğunda da sonundaki nun harfi düşmüş olarak yazılmıştır. Bu da bilinen sahih bir kullanımdır. Hadisin anlamına gelince, Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" buyruğu, imanınız kemale ermez ve birbirinizi sevmedikçe imandaki haliniz dosdoğru olmaz, anlamındadır. "İman etmedikçe cennete giremeyeceksiniz" buyruğu da, zahirinden anlaşılan mutlak manası iledir. Gerçekten de -imanı kamil olmasa dahi- mümin olarak ölen kimseler dışında cennete giren olmayacaktır. İşte hadisten zahir olan anlam budur. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Hadisin anlamı: Birbirinizi sevmeden imanınız kemale eremez ve eğer siz böyle olmazsanız cennetlikler oraya girecekleri vakit siz girmeyeceksiniz, demektir. Onun bu söylediği anlam ihtimal içerisindedir. Allah en iyi bilendir. "Aranızda selamlaşmayı yaygınlaştırınız" buyruğunda selamın yaygınlaştırılması ve tanıdık tanımadık herkese, cömertçe bütün Müslümanlara selam verilmesi büyük çapta teşvik edilmektedir. Az önceki hadiste geçtiği gibi. Selam, kaynaşmanın ilk sebebi, sevgiyi kazanmanın anahtarıdır. Selamın yaygınlaştırılması Müslümanların birbirleri ile kaynaşmasına bir imkandır. Ayrıca onları diğer din sahiplerinden ayırteden önemli şiarlarını açığa vurmalarıdı~. Bununla birlikte selamlaşmak ile nefis eğitilir, alçak gönüllülük ve Müslümanların çiğnenmesi yasak olan haklarının tazimi süreklilik kazanır. Buhari (rahimehullah) Sahihinde Ammar b. Yasir (r.a.)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Üç hasleti kendisinde toplayan imanı toplamış olur. Kendine adaletin uygulanmasına imkan tanımak, aleme cömertçe selam vermek ve az olandan infakta bulunmak. Buhari'den başkaları ise bu sözü, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait merfu bir hadis olarak rivayet etmişlerdir. Aleme cömertçe selam vermek ve tanıdığın tanımadığın herkese selam vermek ve selamın yaygınlaştırılması tabirleri hepsi aynı anlamdadır. Selamlaşmanın bir inceliği daha vardır ki o da ilişkileri koparmayı, dargınhğı, kini ve günahları tıraş edici özellikteki araların bozuluşunu ortadan kaldırmayı.ihtivc;ı etmesidir. Diğer taraftan kişi selamını Allah için verir, bu hususta hevasının peşinden gitmez, özelolarak kendi arkadaşlarına ve sevdiklerine selam vermekle kalmaz. Şanı yüce Allah doğruyu en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abbad el-Mekkl tahdis etti. Bize Süfyan tahdis edip dedi ki: Süheyl'e dedim ki: Amr, bize Ka'ka' dan tahdis etti. O senin babandan tahdis edip babandan benim rivayetimdeki senedimden bir adamı düşürmesini ümid ettim, dedi. Ancak Süheyl: Ben bu hadisi babamın kendisinden dinlemiş olduğu zattan dinledim, o babamın Şam'daki bir arkadaşı idi, dedi. Sonra Süfyan bize Süheyl'den tahdis etti. O Ata b. Yezid'den, 0, Temim ed-Dari (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Din nasihattir" buyurdu. Biz, kime dedik, O: "Allah'a, kitabına, Rasulüne, Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara" buyurdu. Diğer tahric: Ebu Davud, 4944; Nesai, 4208, 4209; Tuhfetu'l-Eşraf, 2053 A.DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Mehdi rivayet etti. (Dediki): Bize Süfyân, Süheyl b. Ebi Sâlih'den, o da Atâ' b. Yezid el-Leysî'den, o da Temim-i Dâri'den, o da Nebiy (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den nakletmiş olmak üzere bu hadisin misli­ni rivayet etti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ümeyyetü'bnü Bstân dahi rivayet etti. (Dediki): Bize Yezid yani İbni Zürey' rivayet etti. (Dediki): Bize Ravh —ki îbni Kaasim'dir — rivayet etti. (Dediki): Bize Süheyl, Atâ' b. Yezid'den rivayet ey­ledi. Onu Ebu Salih'e Temim-i Dâri'den, o da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den nakletmiş olmak üzere bu hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebu Üsâme, İsmail b. Ebi Hâlid'den o da Kays'dan, o da Cerir'den naklen rivayet ettiler. Cerir dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve her müslümana nasihat etmek şartı ile bey'at ettim. Diğer tahric: Buhari, 57, 1336,2049,2566; Tirmizi, 1925; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân, Ziyâd b. îlâka'dan rivayet etti.. Ziyad, Cerir b. Abdullah'ı: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e her Müslümana nasihat etmek şartı ile bey'at ettim" dediğini dinlemiştir. Diğer tahric: Buhari, 58, 2565; Nesai, 4167; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Süreye b. Yunus ile Ya'kub ed-Devrakî riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize Hüseyni, Seyyar'dan, o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivayet etti. Cerir dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dinleyip, itaat etmek şartı ile bey'at ettim, o bana "gücünün yettiği kadarında" ibaresini telkin etti. Ayrıca her müslümana da nasihat etmek şartı ile (bey'at ettim). Yakub (ed-Devraki) rivayetinde dedi ki: (Huşeym), bize Seyyar tahdis etti, dedi. Diğer tahric: Buhari, 6778; Nesai, 4200; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Harmele b. Yahya b. Abdullah b. İmran et-Tudbi tahdis etti, bize İbn Vehb bildirdi, bana Yunus, İbn Şihab'dan şöyle dediğini haber verdi. Ebu Seleme b. Abdurrahman ve Said b. el-Müseyyeb'i şöyle derken dinledim: Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Zina eden, zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan, hırsızlık ettiğinde mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen, onu içerken mümin olarak içmez. " İbn Şihab dedi ki: Bana Abdulmelik b. Ebi Bekr b. Abdurrahman'ın haber verdiğine göre Ebu Bekr kendilerine bunları Ebu Hureyre'den diye tahdis ediyor sonra da şöyle diyordu: Ebu Hureyre bunlarla birlikte şunları da ekliyordu: "İnsanların gözlerini kaldırıp, değer verdikleri kıymetli bir şeyi de yağmaladığı zaman, mümin olarak herhangi bir şeyi de yağmalamaz. " Diğer tahric: Ebu Selemee ve Said b. el-Müseyyeb hadisini: Buhari, 5578; Tuhfetu'l-Eşraf, 13329, 15320; Ebu Bekir'in hadisini: Buhari, 2475,6772; İbn Mace, 3936; Tuhfetu'lEşraf, 13209, 14862, 15218 AHMED D. İZAHI İÇİN buraya tıklatın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Leys b. Sa'd tahdis edip dedi ki: Bana babam dedemden tahdis etti dedi ki: Bana Ukayl b. Halid tahdis edip dedi ki: İbn Şihab dedi ki: Bana Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam'dan Ebu Hureyre' den şöyle dediğini haber verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Zina eden, zina etmez" buyurdu ve hadisi aynen nakletti. Yağmayı da zikretmekle birlikte "değerli şey" ibaresini zikretmedi. İbn Şihab dedi ki: Bana Said b. el-Müseyyeb ve Ebu Selemee b. Abdurrahman, Ebu Hureyre'den tahdis etti. O Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Ebu Bekr'in rivayet ettiği bu hadisi aynen -yağma dışında- rivayet etti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Mihran er-Razi de tahdis edip dedi ki: Bana İsa b. Yunus haber verdi. Bize el-Evzai, ez-Zührl'den tahdis etti. O İbnu'l-Müseyyeb, Ebu Selemee ve Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam'dan, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den, Ukayl'in ez-Zührl'den, onun Ebu Bekr b. Abdurrahman'dan, onun Ebu Hureyre'den diye rivayet ettiği hadisi aynen rivayet etti ve yağmayı sözkonusu etmekle birlikte "değerli" ibaresini söylemedi. Diğer tahric: İbnu'l-Müseyyeb ve Ebu Selemee'nin rivayet ettikleri hadisi Müslim yalnız başına rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13191, 15202. Ebu Bekr'in rivayet ettiği hadisin tahric bilgisi ise 200 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Hasan b. Ali el-Hulvani de tahdis etti. Bize Yakub b. İbrahim tahdis etti. Bize Abdulaziz b. el-Muttalib, Safvan b. Suleym'den tahdis etti. O Meymune'nin azatlısı Ata b. Yesar'dan ve Humeyd b. Abdurrahman'dan, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti. Bize Abdulaziz -yani ed-Deraverd'i- Ala b. Abdurrahman'dan tahdis etti. O babasından, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (H) Bize Muhammed b. Rafi' de tahdis etti, bize Abdurrezzak tahdis etti, bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'ten bildirdi. (l/77a) O Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (diye rivayet etti). Bunların hepsi de ez-Zühr'i'nin hadisinin aynısını nakletti. Ancak Ala ve Safvan b. Suleym'in hadisi rivayetlerinde "insanların gözlerini kaldırıp baktıkları bir şeyi o yağmalarken mümin olarak" ibaresi yer almakla birlikte "sizden herhangi bir kimse ganimetten bir şey çalınca mümin olarak çalmaz. Bundan sakınabildikçe sakının" ibarelerini de ekledi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti. Bize İbn Adiyy, Şube' den tahdis etti. O Süleyman' dan, o Zekvan'dan, o Ebu Hureyre' den rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Zina eden kimse, zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan bir kimse, bir şey çaldığı zaman mümin olarak çalmaz. İçki içtiği zaman, mümin olarak onu içmez. (1/77b) Bununla beraber tövbe etmek imkanı da vardır. " Diğer tahric: Buhari, 6425; Nesai, 4886; Tuhfetu'l-Eşraf, 12395 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Süfyan, A'meş'den bildirdi. O Zekvan'dan, o Ebu Hureyre'den hadisi merfu olarak rivayet etti ve: "Zina eden zina etmez" diyerek sonra da hadisi Şube'nin hadisi rivayet ettiği şekilde aynen zikretti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12383 NEVEVİ ŞERHİ (200-206): Bu bapta (200) "Zina eden zina ettiği zaman mümin olarak zina etmez ... " hadisi yer almaktadır. (204) öbür rivayette ise: "Sizden herhangi bir kimse ganimetten çalarken mümin olarak çalmaz." (205) diğer rivayette: "Tevbe etmek imkanı da vardır" buyurulmaktadır. Mümin Olarak Haram İşleyenin Durumu Bu hadis, ilim adamlarının anlamı hususunda ihtilaf ettikleri hadislerdendir. Muhakkiklerin söyledikleri sahih görüşe göre anlamı da şudur: Mümin bu gibi masiyetIeri imanı kamil olduğu halde işlemez. Bu hadis bir şeyin nefy edilmesi (yokluğu) maksadıyla kullanılmakla birlikte, onun kemalinin ve seçkin halinin nefyedilmesinin kastedildiği lafızlardandır. Nitekim faydalı olandan başka ilim yoktur, devenin dışında mal yoktur. Ahiret hayatı dışında yaşamak yoktur demek de bunun gibidir. Bizim sözünü ettiğimiz şekilde bu hadisi tevil edişimizin sebebi Ebu Zerr'in ve başkalarının rivayet ettikleri: "La ilahe illal/ah diyen cennete girer. Zina etse de, hırsızlık yapsa da" hadisi ile Ubade b. es-Samit (radıyaııahu anh)'ın sahih ve meşhur olan şu hadisidir: Ashab O'na (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hırsızlık yapmamak, zina etmemek, emirlere karşı gelmemek (isyan etmemek) ... üzere bey' at ettiler. Allah Rasulü daha sonra kendilerine şöyle buyurdu: 'f\ranızdan bu bey'atine eksiksiz riayet edenin mükdfatını vermek Allah'a aittir. Ama kim bu yasaklardan herhangi birisini işleyip de dünyada cezalandırılacak olursa, o, o günahına kefaret olur. Kim bunlardan birisini yapmakla birlikte cezalandırılmayacak olursa, onun işi de yüce Allah'a kalır. Dilerse onu affeder, dilerse onu cezalandırır." İşte bu iki hadis ve sahihteki diğer benzerleri ile birlikte aziz ve celil Allah'ın da: "Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez, ondan başkasını da dilediğine bağışlar." (Nisa, 48) buyruğu ile birlikte bunların yanında hak ehlinin zina edenin de, hırsızlık yapanın, katilin ve şirkin dışında diğer büyük günah sahiplerinin bu sebeple kafir olmayacakları üzere iemaları da vardır. Aksine bunlar imanı eksik müminlerdir. Tövbe ederlerse (uhrevi) cezaları düşer. Şayet büyük günahları üzerinde ısrar ederek ölürlerse Allah'ın meşieti a1tındadırlar. Yüce Allah dilerse onları affedip, doğrudan onları cennete koyar, dilerse onları azaplandırdıktan sonra cennete koyar. İşte bütün bu deliller bizim bu hadisi ve benzerlerini tevil etmeye bizi mecbur etmektedir. Diğer taraftan bu tevil dilde gayet açık, uygun ve çokça kullanılan bir usuldür. Zahiren birbirleriyle çelişen iki hadis gelmiş ise bu iki hadisin bir arada telif edilmeleri gerekmektedir. İşte burada böyle iki hadis gelmiş bulunuyor. O halde bunların telifi kap eder, biz de bunları telif etmiş bulunuyoruz. Bazı ilim adamları bu hadisi şeriatta haram kılındığının delilinin varid olduğunu bilmekle birlikte onu helal kabul ederek bu işi yapan kimseler hakkında yorumlamışlardır. Hasan ve Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi dedi ki: Hadisin anlamı Allah'ın dostlarına ad olarak verilen ve övmek maksadıyla kullanılan mümin isminin ondan alınacağı ve bunun yerine yerilme anlamındaki bir ismi hak edeceği şeklindedir. (Mü'min yerine) hırsız, zani, günahkar ve fas ık denilir. İbn Abbas (radıyaııahu anh)' dan nakledildiğine göre kendisinden imanın nuru çekilip alınır. Bu hususta merfu bir hadis de bulunmaktadır. Mühelleb dedi ki: Yüce Allah'a itaat yolundaki basireti ondan alınır. ezZührı ise bu hadise ve benzerlerine iman edileceğine ve geldikleri gibi kabul edileceklerine anlamları hususunda dalınmaması gerektiğine ve bizim bunların anlamlarını bilemeyeceğimize kanaat getirmiş ve: Bu hadisleri sizden öncekiler nasıl geldikleri gibi kabul etmişlerse siz de öylece kabul ediniz, demiştir. Hadisin anlamı ile ilgili olarak sözünü ettiğim ve pek güçlü olmayan daha başka açıklamalar da yapılmıştır. Hatta bunların bir kısmı yanlıştır. Bu sebeple onları ele almadım. Hadisin tevili ile ilgili sözünü ettiğim bütün bu görüşler ihtimal dahilindedir ama hadisin anlamı ile ilgili olarak doğru olan ilk olarak aktardığımız açıklamadır. Allah en iyi bilendir. (200) Vehb'in: Bana Yunus, İbn Şihab' dan haber verdi. .. "Mümin olarak zina etmez" hadisi ile (daha sonra gelen) "İbn Şihab dedi ki: Bana Abdulmelik b. Ebu Bekr b. Abdurrahman'ın haber verdiğine göre ... " Bu sözlerinden açıkça anlaşılan "yağma yapmaz ... " sözleri peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözlerinden değildir. (2/42) Bu Ebu Hureyre (r.a.)'a mevkuf, ona ait bir sözüdür. Fakat bir başka rivayette ise bunun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözünden olduğuna dair delil de gelmiş bulunmaktadır. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) bu hususta güzel açıklamaları bir araya getirerek şöyle demiştir: Ebu Nuaym, el-Muharrac ala Kitabi Müslim (rahimehullah) adlı eserinde Hemmam b. Münebbih yoluyla bu hadisi tahriç etmiştir. Onda: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki sizden biriniz bir yağma yapacak olursa ... " ifadesi yer almaktadır ki, bu da bu ibarenin açık bir şekilde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e ref edildiğini ortaya koymaktadır. İşaret edeceğimiz Buhari'nin rivayeti Ebu Nuaym'ın bu rivayetini gereksiz kılmamaktadır. Buhari bu hadisi Leys yoluyla Müslim'in kendisinden zikretmiş olduğu bu isnad ile rivayet etmiş olup, bu rivayette "yağma" "Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu" sözünden sonra araya "Ebu Hureyre onlarla birlikte bunu da katardı" ifadesini sokuşturmadan, doğrudan ona atfederek zikretmiş bulunmaktadır. Esasen Müslim (rahimehullah)'ın: "Sonra hadisi yağmayı sözkonusu ederek zikretti ama "değerli" ibaresini zikretmedi" sözünden kastı da budur. Yağma ile ilgili ifadelerin Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözü olduğuna delil getirirken bu kadarıyla yetinmemiştir. Çünkü bu rivayet hadisin ravilerinden birisinin sözü olarak müdrec olarak da sayılabilir. Bunun için de araya "Ebu Hureyre bunlarla birlikte ... de katardı" ifadesini koyarak rivayeti nakledenlerin sözlerini de delil gösterebilir. Ancak Ebu Nuaym'in rivayeti hakkında böyle bir ihtimal sözkonusu olmamaktadır. İşte bununla Ebu Bekr b. Abdurrahman'ın: "Ebu Hureyre onlarla birlikte ... de katardı" sözlerinin anlamının kendiliğinden değil de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den rivayetle sürdürdüğü anlamındadır. Ebu Bekr'in bunu özellikle bu şekilde sözkonusu etmesi ise kendisinden başkalarının bunu rivayet ettiğine dair ona bilgi ulaşmasından dolayıdır. Bunun delili de Müslim (rahimehullah)'ın bu hadisi Yunus ve Ukayl'in İbn Şihab'dan, o Ebu Selemee'den diye (200 ve 201) rivayeti ile İbnu'l-Müseyyeb'in, Ebu Hureyre'den yağmayı sözkonusu etmeksizin rivayeti delil olmaktadır. Ayrıca Ukayl'in rivayetinde İbn Şihab'ın yağmayı Ebu Bekr b. Abdurrahman'ın kendisinden rivayetle zikrettiği gibi Yunus'un, Abdulmelik b. Ebu Bekr'den, onun Ebu Hureyre'den rivayetinde de bunu zikretmektedir. Böylelikle o bunu kendi oğlundan, o Ebu Hureyre' den işitmiş sonra da ondan bizzat işitmiş gibidir. Müslim (rahimehullah)'ın: "Ve hadisi nakletti. Yağmayı sözkonusu etmekle birlikte zikretti." Bu şekilde "zikretti" fiili zamir kullanmaksızın kaydedilmiştir. (2/43) Bu durumda ya onu kastetmekle birlikte hazfetmiştir denilir yahut "zikretmek" fiili meçhul (edilgen) bir fiil olarak halolmak üzere okunur. Yani hadisi yağmayı zikretmekle birlikte sözkonusu ederek anlattı, demek olur. Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir. "Zatu Şeref: Değerli" ibaresi bilinen rivayetteki şekliyle ve elden ele dolaşan meşhur asıllarda böyledir. Kadı Iyaz (rahimehullah) da Müslim'in bütün ravilerinden bunu böylece nakletmiştir. Pek değerli, değeri büyük anlamındadır. İnsanların başlarını kaldırarak (önemsedikleri için) kendisine bakıp göz diktikleri mal anlamında olduğu da söylenmiştir. Kadı Iyaz ve başkaları -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Bunu İbrahim el-Harbi (şeref kelimesinde şın yerine) sin ile rivayet etmiştir. Şeyh Ebu Amr dedi ki: (2/44) Bazıları Müslim'in kitabında bunu böylece kaydetmiştir. Bu da pek değerli, değeri büyük demektir. Allah en iyi bilendir. Tövbe Zamanı ve Şartları "Bundan sonra tövbe imkanı da vardır" buyruğunun anlamı açıktır. İlim adamları (r.a.um) icma ile hadis-i şerifte geldiği gibi gargara hali (ruhun alınması esnasındaki hırıltı)ne gelinmedikçe tövbenin kabul edileceğini ifade etmişlerdir. Tövbenin üç temel şartı vardır. Masiyetten vazgeçmek, onu yaptığına pişman olmak ve bir daha ona dönmemeyi kesin olarak kararlaştırmak. Bir günahtan tövbe ettikten sonra tekrar o günaha dönecek olursa tövbesi geçersiz olmaz. Bir başka günah işlemekle birlikte bir günahtan tövbe edecek olursa o tövbesi de sahih olur. Hak ehlinin kanaati budur. Her iki meselede de Mutezile bu hususta farklı kanaattedir. Allah en iyi bilendir. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Bazı ilim adamları bu hadiste sözü edilen masiyetIerle bütün masiyet türlerine dikkat çekilip, onlardan sakındırdığına işaret etmişlerdir. Zina ile bütün şehevi isteklere dikkat çekmiş, hırsızlık ile dünyaya rağbet ve harama tutkuya, içki ile yüce Allah'ın yolundan alıkoyan ve onun haklarından gafil olmayı gerektiren her bir şeye, belirtilen şekilde yağma yapma ile yüce Allah'ın kullarını hafife alıp, onlara gereken değerin verilmesinin terk edilmesine, onlardan utamlmamasına, dünyalık her bir şeyin doğru olmayan yoldan elde edilmesine uzak kalınması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Allah en iyi bilendir. İsnad ile ilgili olarak söyleneceklere gelince, senette Harmele et-Tucibi, Ukayl, lbn Şihab'dan ve ed-Deraverdi de geçmektedir. ed-Deraverdi ile ilgili açıklamalar da "la ilahe illaIlah deyinceye kadar insanlarla savaşmanın emrediidiği" ile ilgili babda geçmiş bulunmaktadır. Doğruyu en iyi bilen şam yüce Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Abdullah b. Numeyr tahdis etti. (H) Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize A'meş tahdis etti. (H) Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti, bize Vekl' tahdis etti, bize Süfyan, A'meş'ten tahdis etti. O Abdullah b. Murre'den, o Mesruk'dan, o Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Dört haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa katıksız bir münafık olur. Kendisinde bu hasletlerden birisi bulunan kişide de, -onu terk edinceye kadar- münafıklıktan bir haslet bulunur: Konuşursa yalan söyler, ahitleşirse (antlaşırsa) antlaşmasını bozar, söz verirse sözünde durmaz, kavga ederse haktan uzaklaşır." Ancak Süfyan'ın hadisinde: "Eğer onda bu hasletlerden bir tanesi bulunursa, o kimsede münafıklıktan bir haslet bulunur" demiştir. Diğer tahric: Buhari, 34, 2327, 3007; Ebu Davud, 4688; Tirmizi, 2632; Tuhfetu'l-Eşraf, 8931 A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 59.sayfada 211 nolu hadis ardında

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybü'bnü Saîd rivayet etti­ler; lafız Yahya'nındır. Dediler ki: Bize İsmail b. Ca'fer rivayet etti. Dedi ki: Bana Ebu Süheyl, Nafi b. Malik b. Ebî Amir'den o da babasından, o da Ebu Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Münafığın alametleri üçtür: Konuşursa yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona emanet verilirse (emanete) hainlik eder. " Diğer tahric: Buhari, 33, 2536, 2598, 5744; Tirmizi, 2631; Nesai, 5036; Tuhfetu'l-Eşraf, 14341 A.DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. İshak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Meryem [Said b. el-Hakem b. Muhammed.] haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. Dedi ki: Bana el-Huraka'nın azatlısı el-Ala b. Abdurrahman b. Yakub babasından haber verdi. O Ebu Hureyre' den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şu üç husus münafığın alametlerindendir: Konuşursa yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona emanet bırakılırsa (ona) hainlik eder. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14091 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ukbe b. Mukrem el-Ammi tahdis etti. Bize Yahya b. Muhammed b. Kays Ebu Zukeyr tahdis edip dedi ki: Ala b. Abdurrahman'ı bu isnad ile tahdis ederken dinledim ve o şöyle dedi: "Münafığın alameti üçtür. İsterse oruç tutsun, namaz kılsın, Müslüman olduğunu iddia etsin. " Diğer tahric: Tirmizi, 2631; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Nasr et-Temmar ile Abdül'A'la b. Hammad rivayet etti. Dediler ki: Bize Hammad b. Seleme, Davud b. Ebî Hindden, o da Said b. el-Müseyyeb'den, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti Ebu Hureyre: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu (deyip) Yahya b. Muhammed'in Ala'dan diye naklettiği hadisin aynısını rivayet etti ve bu hadiste "İsterse oruç tutsun, namaz kılsın ve Müslüman olduğunu iddia etsin" ibaresini de zikretti. Yalnız Müs\im rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13092 NEVEVİ ŞERHİ (207,208,209,210 ve 211 numaralı hadisler) : "Dört haslet vardır ki. .. Kavga ederse haktan uzaklaşır. " Bir rivayette de; "Münafığın aıameti üçtür ... Hainlik eder. " Bu hadis ilim adamlarından bir topluluğun müşkil (açıklaması zor) saydığı hadislerdendir. Çünkü sözü geçen bu hasletler tasdikinde hiçbir şüphe bulunmayan, tasdik eden (mümin) müslümanda da bulunan hasletlerdir. İlim adamlarının icma ettikleri üzere kalbi ve diliyle tasdik edip, bu hasletleri işleyen bir kimse aleyhine kafir olduğu hükmü verilmez, o aynı zamanda cehennemde ebediyen kalacak bir münafık da değildir. Çünkü Yusuf'un (aleyhisselam) kardeşlerinde bütün bu hasletler toplanmıştı. (2/46) Aynı şekilde bunların bir kısmı ya da tamamı seleften ve alimlerden bazı kimselerde de bulunmuştur. Diğer taraftan -yüce Allah'a hamdolsun ki- bu hadisin anlaşılmayacak (müşkil) bir tarafı da yoktur ama ilim adamları anlamı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Muhakkiklerin ve çoğunluğun yaptığı açıklama, aynı zamanda sahih ve tercih edilen kanaattir, buna göre hadisin anlamı şudur: Bu hasletler münafıklığın hasletleridir. Bunlara sahip olan bir kimse bu hasletler bakımından münafıklara benzer, onların ahlakı ile ahlaklanmış olur çünkü münafıklık, içinde gizlediğinin aksini açığa vurmaktır. Bu anlam ise bu hasletlere sahip olan kişide bulunur. Buna göre onun münafıklığı kendisi ile konuşan, kendisine söz verdiği, kendisine emanet bırakan, kendisi ile tartışan ve ahitleşen insanlar hakkında sözkonusu olur yoksa o İslam' da Müslüman olduğunu açığa vururken içinde küfrü gizleyen bir münafık değildir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de bununla böyle bir kimsenin cehennemin en alt basamağında ebedi kalacak kafirlerin münafıklığı türünden bir münafık olduğunu da kastetmiş değildir. Resulullah (saIIallahu aleyhi ve seIIem)'in: "Katıksız bir münafık o/ur" buyruğu da bu hasletler sebebiyle münafıklara ileri derecede benzer demektir. Kimi ilim adamı şöyle demektedir: Bu hüküm bu hasletlerin kendisinde yoğun ve baskın bir şekilde bulunduğu kişi hakkındadır. Bu hasletler kendisinde nadiren görülen kimse ise bunun kapsamına girmez. İşte hadisin anlamı ile ilgili olarak tercih edilen kanaat budur. İmam Ebu İsa et-Tirmizi (radıyaIIahu anh) bu anlamdaki açıklamaları mutlak olarak ilim adr.mlarından nakletmiş ve şunları söylemiştir: Bunun ilim ehline göre anlamı amel münafıklığıdır. İlim adamlarından bir topluluk da bundan maksat Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanındaki münafıklardır. Onlar iman etmiş olduklarını söylediler ama bunu yalan söylüyorlardı. Dinleri hususunda kendilerine güveniidi ama hainlik ettiler. Din hususunda ve ona destek vermekte söz verdiler, sözlerinde durmadılar, tartıştılar, tartışmalarında hakkın dışına çıktılar diye açıklamışlardır. Bu Said b. Cubeyr ve Ata b. Ebu Rebah'ın görüşüdür. Hasan-ı Basri de önceleri farklı bir kanaatte iken bu görüşü daha sonra benimsemiştir. Aynı zamanda bu açıklama İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a.uma)'dan da rivayet edilmiştir. Her ikisi de bunu aynı zamanda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den de rivayet etmişlerdir. Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: İmamlarımlZdan pek çoğu da buna eğilim göstermiştir. Hattabi (rahimehullah) başka bir görüş nakletmektedir. Buna göre hadisin anlamı müslümanın kişiyi gerçek anlamda münafıklığa götürebileceğinden korkulan (2/47) bu hasletleri alışkanlık haline getirmemesi için müslümana bir sakındırmadır. Yine Hattabi (rahimehullah) kimi ilim adamından naklettiğine göre hadis münafık olan muayyen bir adam hakkında varid olmuştur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise açıkça yüzlerine filan kişi münafıktır demiyordu, sadece işarette bulunuyordu. "Bir takım kimselere ne oluyor ki böyle yapıyorlar?" gibi sözlerle değiniyordu. Allah en iyi bilendir. Birinci rivayette Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Dört haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o münafık olur" buyruğu ile diğer rivayette: "Münafığın alameti üçtür" buyruğu arasında bir aykırılık yoktur. Çünkü aynı şeyin birtakım alametleri bulunabilir ve bu alametlerin her biri ile o şeyin niteliği de ortaya çıkabilir. Sonra o alamet tek bir şeyolabildiği gibi, pek çok şey de olabilir. Allah en iyi bilendir. "Ahitleşirse (antlaşırsa) ahdinde durmazlahdini bozar" buyruğu "ona bir emanet bırakılırsa hainlik eder" buyruğunun kapsamı içerisindedir. "Kavga ederse haktan uzaklaşır." Haktan sapar, batı! ve yalan söyler. Dilciler der ki: Hucr (haktan uzaklaşmak), asıl anlamı itibariyle maksattan uzaklaşmak demektir. "Münafığın alametleri (ayeti)", alameti ve delaleti demektir. Hadislerin Senetlerine Dair Bu hadisin senetlerine gelince, raviler arasında el-Huraka'nın azatlısı Ala b. Abdurrahman vardır. el-Huraka, Cuheyne'nin bir koludur. Ukbe b. Mukrem el-Ammi'nin isminde "Mukrem" mim ötreli, kef sakin, re fethalıdır. "elAmmi" nispeti ise Temimlilerden bir kololan Benu'l-amm (amca çocukları) na nispettir. Yine senette Yahya b. Muhammed b. Kays Ebu Zukeyr vardır. Hafız Ebu'l-Fadl el-Feleki: Ebu Zukeyr bir lakaptır, künyesi Ebu Muhammed'dir demiştir. Ebu Nasr et-Temmar'ın adıysa Abdulmelik b. Abdulaziz b. Haris olup, zahid bir zat olan Bişr b. Haris el-Hafi'nin kardeşinin oğludur. -Allah ikisinden de razı olsun- Muhammed b. Sa' d dedi ki: O aslında Nesa ahalisinden Horasanlı birisidir. Bağdat'a yerleşmiş, orada temr (kuru hurma) ticareti yapmıştır. (Bu sebeple ona hurmacı anlamında: et-Temmar denilmiştir.) Faziletli, hayırlı ve vera sahibi birisi idi. (2/48) Doğruyu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Muhammed b. Bişr ile Abdullah b. Numeyr rivayet attiler. Dediler ki: Bize Ubeydullah b. Ömer, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bir adam kardeşini tekfir edecek olursa ikisinden birisi onunla döner" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 8004, 8095 NEVEVİ ŞERHİ 61.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya et-Teymi, Yahya b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve Ali b. Huceyr hepsi İsmail b. Cafer'den şöyle dediğini tahdis etti: Yahya b. Yahya dedi ki: Bize İsmail b. Cafer, Abdullah b. Dinar'dan haber verdiğine göre o İbn Ömer'i şöyle derken dinlemiştir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Herhangi bir kimse kardeşine kafir diyecek olursa o ikisinden birisi onunla döner. Eğer dediği gibi ise (mesele yok) öyle değilse o söz onun üzerine döner. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 7135 A.DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 61.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdüssamed b. Abdîl vâris rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin el-Muallim, îbni Eüreyde'den, o da Yahya b. Ya'mer'den, o da Ebu'l-Esved'den, o da Ebu Zerr'den, tahdis etti. Buna göre o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Kendi babasını bildiği halde babasından başka birisinden olduğunu iddia eden bir kimse, mutlaka kafir olur. Kendisinin olmayan bir şeyi (kendisinindir diye) iddia eden bizden değildir. Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın. Bir adamı -böyle olmadığı halde- kafir diye -yahut: Al/ah'ın düşmanı diye, dedi- çağıranın, o sözü mutlaka onun üzerine döner. " Diğer tahric: Buhari, 3317,5698; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Hârun b. Said el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet eyledi. Dedi ki: Bana Amr, Ca'fer b. Rabia'dan, o da Irak b. Mâlik'den naklen haher verdi ki, Irak Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiştir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz. Babasından yüz çeviren bir kimsenin bu yaptığı bir küfürdür. " Diğer tahric: Buhari, 6386; Tuhfetu'l-Eşraf, 14154 NEVEVİ ŞERHİ 63.sayfada 217 nolu hadiste

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amr en-Nakid tahdis etti, bize Huşeym b. Beşir tahdis etti. Bize (1/80a) Halid, Ebu Osman'dan şöyle dediğini bildirdi: Ziyad'a (uydurma) bir neseb iddia edilince Ebu Bekre ile karşılaştım. Kendisine dedim ki: Bu yaptığınız ne oluyor? Şüphesiz ben Sa'd b. Ebi Vakkas'ı şöyle derken dinledim: İki kulağım(la) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Her kim İslam'da babasından başkasından olduğunu iddia eder ve onun babası olmadığını bilerek bunu yaparsa, cennet ona haramdır. " Bunun üzerine Ebu Bekre: Bunu ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinledim, dedi. Diğer tahric: Buhari, 4326, 6766; Ebu Davud, 5113; İbn Mace, 2610; Tuhfetu'l-Eşraf, 216 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Yahya b. Zekeriyyâ b. Ebî Zaide ile Ebu Muâviye, Asım'dan, o da Ebu Osman'dan, o da Sa'd ile Ebu Bekre'den naklen her ikisinin de dediki: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Kim babasından başkasından olduğunu iddia edip de o iddia ettiği şahsın, babası olmadığını biliyorsa cennet ona haramdır" buyururken kulaklarım onu dinledi, kalbim onu belledi. NEVEVİ ŞERHİ (215, 216, 217) (215) Allah Resulünün: "Babalarınızdan yüz çevirmeyin ... " (2/51) Diğer rivayette "her kim İslam'da ... cennet ona haramdır" buyurmaktadır. Birinci rivayetin (214) ise şerhi bundan önceki başlıkta yapılmış bulunmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Cennet ona haram olur" buyruğu hakkında da benzeri buyruklar ile ilgili daha önce sözkonusu ettiğimiz iki türlü yorum yapılmıştır. Bunlardan birisi bu böyle bir işi helal kabul ederek yapan kimse hakkında yorumlanır, ikincisi de böyle bir kişinin amelinin karşılığı ilk olarak cennete girip, umduklarını elde eden ve (cehennemden yana) esenliğe kavuşan kimseler arasında olmak anlamıyla ona haramdır. Bu sebeple böyle bir kimse bu ilk girenler ile birlikte girmesi engellenip, bundan sonra oraya girmesi sureti ile cezalandırılması da mümkündür, hiçbir şekilde cezalandırılmayıp, şanı yüce Allah'ın onu affetmesi de mümkündür. "Haram kılma"nın anlamı yasak etmek ve engellenmek demektir. "Babasından yüz çevirmek" yani nesebinin ondan olduğunu söylemeyi terk edip, babası olduğunu inkar etmek, demektir çünkü bir şeyi terk edip, ondan hoşlanmamak anlamı kastedilince "rağbet etmek" anlamındaki mı "an" harfi cerri ile kullanılır. Eğer bir şeyi tercih edip, isteyecek olursa aynı fiil "fi" harfi cerri ile kullanılır. Ebu Osman'ın "Ziyad'a nesep uydurulduktan sonra Ebu Bekre ile karşılaştım ... Bunu ben de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinledim" rivayetine gelince, Ebu Osman'ın bu sözlerinin anlamı Ebu Bekre'nin yaptığını reddetmek, tepki göstermek anlamındadır çünkü burada sözü edilen Ziyad, Ziyad b. Ebu Süfyan olarak bilinen kişidir. Hakkında (babasının oğlu Ziyad anlamında) Ziyad b. Ebuh denildiği gibi (annesinin oğlu Ziyad anlamında) Ziyad b. Ummihde denilir. Ebu Bekre'nin anne bir kardeşidir. Ziyad b. Ubeyd es-Sekafı diye de bilinirdi, sonra Muaviye b. Ebu Süfyan kardeşi olduğunu ileri sürüp, onu babası Ebu Süfyan'ın nesebine kattı. Böylelikle de önceleri Ali b. Ebu Talib (r.a.)'ın arkadaşlarından iken, onun arkadaşları arasına girmiş oldu. Bundan dolayı Ebu Osman, Ebu Bekre'ye: Bu yaptığınız da ne oluyor, diye çıkışmıştır. Ebu Bekre (r.a.) ise böyle bir şeyi kabul etmeyen ve bundan dolayı Ziyad'a darılıp, ebediyen onunla konuşmayacağına dair yemin etmiş birisi idi. Muhtemelen Ebu Osman ona bu sözleri söylediğinde Ebu Bekre'nin bu tepkisi kendisine ulaşmamıştı yahut bu yaptığınız da ne oluyor sözü ile senin kardeşinin bu yaptıkları ne çirkin, cezası ne büyük bir iştir çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle bir iş yapana cenneti haram etmiştir maksadıyla da söylemiş olabilir. (2/52) Ebu Osman'ın sözü olarak c.?;I): iddia edildi, ileri sürüldü lafzını dal harfi ötreli, ayn harfi kesreli olarak -meçhul (edilgen) bir mı olarak harekeledik. Muaviye onun nesebini iddia edince demektir. Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin hattı ile ise bu laflZ dal harfi ve ayn harfi fethalı olarak bu işi yapanın öznesi Ziyad olmak üzere harekelemiştir. Bunun da şöyle bir açıklaması vardır: Muaviye bu iddiada bulununca Ziyad da onu tasdik etti. Böylelikle Ziyad da Ebu Süfyan'ın oğlu olduğunu iddia etmiş oldu. Allah en iyi bilendir. Sad b. Ebu Vakkas (r.a.)'ın: "(,:?l.;~i ~): Kulaklarım işitti" ibaresini biz bu şekilde (fiilin sonunda özneye delalet eden te harfi olmaksızın) ve kulaklarım anlamındaki laflZ da tesniyeli olmak üzere zapt ettik (harekeledik). Şeyh Ebu Amr b. es-Salah da bunu bu şekilde tesniye olarak Ebu'lFeth es-Semerkandi'nin, Abdulgafir'den diye naklettiği rivayetinde nakletmiş bulunmaktadır. O dedi ki: Bu laflZ itimat olunan Ebu'l-Kasım el-Asakiri'nin ve başkalarının asıl nüshalarında ise tesniye elifi olmaksızın "kulağım" şeklindedir. Kadı lyaz'ın nakletliğine göre ise bazıları buradaki "sem'" fiilini mastar (mef'ul-i mutlak) olmak üzere ayn harfi fethalı olarak harekelemiştir. "Kulağım" anlamındaki lafzı da tekil olarak zikretmişlerdir. Biz de bunu el-Ceyani yolu ile mim harfi sakin olmakla birlikte, ayn harfi ötreli olarak zapt ettik, uygun olanı da budur. Sibeveyh de: Araplar kulağı m Zeyd' i şunu söylerken dinlemiştir (dinlemek anlamındaki lafız ayn harfi ötreli olarak sem'u şeklinde) derler, demiştir. Kadı HaflZ Ebu Ali b. Sukkere'nin ise bu kelimeyi bizim ilk olarak zikrettiğimiz üzere mim harfi kesreli (mazi bir fiil şeklinde: dinledi, anlamında) diye harekelediği nakledilmiş ise de Kadı bunu kabul etmemiştir fakat onun bu kabul etmeyişinin bir kıymeti yoktur. Aksine sözü geçen bütün bu şekiller sahihtir ve açıkça anlaşılan nakillerdir. Mim harfinin kesreli olarak (mazi bir mı şeklinde) okunuşunu destekleyen husus ise diğer rivayette geçen: "Bunu kulaklarım duydu, kalbim belledi" ifadesidir. Allah en iyi bilendir. (217) Diğer rivayetteki: (....): "Kulaklarım Muhammed'i dinledi, kalbim belledi" ibaresinde "Muhammed" lafzının nasb ile gelmesi fiillerin sonundaki he zamirinden bedelolduğundan ötürüdür. Yani onu belledi, onu dinledi demek olur. Allah en iyi bilendir. Senet ile ilgili olarak şunları söyleyelim: Senette Harun el-Eyli ve İrak vardır. İrak' ın ayn harfi kesreli, son harfi de kef' dır. Senetteki Ebu Osman "en-Nehdi" nispetli olup, adı Abdurrahman b. Mull (şeddeli lam) iledir, mim harfi ise hem kesreli, hem ötreli okunur. Mim harfi kesreli, lam harfi sakin ve sonunda hemze ile "mil'" diye de söylenir. Mukaddimenin şerhinin son taraflarında buna dair açıklama geçmişti. Ebu Bekre'nin adı ise Nufey' b. Haris b. Kelede'dir. Onun ve kardeşi Ziyad'ın annesi ise Haris b. Kelede'nin eariyesi olan Sümeyye'dir. Ona Ebu Bekre (makara sahibi) denilmesinin sebebi ise Taif kalesinden Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir makara ile kendisini sarkıtarak inmesinden dolayıdır. Basra'da 51 yılında -52 de denilmiştir- vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. Şam yüee Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Bekkar b. er-Reyyan ve Avn b. Sellam tahdis edip dediler ki: Bize Muhammed b. Talha tahdis etti (H) Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti, bize Abdurrahman b. Mehdi tahdis etti, bize Süfyan tahdis etti (H), bize yine Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti, bize Muhammed b. Cafer tahdis etti, bize Şube tahdis etti. Hepsi Zubeyd'den, o Ebu Vail'den, o Abdullah b. Mes’ud'dan şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Müslümana sövmek fasıklık, onunla çarpışmak küfürdür. " Zubeyd dedi ki: Ebu Vail'e: Bunu Abdullah'ta, o Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye rivayet ederken bizzat mı dinledin, dedim. O: Evet, dedi. Şube'nin hadisi rivayetinde Zubeyd'in, Ebu Vail'e söylediği sözler yer almamıştır.563 Diğer tahric: Buhari, 48; Tirmizi, 2635, 1983; Nesai, 4120, 4121; Tuhfetu'I-Eşraf, 9243 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe (2/2a) ve İbnu'l-Müsenna, Muhammed b. Cafer'den tahdis etti. O Şube'den, o Mansur'dan (H) Bize İbn Numeyr de tahdis etti, bize Affan tahdis etti. Bize Şube, A'meş'ten, her ikisi de Ebu Vail'den, o Abdullah'tan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadisi aynen nakletti. Diğer tahric: Buhari, 6044, 7076; Nesai, 4120, 4122, 4123, 4124; İbn Mace, 69; Tuhfetu'l-Eşraf, 9251,9299 NEVEVİ ŞERHİ: Sözlükte "seb'" sövmek, insanın 1rzı (namusu, şeref ve haysiyeti) hakkında ayıplayıcı şekilde konuşmak demektir. "fısk" da sözlükte dışarı çıkmak anlamındadır. Şer'i bir terim olarak da itaatin dışına çıkmak demektir. Hadisin anlamına gelince (2/53) müslümana haksızca sövmek ümmetin icmaı ile haramdır. Böyle bir işi yapan Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haber verdiği üzere fasıktır. Onunla haksızca kıtale (çarpışmaya) gelince, hak ehline göre bundan dolayı onu dinden çıkartacak anlamda kafir olmaz. Az önce pek çok yerde açıkladığımız gibi. Ancak bunu helal kabul etmesi hali müstesnadır. Bu iyice anlaşıldığına göre şunu da belirtelim ki, hadisin tevili ile ilgili çeşitli açıklamalar yapılmıştır: 1- Bu hüküm bu işi helal kabul eden kişi hakkındadır. 2- Bundan kasıt iyiliği, nimeti, Müslüman kardeşliğini inkardır. İmanın ink€m anlamındaki küfür değildir. 3- Uğursuzluğu sebebiyle sonunda küfre kadar götürebilir. 4- Böyle bir iş kafirlerin işine benzer. Allah en iyi bilendir. Diğer taraftan kıtal (çarpışmak)den açıkça anlaşılan bildiğimiz çarpışmadır, mukateledir. Kadı Iyaz'ın dediğine göre de bununla şer çıkarmak, itişip kakışmak anlamının kastedilme ihtimali de vardır. Allah en iyi bilendir. Senet ile ilgili söyleneceklere gelince, senette Muhammed b. Bekkar b. er-Reyyan vardır. Oedesinin adı olan Reyyan fethalı ra ve şeddeli ye iledir. Senette geçen Zubeyd, Zubeyd b. Haris el-Yaml' dir. el-Iyamı nispetli olduğu da söylenmiştir. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde bu isimde başka kimse yoktur. Muvatta'da ise (hattı itibariyle Zubeyd'e benzer) çift ye ile Zuyeyd b. es-Salt vardır. Fasııların sonlarında buna dair açıklama geçmişti. Senette İbn Selemee'nin özkardeşi Ebu Vail de vardır. Senedin baş tarafında Müslim'in "bize Muhammed b. Bekkar ve Avn tahdis edip dediler ki: Bize Muhammed b. Talha tahdis etti. (H) ... Hepsi Zubeyd'den" senedi ne gelince, biz bunu bu şekilde zapt ve kaydettik. Bizim asıl nüshamlZda da ve bazı usullerde de bu şekildedir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah)'ın itimat ettiği asıllarda ise bu rivayet Muhammed b. Talha ve Şube yolları ile zikredilmiş fakat bu nüshalarda Muhammed b. el-Müsenna'nın el-Mehdi' den, o Süfyan'dan yolu zikredilmemiştir. Bundan dolayı İbnu's-Salah, Muhammed b. Talha ve Şube iki kişi olmakla birlikte Müslim'in "hepsi" ifadesini kabul etmemiştir. Onun bu kabul etmeyişi elindeki asıllara göre doğrudur ama bizim elimizdeki asıllara göre ise kabul edilmeyecek bir taraf yoktur çünkü o iki kişinin üçüncüsü Süfyan olmaktadır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar hep birlikte Muhammed b. Cafer'den tahdis etti. O Şube'den (rivayet etti) (H) Bize Ubeyd b. Muaz da -ki lafız onundur- tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Şube, Ali b. Mudrik'ten tahdis ettiğine göre o Ebu Zur'a'yı dedesi Cerir'den tahdis ederek şöyle dediğini nakletti: Raswullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccı (hutbesin)de: "İnsanlara dinlemelerini söyle" buyurdu. Sonra: "Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirler olarak gerisin geri dönmeyin" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 121,4405, 6869, 7080; Nesai, 4142; İbn Mace, 3942; Tuhfetu'l-Eşraf, 3236 NEVEVİ ŞERHİ 66.sayfada 223 nolu hadis’in ardında. A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Muaz da tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize Şube, Vakid b. Muhammed'den tahdis etti. (2/2b) O babasından, o İbn Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadisi aynen nakletti. (metni 222’de)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebu Bekir b. Hallad-ı Bahilî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhamiued b. Ca'fer riviyet etti. (Dedi ki):Bize Şu'be, Vakıd b. Muhammed b. Zeyd'den rivayet eilti. Vakıd babasını Abdullah b. Ömer'den rivayetine göre; Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında şöyle buyurdu: "Vah size! -yahut: vay size, buyurdu- Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirler olarak gerisin geri dönmeyin. " Diğer tahric: Buhari, 4402 ve uzun olarak 4403. Ayrıca 6043, 6166, 6785 te -uzun olarak-, 6868, 7077; Ebu Davud, 4686; Nesai, 4136; İbn Mace, 3943; Tuhfetu'l-Eşraf, 7418 A.DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Ömer b. Muhammed'in rivayetine göre babası kendisine (Abdullah) İbni Ömer'den, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işitmiş olmak üzere Şu'be'nin Vakıd'dan rivayet ettiği hadisin mislini rivayet etmiş. NEVEVİ ŞERHİ: (220, 221, 222 ve 223 numaralı hadisler için) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirler olarak gerisin geri dönmeyin" buyruğu yedi şekilde açıklanmıştır: 1- Bundan kasıt haksız yere öldürmeyi helal kabul eden kişi hakkında küfürdür. 2- Maksat nimetin ve İslam'ın hakkının inkarıdır. 3- Böyle bir günah küfre yakınlaştırır ve oraya kadar ulaştırır. 4- Bu iş kafirlerin işine benzer. 5- Maksat gerçek manasıyla küfürdür. Yani benden sonra kafir olmayın, Müslüman kalmaya devam edin, demektir. 6- Hattabi ve başkalarının naklettiğine göre kafirlerden maksat, silahlanarak tekeffür edenler {örtünenler)dir çünkü kişi silahını giyindiği vakit "adam silahıyla tekeffür etti" denilir. Ezheri, Tehzibu'l-luga adlı eserinde silah giyinip kuşanmış kimseye de kafir denilir, demiştir. 7- Hattabi'nin dediğine göre manası: Birbirinize kafir diyerek birbiriniz ile savaşmayı helal görmeyin. 8- En güçlü görüş dördüncüsüdür. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın tercih ettiği açıklama da odur. Rivayette "( '-:-' ~): Vurarak" anlamındaki lafız be harfi ötreli gelmiştir. Doğrusu da budur. Öncekiler de, sonrakiler de bunu böyle rivayet etmişlerdir. Bu şekildeki bir okuyuş ile burada kasıt doğru olarak anlaşılır. Kadı Iyaz (rahimehullah) ise bazı ilim adamlarının bu kelimeyi be harfini sakin olarak zaptettiklerini nakletmektedir. O der ki: Bu, manaya itibar ederek böyle okunmuştur. Doğrusu ötrelidir. Derim ki: Ebu'l-Beka el-Ukberi de be harfinin cezm edilmesi şart zamirinin takdiren varlığını kabul ederek caizdir. Yani eğer dönerseniz birbirinizin boynunu vurursunuz demek olur. Allah en iyi bilendir. Allah Rasulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Benden sonra kafir/er olarak gerisin geri dönmeyin" buyruğu hakkında Kadı Iyaz (2/55) şöyle diyor: esSuberi dedi ki: Durduğum bu yerimden ayrıldıktan sonra bu hale gelmeyiniz, demektir. Bu sözleri Veda haccında Mina'da kurban bayramı birinci (nahr) günü söylemişti, ya da benden sonra yani benim arkamdan böyle olmayın. Bu da kendi aranızda benim size verdiğim emirlerden farklı bir şekilde bana halef almayınız. Yahut Allah Rasulü hayatında bu halin gerçekleşmeyeceğinden emin olduğu için ölümünden sonra da bu hale düşmemelerini emretmiştir. Allah Rasulünün "insanlara dinlemelerini söyle" buyruğu bu önemli hususları ve size bildirip, sorumluluklarını yükleyeceğim kuralları dinlemelerini kendilerine emret, demektir. "Veda haccı"na bu ismin veriliş sebebi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu haccında insanlarla vedalaşmış olması, bu hacda verdiği hutbesinde kendilerine dinlerinin emirlerini öğretip, yine bu haccında hazır bulunmayanlara şeriatı tebliğ etmelerini tavsiye etmiş olmasıdır. Bu maksatla: "Sizden hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin" buyurmuştu. Rivayette bu hacca verildiği bilinen isim ha harfi fethalı olarak "Haccetu'l-Veda" şeklindedir. elHerevi ve diğer dilbilginleri ise Araplardan duyulmuş şekliyle çoğul "haclar" kelimesinin tekili ha harfi kesreli olarak "hicce" şeklidir ama kıyas bunun fethalı gelmesidir çünkü bu bir defa haccetmek anlamını ifade eden "merre" ismidir yoksa heyet ismi değildir ki kesreli gelsin. Dilbilginleri der ki: Sema yoluyla kesreli okunması, kıyas yoluyla da fethalı okunması caizdir. "Vah size! -yahut: vay size dedi-" Kadı Iyaz dedi ki: Bunlar Arapların şaşkınlık ve acımak anlamında kullandıkları iki kelimedir. Sibeveyh dedi ki: Veyl (vay) helak olacak bir hale düşen kimse için kullanılan bir kelimedir. "Veyh (vah)" ise merhamet bildiren bir kelimedir. Ondan ayrıca nakledildiğine göre "veyh (vah)" helak olmaya yaklaşmış kimseyi vazgeçirmek, azarlamak için kullanılır demiştir. Başkası da: Bu iki lafızia helak olması için beddua kastedilmez. Aksine ona acımak ve şaşkınlık ifade etmek için kullanılırlar. Ömer b. el-Hattab (r.a.)'dan vah (veyh) şefkat ve merhamet bildiren bir kelimedir dediği nakledilmiştir. (2/56) el-Herevi dedi ki: Veyh, helak olan fakat helak olmayı hak etmeyen kimse için kullanılır. Ona bu lafızia merhamet duygusu dile getirilip, onun için ağıt yakılır. Veyl (vay) kelimesi ise onu hak eden kimse için kullanılır ve ona merhamet edilmez (rahmet ile dua edilmez). Bu baptaki senetleri ele alacak olursak, Ali b. Mudrik'te mim harfi ötreli, dal harfi sakin, re kesrelidir. Ebu Zur'a b. Amr b. Cerir'in adı hususunda meşhur olan bir görüş ayrılığı vardır. Bunu İman kitabının baş taraflarında sözkonusu ettik. Adının Herim, Amr, Abdurrahman, Ubeyd olduğu da söylenmiştir. Senette Vakid b. Muhammed de vardır. Daha önce Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde fe harfi ile "Vafid" adının bulunmadığını belirtmiş idik. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Ebu Muaviye tahdis etti (H) Bize -lafız kendisinin olmak üzere- İbn Numeyr de tahdis edip dedi ki: Bize babam ve Muhammed (2/3a) b. Ubeyd tahdis etti. Hepsi A'meş'den, o Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlarda iki haslet vardır ki bunlar onlarda küfürdür: Nesebe dil uzatmak ve ölü için ağıt yakmak. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 12458 NEVEVİ ŞERHİ: Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İnsanlarda iki haslet vardır ki. .. ağıt yakmak" buyruğu hakkında çeşitli görüşler vardır. En sahih olanlarına göre anlamı bu iki hasletin kafirlerin işleri ve cahiliye dönemi ahlakından olduklarıdır. İkinci görüşe göre bu, sonuçta küfre kadar götürür, üçüncüsüne göre bu, nimet ve ihsanın küfrü (küfran-ı nimetlnankörlük) demektir. Dördüncüsü bu (kafir olma hükmü) bu işi helal kabul eden kişi hakkındadır. Hadiste nesebe dil uzatmanın ve ölü için feryat edip ağıt yakmanın haramlığının büyüklüğüne dikkat çekilmektedir. Bu iki hasletin her birisi hakkında bilinen naslar da gelmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Nesebe diî uzatmak, bir kimsenin babasından başkasına intisâb etmesi veya meşru surette doğduğunu şüpheye düşürecek şekilde konuşmasıdır. Niyâha: ölen bir kimsenin iyiliklerini sayarak feryatla ağlamaktır. Bu iki şeyin küfür sayılması dahi yukarıda görüldüğü gibi muhtelif şekillerde te'vil edilmiştir. Ezcümle: 1- Bazılarına göre buradaki küfürden murad, bu iki şeyin küffarın amellerinden ve cahiliyyet devri adetlerinden olmalarıdır. Nitekim Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadınlar kendisine beyat ederken ölüye feryad edip ağlamayacaklarına dair onlardan söz almış: «Ölenin arkasından yanaklarına vuran, ceplerini yırtan ve cahiliyet da'vasında bulunan bizden değildir.» buyurmuştur. Bu hususta onbeş sahâbiden hadis rivayet edilmiştir. Aynî (Rahimehullah) «Umdetü'l-Kaari» adlı Buhârî şerhinde bu zevatın isimlerini ve rivayet ettikleri hadisleri sıralamıştır. Biz, «et-Tavzih» sahibinin yaptığı gibi yalnız isimlerini saymakla iktifa edeceğiz. Bu zevat: 1- İbni Mes'ud, 2- Ebu Musâ el-Eş'ari, 3- Ma'kıl b. Mukarrin, 4- Ebu Mâlik el-Eş'ari, 5- Ebu Hureyre, 6- İbni Abbâs, 7- Muaviye, 8- Ebu Said-i Hudrî, 9- Ebu Ümâme, ,10- Alî b. Ebî Tâlib, 11- Câbir, 12- Kays b. Âsim, 13- Cünâdetü'bnü Mâlik, 14- Üraraü, Atiyye, 15- Ümmü Seleme (r.anhum) hazeratıdır. İslâmiyet istihza, gıybet ve kazif yani, namuslu kadınlara zina iftirası gibi şeyleri de yasak etti. Çünkü bunlar da cahiliyet devri amellerindendir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) «Allah sizden cahiliyet kibrini, soy sop ile öğünmeyi kaldırmıştır.» buyurmuştur. Burada küfürden murad: Küfre müeddi olmaktır. Murad: Küfran-ı ni'mettir. Küfür kelimesi hakikî ma'nasında kullanılmıştır. Ancak bu hüküm ta'n ile niyâhayı helâl i'tikad edenlere mahsustur. Hadis-i şerif nesebe ta'n ile niyahanın haram olduğunu ağır bir lisanla ifâde ediyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Hafe b. Gıyâs, Dâvud'dan, o da Şa'bi'den, o da Cerir'den naklen rivayet eyledi. Cerir dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Herhangi bir köle (efendilerinden) kaçacak olursa zimmet ondan beri olur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya tahdis etti. Bize Cerir, Muğire'den haber verdi. O Şa'bl'den şöyle dediğini nakletti: Cerir b. Abdullah, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu tahdis ederdi: "Köle kaçtığı takdirde hiçbir namazı kabul olunmaz. " Diğer tahric: Ebu Davud, 4360; Nesai, 4063, 4064. Ayrıca 4065, 4066, 4067'de mevkuf olarak, 4062'de de mevkuf olarak rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3217 NEVEVİ ŞERHİ (225, 226 ve 227 numaralı hadisler için): Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Herhangi bir köle efendilerinden kaçacak olursa ... " Diğer rivayette: "Zimmet ondan uzak olur." Diğerinde ise: "Köle kaçacak olursa hiçbir namazı kabul edilmez" buyurulmaktadır. Bu hadislerde ondan "kafir" diye söz edilmesi ile ilgili bundan önceki başlıkta yapılan açıklama şekilleri sözkonusudur. "Ondan zimmet beri olur." Onun zimmeti yoktur demektir. Şeyh Ebu Amr (rahimehullah) dedi ki: Burada sözkonusu olan zimmetin saygınlık ve dokunulması yasak olan haklar diye açıklanan zimmet olması da mümkündür, Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onun için yüce Allah'ın zimmeti ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zimmeti vardır" buyruğu türünden olması da mümkündür. Bu da onun teminatı, güvenliği ve koruması anlamındadır. İşte kaçan köle önceleri efendisinin kendisini cezalandırıp, hapsetmesine karşı koruma altında iken kaçmak suretiyle onun bu özelliği ortadan kalkmış olur. Allah en iyi bilendir. Namaz ve Benzeri Amellerin Sahih Olmasına ve Kabul Edilmesine Dair Allah Resulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Köle kaçarsa hiçbir namazı kabul edilmez" buyruğunu ise, İmam el-Mazerı tevil etmiş, daha sonra Kadı Iyaz -Allah ikisine de rahmet buyursun- da onu takip etmiş bulunmaktadır. Tevili şöyledir: Bu kaçmayı helal kabul eden kişi hakkında yorumlanır. Böyle bir kimse kafir olur, namazı da, onun dışındaki bir ameli de kabul olunmaz. Namaz sözkonusu edilerek diğer amellerine dikkat çekilmiş olmaktadır. Ancak Şeyh Ebu Amr (b. es-Salah) bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: Hayır, bu hüküm helal kabul etmeyen başka kimseler hakkında da geçerlidir. Amelin kabul edilmemesi, sahih olmamasını gerektirmez çünkü kaçak kölenin namazı sahihtir ama makbul değildir. Kabulolunmaması bu hadisten dolayıdır çünkü namazı masiyet ile birlikte ifa edilmiştir. Namazının sahih olması ise sahih olması için gerekli şart ve rükünlerinin varlığından dolayıdır. Bunun böyle olmasında da bir çelişki yoktur. Namazın kabul edilmeyişinin etkisi ise sevabının ortadan kalkmasında, sahih olmamasının etkisi ise kaza yükümlülüğünün bulunmamasında ve ona namazı terk eden kimsey? verilen ceza gibi cezanın verilmeyeceğinde ortaya çıkar. Şeyh Ebu Amr İbnu's-Salah (rahimehullah)'ın sözleri bunlardır. Bu da güçlü ve güzeloluşunda şüphe bulun- . mayan bir açıklamadır. Mezhebimize mensup ilim adamları çoğunlukla gasp edilmiş bir evde kılınan namaz sahihtir fakat sevabı yoktur demişlerdir. Ben mezhep alimlerimizden Ebu'n-Nasr es-Sabbağ'ın kardeşinin oğlu Kadı Ebu Mansur'un kendisinden naklettiği fetvalarında şunları söylediğini gördüm: Bizim Irak'taki mezhep alimlerimizin bilinen sözleri gasp edilen bir evde kılınan namazın sahih olduğudur. Bu şekilde kılınan bir namaz ile farz sakıt olur ama sevabı yoktur. Ebu Mansur dedi ki: Horasan'daki mezhep alimlerimizin ise ihtilaf ettiklerini gördüm. Onlardan kimisi namaz sahih olmaz demiştir. Hocamızın el-Kamil adlı eserinde zikrettiğine göre namazının sahih olması ve onu kılması dolayısıyla da sevabını elde etmiş olması gerekir. Yaptığı işi dolayısıyla sevap kazanmış olur, gasb edilmiş bir yerde kalmak suretiyle de asi olur. Eğer bizler onun sahih olmadığını söyleyemiyorsak sevabının da olmayacağını söyleyemeyiz. (2/58) Ebu Mansur dedi ki: İşte bu böyle bir namazın sahih olduğunu kabul edenlerin yöntemine uygun yapılmış bir kıyastır. Allah en iyi bilendir. Kölenin kaçışını anlatmak için kullanılan "ebeka" fiili be harfi fethalı olarak da, kesreli olarak da söylenebilir. Her ikisi de meşhur iki söyleyiş olmakla birlikte fethalı söyleyiş daha fasihtir, Kur'an-ı Kerim'de de: "Hani o dopdolu gemiye kaçıp sığınmıştı" (Saffat, 140) buyruğunda be harfi fethalı gelmiştir. "Mansur b. Abdurrahman'dan, O Şa'bl'den, o Cerir'den şöyle derken dinlediğini nakletti ... Mansur dedi ki: Allah'a yemin olsun ki bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den rivayet edilmiştir... hoşlanmıyorum" ibarelerinin anlamı şudur: Mansur bu hadisi Şa'bl' den, o Cerir' den Cerir'e mevkuf olarak rivayet etmiştir. Daha sonra Mansur bu hadisi ona mevkuf olarak rivayet ettikten sonra şunları söylemiştir: Allah'a yemin olsun ki bu hadis Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e merfudur (onun kendi buyruğu, hadisidir). Bu sebeple ey hazır bulunan havas (özel) kimseler ben rivayet ettiğim lafzımda açıkça nebinin hadisi olduğunu belirterek merfu olarak rivayet etmekten hoşlanmıyorum. Bu sefer masiyet ehli kimselerin cehennemde ebedi kaldığını söyleyen Harici ve Mutezilerle dolu olan bu Basra'da bu rivayet benden yaygınlaşır hatta Hariciler cehennemde ebedi kalmaktan ayrı olarak böyle birisinin kafir olduğuna da hükmederler. Bu durumda onlar bu hadisin zahirine yapışabilirler. Bizler bunun (benzeri rivayetlerin) tevilinin nasılolduğunu ve bu kanaate sahip olanların görüşlerinin batıl oluşunu, bu kitabın çeşitli yerlerinde sözünü ettiğimiz kesin ve açık deliller ile önceden açıklamış bulunmaktayıı. Burada sözü geçen Mansur b. Abdurrahman el-Eşel el-Gudani el-Basrı olup, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main sika olduğunu, Ebu Hatim er-Razi ise zayıf olduğunu belirtmiştir. Rivayette her birisine Mansur b. Abdurrahman denilen beş kişi vardır ki, bu onlardan birisidir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya. tahdis edip dedi ki: Malik'e, Salih b. Keysan'dan naklen okudum. O Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, o Zeyd b. Halid el-Cuheni'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hudeybiye'de geceden yağmış bir yağmurun akabinde bize sabah namazını kıldırdı. Namazını bitirdikten sonra yüzünü insanlara dönüp: "Rabbiniz ne buyurdu bilir misiniz?" diye sordu. Onlar: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. Şöyle buyurdu: "Buyurdu ki: Kullarımdan bir kısmı mü'min, bir kısmı kafir sabahı etti. Bize Allah'ın lütuf ve rahmeti ile yağmur yağdırıldı diyen kişi bana iman eden, yıldızı inkar eden bir kafirdir ama şu şu yıldızın doğuşu sebebiyle bize yağmur yağdırıldı diyen kimse ise bana kafir, yıldıza iman eden birisidir. "573 Diğer tahric: Buhari, 810, 991, 3916, 7064; Ebu Davud, 3906; Nesai, 1524; Tuhfetu'l-Eşraf, 3757 A.DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmele b. Yahya, Amr b. Sevvad eı-Amiri ve Muhammed b. Selemee el-Muradi tahdis etti. el-Muradi dedi ki: Bize Abdullah b. Vehb, Yunus'dan tahdis etti. Diğer ikisi de şöyle dedi: Bize İbn Vehb haber verdi. Bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi. O Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den rivayet ettiğine göre Ebu Hureyre dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Görmediniz mi Aziz ve celil olan Rabbiniz ne dedi? O şöyle buyurdu: Kullarıma ne kadar nimet ihsan ettimse mutlaka aralarından bir kesim (bunu) yıldız (verdi) ve yıldız sayesinde (oldu) diyerek kafirler olarak sabahı etti. " Diğer tahric: Nesai, 1523; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammedi b. Selemete'l-Muıadî rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Vehb, Amru'bnü'l-Haris'den rivayet etti. H.Bana Amr b. Sevvad da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bize Amrubnü'I-Haris haber verdi ki, Ebu Hureyre'nin azatlısı Ebu Yunus, Ebu Hureyre'den tahdis ederek Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: ''Allah sema'dan ne kadar bereket indirdi ise, mutlaka insanlardan bir kesim onu inkar edenler olarak sabahı etmişlerdir. Allah yağmuru indirir, kendileri şu şu yıldız (sebebiyle yağmur yağdı) derler." el-Mudidi'nin rivayetinde ise: "Şu şu yıldız ile (yağmur yağdı)" şeklindedir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abbâs b. Abdilâzim el-Anberî rivayet etti. (Dediki): Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dediki): Bize İkrime — ki İbni Ammârdır— rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Zumeyl rivayet etti. Dediki: Bana İbn Abbas tahdis edip dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döneminde insanlara yağmur yağdırıldı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlardan bir kısmı şükredici bir kısmı da kafir olarak sabahı etti. Onlar: Bu Allah'ın rahmetidir, dediler. Diğer bir kısmı da şu şu yıldızın doğuşu doğru çıktı dediler." (İbn Abbas) dedi ki: Bunun üzerine şu: "Hayır, işte yıldızların doğup battıkları yerlerine yemin ederim" ayeti "ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kalacaksınız" (Vakıa, 75-82) ayetine kadar nazil oldu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dediki): Bize Abdurrahman b. Mehdi, Şu'beden, o da Abdullah b. Abdillâh b. Cebr'-den naklen rivayet etti. Abdullah demiş ki; Enes'i şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Münafığın a/dmeti Ensar'a buğz etmek, müminin a/dmeti ise Ensar'ı sevmektir. " Diğer tahric: Buhari, 17, 3573; Nesai, 5034; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Habîb el-Hârisi rivayet etti. (Dediki): Bize Hâîid yâni İbnü'l-Hâris rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'be, Abdullah b. Abdillâh'dan, o da Enes'den, o da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Ensarı sevmek iman'ın alameti, onlara buğz etmek münafıklığın aıametidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bana Muaz b. Muaz tahdis etti (H) Bize Ubeydullah b. Muaz -lafız ona ait olmak üzere- da tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize Şube, Adiyy b. Sabit'ten şöyle dediğini tahdis etti: Bera'yı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den Ensar hakkında şöyle dedi diye tahdis ederken dinledim: "Onları ancak mümin kişi sever, onlara ancak münafık olan buğz eder. Onları seveni Allah da sever, onlara buğzedene Allah da buğzeder. " Şube dedi ki: Ben Adiyy'e: Bunu Bera'dan (bizzat) dinledin mi, dedim. O: (Bunu) bana o tahdis etti, dedi. Diğer tahric: Buhari, 2572; Tirmizi, 3900; İbn Mace, 163; Tuhfetu'l-Eşraf, 1792 İZAH 77 DE

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said rivayet etti. (Dediki): Bize Yâkub (yani İbni Abdirrahmân el-Kaarî), Süheyl'den, o da babasından, o da Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse Ensar'a buğz etmez. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12773 İZAH 77 DE

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Muhammed b. Ebu Şeybe de tahdis etti (2/6a). Bize Cerir tahdis etti (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Ebu Usame tahdis etti. Her ikisi A'meş'den, o Ebu Salih'ten, o Ebu Said'den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse Ensar'a buğz etmez" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4007 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 78’de

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir İbni Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Veki' ile Ebu Muaviye, A'meş'den rivayet ettiler. H. Bize Yalıya b. Yahya dahî rivayet etti. Bu lafız onundur. (Dediki): Bize Ebu Muaviye, A'meş'den, o da Adiy b. Sabit'den, o da Zırr'den naklen haber verdi. Zirr demiş ki: Ali dedi ki: Taneyi yaran ve canı yaratan hakkı için yemin ederim. Şüphesiz ki bu söyleyeceğim) ümmi Nebi'nin bana olan ahdidir: "Beni ancak mümin kişi sever ve ancak münafık olan bana buğzeder." Diğer tahric: Tirmizi, 2736; Nesai, 5033, 5037; İbn Mace, 114; Tuhfetu'l-Eşraf, 10092 DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Rumh b. el-Muhâdr-i Mısri rivayet etti. (Dediki): Bize Leys, İbnü'l-Hâd'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da Abdullah b. Ömer'den, o da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletli: "Ey kadınlar topluluğu sadaka verin, çokça istiğfar edin çünkü ben sizlerin cehennemliklerin çoğunluğunu teşkil ettiğinizi gördüm. " Aralarında akıllı bir kadın: Ey Allah'ın Rasulü, cehennemliklerin çoğunluğunu bizim teşkil etmemizin sebebi nedir, dedi. Allah Rasulü: "(Çünkü) çokça lanet okursunuz, kocalarınıza karşı nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksik olanlar arasından aklı başında birisine sizden daha çok galip geleni görmedim" buyurdu. O kadın: Ey Allah'ın Rasulü, aklın ve dinin eksik olması ne demektir, dedi. o: ''Aklın eksikliği iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır. İşte bu aklın eksikliğidir. Kadın günler boyunca namaz kılmadan bekler, ramazanda da oruç açar. İşte dinin eksikliği de budur" buyurdu. Bunu bana Ebu't-Tahir de tahdis etti. Bize İbn Vehb, Bekr b. Mudar'dan haber verdi. O İbn el-Had'dan bu isnad ile aynısını nakletti. Diğer tahric: Ebu Davud, 4679 -muhtasar olarak-; İbn Mace, 4003; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bana Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Ebû Bekir b. İshâk rivâyet ettiler, dediler ki: Bize İtmü Ebi Meryem rivâyet etti. ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. ki: Bana Zeyd b. Eşlem, Iyâd b. Abdillâh'dan, o da Ebû Said-i Hudrî'den, o da Nebiy (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen haber verdi. H

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Hasen b. Aliy el-Hulvânî ile Ebu Bekir b. İshâk rivayet etttler, dediler ki: Bize İbni Ebi Meryem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer haber verdi. Dedi ki: Bana Zeyd b. Eşlem, Iyâd b. Abdİllâh'dan, o da Ebu Said-i Hudrî'den, o da Nebiy (Sallallahu Aleyhi e Sellem)''den naklen haber verdi. H. Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hücr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —kî İbni Ca'ferdir— Amr b. Ebî Amr'dan, o da el-Makburî'den o da Ebu Hureyre'den, o da Nebiy (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen, İbni Ömer'in Nebi {Sallallahu aleyhi ve Selleml'den diye naklettiği (238 nolu) hadis ile aynı manada rivayet etti. Diğer tahric: Ebu Hureyre'nin rivayetini yalnızca Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13006. Ebu Said el-Hudri'nin rivayetini de Buhari, 298 -uzunca-, 913 -uzunca-, 1393, 1850 -muhtasar olarak-, 2515; Müs!im, 2050; Nesai, 1575, 1578, 1288; Tuhfetu'lEşraf, 4271 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ: "Ey kadınlar topluluğu sadaka verin ... (2/65) İşte bu da din eksikliğidir." Dilciler, ma' şer (topluluk), aynı durumdaki yani ortak vasıftaki topluluk demektir, diye açıklamışlardır. Mesela, insanlar bir ma'şer, cinler bir ma'şer, nebiler bir ma' şer, kadınlar vs. birer ma' şerdir. Çoğul u "meaşir" gelir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizin cehennem ehlinin çoğunluğunu teşkil ettiğinizi gördüm" buyruğuna karşılık kadınlardan: "Biz neden cehennemliklerin çoğunluğuyuı" diyen birisi "cezle" diye nitelendirilmiştir ki akıl ve görüş sahibi kadın demektir. İbn Bureyd dedi ki: Cezalet, akıl ve vakar demektir. el-Aşir: Aslında bir kimse ile kayıtsız ve şartsız olarak muaşereti (birlikteliği) olan kimse hakkında kullanılır ise de burada kastedilen kocadır. Lubb: Akıl demek olup, aklın kemali kastolunur. Allah Rasulünün: "İşte aklın noksanlığı budur" buyruğu, aklın noksanlığının belirtisi budur, demektir. "Günlerce namaz kılmadan kalır" yani ay hali sebebiyle günler boyunca namaz kılamaz. Yine ay hali sebebiyle ramazan ayının birkaç gününde oruç tutmaz. Hadisten Çıkartılan Hükümler Hadisteki hükümlere gelince: 1- Bu hadiste birtakım bilgiler yer almaktadır: Sadakanın, iyilik olan işlerin yapılması, çokça mağfiret dilemek vs. itaatlerin yapılmasının teşvik edilmesi bunlar arasındadır. 2- Aziz ve celil Allah'ın buyurduğu gibi: "Muhakkak iyilikler kötülükleri giderir. " (Hud, 114) 3- Kocaya ve iyiliğe karşı nankörlük büyük günahlardandır çünkü cehennem ateşi tehdidi masiyetin büyük olduğunun alametleri arasındadır. Nitekim bunu yüce Allah'ın izniyle biraz sonra açıklayacağız. 4- Lanet okumak da aynı şekilde oldukça çirkin masiyetlerdendir fakat hadisten onun büyük bir günah olduğu anlamı çıkmamaktadır çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Çokça lanet okursunuz" buyurmuştur ama küçük günah çokça işlenecek olursa sonunda büyük bir günah olur. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca: "Mümine lanet etmek, onu öldürmek gibidir" buyurmuştur. İlim adamları da lanet okumanın haram olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Sözlükte lanet, uzaklaştırmak ve kovmak demektir. Şer' i bir terim olarak yüce Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmaktır. Durumu ve son nefesinde dünyadan nasıl ayrıldığı kesin olarak bilinmeyen bir kimsenin yüce Allah'ın rahmetinden uzak olduğunu ifade etmek ise caiz değildir. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir: "Şer' i bir nas ile onun küfür üzere öldüğünü yahut küfür üzere öleceğini bildiğimiz -Ebu Cehil ve İblis gibi- kimseler dışında Müslüman olsun, kafir olsun, herhangi bir canlı olsun muayyen bir kimsenin lanetlenmesi caiz değildir. Bir niteliğe bağlı olarak lanetlemek ise haram değildir. Saçına saç ekleyen, saç ekleten, döğme yapan ve yaptıranın lanetlenmesi, faiz yiyen, yediren, suret yapanların, zalimlerin, fasıkların, kafirlerin lanetlenmesi, arazinin sınırlarının belirtilerini değiştiren kimselerin lanetlenmesi, gerçek efendilerinden başkalarına ait olduğunu söyleyenlerin, babasından başkasının nesebinden geldiğini ileri sürenlerin, İslam'da olmadık bir işi ortaya çıkartanın yahut büyük bir günah işlemiş kimseyi barındıranın lan etle nmesi ve buna benzer şer'i naslarda muayyen kimseler için değil de niteliklere bağlı olarak lanetlenenlerin lanetlenmesi buna örnektir. Allah en iyi bilendir. 5- Küfür hükmünün kocaya nankörlük, iyiliklerin, nimetin ve hakkın nankörlüğü gibi yüce Allah'ın inkfm dışındaki haller için de kullanılması. İşte buradan bundan önce geçmiş hadislerde zikredilen "küfür" ile ilgili yaptığımız yoru~un/tevilin doğruluğu da anlaşılmaktadır. 6- İmanın arttığı ve eksildiği açıklanmaktadır. 7- İmam, çeşitli makam ve mevkilerdeki yöneticiler ve insanlar ileri gelenler, reayalarına öğüt vermeli, onları İslam'ın buyruklarına aykırı hareket etmekten sakındırıp, itaatleri işlemeye teşvik etmelidirler. 8- Öğrencinin, aıime uyanın uyduğu kimseye söylediğinin anlamını kavrayamadığı hallerde soru sorması. Buradaki aklı başında kadının (r.anha) soru sorması gibi. 9- "Ramazan" ismini "ay"a izafe etmeksizin kullanmak -asıl tercih edilen aya izafetle kullanılması olmakla birlikte- caizdir. Allah en iyi bilendir. İmam Ebu Abdullah el-Mazeri (rahimehullah) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Aklın eksikliği iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır" buyruğu ile, bunun arka planına dikkat çekmektedir. Bu da yüce Allah'ın kitab-ı keriminde: "Biri unutursa diğerine hatırlatsın diye" (Bakara, 282) buyruğu ile dikkat çektiği husustur. Yani onların belleyişleri azdır. (2/67) (el-Mazeri devamla) dedi ki: İnsanlar aklın mahiyeti hususunda ihtilaf etmişlerdir. İlim olduğu söylendiği gibi, zorunlu birtakım bilgiler olduğu da söylenilmiştir. Bilinenlerin gerçekleri arasında ayırım gözeten güçtür diye de açıklanmıştır. -el-Mazeri'nin sözleri burada bitmektedir.- Derim ki: Aklın gerçek mahiyeti ve kısımları ile ilgili görüş ayrılığı pek çoktur ve bilinen bir husustur. Bunları açıklayarak burada sözü uzatmamıza ihtiyaç yoktur. Aklın yeri hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Bizim (mezhebimize mensup) kelamcılar kalptedir demişlerdir. Bazı ilim adamları ise o baştadır demiştir. Allah en iyi bilendir. Hadiste Kadınlar İle İlgili Nitelemelerin Anlamı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kadınları namazı ve orucu ay hali zamanlarında terk etmeleri sebebiyle dinlerinin eksik olmasıyla nitelendirmesinin anlaşılmasında zorlukla karşı karşıya kalınabilir ama bunun anlaşılması zor değil, aksine gayet açıktır. Şüphesiz ki dil, iman ve İslam daha önce birkaç yerde açıkladığımız gibi bir anlamda ortaklıkları vardır. Yine birkaç yerde açıkladığımız gibi itaatlere de iman ve din denilir. Bu husus sabit olduğuna göre ibadeti çok olanın imanının ve dininin de artış göstereceği, az olanın da dininin eksileceği sabit olmaktadır. Diğer taraftan din eksikliği bazen kişinin günaha girmesine sebep olabilir. Namazı, orucu ya da diğer farz ibadetleri mazeretsiz terk etmek gibi. Bazen de günahı gerektirmeyen bir şekilde sözkonusu olabilir. Cumayı, gazaya çıkmayı ya da daha başka farz olan ibadetleri mazereti sebebiyle terkedenin durumu gibi. Bazı hallerde de bu terk kendisinin bununla mükellef olduğu şekilde sözkonusu olabilir. Ay hali kadının namazı ve orucu terk etmesi gibi. Şöyle bir soru sorulabilir: Kadın ay hali iken namazı ve orucu eda etmemekte mazur görüldüğüne göre, ay hali süresince -onun kazasını yapmasa dahi- namaz sevabını alır mı? Hasta ve yolcu kimsenin sağlıklı iken ve ikamet halinde iken kıldığı nafile namazıarının aynısı, yolculuğunda ve hastalığında hasta ve yolcuya sevap olarak yazıldığı gibi yazılır mı? Cevap: Bu hadisin zahirine göre ay hali olan kadına bunların sevabı yazılmaz. Aradaki fark şudur: Hasta ve yolcu bu nafile ibadetleri bunları eda etme ehliyeti ile birlikte sürekli olarak yapmak niyetiyle yerine getiriyordu. Ay hali olan kadının durumu ise böyle değildir. Aksine o kadının niyeti ay hali zamanlarında namazı terk etmektir. Hatta ay halinde iken namaz kılmaya niyet etmesi ona haramdır. Nafile namazıarını onları devamlı kılmak niyetini taşımaksızın bazen kılıp, bazen kılmayan yolcu yahut hastanın hali de buna benzemektedir. Böyle bir kimsBye nafile namaz kılmadığı zamanlardaki yolculuğu ve hastalığı esnasında ona (nafilelerini kılmış gibi) sevap yazılmaz. Allah en iyi bilendir. Baptaki Hadislerin Senetleri İbnu'l-Had: Adı Yezid b. Abdullah b. Usame'dir. Usame, "el-Had"ın kendisidir çünkü o misafirlerin ve yoldan geçenlerin ona doğru yol bulmaları için ateş yakardı. Bu lafzı muhaddisler bu şekilde "el-Had" diye telaffuz ederler, bir söyleyişe göre sahihtir ama Arapça' da tercih edilen sonuna ye getirmek suretiyle "el-Hadi" denilmesidir. Bu hususları kitabın mukaddimesinde ve başka yerlerde sözkonusu etmiştik. Allah en iyi bilendir. Ebu Bekr b. İshak'ın adı Muhammed'dir. İbn Ebu Meryem ise (2/68) Said b. Hakem b. Muhammed b. Ebu Meryem el-Cumahi Ebu Muhammed el-Mısri' dir. Pek değerli, üstün, fakihtir. Amr b. Ebu Amr, el-Makburi' den rivayetinde geçen buradaki "elMakburi"nin kim olduğu hakkında ihtilaf edilmiştir. Acaba bu Ebu Said elMakburi midir yoksa onun oğlu Said midir? Çünkü bunların her birisine -asıl el-Makburi Ebu Said olmakla birlikte- el-Makburi denilir. Hafız Ebu Ali elGassani el-Ceyyani, Ebu Mesud es-Sekafi' den şöyle dediğini nakletmektedir: Burada kasıt Ebu Said' dir. Ebu Ali dedi ki: Bu husus ise ancak İsmail b. Cafer'in, Amr b. Ebu Amr'dan diye naklettiği rivayetindedir. Darakutni dedi ki: Ona Süleyman b. Bilal muhalefette bulunarak bu hadisi Amr'dan, o Said el-Makburi'den diye rivayet etmiştir. Darakutni dedi ki: Süleyman b. Bilal'in sözü ise daha sahihtir. Şeyh Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) dedi ki: Bunu Ebu Nuaym elAsbahani, el-Muharrac ala Sahih-i Müslim adlı eserinde razı olunan çeşitli yollardan İsmail b. Cafer'den, o Amr b. Ebu Amr'dan, o Said b. Ebu Said el-Makburi' den diye bu şekilde açık seçik bir şekilde rivayet etmiş bulunmaktadır ama biz bu hadisi Müslim'in Sahihine muharrec özelliğindeki Ebu Avane'nin Müsnedinde İsmail b. Cafer, Ebu Said yoluyla, Süleyman b. Bilal de Ebu Said yoluyla -az önce Darakutni'den geçtiği gibi- rivayet etmiş bulunmaktayız. O halde buna itimat edilmelidir. İbnu's-Salah'ın açıklamaları buraya kadardır. "el-Makburi" nispeti be harfi ötreli ve fethalı (el-Makberi) şeklinde de söylenir. Bu hususta meşhur iki okuyuştur. Bu da (kabristan demek olan) makbure'ye nispettir. Bunun da be harfi ötreli, fethalı ve kesreli olmak üzere üç söyleyişi vardır ki üçüncüsü gariptir. İbrahim el-Harbi ve başkaları der ki: Ebu Said kabirlere inerdi. Bundan dolayı ona el-Makburi denildi. Evinin kabristanın yakınında olduğu (ve bundan dolayı ona bu nispetin verildiği de) söylenmiştir. Yine denildiği üzere Ömer b. el-Hattab (radıyalliıhu anh) onu kabirlerin kazılmasının işinin başına tayin etmişti. Bundan dolayı ona el-Makburi denildi. Nuaym'ı ise mescit1erin kokulandırılmasından sorumlu olarak görevlendirmişti. Bundan dolayı da ona Nuaym el-Müeemmir (tütsüleyid, buhurlayıeı Nuaym) denilmiştir. Ebu Said'in adı Keysan (nispeti el-leysi) el-Medeni'dir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb de tahdis edip dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre' den şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ademoğlu secde ayetini okuyup da secde edince şeytan ayrılıp ağlayarak vay onun haline -Ebu Kureyb'in rivayetinde: vay benim halime- Ademoğlu secde etmekle emrolundu, secde etti, bu sebeple ona cennet vardır. Ben de secde etmekle emrolundum, kabul etmedim, bundan dolayı benim için cehennem ateşi vardır, der. " Diğer tahric: İbn Mace, 1052; Tuhfetu'I-Eşraf, 12524 ve Ahöed Müsned, İbn-i Hibban

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize Veki', tahdis etti. Bize A'meş bu isnad ile hadisi aynen tahdis etti. Ancak o: "...Ben ise isyan ettim. Bu sebeple benim için cehennem ateşi vardır der" dedi. Bunu yalnız Müs!im rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12473 NEVEVİ ŞERHİ 82.sayfa, 243 nolu Hadis’te. DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya et-Temîmi ile Osman b. Ebî Şeybe ikisi de Cerir'den rivayet ettiler. Yahya dediki: Bize Cerir, A'meş'den o da Ebu Sufyan' dan naklen haber verdi. Demişki: Cabir’i şöyle derken işittim : Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Muhakkak kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır" buyururken dinledim. Diğer tahric: Tirmizi, 2618; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Gassan el-Mismai rivayet etti. (Dediki): Bize Dahhak b. Mahled, İbni Cüreyc'den naklen rivayet etti. Demişki: Bana Ebu-z'Zübeyr haber verdi ki, Cabir b. Abdillahı, şöyle derken işitmiş. RasliluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terk edilmesi vardır" buyururken dinledim. Diğer tahric: Nesai, 463; Tuhfetu'l-Eşraf, 2817 240 – 243 HADİSLER İÇİN:

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bana bu hadisi Muhammed b. Râfi' ile Abd. b. Humeyd de Abdurrâzzâk'dan rivâyet ettiler. ki): Bize Ma’mer, Zühri’den bu isnâdla bu hadisin mislini haber verdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu'r-Rabi' ez-Zehrani tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis etti, bize Hişam b. Urve tahdis etti. (H) Bize Halef b. Hişam da -lafız onun olmak üzere- tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd, Hişam b. Urve'den tahdis etti. O babasından, o Ebu Muravih el-Leysl'den, o Ebu Zerr'den şöyle dediğini nakletti: - Ey Allah'ın Rasulü, amellerin en faziletlisi hangisidir, dedim. O: ''Allah'a iman ve onun yolunda cihaddır" buyurdu. (Hürriyetine kavuşturmak için) köle ve cariyelerin hangisi daha faziletlidir, dedim. O: "Sahiplerine göre daha nefis ve daha değerli olanlarıdır" buyurdu. Ben: Eğer (bunu) yapamayacak olursam, dedim. O: "(Herhangi) bir iş yapan birisine yardım edersin ya da yapamayan için sen yaparsın" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Resulü, eğer bazı amelleri yapamayacak kadar güçsüz olursam (ne yapabilirim), dedim. O: "İnsanlara kötülük yapmaktan kendini alıkoyarsın. Bu senin kendine bir sadakandır" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 2518; Nesai, 3129 .. muhtasar olarak ..; İbn Mace, 2523; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd tahdis etti. -Bize Abdurrezzak (2/9a) -Abd haber verdi, dedi, İbn Rafi' tahdis etti, dedi-, bize Ma'mer, ez-Zührl'den haber verdi. O Urve b. Zubeyr'in azatlısı Habib'den, o Urve b. Zübeyr'den, o Ebu Muravih'den, o Ebu Zerr'den, O Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadisi buna yakın olarak nakletti. Ancak bu rivayetinde O: "(İş yapan anlamındaki lafzın başına elif lam getirerek): İş yapan birisine yardımcı olursun, yahut yapamayan adına sen yaparsın" buyurdu (diye nakletti). 244 – 252 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Aliy b. Müshir, Şeybâni'den, o da el-Velid b. el-Ayzar'dau o da Sa'd b. İyâs Ebu Amr Şeybâni'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivayet etti. İbn-i Mes'ud şöyle demiş: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: En faziletli amel hangisidir, dedim. O: "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Sonra hangisidir, dedim. O: ''Anne babaya iyilik yapmaktır" buyurdu. Sonra hangisidir, dedim. O: ''Allah yolunda cihaddır" buyurdu. Ona daha fazlasını sormayı ancak ona acıdığım için bıraktım. Diğer tahric: Buhari, 504, 2630, 5625, 7096; Tirmizi, 173; Nesai, 609, 610; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Ebî Ömer el-Mekki rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân el-Fezân rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Ya'fur, el-Velid b. el-Ayzâr'dan, o da Ebu Amr Şeybânî'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Ey Allah'ın Nebisi hangi amel cennete daha yakın(laştırıcı)dır dedim. O: "Vakitlerinde kılınan namazdır" buyurdu. Ben: Başka hangisidir ey Allah'ın Nebisi, dedim. O: ''Anne babaya iyiliktir" buyurdu. Ben: Başka hangisidir ey Allah'ın Nebisi, dedim. O: ''Allah yolunda cihaddır" buyurdu.595 Diğer tahric: Buhari, 504, 2630, 5625, 7096; Tirmizi, 173; Nesai, 609, 610; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberi rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, El-Velid b. el-Ayzâr'dan rivayet etti kî, el-Velid, Ebu Amr Eş-Şeybânîden dinlemiş. Ebu Amr: Bana şu evin sahibi rivayet etti; (diyerek Abdullahın hanesine işaret etmiş') Abdullah şöyle demiş: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Allah'ın en sevdiği amel hangisidir, dedim. O: "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Sonra hangisidir dedim. O: "Sonra anne babaya iyiliktir" buyurdu. Sonra hangisidir dedim. O: ''Allah yolunda cihaddır" buyurdu. (Abdullah b. Mes'ud): Bunları bana tahdis etti. Eğer ona daha fazlasını sorsaydım, o da bana daha fazlasını da söyleyecekti, dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti; ve «Abdullahın evine işaret etti amma onun adını bize söylemedi.» cümlesini ziyade eyledi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebu Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Cerir, el-Hasen b. Ubeydillâh'dan, o da Ebu Amr eş-Şeybânî'den, o da Abdullah'dan, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen onun : "Amellerin -yahut amel türünün- en faziletIisi vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyiliktir. " 244 – 252 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (244-252 numaralı hadisler): Bu baptaki hadisler: "Ebu Hureyre (224, 245), Ebu Zerr (246, 247) ve Abdullah b. Mesud (248-252) (r.a.um)'dan rivayet edilmiştir. (Sahabi) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e: "Amellerin en faziletlisi hangisidir" diye soruldu. O: ''Allah'a imandır" buyurdu. Sonra hangisidir diye soruldu. O: ''Allah yolunda cihaddır" buyurdu. Sonra hangisidir soruldu. O: "Mebrur bir hacdır" buyurdu. Bir başka rivayette, Nlah'a ve Resulüne imandır. Bir diğer rivayette, Nlah'a iman ve onun yolunda cihaddır, şeklindedir. "(Hürriyetine kavuşturmak için) en faziletli köle hangisidir, dedim. O: "Sahiplerine göre daha nefis olanları ve daha pahalı olanları" buyurdu. Ben: Yapamayacak olursam dedim. O: "Bir iş yapan bir kimseye yardımcı olursun ya da yapamayan yerine sen yaparsın" buyurdu ... "Çünkü bu senin kendine bir sadakandır" buyurdu. ez-Zührl'nin rivayetinde ise (elif, lam ile) "iş yapana yardım edersin yahut yapamayan adına yaparsın" şeklindedir. Bir başka rivayette: En faziletli am el hangisidir, sorusuna: "Vaktinde kılınan namazdır" buyurdu. Sonra hangisidir, dedim. O: ''Anne babaya iyiliktir" buyurdu. Sonra hangisidir dedim. O: "Allah yolunda cihaddır" dedi. (2/73) Ona daha fazla soru sormayı ona acıdığım için bıraktım. Diğer rivayette: Ona daha fazlasını sorsaydım, o da bana daha fazlasını söyleyecekti, denilmektedir. Bir başka rivayette: Cennete daha çok yakın{laştırıcı) amel hangisidir. Allah Rasulü: Vakitlerinde kılınan namazdır buyurdu. Sonra hangisidir dedim. O, anne babaya iyiliktir buyurdu. Sonra hangisidir dedim. O, Allah yolunda cihaddır buyurdu. Diğer rivayette de: Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik yapmaktır, şeklindedir. Bunlar hadis metinlerinin lafızlarıdır. Rical isimlerine gelince, bu başlıkta Ebu Hureyre, Ebu Zerr, Mansur b. Ebu Müzahim, İbn Şihab, Said b. el-Müseyyeb, Ebu'r-Rabi' ez-Zehranı, Ebu Muravih ve eş-Şeybani'den, o Velid b. el-Ayzar'dan, o Sa'd b. Iyas Ebu Amr eş-Şeybani'den ve ayrıca Ebu Ya'fur geçmektedir. Hadislerin Lafızları İle İlgili Açıklamalar: "Mebrur hac" Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Şemir dedi ki: Bu hiçbir günahın kendisine karışmadığı hacdır. Yeminini bozmayacak olursa, aynı şekilde satışında aldatmayacak olursa da bu kök kullanılır. Mebrurun kabul edilen anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Harbi dedi ki: Be harfi ötreli olarak: "Cr. ~) Haccın mebrur olsun" denilir. Be harfi fethalı olarak da: "(~ .uı\..r.) Haccını Allah mebrur kılsın" denilir. Haccın makbul ve ecir kazanmış olarak dönmüş olasın (anlamında bir dua)dır. Hadis-i şerifte de: "Mebrur hac, yemek yedirmek ve güzel söz söylemektir" buyurulmuştur. Buna göre bu da güzel iş yapmak demek olan am el türündendir. Anne babaya ve müminlere bin ile (iyilikle) davranmak da buradan gelmektedir. Mebrurun yüce Allah için ihlasla ve doğrulukla yapılan amel anlamında olması da mümkündür. Kadı lyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir. Mebrur hac Kabul edilen hacdır, diyenlerin açıklamaları bir amelin kabul olduğu bilinemez gerekçesi ile açıklanması zor görülebilir. Bunun cevabı da hacdan sonra daha çok hayır yapması kabulün alametlerindendir, diye verilmiştir. "Sahiplerine göre en değerli olanları" daha üstün ve daha iyi kabul edilenleri demektir. Esmaı "nefis bir mal" ifadesi beğenilen mal demektir. Allah Rasulünün: "Bir iş yapan kimseye yardım yapamayana sen yaparsın" buyruğunda geçen "el-ahrak: bir iş beceremeyen, bir sanat sahibi olmayan, iş yapamayan" demektir. Herhangi bir sanatı olmayan bir erkek için "ahrak", kadın için de "harka" denilir. Eğer adam maharetli bir sanatkar ise "raculün sana''', kadın için de "imraatun sanna" denilir. Rivayetlerin birinde "bir iş yapan" anlamındaki lafız elif, lam'sız geldiği halde diğerinde elif, lam'lı olarak "sa'na': iş yapan" şeklinde gelmiştir. Her iki rivayette sanattan gelmek üzere sad harfi ile rivayet edildiği gibi, kaybolmak demek olan (t..~I)'den gelen bir kelime olarak "daı" olarak da rivayet edilmiştir. Ancak alimlere göre sahih olan sad harfi ile rivayetidir fakat dat ile rivayet daha çoktur. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu lafızda bizim Hişam yoluyla rivayetimiz ilk olarak dat harfi iledir. Dolayısıyla bu lafız muayyen olarak (WW) kaybolmuş lafzıdır. Diğer rivayette de bu şekildedir. Buna göre bizim Müslim'den bize kadar ulaşan bütün rivayet yollarımızda Hişam ve ez-Zührı yoluyla gelen hadis muayyen olarak bu lafızia gelmiş bulunmaktadır. Ancak Ebu'l-Feth eşŞaşi'nin, Abdulgafir el-Farisi'den rivayeti müstesnadır. Hocamız Ebu Bahr bize kendisinden her iki yerde de sad harfi ile tahdis etmiştir. Bir iş yapamayan anlamındaki "el-ahrak"ın karşıtı olması bakımından doğru ifade bu olmalıdır. Anlam itibariyle kaybolmuş birisine yardımcı olmak doğru olsa bile burada rivayet Hişam'dan sad harfi ile (sani': iş yapan şeklinde) sahih olarak gelmiştir. Biz bunu Buhari'nin Sahihinde de böylece rivayet etmişizdir. İbnu'l-Medini dedi ki: ez-Zühri de bunu sanat sahibi anlamında sad harfi ile "es- sani'" diye rivayet etmektedir. Alimlerin görüşlerine göre bu kelimeyi dat harfi ile kaybolmuş anlamında tashif yapıp değiştiren Hişam'dır. Darakutni de Ma'mer'den naklen dedi ki: ez-Zührı, Hişam tashif yapmıştır, derdi. Darakutni dedi ki: Hişam'ın rivayetinde: "Bir iş yapana yardım edersin" lafzı sad ve nun iledir. İki hafız Ebu Amir el-Abderi ile Ebu'l-Kasım b. Asakir' in asıllarında da böyledir. Esasında sahih olan da budur fakat Hişam b. Urve'nin rivayetinde böyle değildir. Onun rivayetinde bu kelime (iş yapan anlamındaki sani' kelimesi) dat iledir. Müslim'in bundan başka yoldan gelen rivayetinde Hişam'ın bu rivayeti bu şekilde kaydedilmiştir. ez-Zührl'den gelen diğer rivayette ise "iş yapana yardım edersin" rivayeti ise sad iledir, bu da aynı şekilde ez-Zühri'den mahfuz olarak gelmiştir. Hişam'ın da tashif yaptığını ifade ederdi. (İbnu's-Salah devamla) dedi ki: Kadı Iyaz da (2/75) bunun Müslim'in kitabını rivayet edenlerin naklettiği üzere ez-Zührl'nin rivayetinde dat ile olduğunu, bundan tek istisnanın Ebu'l-Feth es-Semerkandi'nin ki olduğunu zikretmektedir. (İbnu's-Salah) dedi ki: Fakat durum bizim Müslim'in kitabı ile ilgili asıllarımızın rivayetinde onun naklettiği şekilde değildir. Hepsinde ez-Zühd'nin rivayetinde sad ile kayıtlı bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. ''Ana babaya iyilik" onlara iyilikte bulunmak, onlara güzel davranmak, onları memnun edecek işler yapmak demektir. Sahih hadiste belirtildiği üzer~ onların arkadaşlarına iyilik yapmak da bunun kapsamı içerisindedir: "Şüphesiz ki bir kimsenin babasının sevdiği kimseleri gözetmesi, iyiliğin en iyilerindendir. " Birr (iyilik)in zıttı ise 'ukuk (kötü davranmak) dur. Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra bunun da açıklaması gelecektir. Dilciler der ki: Birr ile davranan iyi kimseye "berr ve barr" denilir. Berr'in çoğulu da ebrar, barr'ın çoğulu ise berere diye gelir. "Ona acıdığım için daha fazla sormayı bıraktım." Onu daha çok yormamak için, ona ağır gelmemesi için, ona şefkatimden böyle yaptım, demektir. Allah en iyi bilendir. Ricalinin isimlerine gelince, Ebu Hureyre'nin adı sahih olan görüşe göre Abdurrahman b. Sahr'dır. Açıklaması daha önce geçti. Ebu Zerr'in adı hakkında ihtilaf edilmiştir, daha meşhur olan Cündüb (Cündeb de söylenebilir) b. Cunade olduğudur. Adının Bureyr olduğu da söylenmiştir. Mansur b. Ebu Muzahim'in isminde "Muzahim" ze ve ha iledir. Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde bu surette bulunan bütün isimler bu şekilde za ve ha ile "Muzahim" şeklindedir. İsim olarak re ve cim ile "Muracim" ismi de geçmektedir ki el-Avvam b. Muracim bunlardan birisidir. Burada geçen Mansur'un babasının künyesi olan Ebu Muzahim'in adı ise Beşir'dir. İbn Şihab daha önce birkaç defa geçmişti. Adı Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab'dır. İbnu'l-Museyyeb de aynı şekilde birkaç defa geçmişti. Meşhur olanın Müseyyeb'in ye harfinin fethalı olduğudur. Kesreli okunduğu da söylenmiştir. Ebu'r-Rabi ez-Zehranl'nin adı daha önce geçtiği gibi Süleyman b. Davud'dur. Ebu Muravih' e gelince, İbn Abdilberr dedi ki: Sika olduğunu icma ile kabul etmişlerdir ama ismine vakıf olunmamıştır. İsmi künyesidir. Şu kadar var ki Müslim b. el-Haccac onu et-Tabakat'ında sözkonusu etmiş ve adı Sad'dır demiştir. Künyeler arasında onu sözkonusu ettiğinde ise adını zikretmemiştir. Nispeti itibariyle el-Gıfari olduğu söylendiği gibi, el-leysi olduğu da söylenir. Ebu Ali el-Gass2mi ise el-Gıfari sonra el-leysi nispetlidir. Velid b. el-Ayzar'dan rivayet nakleden eş-Şeybani'ye gelince, bu da Ebu İshak Süleyman b. FeyrCız el-KCui'dir. Ebu Ya'fur'un adı Abdurrahman b. Ubeyd b. Nistas es-Sa'lebi eı-Amiri elBekkari' dir. el-Bikari diye de söylenir. el- Bekkari el-KCıf! de söylenir. "Nistas" ismi munsarıf değildir. Burada geçen Ebu Ya'fur, "el-Asğar" vasıflıdır. Yine Müslim bunu aynı şekilde RükCıda tatbik babında da zikretmiş bulunmaktadır. Diğer kaynakların ravileri arasında ise Ebu Ya'fur el-Ekber el-Abdi el-KCıfi vardır. Tabiindendir, adı Vakid'dir (2/76). Vakdan olduğu da söylenmiştir. Müslim de bunu aynı zamanda Vitir namazı babında zikretmiş, isminin Vakid, lakabının da Vakdan olduğunu belirtmiştir. Yine kaynaklarda Ebu Ya'fur diye anılan üçüncü bir şahıs daha vardır ki bunun da adı Abdurrahman b. Ya'fur el-Cu'f! el-Basri' dir. Kendisinden Kuteybe, Yahya b. Yahya ve daha başkaları rivayet nakleder. Burada Ya'fur'un adı geçen üç babası da sikadır. Velid b. el-Ayzar'ın adı ise ayn harfi elif'ten önce ze sonrasında da re iledir. Müslim (rahimehullah)'ın (247): "Bize Ma'mer, ez-Zühri'den haber verdi... Ebu Muravih'den, o Ebu Zerr'den" senedinde isnad inceliklerinden bir incelik bulunmaktadır. O da bu senette tabiinden biri diğerinden rivayet nakleden dört tabiinin bir arada bulunmasıdır. Bu dört kişi de ez-Zühri, Habib, Urve ve Ebu Muravih' dir. Bunlardan ez-Zühri, Urve ve Ebu Muravih tanınan tabiin şahsiyetlerdir. Urve'nin azatlısı Habib'e gelince o da Ebu Bekr es-Sıddık (r.a.)'ın kızı Esma (r.anha)'dan rivayet nakletmiştir. Muhammed b. Sa'd dedi ki: Urve'nin azatlısı olan bu Habib Umeyye oğulları yönetiminin son zamanlarında vefat etmiştir. Dolayısıyla bununla birlikte Esma' dan da rivayet nakletmiş olmasının zahirinden anlaşıldığı üzere o hem Esma'ya yetişmiştir, hem de ondan başka diğer sahabilere de yetişmiştir. Böylelikle tabiinden olur. Allah en iyi bilendir. Hadislerin Anlamları ve Fıkhi Hükümleri Bu hadislerin bu anlamda gelmiş diğer hadislerle birlikte anlaşılmaları zor gelebilir çünkü Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste en faziletli amelin, Allah'a iman sonra cihad sonra hac; Ebu Zerr'in rivayetinde iman ve Cihad, İbn Mesud'un rivayetinde namaz sonra anne babaya iyilik sonra cihad olduğunu sözkonusu etmiştir. Daha önce Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiği hadiste de: "İslam'ın hangi ameli hayırlıdır" sorusuna Allah Rasulü: "Yemeği yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir" buyurduğu geçmişti. Ebu Musa ve Abdullah b. Amr'ın rivayet ettikleri hadiste: Müslümanların hangisi hayırlıdır sorusuna da: "Müslümanlann dilinden ve elinden esen kaldığı kimsedir" buyurmuştur. Osman (r.a.)'dan rivayet edilen sahih hadiste de: "En hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve onu öğretendir" ve buna benzer sahihte pek çok hadis daha vardır. İlim adamları bu hadislerin bir arada nasıl anlaşılacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Pek büyük imam Ebu Abdullah el-Halim! eş-Şafii, hocası imam ve büyük ilim adamı sağlam dirayetli Ebu Bekr el-Kaffal el-Şaşi el-Kebir' den -ki bu bizim mezhebimize mensup Horasanlı müteahhir alimlerimizin kitaplarında adı geçen el-Kaffal es-Sağir el-Mervezi'den başka birisidir- naklederek el-Halimi şunları söylemektedir: el-Kaffal benim çağının alimleri arasında karşılaştığım en alim kişidir. O bu gibi hadisleri iki şekilde anlamıştır: 1- Bu durumların ve kişilerin farklılıklarına göre verilen farklı cevaplardan ibarettir. Çünkü eşyanın en hayırlı olanı budur, denilmekle birlikte bütün yönlerden, bütün durumlarda ve şahıslar için her şeyin en hayırlısının o olduğu kastedilmeyebilir. Aksine bu hayırlılık kimi halde ve durumda böyle olsa da başkalarında böyle değildir. Buna da çeşitli rivayetleri tanık olarak göstermiştir. Bunlardan birisi İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiği Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şu buyruğudur: "Hac etmemiş kimse için bir defa hac etmek kırk gazaya katılmaktan üstündür. Hac etmiş kimse için de bir gazaya katılmak kırk defa hac etmekten üstündür." 2- Bundan amellerin en faziletlilerinden birisi yahut en hayırlılarından birisi yahut sizin en hayırlılarınızdan birisi şunu yapandır demek olabilir. Burada kastedilmekle birlikte "kişi" lafzı hazfedilmiştir. Nitekim filan kimse insanların en akıllı ve en faziletli olanlarıdır. (2/77) denilmekle birlikte en akıllılarından ve en faziletlilerinden olan kimse kastedilir. İşte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "En hayırlınız ailesine en hayırlı olanınızdır" buyruğu da bu türdendir. Böyle bir kimsenin kayıtsız ve şartsız olarak insanların en hayırlısı olamayacağı bilinen bir husustur. Alim bir kimseye insanlar arasında en az rağbet gösterenler onun komşularıdır, sözleri de bu türdendir. Halbuki başkaları arasında kendisine alimden daha da az rağbet gösterenler de olabilir. el-Kaffal (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Bu ikinci açıklamaya göre iman kayıtsız ve şartsız olarak amellerin en faziletlisi olur, diğerleri ise amellerin ve hallerin en faziletlileri arasında olmak bakımından birbirlerine eşit olurlar. Bundan sonra ise birinin diğerine üstünlüğü buna delil olan delaletlerle anlaşılır ve durumların ve şahısların farklılığına göre de farklılık gösterir. Soru: Bu rivayetlerin bazılarında en faziletlileri şudur sonra şudur denilerek "sonra" lafzı getirilmiştir. Bu laflZ ise sıralamayı bildirmek için kullanılır. Cevap: Burada "sonra" lafzı sözkonusu edilişIerindeki bir sıralama içindir. Yüce Allah'ın: "O sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O kul azad etmektir yahut açlığın çok olduğu bir günde yemek yedirmektir. Akrabalığı olan bir yetime yahut topraklara düşmüş bir yoksula. Bundan sonra da iman edenlerden ... olmasıdır." (el-Beled, 12-17) Bilindiği gibi burada "sonra" iman fiilinin sırasını anlatmak için değildir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Deki: Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik edin, yoksulluk endişesinden dolayı çocuklarınızı öldürmeyin ... " (En'am, 151-153) buyurduktan sonra: "Sonra biz Musa'ya kitabı verdik." (En' am, 154) buyurmaktadır. Yüce Rabbimizin: '1\ndolsun ki sizi yarattık, sonra size şekil verdik sonra da meleklere: Adem'e secde edin dedik." (!\raf, 11) buyruğu da böyledir. Bunun benzerleri pek çoktur. Yine bu hususta şu beyiti de örnek gösterirler: "Sen efendi ve baş olana sonra babası baş olana Sonra bundan önce dedesi de baş olana deki:" Kadı Iyaz da bu gibi hadislerin bir arada iki türlü anlaşılabileceğini sözkonusu etmiştir: 1- Bunların biri az önce naklettiğimiz iki yoldan birincisine yakın bir açıklamadır. Şöyle diyor: Durumların değişmesi dolayısıyla verilen cevap da farklılık göstermiştir, diye açıklanmıştır. Bu sebeple o her bir gruba kendileri için ihtiyaç olan şekilde cevap vermiştir yahut henüz tamamlamadıkları ve ona dair bilginin kendilerine ulaşmadığı hususları söylemiştir. 2- Cihadı haccın önüne geçirmesinin sebebi İslam'ın ilk dönemlerinde İslam düşmanları ile savaşıldığı ve İslam'ın üstün gelmesi için gayret gösterilmesi gerektiği bir zamanda bulunulmasından dolayı idi. et-Tahrir sahibi bu ikinci açıklamayı sözkonusu etmiş, ayrıca bir başka açıklama daha dile getirerek "sonra" bir sıralamayı gerektirir fakat bu Arap dilbilginleri ve usul alimleri nezdinde şaz bir görüştür, demiştir. Sonra et-Tahrir sahibi şunları söyler: Doğrusu bunun, savaşa mecbur eden bir halolan düşmanın saldırması ve umumi seferberlik zamanındaki cihad hakkında yorumlanmasıdır. İşte böyle bir zamanda cihad herkese farzdır. Durum böyle olduğuna göre elbette hacca göre cihadın öne alınması ve daha çok teşvik edilmesi gerekir çünkü cihadda Müslümanların genel masIahatı vardır. Ayrıca böyle bir durumda cihad hacdan farklı olarak farz-ı ayndır ve yapılması gereken zamanı da sınırlıdır. Allah en iyi bilendir. (244) "Ona, hangi am el daha faziletlidir, diye sorulunca, O: ''Allah'a ve Rasulüne imandır" buyurdu." Bu cevapla amelin iman hakkında kullanılacağını ve amel ile imanın kastedilebileceğini açıkça ifade etmektedir. Allah en iyi bilendir. Burada sözü edilen iman kendisiyle İslam dinine girilen imandır. Bu ise kalbiyle tasdik ve şaha.det kelimelerini söylemektir. Tasdik etmek kalbin amelidir, söylemek ise dilin amelidir. Burada diğer organlarla yapılan ameller imanın kapsamına girmez. Oruç, namaz, hac, cihad ve benzeri ameller gibi. (2/78) Çünkü cihadı ve haccı da ayrıca sözkonusu etmiş bulunmaktadır. Ayrıca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Allah'a ve Rasulüne imandır" diye cevap vermiştir. Ameller ile ilgili olarak ise bu söylenemez. Bununla beraber böyle olması sözü geçen am ellere iman adının verilmesine de engel değildir, bunun delillerini de daha önceden açıklamış bulunmaktayız. (246) Köleler ile ilgili olarak "sahiplerine göre en değerlileri ve en pahalı olanları" buyruğundan kasıt -Allah en iyi bilendir- şudur: Eğer tek bir köleyi hürriyetine kavuşturmak istiyorsa bu böyledir fakat mesela bin dirhemi bulunup, onunla daha az değerli iki köle de alabilir, değerli tek bir köle de alabilir. Bu durumda iki köle -kurbanlıktakinin aksine- daha faziletlidir çünkü semiz bir koyunu kurban etmek ondan daha az semiz iki koyun kurban etmekten daha faziletlidir. Mezhep alimlerimizden Beğavi (rahimehullah) et-Tehzib'de bu iki meseleyi benim de kaydettiğim şekilde zikrettikten sonra şöyle söylemektedir: Şafii (r.a.) kurbanlık hakkında şöyle demiştir: Sayıca az olmakla birlikte, değerin çokluğunu, değeri az olmakla birlikte, sayının çokluğundan daha çok severim. Köleyi hürriyetine kavuşturmakta ise değerin azlığı ile birlikte sayının çok olmasını, sayının azlığı ile birlikte değerin çokluğundan daha çok severim çünkü kurbanlıkta kasıt ettir, semiz olanın eti daha bol ve daha hoştur, köleyi hürriyetine kavuşturmaktan maksat ise kişinin durumunu, eksikliğini giderip kemale erdirmek ve onu köleliğin zilletinden kurtarmaktır. Bir topluluğu bu şekilde kurtarmak, tek bir kişiyi kurtarmaktan daha faziletlidir. Allah en iyi bilendir. Hadisten Anlaşılan Hükümler Hadisten çıkartılacak hükümlere gelince: 1- Namazın vaktinde kılınmasına dikkat ve özen gösterilmesine teşvik vardır. 2- Namaz adına ihtiyat ve vaktinde kılınması için eli çabuk tutmak özelliğinden ötürü namazın ilk vaktinde kılınmasının müstehap olduğu buradan çıkartılabilir. 3- Soru sorarken güzel bir üslup kullanmak gerekir. 4- Müftü ve öğretmen kendisinden fetva soran yahut öğrettiği kimseye karşı sabırlı olmalı, onun çokça soru sormasına ve açıklama istemesine tahammül göstermelidir. 5- Öğrenci hocasına yumuşak davranmalı, onun maslahatlarını göz önünde bulundurmalı, ona şefkat göstermelidir çünkü (Abdullah b. Mesud): Ona daha fazla sormayışımın sebebi ona şefkat göstermemdi, demiştir. 6- "Lev: Eğer" lafzını kullanmak caizdir çünkü "ona daha fazla sorsaydım, o da bana daha fazlasını söyleyecekti" demiştir. 7 - Bir kimsenin meydana gelmemiş bir olay hakkında eğer olsaydı şöyle olurdu diye haber vermesi caizdir çünkü Abdullah b. Mesud: Ona daha fazlasını sorsaydım, o da bana daha fazlasını söyleyecekti, demiştir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebi Şeybe ve İshak b. İbrahim tahdis etti. İshak: Bize Cerir haber verdi, dedi. Osman da: Bize Cerir tahdis etti, dedi. O Mansur'dan, o Ebu Vail'den, o Amr b. Şurahbil'den, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Allah nezdinde en büyük günah hangisidir, dedim. O: Seni yaratan Allah olduğu halde ona eş koşmandır" buyurdu. Ona: Şüphesiz ki o pek büyüktür, dedim sonra hangisidir diye ekledim. Şöyle buyurdu: "Seninle beraber yemek yer korkusuyla çocuğunu öldürmendir." Sonra hangisidir dedim. Allah Rasulü: "Sonra da komşunun helali ile zina etmendir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 4207, 4473, 5655, 6426, 6468, 7094; Ebu Davud, 2310; Tirmizi, 3182; Nesai, 4024; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebi Şeybe ve İshak b. İbrahim tahdis etti. Hepsi Cerir'den diye nakletti. Osman dedi ki: Bize Cerir, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Vail'den, o Amr b. Şurahbil'den şöyle dediğini nakletti: Abdullah dedi ki: Bir adam: Ey Allah'ın Rasulü, Allah nezdinde hangi günah daha büyüktür, dedi. Allah Rasulü: ''Allah'a seni yaratan o olduğu halde eş koşmandır" buyurdu. Sonra hangisidir dedi. Allah Rasulü: "Seninle birlikte yemek yer korkusuyla çocuğunu öldürmendir" buyurdu. Adam: Sonra hangisidir dedi. Allah Rasulü: "Komşunun helali ile zina etmendir" buyurdu. Aziz ve celil Allah bunu tasdik etmek üzere: "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler, zina da etmezler. Kim bunları işlerse o günah(ları) ile karşılaşır." (Furkan, 68) buyruğunu indirdi.6°O

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Amr b. Muhammed b. Bukeyr b. Muhammed en-Nakid tahdis etti. Bize İsmail b. Uleyye, Said el-Cureyri'den tahdis etti. Bize Abdurrahman b. Ebu Bekre babasından şöyle dediğini tahdis etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanında idik. Üç defa: "Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi? Allah'a ortak koşmak, anne babaya karşı gelmek, yalan şahitlik etmek -yahut yalan söz söylemek-" buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaslanırken oturuverdi. Bunu o kadar çok tekrar etti ki biz, keşke sussa, dedik. Diğer tahric: Buhari, 2511, 5631, 5918, 6521; Tirmizi, 1901,2299,3019; Tuhfetu'l-Eşraf, 11679 NEVEVİ ŞERHİ 90.sayfa’da DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yahya b. Habib el-Hârisi rivayet etti. (Dediki): Bize Hâlid —ki İbnü'l Haîris'dir— rivayet elti. (Dediki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dediki): Bize Ubeydullah b..Ebi Bekir, Enes'den, o da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den büyük günahlar hakkında şöyle buyurduğunu nakletti: "Allah'a ortak koşmak, anne babaya itaatsizlik etmek, canı öldürmek ve yalan söylemek. " Diğer tahric: Buhari, 2510, 5632, 6477; Tirmizi, 1207,3018; Nesai, 4021; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Mııhammed b. el-Velid b, Abdilhamid rivayet etti. (Dediki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki); Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Bana Ubeydullah b. Ebî Bekir rivayet etti. Dedi ki: Enes b. Mâlik'i dinledim. Şunları söyledi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) büyük günahları sözkonusu etti -ya da: ona büyük günahlar hakkında soru soruldu.- O da şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, canı öldürmek, anne babaya itaatsizlik etmek." Ayrıca: "Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?" buyurdu ve: "Yalan söz söylemek -yahut- yalan şahit/ik etmek" dedi. Şube dedi ki: Ağır basan zannıma göre o "yalan şahitlik" dedi. Tahric bilgisi 256 nolu hadis ile aynı DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 90.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harun b. Said el-Eyli rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb rivayet etti. Dediki: Bana Süleyman b. Bilâl, Sevr b. Zeyd'den, o da Ebu'l-Gays'dan o da Ebu Hureyre'den Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet eyledi: "Helak edici yedi günahtan uzak durun" buyurdu. Ey Allah'ın Resulü, onlar hangileridir, diye soruldu. O: "Allah'a ortak koşmak, sihir, hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmek, yetimin malını yemek, faiz yemek, savaş günü arkasını dönüp kaçmak, hiçbir şeyden habersiz iffetli mümin kadınlara iftirada bulunmak" diye cevap verdi. Diğer tahric: Buhari, 2766, 5764 -muhtasarı-, 6857; Ebu Davud, 2874; Nesai, 3673; Tuhfetu'l- Eşraf, 12915 DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 90.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dediki) Bize Leys İbnü'l-Hâd'dan, o da Sa'd b. İbrahim'den, o da Humeyd b. Abdirrahnıan'dan, o da Abdullah b. Amr b. As'dan rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kişinin anne babasına sövmesi büyük günahlardandır. " Ashab: Ey Allah'ın Resulü, hiç kimse anne babasına söver mi, dediler. O: "Evet, başka bir adamın babasına söver, o da onun babasına söver. Annesine söver, o da onun annesine söver" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 5628; Ebu Davud, 5142 -benzeri-; Tirmizi, 1902; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar hep birlikte Muhammed b. Cafer'den tahdis etti, o Şube'den (H) Bana Muhammed b. Hatim de tahdis etti. Bize Yahya b. Said tahdis etti, bize Süfyan tahdis etti. Her ikisi (Şube ve Süfyan) Sa'd b. İbrahim'den bu isnatla hadisi aynen nakletti. 255 – 260 HADİSLER İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna, Muhammed b. Beşşar ve İbrahim b. Dinar -birlikte- Yahya b. Hammad'dan tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bana Yahya b. Hammad tahdis etti. Bize Şu'be, Eban b. Tağlib'den haber verdi. O Fudayl el-Fukayml'den, o İbrahim en-Nehal'den, o Alkame'den, o Abdullah b. Mes'ud'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan bir kimse cennete girmez. " Bir adam: Kişi elbisesinin güzel, ayakkabısının güzel olmasını sever(se) durumu nedir, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçümsemektir" buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 1999; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Mincab b. Haris et-Temimi ve Suveyd b. Said'in her birisi Ali b. Mushir'den tahdis etti. Mincab dedi ki: Bize İbn Mushir, A'meş'ten haber verdi. O İbrahim'den, o Alkame'den, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman bulunan hiçbir kimse cehenneme girmeyecek, kalbinde hardal tanesi ağırlığınca kibir bulunan bir kimse cennete girmeyecek. " Diğer tahric: Ebu Davud, 4091; Tirmizi, 1998; İbn Mace, 59; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Beşşar da tahdis etti. Bize Ebu Davud tahdis etti. Bize Şu'be, Eban b. Tağlib'den tahdis etti. O Fudayl'den, o İbrahim'den, o Alkame'den, o Abdullah'tan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan bir kimse cennete girmez." Diğer tahric: Tirmizi, 1999; Tuhfetu'l-Eşraf, 9444 261 – 263 HADİSLER İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize babam ve Veki' A'meş'den tahdis etti. O Şakik'den, o Abdullah'tan -Veki' rivayetinde Abdullah'ın-: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dedi (diye rivayet etti). İbn Numeyr de (Abdullah): Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim (diye naklettiğini) söyledi: "Kim Allah'a bir şeyi ortak koşarak ölürse, cehennem'e girer." (Abdullah dedi ki): Ben de derim ki: Kim Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ölürse cennete girer. Diğer tahric: Buhari, 1181,4227, 6305; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Süfyan'dan, o Cabir'den şöyle dediğini nakletti: Bir adam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Ey Allah'ın Resulü, gerektirici iki şey nedir, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ölürse cennete girer. Kim de Allah'a bir şeyi ortak koşarak ölürse cehenneme girer." Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana (2/14a) Ebu Eyyub el-Ğaylami, Süleyman b. Ubeydullah ve Haccac b. eş-Şair de tahdis edip dediler ki: Bize Abdulmelik b. Amr tahdis etti. Bize Kurra, Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. Bize Cabir b. Abdullah tahdis etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Kim Allah'ın huzuruna ona hiçbir şeyi ortak koşmaksızın çıkarsa cennete girer. Kim de onun huzuruna ortak koşarak çıkarsa cehenneme girer." Ebu Eyyub dedi ki: Ebu'z-Zubeyr (bize tahdis etti, demeyip) Cabir'den diye rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'!-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. Mansur da tahdisetti. Bize Muaz -ki o ibn Hişam'dır haber verdi. Bana babam Ebu'z-Zubeyr'den tahdis etti. O Cabir'den rivayet ettiğine göre, Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu deyip, hadisi aynen nakletti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2980 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Vasıl el-Ahdeb'den tahdis etti. O el-Ma'rur b. Suveyd'den şöyle dediğini nakletti: Ebu Zerr'i, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurdu diye tahdis ederken dinledim: "Cebrail (aleyhisselam) bana geldi ve ümmetimden Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ölen bir kimse cennete girer diye müjde verdi. Ben: ''Zina da etse, hırsızlık da etse de mi dedim. O: Zina da etse, hırsızlık da etse dedi. " Diğer tahric: Buhari, 1180, 7lH9 -muhlasar olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb ve Ahmed b. Hiraş tahdis edip dediler ki: Bize Abdussamed b. Abdulvaris tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bana Huseyn el-Muallim, İbn Bureyde'den tahdis ettiğine göre Yahya b. Ya'mer kendisine şunu tahdis etti: Ebu'l-Esved ed-Dill'nin kendisine tahdis ettiğine göre Ebu Zerr kendisine tahdis edip dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittim, uyuyordu. Üzerinde beyaz bir elbise vardı, sonra (tekrar) yanına gittim, onun uyumakta olduğunu gördüm. Sonra onun yanına gittiğimde uyanmıştı. Yanına oturdum, şöyle buyurdu: "La ilahe illallah deyip de sonra bu hal üzere ölen her bir kul mutlaka cennete girer. " Ben: Zina da etse, hırsızlık da etse de mi, dedim. O: "Zina da etse, hırsızlık da etse" buyurdu. Ben: Zina da etse, hırsızlık da etse de mi, dedim. O: "Zina da etse, hırsızlık da etse" buyurdu. (Bu konuşmamız) üç defa tekrardan sonra dördüncüsünde: "Ebu Zerr'in burnu yere sürtünse dahi" buyurdu. (Ebu'l-Esved) dedi ki: Bunun üzerine Ebu Zerr: Ebu Zerr'in burnu yere sürtünse dahi, diyerek dışarı çıktı. Diğer tahric: Buhari, 5489; Tuhfetu'I-Eşraf, 11930 264 – 269 HADİSLER İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Leys tahdis etti. (H) Bize Muhammed b. Rumh da tahdis etti -ki lafızlar birbirine yakındır.- Bize Leys, İbn Şihab'dan haber verdi. O Ata b. Yezid el-Leysi'den, o Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hiyar'dan, o Mikdad el-Esved'den rivayet ettiğine göre kendisine şöyle dediğini haber vermiştir: Ey Allah'ın Resulü ne dersin kafirlerden bir adamla karşılaşsam, benimle çarpışsa, kılıçla ellerimden birini vurup kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığınsa, arkasından da: Allah için ben Müslüman oldum dese, o bu sözü söyledikten sonra onu öldürebilir miyim, ey Allah'ın Resulü? Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, onu öldürme" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Resulü, ama o önce benim elimi kesti. Onu kestikten sonra bu sözü söyledi, onu öldüreyim mi, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hayır, onu öldürme. Onu öldürecek olursan o vakit o, sen kendisini öldürmeden önceki senin konumunda olur ve sen de söylediği o sözden önceki onun konumunda olursun. " Diğer tahric: Buhari, 3794, 6472; Ebu Davud, 2644; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim ve Abd b. Humeyd tahdis edip dediler ki: Bize Abdurrezzak haber verip dedi ki: Bize Ma'mer haber verdi. (H) Bize İshak b. Musa el-Ensari de tahdis etti. Bize Velid b. Müslim, el-Evzal'den tahdis etti. (H) Bize Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize İbn Cureyc haber verdi. Hepsi ez-Zührl'den bu isnat ile bu hadisi rivayet etti. Ama İbn Cureyc ve el-Evzai hadisi rivayetlerinde -el-Leys'in hadisinde dediği gibi-: "Allah için teslim oldum" diye rivayet etti. Ma'mer ise hadisi rivayetinde: Ben onu öldürmek için harekete geçince, o la ilahe illallah dedi, (dese), dedj

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmele b. Yahya da tahdis etti. (2/16a) Bize İbn Vehb haber verdi, bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi. Bana Ata b. Yezid elleysi -sonra da el-Cundai nispetli- 'nin tahdis ettiğine göre Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hiyar kendisine şunu haber vermiştir: Zühre oğulları ile antlaşmalı olup, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte de Bedir'e katılmış olanlardan bir kişi olan Mikdad b. Amr b. Esved el-Kindi dedi ki: Ey Allah'ın Resulü ne dersin kafirlerden bir adamla karşılaşsam ... Sonra hadisi el-Leys'in hadisi ile aynen zikretti. NEVEVİ ŞERHİ 97.sayfada. DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Halid-i Ahmer rivayet eyledi. H. Bize Ebu Kureyb ile İshak b. İbrahim de, Ebu Muaviye'den, bunların ikisi de A'meş'den, o da Ebu Zıbyan'dan, o da Usame b. Zeyd'den -bu hadisin İbn Ebu Şeybe tarafından rivayet edilen şeklidir- şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi bir seriyye (askeri birlik) ile birlikte gönderdi. Cuheyne (toprakları)ndan el-Hurukat'a (2/16b) bir sabah baskını yaptık. Bir adama yetiştim, hemen la ilahe illallah, deyiverdi. Ben ise ona (mızrağımı) sapladım fakat bundan dolayı içime bir rahatsızlık düştü. Durumu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e söyleyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O Ia ilahe illallah dediği halde sen onu öldürdün mü" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Resulü, o bu sözü ancak silah korkusu ile söylemişti, dedim. Allah Resulü: "Sen bu sözü söyleyip, söylemediğini bilmek için neden kalbini açmadın" buyurdu. Allah Resulü bu sözü bana o kadar tekrar edip durdu ki, keşke o gün Müslüman olsaydım, diye temenni ettim. Bunun üzerine Sa'd: Allah'a yemin ederim ki ben -Usame'yi kastederekşu büyük göbekli kişi öldürmedikçe hiçbir müslümanı öldürmem, dedi. Sonra bir adam: Aziz ve celil Allah: "Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın." (Enfal, 39) buyurmuyor mu, dedi. Sa'd dedi ki: Evet, biz hiçbir fitne kalmayıncaya kadar savaştık ama sen ve arkadaşların ise fitne olsun diye savaşmak istiyorsunuz (2117a) dedi. Diğer tahric: Buhari, 4021, 6478; Ebu Davud, 2643; Tuhfetu'l-qraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yakub b. İbrahim ed-Devraki tahdis etti. Bize Huşeym tahdis etti. Bize Husayn haber verdi. Bize Ebu Zabyan tahdis edip dedi ki: Ben Usame b. Zeyd b. Harise'yi tahdis ederken dinledim. Dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizi Cuheyne'den el-Huraka üzerine gönderdi. Biz de onlara sabah vakti bir baskın yaptık ve onları bozguna uğrattık. Ensardan bir adamla birlikte onlardan bir adama yetişti k. Onun karşısında durunca o: La ilahe illallah, deyiverdi. Ensardan olan kişi ona ilişmedi. Ben ise ona mızrağımı sapladım ve sonunda onu öldürdüm. (Medine'ye) döndüğümüzde bu olay Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e de ulaştı. Bana: "Ey Usame! Onu, la ilahe illallah dedikten sonra mı öldürdün" buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Resulü, o bununla ancak canını kurtarmak istemişti, dedim. O: "Sen Onu la ilahe illallah dedikten sonra mı öldürdün" buyurdu. (Usame) dedi ki: Bu sözü bana o kadar tekrar edip durdu ki, (2/17b) keşke o günden önce Müslüman olmasaydım, diye temenni ettim.21 DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 97.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ahmed b. Hasen b. Hiraş tahdis etti. Bize Amr b. Asım tahdis etti. Bize Mu'temir tahdis etti. Babamı şöyle tahdis ederken dinledim: Safvan b. Muhriz'in kardeşinin oğlu Halid el-Esbec, Safvan b. Muhriz'den şunları söylediğini tahdis etti: Cundeb b. Abdullah el-Becel!, İbn ez-Zubeyr fitnesi zamanında As'as b. Selame'ye (birisini) gönderip şöyle dedi: Benim için kardeşlerinden (yakın arkadaşlarından) birkaç kişi topla da onlara hadis nakledeyim. O da onlara bir haberci gönderdi. Bir araya gelip, toplandıktan sonra Cundeb de üzerinde sarı bir bornoz olduğu halde geldi. Ne konuşuyor idiyseniz, onu konuşmaya devam edin, dedi. Nihayet söz döndü, dolaştı. Söz söyleme sırası kendisine gelince başından bornozu açarak dedi ki: Ben sizin yanınıza nebinizden size haber vermek isteyerek gelmedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müslümanlardan bir birliği müşriklerden bir kavim üzerine göndermişti. Bunlar birbirleriyle karşılaştılar. Müşriklerden bir adam vardı ki Müslümanlardan birisine kastetmek istedi mi onun üzerine gidip onu öldürebiliyordu. Müslümanlardan bir adam da bu kişinin gafil bir zamanını yakaladı. Bize anlatıldığına göre bu kişi Usame b. Zeyd imiş. Usame ona kılıcını kaldırınca adam, la ilahe illallah dediği halde onu öldürmüştü. Müjdeci Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi (ona zafer müjdesini verdikten sonra Allah Resulü) ona sordu. O da kendisine (olanları) haber verdi. Nihayet ona o adamın nasıl bir iş yaptığını da haber verdi. Allah Resulü onu (Usame'yi) çağırıp ona: "O adamı niçin öldürdün" diye sordu. Usame: Ey Allah'ın Resulü, Müslümanlar arasında çok can yaktı, filanı ve filanı öldürdü deyip, birkaç kişinin adını verdi. Ben de ona bir hamle yaptım, kılıcı görünce, la ilahe illallah dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onu öldürdün mü yoksa" buyurdu. Usame: Evet deyince, Allah Resulü: "Kıyamet gününde la ilahe illailah gelecek olursa, sen ona karşı ne yapacaksın?" buyurdu. Usame: Ey Allah'ın Resulü, benim için mağfiret dile, dedi. Allah Resulü: "Kıyamet gününde la ilahe illailah gelecek olursa, ona karşı ne yapabileceksin?" buyurdu. (Ravi) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Kıyamet gününde la ilahe illailah ile geleceğinde ona karşı ne yapabileceksin" sözünden fazla bir şey söylemiyordu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3258 NEVEVİ ŞERHİ (270-275 numaralı hadisler): Bu bapta (270) Mikdad b. el-Esved (r.a.)'ın rivayet ettiği şu hadis vardır: "O dedi ki: Ey Allah'ın Resulüne dersin, kafirlerden bir adam ile karşılaşsam ... O sözünü söylemeden önceki durumuna sen düşersin." (2/98) Bu baptaki diğer bir hadis (273) Usame b. Zeyd (r.a.)'ın rivayet ettiği hadistir: "Dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizleri bir seriye ile birlikte gönderdi. .. Sen ve arkadaşların ise fitne olsun diye savaşmak istiyorsunuz." (2/99) (274) diğer rivayet yolunda da: "Mızrağımı ona sapladım ... O günden önce Müslüman olmasaydım diye temenni ettim." (275) diğer rivayet yolunda belirtildiği üzere (2/100) "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Usame'yi çağırıp ona: Onu neden öldürdün diye sordu ... Kıyamet gününde la ilahe illallah ile geldiği vakit, sen ona karşı nasıl yapacaksın?" denilmektedir. Bu Bapta Geçen Ravi İsimleri Bapta geçen isimlere gelince, "Mikdad b. el-Esved" ilk hadisin ravisidir. (272) diğer rivayette de: "Bana Ata'nın tahdis ettiğine göre Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hiyar kendisine şunu haber vermiştir: Zühre oğulları ile antlaşmalı olan ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir' e katılmışlardan birisi olan -Mikdad b. Amr b. el-Esved el-Kindi kendisine şöyle dediğini haber verdi: Ey Allah'ın Resulü ... " Burada sözü edilen Mikdad b. Amr b. Salebe b. Malik b. Rabia'dır. Onun gerçek nesebi işte budur. Esved b. Abd Yeğus b. Vehb b. Abdi Menaf (2/101) b. Zuhre onu cahiliye döneminde evlatlık edindiğinden ona nispet edilmiş ve böylelikle ona nispetiyle daha çok tanınmış ve bilinir olmuştur. İkinci olarak şunu belirtelim ki, Mikdad b. Amr b. el-Esved'in adının harekelenmesi ve okunuşunda hata edilebilir. Doğru okuyuş "Amr" isminin mecrur ve tenvinli okunmasıdır. İbnu'l-Esved ise İbn'deki nun harfi nasb ile okunmalı ve be' den önce elif ile yazılmalıdır. Çünkü bu Mikdad'ın bir sıfatıdır ve burada da mansub olduğundan nasb edilmelidir. Burada "ibn" lafzı biri diğerinin neslinden olan iki özel isim arasında yer almamaktadır. Bundan dolayı buradaki "ibn" lafzının muayyen olarak elif ile yazıldığını söyledik. Eğer "İbn el-Esved" ibaresinde "ibn" lafzı mecrur olarak okunacak olursa mana bozulur ve Amr, el-Esved'in oğlu olur. Bu ise apaçık bir hatadır. Bu ismin daha başka benzerleri de vardır. Abdullah b. Amr İbn Um Mektum bunlardan birisidir. Bunu Müslim (rahimehullah) kitabın sonlarında Cessase hadisinde böylece rivayet etmiştir. Abdullah b. Ubeyy İbn Selul, Abdullah b. Malik İbn Buhayne, Muhammed b. Ali İbnu'l-Hanefiyye, İsmail b. İbrahim İbn Uleyye, İshak b. İbrahim İbn Rahuye, Muhammed b. Yezid İbn Mace de bu tür benzerlerind~ndir. Bütün bunlarda baba ismi kendisinden sonra gelen ismin oğlu olmadığından muayyen olarak "ibn" lafzı elif ile yazılır ve ilk olarak adı geçen oğul anlamındaki "ibn, bin, b." lafzının irabı ile irablanır. Um Mektum, Amr'ın zevcesidir. Selul, Ubeyy'in zevcesidir. Yüce Allah'ın izniyle yeri gelince sözkonusu edeceğimiz gibi daha başka açıklamalar da yapılmıştır. Buhayne, Malik'in zevcesi ve Abdullah'ın annesidir. Aynı şekilde elHanefiyye, Ali (r.a.)'ın zevcesidir. Uleyye de İbrahim'in zevcesidir. Rahuye ise İshak'ın babası İbrahim'in kendisidir. Aynı şekilde Mace de Yezid'in kendisidir. Çünkü bunlar (Rahuye ve Mace) iki lakaptır. Allah en iyi bilendir. Bütün bu isimleri bu şekilde zikretmekten maksatları ise, kişiyi tam tanımlamış olmak için her iki niteliği ile tanıtmaktır. Çünkü bir kimse bu kişinin iki vasfından sadece birisini bilebilir. Herkes tarafından tam olarak tanınması için her iki sıfatı bir arada sözkonusu ederler. Burada onun (Mikdad'ın) Amr'a nispetini el-Esved' e nispetinden öne almıştır. Çünkü Amr asılolandır. İşte bu da oldukça nefis ve güzel uygulamalardan birisidir. Allah en iyi bilendir. Mikdad (r.a.) ilk Müslüman olanlardan birisidir. Abdullah b. Mesud (r.a.) dedi ki: Mekke'de İslam'ı ilk açığa vuran yedi kişidir. Mikdad bunlardan birisi idi. Habeşistan'a hicret etti. Ebu'l-Esved künyeli idi. Ebu Amr ve Ebu Mabed künyeli olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir. "Zühre oğulları ile antlaşmalı" ifadesine gelince, kendisi Esved b. Abd Yeğus ez-Zühri ile antlaşma yapmış idi. İbn Abdilberr ve başkalarının zikrettiklerine göre el-Esved de ayrıca onu evlatlık edinmekle birlikte antlaşma da hilf denilen (birbirlerini koruma taahhüdü) yapmış idi. Onun "el-Kindı" nispetine gelince, bunun açıklanması bir dereceye kadar zordur. Çünkü nesep bilginleri onun Behrani olup, Behra b. el-Haf b. Kuzaa'nın sulbünden geldiğini söylemişlerdir. Bu hususta aralarında herhangi bir görüş ayrılığı da yoktur. Hatta bu hususta icma olduğunu nakledenler arasında Kadı Iyaz ve başkaları da vardır. Bunun cevabı şudur: el-leys b. Sa'd (rahimehul1ah)'ın katibi Hafız İmam Ahmed b. Salih el-Mısri şöyle diyor: Mikdad'ın babası Kindelilerle anlaşma yaptığından onlara nispet edilmişti. Bizler İbn Şemase'den, o Süfyan'dan, o Suhabe el-Muhri'den şöyle dediğini rivayet etmekteyiz: Cahiliye döneminde Mikdad b. Esved'in arkadaşı idim. Kendisi Behralı bir zat idi. (2/102) Onlardan birisinin kanını dökünce kaçıp Kindelilere sığınarak onlarla antl2.şma yaptı. Sonra onlardan da birisinin kanını döktü. Bu sefer kaçıp Mekke'ye gitti ve Esved b. Abd Yeğus ile hilf (karşılıklı himaye) antlaşması yaptı. Buna göre aslen Behralı olması itibariyle Behrani nispeti sahihtir. Kuzaalılara nispeti de aynı şekildedir. Kendisinin ya da babasının antlaşmasından ötürü Kindelilere nispeti de sahihtir. Esved ile antlaşmasından ötürü Zührelilere nispeti de sahihtir. Allah en iyi bilendir. (272) "Mikdad b. Amr b. el-Esved ... 0, ey Allah'ın Resulü, dedi" rivayetinde (...;1) lafzının yeniden tekrar edilmesi, araya giren ifadeleri n uzamasından dolayıdır. Eğer ravi bunu zikretmemiş olsaydı yine sahih olurdu. Daha doğrusu asılolan budur. Fakat söz uzayınca onu zikretmek caiz ya da hasen olmuştur. Arap dilinde benzeri kullanımlar çoktur. Bunun benzeri Kur'an-ı Azimuşşan'da da hadis-i şeriflerde de geçmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu türden buyruklardan birisi de yüce Allah'ın kafirlerin söylediklerini naklettiği: '~caba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğunda, araya giren uzunca lafızlardan ötürü: "(~I): Siz" lafzını iki d~fa zikretmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın şu buyruğu da bunun gibidir: "Onceden kendisi vasztası ile kafirlere karşı zafer istedikleri ve ellerindekini doğrulayıcı bir kitap onlara Allah tarafından gönderilince işte o tanıdıkları kendilerine gelince onu inkar ettiler." (Bakara, 89) Bu buyrukta da: "(r"\.:::- k\.j): Kendilerine gönderilince, kendile':':ne gelince" buyruğunu tekrar etmiş bulunmaktadır. Bu meselenin bir benzerini daha önce de sözkonusu etmiştik. Allah en iyi bilendir. Adiyy b. el-Hiyar' ın babasının adında hı harfi kesrelidir. Ata b. Yezid elleysı sonra da el-Cundaı, dal harfi ötreli olarak "el-Cundu1" şeklinde de nispet edilir, iki ayrı söyleyiştir. Cunda' ise leys oğullarının bir koludur. Bundan dolayı el-leysı sonra el-Cundaı diyerek önce umumi olan leysli olduğunu sonra da özelolarak Cunda'lı olduğunu belirtti. Eğer bunun aksini zikredip el-Cundai, el-leysı demiş olsaydı el-Cundai dedikten sonra el-leysı demenin anlamsız olduğundan ötürü hata olurdu. Ayrıca bu Leys'in Cunda'ın bir kolu olmasını gerektirirdi. Bu da bir hatadır. Allah en iyi bilendir. İsnatta daha önce benzerleri geçmiş bir incelik vardır. Bu da senedinde biri diğerinden rivayet nakleden üç tane tabii bulunmasıdır. Bunlar da İbn Şihab, Ata ve Ubeydullah b. Adiyy b. el-Hiyar' dır. Ebu Zabyan isminde zı harfi fethalı ve kesreli (Zibyan) olarak da okunur. Dilciler bunu fethalı okur ve kesreli okuyanların hata ettiklerini söylerler. Hadis alimleri ise bunu kesreli okurlar. İbn MakCıla ve başkaları da böyle kaydetmişlerdir. Ebu Zabyan'ın adı Husayn b. Cundub b. Amr'dır. Kufelidir, 90 yılında vefat etmiştir. el-Hurekat ha harfi ötreli ve ra harfi fethalıdır. ed-Devraki nispeti de daha önce defalarca geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde Ahmed b. Hiraş'ın da hı harfi kesreli okunur. Halid el-Esbec' e gelince, dilciler şu açıklamayı yaparlar: el-Esbec sırt tarafı, omuz araları geniş olan kimseye denilir. Safvan b. Muhriz isminde hı harfi sakindir. Cundub isminde dal harfi ötreli ve fethalı okunabilir. As'as b. Selame ismi iki ayn ve iki sin iledir. Ayn harfleri fethalı, aralarındaki sin ise sakindir. Ebu Ömer b. Abdilberr (2/103) el-İstiab adlı eserinde şöyle diyor: O Basralıdır, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den rivayet nakletmiştir. Onun rivayet ettiği hadislerin mürselolduğu ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bizzat hadis dinlemediği söylenir. Buhari de et-Tarih' inde bu şekilde hadisi mürseldir, demiştir. İbn Ebu Hatim ve başkaları da aynı şekilde onu tabiin arasında zikretmişlerdir. Buhari ve başkaları As'as'ın künyesi Ebu Sufra olup, Temimli ve Basralıdır. Benzeri bilinmeyen müfred (bu şekliyle tek) isimlerdendir. Allah en iyi bilendir. Açıklanması Gereken Lafızlar Babın baş tarafında: "Ey Allah'ın Resulü, ne dersin eğer kafirlerden bir adamla karşılaşırsam ... " ibare çoğu muteber asıllarda bu şekildedir. Bazılarında ise ne dersin, karşılaştım şeklinde (eğer anlamındaki) (ı:.ıD'in hazfi (zikredilmemesi) sureti iledir. Ancak doğrusu olan birinci şekildir. "Benden korunmak için" yani kendisini benden korumak için "bir ağaca sığınırsa." "Ama o bu sözü kendisini korumak için" yani kendisini (bana karşı) korumak amacıyla "söylemişti." (271) "el-Evzaı ve İbn Cureyc hadislerinde" sözleri asıl nüshaların çoğunda bu şekilde "fi" harfi tek fe iledir ama çoğu asıllarda ise iki fe'li olarak "fe fi" şeklindedir. Asılolan ve güzelolan budur. Bununla birlikte birinci şekil de caizdir çünkü "emma" edatının cevabında "fe" harfinin getirilmesi -cevabın söylemek (kavl) olması hali dışında- zikredilmelidir. Fakat kavl (söz) hazfedilecek olursa fe'nin de hazfedilmesi caiz olur. Bu da o kabildendir. Buna göre ifade: "(......): el-Evzaı ve İbn Cureyc ise hadislerinde şöyle dediler ... " takdirindedir. Kur'an-ı azimuşşan' da da, Arapların dilinde de bu kullanımın benzerleri pek çoktur. Kur' an-ı Kerim' deki yüce Allah'ın: "Yüzleri kararanlara: İmanınızdan sonra kafir oldunuz ha ... " (Al-i İmran, 106) buyruğu buna bir örnektir. Yani onlara: Kafir oldunuz ha, denilir. Aynı şekilde yüce Allah'ın: "Kafir olanlara gelince: Ayetlerim sizlere oku nmadı ml. .. (denecek)" (Casiye, 31) buyruğu da buna örnektir. Allah en iyi bilendir. (273) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "O sözü söyleyip söylemediğini öğrenmen için neden onun kalbini açıp bakmadın" cümlesindeki söyleme fiilinin öznesi kalptir. Yani sen ancak zahire göre ve dilin söylediği ile am el etmekle yükümıüsün. Kalbin içinde ne olduğunu bilmeye imkan bulamazsın. Böylelikle Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun dil ile açığa vurulan gereğince amel etmeyişine tepki göstererek kalp bu sözü söyleyip, ona inandı mı, bu söz kalbinde yer etmiş miydi, etmemiş miydi yoksa sadece bu söz dilinden dökülmekle mi kaldı, görmen için neden kalbini açıp bakmadın, buyurdu. Bu da senin buna gücün yetmez, bu sebeple yalnızca dilin söylediği ile yetin, başka bir şeyi arama, demektir. Usame (r.a.)'ın: "Öyle ki keşke o gün Müslüman olsaydım diye temenni ettim" sözü de şu demektir: Keşke daha önce Müslüman olmamış olsaydım. Şu anda İslam'a girmiş olsaydım da geçmiş günahlarımı böylece silmiş olsaydı. Onun bu sözü söylemesinin sebebi içine düştüğü halin büyüklüğünden ileri idi. "Sa' d dedi ki: Ben de Allah'a yemin ederim ki hiçbir müslümanı -şu büyük göbekli kişi onu öldürmedikçe- öldürmem" sözlerine gelince, kastettiği kişi Vsame'dir. Sa'd ise Sa'd b. Ebu Vakkas (r.a.)'dır. Küçültme ismi olarak "zul butayn" okuyuşu hakkında Kadı Iyaz (rahimehullah) şunları söylemektedir: Ona böyle deniliş sebebi büyük bir karnının bulunması idi. (275) "Başından bornozu açıp şöyle dedi: Ben size nebinizden haber vermek isteği ile yanınıza gelmedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir askeri birlik göndermişti. .. " (2/104) Bornoz kelimesinde be ve nun harfleri ötreli olarak okunur. Dilcilerin söyledikleri üzere ister kaftan, ister cübbe, ister başka bir giyecek olsun, başlığı gövdesine bitişik olan her elbiseye denilir. "Size haber vermek istemediğim halde yanınıza geldim." Bütün asıllarda bu şekildedir. Ancak hadisin baş tarafında: "As'as'e haber göndererek bana arkadaşlarından birkaç kişi topla da onlara hadis nakledeyim" dedikten sonra: "Size haber vermek istememekle birlikte yanınıza geldim" demesi açıklanması zor ifadelerdir. Çünkü bu sözler iki anlama gelebilir. 1- Olumsuzluk anlamı veren "la" zaid olabilir. Yüce Allah'ın: "(~i ~ )\;J ,-;-,\:501): Ta ki kitap ehli. .. bilsinler." (Hadid, 29); "('i 0i ~ lo ~): Seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (A'raf, 12) buyruklarında olduğu gibi zaiddir. 2- Zahiri üzere, ben size nebinizden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber vermek isteği ile değil de, size kendime ait sözlerle öğüt verip, sizinle konuşmak için geldim. Ama şu anda ben size niyet ettiğimden daha fazlasını söyleyerek, size Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in bir askeri birlik gönderdiğini. .. haber vereyim deyip, hadisi nakletti. Allah en iyi bilendir. "Kılıç onun üzerine dönünce" Güvenilir bazı asıl nüshalarda bu şekilde (döndü fiili ile) "recea" şeklindedir. Bazı asıllarda ise fe ile: "rafea: kaldırdı" diye kaydedilmiştir. Her ikisi de doğrudur. Her iki rivayete göre de kılıç anlamındaki lafız nasb iledir. Yüce Allah'ın: "Eğer Allah seni bir kesimin yanına geri döndürürse" (Tevbe, 83) buyruğu ile: "Onları kafirlere geri döndürmeyin" (Mumtehine, 10) buyrukları da bu türdendir. Allah en iyi bilendir. Hadisin Senedine Yapılmış Bazı İtirazlar ve Cevapları Bilelim ki bu hadisin bazı rivayetlerindeki isnada Darakutni ve başkalarının itirazları vardır. Bu itiraz Müslim'in (271 numaralı hadisteki): "Bize İshak b. İbrahim ve Abd b. Humeyd tahdis edip dediler ki. .. Hepsi ez-Zührl'den bu isnad ile" sözleri ile ilgilidir. Evet, bu isnad Culı1dl'nin rivayetinde bu şekildedir. Kadı Iyaz dedi ki: Fakat bu isnad İbn Mahan'da -yani el-Culı1dl'nin arkadaşında- görülmemektedir. Kadı Iyaz dedi ki: Ebu Mesud ed-Dımeşkı dedi ki: Bu Velid'den bu isnad ile yani Ata b. Yezid'den, o Ubeydullah'tan diye bilinmemektedir. Bu isnatta Velid' e de, el-Evzai'ye de muhalefet edilmiştir. Darakutni, el-İlel adlı eserinde bu husustaki ihtilafı açıklamış ve el-Evzai' nin bunu İbrahim b. Murre'den rivayet ettiğini ayrıca ona muhalefet ederek bunu Ebu İshak elFezari, Muhammed b. Şuayb, Muhammed b. Humeyd ve Velid b. Mezyed'in el-Evza1'den, o İbrahim b. Murre'den, o ez-Zühri'den, o Ubeydullah b. elHiyar'dan, o Mikdad'dan diye rivayet etmiş, bunlar senette Ata b. Yezid'i zikretmemiştir. Velid b. Müslim'den de farklı rivayet ile gelerek bunu Velid el-Kuraşi, Velid'den, o el-Evzal'den diye. el-leys b. Sa'd da ez-Zührı'den, o Ubeydullah b. el-Hiyar'dan, o Mikdad'dan diye rivayet etmiş, senette Ata'yı sözkonusu etmemiş (2/105) ve İbrahim b. Murre'yi de düşürmüştür. İsa b. Musavir de ona muhalefet edip, bunu Velid' den, o el-Evzaı' den, o Humeyd b. Abdurrahman'dan, o Ubeydullah b. el-Hiyar'dan, o Mikdad'dan diye rivayet etmiş, senette İbrahim b. Murre'yi zikretmemiş, Ata b. Yezid'in yerine Humeyd b. Abdurrahman'ı koymuştur. Bunu el-Firyabi de el-Evzal'den, o İbrahim b. Murre'den, o ez-Zührı'den, Mikdad'dan mürselolarak rivayet etmiştir. Ebu Ali el-Ceyani dedi ki: Bu hadisin isnadında sahih olan Müslim'in ilk olarak zikrettiği leys, Ma'mer, Yunus ve İbn Cureyc'in rivayetidir. Salih b. Keysan da onlara mutabaat etmiştir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Derim ki: Bu farklılığın ve ızdırabın neticesi Velid b. Müslim'in, elEvza1'den rivayeti hakkındadır. Leys, Ma'mer, Yunus ve İbn Cureyc'in rivayetlerinin sıhhatinde ise hiçbir şüphe yoktur. Bu rivayetler gereğince am el edilecek müstakil rivayetlerdir ve onlara itimat edilir. el-Evzaı'nin rivayetini ise Müslim mutabaat olmak üzere sözkonusu etmiştir. Hadis alimleri nezdinde kabul edildiği üzere mutabaat rivayetlerde bir tür zayıflık bulunması katlanılabilir bir husustur. Çünkü mutabaat itimat olunan, dayanak alınan bir rivayet değildir, mutabaat sadece istinas (destekleyici özelliği) içindir. Velhasıl Velid'in, el-Evza1'den rivayetindeki bu ızdırap hadisin aslının sıhhatine herhangi bir zarar vermemektedir. Çünkü onun sahih oluşunda bir ihtilaf yoktur. Darakutni'nin yaptığı istidraklerin çoğunlukla bu türden olduğunu da ve bunun asıl metinlerin sıhhatini etkilemediğini daha önceden belirttiğimiz gibi yazdığımız fasıllarda Müslim (rahimehullah)'ın bu tür rivayetlerde asıl dayanak aldığı rivayetler onlar olmadığından ötürü mazur görülmesi gerektiğini de belirtmiştik. HADİSLERİN ANLAMI VE FIHİ HÜKÜMLER Hadislerin anlamları ve fıkhi hükümlerine gelince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (270) la ilah e illailah diyen kimse hakkında: "Onu öldürme. Şayet onu öldürürsen, senin onu öldürmeden önceki konumunda o olur. Sen de O'nun söylediği sözden önceki konumunda olursun" buyruğunun anlamı hakkında farklı açıklamalar yapılmıştır. Bu hususta yapılmış açıklamaların en iyisi ve en güçlü olanı İmam Şafii, İbnu'l-Kassar el-Maliki ve başkalarının yaptığı şu açıklamadır: Böyle bir kimse la ilahe illailah sözünü söyledikten sonra sen onu öldürmeden önceki halinde olduğun gibi kanı koruma altındadır, öldürülmesi haramdır. Sen ise la ilahe illailah diyen kişiyi öldürdükten sonra artık kanın koruma altında değildir ve öldürülmen de haram değildir. Tıpkı onun la ilahe illailah demeden önceki durumu gibi. İbnu'l-Kassar dedi ki: Bu da, senin üzerinden kısası düşüren tevil ile mazur görülme n olmasaydı durumun bu olacaktı, demektir. Kadı Iyaz dedi ki: Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Hakta muhalefet ve günahı işlemek bakımından sen de onun gibisin. Muhalefetin ve günahın türü farklı olsa dahi onun günahının adı küfür, senin günahının adı ise masiyet ve fısktır. Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Usame'ye kısas uygulanmasını, diyet ve kefaret ödemesini vacip görmemesi de bütün bunların (böyle bir sebeple) düşürüldüğüne delil gösterilebilir. Ama şüpheden ötürü kısas düşmekle birlikte, kefaret vaciptir. Çünkü Usame onu kafir olarak zannetmiş, onun açıktan böyle bir durumda tevhid kelimesini söylemesinin onu Müslüman yapmayacağını sanmıştı. Böyle bir durumda diyetin gerekip gerekmediği hususunda Şafii'nin iki görüşü vardır. Bunların her birisini birtakım ilim adamları benimsemiştir. Kefaretin sözkonusu edilmeyişine de, kefaretin fevren (derhal) ödenmesi gereken bir şeyolmayıp zaman içerisinde ödenebilme özelliği gerekçe gösterilebilir. Diğer taraftan usul alimleri nezdinde sahih kabul edilen kanaate göre, beyanın ihtiyaç duyulan vakitten sonraya bırakılması da caizdir, diye de cevap verilebilir. (2/106) Diyetin (bu gibi durumlarda) vacip olduğunu kabul edenlerin görüşüne göre ise, Usame'nin o zamanlarda böyle bir diyeti ödeyebilecek maddi imkana sahip olmadığından, onu kolaylıkla ödeyebileceği bir zamana ertelenmiş olması ihtimali vardır, diye cevap verilebilir. Cundub b. Abdullah (r.a.)'ın insanları toplayıp, onlara öğüt vermesi şeklindeki uygulamasına gelince, buradan alim kişinin ve kendisine itaat olunan büyük ve meşhur bir zatın fitne zamanlarında insanları teskin etmesi, onlara öğüt verip, onlara delilleri açıklaması gerektiği hükmü anlaşılmaktadır. Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Neden kalbini açıp bakmadm" buyruğunda ise, fıkıh ve usul-u fıkıh'ta bilinen kaideye dair bir delil vardır. O kaide de: Ahkam ile ilgili hususlarda zahirlere göre amel edilir. Gizli haller ise Allah'a havale edilir. Birinci rivayette Usame'nin: "Ben de ona mlZrağıml sapladım fakat bundan dolayı içimde bir rahatsızlık hissettim, onu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e söyledim" denildiği halde, diğer rivayette: "Medine'ye vardığımlZda bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ulaştı ve bana: Ey Usame, onu öldürdün mü, dedi." Öbür rivayette ise: "Müjdeci Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelip, ona adamın durumunu haber verince, O' da onu çağırdı." Yani Usame'yi çağırıp ona sordu. Muhtemelen bu rivayetlerin arası şöyle ce telif edilebilir: Usame o kişiyi öldürdükten sonra içinde bir rahatsızlık hissetti ve durumunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sormayı içinden niyet etti. Müjdeci de gelip, Usame daha Medine'ye varmadan durumu haber verdi, onlar (askeri birlik) Medine'ye henüz varmadan da durum Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ulaştı. Usame'nin: "Ben bunu söyledim" sözünde ise bu hususu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olayı bilmeden önce ilk olarak kendisinin ona anlattığını ortaya koyan bir delil bulunmamaktadır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zubeyr b. Harb ve Muhammed b. Müsenna tahdis edip dediler ki: Bize Yahya -ki el-Kattan'dır- tahdis etti. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Ebu Usame ve Numeyr tahdis etti. Hepsi Ubeydullah'tan, o Nafi'den, o İbn Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (H). Bize Yahya b. Yahya da -tafız onun olmak üzere- tahdis edip dedi ki: Malik'e, Nafi'den naklen okudum. O İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize karşı silah taşıyan bizden değildir" buyurdu. Diğer tahric: İbn Numeyr'in rivayetini yalnız Müslim tahriç etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 8003; Ebu Usame yoluyla gelen rivayetini İbn Mace, 2576; Tuhfetu'l-Eşraf, 7836; Malik yoluyla gelen rivayetini Buhari, 7070; Nesai, 4111; Tuhfetu'l-Eşraf, 7364 DAVUDOĞLU İZAH’I 100.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe ile îbni Nümeyr rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Mus'ab —ki İbnü'l-Mikdâm'dır— rivayet etti. (Dediki): Bize Ikrimetü'bnü Ammâr, İyas b. Seleme'den, o da babasından, o da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Bize karşı kılıç çeken bizden değildir" buyurduğunu nakletti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 4521 DAVUDOĞLU İZAH’I 100.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Abdullah b. Berrad el-Eş'arî ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ebû Usame, Büreyd'den, o da Ebû Bürde’den, o da Ebu Musa'dan, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize karşı silah taşıyan bizden değildir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 6660; Tirmizi, 1459; İbn Mace, 2577; Tuhfetu'l-Eşraf, 9042 NEVEVİ ŞERHİ AŞAĞIDA DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadisin ma'nası: Haksız yere müslümanlarla harb etmek ve onları öldürmek için silah taşıyan kimse bizim yolumuzda değildir. Demektir. Çünkü bir müslünıanın din kardeşi üzerindeki hakkı, ona karşı silahlanarak öldürmeye çalışması ve bu suretle onu korkutması değil bilakis ona yardım etmesi ve onun namına düşmanlariyle çarpışmasıdır. Kirmanî «Bizden değildir» cümlesini «Bizim sünnetimize tabi olanlardan ve yolumuzda gidenlerden değildir» şeklinde tefsir etmiştir. Yoksa böylelerin dinden çıktığı kasdedllmemiştir. Ancak Süfyan b. Uyeyne «Bizden değildir.» sözünü «Bizim yolumuzda gidenlerden değildir.» şeklinde tefsir etmekten hoşlanmaz, «Bu söz ne çirkin.» dermiş, Zira o cümleyi hiç te'vil etmemeyi daha müessir bulurmuş. Kirmanı: «Biri mütecaviz olan iki taifeye ne buyurursun?» diye bir sual irad etmiş; buna yine kendisi: «Mütecaviz olan taifa Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in sünnetine tabî* olmamıştır.» cevabını vermiştir. Bittabi haksız yere müsîüman öldürmeyi helal i'tikad eden kafir olur. Buhari'nin «Kitabü'l-İnıan» ile «Kitabü'ıntk» da, Müslim 'inde «Kitabu'I-Fiten» de ittifakla tahric ettikleri Ahnef b. Kays hadisinde Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «iki müsliman kılıçlariyle karşılaşırlar da biri diğerini öldürürse hem kaatil hem maktul cehennemi boylarlar...» buyurmuştur. Hadisin tamamı, yeri gelince görülecektir. NEVEVİ ŞERHİ (276-278 numaralı hadisler): Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bize karşı silah taşıyan bizden değildir" (2/107) buyruğunu İbn Ömer, Seleme ve Ebu Musa rivayet etmiştir. Seleme'nin rivayetinde: "Bize karşı kılıç çeken" şeklindedir. Ebu Musa'nın isnadında (278) bir incelik vardır. O da bu rivayetin isnadındaki bütün raviler Kufelidir. Bunlar: "Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Ubeydullah b. Berrad ve Ebu Kureyb dediler ki: Bize Ebu Usame, Bureyd' den tahdis etti. O Ebu Burde' den, o Ebu Musa'dan" senedinde zikredilenlerdir. Berrad isminde re harfi şeddelidir. Ebu Kureyb'in adı Muhammed b. el-Ala' dır. Ebu Usame'nin adı Hammad b. Usame'dir. Bureyd isminde be harfi ötrelidir. Ebu Burde'nin adı Amir'dir, Haris olduğu da söylenmi~tir. Ebu Musa'nın adı ise Abdullah b. Kays'dır. Hadisin anlamı: Kitabın baş taraflarında geçtiği üzere ehl-i sünnetin ve fukahanın kaidesi şudur: Haksız yere herhangi bir tevilde bulunmaksızın ve helal da kabul etmemekle birlikte Müslümanlara karşı silah taşıyan bir kimse asidir, bundan dolayı kafir olmaz. Eğer helal kabul ederse kafir olur. Hadisin teviline gelince; bunun herhangi bir tevil yapmaksızın böyle bir işi helal kabul eden kişi hakkında olduğu kabul edilir. Böyle bir kişi kafir olur ve dinden çıkar. Bunun, böyle bir kimse bizim tam ve eksiksiz uygulamalarımız ve hidayet yolumuz üzere değildir anlamında olduğu da söylenmiştir. Süfyan b. Uyeyne (rahimehullah), böyle bir kişi bizim yolumuz üzere değildir, diye açıklayanların bu açıklamasını hoş görmez ve bu söz ne kötüdür, derdi. Yani bu söz nefisleri daha bir etkilesin, böyle bir işe kalkışmaktan daha ileri derecede alıkoysun, diye onu tevil etmezdi, demektir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Yakub -b. Abdurrahman el-Kari- tahdis etti. (H) Bize Ebu'l-Ahvas Muhammed b. Hayyan da tahdis etti. Bize İbn Ebu Hazim tahdis etti. (Yakup ile birlikte) her ikisi Suheyl b. Ebu Salih'ten, o babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize karşı silah taşıyan bizden değildir, bizi aldatan bizden değildir" buyurdu. Diğer tahric: Ebu'l-Ahvas'ın hadisini İbn Mace, 2575; Tuhfetu'l-Eşraf, 12692'de rivayet etmiştir. Yakub'un hadisini yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12775 SENED: Hadisin senedinde Yakub b. Abdurrahman el-Kari vardır ki nispetinin sonundaki ye şeddelidir. Bildik bir kabile olan Kare'ye mensuptur. (2/108) "İbn Ebu Hazim" ise Abdulaziz b. Ebu Hazim'dir. Burada geçen Ebu Hazim'in adı ise Seleme b. Dinar'dır. AÇIKLAMALAR 100. sayfada geçti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub, Kuteybe ve İbn Hucr hep birlikte İsmail b. Cafer'den tahdis etti. İbn Eyyub dedi ki: Bize İsmail tahdis etti. Bana el-Ala babasından haber verdi. Onun Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir buğday yığınının yanından geçip elini içine soktu, parmaklarının ıslak olduğunu fark edince "bu ne ey buğday sahibi" buyurdu. O: Ey Allah'ın Resulü üzerine yağmur yağmıştı, dedi. Allah Resulü: "O halde insanlar onu görsün diye neden onu buğdayın üst tarafına koymadın? Aldatan benden değildir " buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 1315; Tuhfetu'l-Eşraf, 13979 NEVEVİ ŞERHİ: "Bir buğday yığını" ibaresindeki "subre" yığın demektir. el-Ezheri: Subre bir araya getirilip, yığılmış, toplanmış buğdaya denilir. Birbiri üstüne boşaltıldığı için ona bu ad verilmiştir. Üst üste yığılmış bulutlara "sabır" denilmesi de buradan gelmektedir. Hadiste (lafzı manasıyla): "Ona sema isabet etti"den kasıt yağmurdur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Aldatan benden değildir" buyruğu asıl nüshalarda bu şekilde "benden" ibaresiyledir. Bu sahihtir. Buna dair açıklama bundan önceki başlıkta geçti. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in oraya uğraması ya pazar yerindeki müslümanların hâllerini teftiş etmek yahut bir şey satın almak içindir. Böyle bir teftişi hükümet yaptırmalıdır. «Islak kısmı üstüne koysa idin ya» buyurulmasından anlaşılıyor ki sahibi o ekini toptan yahud ne kadar olduğunu ölçmeden ölçeği şu kadara...» diyerek satacakmış. Zira aldatma ancak bu şekil satışda olur. Üzüm, incir, elma ve armud gibi yemişlerin iyilerini sepetin üstüne dizerek sepet hesabiyle satmak da bu kabildendir. Sepetin üstündekilerle altındakiler arasındaki fark büyük olursa yapılan bu iş aldatma sayılacğından müşteri o malı kabul etmeyebilir. Fark az olursa kabulden imtina edemez; bunun hükmü yoktur. Çünkü alış verişler az miktar aldanmadan hâli kalmazlar. Nebi (Sallallahu Aleyh! ve Sellem) 'in o zâtı te'dîb veya pazardan koğduğuna dair bir ma'lumat verilmemiştir. İhtimâl bu hal ilk defa vuku' bulduğu için te'dib hususunda söale iktifa etmiştir. Hadis-i şerif ehl-i fazilet zevatın bir şey satın almak için pazara girmelerinin rüchana delildir. Zira Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ancak tercih edilecek bir şeyi yapar. Maamâfih caiz olduğunu göstermek için de gitmiş olabilir. Bu takdirde hadis ruchana değil, cevaza delâlet eder. İmam Mâlik: «Eskiden insanların âdeti pazar yerlerine çıkmak ve oralarda oturmak idi. İbni Ömer çok defa pazara gelir; orada otururmuş, diyor. Yahya b. Saîd dahi: «Ben Said b. el-Müseyyeb ile Sâlim'in bir çok hadislerini ancak pazarda otururlarken almışımdır.» demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya tahdis etti. Bize Ebu Muaviye haber verdi. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Ebu Muaviye ve Vekl' tahdis etti. (H) Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Hepsi A'meş'den, o Abdullah b. Murre'den, o Mesruk'tan, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Yanaklara vuran yahut yakaları yırtan ya da cahiliye davasını güden bizden değildir. " Bu (rivayet) Yahya'nın hadisi (rivayeti) dir. İbn Numeyr ve Ebu Bekr ise (rivayetlerinde) elif kullanmaksızın (yani veya yerine ve olarak): "Yaran ve dava güden" demişlerdir. Diğer tahric: Buhari, 1297, 1298, 3519; Nesai, 1859; İbn Mace, 1584; Tuhfetu'l-Eşraf, 9569 NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti"den itibaren senedin sonuna kadar adı geçer ravilerin hepsi Kufelidir. "el-Kantari" Beredan kantarasına nispettir. Burası da Bağdat'taki bir köprüdür. (2/109) "Ayılınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisinden beri olduğu şeyden ben de beriyim" ibaresini bu şekilde kaydetmiş bulunuyoruz. Asıllarda da burada olduğu gibi: "(k.): Şeyden" şeklindedir ve bu da sahihtir. Yani ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in kendisinden beri olduğu o şeyden beriyim, uzağım, demektir)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Cerir tahdis etti. Bize İshak b. İbrahim ve Ali b. Haşrem de tahdis edip dediler ki: Bize İsa b. Yunus haber verdi. Hepsi A'meş'den bu isnad ile hadisi rivayet ettiler ve: "(Yakaları) yaran ve (cahiliye davasını) güden" dediler. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadis muttefekun aleyhdir. Buhârî onu «Kitâbü'l-Cenâiz» ile «Kitâbü'l-Menâkib» da, Tirmizi Nesâî ve İbni Mâce'de «Kitâbü'l-Cenâiz» de tahric etmişlerdir. «Bizden değildir» cümlesinden muradın: Bizim yolumuzda değildir demek olduğunu az yukarıda görmüştük. Çünkü ehl-i sünnete göre günah işlemek bir mu'mini dinden çıkarmaz. Günahın helâl olduğuna i'tikad ederse dinden çıkar. Kirmanı diyor ki: «Bu cümle tağliz içindir. Ancak «cahiliyet dâ'veti» haramı helâl i'tikad etmek ve Allah'ın kazasına teslim olmamak gibi küfrü mucib bir şeyle tefsir olunursa o zaman bu nefi hakikat olur.» Cahlliyetden murad: İslâmdan evvelki fetred devridir. Cahiîiyet da'veti: harb için yardıma çağırmaktır. «Cahiliyyet devrinde araplar harbedecek olurlarsa bütün kabileleri dolaşır ve: «Ey filân oğulları!» diye bağırarak onları harbe da'vet ederlerdi. Kabile —zâlim bile olsa — yardım ederlerdi. İslâmiyet bu âdeti yıkmıştır. Hz. Câbir (Radiyallahu anh) 'dan rivayet edilen bir hadise göre bir zât şaka ederek ensardan birine dokunmuş. Ensari buna fena halde içerleyerek kavga etmişler ve Ensarî; «Yetişin ey Ensar!» muhacirde: «Yetişin ey muhacirler» diye harb da'vetinde bulunmuşlar. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanlarına çıkarak : «Bu câhiliyet da'veti ne oluyor?» demiş, sonra kavgalarının sebebini soruşturmuş; muhacirin şakadan dokunması olduğunu anlayınca: «Bırakın onu! Çünkü o çirkin bir şeydir...» buyurmuştur. Kaadî Iyaz'a göre cahiliyet da'veti: Yas ederek ağlamak, ölünün iyiliklerini sayarak ağlamak gibi şeylerdir. Başına bir belâ gelince yanaklarına vurmak, yakalarım yırtmak, yüzünü tırmalamak, vay helakim, vay başıma gelenler... gibi feryadlarda bulunmak câhiiiyet âdetlerindendir. Hadisde yanakların zikredilmesi ekseriyetle onlara vurulduğu içindir. Yoksa vücudun sair yerlerine vurmak da aynı hükümdedir; ve hepsi haramdır. Bu hadisde üç şey zikredilmiş ve bunlar birbirlerine (yahud) ma'nasına gelen «ev» edâtiyle atfolunmuşlardır. Binaenaleyh nefi bunların ayrı ayrı her biri ile hasıl olacak demektir. Vakıa rivayetlerin bâzısında «ev» yerine atıf harflerinden «ve» kullanılmıştır. Bu edat mutlak surette cemi' için olup tertibe filân delâlet etmezse de burada o, «ev ma'nasında kullanılmıştır .Zira bir hadisin iki rivayetinden biri «ev» diğeri «ve» ile gelirse «ve= ye de «ev» manası verilir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hakem b. Musa el-Kantariy rivayet etti. (Dediki)' Bize Yahya b. Hamza, Abdurrahman b. Yezîd b. Cabir'den rivayet etti. Ona Kaasim b. Muhaymira rivayet etmiş. Demişki: Bana Ebi Bürdete'bni Ebî Musa rivayet etti. Dedi ki: Ebu Musa çok hasta oldu ve bayıldı. Başı kadınlarından birinin kucağında idi. Bunun üzerine kadınlarından biri bir çığlık kopardı. Fakat Ebî Musa ona bir şey söyleyemedi. Ayıldığı vakit: «Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in berî olduğu bir şeyden ben de beriyim. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) va veylacı, saçını traş eden ve elbisesini yırtan kadınlardan berî idi.» dedi. Diğer tahric: Buhari, 1234; Tuhfetu'l-Eşraf, 9125 NEVEVİ ŞERHİ: "Vaveylacı, saçlarını tıraş eden, elbiselerini yırtan" ibaresi diğer rivayette "Ben saçlarını tıraş eden vaveyla edip, bağıran, elbiselerini yırtandan uzağı m " şeklindedir. Vaveylacı anlamındaki laflZ asıl nüshalarda sad ile "es-salika" şeklinde geldiği gibi sin ile de gelmiştir. Her ikisi de sahihtir (mastar olarak) es-selk ve es-salk (fiil olarak da) seleka ve salaka şeklinde iki ayrı söyleyiştir. Bunun ism-u faili (sad ile) salika ve (sin ile) selika şeklinde gelir. Musibet halinde sesini yükselten kadına denilir. Saçlarını tıraş eden (el-halika) ise musibet esnasında saçlarını tıraş eden kadına denir. Elbiselerini yırtan "eş-şakka" da musibet halinde elbisesini yırtandır. Meşhur, zahir ve bilinen anlamı budur. Kadı Iyaz ise İbnu'I-A'rabl'den şöyle dediğini nakletmektedir: Salk yüze vurmaktır. Cahiliye davasını gütmek ile ilgili olarak da Kadı Iyaz: Bu ölen için feryat ve figan edip ağıt yakmak, vaveyla diye bedduada bulunmak ve benzeri sözler söylemektir. Cahiliye kaydından kasıt ise İslam'dan önceki dönemde yapılan işlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abd b. Humeyd ile İshak b. Mansur rivayet ettiler. Bediler ki; Bize Ca'fer b. Avn haber verdi (Dedi ki): Bize Ebu Umeys haber verdi. Dedi ki: Ben Ebu Sahra'dan dinledim. Abdurrahman b. Yezid ile Ebu Bürdete b. Ebî Musa'dan naklen anlatıyordu. Demişler ki: Ebu Musa bayıldı, karısı Ümmü Abdullah iniltiyle feryat ederek geldi. Dediler ki: (Ebu Musa) kendisine gelince (zeveesine): Sen Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben (musibet dolayısıyla) saçını tıraş eden, feryat eden, elbisesini yırtan kimselerden uzağım " dediğini bilmiyor musun, dedi. -(Çünkü Ebu Musa) ona (bunu) tahdis ediyordu.- Diğer tahric: Nesai, 1862; İbn Mace, 1586; Tuhfetu'I-Eşraf, 9020, 9081 NEVEVİ ŞERHİ: Diğer isnatla: "Ebu Umeys, Ebu Sahra'dan" isnadında geçen Ebu Umeys'in adı Utbe b. Abdullah b. Utbe b. Abdullah b. Mesud'dur. Bunu Hakim, Efradu'l-kuna arasında zikretmiştir ki, künyesi onun gibi olan başka birisi yok demektir. Ebu Sahra burada böyle zikredildiği gibi, meşhur olan künyesi de budur. Sonundaki te zikredilmeksizin Ebu Sahr da denilir. Adı Cami' b, Şeddad' dır. "İnilti ile feryat ederek" ibaresi ile ilgili olarak el-Metali sahibi şöyle diyor: İnilti (ranne) bazllaflZların tekrar edildiği ağlamakla birlikte çıkartılan bir sestir. Sabit'in: Hadiste "inleyen kadına lanet olunmuştur" ifadesi muhtemelen hadisi nakledenlerden birisine ait bir sözdür. el-Metali sahibinin açıklaması burada sona ermektedir. Dilcilerin açıklamalarına göre ise ranne (inilti) ranin ve iman aynı anlamdadır. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben ... den uzağı m " buyruğu bu işleri yapan kimselerden uzağım yahut bu işlerin gerektirdiği cezadan ya da beyan etmem gereken şeylerin sorumluluğundan uzağı m demektir. Beri/uzak olmanın asıl anlamı ayrı olmaklır. Kadı Iyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir. Bu buyruğun zahirinin kastedilmiş olması da mümkündür. O da bu işleri yapan kimselerden uzak olmak anlamıdır. Bu durumda ayrıca hazfedilmiş ifadelerin varlığını takdir etmeye gerek yoktur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdullah b. Muti' de tahdis etti. Bize Huşeym, Husayn'den tahdis etti. O Iyas el-Eş'ari'den (2/21a), o Ebu Musa'nın hanımından, o Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (diye rivayet etti). (H) Bunu bana Haccac b. eş-Şair de tahdis etti. Bize Abdussamed tahdis etti. Bana babam tahdis etti. Bize Davud -yani b. Ebu Hind- tahdis etti. Bize Asım, Safvan b. Muhriz'den, o Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (H). Bize el-Hasan b. Ali el-Hulvani de tahdis etti. Bize Abdussamed tahdis etti. Bize Şube, Abdulmelik b. Umeyr'den haber verdi. O Rib'i b. Hiraş'dan, o Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi nakletti. Şu kadar var ki Iyaz el-Eş'ari'nin hadisinde: "Bizden değildir" demiş ama "uzaktır" dememiştir. Diğer tahric: Nesai, 1865'te Ebu Musa'nın zevcesinden, o Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye; Tuhfetu'l-qraf, 9153. Safvan b. Muhriz'in Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye gelen rivayetini de Nesai, 1860; Tuhfetu'l-Eşraf, 9004; Rib'i b. Hiraş'ın Ebu Musa'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği rivayeti ise yalnızca Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 8988 NEVEVİ ŞERHİ: "Bana el-Hasan b. Ali el-Hulv€ını tahdis etti. Bize Abdussamed tahdis etti. Bize Şube bildirdi." Sonra da hadisi merfu olarak zikretti. Kadı Iyaz dedi ki: Bu hadisi Şube' den mevkuf olarak rivayet etmektedirler. Hadisi ondan Abdussamed dışında merfu olarak rivayet eden yoktur. Derim ki: Bu doğru ve tercih edilen görüşe göre zarar vermez. Çünkü hadisi bazı raviler mevkuf, bazıları merfu olarak rivayet etmişse; yahut bazıları muttasıl diğer bazısı mürselolarak rivayet etmişse hüküm merfu ve mevsul rivayetin lehinedir. Zayıf bir görüş olarak mevkuf ve mürselin lehinedir de denilmiştir. Daha hafız olanın rivayetine itibar edilir, daha çok ravinin naklettiğine bakılır da denilmiştir ama sahih olan birincisidir. Bununla birlikte Müslim (rahimehullah) bu isnadı sadece ona dayanarak zikretmiş değildir, o bunu mutabaat olmak üzere zikretmiştir. Biraz önce bu türden olan rivayetler hakkında açıklamalarda bulunmuştuk. DAVUDOĞLU

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Şeyban b. Ferruh ile Abdullah b. Muhammed b. Esma' ed-Du'baî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Mehdi — ki İbni Meymun'dur — rivayet eyledi. (Dedi ki): Bize Vasıl el-Ahdeb, Ebu Vail'den, o Huzeyfe'den diye naklettiğine göre; Huzeyfe'ye bir adamın kovuculuk yaptığına dair bir bilgi ulaştı. Bunun üzerine Huzeyfe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Hiçbir nemmam (koğuculuk yapan) cennete girmeyecektir" buyururken dinledim. Yalnız Müslim rivayet etmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ali b. Hucr es-Sa'di ve İshak b. İbrahim tahdis etti. İshak dedi ki: Bize Cerir, Mansur'dan haber verdi. O İbrahim' den, o Hemmam b. Haris'den şöyle dediğini nakletti: Bir adam konuşulanları emire taşıyordu. Bizler de mescitte otururken oradakiler: Bu konuşulanları emire taşıyanlardan birisidir dediler. (Hemmam) dedi ki: Sonra o adam gelip yanımıza oturdu. Bu sefer Huzeyfe (r.a.) şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Cennete kattat (laf taşıyan kimse) girmeyecektir" buyururken dinledim. Diğer tahric: Buhari, 5709; Ebu Davud, 4871; Tirmizi, 2026; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) Bize Ebu Muaviye ile Vekî', A'meş'den rivayet ettiler. H. Bize Mincab b. el-Haris et-Temîmî de rivayet etti. Bu lafız onundur. (Dedi ki): Bize İbni Müshir, A'meş'den, o da İbrahim'den o da Hemmam b. el-Haris'den naklen haber verdi. Demiş ki: Mescitte Huzeyfe ile birlikte oturuyorduk. Bir adam gelip yanımıza oturdu. Huzeyfe'ye: Bu kişi sultana bazı şeyleri götürüyor, denildi. Huzeyfe ona işittirmek maksadıyla dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Kattat (laf taşıyıcı) hiçbir kimse cennete girmeyecektir" buyururken dinledim. DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (286-288 numaralı hadisler): Bir rivayette: "Cennete koğuculuk yapan (nemmam) girmeyecektir" denilirken diğerinde "kattat" denilmektedir ki bu da birincisinin aynısıdır. Çünkü kattat ile nemmam aynı anlamdadır (koğucu demektir). Cevheri ve başkaları da yaptıkları açıklamalarda bu iki kelimenin aynı anlamda olduklarını ifade etmişlerdir. İlim adamları der ki: Nemime (denilen koğuculuk) insanların sözlerini aralarını bozmak maksadıyla birinden diğerine aktarmaktır. İmam Ebu Hamid el-Gazzali (rahimehullah) el-İhya adlı eserinde şöyle diyor: Şunu bil ki, koğuculuk çoğunlukla başkasının söylediği sözleri hakkında söylediği kimseye taşımaktır. Filan kişi senin hakkında böyle konuşuyor demek gibi, ama koğucu luk sadece bu hale ait değildir. (2/112) Aksine nemime (koğuculuk) açığa çıkartılması hoş olmayan şeyleri açıklamak diye tanımlanır. Sözü başkasına aktarılan kişi yahut kendisine aktarılan şahıs ya da üçüncü bir kişi bundan ister hoşlansın, ister hoşlanmasın, açığa çıkartılan bu husus ister kötülemek kastıyla, ister işaret yoluyla, ister ima yoluyla yapılsın yine fark etmez. Çünkü koğuculuğun gerçek anlamı açığa çıkartılmasından hoşlanılmayan gizli saklı şey üzerindeki perdeyi kaldırıp, sırrı ifşa etmektir. Birisi, bir kimsenin kendisine ait bir malı sakladığını görse, sonra bunu başkasına söylese, bu dahi koğuculuktur. Kendisine söz taşınıp da filan kimse senin için şöyle diyor yahut senin aleyhine şunu yapıyor denilen bir kişinin şu üç hususa dikkat etmesi onun görevidir. 1- Onun doğru söylediğini kabul etmeyecek. Çünkü bu kişi koğuculuk yapan (nemmam) fasık birisidir. 2- Ona bu işi yapmamasını söylemeli, ona öğüt vermeli, ona yaptığı işin çirkin olduğunu bildirmelidir. 3- Allah için ona buğz etmelidir. Çünkü böyle bir kişi Allah tarafından buğzedilen birisidir, yüce Allah'ın buğz ettiği kimseye de buğz etmek icap eder. 4- Hazır bulunmayan kardeşi hakkında kötü düşünce beslememetidir. 5- Kendisine aktarılanlar onu tecessüste bulunmaya ve söylenip söylenmediğini araştırmaya itmemelidir. 6- Koğuculuk yapana yasakladığı işi kendisi için uygun görmemelidir. Dolayısıyla kendisine koğuculuk yoluyla aktarılan hakkındaki sözü kendisi aktarıp, filan kişi bunu anlattı, diyerek bu yolla kendisi koğuculuk yapan birisi olmamalı ve yasakladığını işleyen kişi durumuna düşmemelidir. -Gazzali (r.a.)'ın açıklamaları burada bitmektedir.- Koğuculuk hakkında sözü edilen bütün bu hususlar eğer bunda şer'i bir masıahat yoksa sözkonusudur. Şayet ihtiyaç başkasının sözünü aktarmayı gerektirecek ise yasak değildir. Bir kimsenin diğerine bir insan seni yahut aileni öldürmek istiyor ya da malına zarar vermek istiyor diye haber vermesi yahut imama veya kamu görevlisi bir yetkiliye bir kimse şu işi yapıyor ve bir kötülük işliyor diye haber vermesi gibi. Bu durumda yetkilinin bu hali açığa çıkarması ve ortadan kaldırması gerekir. Bütün bunlar ve benzerleri haram değildir. Hatta duruma göre bunun bir kısmı vacip, bir kısmı müstehab da olabilir. İsnatta "Ferruh" ismi geçmektedir ki munsarıf değildir. Daha önce birkaç defa da geçti. Son senette: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. .. " Senedindeki ravilerin hepsi Kufelidir. Huzeyfe b. el-Yeman müstesnadır çünkü o Medain' i yurt edinmişti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Koğucu bir kimse cennete giremez" buyruğu hakkında da daha önce benzerleri ile ilgili sözkonusu edilen iki türlü tevil (açıklama) sözkonusudur. Birincisi bu haram olduğunu bilmekle birlikte herhangi bir tevilde bulunmaksızın bu işi helal kabul eden kişi hakkında yorumlanmasıdır. İkincisi ise böyle bir kişi umduklarını elde edenlerin cennete girmeleri gibi cennete giremeyecektir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. el-Müsennâ ve İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dedilerid: Bize Muhammed b. Ca'fer, Şu'be’den, o da Aliy b. Müdrik'den, o da Ebu Zur'a'dan, o da Hareşetü'bnü'l-Hurr'den, o da Ebu Zerr'den, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Kıyamet gününde Allah üç kişi ile konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacak ve onlar için can yakıcı bir azap vardır." (Ebu Zerr) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sözleri üç defa tekrar etti. Ebu Zerr: Bunlar zarara uğradılar, hüsrana uğradılar. Bunlar kimdir ey Allah'ın Resulü, dedi. Allah Resulü: "Elbisesini yere kadar sarkıtan, yaptığı iyiliği başa kakan ve yalan yemin ile malını satmaya çalışan" buyurdu. Diğer tahric: Ebu Davud, 4087, 4088; Tirmizi, 1211; Nesai, 2562, 2563. Ayrıca 4470,4471,5348; İbn Mace, 2208; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekr b. Hallâd-i Bahili rivayet etti. (Dediki): Bize Yahya —ki el-Kattandır— rivayet etti. (Dediki): Bize Süyfân rivayet etti. (Dediki): Bize Süleyman El-A'meş, Süleyman b. Müshir'den, o da Hareşetü'bnü'I-Hurr'dan, o da Ebu Zerr'den , o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet eyledi. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Kıyamet gününde Allah üç kişi ile konuşmayacaktır: Her ne verirse mutlaka verdiğini başa kakan, yalan yemin ile malını satmaya çalışan ve elbisesini yerlere kadar sarkıtan. " dedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bana Bişr b. Halid de tahdis etti. Bize Muhammed -yani b. Cafer- Şube'den tahdis etti. Ben Süleyman'! bu isnad ile rivayeti naklederken dinledim ve o şöyle dedi: ''Allah üç kişi ile konuşmayacak, onlara bakmayacak onları temize çıkarmayacak ve onlar için acıklı bir azap vardır. " Diğer tahric: Ebu Davud, 4087, 4088; Tirmizi, 1211; Nesai, 2562, 2563. Ayrıca 4470,4471,5348; İbn Mace, 2208; Tuhfetu'l-Eşraf, 11909 AÇIKLAMALAR 108.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Vekl' ve Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Hazim'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah kıyamet gününde üç kişi ile konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. -Ebu Muaviye: "Ve onlara bakmayacaktır" dedi.- Üstelik onlar için can yakıcı bir azap da vardır: Zina eden ihtiyar, yalan söyleyen yönetici ve büyüklük taslayan fakir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 13406 AÇIKLAMALAR 108.sayfa’da

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr İbni Ebî Şeybe ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Bu hadis Ebu Bekr'indir. Dediki. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah kıyamet gününde üç kişi ile konuşmayacak, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacak ve onlar için can yakıcı bir azap olacaktır. Kırsal bir alanda fazla suyu bulunduğu halde onu yolcudan esirgeyen bir kimse, ikindiden sonra bir adama bir mal satıp -gerçekte böyle olmadığı halde- ona Allah adına şu kadar fiyata satın aldığına dair yemin edip (müşterisinin) kendisine inandığı kimse, bir imama (devlet başkanına) ancak dünyalık için bey'at eden, ona dünyalıktan bir şeyler verirse bey'atine bağlı kalan fakat ona dünyalıktan bir şey vermeyecek olursa bey'atine bağlı kalmayan kimse." Diğer tahric: İbn Mace, 2207, 2870; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize Cerir tahdis etti. (H) Bize Said b. Amr el-Eş'asi de tahdis etti. Bize Abser haber verdi. Her ikisi A'meş'ten bu isnad ile hadisi aynen rivayet etti. Ancak hadisin Cerir tarafından yapılan rivayetinde: "Bir kimse ile bir malın pazarlığını yapan" demiştir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amr en-Nakid de tahdis etti. Bize Süfyan, Amr'dan tahdis etti. O Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den -(ravi) dedi ki: zannederim merfu olarak- şöyle dediğini nakletti: "Allah üç kişi ile konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onlar için can yakıcı bir azap olacaktır: İkindi namazından sonra haksızca kesip aldığı Müslüman bir kimsenin malı üzerine yemin eden bir adam" hadisinin geri kalan kısmı da (bir önceki) A'meş'in hadisine yakındır. Diğer tahric: Buhari, 2240, 7008; Tuhfetu'l-Eşraf, 12855 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN için buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (289-295 numaralı hadisler): Hadisin Farklı Rivayetleri (289) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kıyamet gününde Allah üç kişi ile konuşmayacak ... Yalan yemin ile malını satan" (290): "Verdiği her şeyi mutlaka başa kakan ve elbisesini yere kadar sarkıtan"; (292): "Zina eden ihtiyar (2/114) ve büyüklük taslayan fakir"; (293): "Kırsal bir alanda fazla suyu bulunan ... bey'atine bağlı kalmaz" buyurmaktadır. Bu bapta yer alan ravi isimlerine gelince Ebu Zur'a'(nın babası} Amr b. Cerir' dir. İsminin ne olduğu hususundaki görüş ayrılıkları ve en meşhur olanın Herim olduğuna dair açıklamalar daha önce birkaç defa geçti. Ebu Hazim: Ebu Hureyre'den isnadında geçen Ebu Hazim, Azze'nin azatlısı Selman el-Eğar' dır. Ebu Salih'in adı Zekvan'dır daha önceden geçti. Said b. Amr el-Eş'ası ise de des i el-Eş' as b. Kays el-Kindi'ye nispetlidir. Soyu ve nispeti şöyledir: Said b. Amr b. Sehl b. İshak b. Muhammed b. el-Eş' as b. Kays el-Kindi'dir. Hadisin rivayetlerindeki lugavi lafızlara gelince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır" buyruğu ayet-i kerimede (bk. el-Bakara, 174) geçen lafızlarla ifade edilmiştir. Denildiğine göre onlarla konuşmayacaktır yani onlarla hayır sahibi kimseler ile konuştuğu gibi ve onlardan razı olduğunu izhar ederek konuşmayacaktır. (2/115) Aksine onlarla kızdığı ve gazap ettiği kimselerle nasıl konuşacaksa öyle konuşacaktır, demektir. Bir diğer açıklamaya göre maksat onlardan yüz çevirmektir. Müfessirlerin cumhuru onlarla kendilerine faydalı olacak ve kendilerini sevindirecek bir sözle konuşmayacaktır, diye açıklamıştır. Onlara, melekleri onlara selam versinler diye göndermeyecektir, diye de açıklanmıştır. Onlara bakmayacak olması, onlardan yüz çevirmesi anlamındadır. Şanı yüce Allah'ın kullarına bakması ise, onlara rahmeti ve lütfudur. Onları temize çıkarmayacaktır yani günahlarının pisliklerinden onları temizlemeyecek, arındırmayacaktır. ez-Zeccac ve başkaları, onları övmeye cektir demektir, diye açıklamıştır. Can yakıcı azap ise acı veren, ızdırap veren azap demektir. el-Vahidi: Bu, acısı kalplerine kadar ulaşan azaptır, diye açıklamıştır. Azap ise insanı yoran ve ona ağır gelen herbir şeydir, demiştir. Arap dilinde azap kelimesi asıl itibariyle men etmek, alıkoymak anlamındaki "el-azb"den gelmektedir. Tatlı suya azb denilmesi ise susuzluğu engellemesinden dolayıdır. Azaba azap deniliş sebebi ise cezalandırılan kimsenin daha önce işlemiş olduğu günahının benzerine dönmesine engelolması ve başkasının da onun yaptığı işin benzerini yapmasına mani olmasından dolayıdır. Resulullah (sallall€ıhu aleyhi ve sellerol'in: "Elbisesini yere kadar sarkıtan" buyruğunun anlamı ise büyüklenmek kastı ile elbisesini sarkıtıp, ucunu sürükleyen kişi demektir. Nitekim başka bir hadiste bu "Allah büyüklenerek elbisesini çeken kimseye bakmaz" buyruğunda müfesser olarak zikredilmiştir. Burada "büyüklenerek çeken, sürükleyen" kaydı "elbisesini sarkıtan" şeklindeki umumi ifadeyi tahsis etmekte (özelleştirmekte) ve tehdidin, elbisesini büyüklenerek çeken, sürükleyen kişi hakkında kastedildiğine delildir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu hususta Ebu Bekr es-Sıddık (radıyall€ıhu anh)'a ruhsat vermiş ve: "Sen onlardan değilsin" buyurmuştur. Çünkü onun elbisesini sürüklemesi, büyüklenmekten ileri gelmiyordu. İmam Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi ve başkası şöyle demektedir: Hadiste (elbise olarak) yalnızca izarın (belden aşağısını örten peştamalin) sarkıtılmasının sözkonusu edilmesi, o zaman için genellikle giydiklerinin o oluşundan dolayıdır. İzarın dışında entari ve başka elbiselerin de hükmü onunla aynıdır. Derim ki: Zaten bu husus Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sözü olarak açıkça ifade edilip açıklanmıştır. Salim b. Abdullah babası (radıyall€ıhu anh)'dan, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Sarkıtmak izarda, entaride ve sarıkta sözkonusudur. Kim herhangi birilerini büyüklenerek çekecek olursa, yüce Allah kıyamet gününde ona bakmayacaktır." Bunu Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace hasen bir isnad ile rivayet etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. (290) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Facir yemin ile malını satan" ibaresi öbür rivayetteki "yalan yemin" ile aynı anlamdadır. (293) "el-Felat: kırsal" lafzı kimsenin bulunmadığı tehlikeli geçit ve kurak yer demektir. (2/116) (292) Diğer rivayette Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Zina eden ihtiyar, yalancı yönetici ve büyüklük taslayan fakir"i sözü geçen tehdit ile özellikle sözkonusu etmesine gelince; Kadı Iyaz şunları söylemektedir: Buna sebep bunların her biri sözü geçen masiyeti kendisine uzak olmasına, böyle bir masiyete zorunluluk hissetmemesine, kendisinde bu masiyeti işlemeye iten sebeplerin zayıf olmasına rağmen -hiç kimse herhangi bir günahı işlemekte mazur görülmemekle birlikte- işlemiş olmalarıdır. İşte bu kimseler bu masiyetleri kendilerine hakim alamayacak kadar işlemek durumunda bulunmadıkları ve alışılmış sebepleri kendilerindE. olmadığı için onların bu masiyetleri işlemeye kalkışmaları adeta yüce Allah'a karşı inatlaşmak ve onun hükmünü hafife almak gibi bir hal almıştır. Başka herhangi bir ihtiyaç sebebiyle değil de ona masiyet kastıyla işlemiş gibi olur. Çünkü yaşlının, aklının kemale ermiş olması, geçirdiği bunca zaman sebebiyle tam bir irfan sahibi bulunması, cima ve kadınlara karşı şehvet sebeplerinin onda zayıflamış bulunması, onu bir ihtiyaç olarak hissettirecek sebeplerin yerinde bulunmaması, bununla birlikte bu hususta helal yoldan kendisini rahatlatacak ve böylelikle iç dünyasında buna yer bırakmayacak bir halde bulunması sözkonusudur. (Helal için durum bu halde iken) ya haram olan zinayı yapması ne demek olur? Çünkü zinaya iten sebepler gençlik, arzunun galeyana gelmesi, marifetin azlığı, şehvetin baskın gelmesi gibi sebeplerdir. Bunların böyle olmasının sebebi ise aklın zayıflığı ve yaş küçüklüğüdür. Aynı şekilde imam (devlet başkanı) yönetimi altında bulunan hiçbir kimseden korkmaz, herhangi bir kimseye şirin görünmek, onun karşısında yapmacık hareketlerde bulunmak ihtiyacını duymaz. Çünkü insan ancak kendisinden çekindiği, eziyetinden ve siteminden korktuğu kimselere karşı yağcılık yapar, yalan ve benzeri hallerle yapmacık davranışlarda bulunur ya da bu yolla onun yanında bir makam sahibi olmaya ya da bir menfaat elde etmeye çalışır. Oysa devlet yöneticisinin kayıtsız ve şartsız yalan söylemeye ihtiyacı yoktur. Malı bulunmayan fakirin durumu da böyledir. Çünkü böbürlenmenin, kibirlenmenin, büyüklük taslamanın, benzeri kimselere göre kendisini yüksekte görmesinin sebebi dünyada servet sahibi olmaktır. Onun bu haline sebep ise bu hususta sahip olduğu görülen üstünlük, dünya ehlinin ona ihtiyaç duymasıdır. Eğer (fakir kimsede) bunu gerektiren sebepler yoksa ne diye büyüklük taslasın, başkasını küçük görsün. O halde sözü geçen şekilde fakirin bu davranışı, zina eden ihtiyarın ve yalan söyleyen imam'ın bu halleri ancak şanı yüce Allah'ın hakkını bir şekilde hafife almalanndan ileri gelir. Allah en iyi bilendir. Son rivayette sözü geçen üç kişiye gelince, bunlardan birisi ihtiyacı olan yolcuya fazla su vermeyen kimsedir. Böyle bir kimsenin bu yaptığının haramlığının ağırlığında ve oldukça çirkin olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Davarın artan suyunu engelleyen kimse bir asi sayıldığına göre ya hayat hakkına saygı duyulan insandan bunu esirgeyen kimsenin durumu ne- olur? Burada sözkonusu odur. Eğer yolcu harbi ve mürted gibi hayatına saygı duyulan birisi değilse ona karşılıksız suyu vermek gerekmez. İkindiden sonra yalan yere yemin eden kişi de böyle bir tehdidi hak eder. Özellikle ikindi sonrasının sözkonusu edilmesi bu vaktin şerefinden dolayıdır çünkü gece ve gündüz melekleri bu vakitte bir araya gelir ve daha başka sebepleri de vardır. İmama -hadiste sözü edilen şekilde- bey'at eden kişi de Müslümanları (2/117) ve onların imamlarım aldatan ve bey' atine bağlı kalmamak suretiyle aralarında fitnenin ortaya çıkmasına sebep teşkil eden birisi olması sebebiyle bu tehdidi hak eder. Özellikle de kendisine uyulan kimselerden birisi ise. Allah en iyi bilendir. Asılların birçoğunda Ebu Hureyre'den gelen ikinci rivayette Allah'ın üç kişiyle konuşmayacağı beyan edilirken "üç" anlamındaki lafzın sonunda he (yuvarlak te) zikredilmemiştir. Ebu Zerr'den gelen ikinci rivayetteki bazı asıllarda da bu şekildedir. Bu da üç nefis anlamı kastedilerek sahih bir şekildir. "Onlarla konuşmaz" buyruğunda zam iri n müzekker gelmesi de mananın dikkate alınmasına binaendir. Şam yüce Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeyhe ile Ebu Said el-Eşecc rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Veki' A'meş'den, o da Ebu Salih'den, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti, Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulullah (saIlallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kim kendisini bir demir ile öldürürse o demir parçası elinde olduğu halde cehennem ateşinde ebediyen ve temelli kalmak üzere karnına saplayıp duracaktır. Kim bir zehir içip, kendisini öldürürse cehennem ateşinde ebedi ve temelli kalmak üzere onu içip, duracaktır. Kim de bir dağdan yuvarlanarak kendisini öldürürse cehennem ateşinde ebediyen ve temelli olarak yuvarlanıp duracaktır. " Diğer tahric: Tirmizi, 2044'te muallak olarak; İbn Mace, 3460'da muhtasar olarak; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti, bize Cerir tahdis etti. (H) Bize Said b. Amr el-Eş'asi de tahdis etti, bize Abser tahdis etti. (H) Bana Yahya b. Habib el-Harisi de tahdis etti. Bize Halid -yani b. Haris- tahdis etti. Bize Şube tahdis etti. Hepsi bu isnad ile hadisi aynen nakletti. Şube'nin, Süleyman'dan rivayetinde Süleyman: Zekvan'ı dinledim, dedi. Diğer tahric: Buhari, 4442; Tirmizi, 2044; Nesai, 1964; Tuhfetu'l-Eşraf, 12394 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Ravîlerinden yalnız Ebu Hureyre (Radiyallahu anh) , Medineli, diğerleri Küfe'lidirler. Hadisi birinci tarikde Vekî' A'meş' den rivayet ettiği gibi ikinci tarikde Cerir, Abser ve Şu'be dahi ondan rivayet etmişlerdir. İmam Müslim'in: «Bu ravîlerin hepsi bu isnadla bu hadisin mislini rivayet ettiler.» Sözü ile işarette bulunduğu ravîler bunlardır. Ancak ravî A'meş müdeilistir; ve hadisi «an» edatiyle rivayet etmiştir. Müdellis bir ravînin ise «an» edatiyle rivayet ettiği hadisler hüccet olarak kabul edilemez. Meğer ki «an» ile kendisinden hadis rivayet ettiği zattan o hadisi dinlediği, başka bir yoldan sabit ola. İşte İmam Müslim burada A'meş'in bizzat şeyhinden dinlediğini göstermek için: « Şu'be nin Süleyma'n'dan rivayetinde (Zekvan'dan dinledim dedi) ibaresi vardır, demektedir. Süleyman'dan murad; A'meş 'tir. Bu suretle hadisin isnadına bir diyecek kalmamış olur. Hadis Buharî'de takdim ve te'hirlidir; yani orada evvela dağdan yuvarlanan sonra zehir içen daha sonra kendini demirle öldüren zikredilmiştir. Demirden murad: bıçak, kılıç ve saire gibi şeylerdir. Haksız yere insan öldürmenin en büyük günahlardan olduğunu görmüştük. Burada intiharın da aynı hükümde olduğu üstelik cezanın amel cinsinden olacağı beyan buyurulmuştur. Binaenaleyh kendini demirle öldüren aynen intihar ettiği şekilde azab görecek, zehirle intihar eden cehennemde de zehir içerek cezalandırılacaktır. Böylelerin cehennemde ebedî kalması, intiharı helal i'tikad ettikleri takdirdedir. Helal i'tikad etmeyenler hakkında cehennemde ebedî kalmak uzun müddet orada yanmaktan kinayedir. Müslim şarihlerinden El-Übbî şöyle diyor: «Cehennemde ebedî kalmak, intihar edenin cezası başka birini öldürmenin cezasından daha şiddetli olacağına işaret için de olabilir. Çünkü bu adam manî bulunduğu halde bu suçu işlemiştir. Nitekim ihtiyarın zina etmesi, hükümdarın yalan söylemesi de böyledir. İntihar suçuna manî' olan şey insanın fıtratı icabı canını sevmesidir. Sonra intiharın, düşman öldürecek zannîyîe kendini öldüren kimse ile tahsisi gerekir. Cihad bahsinde; (Düşman, müslünıanların gemisini yakarsa gemide olanlara kendilerini denize atmaları caizdir. Çünkü bunlar ölümden Ölüme kaçmışlardır.) denilmiştir. Rabîa bunu ancak kurtuluş ümidi olanlara caiz görmüş, ümidi olmayan kendini öldürmesin; Allah'ın takdirine sabretsin demiştir...» Bu mesele Hanefi imamları arasında da ayni şekilde ihtilaflıdır. İmam A'zama göre gemidekiler sabrederek yanmakla denize atlayıp boğulmak arasında muhayyerdirler. Kaadî Iyaz diyor ki: «Bu hadis: «kaatil öldürdüğü şeyle kısas olunur.» diyen İmam Malik'in delilidir. İmam Malik bu hususta Allah'u Teala'nın ahirette vereceği cezaya ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yahudî ile Uraniyyine verdiği hükme uymaktadır.» Filhakika yahudinin biri, bir cariyenin başını iki taş arasında ezerek öldürmüş; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yahudînin de aynî şekilde (yani başı iki taş arasında ezilerek) öldürülmesine hüküm vermişti. Uraniyyîn denilen kabile, bir çobanı fecî' şekilde öldürmüş ve bazı uzuvlarını kesmişlerdi. Onların da ayni şekilde Öldürülmek suretiyle kısas edilmelerini emir buyurmuşlardı. İmam Malik'in aklî delili de: bir suçu misliyle cezalandırmanın o suçtan vaz geçirme hususunda daha tedbirli olmasıdır. Hudud-i şer'iyye ise zaten suç işlemekten men' etmek için meşru' olmuşlardır. Lakin Muhammed el-Übbî bu istidlale i'tiraz etmiş ve: «Bununla bu meseleye ihticac edilemez: Çünkü Allah'ın fi'line kıyas edilmiş olur. Allah Teala'nın fi'iline kıyas ise doğru değildir. Zira O'nun fiilleri ta'lil edilemez. Kıyas ancak Allah'ın hükümlerine yapılır.» demiştir. Şafii'lere göre eğer meşru' fiil ise kısas, suçlu şahsın fiilinin misliyle yapılır. Şayed bununla ölmezse boynu kesilir. Zira kısas müsavat üzerine meşru' kılınmıştır. Hanefiler'e göre ise kılıçla yani silahla yapılır. Bazı ulemaya göre intihar eden kimsenin cenazesi kılınır. Yalnız Hanefilerden İmam Ebu Yusuf'a göre kılınmaz. Halîfe Ömer b. Abduaziz ile Evzaîye göre ise mekruhtur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. ki): Bize Muâviyetü'bnü Sellâm b. Ebî Sellâm ed-Dimeşkî, Yahya b. Ebî Kesir’den naklen haber verdi. Ona da Ebû Kılâbe haber vermiş. Ona da Sabit b. Dahhâk kendisinin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ağacın altında bey'at ettiğini; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: kim İslâmdan başka bir din nâmına yalan yere yemîn ederse o kimse dediği gibidir. Ve kim bir şeyle kendini öldürürse kıyamet gününde o nesne ile azab olunur. Bir kimsenin Mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi mu'teber değildir.» buyurduğunu haber vermiş

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Gassan el-Mismai rivayet etti. (Dediki): Bize Muaz — ki İbni Hişamdır — rivayet eyledi. Dediki, Bana babam Yahya b. Ebî Kesîr'den rivayet etti. Demişki: Bana Ebu Kılabe Sabit b. Dahhak'dan, o da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Kişinin malik olmadığı bir şey hakkında adağı sözkonusu değildir. Mümine lanet etmek onu öldürmek gibidir. Dünyada kendisini bir şey ile öldüren bir kimse kıyamet gününde onunla azap edilir. Malını çok göstermek (ya da çoğaltmak) için yalan bir iddiada buIunan kimsenin Allah azlıktan başka bir şeyini arttırmaz. Bir de yalan yere yemin-i sabr yapanın durumu da (bunun gibidir)." Tahric bilgisi 298 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd birlikte Abdurrezzak'tan tahdis etti. İbn Rafi' dedi ki: Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer, ez-Zühri'den haber verdi. O İbnu'l-Müseyyeb'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasınuilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Huneyn'de bulunduk. Müslüman diye çağrılan bir adam için: "Bu cehennem ehlindendir" buyurdu. Savaşa başlayınca o adam oldukça çetin bir şekilde çarpıştı ve bir yara aldı. Arkasından: Ey Allah'ın Resulü, kendisi için az önce: "Şüphesiz o cehennem ehlindendir" dediğin adam var ya bugün oldukça zorlu bir şekilde çarpıştı ve öldü. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "(O) cehenneme (gidecektir)" buyurdu. Az kalsın bazı Müslümanlar şüpheye düşecekti. Onlar bu halde iken o kişinin ölmediği ama ağır yaralı olduğu söylendi. Gece olunca yaraya sabredemeyip, kendisini öldürdü. Bu hal Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e haber verilince "Allahu ekber, Allah'ın kulu ve ResuIü olduğuma şahadet ederim" buyurdu. Sonra Bilal'e verdiği emir üzerine insanlar arasında yüksek sesle: "Şüphesiz ki cennete ancak Müslüman bir kimse girecektir ve şüphesiz Allah bu dini günahkar bir adamla da güçlendirir" diye seslendi. " Diğer tahric: Buhari, 2897, 6232; Tuhfetu'I-Eşraf, 13277 İZAH 113 TE

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Yakub -ki o Arap kabilelerinden birisi olan (Kare'ye nispetli) -b. Abdurrahman el-Kari'dir- o Ebu Hazim'den, o Sehl b. Sa'd es-Saidi'den rivayet ettiğine göre; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile müşrikler karşılaştılar, birbirleriyle savaştılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) karargahına dönüp öbürleri de kendi karargahlarına döndüğünde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı arasında öyle bir adam vardı ki (onlardan) ayrılan bir kişi gördü mü onu bırakmaı, mutlaka arkasından gider, kılıcıyla onu vururdu. Müslümanlar: Bugün aramızdan hiçbir kimse filanın gösterdiği kadar yararlılık göstermedi, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: 'J!\ma bilin ki o cehennem ehlindendir" buyurdu. Müslümanlardan bir adam: Devamlı olarak onunla birlikte ben olacağım, dedi. (Sehl) dedi ki: Onunla birlikte çıktı. O ne zaman durduysa, onunla beraber durdu, o hızlamrsa onunla birlikte hızlandı. Derken adam ağır bir yara aldı. Çabuk ölmek isteği ile kılıcının kabzasım yere, sivri ucunu da iki memesi arasına yerleştirdikten sonra kılıcının üzerine yüklenerek kendisini öldürdü. Onun arkasına takılan adam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına çıkıp geldi ve: Şüphesiz senin Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ederim, dedi. Allah Resulü: "Bu neden icap etti" buyurunca, adam şöyle dedi: Az önce cehennemliklerdendir diye söylediğin o adam (hakkındaki bu sözlerini) insanlar büyük bir söz olarak değerlendirdiler (havsalaları bunu almadı). Bunun üzerine ben de: Sizin adınıza onu ben takip edeceğim, dedim ve onun arkasına takıldım. Nihayet ağır bir yara aldı, erken ölmek istediği için kılıcının kabzasım yere, keskin ucunu da memeleri arasına yerleştirdi sonra da kendisini onun üzerine iterek öldürdü. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de şöyle buyurdu: "Şüphesiz bir adam insanlara göründüğü kadanyla cennetliklerin am eli ile amel eder. Halbuki o cehennemliklerdendir ve şüphesiz bir adam insanlara göründüğü kadarıyla cehennemliklerin ameli i/e amel eder. Halbuki o cennetliklerdendir. " Diğer tahric: Buhari, 2742, 3966; Müslim, 6683; Tuhfetu'l-Eşraf, 4780, 4787 İZAH 113 TE

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi' tahdis etti. Bize ez-Zubeyri' -ki o Muhammed b. Abdullah b. ez-Zubeyr'dir- tahdis etti. Bize Şeyban tahdis etti. el-Hasan'ı şöyle derken dinledim: "Sizden önceki/erden bir adamın bir çıbanı olmuştu. Bu çıban onu rahatsız edince ok torbasından bir ok çıkarttı, onu deşti fakat kan durmadığından sonunda öldü. Aziz ve celil Rabbimiz de: Ben de ona cenneti haram ettim, buyurdu." Sonra elini mescide uzattı ve dedi ki: Evet, Allah'a yemin ederim ki bu hadisi bana Cündeb, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu mescitte tahdis etti. Diğer tahric: Buhari, 1298, 3276; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemi' de tahdis etti. Bize Vehb b. Cerir tahdis etti. Bize babam tahdis etti: Hasan'ı şöyle derken dinledim: Bize Cündeb b. Abdullah el-Becell bu mescitte tahdis etti ve ne unutluk, ne de Cündeb'in Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adına yalan söyleyeceğinden korkarız. O dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sizden öncekiler arasında bir adamda bir çıban çıkmıştı. .. " buyurdu. Sonra hadisi buna yakın olarak zikretti. Tahric bilgisi 303 ile aynı. 296 – 304 HADİSLER İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize Hâşim b. El-Kaasim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İkrimetübnü Ammâr rivayet eyledi. (Dediki): Bana Simak el-Hanefi Ebu Zümeyl rivayet etti. (Dediki): Bana Abdullah b. Abbas tahdis etti. Bana Ömer b. el-Hattab tahdis edip dedi ki: Hayber gününde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından birkaç kişi gelerek filan şehittir, filan şehittir deyip durdular. Sonunda bir adamın yanından geçerken, filan şehittir dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Asla, şüphesiz ben onu ganimetten çaldığı bir hırka ya da bir aba sebebiyle cehennemde gördüm" buyurdu. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hattab'ın oğlu, git ve insanlar arasında yüksek sesle: Cennete müminlerden başkası girmeyecektir diye seslen" buyurdu. (Ömer) dedi ki: Ben de çıktım ve yüksek sesle: "Şunu bilin ki müminlerden başka kimse cennete girmeyecektir" diye seslendim.53 Diğer tahric: Tirmizi, 1574'te muhtasar olarak; Tuhfetu'l-Eşraf, 10497 İzah 115 de

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu't-Tahir tahdis etti. İbn Muti'in azatlısı Salim Ebu'l-Ğays, Ebu Hureyre'den (H). Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti -ki bu hadisin onun tarafından yapılan rivayetidir-: Bize Abdulaziz -yani b. Muhammed Sevr'den tahdis etti. O Ebu'I-Ğays'dan, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Hayber'e çıktık. Allah bize zafer nasip etti. Bizler ganimet olarak ne altın, ne gümüş aldık. Sadece eşya, yiyecek ve elbise aldık. Sonra vadiye çekildik. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir kölesi de vardı. Bu köleyi kendisine Cüzamlıların Dubayb oğullarından Rifaa b. Zeyd hibe etmişti. Bizler vadiye konakladıktan sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kölesi kalkıp yüklerini çözdü. Bu sırada ona bir ok atıldı, aldığı bu ok sebebiyle de öldü. Bizler: Ey Allah'ın Resulü, ne mutlu ona şehit oldu, dedik. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Asla! Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, Hayber günü alınıp da paylaştırılmayan ganimetIerden aldığı o hırka onun üzerinde alev alev yanmaktadır" buyurdu. (Ebu Hureyre) dedi ki: Bundan dolayı herkes korktu sonra bir adam bir yahut iki ayakkabı bağını getirerek geldi ve: Ey Allah'ın Resulü ben bunları Hayber günü almıştım, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ateşten bir ayakkabı bağı, yahut ateşten iki ayakkabı bağı" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3993, 6329; Ebu Oavud, 2711; Tuhfetu'I-Eşraf, 12916 305 – 306 HADİSLER İÇİN

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve İshak b. İbrahim birlikte Süleyman'dan tahdis ettiler. Süleyman dedi ki: Bize Süleyman b. Harb tahdis etti, bize Hammad b. Zeyd, Haccac es-Sawaf'dan tahdis etti. O Ebu'z-Zubeyr'den, o Cabir'den rivayet ettiğine göre; Tufeyl b. Amr ed-Devsi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek: - Ey Allah'ın Resulü, çok sağlam bir kaleye ve güçlü koruyucuların yanına gitmek ister misin, dedi. -(Cabir) dedi ki: Devslilerin cahiliye döneminde bir kaleleri vardl.- Fakat Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aziz ve celil olan Allah bu işi Ensar'a sakladığından ötürü bu teklifi kabul etmedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret edince et-Tufayl b. Amr da onun yanına (Medine'ye) hicret etti. Tufayl ile birlikte kavminden bir adam da hicret etmişti. Ama Medine'nin havası onlara iyi gelmemişti. Bu sebeple hastalandı ve sabırsızlık göstererek birkaç tane okunu alıp o oklarla parmak eklemlerini kesti. Bunun neticesinde ellerinden kan aktı ve sonunda öldü. Tufayl b. Amr onu rüyasında gördü. Rüyasında onun görünüşünün güzel olduğunu, bununla birlikte ellerinin üzerini kapatmış olduğunu gördü. Ona: Aziz ve celil Rabbin sana ne yaptı, dedi. Adam: Allah bana nebisinin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına hicretim sebebiyle günahlarımı bağışladı, dedi. Tufayl: Neden ellerinin üstünü örtmüş olduğunu görüyorum, dedi. Bana dedi ki: Bana senin bizzat vücudundan bozduğun şeylerini biz asla ıslah etmeyeceğiz, denildi. Tufayl rüyasını Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e anlatınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım, ellerine de mağfiret buyur" diye dua etti. Diğer tahric: Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2682 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Sıkıldılar; canları sıkıldığı ve bir nevî hasta oldukları için orada oturmaktan bıktılar demektir. Ebu Ubeyd ile Cevheri ve başkaları bu kelimenin ma'nası: «nimet içinde bile olsa bir yerde kalmaktan hoşlanmamaktır.» demişlerdir. Cevheri, Hattâbî'den naklen bunun (dâü's-Sıle) denilen iç hastalığı olduğunu söylemiştir. Hz. Âişe (Radıyallahu Anhâ)'dan rivayet edilen bir hadisde hicretten sonra Ebu Bekir ve Bilâl (Radıyallahu Anhuma)nın da Medine 'de hasta oldukları ve Mekke-i Mükerreme'yi hasretle yâd edecek şiirler söyledikleri, bunun üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kendilerine Medine'yi de Mekke kadar hatta daha fazla sevdirmesi için Cenab'ı Hakka niyaz ettiği beyân olunmuştur. O zaman Medine'nin havası ağır ve sıtmalı imiş. Fakat sonradan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in duası kabul buyurulmuş, Medine herkesin yaşayabileceği şîrîn bir yer hâlini almıştır. NEVEVİ ŞERHİ: Bu bapta Cabir (r.a.)'ın rivayet ettiği şu hadis vardır: "et-Tufayl b. Amr ed-Devsi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına Medine'ye hicret etti. .. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''ALLah'ım ellerine de mağfiret buyur" diye dua etti." "Medine'nin havası onlara iyi gelmedi." Zamir et-Tufayl sözü geçen adam ve onlarla ilgili kimselere aittir. Yani orada kalmaktan sıkıldılar ve bir tür hastalıklardan ötürü orada ikamet etmek istemediler. Ebu Ubeyd ve elCevheri ile başkaları bir beldede kalmaktan -nimet içerisinde bulunsa dahihoşlanılmadığı zaman bu mı kullanılır demişlerdir. el-Hattabi dedi ki: Bu lafzın kökünü teşkil eden "el-ceva" olup, bu da karında meydana gelen bir hastalığa denilir. "Birkaç ok aldı." Hadiste geçen "meşakıs" lafzı "mişkas"ın çoğuludur. el-Halil, İbn Faris ve başkaları bu enli bir demir ucu bulunan ok demektir. Başkaları ise enli olmayan uzun oktur demiştir. el-Cevheri de: Mişkas hem uzun, hem enli alandır. Burada daha güçlü görülen anlam budur. Çünkü: "Onlarla parmak uçlarının eklemlerini kesti" denilmektedir. Bu ise ancak enli olan ok uçlarıyla gerçekleştirilebilir. "Beracim" de parmak eklemleridir, tekili burcume' dir. "Sağlam bir kaleye ve güçlü koruyuculara ne dersin" sözleriyle güçlü ve koruyabilecek imkana sahip olanların yanına gelmek istemez misin, demek istemiştir. Yani bu koruyucular sana hoşuna gitmeyecek işler yapmak isteyen kimselere karşı seni koruyacak bir topluluktur. Hadisten Çıkartılacak Hükümler 1- Ehl-i sünnetin lehine pek büyük bir kaidenin delili vardır. O da şudur: Kendisini öldüren yahut onun dışında bir masiyet işleyip de tövbe etmeksizin ölen bir kimse kafir değildir, kesinlikle cehennemliktir denilemez. Aksine böyle bir kimse ilahi meşietin hükmüne tabidir. Kaide ile ilgili açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu hadis aynı zamanda zahirleri itibariyle başkasını öldüren ve diğer bü~ yük günah sahibi kimselerin ebedi olarak cehennemde kalacakları izlenimini veren önceki hadislere açıklık getirmektedir. 2- Bazı günahları işleyen kimselerin ceza görecekleri tespit edilmektedir. Hadiste sözü geçen kişi ellerinin o hali ile cezalandırılmış olmaktadır. 3- Masiyetlerin zararı olmaz diyen Mürcienin kanaati de reddededilmektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ahmed b. Ahdete'd-Dabbî rivayet etti. (Dediki): Bize Abdülaziz b. Muhammed ile Ebu Alkamete'l-Fervî rivayet ettiler. Dedilerki; Bize Safyan b. Siileym, Abdullah b. Selman’dan o da babasından, o da Ebu Hureyre'den (2/30a) şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah Yemen'den, ipekten yumuşak bir rüzgar gönderecek, kalbinde -Ebu Alkame: Tane ağırlığı kadar, dedi; Abdulaziz de, zerre ağırlığı kadar, dedi- iman bulunup da ruhunu almadık hiçbir kimse bırakmayacaktır. " Bunu yalnız MüsIim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 13468 NEVEVİ ŞERHİ: "Şüphesiz yüce Allah Yemen tarafından ipekten yumuşak bir rüzgar gönderecek ... Ruhunu kabzetmedik kimseyi bırakmayacak. " Senedinde Ebu Alkame el-Ferevi vardır ki adı Abdullah b. Muhammed b. Ebu Ferve el-Medeni olup, Osman b. Affan (r.a.)'ın hanedanının azatlısıdır. Hadisin manasına gelince, bu türden çeşitli hadisler gelmiş bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Yeryüzünde Allah Allah diyenler tamamen ortadan kalkmadıkça kıyamet kopmayacaktır. " "Kıyamet Allah Allah diyen kimsenin üzerine kopmayacaktır. " "Kıyamet ancak yaratılmışların şerIilerinin başına kopar. " Bütün bu hadisler ve bu anlamdaki diğer hadisler zahirIeri üzeredir. "Kıyamet gününe kadar ümmetimden bir kesim hak üzere üstünlük sağlamış olarak var olacaklardır" hadisi ise bu hadislere muhalif değildir. Çünkü bu hadisin anlamı şudur: Bunlar kıyamete yakın ve kıyamet alametlerinin ardı arkasına çıkmış olacakları bir zamanda ortaya çıkacak, bu yumuşak rüzgar ruhlarını kabzedinceye kadar hak üzere kalmaya devam edeceklerdir. Bu hadiste onların kıyametin kopacağı vakte kadar kalmalarının mutlak olarak sözkonusu edilmesi ise kıyamet alametlerinin ortaya çıkıp, kopmasının da son derece yakınlaşmış olduğu zamana kadar kalacakları manasınadır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Bir tane ağırlığı yahut bir zerre ağırlığı kadar iman" buyruğu (2/132) ile imanın artıp eksildiğini kabul eden doğru kanaate açıklık getirilmektedir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve seliem}'in: "İpekten yumuşak bir rüzgar" buyruğunda da -yüce Allah en iyi bilendir ya- onlara yumuşaklıkla davranılacağına, onlara ikramda bulunulacağına işaret vardır. Allah en iyi bilendir. Yine bu hadiste "yüce Allah'ın Yemen'den bir rüzgar göndereceği" belirtilmektedir. Müslim'in sözkonusu ettiği kitabın son taraflarında yer alan Oeccal ile ilgili hadislerin akabinde yer alan hadiste ise "Şam tarafından bir rüzgar" buyurulmaktadır. Buna da şu iki şekilde cevap verilir: 1-Bunların biri Şam tarafından, diğeri Yemen tarafından esecek iki rüzgar olma ihtimali vardır. 2-Bu rüzgar ilk olarak bu iki iklimden birisinden başlayacak sonra diğerine ulaşacak ve oradan yayılacaktır. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu ma'nada bir çok hadiseler varid olmuştur. Ezcümle: «Yeryüzünde Allah Allah diyen kalmadıkça,, kıyamet kopmaz.», «Kıyamet Allah Aliah diyen hiç bir kimsenin üzerine kopmaz», «Kıyamet ancak halkın kötüleri üzerine kopacaktır.» buyuruimuştur. İmam Nevevî bu hadislerin hepsinin zahiri ma'naları üzere bırakıldığını yanî.te'vile lüzum olmadığını söylüyor. Vakıa bir hadisde: «Ümmetimden bir taife kıyamet gününe kadar hakka müzahir olmak­ta devam edeceklerdir.» Buyurulmuşsa da bu hadis yukarıda zikredilen hadislere muhalif değildir. Çünkü; ma'nası: «bu ümmetin bazı ferdleri kıyamet alametleri zuhur edinceye kadar hak dine yardımcı olacaklar,» demektir; hadisde Kıyamete kadar» denilmiş olsa da maksad onun alametleridir. Binaenaleyh; bu babtaki hadislerin hepsi ma'nen müttehiddir; ve hepsinden murad: Kıyamet yaklaşdığı, alametleri zuhur ettiği zaman demektir. Hadis-i Şerifdeki: «bir dane ağırlığı yahud zerre mikdarı» ifadesi; «İman artar, eksüir.> diyenlere delildir. Nevevî: «sahih olan mezheb budur.» diyor. «Allah Yemen'den, ipekten daha yumuşak bir rüzgar gönderecek...» ibaresinden Nevevî: «mu'min kullara ikram için onların ruhları rifku mulayemetle kabzolunacak» ma'nasını çıkarıyorsa da Müslim şarihlerinden Muhammed el-Übbi Nevevî 'nin bu sözünü mutlak olarak kabul etmeyerek şunları söylüyor: «Bu ma'na sözün gelişinden anlaşılmaktadır. Yoksa ne kolaylık göstermek ikrama delil olabilir; ne de güçlük göstermek şikaavete; Zira meşakkate duçar olmuş nice said kullar ve suhulete nail olmuş nice şakiler vardır. Mesela : Zeyd b. Eslem'in babasından rivayet ettiği bir hadisde: «mu'minin üzerinde, amel ile eremediği bir derece kalırsa, ölüm ıztırab île ahirettekİ derecesini tamamlasın diye Allah Teala ona ölümü şiddetli verir. Kafirin de dünyada karşılığı verilmeyen bir eyiliğî olursa önada ölümü asan eyler.» buyuruimuştur. Rivayete göre Aişe (Radıyallahu Anha) : Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ne derece şiddetli ölüm ıztırabı çektiğini gördükten sonra ben hiç bir kimsenin kolay ölümüne imrenmem. Elini bir bardağın içine daldırıyor; yüzünü siliyor ve: «Allahım bana ölümü asan eyle! zira ölümün sekeratı vardır;» diyordu. O zaman Fatıme: «Babacığım, ab senin ıztırabın bana pek giran geliyor,» demiş; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Bu günden sonra babanın hiç iztırabi olmayacak, buyurmuştu., demiştir.» Bu hadisde rüzgarın Yemen'den geleceği bildirilmiştir. Müslim'in kitabın sonunda, Deccal hadislerinin akibinde tahriç ettiği bir hadisde bu rüzgarın Şam tarafından geleceği bildirilmektedir. İmam Nevevi buna iki vecihle cevap vermiştir. 1 -Bu rüzgarların iki dane olması ve birinin Yemen'den, diğerinin Şam'dan gelmesi muhtemeldi?. 2 -Rüzgarın bu iki iklimin birinden başlayarak ötekine erişmesi ve oradan her tarafa yayılması da bir ihtimaldir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yahya b. Eyyub, Kuteybe ve İbn Hucr hep birlikte İsmail b. Cafer'den tahdis etti. İbn Eyyub dedi ki: Bize İsmail tahdis etti, bana el-Ala babasından haber verdi, onun Ebu Hureyre' den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kapkaranlık gecenin parçaları gibi fitneler ortaya çıkmadan önce (salih) ameller işlemekte elinizi çabuk tutunuz. (O zamanda) adam mümin olarak sabahlayacak, kafir olarak akşama varacak yahut mümin olarak akşama varacak, kafir olarak sabahlayacak. Dinini bir miktar dünya malı karşılığında satacak. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13990 NEVEVİ ŞERHİ: Bu bapta Raswullah (Sallallahu aleyhi ve SellemI'in: "Karanlık gecelerin parçaları gibi fitnelerden önce (salih) amel işlemekte elinizi çabuk tutun" hadisi yer almaktadır. Hadisin anlamı ise salih am el işlemek imkansız hale gelmeden ve ayın göründüğü bir gece değil de karanlık bir gecenin karanlıklarının üst üste yığılması gibi pek çok ve oldukça uğraştırıcı fitneler ortaya çıkıp onlarla uğraşmak zorunda kalmadan salih amel işlemek için eli çabuk tutmaya bir teşviktir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu fitnelerin zorluk ve sıkıntılarının bir tür niteliğini zikretmektedir. O da kişinin mümin olarak akşama vardığı halde daha sonra kafir olarak sabahı etmesi hali yahut bunun aksidir. Burada ravi şüphe etmiştir. Bunun böyle olacak olması ise fitnelerin muazzamlığından dolayıdır. İnsan tek bir günde böyle büyük bir değişime uğrayacaktır. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadisin ma'nası: gece karanlıkları gibi yığın yığın fitneler zuhur edip iş işten geçmeden amel ve ibâdetlere teşviktir. Çünkü bu fitneler o kadar büyük ve korkunç olacak ki, onların şerrinden kimse ibâdet ve amellere vakit bulamayacaktır. Resulullah (Sallalhhu Aleyhi ve Sellem) bunların şiddetini: «kişi mu'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacaktır.» buyurarak ifâde etmiştir. Yânı fitnenin dehşetinden insan bir günde bu derece muazzam tehavvüller geçirecek; günü gününe, saati saatine uymayacaktır. Hadisin sonunda râvî şek ederek: «Yahud; mu'min olarak sabahlar.» buyurdu, demiştir. kâfir olarak akşamlar; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bu ma'nada bir çok hadisleri vardır: «Beş şeyi beş şeyden önce ganimet bil: 1 - İhtiyarlamadan önce gençliğini, 2 - Hastalanmadan önce sağlamlığını, 3 - Meşgul olmadan önce boş zamanını, 4 - Fakirlemeden önce zenginliğinin, 5 - Ölmeden önce hayâtının.» «Her kim (akıbetten) korkarsa erken yola çıkar. Ve her kim erken yola çıkarsa menzil-i maksuda ulaşır» hadisleri bunlardandır. Bu babda selef-i sâlihînden de bir çok eserler vardır. «O fitneler zuhur ettiği vakit kişi mu'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacaktır.» ifadesini te'vile lüzum yoktur. Çünkü fitneler çoğaldığı zaman kalpler bozulur; imân safiyeti kalmaz. Kalplere gaflet ve fisku fücur dolar. Bunlar da bir insanın şekaveti için kâfî sebeblerdir. Nitekim kominizm felâketine ma'ruz kalan yerlerde bir çok müslümanların —el-iyazu billahi— irtidâd ettiklerini gözümüzle gördük. Fahr-ı Kâinat (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «dinini bir dünya metâı mukabilinde satacaktır.» buyurarak dünya mefsedetleri karşısında dîne sarılmanın lüzumuna işaret etmektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize el-Hasen b, Musa rivayet etti. (Dediki): Bize Hanımad b. Seleme, Sabit el-Bunanî'den, o da Enes b. Malik'den naklen rivayet eyledi ki, Enes b. Malik dedi ki: Şu: "Ey iman edenler, sesinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. " (Hucurat, 2) ayeti sonuna kadar nazil olunca Sabit b. Kays evinde oturdu ve: Ben cehennemliklerdenim deyip, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gitmez oldu. Bu sefer Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'd b. Muaz'a: "Ey Ebu Amr, Sabit'in durumu ne, hasta mı acaba?" diye sordu. Sa'd: O benim komşumdur ama onun bir rahatsızlığını bilmiyorum, dedi. (Enes) dedi ki: Sa'd yanına gitti, ona Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendisini sorduğundan söz etti. Sabit bunun üzerine: Şu ayet nazil oldu. Siz de biliyorsunuz ki ben aranızda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e karşı sesi en yüksek olanınızım. Bu sebeple ben cehennemliklerdenim, dedi. Sa'd bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e söyleyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, o cennetliklerdendir" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Katan b. Nüseyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ca'fer b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'den naklen rivayet eyledi. Enes; Sabit b. Kays b. Şemmas Ensarın hatibi idi. Şu ayet nazil olunca... diyerek Hammad'ın hadisi gibi rivayet etmiş. Yalnız Enes hadisinde Sa'd b. Muaz'ın zikri geçmez. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bu hadisi bana Ahmed b. Saîd b. Sahr ed-Darimi de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Habban rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. el-Muğîre, Sabit'ten, o da Enes'den naklen rivayet eyledi. Enes: «Seslerinizi Nebiin sesinin üstüne kaldırmayın...» (Hucurat 2) ayeti nazil olunca; diyerek rivayet etmiş; fakat hadisde Sa'd b. Muaz'i zikretmemiş. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hüreym b. Abdil A'la el-Esedî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize el-Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Babamı Sabit'ten, o da Enes'den naklen anlatırken dinledim. Enes: — Bu ayet indiği vakit... diyerek hadisi rivayet etmiş; ama Sa'd b. Muazı zikretmemiş. Yalnız: (Biz Sabit'i aramızda gezinen cennetlik bir zat olarak görüyorduk) cümlesini ziyade etmiş. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 402 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadis-i şerif Sabit b. Kays (Radiyallahu anh) 'ın büyük menkabesini anlatmaktadır. Hz. Sabit Ensar'ın ve Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hatibi idi. Yüksek sesli bir zat olup konuşurken sesi fazla gürleşirdi. Bu sebeble herkesden ziyade endişeye düşmüştü. Fakat Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisini cennetle müjdeleyince bütün üzüntüleri bir anda sürura münkalib oldu. Hadisde zikri geçen ayet-i kerime bir rivayete göre onun hakkında nazil olmuş; diğer bir rivayete göre ise Ebu Bekir'le Ömer (Radiyallahu Anhuma) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bir meseleyi yüksek sesle münakaşa ettikleri zaman inmiş; bundan sonra onlar da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda adeta fısıltı ile konuşmuşlardır. Ayetin Benî Temim hey'eti hakkında nazil olduğunu söyleyenler olduğu gibi daha başka sebeb-i nüzul zikredenler de vardır. El-Ubbi'nin beyanına göre Hz. Sabit'in korkarak evine kapanması ayetin inmesinden evvele aid değildir. Çünkü o zaman henüz huzuru Nebevide yüksek sesle konuşmak yasak edilmiş değildi. Onun endişesi ileriye aitti. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna çıktığı zaman mutlaka konuşmak mecburiyetinde kalacaktı. O bunu düşündükçe üzülüyor; korkuyor; ihtiyata riayet ediyordu. Nihayet endişesi görülmedik bir sürür la neticelendi. Hadis-i şerif, alim veya büyük bir zat arkadaşlarından bazısını bir kaç zaman görmezse araştırıp soruşturması gerektiğine delildir. NEVEVİ ŞERHİ: (310-313 numaralı hadisler): Bu bapta Sabit b. Kays b. eş-Şemmas (r.a.)'ın ve: "Sesinizi Nebinin sesinden fazla yükseltmeyin" (Hucurat, 2) ayetinin inmesi üzerine korkusu ile ilgili kıssa anlatılmaktadır. Sabit (r.a.) sesi yüksek bir zat idi. (2/133) Kendisi de yüksek sesle konuşurdu. Ensarın hatibi idi. Bundan dolayı bu hususta başkasından daha fazla çekinmişti. Ayrıca bu hadiste Sabit b. Kays'ın (r.a.) pek büyük bir menkıbesi bulunmaktadır. O da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in cennetliklerden birisi olduğunu haber vermesidir. Hadisten alimin ve kavmin büyüğünün arkadaşlarının gelip gelmediğine dikkat etmesi ve aralarından görünmeyen kimselerin halini sorması gerektiği anlaşılmaktadır. Müslim (rahimehullah)'ın: "Bize Katan b. Nuseyr tahdis edip dedi ki ... Enes'ten" senedinde bir incelik vardır. Bu da senetteki ravilerin tamamının Basralı oluşudur. Nuseyr ile ilgili olarak da Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde ondan başka bu isimde biri olmadığını söylediğimiz gibi, bu şerh in mukaddimesinde yazdığımız fasıllarda da Müslim'in kendisinden rivayet nakletmesine karşı çıkanların karşı çıkış sebeplerini ve bunun cevabını da kaydetmiştik. Diğer isnatta yer alan "Habban" ismi ha harfi fethalı olup, b. Hilal' dir. (2/134) (302) bu hadisin isnadındaki raviler de hep Basralıdır. Ancak başındaki ravi olan Ahmed b. Said ed-Darimı, Neysaburludur. (3:3) Müslim'in: "Bize Hureym b. Abdula'la tahdis etti ... Enes'ten" Bu isnattaki ravilerin tümü de aynı zamanda gerçek anlamda Basralıdırlar. (313) "Biz onu cennet ehlinden aramızda yürüyen bir adam olarak görüyorduk" ifadesinde (bir adam anlamındaki lafız): "Raculen" şeklindedir, bazı asıllarda da "raculün" dür. Çoğunluk da budur. Her ikisi de sahihtir. Birincisi "onu" anlamındaki görmek fiilinin sonunda yer alan zamirin bedelidir. İkincisi ise istinaf (cümlenin ilk ismi) olmak üzere merfu okunur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Cerîr, Mansur'dan, o da Ebu Vâil'den, o da Abdullah'dan işitmiş olmak üzere rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Bazıları Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Ey Allah'ın Resulü, cahiliye döneminde yaptığımız amellerden sorumlu tutulacak mıyız, diye sordu. Allah Resulü: "Sizden İslam'da iyi amelde bulunanlar onlardan dolayı sorumlu tutulmayacaktır ama kötü iş yapanlar cahiliye dönemindeki amelinden de, İslam dönemindeki amelinden de sorumlu tutulacaktır. " Diğer tahric: Buhari, 6923; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize babam ve Vek!' tahdis etti. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de -ki lafız onundur- tahdis etti. Bize Vek!', A'meş'ten tahdis etti. O Ebu Vai!' den, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Ey Allah'ın Resulü, cahiliye döneminde yaptıklarımızdan dolayı sorgulanacak mıyız, dedik. O: "İslam'da iyi amel eden kimse cahiliye döneminde yaptıklarından dolayı sorgulanmayacak. İslam'da kötülük yapan bir kimse ise ilkinden de, sonrakinden de sorumlu tutulacaktır" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 923; İbn Mace, 4242; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Mincab b. Haris et-Temimi tahdis etti. Bize Ali b. Mushir, A'meş'ten bu isnatla hadisi aynen haber verdi. Tahric bilgisi315 nolu hadis ile aynı. NEVEVİ ŞERHİ: (314-316 numaralı hadisler) (314) Müslim dedi ki: "Bize Osman b. Ebu Şeybe tahdis etti. .. sorum. lu tutulur." (2/135) (315) Müslim dedi ki: "Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis edip dedi ki ... Sorgulanır mıylZ dedik. .. ve hadisi zikretti." (316) Müslim dedi ki: "Bize Mincab tahdis etti. Bize İbn Mushir, A'meş'ten bu isnad ile haber verdi." Bu üç isnadın bütün ravileri Kufelidir. Bu senetler arka arkaya ve zincirleme Kufeli ravilerden oldukları için en az rastlanır nefis inceliklerdendir. Abdullah'dan kasıt İbn Mesud'dur. Hadisin anlamına gelince, muhakkiklerden bir topluluğun açıkladığı üzere sahih olan şudur: Burada iyilikten (ihsan) maksat zahiren ve batınen hep birlikte İslam'a girmek ve gerçek Müslüman olmaktır. İşte böyle olan birisinin geçmiş günahları Kur'an-ı azimuşşanın ve sahih hadisin "İslam kendisinden önceki/eri yıkar" gibi açık nasları ile ve Müslümanların icmaı ile bağışlanır. Kötülükten maksat ise kalbiyle İslam'a girmemek, aksine zahiren İslam'a uyan şahadet kelimelerini dışarıya karşı söylemekle birlikte kalbinden İslam'a inanmayan kimsedir. Böyle bir kişi Müslümanların icmaı ile küfrü üzere kalmaya devam eden münafık birisidir. Görünüşte Müslüman olduğunu ortaya koymadan önce cahiliye döneminde yaptıklarından da, Müslüman olduğunu dışa karşı izhar ettikten sonra yaptıklarından da sorumlu tutulur. Çünkü bu kişi küfrü üzere devam eden birisidir. Bu (İslam'a güzel bağlanmak ve Müslüman olup, iyi işler yapmak) şeriatın kullandığı bilinen ifadelerdir. İhlas ile ve gerçek manada İslam'a giren bir kişi için: İslam'ı güzel birisi derler. Eğer böyle değilse İslam'ı kötü yahut İslam'ı iyi olmayan birisi denir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadîs ma'nâ i'tibâriyle: «Küfredenlere söyle! Eğer (bundan) vazgeçerlerse geçmiş günahları affolunacak...» âyet-i kerimesine uymaktadır. Sahih hadisde İslâmın daha önceki kötü amellerin hükmünü yıktığı beyan olunduğu gibi bu bâbda icma-ı ümmet de vardır. Âyetteki «geçmiş günahlar..» dan murâd: küfür ve sair günahlardır. İmam Ebu Hanif e bu âyetle istidlal ederek: «mürted bir kimse tekrar müslüman olursa irtidad halinde terk ettiği ibâdetlerinin kazası lâzım gelmez: Fakat «kim iman tanımayıp kâfir olursa her halde yaptığı bütün ameller boşa gider.» âyet-i kerimesi iktizasınca eski ibâdetleri heder olduğu için yeniden hacca gitmesi icâbeder. İslamda işlenecek kötülükten murâd: bazılarına göre küfürdür. Yânî kim müslüman olmuşken tekrar —el-Iyâzu billâh— küfre dönerse; yahud dili ile tasdik ettiği halde kalbi ile İslâmiyetin hak dîn olduğuna inanmazsa o kimse eski ve yeni bütün yaptıklarından mes'ul olur. Hattâbî diyor ki: «Bu hadisin zahirî, İslâmiyetin eski amellerin hükmünü yok ettiği babındaki İcma-ı ümmete muhaliftir; ve şöyle te'vîl edilir: Bu hadisden murad «sen kâfir iken şöyle şöyle işler yapmadın mı? Bunları yapmana müslümanhğın bâri mâni olsa idi ya?» gibi sözlerle o kimseyi ta'yip ve ilzam etmektir. «Yâni hadis ancak bu ma'nâyı ifade öder; îslâmiyetin geçmiş amellerin hükmünü heder etmesine hakikatte muhalif değildir. Kirmanî: «İhtimâl İslâmdaki kötü amelden maksad: ter temiz müslüman olamamak yahud imanı halis olmayıp münafık kalmaktır.» diyor. Hadisi îmam Nevevî dahi bu şekilde tefsir etmiştir. Zira hakikî müslüman olmakta devam eden bir kimsenin, müslüman olmazdan önceki yaptıklarından mes'ul tutulmayacağı nass-ı Kur'an ve bir çok sahîh hadislerle sabittir. İbn-i Battal îslâmda yapılan kötü amelden muradın küfür olduğuna bir çok ulemanın kail olduğunu söyleyerek sözüne şöyle devam eder: Çünkü: câhiliyet zamanında işlediği bir masiyetten dolayı bir müslümanın mes'ul tutulamayacağına icma-ı ümmet vardır. Müslüman olduktan sonra en büyük günahlardan birini irtikâb etse bile müslüman kaldıkça yalnız o günahdan dolayı ceza görür.» İmam Nevevi bu hadisi şöyle tefsir eder: Hadisin manası hususunda sahih olan kavil, muhakkik ulemadan bir cemaatın kavlidir ki o da buradaki ihsandan murad İslâmiyete zahiri ve batını ile girmek ve hakiki müslüman olmaktır. Böyle bir müslümanın kâfir olduğu zamanlar işlediği günahları affedilir. Bu cihet nass-ı Kur'an-ı Kerim, hadis-i sahih ve müslümanların icmaî ile sabittir. Hadiste: «İslâmiyet kendinden önceki devirlere ait olan amellerin hükmünü yıkar.» buyurulmuştur. Kötü amelden murad îslâmiyete kalbi ile girmeyip zahiren iki şahadeti getirerek teslim olmak kalbi ile müslümanlığın hak olduğuna inanmamaktır. Böylesi bütün müslümanların icmaî ile münafık olup küfrü üzre bakidir ve müslüman suretinde görünmezden evvel islemiş olduğu cahilîyet devri amellerinden mes'ul olduğu gibi müslüman göründüğü zaman yaptıklarından da mes'uldur. Çünkü bu adam küfründe daimdir. Mesele şeriat örfünce malumdur. Bir kimse kemali ihlâsla hakikaten müslüman olduğu zaman filânın îslâmı güzel oldu derler» aksi takdirde «filânın tslâmı kötüdür denilir.» Muhammed eL-Übbî İmam-ı Nevevi 'nin bu tefsirini beğenmekte ve şöyle demektedir: En güzeli Nevevi'nin tefsiridir. Nevevî îslâmiyetteki iyi ameli ihlâsla, kötü amelide ihlâssızlıkla tefsir etmiştir. Çünkü samimi müslüman olmayan bir kimseyi bütün amelleri ile muâhaze etmek doğru olmadığı gibi îslâmiyetteki iyi ameli tâat, kötü ameli muhalefet diye tefsir etmek te makbul değildir. Zira böyle bir tefsir îslâmiyet'in kendinden önceki amelleri hükümsüz bırakmasını tâata ve müstakbelde şeriata muhalefet etmemeğe bağlı olmayı icab eder. Halbuki mesele öyle değildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna el-Anezi, Ebu Ma'mer -Rekaşi ve İshak b. Mansur hepsi Ebu Asım'dan -lafız İbnu'l-Müsenna'nın olmak üzere- tahdis etti. Bize ed-Dahhak -yani Ebu Asım- tahdis etti. Bize Hayve b. Şureyh haber verdi. Bana Yezid b. Ebi Habib, İbn Şumase el-Mehri'den şöyle dediğini tahdis etti: Ölümüne yakın Amr b. el-As'ın yanında idik. Yüzünü duvara çevirerek uzunca ağladı. Oğlu: Babacığım Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana şöyle bir müjde vermemiş miydi? Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana şu müjdeyi vermemiş miydi, demeye koyuldu. (İbn Şumase) dedi ki: Sonra yüzünü çevirerek dedi ki: Hazırladıklarımız arasında en faziletli şey, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahadet etmektir. Gerçekten ben üç (farklı) halde bulundum. Kendimin Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e benden daha çok buğz eden bir kimsenin olmadığı ve imkan bulup da onu öldürmekten daha çok sevdiğim hiçbir şeyin bulunmadığı bir halini görmüşümdür. Eğer o hal üzere ölmüş olsaydım elbette cehennemliklerden olurdum. Allah İslam'ı kalbime yerleştirince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gidip: Sağ elini uzat ta sana bey'at edeyim, dedim. O da sağ elini uzattı. Bu sefer ben elimi geri çektim. "Ne oluyor sana ey Amr" buyurdu. Ben: Şart koşmak istedim, dedim. Allah Resulü: "Neyi şart koşacaksın" buyurdu. Ben: Bana günahlarımın bağışlanmasını, dedim. O: "İslam'ın kendisinden önce olanları yıktığını, hicretin kendisinden önce olanları yıktığını, haccın da kendisinden önce olanları yıktığını bilmiyor muydun?" dedi. Bu halde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den daha çok sevdiğim, gözümde ondan daha üstün bulduğum hiçbir kimse yoktu. Onu ta'zim ettiğimden dolayı kendisine doya doya bakamıyordum. Bana onun niteliklerini anlatmam istenseydi yapamayacaktım. Çünkü ona doya doya bakabilmiş değildim. Şayet o hal üzere ölmüş olsaydım şüphesiz cennetliklerden olacağımı ümit edecektim. Sonra birtakım işlere bulaştık. Onlarda halim nedir bilemiyorum. Ben ölecek olursam sakın benimle birlikte hiçbir ağıtçı ve ateş bulunmasın. Beni defnettikten sonra üzerimi toprakla iyice kapatın. Sonra kabrimin etrafında bir deve kesilip, etinin dağıtılacağı bir süre kadar kalın ki varlığınızla yalnızlığımı gidereyim. Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğime bir bakayım. Yalnız Müslim rivayet etmiştir: Tuhfetu'I-Eşraf, 10737 DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ: Bu babta Amr b. el-As (r.a.)'ın rivayet ettiği ve onun vefat olayını anlatan hadis ile (318 numarada gelecek olan) İbn Abbas (r.a.)'ın (2/136) yüce Allah'ın: "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ib'adet etmezler." (Furkan, 68) buyruğu ile "ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım ... " (Zümer, 53) buyruklarının nüzul sebebi ile ilgili hadisi yer almaktadır. Amr (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisin isnadı ve metni ile ilgili açıklamaları yaptıktan sonra İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiği hadisi ele alacağız. Bu hadisin senedinde Muhammed b. Müsenna el-Anezi vardır ki nispetinde ayn ve nun harfleri fethalıdır. Ebu Ma'n er-Rakaşi'nin nispetinde re harfi fethalı, kaf harfi şeddesizdir. Adı Zeyd b. Yezid'dir. Ebu Asım ise en-Nebil lakaplı olup, adı ed-Dahhak b. Mahled'dir. İbn Şumase el-Mehri'nin babasının adı olan Şumase'deki şın harfi fethalı da, dammeli de (Şumase şeklinde) okunabilir. Her iki söyleyişi el-Metali sahibi zikretıniştir. Adı ise Abdurrahman b. Şumase b. Zi'b Ebu Amr'dır, Ebu Abdullah olduğu da söylenmiştir, elMehri nispeti de mim harfi fethalı, he harfi sakindir. Hadisin Metnindeki Lafızlar İle İlgili Açıklamalar: "Ölüm döşeğinde iken" ölümü yaklaşmış iken demektir. "Üç halde idim." (Hal lafzını anlatmak için kullandığı tabak kelimesinin çoğulu olan atbaki kullanmıştır.) Yüce Allah da (bu anlamda): "mutlaka sizler biri diğerine mutabık halden hale (tabaktan tabağa) geçeceksiniz." (İnşikak, 19) buyurulmaktadır. İşte "üç" anlamındaki "selas" lafzını "etbak"ın anlamını kastederek müennes ıikretmiştir. (2/137) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Neyi şart koşacaksm" buyruğunu bu şekilde "ma" edatı başında be harfi ile kaydettik. Be'nin benzerlerinde olduğu gibi, tekid için Zaide olması mümkündür. Ne ile ihtiyatlı davranmış olacaksın anlamının kastedildiği "şart koşma"nın anlamı için de gelmiş olabilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İslam kendisinden önce olanları yıkar" buyruğu, onu düşürür, etkisini siler demektir. "Beni defnettikten sonra üzerime iyice toprak doldurun" ifadesindeki toprak doldurmak, atmak kelimesini biz hem sin ile hem şın ile tespit etmiş bulunuyoruz. Kadı lyaı da aynı şekilde böyle demiştir. Bu da dökmek demektir diye açıklamıştır. "Şunnu: iyice toprak doldurun" ifadesinde sin ile kolay bir şekilde dökmek, şın ile dağınık, peyderpey dökmek anlamında olduğu da söylenmiştir. Hadisten Çıkartılan Hükümler 1 - İslamın, hicretin ve haccın yerinin büyüklüğü belirtilmekte, bunların her birinin kendisinden önceki masiyetleri yıktığı (silip süpürdüğü) anlatılmaktadır. 2- Ölümü yaklaşmış olan bir kimseye yüce Allah hakkında iyi zan beslemesi için dikkatini çekmek, ümitlendirici ayetIeri ve af ile ilgili hadisleri yanında zikretmek, ölüm halindeki olan ıata yüce Allah'ın Müslümanlara hazırlamış olduğu mükMatların müjdesini vermek müstehabtır. Ayrıca yüce Allah hakkında güzel bir zan besleyip, o hal üzere ölmesi için onun güzel amellerini hatırlatmak da müstehabtır. Bu edebin müstehab olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Hadisten buna delil olan da Abdullah b. Amr'ın babasına: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana bu müjdeleri vermedi mi, demiş olmasıdır. 3- Hadisten ashabın (r.a.um) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ne kadar saygılı oldukları, onu ne kadar taıim ettikleri de anlaşılmaktadır. 4- "Benim arkamdan ağıt yakıp feryat eden bir kadın da gelmesin, ateş de gelmesin" sözleri Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu husustaki yasağına uymak içindir. İlim adamları da bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir. Feryat ile ağıt yakmak ise haramdır. Ölünün arkasından ateş götürmek ise hadis dolayısıyla mekruhtur. Diğer taraftan mekruh oluş. sebebinin bunun cahiliye şiarlarından oluşu olduğu da söylenmiştir. (2/138) İbn Habib el-Maliki: Ateş ile tefe'ül mekruhtur, demektedir. 5- "Üzerime toprak doldurunuz" sözlerinde kabre toprak doldurmanın müstehab olduğu ve bazı şehirlerdeki uygulamanın aksine kabrin üzerine oturulmamasının gerektiği anlaşılmaktadır. 6- "Kabrimin etrafında bir devenin kesilip, etinin paylaştırılacağı bir süre kadar durun ki sizinle ünsiyet edeyim ve Rabbimin elçilerine ne cevap vereceğime bir bakayım" sözlerinden çıkartılan faydalı birtakım sonuçlar vardır. Bazıları şunlardır: a- Hak ehlinin mezhebi olduğu üzere kabir fitnesi (sorgusu ve iki meleğin soru sorması) b- Definden sonra kabrin yanında belirttiği süre kadar ve belirttiği sebep dolayısıyla beklemek müstehabtır. c- Ölü o sırada kabrin etrafında olanları duyar. Bu, ortak olan bir miktar etin ve üzüm gibi yaş birtakım yiyeceklerin paylaştırılmasının caiz oluşuna da delil gösterilebilir. Bu hususta ise bizim mezhep alimlerimizin bilinen bir görüş ayrılığı vardır. Onlar şöyle derler: Eğer biz iki görüşten birisi olan paylaştırmak bir alışveriş değil, hakların ayırt edilmesidir görüşünü kabul edecek olursak caizdir. Eğer bu bir alışveriştir dersek bu hususta iki görüş vardır, daha sahih olanları bunun kemal derecesinde misliyetin bilinrr,emesinden ötürü faize götüreceğinden caiz değildir, ikincisi hal itibariyle eşitliklerinden ötürü caizdir. Caiz olmadığı görüşünü kabul edecek olursak izlenecek yol, et ve benzeri şeylerin önce iki kısma ayrılması sonra onlardan birisinin diğer ortağına iki kısımdan birisini mesela bir dirheme satması sonra diğerinin de kendi payına düşen kısmı üzerindeki borç olan dirhem mukabilinde satmasıdır. Böylelikle her birisi için eksiksiz (tam, kamil) bir kısım elde edilmiş olur. Bunun daha başka yolları da vardır ki burada onları zikrederek uzatmaya gerek yoktur. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim b. Meymun ve İbrahim b. Dinar -lafız İbrahim'in olmak üzere- (2/33b) tahdis etti, bize Haccac -b. Muhammed'dir- İbn Cureyc'den tahdis etti. Bana Ya'la. b. Müs!im'in haber verdiğine göre o Said b. Cubeyr'i, İbn Abbas'tan şunu tahdis ederken dinledi: Müşriklerden birtakım kimseler çokça adam öldürmüş, çokça zina etmişlerdi. Sonra Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek dediler ki: Gerçekten söylediklerin ve kendisine davet ettiklerin çok güzeldir. Bir de bize yaptığımız amellerimize kefaretin bulunduğunu bir söylesen, dediler. Bunun üzerine: "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında Al/ah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler, zina da etmezler. Kim bunları işlerse o günah (ları) ile karşılaşır." (Furkan, 68) buyruğu ile; "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" (Zümer, 53) s.yeti nazil oldu. Diğer tahric: Buhari, 4532; Ebu Davud, 4274'te -muhtasar olarak-; Nesai, 4015; Tuhfetu'I-Eşraf, 5652 NEVEVİ ŞERHİ: Müslim (rahimehullah)'ın, İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiği bu hadisi zikretmekten maksadı Kur'an-ı Azimuşşanın sünnetin de getirmiş olduğu "İslam kendisinden önceki/eri yıkar" hükmünü de ifade etmiş olduğunu göstermektir. Hadisteki: " ... Bir de bize yaptıklarımızın bir kefaretinin bulunduğunu söylesen ... ayeti nazil oldu" ibaresinde "lev: se, sa"nın cevabı hazfedilmiştir. (2/139) Yani bize bunu haber verecek olursan elbette Müslüman oluruz. Kur'an-ı Azimuşşan'da ve Arap dilinde bunun hazfedildiği haller çokça görülür: "Zalimleri bir görsen ... " (En'am, 93) buyruğunda ve benzerlerinde olduğu gibi. "O günah (ları) ile karşılaşır" (Furkan, 68) buyruğunun bir ceza ile karşılaşır anlamında olduğu söylendiği gibi, bunun (günah diye meali verilen esam) cehennemde bir vadi olduğu, bir kuyu olduğu da söylenmiştir, günahının cezasını görür diye de açıklanmıştır. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: «Bize yaptıklarımıza kaffaret olacak bir şey haber verirsen...» İfadesi bir şart cümlesi olup cevabı muhzuftur. Yani; bize haber verirsen bizde müslüman oluruz demektir. İbareden cevap cümlesinin hazfedilmesine arapçada ve Kur'an-ı Kerîm'de çok tesadüf edilir. «Esâm : Bazılarına göre azap dernektir. Bazıları cehennemde bir vadi olduğunu söylemiş diğerleri cehennemde bir kuyu olduğunu beyan etmiştir. Günahın cezasıdır» diyenlerde olmuştur. Hadisde zikri geçen ikinci âyet Kur'an-ı Kerîm'in en ümidbahş âyeti olduğu bildirilmektedir. Bu âyet müşriklerin Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den yaptıklarına keffaret olup olmadığını sordukları zaman nazil olduğuna göre müslüman olduktan sonra eski günahlarının affedileceğine işaret etmekledir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dediki): Bana Yunus, İbni Şıhap'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi onada Hakîm b. Hizam haber vermiş kendisi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e: Cahiliye döneminde iken ibadet kastıyla yaptığım bazı işlerim vardı. Ne dersin benim onlardan bir faydam olur mu diye sormuş, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de ona: "Sen geçmişte yaptığın hayırlarla Müslüman oldun" buyurmuştur. Tehannus, taabbud (ibadet etmek) demektir. Diğer tahric: Buhari, 1369, 2107, 2401, 5646; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hasan el-Hulvani ve Abd b. Humeyd tahdis etti. -el-Hulvani bize, Abd bana dedi- Yakub -ki o İbn İbrahim b. Sa'd'dır- tahdis etti. Bize babam Salih'ten tahdis etti. O İbn Şihab'dan: Bana Urve b. Zubeyr'in tahdis ettiğine göre Hakım b. Hizam kendisine şunu haber vermiştir: O Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e sordu: Ey Allah'ın Resulü, cahiliye döneminde iken ibadet kastı ile yaptığım sadaka vermek, köle azad etmek yahut akrabalık bağını gözetmek gibi hususlar hakkında ne dersin? Bunlarda (bana ecir var mıdır?) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sen geçmişte yapmış olduğun hayırlarla Müslüman oldun" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 1369, 2107, 2401, 5646; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim ve Abd b. Humeyd tahdis edip dediler ki: Bize Abdurrezzak haber verdi, bize Ma'mer, Zühri'den bu isnat ile haber verdi (H). Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti. Bize Ebu Muaviye haber verdi, bize Hişam b. Urve babasından tahdis etti. O Hakim b. Hizam'dan şöyle dediğini nakletti: Ey Allah'ın Resulü, cahiliye döneminde yapmış olduğum bazı işler vardı. -Hişam dedi ki: Yani bunları itaat ve iyilik olarak yapardım Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sen daha önce kendin için yapmış olduğun hayırlarla Müslüman oldun" buyurdu. Ben de: O halde cahiliye döneminde ne yaptımsa hiçbirisini bırakmaksızın mutlaka İslam'da da aynısını yapacağım, dedim

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Abdullah b. Numeyr, Hişam b. Urve'den tahdis etti. O babasından rivayet ettiğine göre Hakim b. Hizam cahiliye döneminde yüz köleyi hürriyetine kavuşturdu, yüz deve yükünü tasadduk etti sonra da İslam (dönemin)de de yüz köleyi hürriyetine kavuşturdu ve yüz deve yükünü de tasadduk etti. Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e geldi ve diğerlerinin hadisine yakın olarak hadisi zikretti. Diğer tahric: Buhari, 1369, 2107, 2401, 5646; Tuhfetu'I-Eşraf, 3432 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ: (319-322 numaralı hadisler:) Bu babta Hakim b. Hizam (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: "Cahiliye döneminde ibadet kastıyla yaptığım birtakım hususlar hakkında ne dersin ... Sen daha önce yaptığın hayırla Müslüman oldun." Hadiste geçen "tehannüs" yine hadiste tefsir edildiği gibi, teabbud etmek, ibadet etmek demektir. (321) Diğer rivayette ise bunu (Hişam) teberrur yani itaat ve iyilik olan işler diye tefsir etmiştir. Dilbilginleri der ki: Tehannüs aslında bir kimsenin kendisiyle günahtan çıkıp, kurtulduğu bir iş yapması demektir. Çünkü hıns günah demektir. Teessum, teharruc ve teheccüd de aynı anlamdadır. Yani bir kimsenin günahtan, harecden ve hücliddan (günahtan) kurtulabildiği bir iş yapması anlamındadır. Hasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Sen geçmişte yaptığın hayırlarla Müslüman oldun" buyruğunun anlamı ile ilgili farklı açıklamalar yapılmıştır. İmam Ebu Abdullah el-Mazeri der ki: Bunun zahiri, konu ile ilgili asıl kaidelerin gerektirdiği hükme muhalifiir, çünkü kMirin yüce Allah'a yakınlaştırıcı bir amelde bulunması sahih değildir. Yaptığı itaat dolayısıyla ona sevap verilmez. Bununla birlikte -benzeri halde imanda olduğu gibi- Allah'a yakınlaşması sözkonusu olmaksızın itaat edici olması sahihtir. Çünkü o emre uygun olması bakımından bu işinde itaat etmiş olur. Bize göre de itaat emre uygunluktur fakat bu amelleriyle Allah'a yakınlaşmış olmaz. Çünkü AIlah'a yakınlaşacak kimsede aranan şartIardan birisi de kendisine yakınlaşacağı zatı bilip, tanıyan birisi olmasıdır. Fakat o bu işleri yaptığı sırada henüz yüce Allah hakkında sahip olması gereken bilgiyi elde etmiş değildi. Durum böyle olduğuna göre hadisin tevil edilmesi gereken bir hadis olduğu anlaşılmaktadır. Bu tevilin de birkaç şekilde olma ihtimali vardır: 1- Sen güzel birtakım karakterler kazandın ve sen İslam'a girdikten sonra da bu karakterlerden yararlanacaksın. Alıştığın bu adetIerin senin için (Müslüman olduktan sonra) hayır işlemene bir hazırlık ve bir yardımcı olacaktır anlamında olması. 2- Sen bu yolla güzel bir ün kazandın (2/140). Müslüman olduktan sonra da bu güzel namın kalmaya devam edecektir. 3- Daha önce işlemiş olduğu güzel fiilleri sebebiyle İslam'da yapmış olduğu hasenatının arttırılması ve ecrinin çoğalması da uzak bir ihtimal değildir. İlim adamları eğer hayırları işleyen birisi ise, kMir hakkında bundan dolayı cezasının hafifletileceğini söylediklerine göre bu amellerinin ecrinin arttırılması da uzak bir ihtimal değildir. el-Maziri (rahimehullah}'ın sözleri burada bitiyor. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Bunun, senin daha önce yapmış olduğun hayırların bereketiyle yüce Allah sana İslam'a hidayet vermiştir anlamında olduğu da söylenmiştir. işinin baş taraflarında kendisinden bir hayır zuhur eden bir kimsenin bu hali sonrasının da mutIu olacağına, akıbetinin de güzelliğine bir delildir. Bu da Kadı iyaz' ın ifadeleridir. ibn Battal ve daha başka muhakkiklerin kanaatine göre hadis zahiri üzeredir. KMir Müslüman olup da İslam üzere ölürse küfrü halinde yapmış olduğu hayırları karşılığında da ona sevap verilir. Bu kanaatierine Ebu Said el-Hudri (r.a.)' ın rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler: Hasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem} şöyle buyurdu: "Katir Müslüman olup, İslam'a güzel bir şekilde bağlanırsa yüce Allah ona ondan önceki her iyiliğini yazar ve ondan önceki her kötülüğünü de siler. Bu iyilikten sonraki ameli de ona on mislinden itibaren yedi yüz katına varıncaya kadar sevap yazılır. Günah ise ancak misli ile yazılır. Aziz ve celil olan Allah'ın onu affetmesi hali de müstesnadır." Bu hadisi Darakutni, İmam Malik' in garip hadisleri arasında zikretmiştir. Ayrıca bunu kendisinden dokuz ayrı yoldan rivayet etmiştir. Bu rivayet yollarının hepsinde de katirin İslam'a güzel bir şekilde bağlanması halinde müşrik iken işlemiş olduğu her bir hasenenin Müslüman oluşu halinde kendisine yazılacağını ifade etmektedirler. (2/141) İbn Battal (rahimehullah) hadisi zikrettikten sonra şunları söyler: Allah-u Teala kullarına dilediği şekilde lütuf etmek hakkına sahiptir. Hiç kimsenin ona itiraz etme yetkisi yoktur. Bu da Resulullah (sallall€ı.hu aleyhi ve sellem} 'in Hakim b. Hizam (radıyall€ı.hu anh)'a: "Sen geçmişte işlemiş olduğun hayırlar ile birlikte Müslüman oldun" demesine benzer. Allah en iyi bilendir. Fukahanın; katirin hiçbir ibadeti sahih değildir, eğer Müslüman olsa onun o ibadetlerinin değeri yoktur, sözlerinden maksatları ise, dünya ahkamı bakımından bunların onun lehine sayılmayacağından ibarettir. Yoksa bu sözlerinde ahiret sevabıyla alakah bir husus yoktur. Bir kimse bu hususta açık ifade kullanmaya kalkışarak, eğer Müslüman olursa ahirette onun bu amellerine sevap verilmez, diyecek olursa bu sahih sünnetle onun dediği reddedilir. Diğer taraftan dünya ahkamı bakımından da kafirlerin birtakım fiilleri değerlendirilebilir. Fakihler şöyle der: Kafirin zihar yahut başka bir kefareti yerine getirmesi icab edip de kafir iken bu kefarette bulunmuşsa, bu onun için yeterlidir. Müslüman olması halinde bunu tekrar yerine getirmesi vacip değildir. Fakat Şafii mezhebi alimleri -Allah'ın rahmeti onlara olsun- kafir iken cünüp olup, guslederse sonra da Müslüman olursa o guslünü yeniden yapması icap eder mi etmez mi meselesinde ihtilaf etmişlerdir. Bazı mezhep alimlerimiz aşırıya kaçarak katir her kimsenin gusül, abdest ve teyemmüm gibi her türlü taharet işlemi caizdir. Müslüman olması halinde de onlarla namaz kılabilir. Allah en iyi bilendir. Babtaki lafızlarla ilgili açıklamalara gelince "yüz köleyi hürriyetine kavuşturdu ve yüz deve yükünü tasadduk etti" sözlerinin manası bunları sadaka verdiğidir. (320) Hadisin senedinde Salih, İbn Şihab'dan, o Urve'den rivayeti sözkonusu edilmektedir. Bunların üçü de birbirinden rivayet nakleden tabiidir. Bunun benzerlerini daha önceden de zikretmiştik. Senette sahabi Hakım b. Hizam (r.a.) vardır. Kabe'nin içinde dünyaya gelmiş olması onun menkıbelerindendir. Bazı ilim adamları: Bu hususta bir başkasının onun gibiolduğu bilinmemektedir. Alimler der ki: Onunla ilgili haberlerin ilginç olanlarından birisi de şudur: O cahiliye döneminde altmış yıl, İslam'da da altmış yıl yaşadı. Mekke'nin fethedildiği yıl Müslüman oldu, Medine'de 54 yılında vefat etti. Böylelikle İslam'dan maksat İslam'ın ortaya çıkıp, yayılması zamanından itibaren demek olur (2/132). Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Abdullah b. İdris, Ebu Muaviye ve Vek!', A'meş'ten tahdis etti. O, İbrahim'den, o Alkame'den, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: "İman edenler ve imanlarına da zulüm karıştırmayanlara gelince" (En'am, 82) buyruğu nazil olunca bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına ağır geldi ve: Hangimiz kendisine zulmetmez ki, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "O düşündüğünüz gibi değildir. Durum Lokman'ın oğluna: "Oğulcuğum Allah'a ortak koşma çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür." (Lokman, 13) dediği gibidir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 32, 3181, 3245, 3246, 4353, 4498, 6520, 6538; Tirmizi, 3067; Tuhfetu'l-Eşraf, 9420 ve Nesai

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim ve Ali b. Haşrem tahdis edip dediler ki: Bize İsa -ki o İbni Yunus'tur- haber verdi (H). Bize Mincab b. el-Haris etTemimi (2/35b) de tahdis etti, bize İbn Mushir haber verdi (H). Bize Ebu Kureyb de tahdis etti. Bize İbn İdris tahdis etti. Hepsi A'meş'ten bu isnat ile (hadisi rivayet etti). Ebu Kureyb dedi ki: İbn İdris dedi ki: Bu hadisi bana ilk olarak babam Eban b. Tağ!ib'den, o A'meş'ten diye tahdis etti, sonra ben onu kendisinden dinledim

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammedi b. Minhâl ed-Darîr ile Ümeyyetü'bnü Bistâm el-Ayşî rivayet ettilea:. Lâfız Ümeyye'nindir. Dediler ki: Bize Yezil b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh —ki Îbnü'l-Kaasım'dır—, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebu Hureyre'den işitmiş olmak üzere rivayet etti. Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: "Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azaplandırır. Allah her şeye gücü yetendir. " (Bakara, 284) ayeti nazil olunca bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gittiler. Sonra huzurunda dizleri üzere çöktüler ve: Ey Allah'ın Resulü, namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüz yeten amellerle mükellef kılındık. Fakat üzerine şu ayet nazil oldu, ona gücümüz yetmiyor, dediler. - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sizden önceki iki kitap ehlinin söylediği gibi dinledik ve isyan ettik mi diyorsunuz? Hayır, siz: Dinledik, itaat ettik, bize mağfiret buyur Rabbimiz, dönüş yalnız sanadır, deyiniz" buyurdu. Onlar da: Dinledik, itaat ettik, bize mağfiret buyur. Rabbimiz, dönüş yalnız sanadır, dediler. Onlar bunu okuyunca dilleri de ona yatıştı, bunun akabinde Allah Teala: "O Resul kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. Onların her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, Resullerine inandı. Resullerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız ve: Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz senden mağfiret dileriz ve dönüş ancak sanadır dediler." (Bakara, 285) Onlar bu işi yapınca Aziz ve Celil Allah da onu nesh etti, sonra Aziz ve Celil Allah: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (iyilik) kendisine yaptığı (kötülük) de onun aleyhinedir. Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi sorguya çekme." buyruklarını indirdi. (Onlar böyle dua edince, O da): Peki, buyurdu. "Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi üzerimize ağır yükler yükleme." (diye yalvardılar), Allah: Peki, buyurdu. "Rabbimiz güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme." (diye yalvardılar), Allah: Peki, buyurdu. "Bizi affet ve bize mağfiret buyur. Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et. " (Bakara, 286) (diye yalvardılar), Rabbimiz: Peki buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 14014 DAVUDOĞLU ŞERHİ 126.sayfada. NEVEVİ ŞERHİ 131. sayfa’da 337 nolu hadiste

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebu Kureyb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebu Bekir'indir. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Vekî, Süfyan'dan, o da Hâlid'in âzadlısı Âdem b. Süleyman'dan, naklen rivayet etti; dediler. Âdem şöyle demiş: Said b. Cübeyr'i, İbni Abbas'dan naklen rivayet ederken dinledim, İbn Abbas dedi ki: Şu: "İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah onunla sizi hesaba çeker. " (Bakara, 284) ayeti nazil olunca bu ayet'ten dolayı kalplerine hiçbir şeyden dolayı girmemiş şeyler girdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: "Dinledik, itaat ettik ve teslim olduk" deyiniz, buyurdu. (İbn Abbas) dedi ki: Allah imanı kalplerine yerleştirdi, sonra yüce Allah şu buyruğunu indirdi: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. (Herkesin) kazandığı (iyilik) kendisine, yaptığı (kötülük) de onun aleyhinedir. Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi sorguya çekme. " Yüce Allah: Ben de yaptım, buyurdu. "Bize mağfiret buyur ve bize merhamet eyle, sensin bizim mevlamız" (Bakara, 286) (dediler),Yüce Allah da: Ben de yaptım, buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 2992; Tuhfetu'l-Eşraf, 5434 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ 131. sayfa’da 337 nolu hadiste

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Said b. Mansur ile Kuteybetü'bnü Said ve Mubaramed b. Ubeyd el-Guberî rivayet ettiler. Lafız Said'indir. Dediler ki: Bize Ebu Avane Katade'den, o da Züraratü'bnü Evfa'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki dilleri ile söylemedikleri yahut gereğini yapmadıkları sürece Allah ümmetime içlerinden geçenleri bağışlamıştır. " Diğer tahric: Buhari, 2528, 5269, 6664; Ebu Davud, 2209; Tirmizi, 1183; Nesai, 3434, 3435; İbn Mace, 2040, 2044; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amr en-Nakid ve Zuheyr b. Harb tahdis edip dediler ki: Bize İsmail b. İbrahim tahdis etti (H). Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Ali b. Mushir ve Abde b. Süleyman tahdis etti (H). Bize İbnu'I-Müsenna ve İbn Beşşar da tahdis edip dediler ki: Bize İbn Adiy tahdis etti. Hepsi Said b. Ebi Arube'den, o Katade'den, o Zurare'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Aziz ve Celil Allah gereğince amel etmemek yahut onu konuşmamak şartıyla içlerinden geçirdiklerini Allah ümmetime bağışlamıştır. "78 Tahric bilgisi 327 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize Veki' tahdis etti. Bize Mis'ar ve Hişam tahdis etti (H). Bana İshak b. Mansur da tahdis etti (2/38a). Bize el-Huseyn b. Ali, Zaide'den haber verdi. O Şeyban'dan. Hepsi Katade'den bu isnadı ile hadisi aynen rivayet etti. Tahric bilgisi 327 nolu hadisin aynı NEVEVİ ŞERHİ 131. sayfa’da 337 nolu hadiste DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Vesvese: nefisde yer etmeyip tereddüd halinde bulunan şeydir. Gönülden geçen şeyler diye terceme ettiğimiz «hadis'ünnefs> de öyledir. Bunlar kuvveden fi'le çıkmadıkça muahazeyi icab etmezler. Şu var ki; vesvese ve gönülden geçen şeylerin cezayi istilzam etmemesi için onların kalbden gelip geçmeleri şarttır. Bunları yapmağa niyet edilir de kalbde yer eder kalırsa azabı müstelzim olurlar. Kaadi Iyaz şöyle diyor: «Kalbte geçen şey, orada yer edip karar kılmadan gelip geçerse buna «hemra» derler. Şayed devam eder de kalbe yerleşirse «azim» olur. Azim sebebiyle ise inşan ya muahaze olunur yahud sevab kazanır. «Yani bir haramı irtikaba azmeden azaba, hayır yapmaya azmeden de sevaba layık olur demek istiyor. Kurtubî diyor ki: «Kaadi lyazın kavli bil umum selef uleması ile fukahanın, muhaddislerin ve ilm-i kelam alimlerinin mezhebidir. Bu hususta onlara muhalefet ederek: «İnsanın kalbinden geçen şeyler orada yer etsin etmesin hiç bir muahazeyi icab etmez.» diyenlerin sözüne bakılmaz. Bunlar Allah'u Teala'nın: «Kadın gerçekten ona niyeti kurmuştu. Rabbinin burhanını görmemiş olsa o da ona niyeti kurmuş gitmişti...» [Yusuf 24] ayet-i kerimesiyle ve bu hadisle Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in: «Fi'len yapmadskça yahud söylemedîkçe» buyurmuş olmasile bir de kötülük etmeye azmetmişken yapmayan ve söylemeyene ceza verilmemesile istidlal ederlerse de ayetle istidlallerine verilecek cevab: Ayetteki gönülden geçen şeylerdir. Fakat bazıları da kalbde yer etmeyen düşüncelerdir ki, bunlardan dolayı azab yoktur. Nitekim bu hadisde buna şahittir...» Kirmaniı de şunları söylemiştir: «Ulema diyor ki: Bir kimse velev 25 sene sonra bir vacibi terk yahud bir haramı irtikab edeceğine azmeylese derhal asî olur.» Hatırdan geçen şeylerden murad: niyet derecesine varmayan şeylerdir. Niyet derecesine varan kuruntulardan dolayı kul muahaze edilecektir. İbnü'l-Arabî: «Hadisdeki (konuşmadıkça) tabirinden murad: gönülden geçen şeydir. Çünkü asıl kelam, ilme muvafık olan kalbteki sözdür; dil onun tercemanıdır; demişse de bu söz reddedilmiştir. Zira kalbden geçen şeyler söz yerine geçse, bunların namazı da bozması icabederdi. Halbuki konuşmak namazı bozduğu halde gönülden geçen şeylerin namazı bozduğuna kail olan bulunmamıştır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Ebu Bekr'indir. İshâk: «Bize Süfyân haber verdi» ifadesini kullandı. Ötekiler: Bize İbni Uyeyne, Ebu'z-Zinad'dan, o da El-A'rac'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti, dediler. Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Aziz ve celil Allah buyurdu ki: Kulum içinden bir kötülük yapmayı geçirirse onu aleyhine (günah olarak) yazmayınız. Şayet onu işlerse onu bir günah olarak yazınız. Eğer içinden bir iyilik yapmayı geçirip de onu yapmayacak olursa onu bir iyilik olarak yazınız eğer onu yaparsa on (iyilik olarak) yazınız. " Diğer tahric: Tirmizi, 3073; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail ~ki İbni Ca'fer'dir — El-Alâ'datı, o da babasından, o da Ebu Hureyre'den, Ebu Hureyre Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: ''Aziz ve Celil Allah buyurdu ki: Kulum bir iyilik yapmayı içinden geçirip de onu yapmayacak olursa ben de onu kendisi için bir iyilik olarak yazarım. Eğer onu yaparsa onu kendisi için on iyilik olarak hatta yedi yüz katına kadar yazarım. Eğer içinden bir kötülük geçirip de onu yapmayacak olursa ben de onu aleyhine yazmam. Şayet onu yapacak olursa onu tek bir kötülük olarak yazarım. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13987 AÇIKLAMALAR 131.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Kureyb de tahdis etti. Bize Ebu Halid el-Ahmer, Hişam'dan tahdis etti. O İbn Sirin'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kim bir iyilik yapmak isteyip de onu yapmazsa ona bir iyilik olarak yazılır. Kim içinden bir iyilik yapmayı geçirip de onu yaparsa onun için on katından yedi yiiz katına kadar yazılır. Kim içinden bir kötülük geçirip de onu işlemeyecek olursa bir şey yazılmaz eğer onu işlerse yazılır." Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14568 AÇIKLAMALAR 131.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Şeybân b. Ferruh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâris, Ebu Osman Ca'd'dan rivayet etti. (Ebu Osman demiş ki): Bize Ebu Recâ'el-Utâridi, İbni Abbâs'dan, İbn Abbas, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'den Aziz ve Celil Rabbi hakkında rivayetle buyurdu ki: "Şüphesiz Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış sonra da bunları beyan etmiştir. Kim bir iyilik yapmak isteyip de onu yapmayacak olursa Allah onu kendi nezdinde tam bir iyilik olarak yazar. Kim içinden iyilik yapmak isteyip de onu yaparsa Aziz ve Celil Allah onu kendi nezdinde on iyilikten yedi yüz katına kadar ve daha pek çok kat fazlasıyla yazar. Eğer içinden bir kötülük yapmayı isteyip de ollu yapmayacak olursa bu sefer Allah onu kendi nezdinde tam bir iyilik olarak yazar eğer içinden bir kötülük yapmayı geçirip de yaparsa Allah da onu tek bir kötülük olarak yazar. " Diğer tahric: Buhari, 6126; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Süleyman, Ebu Osman el-Ca'd'dan bu isnadla Abdulvaris hadisinin manasında bir hadis rivayet etti. O şunu da ziyade etti: "Allah onu siler, Allah'a karşı (isyana) aşırı düşkün olanlardan başkası da helak olmaz. " Diğer tahric: Buhari, 42; Tuhfetu'l-Eşraf, 14714 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (325-337 numaralı hadisler) Bu babtaki senet bilgileri: (325) Umeyye b. Bistam el-Ayşl' vardır ki Bistam'ın be harfi meşhur görüşe göre kesrelidir. el-Metali sahibi fethalı olarak Bestam diye okunabileceğini de nakletmektedir. (2/144) el-Ayşi'nin nasıl okunacağı ile ilgili açıklamalarla birlikte Bistam'ın munsarıf olup olmadığı ile ilgili görüş ayrılıklarını da kaydetmiş bulunmaktayız. "Ebu Hureyre' den dedi ki... ve bu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabına ağır geldi dedi" rivayetinde "dedi" lafzını tekrar etmesi arada sözün uzamasından dolayıdır. Çünkü ifadenin asıl hali: Ayet nazil olunca (ashaba) ağır geldi, şeklindedir ama aradaki açıklamalar uzadığından "dedi" kelimesinin tekrarı güzeldir. Bu kitapta bunun benzeri ifadeler daha önce iki yerde de geçmiş ve bunu da açıklamasıyla birlikte zikretmiş idik. Ayrıca bunun benzerinin Kur'fın-ı Azimuşşan'da yüce Allah'ın: '~'kaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz muhakkak çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35) buyruğunda "siz" lafzını tekrar ettiği gibi "önceden kendisi vasıtası ile kafirlere karşı zafer istedikleri ... Kendilerine gelince, onu inkar ettiler" (Bakara, 89) buyruğunda da benzeri anlatım ın geçtiğini de belirtmiştik. Allah en iyi bilendir. Hadiste, yüce Allah'ın: "Resullerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız" (Bakara, 285) buyruğu bizler kitap ehlinin yaptıkları gibi bir kısmına iman edip, bir kısmını inkar ederek iman bakımından aralarında fark gözetmeyiz. Aksine onların hepsine iman ederiz. Burada "bir" lafzı çoğul anlamındadır. Bundan dolayı "arasında" anlamındaki lafız gelmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "O zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engelolamazdı" (Hakka, 47) buyruğunda da böyledir. (327) Hadiste Muhammed b. Ubeyd el-Gubari vardır ki Gubar oğullarına mensuptur. (2/145) Mukaddimede buna dair açıklamalarda bulunmuştuk. Aynı hadisin senedinde geçen Ebu Avane'nin adı da el-Vaddfıh b. Abdullah'tır. (2/146) Yine aynı hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah ümmetime içlerinden geçirdiklerini bağışlamıştır" buyruğundaki "içlerinden" anlamındaki lafzı ilim adamları hem nasb, hem ref ile harekelemişlerdir. Her iki şekil de açıkça anlaşılmaktadır. Ancak nasb ile okunması daha anlaşılır ve daha meşhurdur. Kadı Iyaz dedi ki: "İçleri" anlamındaki lafız nasb ile okunmalıdır. Buna (hadiste geçen ve sahabinin sorduğu): "Herhangi birimiz içinden ... geçiriyor" ifadesi de buna delildir. Tahavi ve dilbilginleri dedi ki: Eğer içlerinden lafzını ref ile okurlarsa onun iradesi dışında içinden geçirdiklerini kastetmiş olurlar. Yüce Allah'ın: "Ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini biliriz" (Kaf, 16) buyruğunda olduğu gibi. Allah en iyi bilendir. (330) Hadiste "Ebu'z-Zinfıd, Arec'den" isnadı yer almaktadır ki Ebu'z-Zinad'ın adı Abdullah b. Zekvan, künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Ebu'z-Zinad da onun daha meşhur olan lakabıdır. Bu lakabıyla çağrıldığında da kızarmış. A'rec'in adı ise Abdurrahman b. Hurmuz'dür. (2/147) Bu iki ravi her ne kadar meşhur iseler de bunlara dair açıklamalar da daha önceden geçti. Şu kadar var ki her ikisinin de isimlerinin ne olduğunu bu kitabı tetkik eden bazı kimseler için bilinmeyebilir (bunun için hatırlattık). (334) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sizden biriniz İslamını güzelleştirirse ... " (2/148) buyruğundaki İslamını güzelleştirmesi münafıkların Müslümanlığı gibi değil de gerçek manada Müslüman olursa demektir. Buna dair açıklama daha önceden de geçmişti. Yine bu babta (335) Ebu Halid el-Ahmer geçmektedir ki adı Süleyman b. Hayyan'dır. Daha önceden açıklaması geçtiği gibi. (336) Şeyban b. Ferruh hem acemi (Arapça olmayan), hem özel bir isim olduğundan dolayı (Ferruh) munsarıf değildir. Daha önceden de açıklaması geçmişti. Yine aynı hadisin senedinde Ebu Reca el-Utaridi geçmektedir ki adı İmran b. Teym'dir, b. Milhan ve b. Abdullah olduğu da söylenmiştir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanına yetişmiş olmakla birlikte onu görmemiştir, Mekke fethedildiği sene Müslüman olmuştur. 120 yıl yaşamıştır. 128 yıl yaşadığı, 130 yıl yaşadığı da söylenmiştir. HADİSLERİN FIKHİ ANLAMLARI Bu başlık(lar)daki hadislerin fıkhi hükümleri ve anlamları pek çoktur. Yüce Allah'ın izniyle ben bunlardan gözetilen maksatları kısaca kaydedeceğim. 1- "Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çekecektir" (Bakaraı 284) ayeti nazil olunca, bu ashab (r.a.)'a ağır geldi ve "buna güç yetiremiyoruz dediler" bölümü ile ilgili olarak İmam Ebu Abdullah el-Maziri (rahimehullah) şöyle diyor: Korkup çekinmelerinin ve bizim bunun altından kalkmaya gücümüz yetmez demelerinin sebebinin onların irade ile isteyerek kazanılmayan, insanın içinden geçen ve önlemeye gücü yetmediği hususlar sebebiyle sorumlu tutulacaklarına inanmalarından ötürü olabilir. Bundan dolayı onlar böyle bir işi güç yetirilemeyen işlerden kabul ettiler. Mezhebimize göre güç yetirilemeyen hususların teklifi aklen caizdir ama şeriatta bu tür teklifler ile taabbüd emrinin bulunup bulunmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Allah en iyi bilendir. 2- (325) Hadisteki: "Onlar bunu yapınca yüce Allah da onu nesh etti ve: "Allah hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez" (Bakara, 286) buyruğunu indirdi" ifadeleri ile ilgili olarak el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Buna nesh denilmesi tartışılır. çünkü nesh ancak ikisi ile amelde bulunmanın imkansız olması ve ayetlerden birinin diğeri ile birlikte ele alınmasına imkan bulunmaması halinde söz konusu olur. Yüce Allah'ın: "İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de ... " (Bakara, 284) buyruğu, kişinin önleyebilme imkanı bulunan ve bulunmayan içinden geçen düşünceleri kapsayabilmesi mümkün, umumi bir ifadedir. Bu durumda diğer ayet, bunu tahsis eden bir buyruk olur. Şu kadar var ki, eğer sahabe halin karinesi ile kişinin içinden geçmesini önleyemediği hususlarla da taabbud etmeleri kanaati yer etmiş ise, o takdirde bu nesh olur. Çünkü böylelikle sabit ve yerleşmiş bir hüküm kaldırılmış olur. el-Maziri'nin sözleri bunlardır. Kadı Iyaz da şöyle diyor: Bu meselede neshin uzak bir ihtimalolduğunu söylemenin açıklanabilir bir tarafı yoktur. Çünkü bu ayeti rivayet eden kişi onun nesh olduğunu da rivayet etmiş ve açık lafızIa da bunu ifade etmiştir. Ayrıca Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine iman etmek, dinleyip itaat etmek emrini vermesi suretiyle mana itibariyle de sözkonusu olmuştur. Çünkü yüce Allah kendilerine (bunlardan dolayı) kendilerini sorgulayacağını bildirmişti. Onlar denileni yapıp, yüce Allah da kalplerine imanı sağlamca yerleştirip -bu hadiste açıkça belirtildiği üzere- dilleri de bunu kolaylıkla ifade edip teslimiyet gösterince Allah karşı karşıya kaldıkları darlığı kaldırdı, bu yükümlülüğü nesh etti. Nesh olduğunu bilmenin yolu ise ya onun ile ilgili haber vermek yoluyla olur yahut tarih (nesheden buyruk ve neshedilen buyruğun bildirilme zamanları) ile bilinir. Bu iki husus da bu ayet-i kerimede bir arada bulunmaktadır. Kadı Iyaz dedi ki: el-Maziri'nin: İki buyrukla am el imkansız olduğu zaman ancak nesh olur sözü, hakkında neshe dair nassın bulunmadığı hallerde doğrudur. Eğer nas gelmiş ise o takdirde biz de orada dururuz. Fakat usul alimleri sahabinin (r.a.um): Şu hüküm bununla nesh olmuştur şeklindeki sözü ile neshin sabit olduğu bir delil midir yoksa sadece onun sözü ile nesh sabit olmaz mı, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Yalnızca sahabinin sözü ile neshin sabit olmayacağı Kadı Ebu Bekr'in ve usul alimlerinin muhakkiklerinin görüşüdür. Çünkü sahabinin söylediği bu söz kendi içtihadı ve yorumundan hareketle söylenmiş olabilir. Bu durumda bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den nakledilmediği sürece ne sh olmaz. İlim adamları bu ayet hakkında da ihtilaf etmişlerdir. Sahabe-i kiram ve onlardan sonra gelenlerin müfessirlerinin çoğunluğu az önce geçtiği gibi bu ayette neshin sözkonusu olduğu kanaatindedirler. Ancak müteahhirlerden kimisi bunu kabul etmeyerek şöyle demiştir: Bu buyruk bir haberdir, haberlerde ise nesh sözkonusu değildir ama durum müteahhir alimlerden olan bu kimsenin söylediği gibi değildir. Her ne kadar buyruk bir haber ise de bu bir yükümlülüğü ve nefislerin içinden geçirdiklerinden dolayı sorumlu tutulacağını ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine bunu emretmek suretiyle taabbud etmelerini dinleyip, itaat ettik demelerini ifade eden bir haberdir. Bunlar ise dil ile söylenen sözler ve dilin ve kalbin amelleridir sonra yüce Allah üzerlerinden sıkınbyı ve sorumlu tutulmayı kaldırmak suretiyle bu hükmü neshetmiştir. Kimi müfessirden burada sözkonusu edilen neshin, kalplerine anı olan sıkıntı ve bu emirden korkunun kaldırılması olduğunu söylediği de rivayet edilmiştir. Onların bu halleri diğer ayet-i kerime ile giderilmiş ve böylelikle nefisleri rahatlamış oldu. Bu kanaat sahibi kişi onların güç yetiremedikleri şeylerle yükümlü tutulmadıkları ama kendilerine ağır gelen içlerinden geçenlerden korunmak ve içlerini ihlaslı kılmak gibi ağır bir işle yükümlü tutuldukları kanaatindedir. Bu sebeple onlar da bu türden güçlerinin yetmeyeceği işlerle yükümlü tutulacaklarından korktular. Bu buyrukla bu korkuları da izale edilmiş oldu. Böylelikle onların ancak güçlerinin yettiği hususlarla mükellef kılındıklarını da peyan buyurulmuş oldu. Buna göre ise bu buyrukta güç yetirilemeyen hususlar ile mükellef tutmanın caiz (mümkün) olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır. Çünkü bu buyrukta böyle bir husus ile mükellef tutulduğuna dair nas yoktur. Bazıları da yüce Allah'ın: "Rabbimiz güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükletme" (Bakara, 286) buyruğu ile onların bu halden (güç yetiremeyecekleri şeylerle yükümlü tutulmalarından) Allah'a sığınmış olduklarını delil göstermektedir (2/150). Onlar ise ancak teklifi mümkün olan şeylerden ona sığınırlar. Kimisi de buna, bu ancak zorlanarak, meşakkat çekerek güç yetirebileceğimiz şeyleri bizlere yükleme demektir, diyerek cevap vermişlerdir. Bazılarının kanaatine göre de ayet-i kerime müminlerle kafirlerin yakin ve şüphelerinin saklılığı hususunda muhkemdir. Müminlerin (bu husustaki kusurları) mağfiret olunur, kafirlere ise azap edilir. Kadı Iyaz (rahimehullah)'ın açıklamaları burada sona ermektedir. İmam Vahidi (rahimehullah) de ayet-i kerimenin neshi hususundaki görüş ayrılıklarını sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Muhakkikler ayet-i kerimenin mensuh değil, muhkem olduğu kanaatini tercih ederler. Allah en iyi bilendir. 3- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (327): "Söylemedikçe yahut gereğince amel etmedikçe ümmetime içlerinden geçenleri bağışlamıştır" buyruğu ile (331 diğer hadiste: "Kulum bir kötülük yapmak isterse onu aleyhine yazmayınız ... "ve (334) diğer hadiste iyilik hakkında: "Yedi yüz katına kadar" (333) önceki hadiste kötülük hakkında: "Onu benim için terketti" buyrukları hakkında İmam el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib'in görüşüne göre kalbinden bir masiyeti kararlaştırıp, içten içe buna kendini hazırlarsa bu şekildeki inanç ve kararlılığından ötürü günahkar olur. Bu ve benzeri hadislerde sözkonusu edilen hükümler ise bunların kendisini masiyet işlemekte içten içe hazırlayıp alıştırmayan içinde yer etmeksizin böyle bir şeyi hatırından geçiriveren kimseler hakkında yorumlanır. İşte buna (hadiste geçtiği üzere) "hemm" denilir. Böyle diyerek hem ile azm (kararlaştırmak) arasında ayırım gözetmektedir. Kadı Ebu Bekr'in görüşü budur. Fakat fukahanın ve muhaddislerin çoğunluğu da ona muhalefet etmiş ve hadisin zahiri anlamını kabul etmişlerdir. Kadı Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Genelolarak selef ve fakihlerle muhaddislerin ilim ehli, Kadı Ebu Bekr'in benimsediği kanaattedir. Bunun sebebi ise kalplerin amellerinden dolayı sorgulamanın sözkonusu olduğuna delil teşkil eden hadis-i şerifterdir. Ama onlar böyle bir azim ve kararlılık bir günah olarak yazılır fakat içinden geçirdiği günah böyle değildir. Çünkü onu fiilen işlememiştir. Yüce Allah'ın korkusu ve ona yönelişten başka bir husus da onu işlemekten onu engellemiştir. Ama ısrarın kendisi ve kararlılık bir masiyettir, bu sebeple bu bir masiyet olarak yazılır. Şayet onu işleyecek olursa bu sefer ikinci bir masiyet olarak yazılır. Eğer yüce Allah'tan korkusundan dolayı onu terk ederse bir hasene olarak yazılır. Hadiste: "Çünkü onu benim için terk etmiştir" denildiği gibi. Böylelikle onun o masiyeti işlemeyi terk etmesi yüce Allah'tan korktuğu içindir. Onun kötülüğü emreden nefsine karşı bu hususta direnmesi ve hevasına karşı gelmesi de bir iyiliktir. 4- Herhangi bir şekilde yazılmayan içten geçen düşünceler ise nefsin kendilerine alıştırılmadığı, beraberinde bir kararlılık, bir niyet ve bir azim bulunmayan geçici düşüncelerdir. Bazı kelamcılar yüce Allah korkusundan dolayı değil de insanlardan korktuğu için böyle bir düşünceyi terk etmesi halinde ona bir iyilik yazılıp yazılmayacağı hususunda görüş ayrılığı bulunduğunu sözkonusu etmiş ve yazılmaz demişlerdir. Çünkü onu terk etmeye iten husus hayasıdır. Fakat bu görüş oldukça zayıftır, açıklanabilir bir tarafı yoktur. Kadı Iyaz'ın sözleri burada sona ermektedir. Bu açıklamalar güzeldir, buna herhangi bir şeyeklemeye gerek yoktur. 5- Kalpte yer eden kararlılık sebebiyle sorumluluğun sözkonusu olacağına dair şer'i naslar birbirini desteklemektedir. Yüce Allah'ın şu buyrukları bunlardandır: "Şüphe yok ki müminler arasında hayasızlıkların yayılmasını sevenlere ... çok acıklı bir azap vardır." (Nur, 19); "Zannın birçoğundan kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır." (Hucurat, 12) Bu hususta (2/151) ayet-i kerimeler pek çoktur. Kıskanmanın, Müslümanları küçük görmenin, onlar hakkında hoş olmayan şeyleri dilemenin ve daha başka kalp amellerinin ve bunları kararlaştırmanın haram olduğu üzerinde şer'i naslar ve alimlerin icmaı birbirini pekiştirmektedir. 6- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (337): ''Allah'a karşı (isyana) aşırı düşkün olandan başkası helak olmaz" buyruğu hakkında Kadı Iyaz (rahimehullah) şunları söylemektedir: Yüce Allah'ın rahmetinin genişliği, lütfu keremi ve işlememesi halinde kötülüğü bir hasene, işlemesi halinde tek bir kötülük, iyiliği niyet edip işlememesi halinde bir iyilik, işlemesi halinde on katından yedi yüz katına ve daha pek çok katına kadar mükafat vermekle birlikte helak olması kesinleşmiş ve karşısında hidayetin kapıları kapanmış kimse demektir. İşte bunca geniş rahmetten mahrum kalan, bu lütfu elde edemeyip, birer birer yazılmakla birlikte kötülükleri, kat kat yazılan hasenatından daha fazla gelecek şekilde çoğalan bir kimse elbette ki helak olmuş ve mahrum kalmış bir kimsedir. Allah en iyi bilendir. İmam Ebu Cafer et-Tahavi (rahimehullah) dedi ki: Bu hadislerde hafa:za meleklerinin kalplerin amellerini ve kararlılıklarını -zahir ameller dışındakiler yazılmaz diyen kimselerin kanaatine aykırı olarak- yazdıklarına delil bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. 7- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (336): "Yedi yüz katına kadar ve daha pek çok katına kadar" buyruğu ise, ilim adamları tarafından sahih ve tercih edilen kanaati açıkça ifade etmektedir. Sözkonusu bu kanaat ise iyiliklerin kat kat ödüllendirilmesinin yedi yüz kat ile sınırlı olmadığıdır. Kadıların en kadısı Ebu'l-Hasan el-Maverdi bazı ilim adamlarından kat kat mükafatın yedi yüz katı aşmayacağı görüşünü nakletmiş ise de bu görüş bu hadis dolayısıyla yanlıştır. Allah en iyi bilendir. 8- Bu babtaki hadisler yüce Allah'ın bu ümmete -Allah şerefini daha da arttırsın- lütuf ve ikramını açıkça ifade etmekte, diğer ümmetler üzerindeki ağır yükleri üzerlerinden hafifletmiş olduğunu ortaya koymakta, ashab-ı kiram (r.a.um)'ın şeriatın hükümlerine itaat ve boyun eğmekte ne kadar ellerini çabuk tuttuklarını beyan etmektedir. Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Rabbimiz unutur yahut hata edersek bizi sorumlu tutma" (Bakara, 286) ile başlayıp, surenin sonuna kadar devam eden bu duada yüce Allah Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ve müminlerin durumunu haber vermekte ve bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ve ashabtan sonra gelecek olan kimselerin bu duayı yapmaları için kitabına koymuş bulunmaktadır. Bundan dolayı bu ezberlenmesi ve çokça yapılması gereken bir duadır. 9- ez-Zeccac dedi ki: Yüce Allah'ın: "Kafir/er topluluğuna karşı da bize yardım et" (Bakara, 286) buyruğu hem delil bakımından, hem savaşta, hem de dinin yükselip, güçlenmesinde bizleri onlara karşı muzaffer kıl, demektir. Bu Sahihin namaz bölümünde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Kim bir gecede Bakara suresinin sonundaki iki ayeti okursa onlar ona yeter" buyurduğu gelecektir. O gecenin kıyam ile geçirilmesi yerine ona yeter diye açıklandığı gibi, o gece hoşuna gitmeyecek hususlara karşı ona yeterler diye de açıklanmıştır. (2/152) Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Zübeyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize Cerir Süheyl'den, o da Babasından, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre şöyle demiş: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından bazı kimseler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek ona: Bizler içimizde herhangi birimizin söylemeyi pek büyük bir iş gördüğü birtakım şeyler hissediyoruz diye sordular. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gerçekten böyle bir şey hissettiniz mi" buyurdu. Onlar, evet deyince, O: "İşte apaçık iman budur" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Beşşar tahdis etti, bize İbn Ebi Adiy, Şube'den tahdis etti (H). Bana Muhammed b. Amr b. Cebele b. Ebi Rewad ve Ebi Bekr b. İshak da tahdis edip dediler ki: Bize Ebu'l-Cevvab, Ammar b. Zureyk'den tahdis etti. Her ikisi (yani Şube ve Ammar) A'meş'ten (2/40b), o Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi rivayet ettiler. Yalnız Müs\im rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 12446 AÇIKLAMALAR 136. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yusuf b. Yakub es-Saffâr rivayet etti. (Dediki): Bana Aliyyü'bnü Assam , Suayr b. Hıms'dan , o da Mugire'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den , o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vesvese hakkında soru soruldu. O: "O, katıksız imandır" buyurdu. Yalnız Müs\im rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9446 AÇIKLAMALAR 136. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Harun b. Ma'ruf ile Muhammed b. Abbad rivayet ettiler. Lafız Harun'undur. Dediler ki: Bize Süfyan, Hişam'dan o da Babasından, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet eti. Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar soruşturup duracaklar, hatta haydi Allah yaratılmışları yarattı. Peki, Allah'ı kim yarattı, denilecek. Her kim bu türden bir şeyle karşılaşırsa, derhal Amentu Billah = Allah'a iman ettim, desin. " Diğer tahric: Buhari, 3102'de buna yakın; Ebu Davud, 4721; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Mahmud b. Gaylan'da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'n-Nadr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Said el-Müeddip Hişam b. Urve'den, bu isnadla rivayet etti ki, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan birinize gelip: Göğü kim yarattı, yeri kim yarattı, der. Kişi Allah diye karşılık verir. " Sonra hadisi önceki gibi zikretti ve: "Ve Resullerine de (iman ettim, desin)" ibaresini ekledi. (Yani: ''Amentu Billahi ve Resulihi) Tahric bilgisi 341 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb ve Abd b. Humeyd birlikte Yakub'tan tahdis etti. Zuheyr dedi ki: Bize Yakub b. İbrahim tahdis etti. Bize İbn Şihab'ın kardeşinin oğlu amcasından tahdis etti. Bana Urve b. ez-Zubeyr'in haber verdiğine göre Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan birinize gelip: Şunu şunu kim yarattı, der. Sonunda ona: Rabbini kim yarattı, der. İş buraya varınca derhal Allah'a sığınsın ve buna son versin. " Tahric bilgisi 341 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdülmelik b. Şuayb b. el-Leys rivayet etti. Dedi ki: Bana Babam, Dedemden rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Halid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şihab: Bana Urvetü'bnü'z-Zübeyr Ebu Hureyre'ınn şÖyle dediğini haber verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan kula gelerek şunu ve şunu kim yarattı, der" Sonra da, Zührı'nin kardeşinin oğlunun rivayetinin aynısını zikretti. Diğer tahric: Buhari, 3102'de buna yakın; Ebu Davud, 4721; Tuhfetu'I-Eşraf, 14160 AÇIKLAMALAR 136. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdulvaris b. Abdussamed tahdis etti. Bana babam, dedemden tahdis etti, o Eyyub'dan, o Muhammed b. Sirin'den, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "İnsanlar size ilme dair soru sorup duracaklar. Nihayet: Allah bizi yarattı. Peki, Allah'ı kim yarattı, diyecekler." (İbn Sirin) dedi ki: O sırada o (Ebu Hureyre) bir adamın elinden tutuyordu. Şöyle dedi: Allah ve Resulü doğru söylemiştir. İki kişi daha önce bana (bunu) sormuştu, bu da onların üçüncüleridir yahut şöyle dedi: Bir kişi bana sormuştu, bu da ikincisidir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bana Zuheyr b. Harb ve Yakub ed-Devraki de tahdis edip dediler ki: Ebu Hureyre: "İnsanlar sorup duracaklar" diyerek Abdulvaris'in rivayet ettiği hadisi aynen rivayet etti. Ancak o isnatta Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i zikretmedi, ama hadisin sonunda: Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdullah b. er-Rumî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti, (Dedi ki): Bize Ikrime —ki İbni Ammâr'dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Seleme, Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Ebu Hureyre (insanlar) sana sorup duracaklar. Hatta haydi Allah (her şeyi yarattı) peki Allah'ı kim yarattı, diyecekler. " (Ebu Hureyre) dedi ki: Ben mescitte iken bana bedevilerden bazı kimseler geldi ve: Ey Ebu Hureyre, haydi Allah (her şeyi yarattı) peki Allah'ı kim yarattı, dediler. (Ebu Seleme) dedi ki: Ebu Hureyre avucuna çakıl taşlan aldı, onlara attı sonra da: Kalkın, kalkın can dostum doğru söylemiştir, dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Kesir b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ca'fer b. Burkaan rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. el-Esamm rivayet etti. Dedi ki: Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinledim: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Andolsun insanlar size her şey hakkında soru soracaklar. Hatta: Allah her şeyi yarattı, peki Allah'ı kim yarattı diyecekler" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14825 AÇIKLAMALAR 136. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdullah b. Amir b. Zürarate'l-Hadramî rivayet etti. Dediki: Bize Muhammed b. Fudayl, Muhtar b. Fulful'den, o da Enes b. Malik'den o da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar: ''Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: Senin ümmetin bu nedir, bu nedir deyip duracaklar. Hatta Allah yaratılmışları yarattı. Peki, Allah'ı kim yarattı, diyecekler. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize İshak b. İbrahim tahdis etti. Bize Cerir haber verdi. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti (2/43a). Bize Huseyn b. Ali, Zaide'den tahdis etti. Her ikisi (Cerir ve Huseyn) el-Muhtar'dan, o Enes'ten, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu hadisi nakletti. Ancak İshak: "(Allah Rasulü) buyurdu ki: Allah: Senin ümmetin ... buyurdu" ibaresini zikretmedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 1580 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (338 - 350): Bu babta geçen hadisler: (338) Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellemi'in ashabından bazı kimseler gelerek ... İşte bu apaçık imandır" buyurdu. (340) Diğer rivayette: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vesveseye dair soru soruldu ... İşte o katıksız imandır, buyurdu," (341) Diğer hadiste: "İnsanlar ... soruşturup, duracaklardır ... Allah'a iman ettim, desin." Bundan sonraki (342) rivayette (2/153): ''Allah'a ve Resullerine iman ettim desin." (343) Diğer rivayette de: "Şeytan birinize gelir ve şunu şunu kim yarattı, der ... " buyurulmaktadır. HADİSLERİN ANLAMI VE FIKHİ HÜKÜMLER: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemi'in: "Bu apaçık bir imandır, katıksız imandır" buyruklarının manası şudur: Sizin bunları sözlü olarak ifade etmeyi pek büyük bir iş görmeniz apaçık imandır çünkü bunu -inanmak şöyle dursun- büyük bir iş olarak görüp ondan ve onu telaffuz etmekten korkmak ancak imanını kesin olarak kemale erdirmiş, şüphe ve tereddütlerinin sözkonusu olmadığı imanı kamil bir kişi için sözkonusudur. Şunu da belirtelim ki ikinci rivayette bu işin büyük görüldüğü sözkonusu edilmemiş ise dahi bu husus kastedilmiştir. Çünkü bir sonraki rivayet bir önceki ilk rivayetin kısaltılmışıdır. Bundan dolayı Müslim (rahimehullah) birinci rivayeti öne almıştır. Anlamının şu olduğu da söylenmiştir: Şüphesiz şeytan azdırıp, kandırmaktan ümit kestiği kimselere vesvese verir. Onu azdırmaktan acze düştüğü için vesvese ile onu rahatsız eder. Kafire ise dilediği taraftan gider ve kafire sadece vesvese vermekle kalmaz aksine onunla istediği gibi oynar. Buna göre hadisin manası şöyle olur: Vesvesenin sebebi katıksız imandır, yahut vesvese katıksız imanın alametidir. Bu Kadı İyaz'ın tercih ettiği görüştür. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (341): "Bunu hisseden bir kimse Allah'a iman ettim, desin." (343) Diğer rivayette (2/154): ''Allah'a sığınsın ve ondan vazgeçsin" buyruğu ise, bu batıl düşünceden yüz çevirmek ve bunu gidermek için yüce Allah'a sığınmak (yolunu seçsin) demektir. İmam el-Maziri (rahimehullah) dedi ki: Hadisin zahirinden anlaşıldığı üzere Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara hatıra gelen bu gibi düşüncelerden bunları çürütüp iptal etmek için delile başvurmaksızın ve düşünmeksizin yüz çevirerek ve onları geri püskürterek önlerine geçmelerini emir buyurmuştur. Bu husus ile ilgili olarak şunlar söylenebilir: Hatıra gelen düşünceler iki türlüdür. Eğer bunlar yer etmeyen ve karşı karşıya kalınan bir şüphenin etkisi ile ortaya çıkmamış düşünceler ise, işte onlardan yüz çevirmek suretiyle geri çevrilecek olanlar bunlardır. Hadis de buna göre yorumlanır. Vesvese de bunun benzeri durum hakkında kullanılır. Sanki bu bir dayanağı bulunmayan gelip geçici bir halolduğu için herhangi bir delili incelemeye gitmeksizin önlenmiş olmaktadır. Çünkü bunun üzerinde durulup, düşünülecek asli bir dayanağı yoktur. Şüphenin gereği olarak karar kılıp, yerleşen düşüncelere gelince, bunlar ancak delil getirmekle ve çürütülmeleri üzerinde düşünmekle önlenir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: ''Allah'a sığınsın ve ondan vazgeçsin" buyruğunun anlamı da şudur: Kişiye böyle bir vesvese arız olacak olursa o vesvesenin şerrini kendisinden savmak hususunda yüce Allah'a sığınsın ve bunun üzerinde düşünmekten yüz çevirsin. Hatırına gelen bu düşüncenin şeytan vesvesesinden olduğunu bilsin. Şeytan ise ancak fesada ve iğvaya çalışır. Onun vesvesesine (2/155) kulak vermekten yüz çevirsin, başka bir şeyle uğraşmak suretiyle onu kesip koparmaya yönelsin. Allah en iyi bilendir. Babtaki Senetlere Dair: (339) Muhammed b. Amr b. Cebele'nin adı Muhammed b. Amr b. Abbad b. Cebele'dir. Aynı hadiste Ebu'I-Cewab Ammar b. Ruzeyk'den rivayeti vardır. Ebu'I-Cewab'ın adı el-Ahvas b. Cewab'dır. Ruzeyk isminde ise re harfi, ze harfinden öncedir. (340) Müslim dedi ki: "Bize Yusuf b. Yakub es-Saffar tahdis etti. Bana Ali b. Assam, Suayr b. el-Hims'den tahdis etti. O Muğire'den, o İbrahim'den, o Alkame' den, o Abdullah'tan." Abdullah sahabi Abdullah b. Mesud (r.a.)' dır. Bu isnattaki ravilerin tamamı Kufelidir. el-Hims ha harfi kesreli, mim sakindir. Suayf ve babasının (el-Hims'in) benzerleri bilinmemektedir. Muğire, İbrahim ve Alkame de tabiindendir. Bu isnada itirazda bulunulmuştur. (342) Ebu'n-Nadr, el-Müeddib'den rivayeti vardır ki, Ebu'n-Nadr'ın adı Haşim b. el-Kasım, Ebu Said el-Müeddib'in adı da Muhammed b. Müslim b. Ebu'I-Vaddah'tır. Ebu'I-Vaddah'ın adı el-Müsenna'dır. Kendisi el-Mehdi'yi ve diğer halifeleri tedib ederdi. (2/156) (343) İbn Şihab'ın kardeşinin oğlu geçmektedir ki adı Muhammed b. Abdullah b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab Ebu Abdullah'tır. (346) Yakub ed-Devraki de vardır ki buna dair açıklama mukaddimenin şerhinde geçmişti. (347) Abdullah b. er-Rumi vardır ki Abdullah b. Muhammed'dir. İbn Ömer olduğu da söylenmiştir. Bağdatlıdır. (348) Cafer b. Burkan vardır ki buna dair açıklamalar da mukaddimede geçti. Allah en iyi bilendir. (349) Metin lafızlannda: .....: Nihayet Allah her şeyi yarattı derler" ibaresi bazı asıllarda bu şekilde "derler" anlamındaki fiilin sonunda "nun" harfi yazılmamıştır. Bazılannda ise nun harfi yazılmıştır. Her ikisi de sahihtir. Nasb edat ile birlikte nun harfinin fiilin sonunda yer alması az görülen bir söyleyiştir. Bunu muhakkik nahivcilerinden bir topluluk zikretmiş, sahih hadislerde de -yüce Allah'ın izniyle yeri geldikçe göreceğiniz gibi- tekrar edilmiştir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve Ali b. Hucr birlikte İsmail b. Cafer'den tahdis etti. İbn Eyyub dedi ki: Bize İsmail b. Cafer tahdis etti. Bana el-Ala -ki o el-Huraka'nın azatlısı İbn Abdurrahman'dır- Mabed b. Ka'b es-Selemi'den haber verdi. O kardeşi Abdullah b. Ka'b'dan, o Ebu Umame'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Yaptığı yemin ile Müslüman bir kimsenin hakkını kesip alan bir kimseye Allah cehennemi vacip kı/mış ve cenneti de ona haram etmiş o/ur. " Bir adam ona: Önemsiz bir şeyolsa da mı ey Allah'ın Resulü, dedi. Allah Resulü: "İsterse misvak ağacından bir çubuk o/sun" buyurdu. Diğer tahric: Nesai, 5434; ıbn Mace, 2324; Tuhfetu'l-Eşraf, ı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, İshak b. İbrahim ve Harun b. Abdullah da hep birlikte Ebu Usame'den tahdis ettiler. O Velid b. Kesir'den, o Muhammed b. Ka'b'dan rivayet ettiğine göre o kardeşi Abdullah b. Ka'b'ı şöyle tahdis ederken dinlemiştir: Ebu Umame el-Harisl'nin kendisine tahdis ettiğine göre o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'i bunun aynısını söylerken dinlemiştir. AÇIKLAMALAR 139.sayfada)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Vekl' tahdis etti (H). Bize İbn Numeyr de tahdis etti, bize Ebu Muaviye ve Vekl' tahdis etti (H). Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali -ki lafız onundur- de tahdis etti. Bize Vekl' haber verdi. Bize A'meş, Ebu Vail'den tahdis etti. O Abdullah'tan, o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Kim yalancı olduğu halde bir sabr yemini edip, onunla Müslüman bir kimsenin malını haksızca alırsa Allah'ın huzuruna O kendisine gazap etmiş olduğu halde çıkar." (Ebu Vail) dedi ki: Derken Eş'as b. Kays girdi ve Ebu Abdurrahman size neler anlalıyor, dedi. Oradakiler şunları şunları anlalıyor, dediler. Eş'as: Ebu Abdurrahman doğru söylemiştir. Ayet benim hakkımda indi. Benimle bir adam arasında (anlaşmazlık konusu) Yemen'de bir arazi parçası vardı. Onu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e dava ettim (beyyinen -delilin- var mı?) Ben, hayır dedim. Allah Resulü: "O halde o yemin etsin" buyurdu. Ben: O da yemin ediverir, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O vakit şöyle buyurdu: "Kim yalancı olduğu halde o yolla Müslüman bir kimsenin malını haksızca alacağı bir sabr yemini ederse Allah kendisine gazap etmiş olduğu halde huzuruna çıkar." Sonra da: "Şüphesiz Allah'a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir pahaya satanlar ... " (AJ-i İmran, 77) ayeti sonuna kadar nazil oldu. Diğer tahric: Buhari, 2356, 2515, 2666, 2676 -muhtasar olarak-, 2673, 2416, 4549, 6659, 6676, 7183, 7184; Ebu Davud, 3243; Tirmizi, 1269, 2996; İbn Mace, 2322, 2323'te de muhtasar olarak; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Mansur'dan o da Ebu Vail'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi. Abdullah dedi ki: Her kim yalan söylediği halde bir yemin edip, onunla hak etmediği bir şeyi alırsa Allah'ın huzuruna ona gazap etmiş olduğu halde çıkar. Sonra A'meş'in rivayet ettiği (353.) hadise yakın olarak hadisi zikretti. Şu kadar var ki o şöyle dedi: Benimle bir adam arasında bir kuyu ile ilgili bir anlaşmazlık vardı. Davamızı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e götürdük. O: "Ya senin iki şahidin yahut onun yemini" buyurdu. Tahric bilgisi 353 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbni Ebî Ömer el-Mekkî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân Cami' b. Ebu Râşid ile Abdülmelik b. A'yen' den rivayet etti. Bunlar Şakîk b. Seleme'yi şöyle derken işitmişler. İbnî Mes'ud'u dinledim şöyle diyordu: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Her kim hakkı olmadığı halde Müslüman bir kimsenin malı üzerine yemin ederse Allah'ın huzuruna o kendisine gazap etmiş olarak çıkar. " Abdullah dedi ki: Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize Aziz ve Celil Allah'ın kitabından bunu doğrulayan: "Şüphesiz Allah'a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir pahaya satanlar ... " (Al-i İmran, 77) ayetini sonuna kadar okudu. Diğer tahric: Buhari, 7007; Tuhfetu'l-Eşraf, 9238 AÇIKLAMALAR 139. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Hennad b. es-Serri ve Ebu Asım el-Hanefl -Iafız Kuteybe'nin olmak üzere- tahdis edip dediler ki: Bize Ebu'l-Ahvas, Simak'tan tahdis etti. O Alkame b. Vail'den, o babasından şöyle dediğini nakletti: Hadramevt'ten bir adam ile Kinde'den bir adam Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna geldi. Hadramevt'li adam: Ey Allah'ın Resulü, bu adam önceleri babama ait olan bir arazi hususunda bana galabe çaldı. (Onu elimden aldı), dedi. Kindeli de: Orası benim elimde bulunan bir arazidir. Onu ben ekiyorum. Onun bu arazide hakkı yoktur, dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hadramevtli olan adama: "Beyyinen var mı" dedi. O: Hayır, dedi. Allah Resulü: "Senin ona yemin ettirme hakkın vardır" buyurdu. Adam: Ey Allah'ın Resulü, bu adam günahkar birisidir. Ne üzerine yemin ettiğine aldırmaz ve hiçbir hususta günahtan çekinmez, dedi. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Senin ondan bunun dışında bir şey (isteme hakkın yoktur" buyurdu. Öbürü yemin etmeye gelince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şayet haksızca yemek için onun malı hakkında yemin ederse, andolsun, Allah kendisinden yüz çevirmiş olduğu halde huzuruna çıkacaktır. " Diğer tahric: Ebu Davud, 3245, 3623; Tirmizi, 1340; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb ile îshak b. İbrahim de hep birden Ebu'l-Velid'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Hişam b. Abdilmelik rivayet etti. (Dedi kî): Bize Ebu Avane, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Alkametü'bnü Vaîl'den, o da Vail b, Hucr'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemi'in huzurunda idim. Yanına bir arazi hakkında birbirinden davacı olan iki adam geldi. Onlardan biri: Ey Allah'ın Resulü, bu adam cahiliye döneminde bana ait olan bir arazimi gasp etmişti, dedi. -Bu kişi İmriu'I-Kays b. Abis el-Kind! idi. Davacı olduğu kişi de Rabia b. İbdan'dı.- Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Beyyinen var mı" buyurdu. O: Beyyinem yok dedi. Allah Resulü: "O halde o yemin edecek" buyurdu. İmriu'I-Kays: O zaman arazimi alır gider dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Senin bundan başka bir hakkın yok" buyurdu. (Vail) dedi ki: Hasmı yemin etmek üzere kalkınca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Her kim haksızca bir araziyi kesip alırsa, Allah'ın huzuruna O kendisine gazap etmiş olduğu halde çıkar" buyurdu. İshak rivayetinde (Rabia b. İbdan yerine) Rabia b. Aydan demiştir. Diğer tahric: Ebu Davud, 3245, 3623; Tirmizi, 1340; Tuhfetu'l-Eşraf, 11768 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN burayı tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (351-357 numaralı hadisler): Bu babta (351) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellemi'in: "Her kim yeminiyle Müslüman bir kimsenin hakkını kesip alırsa, .. isterse erak ağacından bir çubuk olsun" buyurmaktadır. Diğer rivayette (353) (2/157) "Her kim ... sabr yemini ederse ... Allah'ın huzuruna çıkar." (353) Diğer rivayetinde: "el-Eş'as b. Kays'tan rivayete göre benimle bir başka adam arasında ... huzuruna Çıkar" denilmekte; öbür rivayette (356) (2/158): "Hadramevt'ten bir adam ve Kinde' den bir adam ... geldi. .. huzuruna çıkacaktır." denilmektedir. Babta Geçen İsimler ve Lafızlar Babta geçen isim ve lafızlara gelince (351) "el-Huraka'nın azatlısı" elHuraka, Cuheyne' den bir koldur. Daha önce birkaç defa açıklanmıştı. Aynı hadiste geçen Mabed b. Ka'b es-Selemi Ensar'dan Selime oğullarına mensuptur. Onlara nispet yapıldığı takdirde Arap dilbilginleri arasında ve diğerlerine göre meşhur olduğu üzere lam harfi fethalı olarak nispet yapılır. Nispet yapılırken lam harfinin de kesreli söylenmesinin caiz olduğu da söylenmiştir. Aynı hadiste Abdullah b. Ka'b b. Ebu Umame el-Harisı de vardır. Diğer rivayette ise: "Abdullah b. Ka'b'ı tahdis ederken dinledim: Ebu Umame elHarisı kendisine tahdis etti" denilmektedir. Şunu bilelim ki burada zikredilen Ebu Umame meşhur Ebu Umame el-Bahill Suday b. Aclan değildir. Bu ondan başkasıdır. Bunun adı Iyas b. Salebe el-Ensari el-Harisı olup el-Haris b. el-Hazrec oğullarındandır. Onun Belevi (Belli oğullarından) olup, Harise oğullarıyla antlaşmalı olduğu da söylenir. Kendisi Ebu Burde b. Niyar'ın kızkardeşinin oğludur. İsmi ile ilgili meşhur olan budur. Ebu Hatim er-Razi dedi ki: Adı Abdullah b. Salebe'dir. Salebe b. Abdullah olduğu da söylenir. Yine şunu bilmeli ki, burada mutlaka dikkat çekilmesi gereken bir incelik vardır. O da şudur: Ashab (radıyallShu an hum) isimlerine dair eser yazanların birçoğu burada geçen Ebu Umame el-Harisı (radıyallShu anh)'ın Uhud dönüşünde vefat edip, Nebi (sallallShu aleyhi ve sellem)'in de cenaze namazını kıldırdığını söylemişlerdir. Bu tarihin gereği olarak Müslim'in rivayet ettiği bu hadis munkatı olur; çünkü Abdullah b. Ka'b tabiindendir. Hicretin üçüncü yılında Uhud gazasının cereyan ettiği senede vefat etmiş birisinden nasıl hadis dinlemiş olabilir? Fakat Ebu Umame'nin vefatı hakkındaki bu nakil sahih değildir çünkü Abdullah b. Ka'b'dan Müslim'in ikinci rivayette zikrettiği gibi: "Bana Ebu Umame tahdis etti" dediği sahih olarak sabittir. İşte bu tabiinden olan Abdullah b. Ka'b'ın ondan hadis dinlediğine dair açık bir ifadedir. Böylelikle onun vefatı ile ilgili söylenen sözler de batıl olur. Şayet onun vefatı ile ilgili söylenen o tarih sahih olsaydı Müslim onun hadisini tahriç etmezdi. Gerçekten de İbnu'l-Esir diye tanınan İmam Ebu'l-Berekat el-Cezeri "Marifetu'sSahabe" adlı eserinde vefatı ile ilgili bu görüşü reddederken çok güzel bir iş yapmıştır. Allah en iyi bilendir. Hadisteki: "İsterse erak ağacından bir çubuk olsun" ibaresindeki "çubuk" anlamındaki (~) lafzı bazı asıl nüshalarda ya da çoğunluğunda bu şekildedir. Birçoğunda ise (~) şekilde hazfedilmiş "kane"nin haberi olarak elifli gelmiştir yahut "isterse bir çubuk kesmiş olsun" anlamında takdiri yapılan hazfedilmiş bir fiilin mefulü de olabilir. "Sabr yemini" ibaresinde yemin sabra izafe edilmiştir. Sabr yemini ise yemin edenin o yemini yapmak üzere kendisini tutan, alıkoyan kimsenin yaptığı yemindir. Buna dair açıklama insanın kendi kendisini öldürmenin ağır haram olduğu babında geçmiş idi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Her kim yalan yere bir sabr yemini ederse" ibaresi kasten yalan yemin ederse demektir. Bu yemine ğamus yemini adı verilir. (354) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Senin iki şahidin yahut onun yemini" buyruğu şu demektir: Senin getireceğin iki şahidin yapacağı şahitlik yahut onun yeminini istemek hakkın vardır. Yine bu babta (357) Müslim'in: Bana Zuheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim hep birlikte Ebu'l-Velid'den tahdis etti. Zuheyr dedi ki: "Bize Hişam b. Abdulmelik tahdis etti." Burada zikredilen Hişam, Ebu'l-Velid'in kendisidir. Aynı hadiste "cahiliye döneminde haksızca arazimi almıştı" yani oraya galip gelip, istila etmişti. Cahiliye dönemi ise nübüwetten önceki dönemdir. Cehaletlerinin çokluğundan ötürü bu isim verilmiştir. Aynı hadiste geçen "İmriu'l-Kays b. Abis ve Rabia b. Aydan (hadisin metninde İbdan)"e gelince, Aydan ismini -Müslim'in zikrettiği üzere- Zuheyr ve İshak tespit etmekte ihtilaf etmişlerdir. Kadı lyaz ise bu isimle ilgili görüşleri ve ravilerin ihtilaflarını zikrederek şunları söylemiştir: Bu isim fethalı ayn ve alttan iki noktalı ye iledir (Aydan). İşte doğrusu budur. İshak'ın rivayetinde de böyledir. Zuheyr'in rivayetinde ise ayn harfi kesreli ve tek noktalı be ile "İbdan" şeklindedir. Kadı İyaz: Biz bu ismibu iki şekilde hocalarımlZdan böylece zaptetmiş bulunmaktayız. Ancak İbnu'l-Hazza' da bizim zaptımlZın aksi sabittir. Zuheyr'in rivayetinde ayn harfi fethalı ve iki noktalı ye ile (Aydan şeklinde), İshak'ın rivayetinde ise ayn harfi kesreli ve tek noktalı be ile (İbdan olarak) sabittir. el-Ceyyani dedi ki: el-Culudi' den nakledilen asılda da bu şekildedir. Kadı dedi ki: Bizim ilk olarak doğru olduğunu söylediğimiz Darakutni, Abdulgani b. Said ve Ebu Nasr b. Makula'nın görüşüdür. İbn Yunus da et-Tarih'te böyle demiştir. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır. Aralarında HaflZ Ebu'l-Kasım b. Asakir ed-Dimeşki'nin de bulunduğu bir grup hafız bunu "İbdan" şeklinde ayn harfi kesreli, be ve şeddeli dal ile zaptetmişlerdir. Allah en iyi bilendir. Bu Babtaki Hadislerin İhtiva Ettiği Hükümler: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (351): "Kim yeminiyle haksızca Müslüman bir kimsenin hakkını alırsa" buyruğunda bir incelik vardır. Bu da "Müslüman kimsenin hakkı" ifadesindedir ki, bunun kapsamına maldan başka meyte hayvanın derisi, gübre ve bunun dışında kendilerinden yararlanılan necasetler de girer. Aynı şekilde kazf haddi, zevcenin kocası tarafından kendisine gün payedilmesi ve bunun dışında malolmayan diğer hakları da kapsar. Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (351): "Yüce Allah ona cehennemi vacip kılar, cenneti de ona haram eder." Bunun hakkında da benzerleri için daha önce tekrar edilen iki cevap sözkonusudur. Birincisi bunun böyle bir işi helal kabul eden kişi hakkında yorumlanacağıdır. Bu hali üzere ölecek olursa o kafir olur ve cehennemde ebedi kalır. İkincisine göre anlamı böyle bir kişi cehennem ateşini hak etmiş olur ama affedilmesi de caizdir. (2/161) Yüce Allah ayrıca ona ateşten kurtulup, umdukları cennet nimetlerine nail olan kimselerle birlikte ilk anda cennete girmesi ona haram edilmiştir. Haksızlığa uğrayan kimse için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "Müslüman" kaydını getirmesi zimminin hakkının haram olmadığının delili değildir. Bu yüce Allah'ın huzuruna kendisine gazap etmiş olarak çıkacağı şeklindeki ağır tehdidin müslümanın hakkını haksızca alan kimse için sözkonusu olduğu anlamındadır. Zimminin hakkını almak ise haramdır fakat bundan dolayı sözü geçen bu iki büyük cezanın verilmesi gerekli değildir. Bütün bu açıklamalar "mefhumun delaleti"ni kabul edenlerin görüşüne göredir. Bunu kabul etmeyenlerin ise ayrıca tevile ihtiyaçları yoktur. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Özelolarak müslümanın sözkonusu edilmesi muhatapların ve şeriata göre hareket edenlerin genellikle kendilerinin olmasından dolayıdır yoksa Müslüman olmayanların hükmü bunun hilafına olduğu için değildir. Aksine Müslüman olmayanın hükmü de bu hususta aynıdır. Allah en iyi bilendir. Ayrıca bu ceza müslümanın hakkını alıp, tövbe etmeden önce ölen kimse hakkında sözkonusudur. Tövbe edip, yaptığına pişman olarak hakkını sahibine geri veren, ondan helallik dileyen ve bir daha böyle bir iş yapmamaya kesin karar veren kimseden ise günahı düşmüş olur. Allah en iyi bilendir. Ayrıca bu hadiste -Ebu Hanife (rahimehullah)'ın içtihadına muhalif olan fakat Malik, Şafii, Ahmed ve çoğunluğun kanaati olan hakimin hükmü kişiye kendisine ait olmayan bir hakkı mubah kılmaz, şeklindeki görüşün lehine bir delalet bulunmaktadır. Hadiste ayrıca: 1- Müslümanların haklarını çiğnemek büyük bir haramdır. 2- Çiğnenen hakkın az ya da çok olması arasında fark yoktur çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İsterse erak ağacından bir çubuk olsun" buyurmuştur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "yalan söylediği halde kim bir yemin ederse" buyruğunda "yalan söylemek" kaydı zorunludur. Haksız olduğunu bilerek ve kasten böyle bir yemin yapmadıkça günahkar olmaz. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yüce Allah kendisine gazap ederek onun huzuruna çıkar." Diğer rivayette (356) ise: "Ondan yüz çevirmiş olduğu halde" buyurulmaktadır. İlim adamları der ki: Yüce Allah'ın yüz çevirmesi, gazabı, öfkesi, onun kendisine gazap edilen kimseyi rahmetinden uzaklaştırmayı, onu azaplandırmayı, yaptığı fiili reddedip yermeyi dilemesi, irade etmesi demektir, demişlerdir. Allah en iyi bilendir. el-Hadramı ve el-Kindı ile ilgili hadise gelince (356, 357) çeşitli bilgiler bulunmaktadır: 1- Zilyed (yani bir malı elinde bulunduran kişi) o malın kendisinin olduğunu iddia eden yabancı bir kimseye göre öncelikli hak sahibidir. 2- Davalı (üzerindeki hakkı) ikrar etmiyorsa yemin etmek zorundadır. 3- Beyyine (iki şahidin şehadeti) zilyedliğe göre önceliklidir ve yemine gerek olmaksızın beyyine sahibi lehine hüküm verilir. 4- Davalı olan günahkar kimsenin yemini, tıpkı adaletli kimsenin yemini gibi kabul edilir ve bu yemini sebebiyle ondan hak istemek sakıt olur. 5- Davacılardan birisi diğerine o bir zalimdir yahut bir facirdir ve buna benzer nitelemeleri davalaşma esnasında dile getirecek olursa (2/162) bu sözlerine katlanılır. 6- Mirasçı bir kimse kendisine miras bırakan kimseye ait olan bir şeyi iddia edecek olursa, hakim de ona miras bırakan kimsenin ölüp de bu davacı dışında bir mirasçısının olduğunu bilmiyorsa, buna dayanarak onun lehine hüküm vermesi caiz olur ve dava halinde buna dair ayrıca beyyine getirmekle onu yükümlü tutmaz. Bu hükmün delili davacının "bana galip gelerek babama ait olan bir araziyi aldı" demiş olmasıdır. O bu sözleriyle bu arazinin babasına ait olduğunu ikrar etmiş oldu. Eğer Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun o araziye tek başına mirasçı olduğunu bilmemiş olsaydı, kendisinin mirasçı olduğuna dair bir beyyine getirmesini isterdi. Bundan sonra da kendisinden bu davasında davalısı aleyhine hak sahibi olduğuna dair ikinci bir beyyine daha isterdi. Bir kimse: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Senin iki şahidin" ifadesi onun hak ettiği şeyi senden haksızca aldığına dair iki şahit getir, demektir. Bu da iki şahidin bu kişinin tek başına mirasçı olup, bu evi miras aldığına dair şahadet etmeleriyle olur diyecek olursa ona: Bu iddia zahirden anlaşılana aykırıdır. Bununla birlikte böyle bir şeyin kastedilmiş olması da mümkündür diye cevap verilir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Küreyb Muhammed b. el-Ala' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halid yani İbnî Mahled rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer, el-Ala' b. Abdirrahman'dan, o da babasından, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Bir adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelip dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, şayet bir adam gelip benim malımı almak isterse ne yapmamı emredersin? Allah Resulü: "Malını ona verme" buyurdu. Adam: Ya benimle dövüşürse ne emredersin, dedi. Allah Resulü: "Sen de onunla dövüş" buyurdu. Adam: Ya o beni öldürürse durum ne olur dersin, dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O takdirde sen şehit olursun" buyurdu. Adam: Şayet ben onu öldürürsem ne olur dersin dedi. Allah Resulü: "O da ateşe gider" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14088 AÇIKLAMALAR 141.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana el-Hasan b. Ali el-Hulvani, İshak b. Mansur ve Muhammed b. Rafi' -lafızları birbirine yakın olmak üzere- tahdis etti. İshak: Bize Abdurrezzak haber verdi, derken diğer ikisi tahdis etti, dedi. (Abdurrezzak dedi ki): Bize İbn Cureyc haber verdi. Bana Süleyman el-Ahvel'in haber verdiğine göre Ömer b. Abdurrahman'ın azatlısı Sabit kendisine şunu haber verdi: Abdullah b. Amr ile Anbese b. Ebu Süfyan arasında olanlar olunca birbirleriyle çarpışmak için hazırlandılar. Bu sefer Halid b. Ebu'ı-As bineğine binip, Abdullah b. Amr'ın yanına gitti. Halid ona öğüt verdi. Bu sefer Abdullah b. Amr şöyle dedi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Malı uğrunda öldürülen şehittir" buyurduğunu bilmiyor musun? Diğer tahric: Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bana Muhammed b. Hatim de tahdis etti. Bize Muhammed b. Bekr tahdis etti (H). Bunu bize Ahmed b. Osman en-Nevfel! de tahdis etti. Bize (Muhammed b. Bekr ile birlikte) her ikisi İbn Cureyc'den bu isnat ile aynısını nakletti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti. Bize Ebu'I-Eşheb, el-Hasan'dan şöyle dediğini tahdis etti: Ubeydullah b. Ziyad (2/47a) vefatı ile neticelenen hastalığı sırasında Ma'ki! b. Yesar el-Müzenl'yi ziyaret etti. Ma'kil dedi ki: Ben sana Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinIediğim bir hadisi nakledeceğim. Eğer yaşayacak olduğumu bilmiş olsaydım sana bunu aktarmayacaktım. Şüphesiz ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: 'Allah'ın bir raiyeyi yönetimi altına vermiş olduğu herhangi bir kul, eğer öldüğü günde yönetimi altındakileri aldatarak ölürse mutlaka Allah ona cenneti haram kılar." Diğer tahric: Buhari, 6731, 6732; Müslim, 4706, 4707; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya tahdis etti. Bize Yezid b. Zurey', Yunus'tan haber verdi. O el-Hasen'den şöyle dediğini nakletti: Ubeydullah b. Ziyad hasta bulunan Ma'kil b. Yesar'ın yanına girdi. Ona bir şeyler sordu, o da şöyle dedi: - Şimdi ben sana daha önce söylemediğim bir hadisi nakledeceğim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştu: "Allah bir kulun yönetimi altına bir raiye vermiş olup da, o kişi öldüğünde onları aldatmış durumda ise, mutlaka Allah ona cenneti haram kılar." Ubeydullah: Bunu neden bana bugünden önce nakletmemiştin, dedi. O: Sana nakletmedim -yahut nakledecek deği!dim-, dedi. Tahric bilgisi 361 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana el-Kasım b. Zekeriya da tahdis etti. Bize Huseyn -yani el-Cu'fi- Zaide'den tahdis etti. O Hişam'dan şöyle dediğini nakletti: Hasan dedi ki: Hasta ziyaretinde bulunmak üzere Ma'ki! b. Yesar'ın yanında idik. Derken Ubeydullah b. Ziyad geldi. Ma'kil ona: Şüphesiz ben sana Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den dinlediğim bir hadis nakledeceğim, dedi sonra hadisi bundan önceki iki ravi'nin naklettikleri hadisin anlamında zikretti. Tahric bilgisi 361 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Gassan el-Mismai, Muhammed b. el-Müsenna ve İshak b. İbrahim de tahdis etti. İshak: Bize Muaz b. Hişam tahdis etti derken, diğer ikisi haber verdi, diye rivayetle bulundular. (Muaz dedi ki): Bana babam Katade'den tahdis etti. Onun Ebu'l-Melih'ten rivayetine göre Ubeydullah b. Ziyad hasta olan Ma'kil b. Yesar'ı ziyaret etti. Ma'kil ona: Ben sana bir hadis rivayet edeceğim eğer ölüm halinde olmasaydım bu hadisi sana rivayet etmeyecektim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim, dedi: "Müslümanların işlerinin yönetimine gelip de sonra da onlar için bütün gayreti ile çalışmayan, onların iyilikleri için uğraşmayan her bir emir, mutlaka onlarla birlikte cennete girmeyecektir. " Diğer tahric: Müslim, 4708; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Ebu Muaviye ve Veki' tahdis etti (H). Bunu bize Ebu Kureyb de tahdis etti. Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti. O Zeyd b. Vehb'den, o Huzeyfe'den (şöyle dediğini) nakletti: Bize Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki hadis söyledi. Bunlardan birisini (gerçekleştiğini) gördüm, diğerini de beklemekteyim. Bize: "Emanetin adamların kalplerinin köküne indiğini, sonra da Kur'an'ın indiğini, onların Kur'an'dan ve sünnetten bir şeyler öğrendiklerini" söyledi. Sonra bize emanetin kaldırılacağını anlatarak şöyle buyurdu: "Kişi uykuya dalar ve emanet de kalbinden alınıverir, onun etkisi kabarcık gibi kalır, sonra yine uyur, emanet kalbinden alınır, onun etkisi ayağının üzerine bir kor yuvarlanıp da bir kabarcık hasılolup, sen de onu içinde bir şey bulunmadığı halde kabarmış olarak gördüğün gibi bir kabarcık benzeri bir izi kalır. -Sonra da bir çakıl taşı alıp, onu ayağının üzerine yuvarladl.- İnsanlar birbiriyle alışveriş yapacaklar, hemen hemen emaneti eksiksiz yerine getiren hiç kimse kalmaz. Öyle ki: Filan oğulları arasında güvenilir bir adam var, denilecek hale gelinir, hatta kalbinde iman adına bir hardal tanesi ağırlığınca hiçbir şey bulunmayan kişi hakkında: Ne sağlam ve gayretli, ne zarif, ne akıllı adam denilir. " Andalsun ben öyle bir zaman geçirdim ki, hanginizle alışveriş yaptığıma aldırmazdım. Eğer (alışveriş yaptığım) kişi Müslüman birisi ise onun dini(ne bağlılığı dolayısıyla) bana (varsa hakkımı) geri çevirirdi. Şayet hristiyan ya da Yahudi ise onun amiri (ondaki hakkımı) bana geri verirdi ama bugün aranızdan ancak filan ve filan kişi ile alışveriş yapabilirim. Diğer tahric: Buhari, 6497, 7086, 7276'da muhtasar olarak; Tirmizi, 2179; İbn Mace, 4053; Tuhfetu'lEşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize babam ve Vekl' tahdis etti (H). Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti. Bize İsa b. Yunus haber verdi. Hepsi A'meş'ten bu isnat ile hadisi aynen nakletti. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadisin senedinde A'meş de vardır. Bu zat müdellislerden olduğu için «an fulan...» diyerek rivayet ettiği hadislerinin kabul edilmemesi icap eder- Nebi (S.A.V.)'in münafıklar hakkında sır dostudur. 36 tarihinde Hz. Osman'dan kırk gün sonra vefat etmiştir. sede bu hadisi şeyhinden dinlediği sabit olmuştur. Mudellislerin şeyhlerinden dinledikleri hadisler makbuldür. Onun için burada «an» edatiyle rivayeti zararsızdır. Hz. Huzeyfenin iki hadisden muradı: emanete dair olan hadislerdir. Yoksa kendisinin Buhari, Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında bir çok rivayetleri vardır. «Et-Tahrir» namındaki Müslim şerhinde: «Bu iki hadisden biri, emanetin kalplerin derinliğine yerleştiğini bildiren, ikincisi de sonra kaldırıldığını beyan eden hadislerdir.» denilmiş; ve ikisininde ayni rivayette zikredilmiş bulunduklarına işaret olunmuştur. Fakat Ubbî şeyhinden naklen, buradaki rivayetin bir hadis olduğunu ikincisinin muhtemelen bundan sonra gelen fitneler hadisi olduğunu söylüyor. Hadisde mevzu'u bahis olan emanetten murad: Zahire göre Allah'ın teklifi ve kullarından aldığı ahdu peymandır. Vahidi «Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik...» ayeti kerîmesinin tefsirinde Hz. İbni Abbas'ın: «Emanetten murad: Allah'ın kullarına farz kıldığı ibadetlerdir» dediğini nakleder. Ve ekseri müfessirinin kavli bu olduğunu söyler. Hasan-ı Basrî: «Emanetten murad: dindir; zira dinin her şeyi emanettir.» demiştir. Ebu'l-Aliye: «Emanet, kulların emir ve nehi olunduğu şeylerdir» diyor. «Et-Thrir» sahibi Ebu Abdillah Muhammed et-Teymî de şunları söylemiştir; «Hadisdeki emanet: «Ayetteki emanetin aynıdır. Ayetteki emanet ise aynen imandır. Eğer emanet kulun kalbinde yer tutarsa o zaman kul Allah'ın teklif ettiği şeyleri eda etmeye çalışır ve bu teklifleri bir ganimet bilerek ifasına canla başla gayret eder.» Kurtubî ; emaneti: «Muhafazası başkasına tevdi edilen her şeydir.» diye tarif ediyor. Bu takdirde kulların muhafaza için birbirlerine verdikleri vedia, ariyet ve saire gibi şeyler de buradaki emanete dahil olur. Şerefüddîn Tîybî: Galiba ulemanın buradaki emaneti imanla tefsirlerine sebep hadisin sonundaki: «Kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde...»cümlesidir. Halbuki emaneti hakiki manasına hamletmelilerdi. Çünkü hadisde: «insanlar (o hale gelecekler ki) alışverİş edecekler; fakat hemen hiçbiri emaneti eda etmeyecek...» buyuruluyor. Böyle olursa hadisin sonundaki iman emanet manasında kullanılmış olur ki, emanetin şanı pek büyük olduğunu gösterir; ve onu edaya teşvik olur. Nitekim Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); «Emaneti olmayanın dini de yoktur.» buyurmuştur, diyor. Emanetin evvela insanların kalplerine inmesi; sonradan onu Kur'an ve sünnetten Öğrenmeleri şöyle izah olunuyor: Emanet insanların fıtratında vardır. Kur'an-ı Kerîm inince ondan ve Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetinden kesp ve istifade suretile bu emaneti arttırdılar. Hadîsin manası şudur: Kalplerden emanetin kalkması ahir zamana mahsustur. Emanet yavaş yavaş kalkacak; ilk cüz'ü kalktımı, onun nuru da kalplerden uçacak yerine siyah bir nokta gibi zulmet çökecek; daha sonra ikinci cüz'ü kalkacak; ve yerine yine zulmet, çökecek. Bu suretle kalplerdeki siyah noktalar da büyüyerek adeta siyah bir leke haline gelecekler. Kalplerdeki emanetin nuru giderek yerine zulmet çökmesi insanın ayağı üzerine kor yuvarlanmasına benzetiliyor. Kor geçtiği yeri yakarak nasıl tesir bırakır; yerine kabarcık kalırsa emanetin nuru da Öyledir. Nur gider yerinde eseri kalır. O zaman insanlar hainleşecekler. Alış verişde hiyanet etmeyen parmakla gösterilecek ve: «Filan kimse doğru adammış.» diye dillere destan olacak. Halbuki onun da kalbinde zerre kadar emanet bulunmayacak. Hadisin bu cümlesinde emanet yerine iman tabiri kullanılarak: «Herifin kalbinde hardal danesi kadar iman olmadığı halde...»buyurulmuştur. Buradaki imandan murad, emanettir. Emanet imanın lazımı olduğu cihetle mecazen ona imarı denilmiştir. Yoksa o adam hakikaten kafir oldu demek değildir. Müslim şarihi Übbî diyor ki: Bu hadisden maksat, emaneti muhafaza edecek; ona hiyanette bulunmayacak fıtratta yaratılan kalplerden onun kaldırılması halinin tefsir ve izahını haber vermektir. Hz. Huzeyfe (Radiyallahu anh) 'ın: «Öyle günler gördüm ki, sizin hanginizden alış veriş yapacağım diye hiç gam yemezdim...» cümlesiyle bahsettiği alış verişi bazıları hilafet için beyat, din babında ittifak ve sözleşme gibi manalara almışsa da Kaadî Iyaz ve başkaları bu sözün hata olduğunu söylemişlerdir. Hatta nefs-i hadisde bu sözü nakzeden yerler bulunduğunu Nevevî beyan etmiş; ve hadisde hıristiyanla yahudı zikredildiğini, halbuki bunların bir birleriyle din babında hiç bir zaman ittifak etmediklerini bildirmiştir. Hasılı buradaki alış verişden murad hakiki alış veriştir. Bu hadisi şerif, ahir zamanda insanların dîn-en bozulacaklarını, emanetin ortadan kalkacağını haber vermektedir. Zamanımız insanlarının bu hususdaki halleri ise her türlü izah ve beyandan müstağnidir. Demek isterim ki, vuku' bulacağı on dört asır önce haber verilen muazzam bir hadise bu gün kimsede en ufak bir şüphe bırakmayacak derecede meydandadır. Şu halde hadisi şerif Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hak Nebi olduğuna delalet eden bir mu'cizedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Numeyr rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Hâlid yânı Süleyman b. Hayyân, Sa'd b. Târik'dan, o da Ribi' bin Hiraş'tan, o Huzeyfe'den şöyle dediğini nakletti: Ömer'in yanında idik. Hanginiz Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i fitnelerden söz ederken dinledi, dedi. Birkaç kişi: Onu biz duyduk, dediler. Ömer: Muhtemelen siz kişinin ailesi ve komşusu hakkındaki fitnesini kastediyorsunuz, dedi. Onlar: Evet diye cevap verdi. Ömer: O fitneye namaz, oruç ve sadaka kefaret olur ama hanginiz Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i deniz dalgaları gibi dalgalanan fitneleri sözkonusu ederken dinledi, dedi. Huzeyfe: Meclistekiler sustular, dedi. Ben: Ben (işittim) dedim. Ömer: Seni doğuran babaya aşk olsun, dedi. Huzeyfe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Fitneler kalplere hasır(ın dokunduğu gibi) çubuk çubuk arzedilir. Onlar hangi kalbe içirilirse o kalpte siyah bir leke oluşur. Hangi kalp onları reddederse o kalpte de beyaz bir leke oluşur. Nihayet iki kalbe yerleşirler. (Bu kalplerin) biri dümdüz bir taş gibi bembeyazdır, gökler ve yer devam ettiği sürece hiçbir fitnenin ona bir zararı olmaz, diğeri ise alacalı siyahtır, ters yüz olmuş bir testi gibidir. -Kendisine hevasından içirilen dışında- ne bir marufu bilir, ne de bir münkeri reddeder." Huzeyfe dedi ki: Ben ona seninle onun arasında neredeyse kırılmak üzere olan kapalı bir kapının bulunduğunu da söyledim. Bu sefer Ömer: Kırılacak mı dedin? Hay Allah iyiliğini versin eğer açılmış olsaydı belki o tekrar kapanabilirdi, dedi. Ben: Hayır, kırılacak, dedim sonra ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım. Ben bunu mugalata olarak değil, apaçık bir söz olarak söyledim. Ebu Halid dedi ki: Sa'd'a: Ey Ebu Malik alacalı siyah ne demektir dedim. O: Siyah içinde ileri derecede beyazlıktır, dedi. Ben: Peki baş aşağı dönmüş testi nedir, dedim. O: Başı aşağı eğilmiş demektir, dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Ebi Ömer de tahdis etti. Bize Mervan el-Fezari tahdis etti. Bize Ebu Malik el-Eşcai, Rib'i'den şöyle dediğini tahdis etti: Huzeyfe, Ömer'in yanından gelince oturup bize hadis nakletti ve şöyle dedi: Müminlerin emiri dün yanında oturduğum sırada arkadaşlarına: Hanginiz ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitneler hakkında söylediklerini bellemiş bulunuyor, dedi. Sonra da hadisi Ebu Halid'in hadisi ile aynı şekilde nakletti ancak Ebu Malik'in: "Alacalı simsiyah" buyruğuna dair açıklamasını zikretmedi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna, Amr b. Ali ve Ukbe b. Mukrim el-Ammi de tahdis edip dediler ki: Bize Muhammed b. Ebu Adiy b. Süleyman et-Teymi, Nuaym b. Ebi Hind'den tahdis etti. O Rib'i b. Hiraş'dan (2/50b), o Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre Ömer: ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitne hakkında söylediklerini bize kim anlatacak yahut hanginiz anlatacak, dedi. Aralarında Huzeyfe de vardı. Huzeyfe: Ben dedi ve hadisi Ebu Malik'in, Rib'i'den naklettiğine yakın olarak sevketti. Hadiste şunları da söyledi: Huzeyfe dedi ki: Ben ona hiç de mugalata olmayan bir hadis naklettim. Yine dedi ki: Yani o, bu hadis ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dendir, demek istiyordu.120 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (365-369 numaralı hadisler): Bu babta Huzeyfe (r.a.)'ın (365): "ResuluHah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis söyledi. .. " hadisi ile yine Huzeyfe (r.a.)'ın fitneleri n arz edilmesine dair (367) diğer hadisi yer almaktadır. Ben bu iki hadisin lafızlarının ve anlamlarının açıklamalarını yüce Allah'ın izniyle sıralarına göre zikredeceğim. Birinci hadiste Müslim dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti ... Zeyd b. Vehb'den, o Huzeyfe (r.a.}'dan" Bu isnattaki ravilerin tamamı Kufelidir. Huzeyfe ise Medainli ve Kufelidir. "Plmeş'ten, o Zeyd'den" isnadındaki Plmeş tedlis yapan bir ravidir. Daha önce tedlis yapan ravinin "an" lafzını kullanarak naklettiği rivayetinin delil gösterilmeyeceğini yazmıştık. Bunun da cevabı daha önce fasıllarda ve başka yerlerde defalarca belirttiğimiz gibi (21167) şudur: Plmeş'in bu hadisi Zeyd' den bizzat dinlemiş olduğu başka bir cihetten sabit olmuştur. Dolayısıyla bundan sonra onun bu hadisi rivayet ederken "an" lafzını kullanmasının ona bir zararı yoktur. Huzeyfe (radıya1lahu anh}'ın: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize iki hadis söyledi" sözünün anlamı: Bize emanet hakkında iki hadis söyledi şeklindedir yoksa Huzeyfe'nin yaptığı rivayetler Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde de, başka kaynaklarda da pek çoktur. et-Tahrir sahibi dedi ki: Bu iki hadisten birisi ile kastettiği: "Bize emanetin adamların kalplerinin köküne indiğini tahdis etti" hadisi, diğeri ise: "Sonra bize emanetin kaldırılmasını anlattı ... " hadisidir. Hadislerdeki Lafızlarm Anlamları "Emanet adamların kalplerinin köküne indi." Kök anlamındaki kelime cim harfi fethalı ve kesreli olarak cezr ve cizr şekillerinde iki ayrı söyleyiştir. Kadı İyaz (rahimehuIlah) dedi ki: Emanetten kastedilen zahiren anlaşıldığı üzere yüce Allah'ın kullarını yükümlü kıldığı teklif ile onlardan almış olduğu ah it (sözltir. İmam Ebu'l-Hasan el-Vahidt (rahimehuIlah) yüce Allah'ın: "Muhakkak biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğu hakkında İbn Abbas (radıyaIlahu anh) dedi ki: Bunlar yüce Allah'ın kullarına farz kıldığı farzlardır, demiştir. Hasan, o dindir, dinin tümü emanettir, demiştir. Ebu'l-Niye: Emanet onlara verilen emirlerle yasaklardır. Mukatil: Emanet, itaattir demiştir. el-Vahidt dedi ki: Bu da müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Buna göre emanet hepsinin görüşlerine göre itaat ve eda edilmelerine bağlı olarak sevabın, edilmemeleri halinde ise cezanın sözkonusu olduğu farzlardır. Allah en iyi bilendir. et-Tahrir sahibi de şöyle demektedir: Hadiste sözü edilen emanet yüce Allah'ın: "Biz emaneti. .. arz ettik" (Ahzab, 72) buyruğunda geçmektedir. Bu da imanın ta kendisidir. Emanet kulun kalbinde iyice yer edecek olursa o da o vakit mükellefiyetieri eda eder ve bunlardan yapmak durumunda olduklarını ganinıet bilir ve bunları bütün gayretiyle dosdoğru yerine getirmeye çalışır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellero)'in: "Kabarcık gibi izi kalır" ibaresindeki "el-vekt" azıcık iz demektir. el-Herevi böyle açıklamıştır. Başkası ise az miktardaki siyahlıktır diye açıklamıştır. Bunun önceki renkten farklı olarak ortaya çıkan renk demek olduğu da söylenmiştir. (2/168) "el-Mecel: kabarcık" ile ilgili olarak dilbilginleri ve hadisteki garip lafızlara dair eser yazmış ilim adamları, balta ve benzeri aletlerle iş yapmaktan ötürü elde meydana gelen ve içinde az su bulunup, yarım küre gibi meydana gelen kabarcıktır. "Sonra bir çakıl taş! alıp, onu yuvarladı." Biz burada "hasa" kelimesini böylece zaptettik, ne demek olduğu açıktır. yazmaların çoğunda ise "hasat" şeklinde tekil olarak gelmiştir. Bu da sahihtir. O aldığını yahut o şeyi yuvarladı demek olur ki yuvarladığı şey de çakıl taşıdır. Allah en iyi bilendir. et-Tahrir sahibi dedi ki: Hadisin anlamı şudur: Emanet kalplerden yavaş yavaş kalkacaktır. Onun ilk bölümü kalkacak olursa nuru gider ve onun yerine küçük bir kabarcığı andıran bir kabarcık oluşur. Bu ise önceki renkten farklı, yeni ortaya çıkan bir renktir. Başka bir şey daha giderse bu sefer kabarcık izini andıran bir halolur. Bu ise ancak bir süre sonra ortadan kalkabilen, kalıcı bir izdir. Bunun karanlığı ise bundan öncekinden daha fazladır sonra kalbe yerleştikten sonra bu nurun ortadan kalkıp, orda yer etmesinden sonra çıkmasını ve arkasından karanlığın gelmesini, ayağının üzerine ayağında iz bırakacak şekilde yuvarladığı bir kor ateşe benzetmektedir. O kor ateş oradan geçtikten sonra geriye kabarması kalır. Bir çakıl taşını alıp, onu yuvarlaması ile de sözü geçen hususa daha bir açıklık getirmek istemiştir. Allah en iyi bilendir. Huzeyfe (r.a.)'ın: "Üzerimden öyle bir zaman geçmişti ki, kiminle alışveriş yaptığı ma aldırmazdım ... Bugüne gelince ise ancak filan ve filan ile alışveriş yaparım." Burada kastedilen bildiğimiz alışveriştir. Şunu anlatmak istiyor: Ben (o zamanlar) emanetin kaldırılmadığını, insanlarda ahitlerine vefa ve bağlılık bulunduğunu biliyordum. Bundan dolayı durumunu araştırmadan insanlara ve onların emin olduklarına güvenerek önüme gelenle alışveriş yapardım, çünkü kendisiyle alışveriş yaptığım kişi eğer Müslüman ise dini ve güvenilirliği onu hainlik etmekten alıkoyar ve emaneti eksiksiz yerine getirmeye onu iter. Eğer kafir ise onu çalışmaya gönderen onun velisi olur. O da aynı şekilde bu velayetini ifa ederken emaneti gereği gibi yerine getirir, böylelikle benim o zimmı kimsedeki hakkımı çıkarıp alır. Bugüne gelince, emanet yok olup gitmiş bulunuyor. Artık kendisiyle alışveriş yaptığım kimseye de, zimmı kimseden sorumlu olana da emaneti eksiksiz yerine getireceklerine güvenim kalmamıştır. Bundan dolayı -belli sayıdaki kişileri kastederek- kendilerini tanıyıp, güvendiğim filan ve filandan başkası ile alışveriş yapmıyorum. et-Tahrir sahibi ve Kadı İyaz -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle diyor: Bazı ilim adamları buradaki mübayaayı (alışverişi) halifelik bey'ati ve bunun dışındaki din hususları ile ilgili akitler ve ahitleşmeler hakkında yorumlamışlardır. Ancak bu bir hatadır; çünkü hadiste bu görüşü çürüten bazı yerler vardır. Eğer hristiyan yahut Yahudi olursa ibaresi bunlardan birisidir. Bilindiği gibi hristiyan ve Yahudi ile din ile alakalı herhangi bir hususta akit yapılmaz. Allah en iyi bilendir. Fitnelerin arzedilmesi hakkındaki ikinci hadise (367) gelince, senedinde geçen Süleyman b. Hayyan'ın babasının adı Hayyan olup ye iledir, be ile değildir. "Rib'i"nin babasının adı Hiraş'dır. "Kişinin ailesi ve komşusu hakkındaki fitnesine namaz, oruç ve sadaka kefaret olur" sözü ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle demişlerdir: Arap dilinde fitnenin asıl anlamı ibtila, imtihan ve ihtibar (sınamak, denemekıdır (2/170). Kadı İyaz dedi ki: Sonra dil örfünde sınamanın açığa çıkardığı her türlü kötülük hakkında kullanılmaya başlamıştır. Ebu Zeyd dedi ki: Bir kimse fitnenin içine düşüp de iyi bir halden kötü bir hale geçecek olursa, adam fitneye düştü denilir. Adamın aile halkı, malı ve çocuğu hakkındaki fitnesi ise onlara beslediği aşırı sevgiden, onlara karşı cimrilik etmekten tutun da onlarla uğraşırken pek çok hayrı yapacak fırsat bulamamaya kadar çeşit çeşittir. Nitekim yüce Allah: "Muhakkak mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir." (Enfal, 28) buyurmaktadır. Yahut onların yerine getirmesi gereken hakları onları tedib edip, onlara ilim öğretınesi gibi hususlardaki kusurları sebebiyle de fitneye maruz kalması sözkonusudur; çünkü o, onların bir çobanıdır ve kendisi sürüsünden sorumludur. Kişinin komşusu hakkındaki fitnesi de bu türdendir. İşte bütün bunlar hesaba çekilmeyi gerektiren fitnelerdir. Bunların bir kısmı hasenat ile örtülüp, affedilmesi ümit edilen küçük günahlardır. Nitekim yüce Allah: "Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir" (Hud, 114) buyurmaktadır. "Denizin dalgalandığı gibi dalgalanan" sözleri çalkalanan, biri diğerini iten demektir. O bu fitneleri aşırı büyüklükleri ve ileri derecedeki yaygınlık1arı sebebiyle denizin dalgasına benzemektedir. "Oradakiler sustu" ifadesindeki susmak anlamını veren fiilin başında hemze vardır. Dilcilerin çoğunluğu bu fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanımının susmak anlamında iki ayrı söyleyiş olduğunu söylemişlerse de Esmaı hemzesiz, sustu, hemzeli ise (susup) başını önüne eğdi, demektir diye açıklamışlır. Oradakilerin susuş sebepleri ise, bu tür fitne ile ilgili bir şey bellememiş olmaları, sadece birinci tür ile ilgili bilgilerinin bulunmasından dolayıdır. "Babana aşk olsun" diye tercüme ettiğimiz "lillahi Ebuke" Arapların övmek için söylemeyi alışkanlık haline getirdikleri övücü bir ifadedir. Çünkü büyük birisine yapılan bir izafe şereflendirmek anlamındadır. Bunun için Allah'ın evi ve Allah'ın dişi devesi (beytullah, nakatullah) denilir. et-Tahrir sahibi der ki: Şayet çocukta övülecek bir hal bulunacak olursa ona: Senin gibi bir evlada sahip olduğu için babana aşk olsun, denilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Fitneler kalplere hasır gibi çubuk çubuk arzedilir" buyruğundaki (by by): Çubuk çubuk lafızları üç farklı şekilde tespit edilmiş olup, bunların en açık anlaşılır ve en meşhur olanları ayn harfi ötreli ve dal ile olanlarıdır. İkincisi ise ayn harfi fethalı ve yine dal ile üçüncüsü ise ayn harfi fethalı fakat zel ile gelmiştir. Bununla birlikte et-Tahrir sahibi sadece birincisini zikretmiştir. Kadı İyaz ise her üç şekli de kendi imamlarından söz etmiş ve o da birincisini tercih ederek şöyle demiştir: Üstadımız Ebu'l-Huseyn b. Serrac "ayn"ın fethalı ve dal harfi ile olanını tercih etmiştir. (Devamla) dedi ki: Sunulmasının anlamı ise hasınn uyuyan kişinin böğrüne yapışıp, sıkı yapışmasından dolayı iz bıraktığı gibi kalplerin enine yani yanına yapışması demektir. Çubuk çubuk ifadesinin anlamına gelince, bu fitneler peyderpey ve tekrar tekrar arzedilir demektir. İbn Serrac dedi ki: Bunu noktalı zel ile rivayet edenlerin rivayetinin manası ise, fitnelerden Allah'a sığınmayı dilemektir. Yani bizler senden bizi bundan korumanı ve bize mağfiret buyurmanı dileriz, demektir. (2/171) Üstad Ebu Abdullah b. Süleyman dedi ki: Bunun anlamı, bu fitnelerin kalbin üzerinde görünmeleridir. Yani fitneler kalplere biri diğerinin arkasından zuhur eder. "Hasır gibi" ifadesi ise: Hasınn çubuk çubuk dokunması ve birinin diğerinin arkasına konulması gibidir, demektir. Kadı İyaz der ki: Buna göre ise ayn harfinin ötreli okunuşu ağırlık kazanmakta, tercih edilir hale gelmektedir; çünkü Araplara göre hasın dokuyan bir kimse bir çubuğu yerleştirdikten sonra bir diğerini alır ve onu da dokur. Fitnelerin kalplere birbiri arkasından arz edilmesini, hasınn çubuklarının dokuyu cu tarafından birbiri arkasına sıralanıp, dokunmasına benzetmektedir. Kadı der ki: Bana göre hadisin anlamı budur. Lafızlarının akışı ve benzetmenin sıhhati de buna delildir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bu fitneler hangi kalbe içirilirse ona siyah bir leke konur. Hangi kalp de bunlara karşı çıkarsa onda da beyaz bir leke olur. " Kalplere içirilmesinin anlamı içine tamamen girip, oradan ayrılmaması ve adeta içilen bir şeyin yer etmesi gibi yer etmesi demektir. Yüce Allah: "Ve kalplerine buzağı içirildi" (Bakara, 93) buyurmuştur ki buzağının sevgisi içirildi, demektir. Arapların: Kırmızı içirilmiş elbise ifadeleri de ayrılmayacak şekilde kırmızı rengin ona karışması demektir. "Bir leke olur" ise bir nokta konur demektir. İbn Bureyd ve başkaları der ki: Bir şeyde kendi asıl renginden farklı bulunan her bir noktayı anlatmak için "nekt" denilir. "Onu inkar eden" onu reddeden anlamındadır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonunda iki kalbin üzerinde yer ederler. Biri dümdüz bir taş gibi bembeyazdır ... ve hiçbir münkere karşı çıkmaz ... :.' Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in dümdüz taşa benzetmesi beyazlığını açıklamak için değildir. Ama bu onun imana bağlılığı ve herhangi bir tutarsızlıktan yana esenlikte olması hususundaki sağlamlığının diğer bir niteliğidir. Ayrıca fitnelerin ona yapışmadığı ve onu etkilemediğini anlatmak istemiştir. Bu yönüyle tıpkı dümdüz taş (safa) gibidir. Safa ise ona hiçbir şeyin yapışmadığı dümdüz taşa denir. ''Alaca siyah" anlamındaki lafız bizim rivayetimizde ve ülkemizdeki asıllarda (b~r) şeklindedir, halalarak nasb edilmiştir. Kadı İyaz (rahimehullah) bu lafzın tespitinde bir ihtilaftan söz etmekte, bazılarının bizim dediğimiz gibi onu zaptetmiş olmakla birlikte (2/172) kimilerinin de bunu be' den sonra kesreli hemze ile (~r) diye rivayet ettiğini ifade etmiştir. Kadı İyaz der ki: Bu hocalarımızın çoğunun rivayetidir. Ama bunun aslı "müsvedd ve muhmarr: siyahlaşmış ve kırmızılaşmış" lafızları gibi "murbed" alacalı siyah şeklinde olmasıdır. Ebu Ubeyd ve el-Herevi de bunu böylece zikretmiş, hocalarımızın kimisi bunu Ebu Mervan b. Serrac'dan sahih olarak nakledildiğini belirtmiştir. Çünkü bu lafız (..l:))'den gelmektedir. Ancak kırmızılaştı, fiilini iki sakin arka arkaya geldiğinden ötürü mim'den sonra hemzeli olarak ... şeklinde kullananlar müstesna. O takdirde (....) ile (....) denilir. Her iki görüşe göre de dal harfi şeddelidir, ileride bunun açıklaması gelecektir. Mucahhı kelimesi meyletmiş, yan yatmış demektir. el-Herevi ve başkaları böyle açıklamışlardır. Hadisin ravisi kitapta bunu baş aşağı ifadesiyle açıklamıştır ki bu da eğilmiş, yan yatmış anlamına yakındır. Kadı lyaz dedi ki: İbn Serrac bana dedi ki: Baş aşağı testi gibi sözü daha önce geçen siyahlığı ile ilgili bir benzetme değildir. Bu onun baş aşağı dönmüş ve ters yüz olmuş olmakla nitelendirildiği bir başka vasfıdır. Öyle ki herhangi bir hayır ve bir hikmet ona erişmez. Ona baş aşağı dönmüş testiyi örnek gösterdikten sonra: "Ne bir iyiliği tanır, ne de bir kötülüğü reddeder" diye açıklamaktadır. Kadı lyaz da, şöyle demektedir: Hiçbir hayrı anlamayan kalbi eğilmiş ve içinde suyun kalamadığı testiye benzetmiştir. et-Tahrir sahibi de şöyle demiştir: Hadisin anlamı şudur: Kişi hevasına uyup, masiyetleri işleyecek olursa işlediği her bir masiyet sebebiyle kalbine bir karanlık girer. Kalp bu hale ulaşınca fitneye dalar ve ondan İslam'ın nuru zail olur. Kalp de testiye benzer. Baş aşağı dönerse içinde ne varsa dökülür ve arlık bundan sonra içine hiçbir şey girmez. "Sa'd'a: Esved murbad (alaca siyah) ne demektir? O siyah içinde şiddetli beyazdır, dedi" ibaresi ile ilgili olarak Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Üstatlarımızdan kimisi bu bir tashiftir derdi. Bu aynı zamanda Kadı Ebu'l-Velid el-Kinani'nin de görüşüdür. O dedi ki: Benim görüşüme göre bunun doğrusu siyah içinde beyaz gibidir şeklindedir. Çünkü siyah içinde ileri derecede beyazlığa bu isim verilmez. Ona eğer vücutta ise ablak, gözde ise haver denilir. Bu kelimenin kökü ise siyaha karışmış az miktardaki bir beyazlığı anlatmak için kullanılır. Çoğu deve kuşunun rengi gibi. İşte deve kuşuna rebda denilmesi de bundan dolayıdır. Doğrusu onun beyaz gibi olduğudur. Yoksa ileri derecede beyaz gibi olduğu değildir. Ebu Ubeyd, Ebu Amr'dan ve başkasından şunu nakletmektedir: Rebde siyah ile bulanık renk arasındaki bir renktir. İbn Bureyd ise rebde bulanık renk demektir. Başkası ise siyah ın bulanıklığa karışımıdır diye açıklamışlır. el-Harbi de şöyle demiştir: Deve kuşunun renginin bir kısmı siyah, bir kısmı beyazdır. İşte rengi değişip, ona siyah karışacak olursa kullanılan "erbede levmuhu" ifadesi buradan gelmektedir. Naftaveyh dedi ki: Murbed siyah ve beyaz ile parlayan renktir. (2/173) Renk renk olmasını anlatmak için kullanılan terebbede levnuh de buradan gelir. Allah en iyi bilendir. Huzeyfe (r.a.)'ın: "Ben ona seninle o fitneler arasında kırılması yakın bir kapı vardır. diye anlattım. Ömer (r.a.) da: Allah iyiliğini versin kırılacak mı (dedin). Eğer o açılmış olsaydı belki eski haline dönerdi dedi" ibarelerinde: "Seninle onlar (fitneler) arasında kapalı bir kapı vardır" sözleri yani sen hayatta iken bu fitnelerin hiçbirisi ortaya çıkmayacaktır demektir. "Kınlacak mı" sorusuna gelince, kınlanın tekrar eski haline gelmesi -c:.çılanın aksine- imkansızdır çünkü kırmak çoğunlukla ancak bir zorlama, galip gelme ve adeten ayrılıktan dolayı ortaya çıkar. "La eba lek: Babasız kalasın (Seni doğuran babaya aşk olsun, Allah iyiliğini versin)" deyimi hakkında et-Tahrir sahibi şöyle diyor: Bu Arapların herhangi bir şeye teşvik maksadıyla söyledikleri bir sözdür. Anlamı da şudur: İnsanın babası varken bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıp, bir darlığa düşecek olursa babası ona yardım eder ve üzerinden bütün bunların bir kısmını kaldırır. Dolayısıyla çocuk tek başına kaldığı ve yardımcı olan babasının bulunmadığı halde gerek duyacağı çalışma ve gayrete ihtiyaç duymaz. Buna göre bu deyim kullanıldığı vakit sen bu işe hiçbir yardımcısı bulunmayan bir kimse imişsin gibi ciddiyetle sarıl, ona göre hazırlığını yap, demektir. "Ben ona bu kapının öldürülecek yahut ölecek bir adam olduğunu anlattım. Bu sözü mugalata olarak değil, dosdoğru bir söz olarak naklettim" sözlerinde öldürüleceğini belirttiği adam Sahihte onun Ömer b. el-Hattab (r.a.)'ın kendisi olduğu beyan edilmiştir. "Öldürülecek yahut ölecek" ifadesine gelince, Huzeyfe (r.a.)'ın bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den bu şekilde tereddüt üzere dinlemiş olma ihtimali vardır. (2/174) Bundan kasıt ise durumu Huzeyfe ve başkaları için belirsizleştirmektir. Huzeyfe'nin öldürüleceğini bilmekle birlikte Ömer (r.a.)'a hitabında öldürüleceğini söylemekten hoşlanmamış olma ihtimali de vardır. Çünkü Ömer (r.a.) bu kapının kendisi olduğunu biliyordu. Nitekim bu husus Sahihte beyan edilmiş bulunmaktadır. Buna göre Ömer yarından önce gecenin geleceğini bildiği gibi, o kapının da kendisi olduğunu iyi biliyordu. Böylelikle Huzeyfe (r.a.) da Ömer'e öldürüleceğini haber veren bir ifade kullanmamakla birlikte maksadın gerçekleşeceği bir ifade kullanmış olmaktadır. "Mugalata olmayan bir söz" ibaresindeki "el-eğallt" uğluta'nın çoğuludur. Bu da mugalata olarak söylenen söze denilir. Bu sözleri ben ona doğru ve kesin bir söz olarak söyledim. Bu kitap ehlinin sahifelerinden alınmış bir söz de değildi, görüş sahibi bir kimsenin içtihadı da değildi. Aksine o söylediğim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hadisi idi, demektir. Sonuç olarak, İslam ile fitneler arasındaki engel Ömer (r.a.)'dır. Önlerindeki kapı da odur. O hayatta kaldığı sürece fitneler girmeyecek ama öldükten sonra fitneler girecektir, demektir. Nitekim böyle oldu. Allah en iyi bilendir. Diğer rivayetteki (368): "Rib'i' den dedi ki: ... Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in fitneler hakkındaki sözünü kim bellemiştir. .. " "Dün"den kastı o günün bir önceki günü değil, geçmiş zamandır çünkü önceki gün hadisi naklettiği günden önceki gündür. Oysa onun kastettiği Huzeyfe, Ömer (r.a.)'ın yanından Medine'den ayrıldığı sırada Kfıfe'ye geldiği zamandır. (Dün anlamındaki) "ems" lafzı üç türlü söylenir. el-Cevheri dedi ki: Bu lafzın sonuna hareke gelmesi iki sakinin arka arkaya gelişinden dolayıdır. Ama Araplar bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğu bunun marife bir isim olarak kesre üzere mebni olarak kullanır. Kimisi bunu marife bir isim olarak irablar. Bütün Araplar ise başına elif lam geldiği yahut onu nekre ya da izafe yaptığı zaman irablı okurlar. Mesela: (.....): Mübarek dün geçti, dünümüz geçti, her bir yarın dün olacak denilir. 'Sibeveyh dedi ki: Şiirde fethalı olarak: "(...): Dünden beri" şeklinde kullanılmıştır. Bu açıklamalar el-Cevheri'ye aittir. el-Ezheri dedi ki: el-Ferra dedi ki: Araplardan başına elif lam getirilse dahi "ems" lafzını kesreli söyleyenler vardır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abbad ve İbn Ebi Ömer de birlikte Mervan el-Fezari'den tahdis ettiler. İbn Abbad: Bize Mervan, Yezid'den -yani İbn Keysan'dan- tahdis, dedi. O Ebu Hazim'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletti: Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İslam garip olarak başladı, başladığı gibi garip dönecektir, gariplere ne mutlu!" Diğer tahric: İbn Mace, 3986; Tuhfetu'l-Eşraf, 13447 AÇIKLAMALAR 147. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. RMi' ve el-Fadl b. Sehl el-A'rec tahdis edip dediler ki: Bize Şebabe b. Sevvar tahdis etti. Bize Asım -b. Muhammed el-Umeri'dir- babasından tahdis etti. O İbn Ömer'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Şüphesiz İslam garip olarak başladı ve başladığı gibi garip dönecektir. O yılanın yuvasına çekildiği gibi iki mescidin arasına çekilecektir. " Yalnız Müslim rivilyet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 7430 AÇIKLAMALAR 147. sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Abdullah b. Numeyr ve Ebu Usame, Ubeydullah b. Ömer'den tahdis etti (H). Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize Ubeydullah, Hubeyb b. Abdurrahman'dan tahdis etti. O Hafs b. Asım'dan, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki yılan'ın yuvasına çekilmesi gibi iman da Medine'ye çekilecektir. " Diğer tahric: Buhari, 1876; İbn Mace, 3111; Tuhfetu'l-Eşraf, 12266 DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (370-372 numaralı hadisler): Resulullah (s.a.v.) (371): "İslam garip olarak başladı. .. İki mescit arasına çekilecektir" buyurmaktadır. Diğer rivayette (372) de: "Şüphesiz ki iman ... çekilecektir" buyurmaktadır. Bu babtaki lafızlara gelince: (370) "Ebu Hazim, Ebu Hureyre'den" de geçen Ebu Hazim'in adı Azze el-Eşcaiyye'nin azatlısı Selman el-Eşcai'dir. Ebu Hureyre'nin adının ise yaklaşık otuz görüşün en sahih olanına göre Abdurrahman b. Sahr olduğu da geçmişti. Resulullah (s.a.v.)'in: "İslam garip olarak başladı" buyruğunda ibtida kökünden gelen "bedee: başladı" diye harekelemiş bulunmaktayız. "Tuba: Ne mutlu"nun anlamına gelince, müfessirler "tubu onlara, güzel dönüş yeri de onlarındır" (Ra'd, 29) buyruğunun anlamı hakkında farklı görüşlere sahiptir. İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre sevinç ve göz aydınlığı anlamındadır. İkrime: Onlara ne güzel şeyler vardır. Dahhak: Onlar imrenilecek durumdadırlar, Katade: Onlara güzellik vardır diye açıklamışlardır. Yine Katade'den gelen rivayete göre bu, onlar hayır elde etmişlerdir, anlamındadır. İbrahim ise: Onlara hayır, şeref ve ikram vardır. İbn Aclan hayrın sürekliliği vardır, diye açıklamışlardır. Cennet diye açıklandığı gibi, cennetteki bir ağaç olduğu da söylenmiştir. İşte bütün bu açıklamalar hadisin anlamı olarak ihtimal dahilindedir. Allah en iyi bilendir. İsnatta (371) Şebabe b. Sewar da vardır. Şebabe bir lakaptır, adı Mervan' dır, açıklaması daha önce de geçmişti. Aynı hadiste Asım b. Muhammed el-Umeri'nin nesebi: Asım b. Muhammed b. Zeyd b. Abdullah b. Ömer b. Hattab -Allah onlardan razı olsun- şeklindedir. Resulullah (s.a.v.)'in (371): "Çekilir" fiili ye, hemze, kesreli re ve ze iledir. Meşhur olan budur. Bunu Metaliu'l-Envar sahibi çoğu raviden bu şekilde nakletmiş ve şunları söylemiştir: Ebu'l-Huseyn b. Serrac dedi ki: Re harfi ötrelidir. el-Kabusi ise re harfinin fethalı okunacağını nakletmektedir. Toplanır, bir araya gelir anlamındadır. Dilbilginleri ve Garibu'l-Hadis alimlerine göre meşhur olan anlamı budur. Bunun dışında pek kuwetli olmayan anlamlar da söylenmiştir. Resulullah (s.a.v.)'in: "İki mescit arası" buyruğundan kasıt ise, Mekke ve Medine mescitleridir. Diğer isnatta (372) Hubeyb b. Abdurrahman vardır. Buna dair açıklama daha önce geçmişti. Allah en iyi bilendir. Hadisin anlamına gelince: Kadı İyaz (rahimehullah) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Garip olarak" buyruğu hakkında dedi ki: İbn Ebu Uveys'in, Malik (rahimehullah)'den rivayet ettiğine göre Medine'de (böyle başladı) demektir. İslam orada garip olarak başladı ve tekrar ona dönecektir. Kadı İyaz dedi ki: Hadisin zahiri anlamın genelolduğunu ve İslam'ın birkaç sayıda kişi ve bir azınlık arasında başladığını, sonra yayılıp, güçlendiğini sonra tekrar eksilip, ihlal edileceği ve nihayet yine başladığı gibi birkaç kişi ve bir azınlık arasında kalacağı anlamındadır. Hadis-i şerifte "garip/er" ile ilgili açıklama gelmiş bulunmaktadır. Bunlar ise kabilelerden çekilip, ayrılanlardır. el-Herevi dedi ki: Bu sözleriyle yüce Allah için vatanıarını terk eden Muhacir'leri kastetmektedir demiştir. Kadı dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "O Medine'ye çekilecektir" buyruğunun anlamı, iman ilkinde de, sonunda da bu niteliğe sahiptir. Çünkü İslam'ın ilk zamanlarında imanı ihlaslı ve İslam'ı sahih olan herkes Medine' de idi. Ya orayı yurt edinmiş Muhacir idi yahut Resulullah (sallallil.hu aleyhi ve sellem)'i görmek isteyen, ondan öğrenen ve onun yakınında durmak isteyen kimselerdi. Ondan sonra halifeler zamanında da hem bu şekilde, hem de onlardan adaletli uygulamayı öğrenip, orada bulunan ashabın çoğunluğuna (Allah onlardan razı olsun) uymak için bulunurlardı. Daha sonra ise zamanın kandilleri ve hidayet imamları olan alimlerden Medine' de yaygın bulunan sünnetleri alıp öğrenmek için giderlerdi. Bundan sonraki her zamanda ve şu zamanımıza kadar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kabrini ziyaret etmek için ve Onun önemli olaylar yaşadığı yerler ile Onun ve ashab-ı kiramın izlerinin bereketinden yararlanmak için hep oraya giderler. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır. Allah doğruyu en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize Affân rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad rivayet etti. (Dediki): Bize Sabit, Enes'den naklen haber verdiki, Enes Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Yeryüzünde Allah Allah diyen kalmayıncaya kadar kıyamet kopmayacaktır. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Sabitten, o da Enes'den naklen haber verdi. Enes dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kıyamet Allah Allah diyen bir kimsenin başına kopmaz. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 474 NEVEVİ ŞERHİ: Bu babta (373) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yer üzerinde Allah Allah diyen kalmayıncaya kadar kıyamet kopmayacaktır." (374) Diğer rivayette de: "Kıyamet Allah Allah diyen kimsenin başına kopmayacaktır" buyurulmaktadır. Hadisin anlamına gelince, kıyamet yaratılmışların şerlilerinin başına kopacaktır. Nitekim başka bir rivayette şöyle buyurulmaktadır: "Ve rüzgar Yemen tarafından gelip, kıyamete yakın bir zamanda müminlerin ruhlarını alacaktır. " Biraz önce de müminlerin ruhlarım alacak rüzgar babında hem bunun açıklaması, hem de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ümmetimden kıyamet gününe kadar hak üzere üstün bir kesim bulunacaktır" hadisi ile birlikte nasıl anlaşılacağına dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Bu babtaki lafızlara gelince (374) Abd b. Humeyd vardır ki, adının Abdulhamid olduğu söylenmiştir, açıklaması daha önce geçmişti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (374): "Allah Allah diyen kimsenin başına" buyruğunda yüce Allah'ın lafzı merfudur. Bazı insanlar bunu okurken hata ederek merfu okumazlar. Şunu bilelim ki bütün rivayetler ittifakla her iki rivayette de yüce Allah'ın ismini tekrar etmiş bulunmaktadır. Bütün asıllarda da bu böyledir. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: İbn Ebu Cafer'in rivayetinde ise "la ilahe illallah diye" şeklindedir. Şam yüce Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadis, kıyametin kötüler üzerine kopacağını bildiriyor. Mâ'na itibarile: «Kıyamet ancak insanların berbâd ve rezilleri üzerine kopar.» hadisi gibidir. Übbînin beyanına göre kıyamet müminlerin ruhları kabzolunduktan sonra kâfirlerin üzerine kopacaktır. Müminler Deccalla cenk ettikten sonra İsâ (Aleyhisselâm) ile buluşacaklardır; nihayet Yemen'den gelen bir rüzgârla müminlerin ruhları kabzedilecektir. Bu hadîs: «Ümmetimden bir taife kıyamet kopuncaya kadar hakka müzahir olmakta devam edeceklerdir.» hadisine muarız gibi görünüyorsa da hakikatta aralarında münâfat yoktur. Çünkü o hadisdeki «kıyamet kopuncaya kadar» tabirinden murâd: kıyametin yaklaşması yani Yemenden gelecek rüzgârın eseceği zamandır. Zira bu rüzgâr, kıyametin alâmetlerinden biridir. Bir şeyin vaktinin yaklaşması o şeyin gelmesi mesabesindedir. «Allah Allah» kelimeleri bazı rivayetlerde mansubtur. Bu takdirde nasba âmil olan fi'l muzmerdir; ismin tekrarı, fiil yerini tutmuştur. Buna nahiv ilminde «tahzir» derler, ki mef'ulun bihin bir nev'idir. Tahzir, bir şeyden sakındırmak demektir. O halde Allâhe Allâhe» cümlesindeki rauzmer fiilde «ihzer» yânî «sakın» fi'lidir. Ve cümlenin mânası: «Allah'dan sakın diyeti hiç bir kimsenin üzerine kıyamet kopmaz.* şekline girer. Mezkur kelimeleri merfu' okuyanlar da vardır ki bunlardan biri de imam Müslim'dir. Merfu' okunduğu takdirde cümle mübteda ve haber olur. İbni Ca'fer bu hadisi «Allah Allah» yerine «lâ ilâha illallah» kelime-i tevhidiyle rivayet etmiştir ki, «Allah Allah», rivayetinin tefsiri demektir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Madem ki yer yüzünde bir gün «Allah Allah» diyen kalmayacak; o halde bütün ümmet-i Muhammediyye—Ma'âzallâh—- irtidad edecek demektir? Bunun cevabı: Hayır hadisde koca bir ümmetin irtidâdı mevzu-i bahis değil, müslüman kalmayacağından bahsedilmektedir. Müslüman kalmaması ise irtidâdı icâbetmez

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. Abdullah b. Numeyr ve Ebu Kureyb -lafız Ebu Kureyb'e aittir- tahdis edip dediler ki: Huzeyfe dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. "Benim için İslam kelimesini söyleyenleri sayınız" buyurdu. Huzeyfe dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, bizler altı yüz ile yedi yüz kişi arasında iken bizim için korkuyor musun, dedik. O: "Sizler bilmiyorsunuz belki belaya maruz kalırsınız" buyurdu. Huzeyfe dedi ki: Bizler, bizden herhangi bir kimse ancak gizlice namaz kılacak dereceye varıncaya kadar bela ile karşılaştık, dedi. Diğer tahric: Buhari, 3060, 3061; İbn Mace, 4029; Tuhfetu'I-Eşraf, 3338 NEVEVİ ŞERHİ AŞAĞIDA DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Buhari'de hadisin metni şöyledir: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Müslümanım diyenleri bana yazın!» buyurdular. Bunun üzerine biz de kendilerine 1500 kişi yazdık. Ve: Biz 1500 kişi olduğumuz halde daha korkuyor muyuz? dedik. Ravî diyor ki: Vallahi (zaman oldu) öyle bir ibtila olunduğumuzu gördüm ki, insan (evinde) yalnız başına namaz kılarken bile korkuyordu.» Hadis-i şerifin mevzuu harbe iştirak için asker yazmaktır. Bu konuşmanın nerede geçtiği ihtilaflıdır. îbni Tîn Hendek vakasında hendeğin kazıldığı sırada yapıldığına cezmen kail olmuştur. Bazıları Uhud gazasına çıkarken, bir takımları da Hudeybiye'de cereyan ettiğini söylerler. Ashab-ı kiram bu kadar kalabalık olduğumuz halde neden korkuyoruz, diye şaşmışlar; fakat Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in irtihalinden sonra şaştıkları korku başlarına gelmiş. O derecede ki, korkudan cemaata devam edemez olmuşlar. Namazlarını evlerinde kılarken bile korkuyorlarmış. Kaadî Iyaz diyor ki: «İhtimal Huzeyfe'nin bu sözü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra müslümanların Mekke'de bulundukları devirde müşriklerin namaza mani oldukları hengama aiddir. Ama hadisin siyak ve lafzına nisbetle bu ihtimal uzaktır. Çünkü «ibtila» cümlesi, üst tarafına «fa» ile atfolunmuştur. «Fa» tertip ve takibe delalet eder. Binaenaleyh ibtilanııı mezkur konuşmadan az sonra vaki olması icabeder. İbtilanın Hz. Osman fitnesinde olması da muhtemeldir. Ancak bu sözden kelimenin eam manası, yanî din düşmanlarile ibtila kasdedilirse o başka.» Muhyiddin Nevevî de şunları söylemiştir: «İhtimal Huzeyfe (Radiyallahu anh) bu sözü ile Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den sonra cereyan eden bazı fitneleri kasdetmiş olacaktır, o fitnelerde ashabın bazıları gizleniyor; namazını gizlice kılıyor, meydana çıkarak fitne ve harbe iştirak etmekten korkuyordu. Rivayetlerin birinde : «Altı yüzle yedi yüz arasındayız» diğerinde: «1500 kişi yazdık» denilmesine bakarak Davudi: «Olabilir bu asker yazma işi muhtelif yerlerde bir kaç defa vukuu bulmuştur.» demiştir. Bazıları iki rivayetin arasını bulmak için: «1500 den murad: erkek, kadın, köle ve çocuk, bütün müslümanlardır. Altı yüzle yedi yüz arasından ise hassaten erkekler kasdedilmiştir.» diyorlar. Hatta hadisin bir rivayetinde 1500 yerine sadece «500 kişi» denilmiştir. Bu da harbe iştirak edenler diye te'vil olunuyor. Nevevî bu te'villeri sıraladıktan sonra şöyle diyor: «Bu te'vîller batıldır. Çünkü hadisin diğer rivayetinde, 1500 adam yazdık diyerek bunların hepsinin erkek olduğu tasrih edilmiştir. Sahih te'vil şudur: Sayıları altı yüzle yedi yüz arasında olanlar, hasseten Medine'dendir.. 1500 adedi bunlarla birlikte etraftan gelen müslümanların mecmu'udur.» Mühelleb : «Müslümanları müdafaa icabettiği zaman hükümdarın asker yazması sünnettir. Vatan tehlikeye düşünce eli silah tutan herkese cihad farzolur.» diyor. «Hadîs-i Şerif bir şeyi vukuundan önce haber veren mucizelerdendir. Çoklukla övünmenin ilahî cezayı müstelzim olduğu bu hadîs-i şeriften çıkarılan hükümlerdendir.» NEVEVİ ŞERHİ: Müslim (rahimehullah) dedi ki: "Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ... tahdis etti. .. kadar belaya maruz kaldık." Bu bütün ravileri Kufeli olan bir isnattır. Hadisin metnine gelince, Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sayınız" buyruğu Buhari'de: "Yazınız" diye kaydetmiştir. Allah Resulünün: "İslam kelimesini söyleyen" buyruğu İslam kelimesini söyleyen kimselerin sayısı kaçtır demek olur. Bazı asıllarda "yeHizu: söyleyen" kelimesi "teleffaza: telaffuz etti" şeklindedir. Buhari ve başkalarının bazı rivayetlerinde: "İslam'ı (Müslüman olduğunu/İslam kelimesini) telaffuz eden kimseleri yazınız" buyurdu. Biz de yazdık" şeklindedir. Nesai ve başkalarının rivayetinde ise: "İslam'ı kim telaffuz ediyorsa onu bana sayınız" şeklinde Ebu Ya'la el-Mavsili'nin rivayetinde: "İslam'ı telaffuz eden herkesi sayınız" diye rivayet edilmiştir. "Bizler altı yüz ile yedi yüz kişi arasında iken" ibaresi Müslim'de bu şekildedir. Arapça açısından bu şekli açıklaması zordur. Ancak şöyle açıklanabilir: o da "yüz" anlamındaki kelimenin her iki yerde de -bazı Arap dilbilginlerinin görüşüne göre- temyiz olarak nasb ile gelmiş olmasıdır. Ayrıca "yüz" anlamındaki kelimenin her iki yerde de -elif ve lam zaid olmak üzere ve gelmiş olmalarına itibar etmemek suretiyle- mecrur olduğu da söylenmiştir. Müslim'den başkasının rivayetinde ise bu lafızlar elif, lam'sız olarak "altı yüz ile yedi yüz" şeklinde gelmiştir. Bu şeklin ise Arapça açısından açıklanmayacak bir tarafı yoktur. Doğruluğu açıkça anlaşılan bir kullanımdır. Buhari'nin rivayetinde: "Biz ona bin beş yüz kişi yazdık ve: Biz bin beş yüz kişi iken de mi korkuyorsun, dedik" şeklindedir. Yine Buhari' deki bir rivayetle: "Onların beş yüz kişi olduklarını gördük" denilmektedir. Şöyle denilebilir: Bu lafızları bir arada şöylece telif etmek mümkündür: Bin beş yüz kişi olduklarını söylerken kastetlikleri kadınlar, çocuklar ve erkeklerin bir aradaki toplamıdır. Altı yüz ile yedi yüz derken de yalnızca erkekleri kastetmişlerdir. Beş yüzden kasıt ise savaşçılardır, ama böyle bir cevap Buhari'nin Kitabu's-Siyer'in imam'ın insanları (isimlerini) yaz(dır)ması babındaki rivayetine göre batıldır. Çünkü oradaki rivayetle: "Biz de ona bin beş yüz adamın adını yazdık" denilmektedir. Yüce Allah'ın izniyle doğru cevap şudur: Onlar: "Altı yüz ile yedi yüz kişi" derken yalnızca Medine erkeklerini "biz ona bin beş yüz kişinin adını yazdık" sözleri ile Medinelilerle birlikte etraftarındaki diğer Müslümanları kastetmişlerdi. "Biz de adam ancak gizlice namaz kılacak hale gelinceye kadar belaya maruz kaldık" sözü (2/179) muhtemelen Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den sonra meydana gelmiş bazı fitnelerde olmuştur. Onlardan bazıları açığa çıkmaktan ve fitnelere ve savaşlara girip, katılmaktan korktuğu için gizlice namaz kılıyordu. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Ebi Ömer tahdis etti. Bize Süfyan, Zühri'den tahdis etti. O Amir b. Sa'd'dan, o babasından şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir (miktar mal) paylaştırdı. Ben: Ey Allah'ın Resulü, filan kişiye ver, çünkü o bir mü'mindir, dedim. (Sa'd b. Ebi Vakkas) dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahut müslümandır" buyurdu. Ben sözümü üç defa tekrar ettim, O'da bana üç defa "yahut müslümandır" buyruğunu tekrar etti. Sonra: "Ben, bazen bir adama, Allah onu yüz üstü cehenneme atar korkusu ile -başkasını ondan daha çok sevdiğim halde- bir şeyler verdiğim olur" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 27, 1478; Müslim, 2430, 2431; Ebu Davud, 4683, 4885; Nesai, 5007, 5008; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu, Amcasın-rivâyet etti. Demiş ki: Bana Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın babası Sa'd'dan rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Birkaç kişiye (dağıttığı mallardan bir şeyler) verdi. Sa'd da aralarında oturuyordu. Sa'd dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aralarından kendisine bir şeyler vermediği birisini bıraktı. Halbuki aralarında benim en beğendiğim kişi o idi. Bunun üzerine: Ey Allah'ın Resulü neden filana bir şey vermedin? Allah'a yemin olsun ki ben onu bir mümin olarak görüyorum, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahut bir Müslüman olarak (de)" buyurdu. (Sa'd) dedi ki: Kısa bir süre sustum sonra onun hakkında bildiklerime yenik düştüm ve: Ey Allah'ın Resulü neden filan'a bir şey vermedin? Allah'a yemin ederim ki ben onu bir mümin olarak görüyorum, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahut bir Müslüman olarak (de)" buyurdu. (Sa'd) dedi ki: Kısa bir süre sustum sonra onun hakkında bildiklerime yenik düştüm ve: Ey Allah'ın Resulü neden filan kimseye bir şeyler vermedin? Allah'a yemin olsun ki ben onu bir mümin olarak görüyorum, dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yahut bir Müslüman olarak (de). Şüphesiz ki ben bir adama -başkasını ondan daha çok sevdiğim halde- bir şeyler veririm çünkü onun yüz üstü cehenneme yıkılacağından korkarım" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hasen b. Aliy el-Hulvani ile Abd. b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ya'kub —ki İbni İbrahim b. Sa'd'dır — rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam, Salîh'den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Amir b. Sa'd babası Sad'dan şöyle dediğini tahdis etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birkaç kişiye bir şeyler verdi. Ben de aralarında oturuyordum deyip, hadisi İbn Şihab'ın kardeşinin oğlunun amcasından diye naklettiği (bir önceki) hadisi ile aynen rivayet etti ve ayrıca: Ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına kalkıp ona gizlice söyleyerek: Ey Allah'ın Resulü neden filana bir şeyler vermedin dedim, ibaresini ekledi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize el-Hasan el-Hulvani de tahdis etti. Bize Yakub tahdis etti, bize babam Salih'ten tahdis etti. O İsmail b. Muhammed'den (şöyle dediğini) nakletti: Muhammed b. Sa'd'ı bu hadisi tahdis ederken dinledim sonra hadisi rivayetinde dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eliyle omzumla ensem arasına dokundu sonra da: "(Onun için) savaşmak mı (istiyorsun) ey Sa'd? Ben adama veriyorum işte" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 1478; Müslim, 2432; Tuhfetu'l-Eşraf, 3921 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (376-379 numaralı hadisler): Bu babta (376) Sa'd b. Ebu Vakkas (radıyalIahu anh)'ın rivayet ettiği hadis vardır. Hadisin lafızlarına gelince ''Allah'ın onu yüz üstü ateşe yıkması korkusuyla" ibaresindeki 'bnu yıkması" fiilindeki zamir kendisine bir şeyler verilen kimseye aittir. Yani ben kendisine bir şeyler verilmeyecek olursa kafir olacağından korktuğum için ona bir şeyler vermekle kalbini ısındırıyorum, demektir. (377) "Bir grup kişiye bir şeyler verdi" ibaresindeki "raht" topluluk demektir. Asıl anlamı on kişiden az topluluk içindir. "Halbuki o aralarında en beğendiğim kişi idi" ifadesi benim inancıma göre en faziletlileri, en salih olanları idi, demektir. (2/180) "Muhakkak ben onu bir mümin olarak görüyorum" yani ben onu böyle biliyorum. Buradaki "onu görüyorum" fiilin hemzesinin fethalı okunması gerekir. Ötreli okunması caiz değildir. (Ötreli okunması halinde öyle zannediyorum, bana öyle görünüyor anlamında olur.) Çünkü kendisi "onun hakkında bildiklerime yenik düştüm" demiş ve üç defa Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e müracaat etmiştir. Eğer bu hususta inancı kesin olmamış olsaydı tekrar tekrar ona müracaat etmezdi. (378) "Salih'ten, o İbn Şihab'dan dedi ki: Bana Amir b. Sa'd tahdis etti." Bu üç kişi birbirinden rivayet• nakleden tabiinden üç zattır. Aynı zamanda bu büyüklerin küçüklerden rivayeti türündendir. Çünkü Salih, ez-Zühri'den yaşça daha büyüktür. Hadislerin Fıkhi ve Anlamları 1- İman ile İslam arasında fark vardır. Bu mesele hakkında uzunca bir görüş ayrılığı ve açıklamalar yapılmıştır. Bu meseleye dair açıklama ve geniş izahlar iman bölümünün baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır. 2- Hak ehli olanların kalp ile itikatIa birlikte olmadığı sürece dil ile ikrarın faydası yoktur, şeklindeki görüşlerine delil vardır. Hak ehlinin bu görüşü de ikrar yeterlidir diyen Kerramiye'nin ve aşırı Mürcie'nin görüşüne muhaliftir. Onların bu görüşü ise açık bir hatadır. Müslümanların icmaı, bu nitelikleri taşıyan münafıkların kafir olduklarına dair naslar bunu reddetmektedir. 3- Haram olmayan hususlarda yöneticiler nezdinde şefaatte bulunmak mümkündür (iltimas yapılabilir). 4- Aynı hususta kendisine bir şeyler söylenen kişiye bunu tekrarlamak caizdir. 5- Fazileti daha az olanın daha faziletli olana masıahat olarak gördüğü hususa dikkat çekmesi caizdir. 6- Üstün (fazilet sahibi) kişi kendisine gösterileni kayıtsız ve şartsız kabul etmez. Aksine onun üzerinde düşünür. Şayet belirtilen görüşün maslahatı açıkça görülmezse gereğini yapmaz. 7 - Hakkında kesin bilgi olmadığı hususlarda kesin kanaat belirtmeyi terk etmek ve işi sağlamca araştırmak gerekir. 8- İmam, malı Müslümanların maslahatı uğrunda önem sırasına göre harcar. 9- Aşere-i mübeşşere ve benzerleri gibi hakkında nas sabit olmuş kimseler dışında muayyen olarak herhangi bir kimsenin cennetlik olduğuna kesin hüküm vermemek. Bu ehl-i sünnet tarafından üzerinde icma olunmuş bir hükümdür. ResululIah {Sallallahu aleyhi ve Sellemı'in: "Yahut müslümandır" buyruğunda mümin olduğu inkar edilmemektedir. Bunun anlamı kesin olarak iman sahibi olduğunu söylemenin yasaklanması ve böyle bir kimse için Müslüman demenin daha uygun olduğuna dikkat çekilmesidir. Çünkü İslam zahirin hükmü gereğince bilinen bir husustur. İman ise içte gizlidir, onu yüce Allah'tan başkası bilemez. et-Tahrir sahibi ise, bu hadiste o adamın mümin olmadığına bir işaret bulunduğunu ileri sürmüş ise de, durum onun zannettiği gibi değildir. Aksine hadiste onun mümin olduğuna işaret vardır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Sa'd'a verdiği cevabında: "Ben adama başkasını ondan daha çok sevdiğim halde bir şeyler veririm" buyurmuştur. (2/181) Yani ben imanı zayıf olduğu için kafir olacağından korktuğum kimseye bir şeyler verirken, kalbinin iman ile huzur bulmuş ve imanı sapasağlam olduğunu bildiğim için, kendisini daha çok sevdiğim diğerlerine bir şeyler vermem. Müslim (rahimehullah)'ın babın başında (376): "Bize İbn Ebu Ömer tahdis etti. Bize Süfyan, ez-Zühri'den tahdis etti. O Amir'den" Senedi hakkında Ebu Ali el-Gassani şöyle demektedir: Hafız Ebu Mesud ed-Dımaşki dedi ki: Bu hadisi ancak Süfyan b. Uyeyne, Mamer'den, o ez-Zühri'den diye rivayet etmektedir. el-Humeydi, Said b. Abdurrahman ve Muhammed b. el-Cürcani böyle demişlerdir. Hepsi de Süfyan'dan, o Mamer' den, o ez-Zühri' den onun isnadıyla rivayet etmektedirler. Süfyan'dan mahfuz olan işte budur. Aynı şekilde Ebu'l-Hasan ed-Darakutni de el-İstidrakat adlı eserinde böyle demiştir. Derim ki: Bunların bu isnat hakkında bu söyledikleri ile ilgili olarak şöyle denilebilir: Bu hususta onlara muvafakat etmek gerekmez. Çünkü Süfyan'ın bu hadisi bir defa ez-Zühri'den, bir başka sefer Ma'mer'den, o ez-Zührı'den diye duymuş olması ve her iki şekilde de rivayet etmiş olması ihtimali vardır. Bu durumda bunların biri diğerini olumsuz olarak etkilemez. Fakat onların söylediklerini gerektiren birtakım hususlar birbirine eklenmiş bulunmaktadır. Süfyan'ın tedlis yapan bir ravi olup, burada "an" lafzmı kullanmış olması, ondan rivayet nakledenlerin çoğunlukla bunu Ma'mer' den diye rivayet etmiş olmaları bunu gerektiren hususlardandır. Bunlara daha önce kaydettiğimiz şu şekilde cevap verilebilir: Müslim (rahimehullah) tedlis yapan bir raviden "an" diye rivayet etmiş ise kendisinden an lafzı ile rivayet ettiği kişiden dinlemiş olduğu sabit olmadıkça rivayet nakletmez. Durum her ne olursa olsun isnat ile ilgili bu söylenenlerin metin üzerinde bir etkisi yoktur. (2/182) Çünkü metin her durumda sahih ve muttasıldır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bünü Yahya rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dediki): Bana Yunus. İbni Şihâb'dan, o da Ebu Selemete'bnî Abdirrahmân'la Said b. el-Museyyeb'den, onlar Ebu Hureyre'den, Ebu Hureyre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Biz şüphe etmeye İbrahim'den daha layığız. Çünkü O: Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster, demişti. Rabbi: İman etmedin mi yoksa demiş, O: Hayır ama kalbimin mutmain olması için, demişti." (Allah Resulü} dedi ki: ''Allah Lut'a da rahmet buyursun. O gerçekten pek sağlam bir yere sığınmıştı ve eğer ben Yusuf'un kaldığı uzun süre kadar hapiste kalmış olsaydım (çıkmaya çağırmak için gelen) o davetçinin çağrısını kabul edecektim. " Diğer tahric: Buhari, 4537, 4694; Müslim, 6094; İbn Mace, 4026; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Kuteybetü'bnü Sa'd rivâyet etti. ki): Bize Leys Said b. Ebû Said'den, o da Babasından, o da Ebû Hureyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): hiç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın. Bana verilen (mu'cize) ise ancak Allah'ın bana vahyeftiği (Kur'ân-ı Kerîm) dir. Binaenaleyh kıyâmet gününde ben peygamberlerin en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar. hadisi Müslim buradan başka «Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» ile «Kitâbu't-Tefsir» de; Buhârî «Kitâbu Fedâil'il-Kur'ân» ile «Kitâbu'l-i'tisâm» da tahrie etmişlerdir. (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: hîç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın...»buyurmuş olması gösteriyor ki, her peygamberin mutlaka bir mucizesi olur. Bu mucize doğru olduğu için görenlerin onun doğruluğuna inanmasını iktizâ eder. İsrar edenlerin inanmaması ona zarar etmez. Cümlenin metninde «âmene» fi'li «alâ» harfi cerri ile müteaddi yapılmıştır. Aslında bu kelime «bâ» yahut «lâm» ile müteaddî olur. Binaenaleyh «aleyhi» yerine «bihî» demek lâzım gelirse de burada «amene» fi'line tazmin yolu ile «galebe çalmak» mânası ifâde ettirildiğinden «âla» ile müteaddi olması caizdir. Mâna şudur: «Beşerin, mislini çürütmeye kaadir olamayıp mağlûp bir halde inandığı mucize, her peygambere verilmiştir.» ve Müslim sarihlerinden Şihabuddin Kastalânî bu cümleyi şöyle izah ediyor: «Her peygambere, dâvasını isbat için zamanına göre bir takım hârikalar verilmiştir. Asâ'nın yılan olması bu kabildendir. Çünkü Mûsâ Aleyhisselâm zamanında sihirbazlık ileri gitmişti. Hazret-i Mûsa'da sihre muvafık olan bu mucizeyi göstererek kavmini imâna muztarr bıraktı İsâ (aleyhisselâm) zamanında tababet ileride idi; ona da tababet nev'inden olan fakat ondan daha yüksek mertebede bulunan bir mucize yani ölüleri diriltme mucizesi verildi. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında ise; belagat ileride idi. Araplar kendi aralarında onunla öğünürlerdi. Hatta belagatta başkalarına meydan okuyarak meşhur yedi kasideyi Kâ'be duvarına asınışlardı. İşte Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de arapların, o devirde, en kâmil hatipleri bile âciz bırakan ve belâgatleri cinsinden olan Kur'ân-ı Kerim'i getirdi. Ve: verilen mu'cize ise ancak Allah'ın bana vahyettiği (Kur'ân-ı Kerim) dir.» buyurdu. (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yegâne mucizesi Kur'ân-ı Kerîm, olmamakla beraber cümlede hasır edatı kullanarak: «Ancak Kur'ân'dır.» buyurması, onun en büyük mucizesi olduğuna işaret içindir. Yoksa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Kur'ân'dan başka: «Ayın yarılması, güneşin iadesi, mübarek parmaklarının arasından su kaynaya-rak binlerce insan ve devenin içmesi, kelerin konuşması, kütüğün iniltisi, azı- çoğaltması, gaibden haber vererek dediği gibi çıkması ve saire gibi avam ve havâss arasında tevatür derecesini bulmuş pek çok bahir mucizeleri, ve zahir acibeleri vardır. Kur'ân'i Kerim bunların en büyüğü ve en faydahsıdır. Çünkü o dine daveti, hücceti ve gelmiş geçmiş bütün insanların ilimlerini ihtiva etmektedir. Ondan tâ kıyâmete kadar istifâde edilecektir. Onun içindir ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu cümleden sonra: kıyâmet gününde peygamberlerin içinde en ziyâde tabî' ve ümmetin kendisine nasib olmasını temenni etmiştir. Çünkü Kur'ân mucizesi devam edeceği için imânlar dâima tazelenecek ve İslâmı kabul edenler daima bulunacaktır. Diğer peygamberlerin mucizeleri Öyle değildir. Onlar o peygamberlerin hayatlarile sona ermişlerdir.» bu gün bazı dinsizler her fırsatta Kur'ân'i Âzîmüşşana dil uzatmakta, onun — haşa — bir arap düzmesi olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmektedirler. içinde: «Kur'ân'dan ne olacak onu ben de yazarım» diyen yiğitler bulunduğunu da işitiyoruz. Omuzlarının üzerinde kafa değil mankafa dolu birer susak taşıdıklarının bile farkına varamayan bu gafillerle ilmi münakaşaya girişmek abesle iştigâl olur. Böylelere verilecek eri: kestirme cevabı biz yine Aziz Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de buluyoruz: (yiğitler) siz de şu Kur'ân gibi bir Kur'ân getiriverin!..» nazire yazacaklar çoktur; fakat, on dört asırdır yazan yoktur. Neredesiniz be koç yiğitler!.,. Tam 14 asırdır meydan sizin! O kadar kolay bir şeyi hâlâ hazırlayamadınız mı?... Bütün Kur'ân'a nazire yazmak sizi terletecekse, ondan vaz geçtik; hiç olmazsa: sûreleri gibi on sûre getirin!..» bu da kâfi... Neye susuyorsunuz; onu da mı yapamayacaksınız? Üzülmeyin canım! hiç olmazsa Kevser sûresi kadar, yanî üç âyetten ibaret sûresi gibi bir sûre getirin!..» On dört asırdır va'dlerinizi bekliyoruz. Artık bu kadarciğını da yapamazsanız yazıklar olsun size! Yiğitliği de hatırdınız insanlığı da... Bizim bildiğimiz: yiğit verdiği sözün üzerine can veren adamdır. Yâ dediğini yapar; yâ ölür. Siz hâlâ utanmadan yaşıyor. Sıkılmadan insan arasına çıkıyorsunuz. Eyvanlar olsun size!... Şimdi adam akıllı rezil oldunuz ya biraz beni dinleyin! Sız bu kara sevdadan vaz geçin! Zira imkânı yok yapamazsınız. Güneşe tükürmeye kalkışan yakalarını kirletmekle kalır derler. Değil sizin gibi ismini bile kekelemeden soyleyemeyenler, fasâhat ve belâgatile dünyaya, ün salmış nice koç yiğitler ortaya çıkmış; fakat Kur'ân-ı Kerîm'in icazı karşısında hiç bir şey yapamamış; yabancı köpekler gibi kuyruklarını kısarak ke-mâl-î rezaletle ortadan çekilmişlerdir. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Müseyle'me bu bâbda misâl göstermeye kâfidir. Marifetlerini tarihten öğrenebilirsiniz!... Muannidler! Bilmiş olun ki Kûr'ân-ı Kerîm'i değiştirmek veya ortadan kaldırmak şöyle dursun. Onun bir harekesine bile dokunamayacaksınız. Neden biliyor musunuz? Çünkü onu muhafaza eden bizzat Allah'tır. Teâlâ Hazretleri sair semavi kitapların muhafazasını o kitaplarla amel edenlere tevdi etmişti. Bugün kitapların hali meydandadır. Kur'ân-ı Azimüşşanı ise bizzat kendisinin muhafaza edeceğini bundan ondört asır önce indirdik biz!.. Hem hiç şü şüphe yok ki o Kur'ân'ı biz indirdik biz!.. Hem hiç şüphe yok ki bîz onu mutlaka muhafaza edeceğiz." Hıcr sûresi âyet: 9. Buyurarak cihana ilân etmiştir. Şurası calib-i dikkattir ki âyet-i kerîmede sekiz on tane te'kid bir araya gelmiştir. Şöyle ki: Bu âyet ismi üstünde te'kid edatı olan «inne» ile başlamıştır. «Inne» nin ismi cem'i mütekellim zamiri olup Allah'a raci'dir. Bu zamirin cemi' olması ta'zim ve te'kid ifâde eder. «Nahnu» zamiri «inne» deki zamirin te'kididir. Yahut müptedadır. Her iki haldede te'kid bildirir. «Nezzelnâ» fiilinin failîde tazim için cemi' sığası ile gelmiştir. Cümle isim cümlesidir, «vav» ile yukarıya atfedilen ikinci cümlede hal yine böyledir yani. «Inne» tahkik ve te'kid edatıdır. «Nâ» cemi' mütekellim zamiridir. «Lehu» car ve mecrur olup kasır ve hasır için müteallakından önce zikredilmiştir. «Lehâfizûn» nın başındaki lâm te'kid ifade eden lânvı haliyyedir. Cümle isim cümlesidir. ki; bu âyet-i kerîmede tam on tane te'kid vardır. Acaba bunun hikmeti nedir? Hikmetini anlamak için bir nebzecik Maâni ilmine müracaat edelim. O ilim diyor ki: Kendisine söz anlatılan kimse ya hâli zihindir, yani söylenilen şeyi yeni işitir. Yahut biraz bilirde tereddüt halindedir. Fakat hakikati Öğrenmek ister, yahut da bilir de inkâr eder. İşte hâ-lizihin bulunan kimseye o söz hiç te'kidsiz anlatılır. Mütereddit bulunana te'kidli söylemek iyi olur; İnkâr edene ise inkârının derecesine göre bir iki veya daha fazla te'kid vasıtaları kullanarak ifade etmek vaciptir. İlm-i Maâni'nin bize lâzım olan izahatı burada bitti. düşünelim: Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak cüretkârlığında bulunan küstahlar şüphesiz ki onu inkâr edenlerdir. Âyet zaten onlara cevap olarak nâzil olmuştur. Arapçada te'kid vasıtaları çoktur. Bunlardan biri de sözü tekrarlamaktır. Âyetteki bu on te'kidi bir an için sözün tekrarı farzedersek mütecavizlere Teâlâ Hazretleri bir şeyi tam on defa tekrarlayarak yani on defa onu ben indirdim ben muhafaza edeceğim buyurarak te'kid etmiş olurki bu iş söz anlayan bir insan için kafasına odunla vurmaktan daha müessirdir. Üstelik te'kid'münkire karşı yapıldığı cihetle on te'kid ona on defa kâfir demeyide tazammun eder. Demek oluyor ki; Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatan hainler en azından on kat katmerli kâfirdirler. Bu mâna âyetten kinaye yolu ile çıkarılır. kerîme iki tarafıda keskin bir kılıç gibi iki şey'e delildir. Yani hem Kur'ân'a dokunmak isteyenlerin dillerini kesmekte hem de belagata Örnek olmaktadır. bâbta son sözüm şudur: Kuş beyni kadarcık bir beyne sahip olanlar bile düşünürlerse anlarlar ki, on dört asırdan beri bunca düşmandan bir tanesinin Kuf'ân-ı Kerîm'in bir âyetine dahi nazire getirememesi onun mucize olduğuna en büyük delildir. bu hadisin mânası hususunda ulemâdan üç kavil naklediyor:

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Sa'd rivayet etti. (Dediki): Bize Leys Said b. Ebu Said'den, o da Babasından, onun da Ebu Hureyre'den rivayetinee göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İnsanların benzerini görmeleri üzerine iman ettiği birtakım mucizelerin verilmediği nebilerden hiçbir Nebi yoktur. Ancak bana verilen Allah Teala'nın bana vahyettiği bir vahiydir. Bu sebeple kıyamet gününde, aralarında kendisine uyanları en çok kişinin kendim olacağımı ümit ederim. " Diğer tahric: Buhari, 4981, 7274; Tuhfetu'l-Eşraf, 14313 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yunus b. AbdiI'a'Ia rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana bunu dahi Amr haber verdi. Ona Ebu Yunus, Ebu Hureyreden, o da Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, bu ümmetten Yahudi olsun, Nasrani olsun, bir kimse beni işittiği halde benimle gönderilene iman etmezse mutlaka cehennemliklerden olur. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 15474 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisin senedinde İbni Vehb'in: «Bana bunu dahi Amr verdi.» demesi. Amr 'dan bir çok hadisler rivayet ettiğine işaret içindir. İmam Müslim ufak bir tasarrufla: «Bana Amr rivayet etti» diye bilirdi. Fakat işittiğini olduğu gibi rivayete son derece dikkat ettiği için bunu yapmamıştır. Hadis-i şerif, Nebi'miz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in gönderilmesiyle bütün dinlerin neshedildiğine delildir. Mefhumu muhalifinden anlaşılan mana: kendisini İslama davet eden bulunmayan kimsenin mazur sayılmasıdır. Çünkü mucizeyi görenler için Nebi'ye imanın yolu müşahede, görmeyenler için de sahîh nakildir. Allah'a iman ise tefekkür ve te'emmül ile olur. Bazıları bu hadisi : «Benim mucizem kendisine tebeyyün eden» diye tefsir etmişlerdir. Fakat buna: «İmanın şartı mucizeyi duymak değil imana davet olunmaktır.» diye itirazda bulunmuşlardır. Übbî diyorki: «Şehirlerden uzak yahut yol uğramayan adalarda yaşayıpta kendilerine İslamiyet tebliğ edilemeyenler mazur olsalar gerektir. Bu, ittifaki bir kaidedir. Çünkü Allah Teala: «Biz resul göndermedikçe kimseyi azap etmeyiz...»[İsra 15] buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Leys tahdis etti. (H) Bize Muhammed b. Rumh da tahdis etti. Bize el-Leys, İbn Şihab'dan haber verdi. Onun İbnu'l-Müseyyeb'den rivayet ettiğine göre o Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiştir: - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki fazla bir zaman geçmeden Meryem oğlu aranızda adaletle hükmeden bir hakem olarak inecek. Haç'ı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Mal da hiç kimse onu kabul etmeyecek kadar çoğalacaktır. " Diğer tahric: Buhari, 2222; Tirmizi, 2233; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize Abdula'la b. Hammad, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Zuheyr b. Harb da tahdis edip dediler ki: Bize Süfyan (2/56a) b. Uyeyne tahdis etti (H). Bunu bana Harmele b. Yahya da tahdis etti. Bize İbn Vehb haber verdi. Bana Yunus tahdis etti (H). Bize Hasan el-Hulvani ve Abd b. Humeyd de Yakub b. İbrahim b. Sa'd'dan tahdis etti. Bize babam Salih'ten tahdis etti. Hepsi Zührl'den bu isnat ile rivayeti nakletti. İbn Uyeyne'nin rivayetinde ise: ''Adaletle yöneten bir imam ve adaletle hükmeden bir hakem olarak" Yunus'un rivayetinde: ''Adaletle hükmeden bir hakem" şeklinde olup, O "adaletle yöneten bir imam" ibaresini zikretmemiştir. Salih'in hadisi rivayetinde -el-Leys'in dediği gibi- "adaletle hükmeden bir hakem" diye rivayet etmiştir. Onun hadisinde: "Öyle ki tek bir secde bi/e dünyadan ve dünyadaki/erden hayırlı olacaktır" ilavesi de vardır. Sonra Ebu Hureyre şöyle diyor: Dilerseniz: "Kitap ehlinden ölümünden önce ona iman etmeyecek kimse yoktur" (Nisa, 159) ayetini okuyunuz. Diğer tahric: Hasan el-Hulvani ile Abd b. Humeyd'in rivayetini Buhari, 3448; Tuhfetu'l-Eşraf, 13178'de; Abdula'nın rivayetini Buhari, 2476; İbn Mace, 4078; Tuhfetu'l-Eşraf, 13135'te tahriç etmişlerdir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Said b. Ebî Said'den, o da Atâ' b. Minâ'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen onun şöyle dediğini rivayet eyledi: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : ''Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu adaletli bir hakem olarak inecek. Andolsun haç'ı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Andolsun genç dişi develer başıboş bırakılacak, onlara rağbet edilmeyecek, onlar önemsenmeyecektir. Düşmanlıklar, buğzlaşmalar ve kıskançlıklar kaybolup gidecektir. Andolsun insanlar mala (almaları için) çağrılacaklar fakat kimse onu kabul etmeyecektir. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yunus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebu Katâdete'I-Ensârî'nin âzadlısı Nâfi' haber verdi ki, Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "İmamınız sizden olduğu halde Meryem oğlunun aranızda ineceği zamanda haliniz ne olacak" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3449; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ'kub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihâb'ın kardeşi oğlu amcasından rivayet etti Demiş ki: Bana Ebu Katade el-Ensari'nin azatlısı Nafi'in haber verdiğine göre o Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiştir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Meryem oğlu aranıza inip de imam olacağı vakit haliniz nasıl olacak?" buyurdu. Tahric bilgisi 390 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bana Velid b. Müslim tahdis etti. Bize İbn Ebi Zi'b, İbn Şihab'dan tahdis etti. O Ebu Katade'nin azatlısı Nafi'den, o Ebu Hureyre' den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Meryem oğlu aranıza inip de sizden (biriniz) size imam olacağı vakit haliniz nasıl olacak?" (Velid b. Müslim dedi ki): İbn Ebi Zi'b'e: el-Evzai bize Zühri'den tahdis etti. O Nafi' den, o Ebu Hureyre'den: "İmamınız sizden olduğu halde" diye tahdis etti, dedim. İbn Ebi Zi'b dedi ki: Peki, sizden (biriniz) size imam olursa ne demektir bilir misin, dedi. Ben: Bana haber ver, dedim. O: "Size Rabbiniz Tebarek ve Teala’nın kitabı ve Nebinizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti gereğince imam olduğu vakit demektir, dedi. Tahric bilgisi 390 ile aynı AÇIKLAMALAR 156.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Velid b. Şiica' ile Harun b. Abdillah ve Haccac b. eş-Şair rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Haccac —ki İbni Mtıhammed'dir —, İbni Cüreyc'den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebu'z-Zübeyr haber verdi ki, kendisi Cabir b. Abdillah’ı şöyle derken işitmiş: Ben Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim: "Ümmetimden bir kesim kıyamet gününe kadar hak üzere üstünlük sağlamışlar olarak savaşmaya devam edeceklerdir. Sonra Meryem oğlu İsa inecek, onların emiri, gel bize namaz kıldır diyecek, o Allah'ın bu ümmete bir ikramı olmak üzere: Siz birbirinizin emirlerisiniz, diyecektir. " Diğer tahric: Müslim, 4931; Tuhfetu'l-Eşraf, 2840 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (387-393 numaralı hadisler): Bu babta meşhur hadisler yer almaktadır. Sıralarına göre hadislerin lafızIarını, anlamlarını ve hükümlerini sözkonusu edeceğiz: (387) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Meryem oğlu İsla'nın aranızda bir hakem olarak inmesi pek yakındır ... " buyruğundaki "aranızda" lafzı, hadis her ne kadar onun ineceği zamana yetişmeyecek, ümmetin bir kısmına yönelik bir hitap ise de, bu ümmet arasında inecektir, demektir. "Bir hakem olarak" buyruğu, bu şeriat ile hükmeden birisi olarak inecektir, demektir. O bağımsız bir risalete sahip ve nesh edici bir şeriatı olan bir nebi olarak inmeyecektir. O sadece bu ümmetin hakimlerinden bir hakim olacaktır. "Kıst" adalet demektir. İksat, adalet yapmak, muksit ad aletli kimse demektir. Fakat kaf harfi fethalı olarak "kast" ve bunun ism-u faili "kasıt" zulmeden birisinin halini anlatmak için kullanılır. Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Haçı kıracak" ibaresi, onu gerçekten de kıracak, hristiyanıarın onu tazim şeklindeki geçersiz kanaatlerini çürütecektir, demektir. Burada: 1 - Münker işlerin ve batıla ait araçların değiştirilmesine delil bulunmaktadır. Domuzun öldürülmesi de bu türden bir iştir. 2- Burada gerek bizim mezhebimizin, gerek cumhurun kanaati olan küfür diyarında yahut başka bir yerde domuzu bulup da, onu öldürme imkanım ız olduğu takdirde onu öldürebileceğimize ve eğer domuzun bir saldırganlığı yoksa, ona ilişilmez diyerek mezhebimize mensup olup, istisnai olarak bu kanaati kabul eden kimselerle bu kanaati paylaşan diğerlerinin görüşlerinin çürütüldüğüne delil bulunmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Cizyeyi kaldıracak" ibaresinin doğru anlamı şudur: O cizye almayı kabul etmeyecek, kafirlerden İslam'a girmekten başka bir seçeneğe razı olmayacak. Aralarından cizyeyi ödemeye kalkışanlara ilişmekten geri durmayacak. Aksine Müslüman olmak ya da öldürülmekten başka bir seçeneği kabul etmeyecek. İmam Ebu Süleyman elHattabi ve ondan başka diğer ilim adamları (Allah'ın rahmeti onlara olsun) böyle demişlerdir. Kadı İyaz (rahimehullah) da bazı ilim adamlarından bu anlamda görüş naklettikten sonra şunları söylemektedir: Burada sözü geçen malın çoğalması cizyenin konulmasından dolayı olabilir. Cizyenin konulması ise bütün kafirlere cizye yükümlülüğünün konulması demektir. Çünkü kimse onunla savaşmayacak, savaş ağırlıklarını bırakacak, bütün insanlar da ya Müslüman olmak suretiyle yahut teslim olmak suretiyle ona itaat edecek o da teslim olanların üzerine cizye yükümlülüğü kayacaktır. Kadı İyaz'ın açıklaması bu olmakla birlikte bu makbul bir açıklama değildir. Doğrusu bizim az önce yaptığımız açıklamadır. O da onun Müslüman olmayanlardan İslam'a girmekten başka bir seçenek kabul etmeyeceğidir. Buna dayanılarak ama bu günümüzdeki şeriat hükmüne aykırıdır denilebilir; çünkü kitap ehli olan bir kimse cizye vermeyi kabul ettiği takdirde onun bu teklifini kabul etmek icab eder. Onu . öldürmek de Müslüman olmaya zorlamak da caiz olmaz. Böyle bir kanaatin cevabı şudur: Sözkonusu edilen bu hüküm kıyamet gününe kadar geçerli bir hüküm değildir. Aksine bu hüküm İsa (aleyhisselam)'ın inişinden öncesine kadar diye kayıtlıdır; çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sahih hadislerle bu hükmün nesh edileceğini haber vermiştir. İsa (aleyhisselam) bunun nesh edicisi değildir. Aksine bu neshi beyan eden bizim Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dir; çünkü İsa (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim şeriatimiz ile hükmedecektir. Böylelikle onun o zamanda cizyeyi kabul etmemesi Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şeriatının bir hükmü olduğuna delildir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ve mal çoğalacak" buyruğunun anlamı da: Çoğalacak, bereketler inecek ve hayırlar artacaktır. Buna sebep ise adalet ve haksızlığın olmamasıdır. Başka bir hadiste geldiği gibi "yer de ciğer parçalannı kusacaktır." (2/190) Aynı şekilde emellerin kısalacak ve kıyametin yaklaştığını öğrenecekleri için dünyaya rağbetler de azalacaktır çünkü İsa (a1eyhisselam) kıyametin alametlerinden birisi olacaktır. Allah en iyi bilendir. Diğer rivayette (388) geçen: "Öyle ki tek bir secde dahi dünyadan ve dünyadakilerden hayırlı olacaktır" sözlerinin anlamı -Allah-u alem- şudur: Emellerinin kısalacağından ve kıyametin yaklaştığını bileceklerinden namaza ve diğer itaatlere rağbetleri artacaktır. Dünyaya rağbet ve isteklerinin azalmasına sebep ise ona daha az ihtiyaç duymaları olacaktır. Hadisten açıkça anlaşılan anlam budur. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Yani bir secdenin ecri onu yerine getiren kimse için dünyayı ve dünyadakileri sadaka olarak vermesinden daha hayırlı olacaktır. Çünkü o vakit mal dolup taşacak ve değeri azalacaktır. Cimrilik de, cihad uğrunda harcamak için ona ihtiyaç da azalacaktır. Hadiste geçen secde, secdenin kendisidir yahut namazı anlatan bir tabir de olabilir. Allah en iyi bilendir. "Sonra Ebu Hureyre diyor ki: İsterseniz: "Kitap ehlinden ölümünden önce ona iman etmeyecek kimse yoktur" (Nisa, 159) ayetini okuyunuz." Bu sözlerde Ebu Hureyre'nin bu ayet ile ilgili olarak "ölümünde" lafzındaki zamirin İsa (aleyhisselam)'a ait olduğu kanaatini taşıdığına dair açık bir delalet bulunmaktadır. Bu kanaatin anlamı da şu olur: İsa (aleyhisselam) zamanında kitap ehlinden olan herkes mutlaka ona iman edecek ve onun Allah'ın kulu ve Allah'ın kadın kulunun oğlu olduğunu bilecektir. (2/191) Bu aynı zamanda müfessirlerden bir topluluğun da kanaatidir; ama müfessirlerin çoğu ya da çoğunluğu zamirin kitap ehlinden olan kişiye ait olduğu kanaatindedir. Anlamı da şöyle olur: Kitap ehlinden her kimin ölümü yaklaşırsa mutlaka ölümü halinde ama ruhu bedeninden çıkmadan, İsa (a1eyhisselam)'a, onun Allah'ın kulu ve Allah'ın kadın kulunun oğlu olduğuna inanacaktır. Fakat bu imanın kendisine bir faydası olmaz; çünkü bu iman ölüm halinde ve ruhun alınması sırasında gerçekleşen bir imandır. Böyle bir halde ise yapılan işin yahut söylenen sözün bir hükmü yoktur. Bu halde iken Müslüman olmak, kafir olmak, vasiyet, alışveriş, köle azad etmek ve bunun dışındaki diğer sözlerin hiçbiri sahih değildir; çünkü yüce Allah'ın: "Yoksa tövbe kötülükleri işleyip, durup da nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: Ben şimdi gerçekten tövbe ettim diyenlerin ve kafir olarak öleceklerin ki değildir. " (Nisa, 18) buyruğu bunu gerektirmektedir. Bu görüş daha güçlüdür; çünkü birinci görüş kitap ehline mensup olan kişiyi tahsis ebnektedir. (Yani özelolarak İsa'nın nüzulü döneminde olan kitap ehlini kapsamaktadır) ama Kur'an'ın zahirinden anlaşılan ise İsa'nın zamanında olsun, onun nuzülünden önceki zamanda olsun bütün kitap ehlini kapsayacak genel bir buyruk olmasını gerektirmektedir. Ayrıca bunu: "Ölümlerinden önce" diye okuyanların kıraati de desteklemektedir. (Nisa, 159'daki) "ona" zamirinin Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e "ölümünde" lafzındaki zamirin ise kitap ehlinden olan kişiye ait olduğu da söylenmiştir. Senette (389) "Ata b. Mina" isminde mim kesreli, sonu ise memdud elif'tir. Meşhur olan budur fakat el-Metali sahibi hem med'li okunur, hem kasr ile okunur demiştir. Allah en iyi bilendir. Rvsulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Genç develer bırakılacak ve onlara ragbet edilmeyecektir" buyruğuna gelince, "el-kılas" lafzı "kalus"un çoğuludur. Develerin genç olanları hakkında kullanılır yani bunlara rağbet edilmeyecek, bunlara sahip olmak arzusu duyulmayacak. Buna sebep de malların çoğalması, amellerin azalması, mala ihtiyaç duyulmayıp, kıyametin yaklaşacağının bilinmesidir. Genç develerin sözkonusu edilmesinin sebebi ise Arapların mallarının en değerlileri olan deve türünün en üstünü olmalarından dolayıdır. Bu yönüyle yüce Allah'ın: "Doğumu yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman" (Tekvir, 4) buyruğunun anlamına benzemektedir. "Onlara itibar edilmeyecek. " Yani onlara kimse aldırmayacak, sahipleri onları önemsemeyecek, onlara dikkat ebneyecek. Zahir olan anlam budur. Kadı İyaz ve el-Metali sahibi -Allah'ın rahmeti onlara olsun- şöyle demişlerdir: Onlara itibar edilmemesi zekatlarının istenmemesi demektir. Çünkü zekatı kabul edecek kimse bulunmayacaktır ama bu gerek bu hadisten, gerek başkalemndan anlaşılan çeşitli sebeplerden dolayı batıl bir açıklamadır. Doğrusu bizim az önce kaydettiğimizdir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Düşmanlık yok olup gidecektir" buyruğundan kasıt adavet ve düşmanlıktır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Malı (almaya) çağnlacaklar ama kimse onu kabul etmeyecek. " buyruğunda geçen kimsenin onu kabul ebneyişinin sebebi belirttiğimiz üzere malın çokluğu, emellerin kısalmış olması, ona ihtiyaç duyulmaması ve kıyametin yaklaştığının bilinmesi sebebiyle ona olan rağbetin azalması olacaktır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (393): "Ümmetimden bir taife ... çarpışacaktır" buyruğu ile ilgili açıklamayı ve bu hadis ile (2/193) "kıyamet Allah Allah diyen kimsenin başına kopmayacaktır" hadisinin bir arada nasıl anlaşılacağını açıklamış bulunmaktayız

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve Ali b. Hucr tahdis edip dediler ki: Bize İsmail -b. Cafer demek istiyorlar- el-Ala'dan -ki İbn Abdurrahman'dır- tahdis etti. O babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş battığı yerden doğacak olursa insanların hepsi tamamen iman edecekler. İşte "Rabbinin ayet/erinden biri geldiği gün daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez." (En'am, 158) denilen gün o gündür. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, İbn Numeyr ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki: Bize İbn Fudayl tahdis etti. (H) Bize Cerir de (İbn Fudayl ile) ikisi Umare b. el-Ka'ka'dan tahdis etti. O Ebu Zur'a'dan, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (H). Yine bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Huseyn b. Ali, Zaide'den tahdis etti. O Abdullah b. Zekvan'dan, o Abdurrahman el-A'rec'den, o Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den (H). Bize Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'ten tahdis etti. O Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den el-Ala'nın babasından, onun Ebu Hureyre'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği (bundan önceki) hadisi aynen rivayet etti. Diğer tahric: Ebu Zur'a'nın rivayet ettiği hadisi Buhari, 4635; Ebu Davud, 4312; İbn Mace, 4068; Tuhfetu'l-Eşraf, 14897 Ebu Bekr b. Ebi Şeybe'nir. rivayetini yalnızca Müslim rivayet etmiş olup, Tuhfetu'l-Eşraf, 136S9 Muhammed b. Rafi'in rivayetini Buhari, 4636; Tuhfetu'l-Eşraf, 14716 AÇIKLAMA 159.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Zuheyr b. Harb tahdis edip dediler ki: Bize Vekı' tahdis etti (H). Bunu bana Zuheyr b. Harb da tahdis etti. Bize İshak b. Yusuf el-Ezrak tahdis etti. Hepsi Fudayl b. Gazvan'dan rivayet etti (H). Bize Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala da -ki lafız ona aittirtahdis etti. Bize İbn Fudayl babasından tahdis etti. O Ebu Hazim'den, o Ebu Hureyre' den şöyle dediğini nakletti: - Resulul!ah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Üç (alamet) çıkacak olursa eğer, önceden iman etmemiş, yahut imanı hususunda bir hayır kazanmamış ise, hiçbir nefse iman etmesi fayda vermeyecektir: Güneşin battığı yerden çıkması, Deccal ve Dabbetu'l-arz. " Diğer tahric: Tirmizi, 3072; Tuhfetu'l-Eşraf, 13421 AÇIKLAMA 159.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Eyyub ve İshak b. İbrahim birlikte İbn Uleyye'den tahdis etti. İbn Eyyub, bize İbn Uleyye tahdis etti, dedi. Bize Yunus, İbrahim b. Ebu Yezid'den tahdis etti. -O bunu bildiğim kadarıyla- babasından dinledi. O Ebu Zerr'den rivayet ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gün: "Bu güneşin nereye gittiğini biliyormusunuz" diye sordu. Ashab: Allah ve Resulü en iyi bilir, dediler. O şöyle buyurdu: "Bu şüphesiz Arşın altında karar kılacağı yere varıncaya kadar akıp gider. Oraya varınca secdeye kapanır. Kendisine: Kalk ve geldiğin yerden dön, denilinceye kadar bu halde kalmaya devam eder. Ona böyle denilince kalkar, o da sabahleyin doğduğu yerden doğar. Sonra yine Arşın altındaki karar kıldığı yere varıncaya kadar akar. Oraya varınca secdeye kapanır ve kendisine: Kalk, geldiğin yerden dön, denilinceye kadar bu halde kalmaya devam eder. Ona bu sözler söylenince geri döner ve doğduğu yerden sabahleyin doğar. Sonra yine akıp gider ve insanlar güneşin halinden alışmadık bir şey görmezler. Nihayet Arşın altında karar kıldığı o yere varır. Bu sefer ona: Haydi kalk ve sabah battığın yerden doğ denilince, o da sabahleyin battığı yerden doğar. " Sonra ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O ne zaman olacaktır biliyor musunuz? O: "Daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez." (En'am, 158) buyruğunda kastedilen zaman olacaktır" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3199, 4802, 4803 -muhtasar olarak-, 7424, 7433; Ebu Davud, 4002; Tirmizi, 2186,3227; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdülhamid b. Beyân el-Vâsati de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid yani İbni Abdillâh, Yunus'dan, o da İbrâhim-i Teymi'den, o da Babasından, o da Ebu Zerr'den naklen haber verdi. Ki, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gün: "Bu güneşin nereye gittiğini biliyor musunuz" dedi ve hadisi (bundan önceki) İbn Uleyye'nin hadisi ile aynı manada olmak üzere rivayet etti

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb dahi rivayet ettiler. Lâfız Ebu Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Ebu Muâviye rivayet etti. (Dedi ki): Bize EI-A'meş İbrahim et-Teymi'den, o da babasından, o da Ebu Zerr'den naklen rivayet etti. Ebu Zerr dedi ki: Mescide girdim, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturuyordu. Güneş batınca: "Ey Ebu Zerr bunun nereye gittiğini biliyor musun" diye sordu. Ben: Allah ve Resulü en iyi bilir dedim. O: "O gider, secde etmek için izin ister. Ona izin verilir sonra da ona: Geldiğin yerden dön, denilir. Sonunda da battığı yerden doğar" buyurdu. (Ebu Zerr) dedi ki: Sonra (Allah Resulü) Abdullah'ın kıraatinde olduğu gibi: "Ve bu, onun için karar kılacağı bir yerdir" diye okudu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Said el-Eşec ve İshak b. İbrahim tahdis etti, İshak (2/60b) bize Vekl' haber verdi derken, el-Eşec tahdis etti dedi. Bize A'meş, İbrahim et-Teymi'den tahdis etti. O babasından, o Ebu Zerr'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Allah Teala'nın: "Güneş de kendisi için belirlenmiş bir karar yerine kadar akıp gider. " (Yasin, 38) buyruğu hakkında soru sordum. O: "Onun karar kıldığı yer Arşın altıdır" buyurdu, DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (394-400 numaralı hadisler): Bu babta (394) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Güneş batısından doğmadan kıyamet kopmayacaktır ... " (2/194) hadisi ile diğer rivayette (396): "Üç alamet çıkacak olursa,., ve Ddbbetu'l-arz" buyruğu yer almaktadır. Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu hadis, hadis, fıkıh ve ehl-i sünnet kelamcılarına göre -onu tevil eden Batınilere muhalif olarak- zahiri üzere kabul edilmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in son hadiste (400) güneş hakkında: "Onun karar kıldığı yer Arşın altıdır" buyruğu ile "secdeye kapanır" ifadeleri müfessirlerin hakkında ihtilafa düştüğü hususlardandır. (2/195) Bir topluluk hadisin zahirini kabul etmişlerdir. el-Vahidı dedi ki: Buna göre güneş her gün battıktan sonra Arşın altında karar kılar ve bu battığı yerden doğacağı zamana kadar böylece devam edecektir. Katade ve Mukatil de şöyle demişlerdir: Bunun anlamı güneşin kendisi için belirlenmiş bir zamana ve aşmayacağı bir vadeye kadar akıp gideceği şeklindedir, el-Vahidı dedi ki: Buna göre güneşin karar kılacağı zaman, dünyanın sonunun geleceği ve yol alışının sona ereceği vakittir. ez-Zeccac'ın tercih ettiği görüş budur. el-Kelbi dedi ki: Güneş aşıp, geride bırakmayacağı, karar kılacağı son yere varıncaya kadar konaklarında yürüyüp gider, sonra tekrar ilk konağına geri döner. (2/196) İbn Kuteybe de bu görüşü tercih etmiştir. Allah en iyi bilendir. Güneşin secde etmesine gelince, bu yüce Allah'ın onda halk ettiği temyiz (ayırt etme) ve idrak gücü ile olur. Hadisin senedinde (398) Abdulhamid b. Beyan el-Vasıt1 ~ardır. "Beyan" ismi be ve ondan sonra ye harfi iledir. Hadis-i şerifte açıklanacak daha başka yerler de vardır. Bunlar da yüce Allah'ın izniyle kitabın sonunda Müslim (rahimehullah)'ın hadisi tekrar zikredeceği yerde gelecektir. Doğruyu en iyi bilen şam yüce Allah'tır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu't-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh tahdis etti. Bize İbn Vehb haber verdi. Bana Yunus, İbn Şihab'dan haber verdi. Bize Urve b. Zubeyr'in tahdis ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe kendisine haber vererek dedi ki: - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vahyin ilk başlangıcı, uykuda gördüğü sadık rüya olmuştu. Gördüğü her bir rüya mutlaka sabahın aydınlığı gibi çıkardı. Sonra ona tenhada yalnız kalmak sevdirildi. Bundan dolayı Hira mağarasında yalnız başına aile halkının yanına dönmeden önce birkaç gece tahannüs ederdi -ki o taabbud demektir.- Bunun için yanına azık da alırdı, sonra Hatice'nin yanına döner yine o kadarlık bir süre için azık alırdı. Nihayet o Hira mağarasında iken ansızın hak karşısına çıkıverdi. Melek ona gelerek: Oku dedi. O: "Ben okuma bilmem" dedi. (Allah Resulü) dedi ki: "Melek beni aldı ve takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı sonra da beni bırakarak: Oku, dedi. (Allah ResuIü) dedi ki: Ben: Ben okuma bilmem, dedim. Bunun üzerine Melek yine beni aldı, ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıtı sonra salıverip, oku dedi. Ben: Ben okuma bilmem, dedim. Yine beni tutup, takatim kesilinceye kadar üçüncü defa sıktı sonra beni salıvererek şöyle dedi: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı (sülük gibi yapışan) bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en kerim olandır. O (kalemle) yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti." (Alak, 1-5) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onlarla boyun etleri titreyerek geri döndü ve nihayet Hatice'nin yanına girerek: "Beni örtün, beni örtün" buyurdu. Onu örttüler. Sonunda üzerindeki korku gitti, sonra Hatice'ye: "Ey Hatice bana ne oluyor" deyip, ona olup biteni haber verdi ve: "Kendim için korktum" dedi. Hatice ona şöyle dedi: Asla! Sevin, Allah'a yemin ederim ki, Allah seni hiçbir zaman mahcup etmeyecektir. Allah'a yemin ederim ki sen akrabalık bağını gözetirsin, doğru konuşursun. Aciz kimselerin işlerini kendin yüklenirsin. Fakire verir, ona kazandınrsın, misafiri ağırlar ona ikram edersin, hak yolda çıkan musibetlere karşı yardımcı olursun. Sonra Hatice onu alıp Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abduluzza'nın yanına götürdü. Varaka, Hatice'nin babasının kardeşi olan kendi amcasının oğlu idi. Cahiliye döneminde hristiyan olmuş bir kimse idi. Arapça yazı yazmayı bilir ve İncil'i de Allah'ın yazmasını dilediği kadar Arapça olarak yazardı. Oldukça yaşlı ve gözleri görmez bir ihtiyar idi. Hatice ona: Amcacığım, kardeşinin oğlunu bir dinle, dedi. Varaka b. Nevfel: Kardeşimin oğlu neler görüyorsun, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine neler gördüğünü haber verdi. Varaka ona: Bu Musa (aleyhisselam)'a indirilen namusdur. Keşke o zamanlarda gücü, kuvveti yerinde bir genç olsaydım, keşke kavmin seni çıkaracağı zaman hayatta olsaydım, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onlar beni çıkartacaklar mı ki" buyurdu. Varaka: Evet, senin getirdiklerini getirip de kendisine düşmanlık edilmemiş hiçbir adam yoktur. Şayet senin o gününe yetişecek olursam sana bütün gücümle olabildiği kadar yardım ederdim, dedi. Diğer tahric: Buhari, 4953; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti, bize Ma'mer haber verip dedi ki: Zühri dedi ki: Bana Urve, Aişe'den onun şöyle dediğini de haber verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vahyin ilk gelişi şöyle olmuştur. Sonra da (Ma'mer) hadisi Yunus'un naklettiği şeklide nakletti ancak o rivayetinde şöyle dedi: Allah'a yemin olsun ki Allah seni ebediyen mahcup etmeyecektir. Ayrıca dedi ki: Hatice: Ey amcaoğlu, kardeşinin oğlunu dinle, dedi. Diğer tahric: Buhari, 6972, 4956; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdulmelik b. Şuayb b. el-Leys de tahdis etti. Bana babam, dedemden tahdis etti. Bana Ukayl b. Halid tahdis etti. İbn Şihab dedi ki: Urve b. Zubeyr'i şöyle derken dinledim: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Aişe dedi ki: (Allah Resulü) Hatice'ye kalbi titreyerek geri döndü; sonra da hadisi (bundan önceki 401- numaralı) Yunus ile, (402- numaralı) Ma'mer hadisi gibi nakletti. Ancak her ikisinin hadislerinin baş tarafındaki: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e vahyin ilk olarak gelmesi sadık rüya ile başladı" sözünü zikretmedi. Ama Yunus'a da: "Allah'a yemin ederim ki Alıah ebediyen seni mahcup etmeyecektir" ibaresinde mutabaatta bulundu. Hatice'nin: Amcamın oğlu, kardeşinin oğlunu dinle, sözlerini de zikretti. Diğer tahric: Buhari, 3 uzun olarak hadisin tamamı, 4955 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf, 16540 DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN buraya tıklayın Öneri : 161‘i de okuyun

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dediki): Bize İbnİ Vehb haber verdi. Dediki: Bana Yunus rivayet etti. Dediki: İbn-i Şihab: Bana Ebu Selemete'bni Abdirrahman haber verdi ki, Cabir b. Abdullah el-Ensari -ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabındandır- şunu tahdis ederdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesilmesini anlatırken sözleri arasında şunları da söylemişti: "Bir ara ben yürürken semadan bir ses duydum. Başımı kaldırdım, Hira'da bana gelen meleği gök ile yer arasında bir kürsi üzerinde oturmuş halde görüverdim." Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Ondan alabildiğine korktum. Derhal dönüp: Beni örtün, beni örtün dedim. Onlar da beni iyice örttüler. Bunun üzerine şanı mübarek ve yüce Allah da: "Ey örtünüp bürünen, kalk ve korkut. Yalnız Rabbini büyük tanı, elbiseni de tertemiz et, pisliklerden uzak dur." (Müddessir, 1-5) buyruklarını indirdi." Pislik (er-rucz) putlardır. "Bundan sonra vahiy arka arkaya geldi" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3, 4922, 4923, 4925, 4953, 3238, 6214; TIrmizi, 3325; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Leys de tahdis etti. Bana babam, dedemden tahdis etti. Bana Ukayl b. Halid, İbn Şihab'dan tahdis etti. Ebu Seleme b. Abdurrahman'ı şöyle derken dinledim: Cabir b. Abdullah'ın bana haber verdiğine göre o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Sonra vahiy benden bir süre kesildi, bir süre vahiy inmedi. Bir ara ben yolda yürürken ... " Sonra da Yunus'un hadisi rivayet ettiği gibi zikretti. Ancak o rivayetinde şöyle dedi: "Ben ondan iyice korktum hatta yere kapandım" dedi. (İbn Şihab) dedi ki: Ebu Seleme dedi ki: Rucz (pislik) putlar demektir. Dedi ki: Sonra vahiy kızıştı ve arka arkaya inmeye başladı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer, ez-Zühri'den bu isnat ile Yunus'un hadisine yakın olarak haber verdi. (2/64a) Ayrıca dedi ki: Şanı yüce ve mübarek Allah: "Ey örtünüp bürünen" buyruğundan itibaren "pisliklerden uzak dur" (Müddessir, 1-5) buyruğuna kadar olanları, namaz farz kılınmadan önce indirdi. Rucz ise putlar demektir. (ez-Zühri) ayrıca: Ukayl'in dediği gibi: "Ondan çok korktum" dedi. Tahric bilgisi 404 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Züheyr bin Harb de tahdis etti. Bize Velid b. Müslim tahdis etti. Bize Evzai tahdis etti: Yahya'yı şöyle derken dinledim: Ebu Seleme'ye Kur'an'ın hangi suresi önce indirildi, dedim. O: ''Ey örtünüp bürünen'' (Müddessir 1) dedi. Ben: Yoksa İkra' mı, dedim. Bu sefer şöyle dedi: Cabir b. Abdullah'a: Kur'an'ın hangi suresi önce indirildi diye sordum. O: "Ey örtünüp bürünen, dedi." Ben: Yoksa İkra mı, dedim. Cabir: Ben size Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bize söylediğini tahdis ediyorum, dedi. O şöyle buyurdu: "Hira'da bir ay mücavir kaldım (ibadete çeki/dim). Mücavirliğimi bitirince indim, vadinin iç tarafından yoluma devam ettim. Bana seslenildi, önüme arkama, sağıma, soluma baktım. Hiç kimseyi görmedim sonra (yine) bana sesleni/di, bakındım yine kimseyi göremedim sonra bir daha bana seslenilince başımı kaldırdım onun havada arşın (tahtın) üzerinde olduğunu görüverdim. -Cebrail (aleyhisselam)'ı kastetmektedir.- Beni aşırı bir titreme tuttu, hemen Hatice'nin yanına gittim. Beni örtün, beni örtün, üzerime de su dökün, dedim. Sonra Aziz ve Celil Allah: "Ey örtünüp bürünen, kalk ve inzar et (korkut) ve yalnız Rabbini yücelt, elbiseni tertemiz et" (Müddessir, 1-4) buyruklarını indirdi

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Osman b. Ömer tahdis etti. Bize Ali b. el-Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnat ile haber verdi ve (Allah Resulü): "Onun yer i/e gök arasında arşın üzerinde oturmakta olduğunu görüverdim" (buyurdu), dedi. Tahric bilgisi 404 ile aynı. DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (401-408 numaralı hadisler): Bu babta bilinen meşhur hadisler yer almaktadır. Yüce Allah'ın izniyle sırasıyla lafızlarını ve manalarını ele alacağız. Senette (401): "Ebu't-Tahir b. Ebu's-Serh" vardır ki "Serh" isminin sin harfi fethalıdır. Aynı hadiste "Aişe (r.anha) dedi ki ... sadık rüyadır." Bu hadis ashab-ı kiramın (r.a.um) mürsel rivayetlerindendir; çünkü Aişe (r.anha) bu olaya yetişmemiştir. Dolayısıyla o bunu ya Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den yahuı: bir sahabiden dinlemiştir. Daha önce fasıllarda sahabenin mürsel rivayetinin bütün alimler tarafından delil kabul edildiğini ancak bu hususta üstad Ebu İshak el-İsferayini'nin tek başına benimsediği kanaatin bir istisna teşkil ettiğini söylemiş idik. Allah en iyi bilendir. Aişe (r.anha}'nın "sadık rüya" ifadesi Buhari (rahimehullah)'ın rivayetinde "salih rüya" şeklinde olup, her ikisi de aynı anlamdadır. Aişe (r.anha}'nın: "Gördüğü her bir rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi çıkardı" sözleri ile ilgili olarak dilbilginleri (sabah aydınlığı diye çevirdiğimiz) "felakussubh" ile "ferakussubh"ın sabah aydınlığı demek olduğunu söylemişlerdir. Bu tabir ise apaçık ve besbelli şey hakkında kullanılır. Kadı (rahimehullah) ve diğer ilim adamları şöyle demişlerdir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e önce böyle bir rüyanın gösterilmekle başlanması melek ile karşılaşmasının çok ani olmaması, açık ve kesin nübüwetin ona ansızın gelmemesi içindi. (2/197) Çünkü beşeriyetin güçleri ona katlanamaz. Bundan dolayı nübüwetin özelliklerinin ilki ve ikram ve lütuf müjdelerinin birincisi olan sadık rüya ile diğer hadislerde geçen ışık görmek, taşların ve ağaçların ona nübuwetini zikrederek selam verdiklerini ifade eden seslerini işitmesi ile başladı. Aişe (r.anha}'nın: "Sonra ona yalnızlık sevdirildi. .. ta ki aniden hak ile karşılaşıncaya kadar." Halvet (yalnız kalmak), salihlerin ve Allah'a çokça ibadet eden ariflerin bir halidir. Ebu Süleyman el-Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e uzletin (insanlardan ayrılmanın) sevdirilmesi bu hal ile kalbin başka meşguliyetlerden kurtulmasından ve bu halin düşünmeye, tefekküre yardımcı olmasından dolayıdır. Uzlet sayesinde insanlığın alışkanlıklarından uzaklaşır ve kalbi huşu duyar. Allah en iyi bilindir. Mağara: Dağdaki bir oyuktur. Çoğulu "ğıran" diye gelir. Meğar ve meğara ile ğar aynı anlamdadır. Küçültme ismi "ğuveyr" olarak gelir. Hira ise hı harfi kesreli, şeddesiz re ve sonu med iledir. Munsarıf ve müzekker isimdir, sahih olan budur. Kadı İyaz der ki: Bu lafız müzekker ve müennes de kullanılır ama müzekker kullanımı daha çoktur. Onu müzekker kabul eden aynı zamanda munsarıf olarak değerlendirir. Müennes görene göre ise munsarıf değildir. O takdirde de dağın bulunduğu bölgeyi veya ciheti kastetmiş olur. Yine Kadı İyaz dedi ki: Bazıları bu kelimeyi fethalı ha ve maksur elif ile: Hara diye söylemiş ise de bunun hiçbir kıymeti yoktur. Saleb'in öğrencisi Ebu Ömer ez-Zahid, Ebu Süleyman el-Hattabi ve başkaları der ki: Hadis alimleri ile avam "hira" isminde üç yerde hata ederler: Ha harfi kesreli olduğu halde fethalı telaffuz ederler, yine ra harfi fethalı olduğu halde kesreli telaffuz ederler, memdud olduğu halde elif'i kasr ile okurlar. Hira Mekke' den Mina'ya gidenin sol tarafında kalan Mekke' den yaklaşık üç mil uzaklıktaki bir dağdır. Tehannus: Hadiste teabbud olarak açıklanmıştır ve bu doğru bir açıklamadır. "el-Hıns" aslında günah anlamındadır. Tehannüs ediyor ise, hıns denilen günahtan uzak duruyor demek olur, sanki o yaptığı ibadet ile kendisini hıns (günah}den alıkoymuş olur. Teharruc ve teessüm de tehannüse benzer yani harec ve ism (vebal}den uzak durmak demektir. Aişe (r.anha)' nın: "Belli sayıdaki geceler" ifadesi taabbud ile değil tahannüs ile alakalıdır. Yani belli sayıdaki geceler tahannüs ederdi (ibadet ederdi). Eğer bu taabbud ile alakalı kabul edilirse mana bozulur. (2/198) Çünkü tehannüs için birkaç gece olma şartı aranmaz, aksine az ve çok süre hakkında kullanılır. Taabbud diye yapılan açıklaması ise Aişe (r.anha)'nın sözü arasına girmiş bir açıklamadır. Onun sözleri ise: "Orada belli sayıda geceler de tehannüs ederdi" şeklindedir. Allah en iyi bilendir. "Aniden ona hak gelince" aniden ona vahiy gelince demektir. Çünkü kendisi vahyin gelmesini beklemiyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben okuma bilmem" sözü ben güzel okumayı beceremiyorum demektir. Buradaki "ma" olumsuzluk içindir, doğrusu budur. Kadı İyaz (rahimehullah) bununla ilgili olarak ilim adamları arasında görüş ayrılığından bahsetmektedir. Bazı ilim adamları bunu olumsuz (nafiye) olarak kabul ederken, bazıları bunu soru edatı (istifhamiye) diye kabul etmiştir. Halbuki haberin başına be harfinin gelmesi ile bu açıklama zayıf görülmüştür. Kadı İyaz der ki: Bunu "(i ji lo): Ne okuyayım" diye rivayet edenlerin bu rivayeti, buradaki ma'nın soru edatı olduğunu söyleyenlerin görüşünün sahih olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte bu edatın bu rivayette de olumsuzluk (nefy) edatı olması mümkündür. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "takatim kesilinceye kadar beni SIkıştırdı, sonra beni bıraktı" buyruğuda, beni sıkıştırdı ve beni kucakladı, demektir. Gatta (tı ile) Gette (te ile) asara, halaka ve gameze fiilleri de hep aynı anlamdadır. ("Takat" anlamını verdiğimiz) "el-cuhd" kelimesinde cim harfi hem fethalı, hem ötreli söylenebilir. Bu da ileri derecede meşakkat ve zorluk demektir. "el-Cuhd (takat)" kelimesinin son harfi olan dal harfi nasb ile de ref ile de okunabilir. Nasb ile okunursa Cebrail beni takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı anlamına gelir, ref ile okunursa (o beni sıkıştırınca) benim takatim adeta kesildi demek olur. Bu şekildeki iki okuyuşu zikredenler arasında et-Tahrir sahibi ve başkalan da vardır. "Beni bıraktı." Beni salıverdi (sıkıştırmasını bitirdi) demektir. İlim adamları dedi ki: Bu sıkıştırmaktaki hikmet başka şeylere yönelmekten onu alıkoyup, ona söyleyecekleri ile kalbinin tam anlamıyla ve ileri derecede huzur ile ilgilenmesini sağlamaktır. Bu sıkıştırmanın üç defa tekrar edilmesi de dikkatini toplaması için bir mübalağadır. Bundan da ilim öğreten hocanın öğrencisinin dikkatini toplamasını sağlamakta ihtiyatlı olması ve ona kalbini uyanık tutmasını emretmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. Resulullah {sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Sonra beni bıraktı ve yaratan Rabbinin adıyla oku, dedi." Bu Kur'an-ı Kerim'den ilk inen buyrukların "oku ... " olduğunun apaçık delilidir. Selef ve haleften büyük çoğunlukların benimsedikleri doğru kanaat de budur. İlk indirilen buyrukların "ey örtünüp bürünen" (Müddessir, I) olduğu söylenmiş ise de bunun bir kıymeti yoktur. (2/199) Bunu bu babta bu hadisten sonra yeri gelince yüce Allah'ın izniyle sözkonusu edeceğiz. "Bismillahirrahmanirrahim" surelerin başında Kur'an-ı Kerim'den değildir diyen bazı kimseler de bu hadisi delil göstermişlerdir; çünkü burada bismillahirrahmanirrahim sözkonusu edilmemiştir. Surelerin başında bir ayet olduğunu kabul edenler ise besmele'nin ilk olarak nazil olmadığını ama surenin geri kalan kısmının başka bir zamanda indiği gibi, besmelenin de başka bir zamanda indiğini söyleyerek cevap vermişlerdir. Aişe {r.anha)'nın: "Boyun etleri titriyordu" sözlerinde titriyor, oynayıp duruyordu, demektir. Ebu Ubeyd ve diğer dilbilginleri ile Garibu'lHadis alimleri derler ki "bevadir" omuz ile boyun arasındaki ete denir. İnsan korktuğu zaman bunlar hareket eder, oynar. Raswullah {sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Zemmiluni zemmiluni" demesi rivayetlerde bu şekilde iki defa tekrar edilmiştir. Beni elbiselerle örtün, elbiselerle beni sann, demektir. "Kendim için korktum" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Bu kendisine yüce Allah'tan gelen (vahiy) hakkında şüphe ettiği anlamında değildir. O bu işi taşıyabilecek gücü bulamamaktan korkmuş ve vahyin yüklerini kaldıramayıp, öleceğinden çekinmiş olabilir. Yahut bu sözleri gerek uykuda, gerek uyanıkken gördüğü ilk müjde halleri ile melek ile karşılaşmadan ve Rabbinin risaletinin kendisine geldiğinden muhakkak olarak emin olmadan önce işittiği sesler ile ilgili olabilir. Böylelikle o bu halin kovulmuş şeytandan da olabileceğinden korkmuş olmaktadır. Ama melek kendisine şanı yüce Rabbinin risaletini getirdikten sonra, bu hususta onun şüphe etmiş olması asla mümkün değildir. Şeytanın ona baskı yapıp, etkilemiş olacağından asla korkulmaz. İşte peygamber olarak gönderilmesi ile ilgili hadiste bu türden varid olmuş bütün rivayetlerin bu yolla yorumlanması, anlaşılması gerekir. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın Sahih-i Müslim şerhindeki sözleri bunlardır. O eş-Şifa adlı kitabında da bu iki ihtimali geniş açıklamalarla sözkonusu etmiştir ama bu ikinci ihtimal zayıftır. Çünkü hadisin açık ifadelerine aykırıdır. Zira bu hali meleğin onu kucaklayıp, sıkıştırmasından ve kendisine "yaratan Rabbinin adı ile oku" diye başlayan vahyi getirmesinden sonra olmuştu. Allah en iyi bilendir. Aişe (r.anha)'nın: "Hatice ona: Asla, sana müjde ... dedi." Onun "kella: asla" sözü burada nefy ve uzaklaştırmak manasındadır. (2/200) Bu da bu edatın anlamlarından birisidir. Bazen gerçekten, bazen uyarmak için kullanılan "ela" anlamında kullanılır, bazen onunla söze başlanılır. Kur'an-ı Azimuşşan'da da birkaç türlü kullanılmıştır. İmam Ebu Bekr b. el-Enbari, elVakf ve'l-İbtida adlı eserinin bir babında bu edatın kısımlarını ve kullanıldığı yerleri bir arada zikretmiş bulunmaktadır. "(......): Seni mahçup etmez" ibaresinde ye harfi ötrelidir. Bu kelime (401 numaralı) Yunus'un ve (403 numaralı) Ukayl'in rivayetinde bu şekilde olmakla birlikte Ma'mer rivayetinde:" (d; ~ '1): Seni üzmeyecektir" anlamındadır. Diğer rivayet rezil olmak ve değerinin düşürülmesi anlamını ifade eder. "S ıla-i rahim: akrabalık bağını gözetmek" Akrabalara gözeten ve gözetilenin durumuna göre iyilik yapmak demektir. Bu bazen mal ile bazen hizmette bulunmakla, bazen ziyaretle, selam vermekle ve başka yollarla olur. "el-Kell: Aciz"in asıl anlamı ağırlıktır. Yüce Allah'ın: "Kendisi de efendisine yük olan "kell" (Nahı, 76) buyruğu da bunun gibidir. Aciz olanın yükünün taşınmasının kapsamına zayıfa, yetime, aile halkına ve daha başkalarına infakta bulunmak da girer. Bu da bitkin düşmek demek olan "el-keıaı"den gelmektedir. "Fakire, bir şeyi olmayana kazandırırsın" ibaresinde fiilin te harfi fethalıdır, meşhur ve sahih olan budur. Kadı İyaz bunu çoğunluğun rivayeti olarak nakletmekte ve şunları söylemektedir: Bazıları ise bu harfi ötreli olarak rivayet etmişlerdir. Ebu'l-Abbas, Saleb ve Ebu Süleyman el-Hattabi ile dilbilginlerinden bir topluluk da "kesebe" ve "eksebe" fiillerinin aynı anlamda iki ayrı söyleyiş olmakla birlikte hepsinin ittifakı ile elifsiz olarak "kesebe" şeklinin olduğunu söylemişlerdir. "Bir şeyi olmayana kazandırırsın" ibaresinin anlamına gelince, te harfini ötreli olarak rivayet edenlere göre, sen bir şeyi olmayan senden başkasına mal kazandırırsın, kazanmasını sağlarsın, demek olur. Bu da senin malı o kimseye bağış olarak vermen anlamındadır. Bunun sen insanlara senden başka kimsede bulamayacakları oldukça nefis faydalı şeyler ve üstün ahlaki değerler verirsin anlamında olduğu da söylenmiştir. Te harfinin fethalı rivayeti ile ilgili olarak da anlamının ötreli okunuşu ile aynı olduğu söylendiği gibi, sen olmayan malı kazanır ve başkasının kazanmaktan, elde etmekten aciz olduğu kadarını sen elde edersin, demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü Araplar özellikle de Kureyşliler olmayan malı kazanmakla birbirlerine karşı övünürlerdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de ticaretinde oldukça kısmetli idi. Bu açıklamayı da Kadı İyaz, ed-Delail sahibi Sabit'ten nakletmektedir. Ancak bu açıklama zayıf yahut yanlıştır. Böyle bir yerde bu açıklamanın ne anlamı olur ki? Ancak ona bazı laflZlar ekleyerek doğru bir açıklama haline getirilmesi de mümkündür. Bu durumda da anlamı şöyle olur: Sen, senden başkasının kazanamayacağı kadar çok miktarda mal kazanır, sonra bunu çeşitli hayır yollarında ve faziletli alanlarda cömertçe harcarsın. Nitekim kendisi de aciz olanı taşıması, akrabalık bağını gözetmesi, misafire ikramda bulunması hak yolda karşılaşılan musibetlere yardımcı olması gibi sözünü ettiği faziletli haller buna benzer. Evet, bu kelime ile ilgili doğru açıklama budur (2/201). et-Tahrir sahibi der ki: Burada "yoksul" kazanmaktan aciz, hiçbir şeyi bulunmayan, muhtaç adam demektir. Ona yoksul (ma' düm) adının verilmesi ölmüş ve yok olmuş kişi gibi oluşundan dolayıdır; çünkü başkasının tasarrufta bulunduğu gibi, o da maişetinde tasarrufta bulunamamaktadır. Hattabi bunun doğru şeklinin vav'sız olarak "el-mudem/el-mudim" olduğunu söylemiştir. Ancak Hattabi'nin dediği gibi değildir, aksine ravilerin rivayet ettiği şekil doğrudur. "Yoksula kazandırırsın" ifadesinin aciz bir kimseyi arayıp, onun hayat bulmasını, canlanmasını sağlarsın, bunun için çalışırsın anlamında olduğu da söylenmiştir. "Kesb: kazanmak" istifade etmek, yararlanmak demektir. et-Tahrir sahibinin bu açıklamalarının bu laflZ ile ilgili belirttiğim gibi kısmen uygun tarafları olmakla birlikte doğru ve tercih edilen, az önce yaptığım açıklamadır. Allah en iyi bilendir. Hatice (r.anha) validemizin: "Misafiri ağırlarsın" ibaresinde te harfi fethalıdır. Misafire yedirilen yemeğe bu fiilden gelen isim olarak "kıra" denilir. Bu işi yapana (etken ortaç): karın denilir. "Hak uğrundaki musibetlere yardımcı olursun" sözlerine gelince, nevaib musibet demek olan naibe'nin çoğuludur. Hak musibet demesinin sebebi böyle bir olayın bazen hayır uğrunda, bazen şer uğrunda olmasının mümkün oluşundan dolayıdır. Lebid şöyle der: "Hayır ve şerden türlü musibetler (hadiseler}in her ikisi de Hayır da uzayıp gitmez, şer de yapışıp kalmaz." İlim adamları (r.a) dedi ki: Hatice (r.anha)'nın söylediği bu sözlerin anlamı şudur: Sana hoşuna gitmeyecek bir şey gelip, isabet etmez; çünkü Allah seni üstün ahlaki değerlere ve oldukça büyük erdemlere sahip kılmıştır. Bunun da çeşitli örneklerini sözkonusu etmektedir. İşte bu, güzel ahlakın ve iyi hasletlerin kötü ve yıkıcı hadiselerden esen kalmaya sebep olacağını göstermektedir. Ayrıca bir maslahatı göz önünde bulundurarak bazı hallerde insanı yüzüne karşı övmek mümkündür. Diğer taraftan korkacağı bir hal ile karşı karşıya kalmış bir kimseyi teselli edip, onu müjdelemek ve ona esenliğe kavuşmasının sebeplerini zikretmek yerindedir. Ayrıca bunlarda Hatice (r.anha)'nın pek mükemmel, sağlam görüş sahibi, güçlü bir kişiliği, sapasağlam bir kalbi ve derinliğine anlayışı (fıkhı) pek büyük birisi olduğunun en büyük delili ve en açık bir belgesidir. Allah en iyi bilendir. Hatice (r.anha)'nın Varaka hakkında: "Cahiliye döneminde hristiyanlaşmış bir adam idi" sözleri hristiyanlık dinine girmişti demektir. Cahiliye ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in risaletinden önceki dönemin adıdır. Onlara bu adın veriliş sebebi ileri derecede bir cehalet içerisinde bulunmaları idi. Allah en iyi bilendir. Hatice (r.anha)'nın: "Arapça yazı yazardı. .. Allah'ın yazmasını dilediği kadarını yazardı." Müslim'de ibare bu şekildedir. Hem Arapça yazardı, hem de İncil'den Arapça yazardı, şeklindedir. Buhari'nin Sahihinin baş tarafında ise: "O kitabı İbranice yazardı. İncil' den İbranice yazardı" şeklindedir. Her ikisi de sahihtir. Bunların ifade ettiği mana da şudur: O hristiyanlık dinini İncil hakkında bazı çalışmalar yapacak kadar öğrenmişti. Oradan dilediği yeri isterse İbranice, isterce Arapça yazabiliyordu. Allah en iyi bilendir. "Hatice (r.anha) ona: amcacığım kardeşinin oğlunu dinle, dedi." Diğer rivayette (403): "Hatice: Ey amcamın oğlu ... dedi" şeklindedir. Asıllarda bu şekildedir. Birinci rivayette amca, ikinci rivayette amcaoğlu denilmektedir. Her ikisi de doğrudur. İkincisinin doğru olması hadisin baş tarafında zikrettiği gibi gerçekten amcasının oğlu olduğundan dolayı böyle denilmiştir. Çünkü adı Varaka b. Nevfel b. Esed'dir. Kendisi ise Hatice bnt. Huveylid b. Esed' dir. Birincisinde ona amca demesi ise saygı için mecazen demiştir. Bu Arapların hitap adabındaki adetleridir. Küçük büyüğe ona saygı ve mertebesini yükseltmek maksadıyla, amca diye hitap eder. Amcamın oğlu hitabı ile ise bu maksat hasıl olmaz. Allah en iyi bilendir. Varaka'nın: "Bu Musa (aleyhisselam)'a indirilen namustur" sözünde de namus'tan kasıt, Cebrail (aleyhisseıam)'dır. Dilciler ve Garibu'l-Hadis bilginleri der ki: Sözlükte namus hayırlı bir sırrı saklayan kimsedir. Casus ise şer olan sırrı saklayan kişidir. -Sin harfi ile- "nemese" kökü ise gizleyip, saklamak demektir. Namese ise gizlice bir şeyler söylemek anlamındadır. Cebrail (aleyhisselam)'a namus denileceği üzerinde de ilim adamları ittifak etmişlerdir. Aynı şekilde burada onun kastedildiğini de ittifakla kabul etmişlerdir. el-Herevi dedi ki: Ona bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın gaybı ve vahyi bildirme özelliğini ona tahsis etmiş olmasından dolayıdır. "Musa (aleyhisselam)'a indirilen" ibaresi de her iki sahihte ve diğer hadis kaynaklarında da bu şekildedir, meşhur olan da budur. Biz bunu Sahihin dışındaki kaynaklarda: "İsa (aleyhisselam)'a inen" diye rivayet etmiş bulunuyoruz. Her ikisi de sahihtir. Yine Varaka'nın: "Keşke o zaman güçlü kuwetli olsaydım" ifadesindeki "o" zamiri nübüwet günlerine ve süresine aittir. Keşke o günlerde genç ve güçlü birisi olsaydım da sana en ileri derecede yardımcı olabilseydim. Bu anlamda bu lafız aslında hayvanlar için kullanılır, burada bunu kendisi için istiare yoluyla kullanmıştır. "Güçlü kuwetli" anlamındaki "ceza" kelimesi Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde ve diğer kaynaklarda meşhur olan rivayeti "nasb" iledir. Kadı İyaz der ki: İbn Mahan'ın rivayetinde ref ile gelmiştir. Buhari'de el-Asili rivayetinde de bu şekildedir. Bu rivayet açıktır, fakat nasb ile rivayeti açıklama hususunda ilim adamları ihtilaf halindedirler. el-Hattabi, el-Maziri ve başkaları (2/203) şöyle demektedir: Nasb ile okunması hazfedilmiş "kane"nin haberi kabul edilmesine binaendir. Bu Kufeli nahivcilerin mezhebine göre böyle gelebilir. Kadı İyaz der ki: Bana göre bu lafız halolarak nasbedilmiştir. "Leyte"nin haberi ise "fiha: o zamanda, o vakitte" lafzıdır. Kadı İyaz'ın tercih ettiği bu görüş yine hocalarımız arasından ve kendilerine güvenilen daha başkalarının tahkik ve bilgi ehli olanlarının tercih ettiği bir görüştür. Allah en iyi bilendir. Varaka'nın: "Eğer senin gününe erişirsem" yani peygamber olarak çıkacağın zamana kadar yaşarsam "sana oldukça güçlü bir şekilde yardım ederim" güçlü ve ileri derecede yardımcı olurum anlamındadır. Diğer rivayette (402): "Bize Ma'mer haber verdi. Dedi ki: ez-Zührı dedi ki: Bana Urve de haber verdi" ibaresi asıl nüshalarda da bu şekilde "ve ahbaranı: ve bana haber verdi" diye vav iledir, sahih olan budur. "Bana haber verdi" diyen ez-Zühri'dir. Buradaki vav'ın ince bir faydası vardır ki, daha önce birkaç yerde bunu açıklamıştık. O da şudur: Ma'mer, ez-Zühri'den çeşitli hadisler dinlemiş olup, ez-Zühri bunları rivayet ederken bana Urve şunu haber verdi ve bana Urve şunu haber verdi deyip, hadislerin tamamını rivayet eder. Ma'mer ilk hadisin dışında bir hadis rivayet etmek isterse şöyle derdi: ez-Zühri dedi ki: Bana Urve şunu da haber verdi deyip, işittiği gibi rivayet etmek için başa vav getirmiştir. Bu ise ihtiyat, tahkik, lafızları korumak ve bunlar için gereken dikkati göstermek türündendir. Allah en iyi bilendir. Yine bu rivayette yani (402) Ma'mer rivayetinde: "Allah'a yemin ederim ki Allah seni üzmeyecektir" demektedir ki buna dair açıklamayı daha önce yaptık. (2/204) Ukayli rivayetinde (403): "Kalbi titriyordu" ibaresine gelince, daha önce "Yemenliler kalpleri en ince kimselerdir" hadisinde kalp ile fuad arasındaki farkı açıklamıştık. Hatice (r.anha)'nm, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kalbinin titrediğini bilmesine gelince göründüğü kadarıyla o bunu gerçekten görmüştü. Görmemekle birlikte bunu halinin belirtilerinden ve şeklinden bilmiş olması da mümkündür. (404) "Cabir b. Abdullah el-Ensari -ki Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabındandı-" şeklindeki ibareler hadiste zaman zaman tekrarlanan türden ibarelerdir. Onlara dikkat çekmek gerekir. Şöyle ki o (Ebu Seleme) "Cabir' den -ki o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabındandı-" diye rivayette bulunmuştur. Cabir b. Abdullah el-Ensari (r.a.)'ın ashab-ı kiramın en ileri derecede meşhurlarından birisi olduğu ise bilinen bir husustur. Hatta o Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den en çok rivayet nakleden alb sahabiden biridir. Bunun cevabı şudur: Bazı raviler onun sahabi olduğunu bilmemesi ihtimali bulunan kimselere muhatap olmuşlardı. Bunu açıklayarak böyle bir yanılmayı ortadan kaldırmış sonra da bu şekilde rivayet devam etmiş bulunmaktadır. Eğer: Bu isnatta yer alan bu raviler üstün ve değerli imamlardır. Bunların Cabir'in sahabiliğini bilmemesi nasıl düşünülebilir denilecek olursa şöyle cevap verilir: Bu hususun bazılarına açıklanması ilimde ilerlemeden ve bilgi sahibi olmadan önceki küçüklük zamanında sözkonusu olmuştur. Sonra olgunluğa erişince bu hadisi duyduğu gibi rivayet etmiştir. Cabir hakkında sözünü ettiğim bu hususun bir benzeri ashab-ı kiram'ın birçoğu hakkında tekrar tekrar görülen bir husustur. Hepsi ile ilgili verilecek cevap da zikrettiğim şekildedir. Allah en iyi bilendir. "Vahyin kesintiye uğraması (fetreti)" ise vahyin gelmemesi, ardı arkasına inmemesi demektir. (2/205) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Hira'da bana gelen meleği oturuyor gördüm." Asıl nüshalarda bu şekilde: "(Ul.::-): oturuyor diye hal olarak nasb ile gelmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ondan korktum ... " <--------------------------------------------------------------------------------------------------- İmam Nevevi burada Müslim'in 404 ve bundan sonraki rivayette bu kelimenin "fecuistu" ve "fecusistu" şeklindeki rivayetlerini ele almakta ve rivayet ihtilaflarım ortaya koymakta, muhakemelerini yapmakta ve rivayetler arasındaki farkın pek önemsenmemesi gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. (Çeviren) ---------------------------------------------------------------------------------------------------> Bu lafzın anlamına gelince, her iki rivayette aynı anlamdadır. Yani bu kelimenin peltek se ve diğerinin hemze ile rivayeti korktum, dehşete düştüm anlamındadır. Buhari'nin rivayetinde de "feruibtu: korktum, dehşete düştüm" diye kaydedilmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (405): "Yere düştüm" ibaresine gelince: Burada mı başına hemze getirilmeksizin ziyadesiz olarak gelmiştir ve bu doğrudur. Hemzeli olarak da kullanılır, o da aynı anlamdadır. İki ayrı söyleyiştir. Hemzesiz kullanılmayacağını söyleyenler ise yanlış yapmışlardır, bunu bilmemektedirler. Allah en iyi bilendir. "Sonra vahiy hızlandı ve arka arkaya indL" Hadisten "hamiye: ısındı (hızlandı)" ve "tetabea: arka arkaya indi" laflZlan aynı anlamdadır. Birini diğeriyle tekit etmiştir. Birinci kelime çokça indi ve arttı demektir. "(....): Ateş ve güneş ısındı" sözlerinden alınmıştır ki, harareti yükseldi, ısısı arttı demektir. "İlk indirilen yüce Allah'ın: "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu olduğunu söylemek ise zayıftır hatta batıldır. Doğrusu ise kayıtsız ve şartslZ olarak ilk inenin Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği (401) hadiste açıkça ifade edildiği gibi "yaratan Rabbinin adıyla oku" (Nak, 1) buyruğudur. "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu ise, ez-Zühri'nin Ebu Seleme'den, onun Cabir' den diye naklettiği rivayette açıkça ifade ettiği gibi, vahyin fetret döneminden sonra inmiştir. Bu hadiste birkaç yerde açıkça görülmektedir. Bunlardan biri (404): "Vahyin kesilmesinden söz ederken" sözünden başlayıp: "Sonra yüce ,.l\llah: "Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" sözleridir. Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Bir de baktım ki Hira'da bana gelen melek" sözü, daha sonra (406) sonra yüce Allah: "Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" ibaresi yine (404): "Sonra vahiy arka arkaya geldi" ifadesi bunlar arasındadır ki fetret döneminden sonra arka arkaya geldi demektir. O halde doğru olan ilk inen buyruğun " ... oku" buyrukları olduğudur. Vahyin fetret döneminden sonra ilk inen ise "ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruklarıdır. Müfessirler arasında ilk inen sure fatiha suresidir diyenlerin görüşleri ise, ayrıca sözkonusu edilmeyecek kadar açıkça batıl bir görüştür. Allah en iyi bilendir. Resulullah (salIallahu aIeyhi ve seIlem)'in (407): "Vadinin iç tarafından geçtim" yani, onun iç tarafında idim. Cebrail (aleyhisseIam) hakkında: "Onun havada arşın üzerinde olduğunu gördüm." ifadesinde arş'tan kasıt daha önceki rivayette geçtiği üzere kürsidir yani yer ile gök arasında bir kürsi üzerinde idi. Dilciler der ki: Arş, serir (taht) demektir. Krallık seriri (tahtı) denilmiştir. Şanı yüce Allah da: "Ve onun (Sebe kraliçesinin) büyük bir arşı (tahtı) vardır." (NemI, 23) buyurmaktadır. Hava ise sema ile yer arasındaki boşluktur. Diğer rivayette belirtildiği gibi. Hava boşluk demektir. Nitekim yüce Allah: "Kalpleri ise heva (bomboş) olacaktır." (İbrahim, 43) buyurmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Beni şiddetli bir titreme tuttu" ibaresindeki "titreme" anlamındaki kelime olan "recfe" meşhur rivayetlerde bu şekilde re harfi iledir. Kadı İyaz dedi ki: es-Semerkandi ise bunu vav harfi ile "vecfe" olarak rivayet etmiştir. Her ikisi de sahihtir. Anlam itibariyle birbirine yakındır. Anlamları sarsılmak, çalkalanmaktır. Nitekim yüce Allah: "O gün titreyecek (vacife) kalpler vardır." (Naziat, 8); "O günde sarsan sarsacak (tercufurracife)" (Naziat,6); "O gün yer ve dağlar sarsılacak (tarcufu)" (Müzzemmil, 14) buyurmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Üzerime su dökünüz" buyruğundan korkuya kapılmış kimsenin üzerine korkusunun dinmesi için su dökülmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. Yüce Allah'ın: "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğunun tefsirine gelince: İlim adamları dedi ki: el-Müddessir ve el-müzzemmil aynı anlamda elbiselerine örtünmüş, onlara sarınmış kimse demektir. Cumhur elmüddessir'in elbiselerine bürünüp sarınmış anlamında olduğu kanaatindedir. el-Maverdi de İkrime' den şu anlamda bir görüş nakletmektedir: el-Müddessir nübüvvete ve onun yüklerine bürünmüş demektir. Yüce Allah'ın: "Kalk ve uyar" buyruğu ise, iman etmeyen kimseleri azaptan sakındır, demektir. (2/208) "Rabbini yüceittikçe yücelt" buyruğu da onu tazim et, ona layık olmayan her husustan onu tazim et, demektir. "Elbiselerini tertemiz et. " Necasetlerden elbiselerini temizle demek olduğu, elbiselerini kısa tut anlamında olduğu, elbiselerden kastın nefis olduğu da söylenmiştir. Yani nefsini günahlardan ve diğer eksikliklerden arındır. "Pislik" anlamındaki "er-rucz" kelimesi çoğunluk tarafından re harfi kesreli (er-ries) diye okunmuştur. Ama Hafs bunu ötreli (er-rucz) diye okumuş ve bunu kitapta putlar olarak açıklamıştır,. Müfessirlerden pek çok kimse de böyle demiştir. Sözlükte ise ricz azap demektir. Şirke, putlara tapmaya ricz denilmesinin sebebi ise azaba neden olmalarıdır. Ayetteki "ricz" den kastın şirk olduğu, günah olduğu, zulüm olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti. Bize Hammad b. Seleme tahdis etti. Bize Sabit b. Bunani'nin Enes b. Malik'ten rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Bana beyaz renkli uzun, eşek'ten yüksek, katırdan alçak, gözünün değdiği son noktada ayağını koyan bir binek olan Burak getirildi. Ben buna binerek Beytu'l-Malkdis'e geldim. O'nu Nebilerin bağladığı halka'ya bağladım. Sonra Mescid'e girdim, iki rek'at namaz kıldım sonra çıktım. Cebrail (a.s.) bana içinde şarab bulunan bir kap ile süt bulunan bir kap getirdi. Ben sütü seçtim. Bunun üzerine Cebrail: Fıtratı seçtin dedi. Sonra bizi semaya çıkardı. Cebrail kapının açılmasını istedi. Sen kimsin diye soruldu, Cebrail dedi. Seninle birlikte kim var denildi. O: Muhammed, dedi. Ona (gelmesi için) gönderildi mi, denildi. O: Ona gönderildi, dedi. Bu sefer bize (kapı) açıldı. Adem'i karşımda buldum. Bana hoş geldin, merhaba dedi ve hayırla dua etti. Sonra bizi ikinci semaya çıkardı. Cebrail (aleyhisselam) kapının açılmasını istedi. Sen kimsin denildi, O: Cebrail dedi. Seninle kim var denildi. O: Muhammed, dedi. Ona (gelmesi için haber) gönderildi mi, diye soruldu. O: Evet, ona gönderildi ,dedi. Bunun üzerine bize kapı açıldı, bu sefer iki teyze çocuğu Meryem oğlu İsa ile Zekeriya oğlu Yahya ile -Allah'ın salat ve selamları onlara olsun- karşılaşıverdim. İkisi de bana hoş geldin dedi, bana hayırla dua etti. Sonra bizi üçüncü semaya çıkardı. Cebrail kapının açılmasını istedi, sen kimsin denildi. Cebrail, dedi. Seninle beraber kim var denildi, Muhammed dedi. Ona (gelmesi için) gönderildi mi denildi. O: Evet, ona gönderildi dedi. Bunun üzerine bize (kapı) açıldı. Orada da Yusuf {aleyhisselam} ile karşılaşıverdim. Bir de ne göreyim, güzelliğin yarısı ona verilmiş bulunuyor. O da beni güzel karşıladı ve bana hayırla dua etti. Sonra beni dördüncü semaya çıkardı. Cebrail (aleyhisselam) kapının açılmasını istedi. Kim o denildi, Cebrail dedi. Seninle beraber kim var denildi. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dedi. Ona (gelmesi için) gönderildi mi dedi. Cebrail: Evet ona gönderildi dedi. Bize kapı açıldı. İdris (aleyhisselam) ile karşılaşıverdim. O da beni hoş karşıladı ve bana hayırla dua etti. Aziz ve Celil Allah da: "Ve biz onu yüksek bir yere kaldırdık." (Meryem, 57) buyurmaktadır. Sonra bizi beşinci semaya çıkardı. Cebrail kapının açılmasını istedi. Kim o denildi, Cebrail dedi. Seninle birlikte kim var denildi. Muhammed, dedi. Ona (gelmesi için haber) gönderildi mi, denildi. O: Ona gönderildi dedi. Bunun üzerine bize (kapı) açıldı. Bu sefer Harun (aleyhisselam) ile karşılaşıverdim O da beni hoş karşıladı ve bana hayırla dua etti. Sonra bizi altıncı semaya çıkardı. Cebrail (a.s.) kapının açılmasını istedi. Kim o denildi, Cebrail dedi. Seninle beraber kim var denildi. Muhammed {Sallallahu aleyhi ve Sellem}' dedi. Ona (gelmesi için haber) gönderildi mi denildi. O: Evet, ona gönderildi dedi. Bunun üzerine bize (kapı) açıldı. Musa (aleyhisselam) ile karşılaşıverdim. Beni hoş karşıladı ve bana hayırla dua etti. Sonra yedinci semaya Çıktı. Cebrail kapının açılmasını istedi. Kim o denildi, o Cebrail dedi. Seninle beraber kim var denildi. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dedi. Ona (gelmesi için haber) gönderildi mi denildi. O: Evet, ona gönderildi dedi. Bu sefer bize (kapı) açıldı. İbrahim (aleyhisselam) ile sırtını el-Beytu'I-Ma'mur'a dayamış olduğu halde karşılaşıverdim. Bir de baktım ki ona her gün yetmiş bin melek giriyor ve bir daha ona geri dönmüyorlar. Sonra beni Sidretu'l-Münteha'ya kadar götürdü. Yapraklarının fillerin kulakları gibi olduğunu gördüm, meyveleri de küpler gibi idi. Allah'ın emrinden o ağacı bürüyen bürüyünce değişikliğe uğradı. Yüce Allah'ın yarattıklarından hiçbir kimse onun güzelliğini anlatamaz. Yüce Allah bana vahyettiklerini vahyetti. Bir gün bir gecede bana elli namazı farz kıldı. Musa'nın yanına indim. - Rabbin ümmetine neyi farz kıldı, dedi. Ben: Elli namaz dedim. O: Rabbine dön, ondan hafifletmesini dile, çünkü senin ümmetinin buna gücü yetmez. Ben İsrailoğullarını sınadım ve onları iyice tanıdım, dedi. (Allah Resulü devamla) buyurdu ki: Bunun üzerine Rabbime döndüm. Rabbim ümmetimin yükünü hafiflet, dedim. Benden beş vakit indirdi. Musa'nın yanına döndüm. Benden beş vakit indirdi, dedim. O: Ummetinin buna gücü yetmez. Rabbine dön ve ondan hafifletmesini dile, dedi. (Allah Resulü) buyurdu ki: Şanı yüce ve mübarek Rabbim ile Musa (aleyhisselam) arasında gidip gelmeye devam ettim. Nihayet: Ey Muhammed, bir gün ve bir gecede onlar beş namazdır, her bir namaz için de on (kat sevap) vardır. İşte böylece elli namaz oldular. Her kim bir iyilik yapmak ister de onu yapmazsa ona bir hasene olarak yazılır. Eğer onu yaparsa, bu sefer ona on hasene olarak yazılır. Kim bir kötülük yapmak ister de onu yapmazsa ona hiçbir şey yazılmaz. Şayet onu yaparsa ona bir günah olarak yazılır buyurdu. (Allah Resulü devamla) dedi ki: Sonra indim ve nihayet Musa (aleyhisselam)'ın yanına varıp, ona (durumu) haber verdim. O: Rabbine dön, ondan hafifletmesini dile, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: Bu sefer: Rabbime o kadar çok gidip geldim ki artık ondan haya ediyorum dedim. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Abdullah b. Haşim El-Abdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz b. Esed rivayet etti. (Dediki): Bize Süleyman b. El-Mugira rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes b. Malik'ten şöyle dediğini tahdis etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Yanıma gelindi, (gelenler) beni Zemzeme götürdü, göğsüm açıldı, sonra Zemzem suyu ile yıkandı, sonra (yerime) indirildim. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l~Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Şeyban b. Ferruh rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit el-Bunanî, Enes b. Malik'ten rivayete göre: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e küçük çocuklarla birlikte oynarken Cebrail (aleyhisselam) gelip onu tuttu, yere yatırdı, kalbinin üzerini yardı. Kalbini çıkardı ve ondan bir kan pıhtısı çıkarttıktan sonra işte bu şeytanın senden payıdır dedi. Sonra onu altından bir leğen içinde Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra onu tekrar bir araya getirdi. Sonra onu yerine iade etti. Çocuklar annesinin -yani sütannesinin- yanına koşarak gittiler ve: Muhammed öldürüldü, dediler. Onunla rengi değişmiş olduğu halde karşılaştılar. Enes dedi ki: Ben onun göğsünde o iğnenin izini görüyordum. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Harun b. Saîd el Eyli rivayet etti. (Dedi ki): Bize, İbni Vehb rivüyet etti dedi ki: Bana Süleyman —ki İbni Bilal'dır— haber verdi dedi ki: Bana Şerik b. Abdullah b. Ebi Nemir tahdis etti: Enes b. Malik'i bize Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Kabe mescidinden yürütüldüğü (isra) gecesini anlatırken dinlemiştim. Anlattığına göre ona vahiy gelmeden önce o Mescid-i Haram'da uyuyorken yanına üç kişi gelmiş sonra hadisi kıssası ile birlikte (bundan önceki) Sabit el-Bunani'nin rivayet ettiği hadise yakın olarak zikretti. O rivayetinde bazı şeyleri öne aldı, bazı şeyleri sonraya bıraktı. Bazı fazlalıklar da zikretti, bazı yerleri de eksik söyledi. Diğer tahric: Buhari, 3570, 7517; Tuhfetu'l-Eşraf, 909 DAVUDOĞLU 409 – 423 AÇIKLAMASI 168.sayfada. 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bana Harmeletu'bnü Yahya et-Tücîbî de rivâyet etti. ki): Bize İbn Vehb haber verdi dedi ki: Bana Yunus, İbn Şihaptan, o da Enes b. Malik'ten naklen haber verdi. Enes şöyle dedi: Ebû Zerr rivâyet ediyordu ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): bulunduğum bir sırada evimin tavanı aralanarak Cibrîl (aleyhisselâm) iniverdi, benim göğsümü yardı, sonra onu zemzem suyu ile yıkadı, sonra hikmet ve imanla dolu altından bir tas getirerek onu benim göğsüme boşalttı. Sonra göğsümü kapadı. Daha sonra elimden tutarak beni semaya çıkardı. Birinci semaya geldiğimiz zaman Cibrîl (aleyhisselâm) onun bekçisine (kapıyı) aç dedi, bekçi. Kim o? diye sordu. Cibrîl: Bu Cibrîl'dir diye cevap verdi. Yanında kimse var mı? Evet, yanımda Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) var. O gönderildi mi? Evet. üzerine bekçi kapıyı açtı. Birinci semaya yükseldiğimiz zaman baktım ki orada bir zat duruyor. Sağında bir takım karaltılar solunda da bir takım karaltılar var. Sağ tarafına baktı mı gülüyor, sol tarafına baktığı zaman ağlıyor. Bu zat: (Bana) «Hoş geldin Salih peygamber ve Salih evlât» dedi. Ben: Cibrîl bu zat kim?» dedim Cibrîl: Âdem (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Sağında ve solundaki şu karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağdakiler cennetlikler sol tarafındakiler de cehennemliklerdir. (Bu sebeple) Sağ tarafına bakınca gülüyor sol tarafına baktı mı ağlıyor.» dedi. Sonra Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet ikinci semaya geldi, onun bekçisine de (kapıyı) aç, dedi. İkinci semanın bekçisi ona birinci semanın bekçisinin söylediğini söyledi ve kapıyı açtı. b. Malik demişki: (Böylece) Ebû Zerr Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in göklerde Âdem, İdris, Îsâ, Mûsa ve İbrahim (salevâtullahi aleyhim ecmaîn) hazeratım bulduğunu anlattı ama onların yerlerinin nasıl olduğunu tesbît etmedi. Yalnız Âdem (aleyhisselâm)'ı birinci semada İbrahim'i altıncı semada bulduğunu söyledi. ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Cibrîl, İdris (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına uğradıkları vakit İdris: peygamber ve Salih kardeş hoş geldin» dedi. Sonra geçip gitti. Ben (Cibrîl'e) Bu kim dedim, Cibrîl: «Bu Idris'tir» cevabını verdi. Sonra Mûsa (aleyhisselâm)'a uğradım, o da: «Salih peygamber, Salih kardeş hoş geldin» dedi. Cibrîl'e: «Bu kim» dedim? «Bu Mûsa'dır» cevabını verdi. Sonra Isâ (aleyhisselâm)'a uğradım. O da «Salih peygamber Salih kardeş hoş geldin» dedi. Ben (Cibrîl'e): «Bu kim?» dedîm. «Bu Meryem'in oğlu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim (aleyhisselâm)'a uğradım (bana) o da: «Salih peygamber, Salih evlât hoş geldin» dedi. (Cibrîl) e: «Bu kim?» dedim. «Bü İbrahim'dir» cevabını verdi.» Şihap demiş: Bana İbn Hazm haber verdi ki. İbn Abbâs ile Ebû Habbete'l-Ensârî şöyle derlermiş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): Cibrîl beni daha yukarıya çıkardı. Nihayet öyle bir seviyeye çıktım ki, orada kalemlerin hışırtısını işitiyordum.» Hazm ile Enes b. Malik Şöyle dediler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdularki: (O zaman) Allah ümmetime elli (vakit) namaz farz kıldı. Ben bunu alarak döndüm ve Mûsa'nın yanına uğradım. Mûsa (aleyhisselâm): ümmetine neleri farz kıldı?» dedi. elli (vakit) namaz farz kıldı» dedim. Mûsa (aleyhisselâm) bana: Rabbine müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Bunun üzerine Rabbime müracaat ettim. O da bu namazların bir kısmını indirdi. Ben yine Mûsa (aleyhisselâm)'a dönerek keyfiyeti kendisine haber verdim. Mûsa: müracaat et. Çünkü senin ümmetin buna dayanamaz» dedi. Ben yine Rabbime müracaat ettim. Rabbim namazlar beştir. (Ama) Onlar (sevap itibari ile) ellidir. Bende söz (bir olur) değişmez» buyurdu. Bunun üzerine tekrar Mûsa'ya döndüm. Mûsa (aleyhisselâm) (yine): dön, dediyse de: «Ben artık Rabbimden utanır oldum» dedim. Sonra Cebrail beni (daha ileriye götürdü) ta Sidretü'l Münteha'ya vardık. Onu öyle bir renkler kaplamıştı ki, bunların ne olduklarını bilmiyorum. Sonra beni cennete koydular. Ne göreyim cennette inciden kubbeler var. Toprağı da misk.»

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b, el-Müsenna tahdis etti. Bize İbn Adiy, Said'den tahdis etti. O Katade'den, o Enes b. Malik'ten -muhtemelen o kendi kavminden bir adam olan- Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini nakletti -dedi-: Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Ben Beyt'in yanında uyku ile uyanıklık arasında iken birisinin: İki adam arasında bulunan üç kişiden biridir, dediğini duydum. Yanıma gelindi ve beni alıp götürdüler. Sonra bana içinde Zemzem suyu bulunan altından bir leğen getirildi. Göğsüm buraya ve buraya kadar yarıldı. -Katade dedi ki: Benimle beraber bulunana: Ne demek istiyor dedim. O: Karnının altına kadar dedi.- Kalbim çıkarıldı, Zemzem suyu ile yıkandı sonra yerine konuldu. Sonra da iman ve hikmet ile dolduruldu sonra yanıma eşekten yüksek, katırdan alçak Burak denilen beyaz bir binek getirildi. Adımını gözünün gördüğü en uzak yere atıyordu. Ona bindirildim. Sonra yola koyulduk nihayet dünya semasına geldik. Cebrail (a.s.) kapının açılmasını istedi. Kim o, denildi. O: Cebrail, dedi. Seninle beraber kim var denildi. O, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) var dedi. Ona (gelmesi için davet) gönderildi mi, denildi. O, evet dedi. Bize kapıyı açtı ve: Merhaba ona, bu gelen ne iyi birisidir, dedi. Sonra (Malik b. Sa'saa) hadisi kıssası ile anlattı, ayrıca ikinci semada İsa ve Yahya -ikisine de selam olsun- ile, üçüncü semada Yusuf ile, dördüncüsünde İdris ile, beşincisinde Harun ile -Allah'ın salat ve selamları onlara- karşılaştığını zikretti. (Devamla) buyurdu ki: Sonra yola devam ettik. Nihayet altıncı semaya geldik. Musa (aleyhisselam)'ın yanından geçtim, ona selam verdim. O: Salih kardeşe ve salih Nebiye merhaba, dedi. Onun yanından geçince ağladı. Ona, neden ağlıyorsun, diye nida edildi. O, Rabbim bu benden sonra peygamber olarak gönderdiğin bir gençtir. Onun ümmetinden cennete girecekler, benim ümmetimden gireceklerden daha fazladır, dedi. (Allah Resulü devamla) buyurdu ki: Sonra yolumuza devam ettik. Nihayet yedinci semaya geldik. İbrahim'in yanından geçtim. " Malik hadisi rivayetinde şunları da söyledi: Ayrıca Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dört tane ırmak gördüğünü ve bunların asıllarından ikisi zahir, ikisi de gizli (dört ırmak) çıktığını gördüğünü de anlattı. "Ben: Ey Cebrail, bu ırmaklar nedir, dedim. Şöyle dedi: Batın (gizli akan) iki ırmak cennetteki iki ırmaktır. Görünen iki ırmak ise Nil ve Fırat'tır. Sonra bana el-Beytu'l-Ma'mur arz edildi. Ey Cebrail bu nedir dedim. O: Bu Beytu'l-Ma'mur'dur. Buna günde yetmişbin melek girer. Oradan çıktıktan sonra da bir daha ona geri dönmezler. Bu onların (ilk ve) son girişleri olur. Sonra biri şarap, diğeri süt iki kap getirildi, bana takdim edildiler. Ben de sütü seçtim. İsabet ettin, Allah senin ile ümmetinin de fıtrat üzere kalmasını sağlamış oldu, denildi. Sonra bana her gün elli vakit namaz farz kılındı. " Sonra namazların kıssasını hadisin sonuna kadar anlattı. Diğer tahric: Buhari, 3207, 3887, 3393, 3430; Tirmizi, 3346; Nesai, 447; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti. Bize Muaz b. Hişam tahdis etti. Bana babam Katade'den tahdis etti. Bize Enes b. Malik, Malik b. Sa'saa'dan tahdis ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dedi ve hadisi buna yakın olarak zikretti. Bu rivayetinde şunları da ekledi: "İçi hikmet ve iman ile dolu altından bir leğen yanıma getirildi, boğazımdan karın altına kadar açıldı, Zemzem suyu ile yıkandı sonra hikmet ve iman ile dolduruldu. " Tahric bilgisi 415 ile aynı. DAVUDOĞLU 409 – 423 AÇIKLAMASI 168.sayfada. 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis etti. İbnu'l-Müsenna dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis etti. Bize Şube, Katade'den tahdis etti. Ebu'l-Niye'yi şöyle derken dinledim: Bana Nebinizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasının oğlu -İbn Abbas'ı kastediyor- tahdis edip dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra'ya götürüldüğü zamanı sözkonusu ederek "Musa buğday tenli, uzun boylu sanki Şenuelilerden bir adamı andıran birisi idi" dedi. Ayrıca: "İsa da derli toplu vücutlu ve orta boylu birisi idi" dedi. Ayrıca cehennem'in bekçisi Malik'i ve Deccal'i de zikretti. " Diğer tahric: Buhari, 3239, 3396; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abd b. Humeyd de tahdis etti. Bize Yunus b. Muhammed haber verdi. Bize Şeyban b. Abdurrahman, Katade'den tahdis etti. O Ebu'l-Niye'den nakletti: Bize Nebinizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasının oğlu -İbn Abbas- tahdis etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İsra'ya götürüldüğüm gece İmran oğlu Musa (aleyhisselam)'ın yanından geçtim. O buğday tenli, uzun, derli toplu, Şenuelilerin adamlarından birisi gibi bir adamdı. Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ı da orta boylu, kırmızı'dan beyaza tenli, saçları düz bir hilkate sahip olarak gördüm." Ona ayrıca cehennemin bekçisi Malik ve Deccal, Allah'ın kendisine gösterdiği daha başka ayetlerle birlikte gösterildi. "O halde ona kavuşacağından asla şüphe etme." (Secde, 23) (Şeyban) dedi ki: Katade bu ayeti Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Musa (aleyhisselam) ile karşılaşmıştır, diye tefsir ediyordu. DAVUDOĞLU 409 – 423 AÇIKLAMASI 168.sayfada. 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ahmed b. Hambel ile Süreye b. Yunus rivayet ettiler dediler ki: Bize Huşeym rivayet etti (dediki): Bize Davud b. Ebu Hind Ebul Âliyye'den, o da İbn Abbas'tan rivayetine göre: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Vadi'l-Ezrak'tan geçerken: "Bu hangi vadidir" dedi. Ashab: Bu Vadi'l-Ezrak'tır, dediler. Allah Resulü: "Ben Musa (aleyhisselam)'ı Allah'a yüksek ve gür sesiyle telbiye getirerek tepeden inerken görüyor gibiyim" buyurdu. Sonra Herşa tepesinden geçerken: "Bu hangi tepedir" diye sordu. Ashab: Herşa tepesidir, dediler. Allah Resulü: "Ben Yunus b. Metta (aleyhisselam)'a etine dolgun bir dişi deve üzerinde, üzerinde kırmızı bir cübbe bulunduğu halde devesinin yuları liften ve onu telbiye getirirken bakıyor gibiyim" buyurdu. İbn Hanbel hadisi rivayetinde dedi ki: Huşeym dedi ki: (Hulbe), lif demektir, dedi. Diğer tahric: İbn Mace, 2891; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize İbn Ebi Adiy, Davud'dan tahdis etti. O Ebu'I-Niye'den, o İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Mekke ile Medine arasında yolculuk yaptık. Bir vadiden geçtik, O: "Bu hangi vadidir" diye sordu. Ashab: el-Ezrak vadisidir dediler. Allah Resulü şöyle buyurdu: "Ben Musa (aleyhisselam)'ı ---teninin rengi ve saçı ile ilgili Davud'un bellemediği bazı şeyleri sözkonusu etti--- bu vadiden geçerken parmaklarını kulaklarına koymuş, yüksek ve gür sesiyle Allah'ı telbiye ettiğini görüyor gibiyim" buyurdu. (İbn Abbas devamla) dedi ki: Sonra bir tepenin yanına gelinceye kadar yolumuza devam ettik. Allah Resulü: "Bu hangi tepedir" buyurdu. Ashab: Bu Herşa -yahut Lut (tepesidir)- dediler. Allah Resulü: "Yunus'u üzerinde yünden bir cübbe bulunduğu halde devesinin yuları hulbe /ifinden ve bu vadiden telbiye getirerek geçerken kırmızı bir deve üzerinde görüyor gibiyim" buyurdu

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti. Bize İbn Adiy, İbn Avn'dan tahdis etti. O Mücahid'den şöyle dediğini nakletti: İbn Abbas'ın yanında idik. Ona Deccal'den söz ettiler. (Aralarından biri): Gözleri arasında kafir yazar dedi. (Mücahid) dedi ki: Bunun üzerine İbn Abbas: Ben onun (Allah Resulünün) bunu söylediğini kendisinden dinlemedim ama o şöyle buyurdu, dedi: "İbrahim'e gelince, arkadaşınıza (yani bana) bakın. Musa'ya gelince, o buğday tenli, etine dolgun, liften yuları bulunan kırmızı bir deve üzerinde bir adamdır. Onu vadiden aşağı inerken telbiye ediyor halde görür gibiyim. " Diğer tahric: Buhari, 1555,3355,5913; Tuhfetu'l-Eşraf, 6400 DAVUDOĞLU 409 – 423 AÇIKLAMASI 168.sayfada. 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said tahdis etti. Bize Leys tahdis etti (H). Bize Muhammed b. Rumh da tahdis etti. Bize el-Leys, Ebu'z-Zubeyr'den haber verdi. Onun Cabir'den rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bana Nebiler arzedildi. Musa'nın uzun boylu, adeta Şenue adamlarından birisi gibi olduğunu gördüm. Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ı da gördüm. Onun kendisine en çok benzeyen bir kişi olarak Urve b. Mesud olduğunu gördüm. İbrahim'i de -Allah'ın salavatı ona olsun gördüm. Ona en çok benzeyen kişinin -kendisini kastederek- arkadaşınız olduğunu gördüm. Cebrail (aleyhisselam)'ı da gördüm. Ona en çok benzeyen kişinin Dihye olduğunu gördüm." - İbn Rumh'un rivayetinde: "Dihye b. Halife" dedi. Diğer tahric: Tirmizi, 3649; Tuhfetu'l-Eşraf, 2920 DAVUDOĞLU 409 – 423 AÇIKLAMASI 168.sayfada. 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd -lafızları birbirine yakındır- tahdis etti. İbn Rafi': Bize Abdurrezzak tahdis etti, Abd: Haber verdi, dedi. Bize Ma'mer, ez-Zührl'den haber verdi. Bana Said b. el-Museyyeb, Ebu Hureyre' den şöyle dediğini haber verdi: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İsra'ya götürüldüğüm zaman Musa (a1eyhisselam) ile karşılaştım. -Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu niteliklerini de (şöyle) anlatlı. Onun -zannederim şöyle buyurdu:- Uzun boylu (muztarib), saçlarını taramış, Şenuelilerin adamlarından birisi gibi olduğunu gördüm. İsa ile de karşılaştım. -Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun da niteliklerini (şöylece) anlatlı:- Onun orta boylu, kırmızıya çalan tenli, sanki dimas'dan -yani hamamdan- çıkmış gibi olduğunu gördüm. İbrahim'i gördüm -Allah'ın salavatı ona olsun-. Çocukları arasında ona en çok benzeyen kişi benim. (Allah Resulü devamla) buyurdu ki: Sonra bana birisinde süt, diğerinde şarap bulunan iki kap getirildi. Bana: Hangisini dilersen onu al, denildi. Ben süt'ü aldım ve onu içtim. O: Fıtrata hidayet olundun yahut fıtratı isabet ettirdin. Şayet sen şarabı almış olsaydın ümmetin azmış olacaktı, dedi. " Diğer tahric: Buhari, 3394, 3437, 5546; Tirmizi, 3130; Tuhfetu'l-Eşraf, 13270 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Yahya tahdis edip dedi ki: Malik'e, Nafi'den rivayetle şunu okudum: Abdullah b. Ömer'den rivayete göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Bir gece {rüyamda} kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Buğday tenli erkekler arasında senin gördüklerinin en güzeli gibi buğday tenli bir erkek gördüm. Kulaklara kadar inmiş gördüğün saçların en güzelini andıran kulaklarına kadar inen saçları olduğunu da gördüm. Bu saçlarını taramıştı ve saçlarından da su damlıyordu. İki adama -yahut iki adamın omuzlarına- dayanmış, Beyti tavaf ediyordu. Bu kim diye sordum. Bana: Bu Meryem oğlu Mesih'tir denildi. Sonra da birden saçları oldukça kıvırcık, sağ gözü kör bir adam ile karşılaştım. O gözü dışarı fırlamış, patlak bir üzüm tanesi gibi idi. Bu kimdir, diye sordum. Bu, Mesih Deccal'dir, denildi. " Diğer tahric: Buhari, 5902, 6999; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. İshâk el Müseyyeb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Enes yani İbni lyâd, Musa'dan —ki İbni Ukbedir.—, o da Nafi'den rivayet etti demiş ki: Abdullah b. Ömer dedi ki: Bir gün Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanlar arasında Mesih Deccal'i sözkonusu ederek şöyle buyurdu: "Muhakkak şanı yüce ve mübarek Allah'ın bir gözü kör değildir. Şunu bilin ki Mesih Deccal'in ise sağ gözü kördür. Onun gözü adeta dışarı fırlamış, patlak bir üzüm tanesini andırır. " (İbn Ömer) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca şöyle buyurdu: "Bu gece rüyamda kendimi Kabe'nin yanında gördüm. Erkeklerde görebildiğin en güzel buğday tenlisi gibi buğday tenli bir adam görüverdim. Onun saçları omuzlarına kadar iniyordu. Saçları taranmış, başından da su damlıyordu. Ellerini iki adamın omuzuna koymuştu. O da ikisi arasında olup Beyti tavaf ediyordu. Bu kim, dedim. Bu, Meryem oğlu Mesih'tir, dediler. Onun arkasından da saçları oldukça kıvırcık, sağ gözü kör bir adam gördüm. İnsanlar arasında en çok İbn Katan'a benziyordu. O da ellerini iki adamın omuzlarına koymuş, Beyti tavaf ediyordu. Bu kimdir dedim. Bu Mesih Deccal'dir, dediler. " Diğer tahric: Buhari, 3439, 3440; Müslim, 7289; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbnü Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hanzale, Salim'den, o da İbn-i Ömer'den rivayete göre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: (Rüyamda) Kabe'nin yanında buğday tenli, düz saçlı, ellerini iki adamın üzerine koymuş, saçından su dökülen -yahut su damlayan- bir adam gördüm. Bu kim diye sordum. Meryem oğlu İsa'dır yahut Meryem oğlu Mesih'tir -ravi bunlardan hangisini söylediğini bilmiyor- dediler. Arkasından ise kırmızı tenli, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gördüklerim arasında en çok İbn Katan'ın kendisine benzediği bir adam daha gördüm. Bu kimdir dedim. Bu Mesih Deccal'dir dediler. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 6755 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ VE 424 – 429 DAVUDOĞLU ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetu'bnü Said rivayet etti. (Dediki): Bize, Ukayli'den, o da Zühri'den, o da Ebu Selemete'bni Abdurrahman'dan, o da Cabir b. Abdullah'tan rivayete göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kureyş beni yalanlayınca Hicr'de ayakta durdum. Allah bana Beytu'l-Makdis'i tecelli ettirdi, ben de onlara ona bakarak onun (belli başlı) belirtilerini haber vermeye koyuldum. " Diğer tahric: Buhari, 4710, 3886; Tirmizi, 3133; Tuhfetu'l-Eşraf, 3151 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ VE 424 – 429 DAVUDOĞLU ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmele b. Vahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb rivayet etti dediki: Bana Yunus b. Yezid, İbni Şihap'tan, o da Salim b. Abdullah b. Ömer b. el-Hattab babasından şöyle dediğini nakletti: Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Uyuyorken rüyada kendimi Kabe'yi tava! ederken gördüm. Ansızın esmer, düz saçlı, iki adam arasında bulunan, saçından su damlayan -yahut başından su akan- bir adam gördüm. Bu kim, dedim. Bu, Meryem'in oğludur dediler. Sonra yan tarafıma bakacak oldum, bu sefer de kırmızı tenli, iri yarı -gözü dışarı fırlamış bir üzüm tanesini andıran- bir gözü kör bir adam gördüm. Bu kim, dedim. Deccal'dir dediler. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi de İbnKatan'dır. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-fşraf, 7007 409 – 429 NEVEVİ ŞERHİ VE 424 – 429 DAVUDOĞLU ŞERHİ 172.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb'da rivayet etti. (Dediki): Bize Huşeyn b. El Müsenna rivayet etti. Dediki): Bize Abdülaziz — ki İbni Ebi Seleme'dir — Abdillah b. Fadl'dan, o da Ebî Selemete'bni Abdirrahman'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti, demiş ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kendimi Hicr'de Kureyş'te bana İsra'ya götürülmem hakkında soru sormakta iken gördüm. Kureyşliler bana Beytu'l-Makdis'e ait iyice bellememiş olduğum bazı şeyler hakkında soru sordular. Bundan dolayı öyle bir sıkıntıya düştüm ki, kesinlikle onun gibi bir sıkıntıya düşmüş değildim. Sonra yüce Allah onu benim için kaldırdı ve ben ona bakmaya başladım. Neyin hakkında bana sordularsa ben de kesinlikle onlara onu bildirdim. Yine kendimi nebilerden bir cemaat arasında gördüm. Baktım ki Musa ayakta namaz kılıyor. Onun Şenue adamlarından birisi imiş gibi uzun boylu, etine dolgun bir adam olduğunu gördüm. Meryem oğlu İsa (aleyhisselam)'ı da ayakta namaz kılarken gördüm. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi Urve b. Mesud es-Sekafi'dir. İbrahim (aleyhisselam)'ın da ayakta namaz kıldığını gördüm. İnsanlar arasında ona en çok benzeyen kişi -kendisini kastederek- arkadaşınızdır. Sonra namaz vakti girdi, ben de onlara imam oldum. Namazı bitirince birisi: Ey Muhammed işte bu cehennem'in bekçisi Malik'tir, ona selam ver dedi. Ben ona (selam vermek için) yönelmişken, ilk olarak bana selam verdi. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14965 424 – 429 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ (409 – 429 İÇİNDİR) : Bu uzun bir bablır. Ben de yüce Allah'ın izniyle bu babın maksatları arasında yer alan lafızları ve anlamları muhtasar olarak sırasıyla sözkonusu edeceğim. Özetle İsra ve Mi'rac : Kadı İyaz (rahimehullah) İsra hakkında güzel ve nefis ifadelerle bir özet verip, şöyle demiştir: İnsanlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemj'in İsra'ya götürülmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bütün bu halin rüyada olduğu söylenmiştir. Fakat insanların çoğunluğunun, selefin büyük bir çoğunluğu ile fakih, muhaddis ve kelamcıların kabul ettikleri hak görüş, İsra'nın cesedi ile de gerçekleştiğidir. Bu husustaki rivayetler de -onları mutalaa edip araştıran kimse için- böyle olduğunun delilidir. Bu rivayetlerin zahiren anlaşılan anlamları da herhangi bir delil bulunmadan bırakılarak başka bir kanaate yönelmek doğru değildir. Bunların zahir anlamlarına göre kabul edilmeleri imkansız olmadığından tevile de ihtiyaç yoktur. İsra'nın Zamanı Bu kitapta yer alan Şerik'in rivayet ettiği (412) hadiste ilim adamlarının kabul etmedikleri birtakım yanılmaları da yer almış bulunmaktadır. Müslim de bu hususa: "Bazı ifadeleri takdim ve tehir ettiği gibi, bazı fazlalıklar ve eksiklikler de rivayet etmiştir" diye dikkat çekmiş bulunmaktadır. Bu kabul edilmeyen ifadelerinden birisi de: "Bu hadise, ona vahiy gelmezden önce olmuştu" sözleridir. Bu, asla uygun görülmeyen bir yanlışıdır. Çünkü İsra hadisesinin meydana geldiği zaman ile ilgili olarak bildirilen en erken zaman Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in peygamber olarak gönderilmesinden on beş ay sonra gerçekleştiği şeklindedir. el-Harbi ise bu hicretten bir sene önce rebiu'l-ahir ayının 27. gecesinde gerçekleşmiştir demektedir. ez-Zührı ise isra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl sonra olmuştur demiştir. İbn İshak da şöyle demektedir: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) isra'ya götürüldüğünde İslam Mekke' de ve kabileler arasında yayılmıştı. (2/209) Bu görüşler arasında doğruya en yakın görüş ez-Zührı ve İbn İshak'ın görüşleridir. Çünkü-ilim adamları Hatice (r.anha)'nın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte kendisine namazın farz kılınışından sonra namaz kıldığı hususunda ihtilaf etmedikleri gibi, hicretten bir süre önce -üç sene ve beş sene önce de söylenmiştir- vefat ettiği hususunda da görüş ayrılığı yoktur. (Şerik'in rivayetindeki hatayı ortaya koyan) bir diğer husus da şudur: İlim adamlan namazın İsra gecesi farz kılındığı üzerinde icma etmişlerdir. O halde ona vahiy gelmeden önce İsra nasıl gerçekleşmiş olabilir? Yine Şerik'in rivayetinde "o uyuyorken" ibaresi ile diğer rivayette (415): "Ben Beytin yakınında uyku ile uyanıkhk arasında iken" ibareleri İsra'yı uykuda görülen bir rüya kabul eden kimseler delil gösterebilirler. Fakat bunda delilolacak bir taraf yoktur. Çünkü sözü edilen bu hal, meleğin yanına ilk vardığı sırada meydana gelmiş olabilir. Hadiste anlatılan olayın tamamında onun uykuda olduğuna delil olacak bir taraf yoktur. Kadı (rahimehullah)'ın açıklamaları bunlardır. Şerik'in rivayeti ile ilgili olarak söylediği bu sözler ile ilim ehlinin buna karşı çıktıklarını başkaları da ifade etmiştir. Buhari (rahimehullah) da Şerik'in Enes'ten diye nakledilen bu rivayetini Sahihinin Kitabu't-Tevhid adındaki bölümünde kaydetmiş ve hadisi uzun uzadıya zikretmiştir. Hafız Abdulhak (rahimehullah) da "el-Cem Beyne's-Sahihayn" adlı eserinde bu rivayeti zikrettikten sonra şunları söylemektedir: Şerik b. Ebu Nemir'in Enes'ten naklettiği bir rivayet olarak bu laflZ ile bu hadiste Şerik meçhulolan bir fazlalık eklemiş ve bu hadisin rivayetinde bilinmeyen laflZlar zikretmiştir. İsra hadisini İbn Şihab, Sabit el-Bunani ve Katade gibi meşhur imamlar ile son derece sağlam rivayet nakleden hafızlardan bir topluluk -yani Enes'ten- rivayet etmişler ve onların hiçbirisi Şerik'in söylediklerini söylememişlerdir. Şerik ise hadis alimleri nezdinde haflZ birisi değildir. (Hafız Abdulhak devamla) dedi ki: Bundan önce geçmiş olan hadisler bu hususta asıl dayanak alınacak hadislerdir. -Hafız Abdulhak (rahimehullah)'ın sözleri bunlardır.- Müslim'in (409): "Bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti ... Enes (r.a.)'ın rivayetine göre" Bu isnattaki ravilerin tamamı Basralıdır. "Fermh" ismi Arapça olmayıp, munsarıf değildir. Daha önce defalarca açıklanmıştı. "el-Bunani" ise bilinen bir kabile olan "Bunane"ye nispettir. Burak (Aynı hadiste) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana Burak getirildi" ifadesindeki "Burak" ile ilgili olarak dilbilginleri şöyle derler: Burak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde bindiği bineğin adıdır. ez-Zebidi Muhtasaru'l-Ayn adlı eserinde ve et-Tahrir sahibi de şöyle derler: Burak nebilerin -Allah'ın salat ve selamları onlara- bindikleri bir binektir. Bu iki dil aliminin söyledikleri "Burak, bütün nebilerin bindikleri binektir" iddiasının sahih bir nakle ihtiyacı vardır. İbn Bureyd der ki: -İnşallah- berk (şimşek)den türemiştir. Bununla hızlı olduğundan dolayı bu kökten geldiğini kastediyor. Ona bu ismin son derece berrak, parıl parıl parlaması ve parıldayışı dolayısıyla verildiği de söylenmiştir. Beyaz olduğundan dolayı ona bu isim verilmiştir de denilmektedir. (2/210) Kadı İyaz der ki: Ona iki renkli olduğu için bu ismin verilmiş olduğu ihtimali de vardır. Çünkü eğer bir koyunun beyaz yünleri arasında siyah bazı teller bulunuyorsa ona "şatun berka" denilir. Hadiste de beyaz olmakla nitelendirilmiştir. Onun da berka diye nitelenen koyun türlerinden olması mümkündür, bu gibi koyunlar da zaten beyaz koyunlar arasında sayılır. Allah en iyi bilendir. Beytu'l-Makdis Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ben de ona bindim ... Halkaya bağladım" ibaresinde geçen "Beytu'l-Makdis" isminin ikisi de son derece meşhur iki söyleyişi vardır. Bunlardan birincisi fethalı mim ve sakin kaf, kesreli ve şeddesiz dal ile (el-makdis) şeklindedir, diğeri ise ötreli mim, fethalı kaf ve şeddeli dal (el-mukaddes) şeklindedir. el-Vahidi dedi ki: Dal harfini şeddeli okuyanlara göre "tertemiz edilmiş" anlamında olur. Şeddesiz okuyanların okuyuşu ile ilgili olarak da Ebu Ali elFarisi şunları söylemektedir: Bu durumda laflZ ya mastar yahut mekan ismi olur. Eğer mastar olursa yüce Allah'ın: "Dönüşünüz onadır" (En'am, 60) ve benzeri diğer mastarlar gibi bir anlam taşır. Şayet mekan ismi olursa o takdirde temizliğin kendisinde bulunduğu yerin evi demek olur. Yahut temizlik mekanının evi demek olur. Onun tertemiz edilmesi ise putların içinde bulunmaması ve putlardan uzak tutulmasıdır. ez-Zeccac dedi ki: el-Beytu'l-Mukaddes tertemiz edilmiş ev demektir. Beytu'l-Makdis ise içinde günahlardan temizlenilen yer anlamındadır. Ona İ1ya da denilir. Allah en iyi bilendir. "Halka" kelimesi lam harfi fethalı olarak da okunur. Yunus'un Ebu Amr b. el-Ala'dan nakletliğine göre fethalı olarak "halaka"nın çoğulu hilak ve halakat olarak gelir. "Halka" şeklinde lam harfinin sakin okunması halinde çoğulu halak ve hilak olarak gelir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Bağladıkları halka" ifadesi asıl yazmalarda bu şekilde zam ir müzekker olarak kullanılmıştır. Bu da halkanın ihtiva ettiği anlama ait bir zamir olur ki o da "şey" dir. et-Tahrir sahibi der ki: Maksat Beytu'l-Makdis mescidinin kapısının halkasıdır. Allah en iyi bilendir. Burak'ın halkaya bu şekilde bağlanmasından işlerde ihtiyatlı olanı seçmek, sebeplerle amel etmek, yüce Allah'a güvenip dayanmanın tam olması şartıyla bunun tevekkülü olumsuz olarak etkilemeyeceği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. Fıtrata Uygun Seçim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Cebrail bana içinde şarap bulunan bir kap ile süt bulunan bir kap getirdi. .. " Burada ifadeler muhtasar olarak geçmektedir. Anlatılmak istenen şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellemı'e: İki kaptan dilediğini seç, denildi. -Nitekim bu, bundan sonra bu babta Ebu Hureyre'nin rivayetinde açıkça ifade idilmiştir.- Allah Resulüne süt bulunan kabı seçmesi ilham edildi. "Fıtratı seçtin" cevabında yer alan fıtratı İslam ve istikamet diye açıklamışlardır. Manası -Allah en iyi bilendir- sen İslam'ın ve istikametin alameti olanı seçmiş oldun, şeklindedir. Sütü n buna alamet kılınması ise içenler için içimi kolay, hoş, temiz ve boğazdan kolaylıkla geçen ve afiyet olan bir içecek olmasından dolayıdır. Şarap ise kötülüklerin anasıdır, hem derhal, hem gelecekte türlü türlü kötülükleri arkasından getirir. Semalara Yolculuk Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Sonra bizi semaya çıkardı. .. Ona (gelmesi için davet) gönderildi mi, denildi. O: Evet, ona (davet) gönderildi, dedi." (Mi'rac ile aynı kökten gelen) arece: Çıktı, yükseldi demektir. Kim o, sorusuna Cebraiı, diye cevap vermesinden, kapıyı çalmak ve benzeri bir yolla içeri girmek isteyen kişinin uyması gereken ed ep gösterilmektedir. Buna göre kimsin (kim o) denilen kişinin eğer adı -mesela- Zeyd ise Zeyd demesi gerekir, ben dememelidir; çünkü hadiste bu durumdaki kişinin ben demesi yasaklanmıştır. Çünkü böyle bir cevabın bir anlamı yoktur. Semadaki kapı görevlisinin: "Ona gönderildi mi" sorusundan maksadı İsra için ve semavata yükselmek için ona (davet) gönderildi mi diye sormaktır. Yoksa bununla peygamber olarak gönderildi mi, ona risalet verildi mi sorusunu yöneltmek değildir. Çünkü böyle bir hal o zamana kadar onun için bilinmedik bir durum olamaz. Doğrusu budur. Allah en iyi bilendir. Hattabi, Buhari Şerhinde ve onun dışında ilim adamlarından önemli bir topluluk bunun dışında bir açıklama zikretmemişlerdir. Bununla birlikte Kadı bu hususta bir görüş ayrılığını sözkonusu etmiş yahut bir görüş ayrılığı olduğuna peygamber olarak gönderilip, gönderilmediğine yahut sözünü ettiğim husus ile ilgili olarak soru sormuş olduğuna işarette bulunmuştur. Kadı dedi ki: Buradan anlaşıldığına göre semanın gerçek manada pek çok kapısı ve bu kapılarla görevli bekçileri bulunmaktadır. Ayrıca hadisten içeri girmek isteyen kimsenin izin istemesi gereği de anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. "Adem (aleyhisselam) ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dedi, bana hayır dua etti." Sonra ikinci semada: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım. Bana hoş geldin, dediler ve dua ettiler." (2/212) Sonra da diğer nebiler -Allah'ın salat ve selamı onlara- buna yakın ifadeler zikretti. Buna göre: 1- Fazilet sahibi kimseleri güler yüzle hoş geldin diyerek ve güzel sözlerle karşılamalı, dua eden kişiden daha faziletli olsalar dahi onlara dua etmelidir. 2- Bir kimseyi yüzüne karşı -kendisini beğenip, böbürlenmeyeceğinden ve diğer fitne sebeplerinden emin olması şartıyla- övmek caizdir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İki teyze çocuğu ile karşılaştım" ibaresiyle ilgili olarak el-Ezheri şöyle der: İbnu's-Sikkit dedi ki: Bu ikisi amca çocuklarıdır denilir ama bu ikisi dayı çocuklarıdır denilmez. Bu ikisi teyze çocuklarıdır denilir fakat bunlar hala çocuklarıdır denilmez. "İbrahim ile -sırtını el-Beytu'l-Ma'mur'a dayamış olduğu halde- karşılaştım. " Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu kıbleye yaslanmanın ve sırtını kıbleye dönmenin caiz olduğuna delil gösterilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sonra beni es-Sidretu'l-Münteha'ya kadar götürdü." Asıl nüshalarda bu şekilde elif lam'lı olarak (2/213) "essidre" şeklindedir. Bundan sonra gelecek rivayetlerde ise (elif lam'sız olarak) "sidretu'l-münteha" şeklindedir. İbn Abbas, müfessirler ve başkaları şöyle der: Ona sidretu'l-münteha deniliş sebebi meleklerin ilminin oraya kadar varıp, orada son bulmasıdır. Onu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'den başka hiçbir kimse aşıp ileriye gitmiş değildir. Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan nakledildiğine göre buna bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın emri olarak yukarısından inenlerin de, aşağısından yükselenlerin de son olarak oraya varmalarından dolayıdır. "Meyvelerinin testiler gibi olduğunu gördüm." el-Kilal "kulle"nin çoğuludur. Bu da iki ya da daha fazla kırba su alan büyük testiye denilir. (2/214) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Rabbimin yanına döndüm" yani ilk olarak onun ile konuştuğum yere döndüm ve orada onunla ikinci defa konuştum, demektir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şam yüce ve mübarek Rabbim ile Musa (aleyhisselam) arasında gidip gelmeye devam ettim" ifadesi de yüce Rabbim ile konuştuğum yer arasında gidip geldim, demektir. Allah en iyi bilendir. Bu hadisten sonra (bazı nüshalarda yer alan): "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki: Bize Ebu'l-Abbas el-Masercisi tahdis etti" dedikten sonra "bize Şeyban b. Ferruh tahdis etti, bize Hammad b. Seleme tahdis etti" deyip, bu hadisi nakletmesine gelince, burada adı geçen Ebu Ahmed el-Culudi nispetli olup, kitabı İbn Süfyan'dan, o Müslim'den diye rivayet eden kişidir. Bu hadisi bir ravi farkıyla ali isnat ile rivayet etmiştir. Çünkü bunu önce İbn Süfyan'dan, o Müslim'den, o Şeyban b. Ferruh'tan diye rivayet ettikten sonra el-Masercisi'den, o Şeyban'dan diye rivayet etmektedir. el- Masercisl'nin adı Ahmed b. Muhammed b. el-Huseyn en-Neysaburi'dir. Masercisi nispetinde sin harfi fethalı, ra sakin, cim kesrelidir. Dedesi Masercis'e mensuptur. Buradaki ek bilgi "Şeyh Ebu Ahmed dedi ki" ibaresinden itibaren olan kısımdır. Bu kısım ise bazı asıl nüshalarda haşiyede kaydedilirken, çoğunluğunda kitabın kendisinde yer almaktadır. Her ikisinin de açıklanabilir tarafı vardır. Bu ibareyi haşiyede yazan kimselerin bu yaptığı açıkça anlaşılan ve tercih edilendir. Çünkü bu ibare Müslim'in sözü değildir, kitabından da değildir. Bu sebeple kitabın içerisine girmez ama bu ek bir bilgidir. Dolayısıyla bunun haşiyede yazılması gerekir. Bunu kitabın kapsamına sokanların ise kitabın Abdulgafir el-Farisi'den, onun hocası el-Culudl'den nakletmiş olması dolayısıyladır. Bu fazlalık da Şeyh el-CuIudi'nin sözüdür. Bundan dolayı Abdulgafir bunu el-Culudl' den almış olduğu rivayetlerin arasında yer aldığından ötürü kitabın içerisine koyarak nakletmiş bulunmaktadır. Üstelik bunda herhangi bir karışıklık ve Müslim'in aslından olduğuna dair bir vehim uyandıran bir taraf da yoktur. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in Göğsünün Yarılması Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (410): "Göğsüm açıldı sonra Zemzem suyu ile yıkandı sonra indirildim. " Şerh, bundan sonraki rivayette belirtileceği gibi yarmak demektir. "Sonra indirildim" kelimesini bu şekilde birinci tekil şahıs olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (2/215) Bütün asıllarda ve nüshalarda da böyle olduğu gibi Kadı lyaz (rahimehullah) bütün rivayetlerden de böyle nakletmiştir. Anlamı kapalı ve ihtilaflıdır. Kadı dedi ki: el-Vakşi bu ravilerin bir yanılmasıdır denilmiştir. Doğrusu terk edildim olup, tashife uğramıştır. Kadı lyaz dedi ki: Ben bunu İbn Serrac'a sordum, şöyle dedi: İndirildim sözlükte bırakıldım demektir ve bu doğrudur, bunda bir tashif yoktur. Kadı dedi ki: Sonra bunun indirildim ile ilgili bilinen anlam ile de doğru olduğunu anladım. Çünkü yukarı kaldırıldım demenin zıttıdır. O şöyle demiştir: Beni Zemzeme götürdüler, sonra indirildim; yani sonra ben kaldırılıp, taşındığım yere geri getirildim demektir. (Kadı devamla) dedi ki: Ben bunu araştırmaya devam ettim. Sonra da Hafız Ebu Bekr el-Burkani'nin rivayetinde bu husustaki apaçık şekli tespit ettim. O da bunun bir hadisin bir bölümü olduğudur. Tamamı ise şudur: "Sonra içi hikmet ve iman ile dolu altından bir leğenin üzerine indirildim." Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. el-Burkani'nin rivayetinin gereği olarak "indirildim" anlamındaki fiilin lam harfi fethalı ve te harfi sakin okunmalıdır (anlamı indirildi olur). Nitekim biz bunu el-Humeydi el-Cem Beyne's-Sahihayn adlı eserinde böylece harekelemiş bulunuyoruz. el-Humeydi de el-Burkani'nin rivayetinden sözkonusu edilen bu fazlalığı nakledip, şunları söylemektedir: Bunu el-Burkani, Müslim'in senediyle rivayet etmiştir. el-Humeydi de böylelikle Müslim'in rivayetinin eksik olduğuna ve el-Burkani'nin naklettiği fazlalıkla bunun tamamlandığına işaret etmiş olmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (411): "Sonra onu altından bir leğen içinde Zemzem suyu ile yıkadı, sonra da onu bir araya getirdi." Leğen bilinen bir kap adıdır. Onu bir araya getirdi, bir bölümünü diğerinin yanına getirip ona kattı, demektir. Hadisin bu ifadelerinde bizim için altın kapları kullanmanın caiz olduğu izlenimini verecek bir taraf yoktur. Çünkü bu, meleklerin yaptıkları bir iş ve kullandıkları bir şeydir. Onların hükümlerinin bizim hükmümüzle aynı olması gerekmez. Diğer taraftan bu iş Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in altın ve gümüş kapları kullanmayı haram kılmasından önce olmuştu. (2/216) Hadisteki "zı'r" sütanne demek olmakla birlikte sütannenin kocasına da aynı isim verilir. "Rengi solmuş olarak onunla karşılaştılar." Onu gördüklerinde rengi değişmişti. el-Cevheri burada keder yahut korkudan dolayı değişmesi anlamındadır, diye açıklamıştır. "Göğsünde iğnenin izini görüyordum." Bu ifadelerde erkeğin başka bir erkeğin göğsüne bakmasının caiz olduğuna delil vardır. Bunun caiz oluşunda görüş ayrılığı yoktur. Aynı şekilde göbeğinin yukarısı ve dizkapağının altına da bakması- -şehvet ile bakması hali dışında- caizdir; çünkü kocanın zevcesine ve cariyesine ve onların da ona bakması dışında bütün Ademoğullarına şehvetle bakmak haramdır. Ancak kendisine bakılan kişi tüysüz ve güzel yüzlü birisi ise şehvetli olsun olmasın onun yüzüne ve sair bedenine bakmak haramdır. Alışveriş, tedavi, öğretmek ve buna benzer bir ihtiyaç, dolayısıyla olması hali müstesnadır. Allah en iyi bilendir. Müslim'in (412): "Bize Harun el-Eyli tahdis etti" ile (413) "bana Harmele et-Tudbi tahdis etti" isimleri ile ilgili okuyuşun nasılolacağı defalarca geçmiş ve "el-Eyli" nispetinin ye ile "et-Tudbi" nispetinin de te harfi ötreli ve fethalı okunabileceğini belirtmiş, bunun aslını ve harflerinin harekelerini mukaddimede tespit etmiş idik. (2/217) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (413): "Hikmet ve iman ile dolu altından bir leğen getirdi ve onu göğsüme boşalttı." Leğen kelimesi müennestir. "Dolu" anlamındaki lafzın müzekker olarak gelmesi ise müzekker olan anlamına binaendir. İhtiva ettiği anlam ise leğenin bir kap olmasıdır. "Onu boşalttı" zamiri ise lafzına göre müennes olarak gelmiştir. İman kitabının baştaraflarında iman ile ilgili açıklamalar geçtiği gibi, "hikmet Yemenlidir" hadisinde de hikmete dair açıklamalar geçmişti. "Onu boşalttı" ibaresindeki zamir açıkladığımız gibi leğene aittir. Ama et-Tahrir sahibi o zamirin hikmete ait olduğuna dair bir görüş de nakletmektedir. Böyle bir görüşün her ne kadar açıklanabilir bir tarafı varsa da daha güçlü olan bizim yaptığımız açıklamadır. Çünkü zamirin leğene ait olması halinde imanın ve hikmetin (göğsüne) boşaltıldığına dair açık bir ifade olur. Ama onun açıklamasına göre imanın boşaltılması sözkonusu edilmemiş olur. Allah en iyi bilendir. İman ve hikmetin bir kapta konulup, boşaltılmalarına gelince -bunlar manevi şeyler olup, sözü edilen vasıflar da cisimlere ait oldukları halde- anlamı -Allah-u alem- şudur: O leğende kendisiyle imanın ve hikmetin kemali ve artışının gerçekleşeceği bir şey vardı. İkisinin bu haline sebep olduğu için ona iman ve hikmet denilmiş oldu. Bu da en güzel mecazi ifadelerden birisidir. Allah en iyi bilendir. Adem (aleyhissehim) ve Çocukları Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağ tarafında siyah kararlılar bulunan bir adam gördüm. " buyruğundaki siyah karartılar, soyundan gelecek evlatlarının ruhları olarak açıklanmıştır. Dilciler "sevad: siyahlık"ın kişi, şahıs demektir, diye açıklamışlardır. Topluluklar, cemaatler demek olduğu da söylenmiştir. "Nesem: ruh, can" ile ilgili olarak Hattabi ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu insanın nefsidir, maksat Ademoğullarının ruhlarıdır. Kadı İyaz (rahimehullah) bu hadis hakkında şöyle diyor: O (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Adem (aleyhisselam)'ı ve cennet cehennem ehlinden olan çocuklarının ruhlarını buldu. (2/218) Halbuki kafirlerin ruhlarının Sicdn'de olup bunun yedinci arzda, onun da altında olduğu, bir zindanda olduğu belirtildiği gibi, müminlerin ruhlarının da cennet içinde nimetlendikleri belirtilmiştir. Adem (a1eyhisselam)'a zaman zaman ruhların ona arz edilmesi ve Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanından geçtiği sırada o ruhların ona arz edildiği zamana denk gelmiş olması ihtimali olduğu gibi, ruhlarının cehennemde ve cennette olmasının da bazı vakitlerde böyle olup, bazı vakitlerde böyle olmama ihtimali de vardır. Yüce Allah'ın: ''Ateştir o, sabah akşam ona arz olunurlar" (Mu'min, 46) buyruğu buna delil olduğu gibi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müminin cennetteki yerinin kendisine arz edildiğine dair buyruğu ve yeri arz edilirken: Allah seni oraya diriltip gönderinceye kadar senin konaklayacağın yer burasıdır denilmesi buna delildir. Bir diğer ihtimale göre de cennetin Adem (aleyhisselam)'ın sağ tarafında, cehennemin de sol tarafında olmasıdır. Her ikisi Allah'ın dilediği yerdedirier. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sağına doğru bakınca güler, soluna doğru baktığı zaman da ağlardı" ifadesinden babanın çocuğuna şefkati, çocuğunun durumunun güzelolması ile sevindiği, halinin kötü olmasından ötürü de üzülüp ağladığı anlaşılmaktadır. Bazı Peygamberlerin Semadaki Makamları ve Mirac'da Rasulullah'a Hitapları Aynı rivayette "İbrahim (aleyhisselam)'ı da altıncı semada buldu" ifadesine gelince; diğer rivayette ise yedinci semada olduğu geçmişti. Eğer İsra iki defa olmuşsa bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Her birisinde onu bir semada bulmuş ve bunlardan biri onun asıl kaldığı yer iken diğeri ise onun yurt edindiği yeri değildir, demektir. (2/219) Şayet İsra bir defa gerçekleşmiş ise, onu altıncı semada bulduktan sonra İbrahim (aleyhisselam)'ın yedinci semaya da yükselmiş olması ihtimali vardır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İdris (aleyhisselam) hakkında: "Salih nebiye ve salih kardeşe merhaba" dediğini söylemesine gelince, Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Buradaki bu ifadeler nesep ve tarih bilginlerinin İdris'in Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in atalarından olduğunu ve onun Nuh (aleyhisselam)'ın büyük dedesi olduğunu, Nuh'un Lamek b. Müteveşlih b. Hanuh olduğuna dair bilgilerine aykırıdır. HanCıh ise onlara göre İdris b. Yered b. Mehlayll b. Kaynan b. Enuş b. Şit b. Adem (aleyhisseıam)'dır. Bu isimlerin sayımında olsun, zikrettiğimiz şekilde sıralamasında olsun aralarında bir görüş ayrılığı yokn,.ır. Ancak onlar bazı isimleri n zaptında ve telaffuz şeklinde ihtilaf etmişlerdir. Burada babalarından olan İbrahim ve Adem'in cevabı ise: Salih evlada merhaba şeklinde iken, İdris'in cevabı Salih kardeşe merhaba şeklinde olmuştur. Tıpkı Musa, İsa, Harun, Yusuf ve Yahya'nın dedikleri gibi. Bunlar da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babaları değildir. -Allah'ın salat ve selamları hepsine- İdris hakkında onun İlyas olduğu da söylenmiştir. İlyas ise Nuh'un dedesi değildir; çünkü İlyas, İbrahim (aleyhisselam)'ın soyundandır ve o Resul olarak gönderilmişlerdendir. İlk Resul ise şefaat hadisinde geçtiği üzere Nuh (aleyhisselam)' dır. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın ifadeleri bunlardır. Bununla birlikte bu hadiste İdris (aleyhisselam)'ın Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in babalarından birisi olmasının önünde bir engel yoktur. Çünkü ona salih kardeş diye hitap etmesini kibarlık ve edep olmak üzere söylemiş olması ihtimali vardır; çünkü o her ne kadar onun evladı ise de aynı zamanda kardeşidir de çünkü nebiler de, müminler de kardeştir. Allah en iyi bilendir. (414) "İbn Abbas ve Ebu Habbe el-Ensari dedi ki. .. " Ebu Habbe ha ve be olup, bunu burada böylece tespit ettik. Bunun okunuşu ve adının ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. (2/220) Çoğunluğun kabul ettiği daha sahih olan "Habbe" şeklinde belirttiğimiz gibi be ile olduğudur, ye ile "Hayye" olduğu söylendiği gibi, nun ile "Hanne" olduğu da söylenmiştir. Bu da Vakidi'nin görüşüdür. İbn Şihab, ez-Zühri'den de bu kanaat rivayet edilmiştir. Ebu Habbe'nin adı hakkında da ihtilaf edilmiştir. Amir'dir denildiği gibi Malik ve Sabit olduğu da söylenmiştir. İttifakları ile Bedir'e katılmıştır, Uhud günü şehit olmuştur. İmam Ebu'l-Hasan İbnu'l-Esir el-Cezeri (rah:.nehullah) künyesi ile ilgili üç görüşü ve ismi ile ilgili farklı kanaatleri Marifetu' s-Sahabe (r.a.um) adlı eserinde zikretmiş ve bunları oldukça doyurucu bir şekilde açıklamış bulunmaktadır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Yükseldiği Yer Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Nihayet kalemlerin gıcırtılarını duyduğum bir yüksekliğe kadar çıktım. " "Yükseklik: Musteva" ile ilgili olarak Hattabı: Bundan kasıt çıkılan, yükselinen yerdir. Düz yer diye de açıklanmıştır. Kalemlerin sesi (gıcırtısı) yazarken Çıkardıkları ses demektir. el-Hattabi dedi ki: Bu meleklerin yüce Allah'ın hükmü ve vahyi olarak yazdıklarından ve Levh-i Mahfuz'dan istinsah ederek yazdıklan yahut yüce Allah'ın bu türden yazılıp, emir ve tedbirinden murad ettiğinin yükseltilmesini dilediği şeyleri yazarken (kalemlerinin) çıkardıklan seslerdir. Levh-i Mahffiz ve Onda Yazılı Olanlar Kadı lyaz dedi ki: Bu buyrukta ehl-i sünnetin bu husustaki şu kanaatinin doğruluğuna delil bulunmaktadır: Vahyin, yüce Allah'ın kitaplarında, Levh-i Mahfuz'dan da kaderlerin ve dilediği her bir hususun -keyfiyetinin nasıl olduğunu ancak yüce zatının bildiği kalemlerle- Allah'ın kitabındaki ayetlerle sahih hadislerin belirttiği üzere yazıldığına iman edilir. Bu hususta gelen buyruklar zahirlerinden anlaşılan anlamlarıyla kabul edilir. Fakat bunun keyfiyetini, şeklini ve cinsini ancak yüce Allah'ın bildiği yahut bu türden hususlara kısmen bilgi sahibi kıldığı melekleri ve Resulleri dışında kimse bilemez. Bütün bu hususları tevil edip, zahirlerinden uzaklaştıranlar sadece bakışları yetersiz ve imanları zayıf kimselerdir. Çünkü tertemiz şeriat bunu böylece ifade etmiştir. Akli deliller de bunun imkansızlığını ortaya koymamaktadır. Şanı yüce Allah neyi dilerse yapar, neyi murad ederse o hükmü koyar. Bu yüce Allah'ın hikmetinin bir gereğidir ve gaybından dilediği kadarını meleklerinden ve diğer yarattıklarından dilediği kimselere de açıklar, yoksa onun ne yazmaya ihtiyacı vardır, ne de hatırlamaya. O her türlü eksiklikten yüce ve münezzehtir. Kadı lyaz (rahimehullah) der ki: Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in diğer nebilerin -Allah'ın salat ve selamı hepsine olsun- mevkilerinin üstüne yükselmesi ve göklerin meleklitunda ulaştığı yere kadar ulaşması, derecesinin yüksekliğine ve üstün bir faziletinin bulunduğuna açık bir delildir. el-Bezzar, İsra ile ilgili Ali (kerramallahu vecheh)' den bir haber rivayet etmiş ve Cebrail (aleyhisselam)'ın hicabın yanına gelinceye kadar yol aldığını belirtmiştir. Bazı sözlerden sonra da şunları söylemiştir: Hicabın arkasından bir melek Çıktı. Cebrail dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben yeri itibariyle yaratılmışların en yakını olduğum halde yaratıldığımdan bu yana bu meleği görmüş değilim. Bir başka hadiste de (2/221): Sonra Cebrail benden ayrıldı ve sesler kesildi, onları duyamaz oldu. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Yüce Allah en iyi bilendir. Beş Vakit Namazm Farz Oluşu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Yüce Allah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. .. Bunlar beş vakittir ama elli demektir buyurdu." Burada zikredilenler bundan önceki rivayette Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Benden beş vakit indirdi" diye anlattıklarına muhalif değildir. Burada "yarısını indirdi" ifadesinden kasıt birkaç defa başvurması üzerine indirdiğidir. Zahiren anlaşılan budur. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Burada şatr (yarı)dan kasıt cüzdür. O da beşte birdir yoksa bundan kasıt (ellinin) yarısı değildir. Kadı lyaz'ın bu açıklaması ihtimal dahilindedir, ama böyle bir açıklama yapmak zorunluluğu da yoktur. Çünkü bu ikinci hadis muhtasar bir hadistir. Hadiste defalarca gidip geldiği sözkonusu edilmemiştir. Allah en iyi bilendir. İlim adamları, bu hadisi bir şeyin fiilen işlenmesinden önce nesh edilmesinin caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra beni götürdü. Nihayet sidretu'l-münteha'ya kadar geldik" ibareleri bu şekilde asıl nüshalarda "geldik" şeklindedir. Bazı asıllarda ise "geldi" şeklindedir. Her ikisi de doğrudur. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sonra cennete girdirildim. Orada inci tepeleri gördüm." "Cenabiz" kubbeler anlamındadır, tekili "cunbuze"dir. Buhari Sahihinin Kitabu'l-Enbiya adındaki bölümünde de bu laflZ böylece zikredilmiştir. Buhari'nin Kitabu's-Salah adlı bölümünün baş tarafında ise "habail" diye geçmektedir. Hattabi ve başkaları bu bir tashiftir demiştir. Allah en iyi bilendir. "Lu'lu': İnci" demek olup ne olduğu bilinmektedir. Bu hadiste ehl-i sünnetin cennet ve cehennem şu anda yaratılmışlardır, cennet semadadır şeklindeki görüşünün lehine delalet bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. (415) "BizeMuhammed b. el-Müsenna tahdisetti ... Malikb. Sa'saa'dan." Ebu Ali el-Gassani dedi ki: Bu hadis İbn Mahfm ve Ebu'l-Abbas er-Razi' nin, Ebu Ahmed el-CuIOdi' den rivayetinde bu şekildedir. Başkasında ise Ebu Ahmed'den, o Katade'den, o Enes b. Malik'ten, o Malik b. Sa'saa'dan herhangi bir şüphe ifadesi kullanmaksızın rivayet edilmiştir. Ebu'l-Hasan edDarakutni dedi ki: Bu hadisi Enes b. Malik'ten, Malik b. Sa'saa'dan diye Katade' den başka rivayet eden yoktur. Allah en iyi bilendir. Ümmeti En Çok Nebi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam) hakkında: "Onun yanından geçince ağladı. .. " sözlerinin anlamı -Allah en iyi bilendir- şudur: Musa kavminin sayıca çok olmasına rağmen aralarından iman edenlerin azlığına üzülmüştür. Onun ağlayış ı buna göre onlar için üzüldüğünden Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de uyanlarının çokluğuna gıpta edip, imrenmesinden dolayı olmuştur. Hayırlı işlerde gıpta sevilen bir şeydir. Burada onun bu imrenmesinin anlamı, ümmeti arasından iman edenlerin bu ümmet gibi olmasını arzu etmiş olmasıydı, yoksa Nebimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in böyle bir ümmeti olmaksızın bu kadar bir ümmetin kendisine uymalarını arzu etmesi şeklinde değildi. Kısacası maksat şudur: O ancak kavmine üzüldüğünden ve itaatten geri kalmaları sebebiyle pek büyük fazileti ve pek muazzam sevabı kaybettiklerinden ötürü ağlamışlı. Çünkü bir hayra çağırıp da insanlar onun çağırdığı o hayır ile amel ederlerse o kimseye onların ecirlerinin aynısı verilir. Nitekim sahih hadislerde böyle gelmiştir. Böyle bir hal için de gerçekten ağlanır ve böyle bir imkan kaybedildiği için de üzülmeye değer. Allah en iyi bilendir. Ravinin: "Allah'ın Nebisi ... dört ırmak gördüğünü de anlatlı ... Açıktakiler ise Nil ve Fırat'lır." Sahih-i Müs!im'in asıl nüshalarında bu şekilde: "Diplerinden çıkan" şeklindedir. Maksat ise Sahih-i Buhari' de ve başkalarında açıkça zikredildiği gibi, Sidretu'l-Münteha'nın aslı (kökü)dır. Mukatil dedi ki: İki gizli ırmak Selsebil ve Kevser' dir. Kadı İyaz (rahimehullah) da dedi ki: Bu hadis Sidretu'l-Münteha'nın kökünün yerde olduğuna delildir; çünkü Nil ve Fırat onun aslından (kökünden) çıkmaktadır. (2/224) Derim ki: Onun bu söylediğinin böyle olması gerekınemektedir. Aksine bunun anlamı, ırmakların onun kökünden çıktığı sonra da yüce Allah'ın murad ettiği şekilde yol aldıktan sonra yerden çıkıp, yerde yollarına devam ettikleridir. Ne akıl, ne de şeriat buna engel değildir. Hadisin zahirinden anlaşılan da budur. O halde bunun kabul edilmesi gerekir. Allah en iyi bilendir. Şunu da bilmek gerekir ki, "Fırat"ın yazılışında sonr harf hem vasıl, hem vakıf hallerinde açık te ile yazılır. Bu her ne kadar bilinen meşhur bir husus ise de çoğu kimsenin bunu yanlış olarak he (yuvarlak te) ile söyledikleri için buna dikkat çektim. Allah en iyi bilendir. el-Beytu'l-Ma'mur Cebrail (aleyhisselam)'ın: "İşte bu el-Beytu'l-Ma'mur'dur. Buna her gün ... geri dönmez." Metaliu'l-Envar sahibi dedi ki: İşte bu buyruk meleklerin -Allah'ın salat ve selamı onlara- çokluğuna en büyük bir delildir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bana biri şarap, diğeri süt iki kap getirildi. .. " Bu babın baş taraflarında buna dair açıklama geçmişti. Burada ayrıca sözkonusu edilmesi gereken husus "isabet ettin" lafzının anlamıdır. Yani önceki rivayette geldiği üzere fıtratı isabet ettirdin demektir. Fıtratın ne demek olduğu da daha önce açıklandı. "Allah seninle (ümmetinin fıtrata) isabet etmesini sağladı" ifadesinin anlamı da Allah seninle fıtratı, hayrı ve fazileti murad etti demektir. Nitekim Arapça'da "esabe" fiili irade etti anlamında da kullanılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz de emriyle yumuşak olarak istediği (esabe) yere akıp giden rüzgarı emrine verdik." (Sad, 36) buyurmaktadır. Müfessirler ve dilbilginleri ittifakla burada irade ettiği, istediği yer demek olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde el-Vahidi de dilbilginlerinin bunun üzerinde ittifak ettiklerini nakletmektedir. "Ümmetin de fıtrat üzere (isabet etti)" sözü de onlar sana uyanlardır demektir. Sen fıtratı isabet ettirdiği ne göre onlar da fıtrat üzerinde olacaklardır. Allah en iyi bilendir. (2/225) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (416): "Boğazdan karın altına kadar yardı." Karnın alt tarafında derinin inceldiği yerin adı olan "merak" fethalı mim ve şeddeli kaf iledir. el-Cevheri bunun tekili yoktur derken, el-Metali sahibi tekilinin "merak" olduğunu söylemiştir. Müslim (rahimehullah)'ın (417): "Bana Muhammed b. el-Müsenna ve İbn Beşşar tahdis edip dedi ki. .. Yani İbn Abbas (r.a.)" isnadındaki bütün raviler Basrahdır. Şube her ne kadar Vasıtlı ise de sonradan Basra'ya taşınmış ve orayı yurt edinmiştir. İbn Abbas da aynı şekilde Basra' da yerleşmiştir. Ebu'l-Niye'nin adı ise Rufey b. Mihran er-Riyahi'dir. Allah en iyi bilendir. Bazı Peygamberlerin Fiziki Görünüşleri Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Musa (aleyhisselam) hakkında (418): "Şenueli adamlardan birisini andıran uzun boylu, esmer birisi idi" ifadesi ile "İsa da etine dolgun, orta boylu idi" ifadelerine gelince. Şenue bilinen bir kabiledir. İbn Kuteybe EdEbu'l-Katib' de şunları söyler: Onlara bu isim tiksinti anlamında bu biraz Şenueli bir adamdır ifadesinden hareketle verilmiştir. Denildiğine göre onlara bu ismin veriliş sebepleri onların tiksinip, uzaklaşmış olmalarıdır. Cevheri dedi ki: Şenue, tiksinmek demektir. Bu da pis şeylerden uzak durmak anlamındadır. Ezdu Şenue de buradan gelmektedir. Onlar Yemenli bir kabile olup, onlardan olan birisinin nispetini anlatmak için "Şenuı" denilir. (İbn Kuteybe devamla) dedi ki: İbn es-Sikkit dedi ki: Bazen de hemzesiz Ezdu Şenuwe dedikleri de olur. O vakit ona nispet "Şenuwı" diye yapılır. Rasfılullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Merbu: orta boylu" sözünü dilciler: o boyu iki adamın ortası olan yani çok uzun da olmayan, çok fazla kısa da olmayan kişi demektir. el-Muhkem sahibinin ve başkalarının zikrettiği üzere bunun merbu, murteba ve mürtebi, rab', rab'atun ve rabaatun diye söyleyişleri vardır. Dişil olarak da rab'atun ve rabaatun diye kullanılır. İsa (aleyhisselam) hakkında onun "etine dolgun" olduğunu ifade etmesine gelince, rivayetlerin çoğunluğunda saçı düz olarak nitelendirilmektedir. (2/226) İlim adamları bu sebeple şöyle derler: Burada "ca'd"den kasıt cismin ca' d olmasıdır. Bu da onun derli toplu ve yoğun olması anlamındadır yoksa saçın dalgalı olması kastedilmemiştir. Musa (a.s.)'ın sıfatı olarak "ca'd" hakkında ise et-Tahrir sahibi şunları söylemektedir: Bunun iki anlamı vardır. Birincisiİsa (aleyhisselam) hakkında sözünü ettiğimiz anlamı ki bu da cisminin yoğun olması demektir. İkincisi ise saçların dalgalı olmasını anlatır. Birincisi daha sahihtir. Çünkü sahihte Ebu Hureyre'nin rivayetinde onun gür saçlı bir adam olduğu da rivayet edilmiştir. et-Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır. Musa (aleyhisselam) hakkında her iki anlam da caizdir. Buna göre saçların dalgalı olması ikinci anlamda olur, oldukça kıvırcık anlamında değil de kıvırcık ile düz saç arasında (hafif dalgalı) demek olur. Allah en iyi bilendir. Sebat ve sebit (düz saçlı) iki meşhur söyleyiştir. Sibt ve sebt söylenişi de caizdir. "Ketif (omuz)" ve benzeri kelimelerde olduğu gibi. Dilbilginleri der ki: Dilciler saçın niteliği olarak bu kelime kullanılırsa dalgası bulunmayan salınan düz saç demek olur. Ril olarak sebeta, yesbetu, sebetan diye kullanılır. Allah en iyi bilendir. Diğer rivayette (418) "Resuluilah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İsra'ya götürüldüğüm gece Musa b. İmran'ın yanından geçtim" ibaresi bazı asıllarda bu şekilde zikredilmiş, büyük çoğunluğunda ise "geçtim" anlamındaki laflZ düşmüştür. Ama bu lafzın burada bulunması bir zorunluluktur, hazfedilse dahi mana olarak kastedilmiş demektir. Allah en iyi bilendir. Cehennem Bekçesi Malik "Ona cehennem bekçesi Malik de gösterildi." Yani Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Malik'i gördü. Buhari'nin Sahihinde yer alan bu hadiste onun: "Ve Malik'i gördüm" dediği sabittir. çoğu asıl nüshalarda ise "Malik" ismi ref ile okunmuştur. Bu kabul edilmeyebilir ve böyle bir şey Arapça' da doğru değildir ve bu bir kurala aykırılıktır, denilebilir ama bunun ile ilgili güzel bir cevap verilmiştir. O da "Malik" lafzı aslında mansubtur fakat yazımda elif düşürülmüştür. Muhaddisler ise bu işi çokça yaparlar. Mesela "Enes'i dinledim" diye yazdıkları vakit elif'siz yazarlar ama nasb halinde okurlar. İşte Malik kelimesi de böyledir. Onu elif'siz yazmış olmakla birlikte nasb ile okurlar. Bu ise yüce Allah'ın izniyle bu hususta yapılmış açıklamaların en güzelidir. Ayrıca bu benzeri başka hususlara kendisiyle dikkat çekildiği faydalı bir bilgidir. Allah en iyi bilendir. (2/227) Allah'ın kendisine gösterdiği birçok ayet içerisinde ona cehennemin bekçisi Malik ve Deccal de gösterildi. "O halde onunla karşılaşacağından şüphe içerisinde olma." (Secde, 23) Katade bunu ... diye tefsir ediyordu." Burada yüce Allah'ın: "Şüphe içinde olma" buyruğu bazı raviler tarafından delil gösterilmiştir. Katade'nin tefsirine gelince, aralarında Mücahid, el-Kelbi ve es-Süddi'nin de bulunduğu bir topluluk bu hususta ona muvafakat etmiştir. Bunların kanaatine göre buyruk: Musa'nın seninle kavuşmasından hiç şüphe etme, demek olur. Muhakkik müfessirlerin ve meani alimlerinin birçoğunun kanaatine göre ise bunun manası Musa'nın kitap ile karşılaştığından (kitabın ona vahyedildiğinden) yana şüphe içinde olma demektir. İbn Abbas, Mukatil, Zeccac ve başkalarının kanaati budur. Allah en iyi bilendir. (419) "Bize Ahmed b. Hanbel ve Sureye b. Yunus tahdis etti." Sonra hadiste: " ... Musa'yı görür gibiyim." Bundan sonra da Metta oğlu Yunus (aleyhisselam) hakkında: "Onu telbiye ederken gördüm" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Onların durumu hakkındaki rivayetlerin çoğu bunu İsra'ya götürüldüğü gece gördüğüne delildir. Bu husus ise Ebu'lAliye'nin İbn Abbas'tan diye naklettiği rivayette ve İbnu'l-Müseyyeb'in Ebu Hureyre'den rivayetinde açıkça ifade edilmiş durumdadır. Ama bu rivayette telbiye sözkonusu edilmemiştir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki: Onlar ölmüş ve am el yurduolmayan, ahiret yurdunda bulunmakla birlikte nasıl hac ediyor ve telbiye getiriyorlar diye sorulacak olursa, şunu bil ki, ilim adamı üstatların açıkladıkları ve bize göründüğü kadarıyla buna birkaç şekilde cevap verilebilir. Bunlardan birincisi şudur: Onlar da şehitler gibidir. Hatta onlardan daha üstündürler. Şehitler ise Rablerinin yanında diridirler. Başka bir hadiste geçtiği gibi haccedip, namaz kılmaları ve yüce Allah'a güçlerinin yettiği şeyler ile yakınlaşacak amellerde bulunmaları uzak bir ihtimal değildir. Çünkü onlar her ne kadar ömürlerini tamamlayıp, vefat etmiş iseler de (2/228) onlar amel yurdu olan bu dünyadadırlar demektir. Nihayet dünyanın ömrü bitip, arkasından amellerin karşılığının görüleceği yurt olan ahiret gelince, amel de nihayete erer, kesilir. İkinci açıklama: Ahiretin ameli zikirdir ve duadır. Nitekim yüce Allah: "Onların oradaki duaları Allah'ım, seni her türlü eksiklikten tenzih ederiz (demek)dir. Orada esenlik dilekleri de selamdır" (Yunus,lA) buyurmaktadır. Üçüncü cevap bu, İsra gecesi dışında yahut İsra gecesinin bir bölümünde görülmüş bir rüyadır. Tıpkı İbn Ömer (r.a.)'ın naklettiği rivayette: "Ben uyurken kendimi Kabe'yi tava! ederken gördüm" buyurmuştur. Sonra da hadisi İsa (aleyhisselam) ile ilgili olarak anlatılanlarla birlikte zikretti. (Bk.428) Dördüncü cevap: Ona hayatta oldukları sıradaki halleri gösterildi ve hayatta iken nasıloldukları, hac ve telbiyelerinin nasılolduğu ona temsili olarak gösterildi. Nitekim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Musa'yı görür gibiyim, İsa'yı görür gibiyim, Yunus'u görür gibiyim -hepsine selam olsun-" buyurmuştur. Beşinci cevap: Kendilerini gözüyle görmemiş olsa dahi, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların durumu ve yaptıkları ile ilgili olarak kendilerine vahiy olarak bildirilenleri haber vermiştir. Kadı İyaz (rahimehullah)'ın sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir. "Herşa tepesi" Cuhfe yakınlannda Şam ve Medine yolu üzerinde bir tepedir. "Etine dolgun, kırmızı bir deve üzerinde, üzerinde yünden bir cübbe olduğu halde ... " ifadesinde "ca' de" az önce geçtiği gibi eti dolgun demektir. "Hulbe" Huşeym'in açıkladığı gibi liftir. Allah en iyi bilendir. Rasınuilah (sallallahu aleyhi ve seIlem)'in (420): "Musa'yı parmaklarını kulaklanna koymuş olarak görüyor gibiyim. " Burada ezan ve benzeri sesi yükseltmenin müstehab olduğu işleri yaparken, parmağın kulağa konulmasının müstehab olduğuna delildir. Bu hükmün çıkarılması (istinbatı) ve bunun müstehap oluşu bizim mezhebimize mensup alimlerden olsun, başkalanndan olsun bizden öncekilerin şeriatı bizim için de şeriattır, diyenlerin görüşlerine göredir. "Bu hangi tepedir, dedi. Onlar: Herşa yahut Lift (tepesidir) dediler." Biz bu kelimeyi bu şekilde "lifi" olarak tespit ettik. Kadı lyaz ve el-Metali sahibi bu kelimenin üç türlü telaffuzunu sözkonusu etmişlerdir. Birincisi zikrettiğim bu şekil, ikincisi "lefi", üçüncüsü ise "lefet" söyleyişleridir. Allah en iyi bilendir. (421) "Mücahid dedi ki: İbn Abbas (r.a.)'ın yanında idik. .. Arkadaşınıza bakınız." Asıl nüshalarda bu ibare bu şekildedir ve sahihtir. Hadisteki: Dedi ki: yazılıdır sözü orada bulunanlardan birisi böyle dedi, demektir. Abdulhak'ın el-Cem beyne's-Sahihayn adlı eserinde Müslim'in rivayet ettiği bu hadis şu şekildedir: "Deccal'i sözkonusu ettiler ve: Gözleri arasında ... yazılıdır" dediler, şeklindedir. Evet, Abdulhak bunu bu şekilde "dediler" diye rivayet etmiştir. el-Humeydi'nin Sahihayn'dan rivayetinde ise: "Deccal'in gözleri arasında kafir (yazılı olduğunu) zikrettiler" şeklindedir. Böylelikle o "dedi, dediler" lafzını hazfetmiş bulunmaktadır. Bütün bunlar daha önce geçenlerin sahih olduğunu ortaya koymaktadır. Hadisteki: "İbn Abbas dedi ki: Ben onu (böyle dediğini) duymadım" ile kastettiği Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'dir. (2/230) ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Vadiden inerken onu görür gibiyim" ifadesinde "iza" edatı bütün asıllarda elif ile yazılmıştır ve bu sahihtir. Kadı lyaz kimi ilim adamının burada elit'in yazılmasına karşı çıkarak bunu bu şekilde rivayet edenin yanlış yaptığını söylemiştir. Kadı lyaz'ın kendisi de böyle diyenin hata ettiğini belirterek şunları söylemektedir: Bu böyle bir söz söyleyenin bilgisizliğini, zorlamasını, bir zorunluluk olmaksızın cesaret göstererek yanılmasının ve sözlerin anlamlarını anlayamamasının bir neticesidir. Çünkü burada "iza"nın elifli ile elifsiz kullanılması arasında fark yoktur. Çünkü bu sözler onun geçmiş zamandaki inişinin halini anlatmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (422): "Musa (aleyhisselam)'ı uzun boylu bir adam olarak gördüm" ibaresindeki (uzun boylu anlamını verdiğimiz) "darb" lafzı ile ilgili olarak Kadı İyaz şunları söylemektedir: "Bu etin çokluğu ve azlığı bakımından orta halli adam demektir ama Buhari bu hadisin bir rivayetinde "muzdarip" lafzını zikretmiştir ki, bu da aşırı uzun olmayan ve eti dolgun ve sıkı olmanın zıt anlamlısıdır. Ama birinci yani "darb" rivayetinin daha sahih olma ihtimali vardır. Çünkü öbür rivayette (423): "muztarip dediğini zannediyorum" demiştir. İşte bu rivayet hem şüphe ihtiva ettiği için, hem şüphe ihtiva etmeyen diğer rivayete muhalif olduğu için zayıf bir rivayet demektir. Öbür rivayette de: "İri cüsseli ve sebit" denilmektedir. Bu da uzun boylu anlamına racidir. Burada "cesim" kilolu anlamında tevil edilemez çünkü "darb"ın zırtıdır. Bu anlamıyla Deccalin sıfatı olarak gelmiştir. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır. Ancak onun "muztarip" lafzının geçtiği rivayeti zayıf kabul etmesi ve "darb" rivayetine muhalif olduğunu söylemesi uygun kabul edilemez. Çünkü her ikisi arasında aykırılık yoktur. Dilbilginleri şöyle demektedir: Darb eti az adama denir. İbnu's-Sikkit el-Islah adlı eserinde el-Mücmel sahibi ez-Zebidi, el-Cevheri ve sayılamayacak kadar başkaları hep böyle demişlerdir. (2/231) Allah en iyi bilendir. (Hadisin sonunda): "Dihye b. Halife" ismi "Dahye" diye de okunur, ikisi de meşhur söyleyiştir. (423) "Saçlarını taramış" Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra saçların taranması ile ilgili açıklama gelecektir. İsa (aleyhisselam)'ın nitelikleri ile ilgili olarak: "Orta boylu sanki dimastan -yani hamamdan- çıkmış gibi kırmızı tenli idi." Orta boylu anlamındaki "rab'a"nın okunuş şekilleri ile ilgili açıklamalar az önce geçti. Diması ravi hamam diye açıklamaktadır ama dilbilginlerine göre dimas gizli geçit ve aynı zamanda sıcak ve soğuktan koruyan yapı anlamındadır. el-Herevi bu hadis ile ilgili olarak şunları söylemektedir: Bazıları burada dimasın sıcak ve soğuğa karşı koruyan yapı demek olduğunu söylemişlerdir. Adeta o güneş görmemiş ve böylece uyuşturulmuş gibidir, anlamına gelir. Bazıları da bundan kasıt ise gizli geçit ve yol demektir demişlerdir. Defnetmek anlamı da buradan gelmektedir. el-Cevheri Sihah'ındabu hadis ile ilgili olarak şöyle diyor: "Dimas'tan çıkmış" ibaresi tazeliği ve yüzünün çokça nemli olması bakımından soğuğa ve sıcağa karşı koruyan yapıdan çıkmış gibidir demek olur. Çünkü onun niteliklerini anlatırken "başından su damlıyor gibi" demektedir. el-Metali sahibi onun ile ilgili bu üç görüşü sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Dimas'ın gizli geçit demek olduğu söylendiği gibi, hamam olduğu da söylenmiştir. Bunlar dimas ile ilgili açıklamalar. Hamamın ne olduğu zaten bellidir, dilcilerin ittifakıyla müzekker bir isimdir. el-Ezheri, Tehzibu'l-Luga adlı eserinde müzekker olduğunu Araplardan nakletmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. Ebu Hureyre (radıyatlahu anh}'ın naklettiği rivayet olan bu rivayette İsa -Allah'ın salat ve selamları ona-'nın kırmızı olmakla nitelendirilmesi (2/223) ondan sonra gelen İbn Ömer (radıyatlahu anh}'ın rivayetinde (424) esmer olarak nitelendirilmesine gelince, Buhari, İbn Ömer (radıyatlahu anh)'dan, onun "kırmızı" rivayetini kabul etmediğini, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in da bunu söylemediğine dair yemin ettiğini rivayet etmektedir. Yani böyle bir şey ravinin şüphesi ve karıştırması neticesinde söylenmiştir. Bununla birlikte kırmızının esmer olarak yorumlanması mümkündür. Bundan da gerçek anlamıyla esmerlik ve kırmızılık değil, ona yakın ten rengi kastedilmiş olur. Allah en iyi bilendir. Resulullah (satlatlahu aleyhi ve setlem}'in (424): "Bir gece kendimi Kabe'nin yanında (rüyada) gördüm ... Bu Mesih ed-Deccal'dir denildi" buyruğuna gelince; Kabe'ye bu ismin veriliş sebebi yüksekliği ve dörtgen şeklinde oluşu dolayısıyladır. Araplara göre dörtgen şeklindeki her bir yapı Kabe' dir. Daireselliği ve yüksekliği dolayısıyla ona bu ismin verildiği de söylenmiştir. Ayağın topuğuna "ka'b" denilmesi de yükselip, daire şeklini aldığı zaman kadının göğsüne ka'b denilmesi de buradan gelmektedir. Limme çoğulu limem diye gelir. Cevheri: Limam diye de çoğulunun yapılacağını söylemiştir. Ona göre limme kulak yumuşaklarından aşağıya inen saça denilir. Omuzlara kadar ulaşırsa ona "cummeh" denilir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in: "Su damlıyordu" ifadesi ile ilgili olarak Kadı İyaz diyor ki: Bunun zahiri anlamında olması yani kısa bir süre önce saçlarını taradığı için suyu damlıyor olması ihtimali vardır. Kadı el-Bad de bu anlama meyletmiştir. Kadı lyaz (devamla) dedi ki: Bana göre bu onun parlaklığını ve güzelliği ni anlatan, güzelliğini ifade etmek için kullanılan bir istiaredir. "Avatik: omuzlar" kelimesi "atik"in çoğuludur. Dilciler bu omuz ile boyun arasındaki yerdir, derler. el-Muhkem sahibi (İbn Side) şöyle der: Atik -belirttiğimiz gibi- avatik, utuk ve utk olarak da çoğulu yapılır. İsa (aleyhisselam}'ın tavafına gelince, Kadı lyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Eğer bu gözle görülmüş bir olaysa İsa hayattadır, ölmemiştir. Yani gerçek manada tavafının önünde bir engel yoktur. Eğer İbn Ömer (r.a.}'ın rivayetinde dikkat çektiği gibi rüyada görülmüşse, o takdirde daha önce sözkonusu edilen ihtimaller ve rüyanın tevili ile alakalı olarak söylenenler sözkonusudur. Kadı dedi ki: Deccal'in Beyti tavafı ile ilgili zikredilenler de buna göre yorumlanır ve bunun bir rüya olduğu kabul edilir; çünkü Sahihte onun Mekke'ye ve Medine'ye giremeyeceği belirtilmektedir. Bununla birlikte Malik'in rivayetinde Deccal'in tavafını sözkonusu etmemektedir. Bununla beraber onun Medine'ye girmesinin ona yasak oluşu, onun fitnesinin ortaya çıkacağı zamandır da denilebilir. Allah en iyi bilendir. "Mesih" İsa (aleyhisselam) ile Deccal'in sıfatıdır. İsa'ya Mesih deniliş sebebi hususunda ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. el-Vahidj' dedi ki: Ebu Ubeyd ve el-leys bunun İbranice aslının meşiha olduğu ve Arapların bunu Arapçalaştırarak lafzını değiştirdikleri kanaatindedir. Nitekim Araplar İbranice aslı Muşa yahut Mişa'yı Musa olarak söylemişlerdir. Bu sıfatı (Mesih) Arapçalaştırıp, değiştirdiklerine göre onun iştikakı (türediği kökü) yoktur. (el-Vahidl) dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu ise bunun müştak (türemiş) olduğunu söylemişlerdir. Aynı şekilde ondan (Vahidj"den) başkaları da cumhurun görüşüne göre bu sıfatın türemiş olduğunu söylemişlerdir. Bunu söyledikten sonra bu kanaatte olanlar ihtilaf halindedirler. İbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği nakledilmektedir: O elini ne kadar musibetli bir hastalığa yakalanmış kişiye sürdüyse (mesh ettiyse) mutlaka iyileşmiştir. İbrahim ve İbnu'l-A'rabi de Mesih sıddık demektir. Düztaban olup, ayağında çukurluk olmadığından dolayı ona bu sıfatın verildiği de söylenmiştir. Zekeriya onu mesh ettiği için onun yeryüzünü mesh etmesi yani kat etmesi, çok yürümesi dolayısıyla bu sıfatın verildiği gibi annesinin karnından kendisine yağ mesh edilmiş (sürülmüş) olarak çıktığı, doğduğu zaman bereket ile ona mesh edildiği için, şanı yüce Allah onu mesh ettiği yani güzel bir hilkate sahip olarak yarattığı için bu sıfatın verildiği söylendiği gibi, başka sebepler de söylenmiştir. Allah en iyi bilendir. Deccal ve Ona Mesih Denmesinin Sebebi Deccal'e gelince, ona bu ismin veriliş sebebi bir gözünün silme kör oluşudur. Bir diğer görüşe göre tek gözü kör olduğu için ve bu şekilde tek gözü kör olana "Mesih" denildiği için ona böyle denilmiştir. Kıyamet alameti olarak çıkacağı zaman yeryüzünü mesh edeceği (dolaşacağı) için ona böyle denildiği gibi, başka açıklamalar da yapılmıştır. Kadı İyaz der ki: Bütün raviler ihtilafslZ olarak İsa'nın sıfatı olarak fethalı mim ve kesreli tek sin ile söyleneceğini belirtmişlerdir. Ancak Deccal hakkında bunun telaffuzu ihtilaflıdır. Çoğunluğu İsa gibi "Mesih"tir der ve laflZ itibariyle aralarında fark olmadığını söyler ama İsa bir hidayet mesihi, deccal ise bir dalalet mesihidir. Bazı raviler ise deccal için bunu kesreli mim ve şeddeli sin ile "missih" diye rivayet etmişlerdir. Birden çok kişi de böyle söylemiştir. Ancak noktasız ha değil, noktalı hı ile olduğunu ifade etmişlerdir. Bazıları ise kesreli mim ve şeddesiz sin (misih şeklinde) söyleneceğini de ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir. "Deccal" adı ile ilgili açıklama ise mukaddime şerhinde geçmiş bulunmaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in deccalin nitelikleri arasında: "OLdukça kıvırcık saçlı" ibaresinde "katat" kelimesi kaf ve tı harfleri fethalıdır. Meşhur olan budur. Kadı İyaz der ki: Biz bunu birinci tı'nın fethalı ve kesreli okunuşu ile rivayet etmiş bulunuyoruz. İleri derecede kıvırcıklık anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "Ca' d" erkeklerin niteliği olarak övgü de olabilir, yergi de olabilir. Vergi anlamında kullanılacak olursa birincisi çok kısa, diğeri cimri olmak üzere iki anlamı vardır. Ca' du'l-yedeyn ve ca' du'l-esabi': eli sıkı (parmakları yumuk) cimri demektir. Eğer övgü anlamıyla kullanılırsa bunun da biri hilkati sağlam ve güçlü, diğeri ise saçının dalgalı olması demektir. Bu da bir övgü olur; çünkü düz saç çoğunlukla Arap olmayanlarda görülen bir vasıftır. Kadı İyaz der ki: el-Herevi' den başkaları da şöyle demektedir: Ca' d, Deccal için bir yergi sıfatıdır. İsa (aleyhisselam) hakkında ise övgü vasfıdır. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Sanki dışan fırlamış (patlak) bir üzüm tanesi imiş gibi sağ gözü kördür" buyruğuna gelince, bu ibaredeki (dışarı fırlamış, patlak tane anlamını verdiğimiz) "tafiye" kelimesi hemzeli (tafie) ve herrızesiz (tafiye) olarak rivayet edilmiştir. Hemzeli rivayete göre ışığı, feri gitmiş demek olur. Hemzesiz rivayete göre ise dışarı fırlamış ve bu fırlamış hali açıkça ortada olan (patlak) demektir. Diğer taraftan burada sağ gözünün kör olduğu belirtilirken, bir başka rivayette "sol gözünün kör" olduğu belirtilmektedir. Müslim bu iki rivayeti de kitabının sonunda zikretmiş ve her iki rivayet te sahihtir. Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle diyor: Biz bu kelimeyi hocalarımızın çoğunluğundan herrızesiz (tMiye) olarak rivayet etmiş bulunuyoruz. Çoğunluğunun sahih kabul ettiği de budur. Aynı şekilde Ahfeş'in benimsediği de budur. Bu da diğer taneler arasından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi patlak demektir. (Kadı İyaz devamla) dedi ki: Bazı üstatlarımız da bunu hemzeli (tMie) diye zaptetmişlerdir. Diğer bazıları bunu kabul etmemekle birlikte bu kabul etmeyişin haklılığı yoktur. Hadis-i şerifte gözünün silme kör olduğu söylenmiş, ne çukur, ne de patlak olup, gözü tamamıyla kapalı ve silme olmakla da nitelendirilmiştir. İçindeki suyu akıp gittiği zaman ise üzüm tanesinin niteliği aynen budur. İşte bu hemzeli rivayetin sahih olduğunu ifade eder. Diğer hadislerde "gözü patlak ile bir yıldız gibi" bir başka rivayette "bir duvardaki bir balgamı andıran dışarı fırlamış bir göz bebeği" şeklindeki nitelemelere gelince, bütün bunlar hemzesiz rivayetin sahih olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte hadislerin bir arada açıklaması ve bütün rivayetlerin sahih olarak doğru bir şekilde anlaşılması şöyle ce mümkündür: Tamamen kapalı, silme, çukur da olmayan, patlak da olmayan gözü kör ve hemzeli okuyuş ile "tafie" olan gözdür. Bu da bu rivayette geldiği gibi onun sağ gözüdür. Diğer taraftan dışarı doğru fırlamış, patlak ve bir yıldızı andıran duvarda bir balgama benzeyen nitelemeleri ise hemzesiz olarak "tMiye" olan gözdür. Bu da diğer rivayetteki gibi sol gözdür. İşte bu husustaki hadisler ile hemzeli ve hemzesiz rivayetlerin bir arada anlaşılıp, telif edilmesi bu şekilde olur. Yani o hem sağ, hem sol gözü a'ver (arızalı) birisidir; çünkü bu gözlerin her birisi böyledir. Zira (Arapçada) a'ver kusurlu olan her şey için kullanılır. Özellikle de göz ile ilgili olan için söylenir. Deccal'in iki gözü de kusurlu ve a'verdir. Birisi tamamıyla olmadığından dolayı a'ver (kör)dir, diğeri ise kusurlu olduğu için a'verdir. Kadı İyaz'ın sözleri burada bitiyor. Bu açıklamalar son derece güzeldir. Allah en iyi bilendir. (425) "Bize Muhammed b. İshak el-Müseyyebi tahdis ettL" (2/235) Muhammed, bir dedesine nispetle böyle anılır. Adı Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Abdurrahman b. Abdullah b. el-Müseyyeb b. Ebu's-Saib Ebu Abdullah el-Mahzuml' dir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz yüce Al/ah'ın bir gözü kör değildir. Şunu bilin ki Mesih Deccal'in sağ gözü kördür" buyruğu şu demektir: Şanı yüce Allah sonradan ortaya çıkmış özelliklerden ve bütün eksikliklerden münezzeh olmakla birlikte, Deccal yüce Allah'ın yarattıkları ndan sureti eksik bir yaratıktır. Dolayısıyla sizin bunu iyice bilmeniz ve bunu insanlara öğretmeniz gerekir. Böylelikle Deccal'in hayalden ibaret gösterecekleri ve beraberinde bulunacak fitnelere kimse aldanmamalıdır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Gördüklerim arasında ona en çok benzeyen kişi İbn Katan'dır." Buradaki "gördüm" anlamındaki fiili te harfi hem ötreli, hem fethalı olarak zaptetmiş bulunuyoruz. (Ötreli olursa birinci tekil şahıs olarak gördüm, fethalı olursa ikinci tekil şahıs olarak gördün anlamında). Her iki anlam da açıktır. (2/236) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in (427): "Allah Beytu'l-Makdis'i bana gösterdi. .. " Onu bana açıkça gösterdi, demektir. "Beytu'l-Makdis" ile ilgili söyleyişler ve türediği kökler ile ilgili açıklamalar bu babın baştaraflarında verilmişti. "Ayetler"inden kasıt ise onun alametleri, belirtileridir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (428): "Başından su damlıyordu" damlayıp, akıyordu "yahut döküıüyordu." (429) "Benzeri kesinlikle sıkılmadığım kadar sıkıldım." (2/237) Cevheri: "Kürbe (sıkıntı)" nefsi etkileyen gam demektir. "Kerb" de aynı anlamdadır. Keder ve üzüntüsü ağırlaşıp, artacak olursa "kerabehu el-gam" denilir. Rasuiullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Kendimi nebiler -Allah'ın salavatı onlara- topluluğu arasında gördüm ... Namaz vakti geldi onlara imam oldum." Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Musa ve İsa -ikisine de selam olsun'nın tavafı sözkonusu edilince, onların namazıarı ile ilgili verilecek cevap da geçmiş bulunmaktadır. (Devamla) dedi ki: Burada namaz, zikir ve dua anlamında da olabilir. Zikir ve dua ise ahiret amellerindendir. Eğer: Musa (aleyhisselam)'ı kabrinde namaz kılarken görmekle birlikte Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Beytu'l-Makdis'te onlara nasıl namaz kıldırdı, semavatta mertebelerine göre onlarla nasıl görüştü, nasılona selam verdiler, ona hoş geldin dediler denilecek olursa cevap şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Musa (aleyhisselam)'ı kırmızı kum tepesi yanındaki kabrinde (namaz kılarken) görmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in semaya çıkmasından önce ve Beytu'lMakdis'e doğru giderken görmüş, sonra da Musa (aleyhisselam)'ın kendisinden önce semaya çıkmış olduğunu görmüş olma ihtimali vardır. Aynı zamanda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nebileri görüp, onlarla kendilerini ilk gördüğü o halde onlara namaz kıldırmış sonra ona soru sorup, hoş geldin demiş olmaları ihtimali de vardır. (2/238) Yahut onlarla bir araya gelip, onlara namaz kıldırması ve Musa'yı görmesi ayrılıp, Sidre-i Münteha'dan dönüşü sırasında da olmuş olabilir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b.Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Ebu Üsame tahdis etti. Bize Malik b. Miğvel tahdis etti. (H) Bize İbn Numeyr ve Zuheyr b. Harb da tahdis etti. (Malik b. Miğvel ile birlikte) hepsi Abdullah b. Numeyr'den tahdis etti. -Lafızları birbirlerine yakındır.- İbn Numeyr dedi ki: Bize babam tahdis etti. Bize Malik b. Miğvel, ez-Zubeyr b. Ali'den tahdis etti. O Talha'dan, o Murre'den, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İsra'ya götürülünce onunla Sidretu'l-Münteha'ya kadar varıldı. O altıncı semadadır. Yerden yükseltilen son olarak oraya kadar varır ve oradan alınır. Onun yukarısından indirilen de oraya kadar varır ve oradan alınır. Yüce Allah da: "O vakit Sidre'yi bürüyen bürüyordu." (Necm, 16) buyurmaktadır. (İbn Mesud) dedi ki: (O bürüyen) altından kelebeklerdir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e üç şey verildi: Ona beş vakit namaz verildi. Ona Bakara suresinin son ayetleri verildi ve ümmetinden Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselerin mukhimat (denilen büyük günahlar)ı mağfiret olundu. Diğer tahric: Tirmizi, 3276; Nesai, 450; Tuhfetu'I-Eşraf, 9548 AÇIKLAMALAR 174.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu'r-Rabi' ez-Zehrami de tahdis etti. eş-Şeybani dedi ki: Ben Zirr b. Hubeyş'e Aziz ve Celil Allah'm: "Böylece iki yay (boyu) kadar veya daha da yaklaştı." (Necm, 9) buyruğu hakkında sordum. Şöyle dedi: Bana İbn Mesud'un haber verdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cebrail'i altı yüz kanatlı olarak gördüğünü haber verdi. Diğer tahric: Buhari, 4856, 4857, 3232, 3272; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Hafs b.. Ğıyâs, Şeybani'den, o da Zirr'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah (b. Mesud) dedi ki: "Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı." (Necm, 11) buyruğu hakkmda: Cebrail (aleyhisselam)'ı altı yüz kanatlı gördü

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Mu'az el Amberi rivayet etti. (Dediki): Bize babam rivayet etti dediki: Bize Şube, Süleyman eş-Şeybani'den rivayet etti, o da Zirr b. Hubeyş, Abdullah'tan yüce Allah'ın: "Andolsun ki Rabbinin büyük ayetlerinden görmüştür." (Necm, 53/18) buyruğu hakkında: Cebrail'i asıl suretinde altı yüz kanatlı olarak gördü, dediğini nakletmektedir. Tahric bilgisi 432'nin olduğu gibi 431 ile aynı. DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ: "Malik b. Miğvel, ez-Zubeyr b. Ali'den tahdis etti. O Talha'dan, o Murre'den" Talha, Musarrif'in oğludur. Bu ravilerin üçü yani ez-Zubeyr, Talha ve Murre tabiinden olup, Kufelidirler .. "Sidreti'I-MünteM'ya kadar götürüldü. O altıncı semadadır." Evet, bütün asıl nüshalarda bu şekilde "altıncı sema" denilmektedir. Ama daha önce Enes'in rivayet ettiği başka hadislerde yedinci semanın üstünde olduğu geçmiş bulunmaktadır. Kadı (İyaz) der ki: "Bunun yedinci semada olduğu daha sahih ve çoğunluğun görüşüdür. Anlamı ve "el-münteha" diye adlandınıması da bunu gerektirmektedir." Derim ki: Bu iki farklı rivayetin şöyle telif edilmesi mümkündür: Bunun kökü altıncı semada, büyük bir bölümü de yedinci semada olabilir. Çünkü bu ağacın son derece büyük olduğu bilinen bir husustur. Halil-Allah'ın rahmeti ona- bu yedinci semada bir Sidre ağacıdır, gölgesi semalan ve cenneti kaplamıştır. Kadı İyaz -Allah'ın rahmeti ona- 'ın zahiren görülen iki nehir olan Nil ve Fırat'ın Sidretu'l-Münteha'nın dibinden çıkması, bu ağacın kökünün yerde olmasını gerektirir şeklindeki sözünü de nakletmiş bulunmaktayız. Onun bu dediği kabul edilecek olursa bu sözünü de açıkladığımız şekilde yorumlamak mümkün olur. (3/2) Allah en iyi bilendir. "Ümmeti arasından Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış olanlara elMukhimat (denilen büyük günahlar)ı bağışlandı." Mukhimat büyük günahlar demektir ki, kendilerini işleyen kimseyi helak edip, cehenneme götüren ve onların oraya atılmasına sebep olan büyük günahlardır. Tekahhum da helak edici şeylere düşmek demektir. Buradaki ifadelerin anlamı da şudur: Bu ümmetten Allah'a şirk koşmaksızın ölen kimseye helak edici günahlar bağışlanır. Bunların bağışlanmasından maksat -Allah en iyi bilendir- müşriklerden farklı olarak cehennemde ebediyen kalmayacağıdır. Yoksa hiçbir şekilde azap edilmeyeceği kastedilmemektedir. Çünkü şeriatın nasları ve ehl-i sünnetin icmaı, muvahhidler arasından bazı isyankar kimselerin azaba uğratılacağını ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu buyrukla ümmet arasından özelolarak bir kesimin kastedilme ihtimali de vardır. Yani bu ümmetin bazılarının helak edici günahları mağfiret olunur. Bu da Arap dilinde "men" lafzı mutlak olarak genelliği gerektirmez, diyenlerin kanaatine göre ve aynı şekilde emir ve yasakta geneli gerektirse dahi haber ifadelerinde gerektirmez, diyenlerin görüşlerine göre açıkça anlaşılır bir husustur. Bununla birlikte tercih edilen kanaat olan bu lafzın, kayıtsız ve şartsız olarak genellik ifade ettiğini kabul edenlerin kanaatine göre sahih olarak açıklanması da mümkündür, çünkü özel bir kesimin kastedildiğine dair delil bulunmaktadır. Bu da (3/3) bizim bu hususta bulunduğunu söylediğimiz naslar ve iemadır. Allah en iyi bilendir. 431 – 446 NEVEVİ ŞERHİ 179.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet ett. (Dediki): Bize Ali b. Müshir, Abdulmelik'ten, o da Ata'dan, o da Ebu Hureyre'den rivayet etti. Ebu Hureyre yüce Allah'ın: ''Andolsun ki onu diğer bir inişinde de görmüştü." (Necm, 13) buyruğu hakkında: Cebrail'i gördü demiştir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14184 DAVUDOĞLU 434 – 441 ŞERHİ 177.sayfada. 431 – 446 NEVEVİ ŞERHİ 179.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Hafs'Abdulmelik'ten, o da Âtâ'dan, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ettiki İbni Abbas: «Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu kalbi ile gördü» demiş. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Sa'id el-Eşecc hep birden Veki'den rivayet ettiler. Eşecc dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dediki): Bize A'meş, Ziyad b. Husayn Ebu Cehme'den, o da Ebu'l-Âliye'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti ki İbni Abbas : «Onun gördüğünü gönül yalanlamadı, yemin olsun ki, onu bir başka inişte de gördü.» âyetleri hakkında onu kalbi ile iki defa gördü demiştir. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Hafs.b. Gıyâs A'meş'ten rivayet etti. A'meş: Bize Ebu Cebine bu isnadla rivayet etti demiş. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 5423 DAVUDOĞLU 434 – 441 ŞERHİ 177.sayfada. 431 – 446 NEVEVİ ŞERHİ 179.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize İsmail b. İbrahim Davud'tan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk dedi ki: Aişe'nin yanında yaslanmış bulunuyordum. Şöyle dedi: Ey Ebu Aişe üç şeyden birisini kim söylerse Allah'a büyük bir iftirada bulunmuş olur, dedi. Ben: Hangileridir, dedim. O: Muhammed'in Rabbini gördüğünü iddia eden bir kimse Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur, dedi. (Mesruk) dedi ki: Yaslanmış iken oturdum. Ey müminlerin annesi, bana bir mühlet ver ve acele etme. Aziz ve Celil Allah: "Andolsun ki onu apaçık ufukta görmüştür. " (Tekvir, 23); ''Andolsun ki onu diğer bir inişinde görmüştü." (Necm, 13) buyurmuyor mu, dedim. Aişe: Bunu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e bu ümmet arasında soran ilk kişi benim. O şöyle buyurdu, dedi: "O (sözü edilen kişi) Cebrail'dir. Onu yalnız bu iki defa yaratıldığı sureti üzere gördüm. Onu semadan inerken hilkatinin büyüklüğü yer ile gök arasını kapatmış olduğu halde gördüm." Sonra (Aişe) şöyle devam etti: Sen yüce Allah'ın: "Gözler onu ihata (idrak) edemez, o ise gözleri kuşatmıştır. O lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır" (En'am, 103) buyruğunu yine: ''Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile konuşur. Ya bir perde arkasından yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz o çok yücedir, hikmeti sonsuz olandır." (Şura, 51) buyruğunu hiç duymadın mı? (Devamla) dedi ki: Resulullah (sallallahu a1eyhi ve sellem)'in Allah'ın kitabından bir şeyler gizlediğini iddia eden kimse de Allah'a pek büyük bir iftirada bulunmuştur. Halbuki yüce Allah: "Ey Resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan onun risaletini tebliğ etmemiş olursun. " (Maide, 5/67) (Ayrıca Aişe) dedi ki: Kim onun yarın neler olacağını haber verdiğini iddia edecek olursa o da Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur; çünkü Allah: "Deki: Göklerde ve yerde olan/ardan gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." (NemI, 65) buyurmaktadır.2°O Diğer tahric: Buhari, 4612, 4855, 7380, 7531; Tirmizi, 3068, 3278; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Abdulvehhab tahdis etti. Bize Davud bu isnad ile İbn Uleyye'nin hadisi rivayetine yakın olarak rivayet etti ve şunları ekledi: Aişe dedi ki: Eğer Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine indirilenlerden bir şey gizlemiş olsaydı şu ayeti gizlerdi: "Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği, senin de kendisine nimet ettiğin kimseye: Zevceni nikahında tut ve Allah'tan kork diyordu. Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi ise içinde gizliyor, insanlardan korkuyordu. Halbuki Allah'tan korkman daha uygundu." (Ahzab)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam rivayet etti. Dedi ki: Bize İsmail, Şâbi'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk dedi ki: Aişe'ye: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü diye sordum. O: Subhanallah, andolsun bu söylediklerinden dolayı tüylerim diken diken oldu, deyip, hadisi bütünüyle nakletti ama Davud'un hadisi rivayeti daha tam ve daha uzundur. Tahric bilgisi 438 ile aynıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize yine İbni Numeyr rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Usarne rivayet etti. (Dediki): Bize Zekeriyya İbni Eşva'dan, o da Âmir'den, o da Mesruk'tan naklen rivayet etti. Mesruk dedi ki: Aişe'ye yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp, sarktı. Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı, kuluna vahyettiğini vahyetti." (Necm, 8-11) buyrukları neyi anlatıyor, dedim. O: Orda kastedilen Cebrail (aleyhisselam)'dır. Ona erkekler suretinde gelirdi, ama burada sözü edilen defa kendisine asıl suretinde gelmiş ve göğün ufkunu kapatmıştı, dedi. Diğer tahric: Buhari, 4234; Tuhfetu'l-Eşraf, 17618 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın 431 – 446 NEVEVİ ŞERHİ 179.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Veki', Yezid b. İbrahim'den, o da Katade'den, o da Abdullah b. Şaktk'ten, o da Ebu Zerr'den naklen rivayet etti. Ebu Zerr dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Rabbini gördün mü, dedim. O: "(O) bir nurdur, onu nasıl görebilirim" buyurdu. Diğer tahric: Tirmizi, 3282; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Beşşar rivayet etti. (Dediki): Bize Muaz b. Hişam rivayet etti. (Dediki): Bize babam rivayet etti. H. Bana Haccac b. eş-Şair de rivayet etti. (Dediki): Bize-Aftan b. Müslim rivayet etti. (Dediki): Bize Hemmam rivayet etti. Bunların ikiside Katade'den, o da Abdullah b. Şakik'ten naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah demiş ki: Ebu Zerr'e: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i görseydim ona muhakkak soracaktım, dedim. Ebu Zerr: Ona neyi soracaktın, dedi. Ben: Rabbini gördün mü diye soracaktım, dedi. Ebu Zerr: Ben ona (bunu) sordum. O: "Ben bir nur gördüm" buyurdu, dedi. Tahric bilgisi 442 ile aynı. DAVUDOĞLU VE 431 – 446 NEVEVİ ŞERHİ 179.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Ebu Muaviye rivayet etti. (Dediki): Bize A'meş Amr b. Murra'dan, o da Ebu Ubeyde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti. Ebu Musa dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize kalkıp bir hutbe verdi ve beş hususu dile getirip şöyle buyurdu: "Muhakkak Aziz ve Celil Allah uyumaz, onun uyuması da gerekmez. O adalet terazisini alçaltır ve yükseltir. Gecenin ameli ona gündüzün amelinden önce, gündüzün ameli de gecenin amelinden önce yükseltilir. Onun hicabı nurdur. -Ebu Bekr'in rivayetinde: nardır- eğer onu açacak olursa yüzünün nurunun parıltıları basarının değdiği bütün mahlukatını yakardı. " Ebu Bekr'in, A'meş'ten diye naklettiği rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir. Diğer tahric: İbn Mace, 195, 196; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İshak b. İbrahim de tahdis etti. Bize Cerir, A'meş'ten bu isnad ile haber verdi. (Ebu Musa) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu söyleyerek bir hutbe verdi, sonra da Ebu Muaviye'nin hadisi rivayet ettiği gibi zikretmekle birlikte "mahlukatından" ibaresini söylememiş ama: Hicabı nurdur demiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. El Müsennâ ile İbni Beşşar rivayet ettiler dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti dedi ki; Bana Şu'be Amr b. Mürre'den, o da Ebî Ubeyde'den, o da Ebu Musa'dan naklen rivayet etti Ebu Musa dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda kalkıp dört hususu dile getirerek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah uyumaz, onun uyuması da gerekmez. Adalet terazisini yükseltir, alça/tır. Gündüzün ameli ona geceleyin, gecenin ameli de gündüzün yükseltilir." Tahric bilgisi 444 ile aynı

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Nasr b. Ali el-Cehdami, Ebu Gassan el-Mismai ve İshak b. İbrahim -hepsi- Abdulaziz b. Abdussamed'den -lafız Ebu Gassan'a ait olmak üzere- şöyle dediğini tahdis ettiler: Bize Abdussamed tahdis etti. Bize Ebu İmran el-Cevni, Ebu Bekr b. Abdullah b. Kays'dan tahdis etti. O babasından, o Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Kapları ve içindekileri gümüşten olan iki cennet, kapları ve içindekileri altından olan iki cennet vardır. Adn cennetinde cennetlikler ile Rablerine bakmaları arasında ancak onun yüzü üzerindeki kibriya ridası vardır. " Diğer tahric: Buhari, 4878, 4880, 7444; Tirmizi, 2528; İbn Mace, 186; Tuhferu'I-Eşraf, 9135 DAVUDOĞLU ŞERHİ 181.sayfada. NEVEVİ ŞERHİ: Senette: "el-Cehdami ve Ebu Gassan el-Mismai"nin adları geçmektedir ki, Mukaddimenin Şerhinin baş taraflarında bu isimlerin nasıl okunacağı geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde Ebu Gassan'a dair açıklama da geçmiş olup, bunun (Gassan adının) munsarıf ve gayr-ı munsarıf olmasının mümkün olduğu, adının da Malik b. Abdulvahid olduğu el-Mismai nispetinin de Misma' b. Rabia'ya nispet olduğu belirtilmiş idi. Misma' ise kabilenin büyük atasıdır. Bütün bu hususlar her ne kadar açık olup, daha önceden de geçmiş ise de bunların geçtiği yer ile burası arasında bir uzaklık bulunduğundan ötürü tekrar ettim. "Ebu Bekr b. Abdullah b. Kays" Ebu Musa el- Eş'ari'nin oğlu Ebu Bekr'dir. Ebu Bekr'in adı da Amr'dır, Amir olduğu da söylenmiştir. Resulullah {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Cennetlikler ile Rablerine bakmaları arasında ... vardır" buyruğuna gelince, ilim adamları şöyle demişlerdir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Araplarla anlayacakları şekilde konuşur ve söylediği sözleri onların kavrayabilecekleri ifadelerle dile getirir, daha iyi anlaşılması için istiare ve çeşitli mecazları da kullanırdl. Bu sebeple "ridanın kaldırılacağı ifadesi" ile gözlerin onu görmesinin önündeki engelin ortadan kaldırılacağını anlatmak istemiştir. "Adn cennetinde" ibaresi Adn cennetinde yüce Allah'a bakacak olanlar anlamındadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Ömer b. Meysere rivayet etti. Dediki; Bana Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Seleme, Sabit el-Bunani'den, o da Abdurrahman b. Ebi Leyla'da» o da Suhayb’dan Suhayb, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Cennet ehli cennete girdikten sonra Allah Tebareke ve Teala şöyle buyuracak: Size daha fazla bir şey vermemi istiyor musunuz? Onlar: Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup, cehennemden korumadın mı (daha ne isteyelim), diyecekler. Bunun üzerine yüce Rabbimiz hicabı açacak. Aziz ve Celil Rablerine bakmaktan daha çok sevdikleri hiçbir şey onlara verilmiş olmayacaktır. " Diğer tahric: Tirmizi, 2552; İbn Mace, 187; Tuhfetu'I-EşrM, 4968 NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Abdullah b. Ömer b. Meysere tahdis etti. .. Cennetlikler cennete girdiği zaman ... " (3/16) Bu hadisi bu şekilde Tirmizi, Nesai, İbn Mace ve başkaları Hammad b. Seleme'nin, Sabit'ten, o İbn Ebu Leyla'dan, o Suhayb'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye rivayet etmişlerdir. Ebu İsa et-Tirmizi, Ebu Mesud edDımeşki ve başkaları da şöyle demişlerdir: Bu hadisi bu şekilde Sabit'ten merfu olarak Hammad b. Seleme'den başkası rivayet etmemiştir. Ayrıca bunu Süleyman b. el-Muğire, Hammad b. Zeyd ve Hammad b. Vakid, Sabit'ten, o İbn Ebi Leyla'dan onun sözü olarak rivayet etmiş olup, bu rivayette Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in adı da, Suhayb'in adı da geçmemektedir. Bunların bu söyledikleri hadisin sıhhatini olumsuz olarak etkilemez. Çünkü bizler daha önceki fasıllarda fakihlerin, usul alimlerinin ve muhakkık muhaddislerin tercihen kabul ettikleri Hatib Bağdadi'nin de sahih olduğunu belirttiği doğru (sahih) kanaatin şu olduğunu belirtmiştik: Bir hadisi sika ravilerinin bazısı muttasıl, diğer bazısı mürsel yahut bazıları merfu, diğer bazısı mevkuf olarak rivayet edecek olurlarsa, hadisin muttasıl ve merfu olduğuna hükmedilir. Çünkü bu şekildeki rivayet sika bir ravinin ziyadesidir, böyle bir ziyade ise bütün mezhep ve fırkalarm çoğunluğu tarafmdan kabul edilmiştir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Yezid b. Harun, Hammad b. Seleme'den bu isnad ile tahdis etti ve şunu ekledi: Sonra da şu: "İhsan da bulunanlara el-Hüsna ve daha fazlası vardır." (Yunus, 26) ayetini okudu. Tahric bilgisi 448 ile aynı. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadis-i Şerif bütün tarikleriyle mu'minlerin cennet'te Allah Tealayı göreceklerine delâlet etmektedir. Geçen bâblardada izah ettiğimiz gibi Allah Teâlâ'yı görmek bütün ehl-i sünnet imamlarına göre aklen caizdir. mu'minlerin cennette onu göreceklerine dair icma-i ümmet vardır. Vakıa ehl-i bid'attan Mu'tezile ile Hariciler ve Mürcie taifesinin bazıları Allah Teâlâ'yi mahlukâtından hiç biri göremez onu görmek aklen imkânsızdır, demişlerse de bu kavil hem sarih bir hata, hemde kabih bir cehildir. Zaten İcma-i ümmetten sonra ortaya atılmış bir bid'attır. Âhirette mu'minlerin Allah'ı göreceği, kitap, sünnet ve icma-ı ümmetle sabittir. Eshab-ı kiram ile onlardan sonra gelen selef-i salihin bu hususta icma' etmişlerdir. Ehl-i bid'atın esassız iddialarına ehl-i sünnet ulemâsının verdiği cevaplar meşhurdur, bunlar kelâm kitaplarında görülebilir. Yine geçen bâblarda görmüştük ki; dünya gözü ile Allah Tealayı görmenin mümkün olup olmadığı ehl-i sünnet ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Mümkündür diyenler olduğu gibi; değildir diyenlerde olmuştur. Hatta Selef ve halefin kelâm ulemâsına göre; Teâlâ Hazretleri dünya gözü ile görülemez. İmam-ı Kuşeyri meşhur Risalesinde imam Ebu'l-Hasen el-Eşarî 'den iki kavil rivayet eder. Onların birine göre Allah Tealayı dünyada görmek caiz diğerine göre caiz değildir. Nasr b. Alî hadisi müteşabihattandır. Yani, mânasını bu dünyada anlamak imkânsızdır. Çünkü Hadis-i Şerifte geçen ridâ ve kibriya lâfızları bizim, bildiğimiz örtü, âbâ, azamet ve büyüklenme mânalarına değildir. Kurtubî «Azamet ve kibriya elbise cinsinden değildir. Bunlar mecazdır. Münasebet şudur ki; abâ ile gömlek nasıl insana mahsus ve bu bâbta ona müşarik yoksa azamet, kibriya da Allah Tealaya mahsustur. Bu hususta ona ortak olan yoktur.» diyor. Müteşabih âyet ve hadisler hakkında söz etmekten çekinen selef-i saHhin: «Bunların te'vilini ancak Allah' bilir» deyip geçerler te'vil eden ulemâ ise; buradaki veehden murâd Allah'ın zâtından, ridâ da azametinden kinayedir derler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb haber verdi. Bize Yakub b. İbrahim tahdis etti. Bize babam İbn Şihab'dan tahdis etti. O Ata b. Yezid Leysi'den, o Ebu Hureyre'den kendisine haber verdiğine göre bazı kimseler Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'e: Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabbimizi görür müyüz, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Dolunayı görmek için birbirinizle itişir, kakışır, birbirinize zarar verir misiniz?" Onlar: Hayır, ey Allah'ın Resulü, dediler. Bu sefer Allah Resulü: "Ya önünde hiçbir bulut yokken güneşi görmek için birbirinizle itişir, kakışır, birbirinize zarar verir misiniz" buyurdu. Onlar: Hayır, ey Allah'ın Resulü dediler. Allah Resulü şöyle devam etti: "Şüphesiz siz de onu böyle göreceksiniz. Allah kıyamet gününde (bütün) insanları toplayıp, bir araya getirerek şöyle buyuracak: Kim (dünyada iken Allah'tan başka) herhangi bir şeye ibadet ediyorsa onun arkasından gitsin. (Dünyada iken) güneşe ibadet eden güneşin arkasından gidecek, aya ibadet eden ayın arkasından gidecek, tağutlara ibadet eden tağutların peşinden gidecek. Geriye aralarında münafıkları da olduğu halde bu ümmet kalacak. Allah Tebareke ve Teala onlara kendisini tanıdıkları suretten başka bir surette gelerek: Ben sizin Rabbinizim diyecek. Onlar: Senden Allah'a sığınırız. Biz Rabbimiz yanımıza gelinceye kadar buradan ayrılmayacağız. Rabbimiz gelirse biz onu tanırız diyecekler. Sonra yüce Allah kendilerine onu tanıyacakları bir surette gelecek, ben Rabbinizim diyecek, onlar da: Evet, sen Rabbimizsin diyecekler ve onun arkasından gidecekler. Cehennemin üzerine Sırat kurulacak. İlk olarak ümmetimle ben geçeceğim. O gün Resullerden başka kimse konuşmayacak. O gün Resullerin duası ise: Allah'ım selamet ver, selamet ver demekten ibaret olacak. Cehennemde de sa'dan dikeni gibi kanca/ar bulunacak. Siz sa'dan'ı gördünüz mü?" Ashab: Evet, ey Allah'ın Resulü dediler. Şöyle devam etti: "İşte o kancalar sa'dan dikeni gibidirler. Şu kadar var ki, onların ne kadar büyük olduklarını ancak Allah bilir. İnsanları amelleri sebebiyle kapip alırlar. Kimisi ameli sebebiyle helak olur, kimileri de kurtarılıncaya kadar ceza görür. Nihayet Allah kullar arasında hüküm verme işini bitirince, rahmetiyle de dilediği cehennemlikleri çıkarmayı murad edince meleklere:Cehennem ateşinden Ia ilahe illailah diyenler arasından yüce Allah'ın rahmet ihsan etmeyi murad ettiği kimselerden Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış kimseleri çıkartmalarını emreder. Melekler bunları cehennem içinde oldukları halde tanırlar. Onları secde izlerinden tanırlar. Çünkü cehennem ateşi Ademoğlunun secdenin izi dışındaki yerlerini yer. Allah cehennem ateşine secdenin izlerini yemeyi haram kılmıştır. İşte bunlar cehennem ateşinden iyice yanmış oldukları halde çıkartılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür, sel'in taşıdıkları arasında yabani bir tohumun bitip yeşerdiği gibi onlar da bitecekler. Sonra yüce Allah kullar arasındaki hüküm işini bitirir. Geriye yüzü ateşe dönük bir adam kalır. Bu kişi ise cennet ehli arasında cennete en son girecek kişidir. O: Rabbim, yüzümü cehennem ateşinden başka tarafa çevir. Çünkü onun kokusu beni helak etti, alevi beni yaktı, der ve Allah'a -Allah kendisine dua etmeyi dilediği kadar- dua eder. Sonra Allah Tebareke ve Teala şöyle buyurur: Sana bu istediğini verirsem acaba daha başka bir şey isteyecek misin? O: Senden bundan başka bir şey istemeyeceğim der ve Rabbime Allah'ın dilediği ahitler verir, yeminler eder. Allah da yüzünü cehennemden başka tarafa çevirir. Cennete dönüp cenneti görünce, Allah'ın dilediği kadar bir süre suskun kalır sonra: Rabbim beni cennetin kapısına yaklaştır der. Allah ona: Sana verdiğimden başka benden bir şey istemeyeceğine dair bana ahitler verip, yeminler etmemiş miydin? Vay sana Ademoğlu, ne kadar da sözünde durmazsın, buyurur. O kişi: Rabbim der ve yüce Allah'a dua eder. Nihayet ona: Ben sana bunu verecek olursam benden başka bir şey istemeyecek misin buyurur. o, hayır izzetin hakkı için yemin ederim deyip, Rabbine Allah'ın dilediği kadar türlü ahitler ve yeminler eder. Bunun üzerine Rabbi onu cennetin kapısına kadar götürür. Cennetin kapısına dikilince cennet onun önüne açılır, içindeki hayırları ve sevinci görür. Allah'ın dilediği kadar susar sonra: Rabbim beni cennete koy der. Allah Tebareke ve Teala ona: Sana verdiğimden başka benden bir şey istemeyeceğine dair türlü ahitler vermemiş, yeminler etmemiş miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da sözünde durmayan birisisin, buyurur. o kişi: Rabbim yarattıklarının en bedbahtı olmayayım, der ve Allah'a o kadar dua eder ki, nihayet Allah Tebareke ve Tedld ona gülecek ve: Cennete gir buyuracak, cennete girdikten sonra yüce Allah ona: Temenni et diyecek, o da Rabbinden dileklerde bulunup, temenniler edecek. Nihayet Allah ona şundan şundan da (iste) diye hatırlatacak. Bütün istek ve temennileri sona erince yüce Allah: Bütün bunlar ve onlarla birlikte bir o kadarı da senindir, buyuracak. " Ata b. Yezid dedi ki: (Bu hadisi rivayet ederken) Ebu Hureyre ile birlikte Ebu Said el-Hudri de vardı ve rivayet ettiği hadisinden hiçbir şeyini reddetmedi. Nihayet Ebu Hureyre: ''Allah da o adama: Bir o kadarı daha senindir" deyince, Ebu Said: Ey Ebu Hureyre, onunla birlikte on misli daha (senindir), dedi. Ebu Hureyre bu sefer: Ben benim bellediğim, bu istediklerin ve bir o kadarı daha senindir sözünden ibarettir, dedi. Ebu Said de: Ben de şahadet ederim ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bu ve bununla birlikte on misli daha senindir" buyruğunu belledim, dedi. Ebu Hureyre dedi ki: İşte o adam cennetlikler arasında cennete en son girecek kişidir. Diğer tahric: Buhari, 7437, 6573; Nesai, 1139 -muhtasar-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki): Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi demiş ki; bana Sa'id b. el-Müseyyeb ile Âtâ' b. Yezid el-Leysî haber verdiler onlarada Ebu Hureyre haber vermiş ki: Bazı kimseler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e: Ey Allah'ın Resulü kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz, dediler. Sonra bu hadisi (Yakub'un babası) İbrahim b. Sa'd'ın hadisi ile aynı manada rivayet etti. Diğer tahric: Buhari, 806 -uzunca-, 6573 -uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak tahdis etti. Bize Ma'mer, Hemmam b. Münebbih'ten şöyle dediğini bildirdi: Bu Ebu Hureyre'nin bize Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği (tahdis ettiği) hadislerdir. Böyle deyip çeşitli hadisler zikretti. Bunlardan birisi de şudur: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle de buyurdu: "Şüphesiz sizden herhangi birinizin cennette kalacağı en asgari mertebe şu olacaktır: (Allah) ona: Temenni et buyuracak, o da temenni ettikçe edecek sonra ona: Temenni edeceğin kadar ettin mi, buyuracak. 0, evet diyecek. Yüce Allah ona: Şüphesiz temenni ettiklerin ve onlarla birlikte bir o kadarı daha senindir buyuracak. " Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14741 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın Öneri : İzah’ı okuduktan sonra 183.sayfadaki 453’ü de okumayı unutma

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Suveyd b. Said de tahdis etti. Bana Hafs b. Meysere, Zeyd b. Eslem'den tahdis etti. Ata b. Yesar'dan, o Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in zamanında bazı kimseler: Ey Allah'ın Resulü kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz, dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet" buyurdu ve şöyle devam etti: "Beraberinde bulut yokken havanın açık olduğu öğle vaktinde güneşi görmekte birbirinize zahmet verir misiniz? Yine dolunay gecesinde bulut yokken dolunayı görmekte birbirinize zorluk ve sıkıntı verir misiniz?" Ashab: Hayır, ey Allah'ın Resulü deyince şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah Tebareke ve Teala'yı görmekte ancak bu ikisinden birisini görürken birbirinize vereceğiniz zahmet kadar zahmet verirsiniz. Kıyamet gününde bir münudi yüksek sesle şu ilanı yapacak: Her bir ümmet dünyada iken neye ibadet ediyor idiyse onun arkasından gitsin. Şanı yüce Allah'tan başka putlara, dikili taş ve haykellere ibadet edip de cehennem ateşine ardı arkasına dökülmeyecek hiçbir kimse kalmayacak. Nihayet geriye yalnızca iyi ve kötü Allalı'a ibadet edenlerle, kitap ehlinden bir miktar kalıntılar kalınca Yahudiler çağrılacak ve onlara: Ney'e ibadet ediyordunuz denilecek. Onlar: Bız Aliah'in oğlu Üzeyr'e ibadet ediyorduk, diyecekler. Onlara: Yalan söylediniz, Allah ne bir zevce, ne bir evlat edinmiştir. Şimdi ne istiyorsunuz denilecek. Onlar, Rabbimiz Susadık bize su ver diyevekler. Onlara: O su'ya gitmezmisiniz diye işaret edilecek, (denilecek). Birbirini yiyip bıtiren bir serabı andıran cehennem ateşine haşrediiecekler ve cehennem içine arka arkaya dökülecekler: Sonra hristiyanlar çağrılacak onlara da: Neye ibadet ediyordunuz denilecek. Biz Allah'ın oğlu Mesih'e ibadet ediyorduk diyecekler. Onlara: Yalan söylediniz, Allah ne bir zevce, ne bİr evlat edindi denilecek. Sonra onlara: Ne istiyorsunuz diye soru!acak, onlar Rabbimiz susadık, bize su ver diyecekler. Kendilerine haydi suya gelmezmisiniz diye işaret olunacak. Onlar da birbirini yiyip bitiren bir serabı andıran cehenneme haşredilecekler ve cehennem ateşine arka arkaya dökülecekler. Nihayet geriye iyi olsun, kötü olsun yüce Allah'a ibadet eden kimselerden başkası kalmayınca, şanı yüce ve her türlü eksiklikten münezzeh alemlerin Rabbi onların yanına onu görmüş oldukları surete en yakın bir surette gelerek: Ne bekliyorsunuz, her ümmet neye ibadet ediyor idiyse onun arkasından gidiyor, buyuracak. Onlar: Rabbimiz bizler dünyada iken kendilerine en çok muhtaç olduğumuz bir zamanda insanlardan ayrı kaldık, onlarla birlikte olmadık, diyecekler. Alemlerin Rabbi: Rabbiniz benim diyecek, onlar: Senden Allah'a sığınırız. Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız, diyecekler. -Bunu iki yahut üç defa tekrar edecekler.- Nihayet onların bir kısmı neredeyse dönmeye kalkışacakken yüce Allah: Peki sizinle onun arasında onu kendisiyle tanıyacağınız bir alamet var mı, buyuracak. Onlar evet diyecekler. Bu sefer baldırın üzeri açılacak. (Dünyada iken) kendiliğinden Allah'a secde edenlerden, Allah'a secde etmesi için izin vermediği hiçbir kimse kalmayacak. Diğer taraftan (kendisini küfür dolayısıyla gelecek kötülüklerden) korumak maksadıyla (takiyye olarak) ve riyakarlık yaparak secde edip de sırtı tek bir tabaka haline getirilmeyecek (dümdüz edilip, kaskatı olmayacak) hiç kimse de kalmayacaktır. Böyle kimseler secde etmek istedikçe ensesi üzerine (sırtüstü) yıkılacaklar. Sonra başlarını kaldırdıklarında onun kendisini ilk defa görmüş oldukları suretine döndüğünü görecekler. Ben sizin Rabbinizim, diyecek onlar da: Sen Rabbimizsin, diyecekler. Sonra cehennem'in üzerine köprü kurulacak ve şefaate izin verilecek. Onlar: Allah'ım, esenlik ver esenlik, diyecekler." Ey Allah'ın Resulü, köprü nedir, diye sordular. Şöyle buyurdu: "Kaypak ve kaygandır. Onda kancalar, çengeller ve Necid'de olan ve sa'dan denilen bir de diken vardır. Müminler (köprünün üzerinden) göz kırpması gibi, şimşek gibi, rüzgar gibi, kuş gibi, en asil atlar ve develer gibi geçecekler. Kimisi kurtulmuş ve esenliğe kavuşmuş olacak, kimisi yaralı bereli salınmış olacak, kimisi de cehennem ateşine yığılmış kalmış olacak. Nihayet müminler ateşten kurtulacaklarında, nefsim elinde olana yemin ederim ki, sizden birinizin hakkın tahsil edilmesi hususunda Allah'a şiddetlice (ileri derecede) yalvarıp yakarması, kıyamet gününde cehennem ateşinde bulunan mümin kardeşleri için yalvarıp yakarmasından daha ileri olmayacaktır. Rabbimiz, bizimle beraber oruç tutuyorlar, namaz kılıyorlar, haccediyorlardı, diyecekler. Onlara: Tanıdığınız kimseleri çıkartın denilecek ve suretleri cehennem ateşine haram edilir. Onlar da cehennem ateşinin kimisinin bacaklarının yarısına, kimisinin diz kapaklarına kadar yaktığı çok sayıda kimseleri çıkartacaklar sonra: Rabbimiz, içinde bize kendilerini çıkartmamızı emrettiğin kimselerden hiçbir kişi kalmadı, diyecekler. Yüce Allah: Dönün, kalbinde hayır adına bir dinar ağırlığı kadar bir şey bulduğunuz kimseleri çıkartın buyuracak, onlar da bunun üzerine çok sayıda kimseyi çıkartacaklar, sonra da: Rabbimiz, bize çıkartmamızı emrettiklerinden hiç kimseyi orada bırakmadık, diyecekler. Sonra yine: Dönün, kalbinde hayır adına yarım dinar ağırlığında bir şeyler bulduğunuz kimseleri de çıkartın, buyuracak onlar da çok sayıda kimseyi çıkaracaklar sonra: Rabbimiz, bize çıkarmamızı emrettiklerinden hiçbir kimseyi orada bırakmadık, diyecekler. Sonra: Geri dönün, kalbinde hayır namına zerre ağırlığınca bir şeyler bulduğunuz kimseleri çıkartın buyuracak, çok sayıda kimseyi çıkaracaklar sonra da: Rabbimiz orada hayır adına bir şey bırakmadık, diyecekler." Ebu Said el-Hudri de şöyle derdi: Eğer bu hadisi tasdik etmiyorsanız dilerseniz yüce Allah'ın: "Allah şüphesiz zerre ağırlığı kadar dahi zulmetmez. (Yapılan) bir iyilik olursa onu kat kat arttırır ve lütfundan büyük bir mükafat verir. " (Nisa, 40) buyruğunu okuyunuz. ''Aziz ve Celil Allah şöyle buyuracak: Melekler şefaat etti, nebiler şefaat etti, müminler şefaat etti. En merhametlilerin merhametlisinden başka (şefaat edecek) kalmadı buyuracak ve ateşten bir avuç alıp, içinden hayır adına hiçbir şey işlememiş, adeta kömüre dönmüş bir topluluk çıkartacak, onları hayat ırmağı denilen cennet yolları üzerindeki bir nehre atacak. Selin sürükledikleri arasında biten bir tanenin çıktığı gibi çıkacaklar. Bu gibi tanelerin taşın ya da ağacın yanında bittiğini görmüyor musunuz? Bunlardan güneşe bakanları sarımtrak ve yeşilimtrak olur, gölgede kalanları ise beyaz olur." Ashab: Ey Allah'ın Resulü, sanki çölde koyun otlatmış gibisin, dediler. (Devamla) buyurdu ki: "Boyunlarında mühürler olduğu halde inci gibi çıkarlar. Cennetlikler onları tanıyacak. İşte bunlar Allah'ın önceden işledikleri herhangi bir amel ve yaptıkları bir hayır olmaksızın cennete soktuğu Allah'ın azatlılarıdır. Sonra şöyle buyuracak: Cennete girin, her neyi görürseniz o sizindir. Onlar: Rabbimiz, bize alemlerden kimseye vermediğini verdin, diyecekler. Yüce Allah: Sizin için benim nezdimde bundan daha da üstünü vardır buyuracak, onlar: Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir ki, diyecekler. O: Benim rızamdır, ebediyen size gazap etmeyeceğim, buyuracak. " Diğer tahric: Buhari, 4581, 7439; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe (3/9b) tahdis etti, bize Cafer b. Avn tahdis etti. Bize Hişam b. Sa'd tahdis etti. Bize Zeyd b. Eslem her ikisinin (Hafs ve Said'in) isnadlarıyla Hafs b. Meysere'nin rivayet ettiği hadise yakın sonuna kadar tahdis etti, ancak bazı şeyleri ziyade ve eksik rivayet etti. DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harun b. Said el-Eylî rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb rivayet etti dediki; bana Mâlik b. Enes, Amr b. Yahya b. Umâradan haber verdi dedi ki: Bana babam, Ebu Said-i Hudri'den naklen rivayet etti ki; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Allah cennetlikleri cennete koyacak -ki o rahmetiyle dilediğini cennete koyar- cehennemlikleri de cehenneme koyacak. Sonra şöyle buyuracak: Bir bakın, kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman olan kimi bulursanız onu çıkartınız. Bunun üzerine böyle olanlar orada kömür gibi yanmış olarak çıkarılacaklar. Hayat yahut hayd nehrine bırakılacaklar. Onun için de sel kenannda tanenin bittiği gibi bitecekler. Siz onun nasıl sapsarı ve kıvrılmış olarak çıktığını hiç görmediniz mi?" Diğer tahric: Buhari, 22, 6560; Tuhfetu'l-Eşraf, 4407 NEVEVİ ŞERHİ: "Bunun üzerine böyle olanlar orada kömür gibi yanmış olarak çıkanlacaklar. Hayat yahut hayd nehrine bırakılacaklar ... " buyruğunda "hayat yahut haya" lafızları burada bu şekildedir. Buhari' de Malik'in rivayetinde de böyledir. Buhari ayrıca (3/36) sahihinin baş taraflarında buradaki şüphenin Malik'ten kaynaklandığını ve ondan başkalarının rivayetlerinde şüphe sözkonusu olmaksızın "hayat" diye rivayet edildiğini açıkça ifade etmiştir. Diğer taraftan burada "hayd" yağmur demektir. Ona bu ismin veriliş sebebi yeryüzünün onunla hayat bulmasıdır. İşte bundan dolayı bu su ile ateşte yanmış o kimseler dirilecektir. Onlarda dünyadaki yağmurun meydana getirdiği gibi bir parlaklık meydana gelecektir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti. Bize Affan tahdis etti. Bize Vuheyb tahdis etti. (H) Bunu bana Haccac b. eş-Şair de tahdis etti. Bize Amr b. Avn tahdis etti. Bize Halid haber verdi. Her ikisi (Vuheyb ile Halid) Amr b. Yahya'dan bu isnad ile rivayet edip: "Hayat denilen bir nehire atılırlar" demiş ve şüphe etmemişlerdir. Halid hadisi rivayetinde: "Selin kenarında getirdiği tanenin yetiştiği gibi" demiş, Vuheyb'in hadisi rivayetinde de: "Dere kenarındaki çamur" yahut "selin getirdikleri içinde tanenin bittiği gibi" demiştir. NEVEVİ ŞERHİ: "Selin getirdiği tanenin bittiği gibi" ibaresindeki "el-ğusae" selin sürükleyip, getirdiği her şey demektir. Selin sürüklediği tane ve tohumların kastedildiği de söylenmiştir. Müslim'in dışındaki hadis kitaplarında: "Selin getirdikleri arasında tanenin bittiği gibi" şeklindedir. Burada "el-ğusae" kelimesinin sonundaki te harfi yoktur. Bu haliyle seli n köpüğü taşıyıp getirdiği çör çöp ve benzerlerine denir. Allah en iyi bilendir. "Vuheyb'in hadisinde ... " "Hamie" kelimesi ırmakların kıyılarında olan siyah çamurdur. Diğer rivayetlerde geçen ve ikinci lafızdaki "hamile" ise taşınan şeyanlamında olup, selin taşıyıp getirdiği çörçöpe denilir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU ŞERHİ 185.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Nasr b. Ali El-Cehdamî'de rivayet etti. (Dediki): Bize Bişr yani (İbni'l-Mufaddal) Ebu Mesleme'den, o da Ebu Nadra'dan, o da Ebu Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebu Said dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Gerçek manada cehennemliklere gelince, onlar orada ne ölürler, ne yaşarlar ama günahları -yahut hataları dedi- sebebiyle ateşin isabet etmiş olduğu ve onları bir çeşit ölümlü öldürdüğü kimseler de olacaktır. Nihayet bunlar kömür olacaklarında şefaat için izin verilecek. Bunun üzerine onlar da kalabalık topluluklar halinde getirilecek ve cennetin ırmakları üzerine dağıtılacaklar, sonra da: Ey cennetlikler, üzerlerine (su) akıtın, denilecek. Böylelikle onlar da selin getirdikleri arasında bulunan bir tohum gibi bitecekler. " Dinleyenler arasındaki bir adam: Sanki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çölde yaşamıştı, dedi. Diğer tahric: İbn Mace, 4309; Tuhfetu'l-Eşraf, 4346 NEVEVİ ŞERHİ: "Asıl cehennemlikler ... Onları bir çeşit ölümle öldürür." Burada (özne) bilindiğinden ötürü hazfedilmiştir. Bununla birlikte bazı nüshalarda (3/37) iki te ile (~~t) şeklindedir, ateş onları öldürmüş olacaktır, demek olur. Hadisin anlamına gelince, açıkça görülen odur ki, cehennemin gerçek ehli ve orada ebedi kalmayı hak eden kafirler orada ölmezler ve fayda görecekleri, rahat bulup dinlenecekleri bir hayat sürmezler. Nitekim yüce Allah bir yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Onların üzerinden (cehennem) azabından bir şey de hafifletilmez." (Fatır, 35/36); "Sonra orada hem ölmeyecek, hem de hayat bulmayacaktır." (A'la, 87/13) Bu da hak ehlinin mezhebine göredir. Onların mezhebine göre cennetliklerin nimetleri de daimi ve ebedidir. Cehennemde ebediyen kalmayı hak edenlerin azabı da daimi ve ebedidir. ':4ma bazı insanlara da ateş isabet etmiş olacaktır ... " Bu da şu demektir: Yüce Allah murad ettiği kadar bir süre azaplandırılmalarından sonra günahkar müminleri bir çeşit ölüm ile öldürür. Bu öldürme gerçek bir öldürme olup, bu halde hissetmek de yok olacaktır. Günahları kadar azapları gerçekleştikten sonra onları öldürecektir. Bundan sonra da yüce Allah'ın takdir ettiği süre boyunca hiçbir şey hissetmeksizin cehennem ateşinde tutuklu kalacaklar sonra da ateşten kömür olmuş olarak ve ölü halde çıkartılacaklar. Eşyaların taşındığı gibi, toplu olarak taşınacaklar, cennetin ırmakları na atılıp, üzerlerine hayat suyu dökülecek ve hızlı ca büyümesi ve zayıflığı itibariyle selin getirdiği taneleri n bitip yeşermesi gibi bitecekler. Bu gibi bitkiler zayıf olduklarından ötürü yeşil ve kıvrımlı çıkarlar. Bundan sonra ise güçleri artar ve kendi konaklarına gidecekler ve halleri kemale ermiş olacak. Hadisin lafzının zahiri ve manası budur. Kadı İyaz da bu hadis hakkında iki türlü açıklama nakletmektedir: Birincisine göre bu, gerçek manada bir öldürmedir, ikinci görüşe göre bu, gerçek bir ölüm değildir, ama acıları hissetme duyuları kaybolacaktır. Bununla birlikte acılarının (başkalarına göre) daha hafif olması da mümkündür. Evet, Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlar olmakla birlikte tercih edilen az önce kaydettiklerimizdir. Allah en iyi bilendir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bölük bölük" lafzı rivayetlerde ve asıl yazmalarda iki defa tekrar edilmiştir. Halolarak nasp edilmiştir. (Bu anlamdaki) "dabair" dabare ve dibare lafzının çoğuludur. Her iki söyleyişi Kadı İyaz ile Metali' sahibi ve başkaları da zikretmiştir. Ama daha meşhur olanı dat harfinin kesreli okunuşudur. Herevi ve başkaları ise kesreli okuyuştan başkasını sözkonusu etmemişlerdir. "İdbare" diye bir söyleyişi de vardır. Dilciler: Bunun dağınık halde kalabalıklar, topluluklar anlamında olduğunu söylemişlerdir. Bu kelime (....) diye de rivayet edilmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bize Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar da tahdis edip dediler ki ... Ebu Said el-Hudri, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadisi aynen "selin getirdiklerinde ... " ibaresine kadar zikretti fakat ondan sonrasını zikretmedi. NEVEVİ ŞERHİ "Ebu Mesleme'den dedi ki: Ben Ebu Nadra'yı, Ebu Said el-Hudrl'den diye naklederken dinledim." Ebu Said'in adı Sa'd b. Malik b. Sinan (r.a.)'dır. (3/38) Ebu Nadra'nın adı ise el-Munzir b. Malik b. Kıt'a'dır. Ebu Mesleme'nin adı da Said b. Yezid el-Ezdi el-Basri"dir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebi Şeybe ve İshak b. İbrahim el-Hanzali tahdis etti. Her ikisi Cerir'den diye rivayet etti. Osman dedi ki: Bize Cerir, Mansur'dan tahdis etti. O İbrahim'den, o Abide'den, o Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ben, cehennemlikler arasından cehennemden en son çıkacak olan kişiyi ve cennet ehli arasından da cennete en son girecek kişiyi biliyorum. Bu, cehennem ateşinden emekleyerek çıkacak bir adamdır. Şanı yüce ve mübarek Allah ona: Git de cennete gir, buyuracak. O cennete gidecek ve ona içi dolup taşmış gibi gelecek. Bu sebeple dönüp: Rabbim, ben onun dolmuş olduğunu gördüm, diyecek. Allah TEbureke ve Teala ona: Git ve cennete gir, buyuracak. Bunun üzerine o da cennete gidecek ama kendisine dolmuş gibi geleceğinden geri dönüp: Rabbim ben onun dolmuş olduğunu gördüm, diyecek. Allah ona: Git ve cennete gir, sana dünya kadar ve onun on misli verilecektir -yahut: sana dünyanın on misli verilecektir- buyuracak. Adam: Sen el-Melik olduğun halde benimle alay mı ediyorsun -yahut bana gülüyor musun (benimle eğleniyor musun)- diyecek." (Abdullah b. Mesud) dedi ki: Andolsun Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm. (Ravi) dedi ki: İşte bu, cennetlikler arasında makam ve mevkisi en aşağı olan kişidir, deniyordu.225 Diğer tahric: Buhari, 6571, 7511 -muhtasar olarak-; Tirmizi, 2595; İbn Mace, 4339; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebu Küreyb rivayet ettiler, lâfıs Ebu Kureyb'iııdir. Dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten, o da İbrahim'den, o da Abîde'den, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ben cehennemlikler arasında cehennemden en son çıkacak kişiyi şüphesiz çok iyi biliyorum, Bu oradan sürünerek çıkacak bir adamdır, Ona: Git, cennete gir denilecek. O da gidip cennete girecek. İnsanların konaklarına yerleşmiş olduklarını görecek. Ona: Geçmişte içinde bulunduğun zamanı hatırlıyor musun, denilecek. O, evet diyecek. Ona: Temenni et denilecek, o da temenni edecek. Ona: Sana temenni ettiklerin verileceği gibi, dünyanın on misli de verilecek. O: Sen el-Melik olduğun halde benimle alay mı ediyorsun, diyecek." (Abdullah b. Mesud) dedi ki: Andalsun Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Affan b. Müslim tahdis etti, bize Hammad b. Seleme tahdis etti. Bize Sabit, Enes'ten tahdis etti. O İbn Mesud'dan rivayet ettiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Cennete son girecek kişi bir adamdır. O bazen yürüyecek, bazen tökezleyecek. Bazen ateş onun yüzünü yalayacak. Ateşi geçip geride bırakır bırakmaz, ona doğru dönecek ve şöyle diyecek: Beni senden kurtaranın şanı ne mübarektir! Andolsun Allah bana öncekilerden ve sonrakilerden hiç kimseye vermediği bir şey verdi. Derken ona bir ağaç gösterilecek, Rabbim beni bu ağaca yaklaştır da onun gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim diyecek. Aziz ve Celil Allah: Ey Ademoğlu, eğer onu sana verecek olursam benden ondan başkasını da isteyebileceksin, buyuracak. O: Hayır, Rabbim diyecek ve ondan o ağaçtan başka bir şey istemeyeceğine dair ona ahitler verecek. Rabbi ise onu mazur görecek çünkü o adam sabredip, dayanamayacağı bir şey görmüş olacaktır. Derken onu o ağaca yaklaştırır. O da gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra ona birincisinden daha güzel bir ağaç gösterilir, bu sefer yine: Rabbim beni buna yakınlaştır da suyundan içeyim, gölgesinde gölgeleneyim. Ondan başka da senden bir şey istemeyeceğim diyecek. Yüce Allah: Ey Ademoğlu, sen bana benden başkasını istemeyeceğine dair ahitler vermemiş miydin, buyuracak. Ayrıca: Seni ona yaklaştıracak olursam sen benden başkasını isteyeceksin, diyecek. Adam Rabbine, başkasını ondan istemeyeceğine dair ahit verecek, Rabbi ise onu mazur görecek; çünkü adam sabredip, dayanamayacağı şeyler görecektir. Yüce Allah onu o ağaca yaklaştıracak, o da gölgesinde gölgelenip suyundan içecek sonra cennetin kapısının yanında ilk iki ağaçtan daha güzel bir başka ağaç ona gösterilecek. Rabbim, beni buna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim. Senden ondan başka bir şey de istemeyeceğim, diyecek. Rabbi: Ey Ademoğlu, sen bana ondan başkasını benden istemeyeceğine dair ahit vermemiş miydin, buyuracak. Adam:Vermiştim Rabbim, son olarak bunu da ver, senden daha başkasını istemeyeceğim, diyecek. Rabbi onu yine mazur görecek; çünkü adam sabredip, dayanamayacağı bir şey görecek. Sonra onu o ağaca da yaklaştıracak. Onu ağaca yaklaştırınca cennetlikIerin seslerini işitecek, Rabbim, beni içine koy diyecek. Rabbi: Ey Ademoğlu sana daha ne versem de senin benden dileklerin son bulsa, sana dünyayı ve onunla birlikte onun mislini vermem seni razı eder mi, buyuracak. Adam: Rabbim sen alemlerin Rabbi iken benimle alay mı ediyorsun, diyecek." Hadisin burasında İbn Mesud güldü ve: Neden güldüğümü sormayacak mısınız, dedi. Meclisindekiler: Neden güldün, diye sordular. Abdullah: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de böyle güldü. Ashab: Neden gülüyorsun, ey Allah'ın Resulü, deyince şöyle buyurdu: '1\dam: Sen alemlerin Rabbi iken benimle alay mı ediyorsun ,deyince, yüce Rabbi ona: Ben seninle alay etmiyorum (3/13b) ama ben dilediğim her şeye kadir olanım, buyurup güleceğinden dolayı (ben de güldüm)" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 9188 NEVEVİ ŞERHİ: "Cennete en son girecek kişi. .. " Bu kişi bazen yüzüstü düşecek, bazen ateş onun yüzünü yalayacak, onu karartacak ve onda bir iz bırakacak. "Çünkü asabredip dayanamayacağı şeyler görecek" anlamındaki ibare ilk iki seferinde asıl nüshalarda aynı şekilde kaydedilmiş olmakla birlikte, üçüncüsü çoğu asıl nüshalarda da "aleyhi"deki zam ir çoğunda "aleyha" olarak kaydedilmiştir. Her ikisi de sahihtir. ''aleyha" şekline göre sabredip, dayanamayacağı bir nimet gördüğü için, demek olur. Yüce Allah'ın söyleyeceği belirtilen: "Ey A.demoğlu, sana ne versem de dileklerinin sonu gelse" buyruğu, sana ne versem de senin benden dileğini kesip sona erdirse, demektir. Dilciler buradaki fiile bu şekilde kesmek anlamını vermişlerdir. Ama bu anlamdaki ibare Müslim'den başka kaynaklarda: (~4~ L;) şeklindedir. İbrahim el-Harbı: Doğrusu budur deyip, Müslim'in sahihinde ve ondan başka kaynaklarda yer alan: (...) şeklinin doğru olmadığını söylemiştir. Ancak durum onun dediği' gıbı değildir. Çünkü isteyen bir kişi ne zaman istediklerine son verirse, kendisinden istekte bulunduğu kimseden de kopmuş olur. Bu ibarenin anlamı da: Seni ne razı eder ve seninle benim aramdaki bu isteğin sonu nasıl gelir, kesilir, demektir. Allah en iyi bilendir. "Ashab: Neden gülüyorsun ey Allah'ın Resulü, dedi. .. " Yüce Allah'ın gülmesinin anlamı daha önce açıkladığımız gibi, razı olması, rahmeti, kulları arasından rahmetini vermeyi dilediği kimselere hayır murad etmesi demektir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN 188.sayfa

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe tahdis etti. Nu'man b. Ebi Ayyaş'ın Ebu Said el-Hudri'den rivayetine göre: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Şüphesiz cennet ehli arasında makamı en aşağı mer tebede olan kişi, Allah'ın, yüzünü ateşten cennete doğru çevirdiği ve ona gölgeli bir ağaç gösterdiği bir kimse olacaktır. Bu adam: Rabbim beni bu ağaca yaklaştır da gölgesinde bulunayım diyecek. " Sonra hadisi İbn Mesud'un hadisine yakın olarak zikretti, ama rivayetinde: "Ey Ademoğlu, sana ne versem de dileklerinin sonu gelse" kısmını hadisin sonuna kadar zikretmedi. Ama rivayetinde fazladan şunları zikretti: ''Allah da ona şunu şunu iste, diye hatırlatır." Nihayet edeceği temennileri kesilince (bitince) Allah: "Bu, on misliyle birlikte senindir" buyuracak. Sonra evine girecek, onun yanına hurul iyn'den iki zevcesi de içeri girecek ve her ikisi: Bizim için sana hayat veren, senin için de bize hayat veren Allah'a hamdolsun, diyecekler. O da: Bana verilenler gibi hiçbir kimseye verilmemiştir, diyecek. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 4392 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: 461 nolu Hadisteki: «Bu zat kah yürüyecek, kah yüzüstü düşecek, bazan da yüzünu Alev çalacak.» ifadesinden murad adamın cehennemde yana yana bîtap düştüğünü bu sebeple güç halle ayakta durabildiğini ve yeni yürümeye başlamış çocuklar gibi düşe kalka gittiğini hatta arasıra cehennemin alevleri yetişerek yüzünü yaktığını ve yüzünde simsiyah eser bıraktığını anlatmakdır. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in : «Rabbülaleminin dıkh'ine gülüyorum.» ifadesindeki Dihk'in hakikati gülmek demeksede önce görüldüğü vechile Allah Teala hakkında gülmek müstahil olduğu için ona isnad edilen Dihk Allah'ın rızası, rahmeti ve merhamet buyurduğu kullarına hayır irade etmesidir diye te'vil olunur. NEVEVİ ŞERHİ: "en-Numan b. Ebu Ayyaş" Ebu Ayyaş ez-Zuraki el-Ensari bilinen bir sahabidir. İsminin ne olduğu hususunda görüş ayrılığı meşhurdur. Zeyd b. es-Samit denildiği gibi, Zeyd b. en-Numan, Ubeyd ve Abdurrahman olduğu da söylenmiştir. "Hur-u ıyn'den iki zevcesi de yanına girer ... " (3/43) "(~s;.. jj): İki zevcesi" anlamındaki lafız rivayetlerde ve asıl yazmalarda bu şekilde "zevce"nin ikili olarak sabittir. Tesniyenin bu şekilde yapılması doğru ve bilinen bir söyleyiştir. Bu hususta Arap şiiri arasında pek çok tanık beyit vardır ki, İbnu's-Sikklt ve dilbilginleri arasından pek çok kimse bunları zikretmiş bulunmaktadır. "İkisi der ki" anlamındaki mı yukarıdan noktalı te harfi iledir. Her ne kadar böyle olduğu açıkça bilinen bir husus ise de bunu özellikle zaptetmemizin sebebi yazılış arasında farkı gözetemeyen bazı kimselerin bu hususta yanılarak bu fiili alttan iki noktalı ye ile telaffuz etmeleridir. Bu ise hiç şüphesiz bir yanlış okuyuştur. Nitekim yüce Allah'ın: "O zaman içinizden iki zümre bozulmaya yüz tutmuştu." (Al-i İmran, 3/122); "Onlann berisinde ise kanşmasın diye (koyunlannı) kollayan iki hanım buldu." (Kasas,23); "Muhakkak ki Allah göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar. Eğer zeval bulsalar ... " (Falır,35/41); "Her ikisinde de akar iki pınar vardır. " (Rahman, 55/50) buyruklarında da böyledir. İki zevcesinin: "Bizim için sana hayat veren ... Allah'a hamd olsun" sözleri de: Seni bizim için, bizi de senin için yaratıp, sevinci ebedi olan bu yurtta bizi bir araya getiren Allah'a hamdolsun, demektir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

(Bize Ebû Küreyb rivâyet etti ki) bize Ubeydullah el-Eşca'î, Abdulmelik b. Ebcer'den rivâyet etti, demişki: Şa'bî'yi şöyle derken işittim. Ben Mugîretü'bnü Şu'be'yi minber üzerinde: (aleyhisselâm) Allah (azze ve celle) ye ehl-i cennetin cennetten en az nasibi olanını sordu...» diyerek yukarıki hadis gibi rivâyet ederken dinledim. Ve râvî hadîsi yukarıki gibi rivâyet etmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize babam tahdis etti, bize A'meş, Ma'rur b. Suveyd'den tahdis etti. O Ebu Zerr'den şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ben cennetlikler arasında cennete en son girecek, cehennemlikler arasında da oradan en son çıkacak kişiyi biliyorum. Bu kıyamet gününde getirilip, kendisine şöyle denilecek olan bir adamdır: Ona sadece küçük günahlarını arzedin, büyük günahlarını üzerinden kaldırın. Bunun üzerine kendisine küçük günahları gösterilecek ve: Şu şu gününde şunu şunu işledin, filan filan günde de şunu şunu işledin, denilecek. O evet diyecek ve (hiçbir şeyi) inkar edemeyecek. Aynı zamanda kendisi büyük günahlarının da kendisine arz edilmesinden korkup, endişe edecek, sonra kendisine sana her bir günahın yerine bir hasene vardır, denilecek. O: Rabbim, ben birtakım şeyleri iş/emiş olduğum halde onları burada göremiyorum, diyecek." (Ebu Zerr dedi ki): Andalsun Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem}'in küçük azı dişleri görününceye kadar güldüğünü gördüm. Diğer tahric: Tirmizi, 2596; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbn Numeyr de tahdis etti. Bize Ebu Muaviye ve Vekı' tahdis etti. (H) Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de tahdis etti, bize Vekı' tahdis etti. (H) Bize Ebu Kureyb de tahdis etti, bize Ebu Muaviye tahdis etti. Her ikisi (Veki' ile Ebu Muaviye) A'meş'ten bu isnad ile (hadisi rivayet etti)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ubeydullah b. Said ve İshak b. Mansur, ikisi Ravh'dan tahdis etti. Ubeydullah dedi ki: Bize Ravh b. Ubade el-Kaysi tahdis etti, bize İbn-i Cüreyc tahdis edip dedi ki: Bana Ebu'z-Zübeyr'in tahdis ettiğine göre o Cabir b. Abdillah'a vurud (geliş) hakkında soru sorulurken dinlemiş (Cabir) şöyle demiştir: Bizler kıyamet gününde filan ve filan yerden geleceğiz. Bunların hangisinin insanların üstünde olduğuna bir bak. (Cabir devamla) dedi ki: Ümmetler putlarıyla ve tapındıkları şeylerle bir bir çağrılacak. Sonra Rabbimiz bize gelip: Kimi bekliyorsunuz diyecek, onlar: Rabbimizi bekliyoruz diyecekler. Ben Rabbinizim diyecek, onlar sana bakmadan kabul etmeyiz, diyecekler. Onlara gülerek tecelli edecek. Sonra onları alıp gidecek, onlar da arkasından gidecekler. Münafık yahut mümin olsun onlardan her bir insana bir nur verilecek, onlar da onun arkasından gidecekler. Cehennem üzerindeki köprü üzerinde ise kancalar ve dikenler olacaktır. Allah'ın dilediği kimseleri yakalayacaklar. Sonra münafıkların nuru sönecek, sonra müminler kurtulacak. İlk zümre yüzleri ondördündeki ay gibi kurtulacaklar. Bunlar yetmiş bin kişi olup hesaba çekilmeyecekler sonra onların arkasından gelecekler semadaki bir yıldızın ışıkları gibi gelecekler sonra bu şekilde (gelmeye devam edecekler). Sonra şefaate izin verilecek. Cehennem ateşinden la ilahe illallah deyip, kalbinde bir arpa ağırlığınca hayır namına bir şeyler bulunan kimseler çıkıncaya kadar şefaat edecekler. Bu çıkarılanlar cennetin içine bırakılacaklar. Cennet ehli onların üzerine su dökmeye başlayacaklar, nihayet bunlar selde gelen bir şeyin bitmesi gibi bitecekler. Onun (her birinin) ateş yanığı gidecek sonra ona dünya ve onunla birlikte on misli verilinceye kadar dilekte bulunacak. Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 2841 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Süfyan b. Uyeyne, Amr'dan tahdis etti. O Cabir'den, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Şüphesiz Allah cehennem ateşinden birtakım insanları çıkartacak ve onları cennete koyacaktır" buyurduğunu kulaklarıyla dinlediğini söylerken işitti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Rabi'de tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis edip dedi ki: Amr b. Dinar'a sordum: Cabir b. Abdullah'ı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den: "Şüphesiz Allah şefaat ile cehennem ateşinden birtakım kimseleri çıkartacaktır" diye tahdis ederken dinledin mi dedim. O, evet dedi. Diğer tahric: Buhari, 6558; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Haccac b. Eş-Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Ahmed Ez-Zübeyri rivayet etti (dedi ki): Bize Kays b. Süleym El-Anberi rivayet etti, dedi ki; Bana Yezid el-Fakir tahdis etti. Bize Cabir b. Abdullah tahdis edip dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Cehennem ateşinin içinde yüzlerinin çevresi dışında her tarafları yanan birtakım kimseler çıkartılacak ve nihayet cennete gireceklerdir. " Yalnız Müs\im rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 3140 NEVEVİ ŞERHİ 192.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize yine Haccac b. Şa'ir rivayet etti (dedi ki): Bize Fadl b. Dükeyn rivayet etti (dedi ki): Bize Ebu Asım yani Muhammed b. Ebî Eyyub rivayet etti, dedi ki: Bana Yezid el-Fakir tahdis edip dedi ki: Haricilerin bir görüşü kalbimde iyice yer etmişti. Haccetmek sonra da propaganda maksadıyla insanlar arasına çıkmak isteği ile birkaç kişilik bir grup ile birlikte yola çıktık. Yolumuz Medine'ye uğradı. Bir de ne göreyim Cabir b. Abdullah bir direğin yanında oturmuş, etrafındakilere Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den hadis naklediyordu. Dedi ki: Derken o cehennemlikleri sözkonusu etti. (Yezid) dedi ki: Ben de ona: Ey Resulullah'ın arkadaşı şu anlattığınız neyin nesidir? Halbuki Allah şöyle buyuruyor dedim (ve) buyrukları okudum: "Rabbimiz şüphe yok ki sen kimi ateşe sokarsan onu hakir kıldın demektir." (Al-i İmran, 192); "Oradan her çıkmak istediklerinde tekrar oraya geri döndürülürler." (Secde, 20) Durum böyle iken daha siz ne diyorsunuz? Cabir: Kur'an okur musun (bilir misin) dedi. Ben, evet dedim. O: Peki, Muhammed aleyhisselamın makamını -Allah'ın onu ölümden sonra diriltip, göndereceği makamını kastediyor- hiç duydun mu, dedi. Ben, evet dedim. O: İşte o Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Allah'ın kendisi sebebiyle çıkartacağı kimseleri çıkartacağı Makam-ı Mahmud'udur dedi, sonra Sıratın konulmasını ve insanların üzerinden geçmesini anlattı. Ayrıca ben bunları ezberimde iyi tutmamış olmaktan korkarım, dedi. Ancak o cehenneme girdikten sonra cehennem ateşinden birtakım kimselerin çıkartılacağını da söyledi. Yani onlar susam çubukları imiş gibi çıkacaklar, cennet ırmaklarından bir ırmağa girip onda yıkanacaklar, sonra (oradan) kağıt gibi çıkacaklar. Bizler döndük (birbirimize):Yazık size, sizce bu yaşlı adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e hiç yalan söylüyor olabilir mi, dedik ve döndük. Allah'a yemin ederim ki, bizden tek bir adamdan başka (insanlar arasına Haricilik propagandası maksadıyla) çıkmadı. Yahut Ebu Nuaym'in dediği gibi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3140 NEVEVİ ŞERHİ 192.sayfada. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Darat: dâre'nin cem'idir. Dâre her taraftan yüzün çevresidir. Bunun manâsı yüz secde mahalli olduğu için cehennemde yanmayacak demektir. Yani cehennemden çıkarılanların secde yerlerinden başka yanmadık yerleri kalmamış olacaktır. Hâccâc hadisinde Yezid-i Fakir'in bir müddet haricilerin bâtıl mezhebine girdiği anlaşılmaktadır. Yerinde de görüldüğü vecihle hâriciler büyük günah işliyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını iddia ederler. Yezid 'in kalbine işliyerek benimsediği ve hac dönüşü halka propaganda etmek istediği kavil budur. Fakat Câbir (Radiyallahu anh) "in hadisini dinledikten sonra tevbe ederek bütün çete efradı bu kavilden dönmüş ve hâricilik propagandası yapmaktan vaz geçmişlerdir. Yalnız aralarından biri hâricilikte İsrar etmiştir. Câbir (Radiyallahu anh) cehennemden çıkarılanları kurumuş susam çubuklarına benzetmiştir. Bu bâbta îbni Esir (Rahimehümallah) şöyle demektedir: «Semâsını: Simsim'in (yani susamın) cem'idir. Susam kökleri topraktan çıkarılarak daneleri alınmak için güneşe konduğu zaman yanmış gibi simsiyah olur ve incelirler. Bu sebeple cehennemden çıkarılanlar susam çöplerine benzetilmiştir. Ben bu kelimeyi uzun müddet aradım sordum. Fakat onun hakkında sadra şifa verecek hiç bir şey bulamadım; bu lâfız tahrif edilmişe pek benziyor. Galiba aslı «sasam odunu» olacak. Sasam: Abonoz gibi siyah bir ağaçtır.» Kaadi Iyâz 'da şunları söylüyor: «Buradaki semâsimin manâsı bilinmiyor. Galiba doğrusu sasam odunu olacak bu, manâ daha güzel yakışıyor. Sasam siyah bir ağaçtır. Abonozdur diyenler de vardır.» Bu hususta daha başka mütâlea yürütenlerde vardır. Fakat muhtar olan kavil İbnü'l-Esir'in beyan ettiği gibi susam olmasıdır.» Karâtîs; Kırtasın cem'idir. Üzerine yazı yazılan sahife demektir. Cehennemden çıkanların beyaz yazı kâğıdına benzetilmesi hayat nehrinde yıkandıktan sonra yüzleri bembeyaz olacağı içindir. Hadisin sonunda ravi: «Yahut Ebu Nuaym'in dediği gibidir» ibaresini kullanmıştır. Ebu Nuaym, isnadın başında zikri geçen Fadl b. Dükeyn 'dir. Bu zât Müslim 'in şeyhinin şeyhidir. Bu cümle ravilerin hadisin sonunda kullandıkları mâruf bir edep ve nezaket cümlesidir. Onlar bunu, manâ itibariyle rivayet ettikleri hadiste bir hata veya değiştirme olmuştur, endişesi ile ihtiyatan söylerler. Yani; «ben hata ettimse doğrusu bana rivayet eden zatın söylediği gibidir» demek isterler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Heddâb b. Halid El-Ezdî rivayet etti (dedi ki): Bize Hammad b. Seleme Ebu imran ile Sabit'ten, onlarda Enes b. Malik'ten naklen rivayet ettiler ki: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): şöyle buyurdu: "Cehennemden dört kişi çıkarılacak ve onlar Allah'a arz edilecekler. Onlardan biri dönüp şöyle diyecek: Rabbim, beni oradan çıkardığına göre artık beni bir daha oraya döndürme diyecek, Allah da onu ondan kurtaracak. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 347, 1073 NEVEVİ ŞERHİ (471-473 numaralı hadisler): (471) "Bana Yezid el-Fakir tahdis etti." Adı Yezid b. Suhayb el-Kufi sonra el-Mekki'dir. Künyesi Ebu Osman'dır. Ona "el-Fakir" denilmesinin sebebi sırtında bir hastalığa tutulmuş olmasıdır. Eğilip, bükülmedikçe ondan dolayı ağrı çekiyordu. "Birtakım kimseler ... nihayet cennete girerler." Yüzleri n yuvarlağı yüzün etrafını çeviren yanları demektir. Bu ibarelerin anlamı da şudur: Cehennem ateşi yüzün yuvarlağını yemez; çünkü orası secde yeridir. Burada yüzün yuvarlığı sözkonusu edilirken daha önce diğer hadiste "secde yerleri"nden söz edilmişti. Orada da her iki ibarenin bir arada nasıl telif edildiği açıklanmıştı. Allah en iyi bilendir. "Haricilerin bazı görüşleri kalbimde yer etmişti." Asıl yazmalarda ve rivayetlerde "kalbimde yer etmişti" anlamındaki lafız bu şekilde ğayn iledir. Kadı İyaz (yüce Allah'ın rahmeti ona) bu kelimenin ayn ile rivayet edildiğini de nakletmektedir. Her ikisinin anlamı birbirine yakındır; yani bu düşünce kalbimin zarına yapışmıştl. Haricilerin görüşüne gelince, daha önce birkaç defa büyük günah işlemiş olanların cehennemde ebediyen kalacakları ve cehenneme girenin oradan bir daha çıkmayacağı görüşüne sahip olduklarını belirtmiştik. "Haccetmek sonra da insanlar arasına çıkmak maksadıyla ... yola çıktık." Yani bizler (3/50) büyük bir kalabalık halinde önce haccetmek sonra da insanlar arasında haricilerin mezhebini açıkça ortaya koyup, ona çağırıp, onun propagandasını yapmak üzere ülkemizden çıktık demektir. "Ancak o birtakım kimselerin cehennemden çıkacaklarını söyledi." Burada (aslında iddia etti, anlamına gelen ve dedi diye tercüme ettiğimiz) zeame fiili, dedi anlamındadır, kitabın baş taraflarında bunun açıklaması geçmiş, imamların onun ile ilgili sözleri de nakledilmişti. Allah en iyi bilendir. "Susam çubukları gibi çıkarlar. " Kasıt yağı çıkartılan bildiğimiz susamdır. İbnu'l-Esir diye bilinen İmam Ebu's-Saadat el-Mubarek b. Muhammed b. Abdulkerim el-Cezeri (yüce Allah'ın rahmeti ona) şöyle diyor: Susam kökleri sökülüp, taneleri alınmak üzere güneşe bırakılacak olursa yanmış gibi incelir ve kararır. İşte bunlar ona benzetilmiştir. Ben bu kelimenin gerçekte ne olduğunu uzun süre araştırdım ve onu soruşturdum. Fakat bu hususta beni rahatlatacak bir bilgi bulamadım. Ama büyük bir ihtimalle lafız tahrife uğramış olmalıdır. Büyük bir ihtimalle bu lafız "sa'sam" çubukları (odunu) olmalıdır. Bu ise abanos gibi siyah bir ahşaptır. Ebu's-Saadat'ın açıklamaları bunlardır. Onun aradaki mim harfini kaydetmeyip, ikinci sin'in fethalı olarak sözünü ettiği sa'sam kelimesi hakkında Cevheri ve başkaları da aynı şeyleri söylemiştir. Kadı İyaz ise şunları söylemektedir: Burada "susam" kelimesinin ne anlama geldiği bilinmiyor. Muhtemelen bunun doğru şekli "sa'sam odunu" olmalıdır. Bunun doğru olma ihtimali daha yüksektir. Bu da siyah bir odundur. Abanosun kendisi olduğu da söylenmiştir. Metali' sahibi ise şunları söylemektedir: Semasim aslında susam ve kişniş gibi güçsüz her türlü bitkiye denir. Başkaları da bu muhtemelen hemzeli "sesem" olmalıdır, o da abanos demektir. Onları abanos gibi siyah diye benzetmiş olmaktadır. (3/51) Bu ilim adamlarının bu hususta söylediklerinin kısa özeti budur. Ancak tercih edilen Ebu's-Saadat'ın açıkladığı üzere kaydettiğimiz gibi "susam" olduğudur. Şunu da belirtelim ki, asıl nüshaların birçoğunda "(.....): onlar susam çubukları gibi" şeklinde (gibi anlamındaki lafız) he' den sonra elif ile yazılmıştır ama doğru ve asıl nüshaların ve kitapların birçoğunda yazılı olan şekil ise he' den sonra mim ile yazılmasıdır. Birincisinin de açıklanabilir bir tarafı vardır. O da oradaki zamirin suretlerine raci olmasıdır. Yani onların suretleri susam çubukları gibidir demek olur. Allah en iyi bilendir. "Kağıt gibi çıkacaklar." Kırtas: kağıt üzerine yazı yazılan sahife demektir. O ırmakta yıkandıktan sonra ileri derecede beyaz olup, üzerlerindeki siyahlık kaybolacağından ötürü onları kağıtlara benzetmiştir. "Yazık size! O yaşlı adamın Resulullah'a yalan söylediğini nasıl düşünebilirsiniz?" Buradaki yaşlı adamdan kasıt Cabir b. Abdullah (r.a.)'dır. Bu soru bir inkar ve böyle bir kanaati red anlamını taşır; yani onun yalan söylediği asla düşünülemez, böyle bir şüphe olamaz. "Sonra geri döndük ... " Yani hacdan döndük ve biz haricilerin görüşünü hiç sözkonusu etmedik. Aksine sustuk ve bundan dolayı tövbe ettik. "Aramızdan bir adam müstesna." O bu görüşten vazgeçmek hususunda bize muvafakat etmedi. "Yahut Ebu Nuaym'in dediği gibi" ibaresinden kasıt senedin başında adı geçen Ebu Nuaym Fadl b. Dukeyn'dir. O Müslim'in hocasının hocasıdır. Onun bu yaptığı ravilerin rivayet ettikleri edeplerden bilinen bir edep ve terbiyedir. Bu da eğer ravi rivayeti mana yoluyla nakletmiş ise rivayetinin sonunda ihtiyaten ve meydana gelmiş bir değişiklik endişesiyle "yahut onun dediği gibi" demesidir. (473) "Bize Heddab b. Halid el-Ezdı tahdis etti. .. Enes (r.a.)'dan" Bu senetteki ravilerin tamamı Basralıdır. "Heddab"in adı Hudbe olarak da söylenir. Bunların biri isimdir, diğeri lakaptır. Fakat hangisinin hangisi olduğu ihtilaflıdır. (3/52) Buna dair açıklama daha önce geçmişti. Senetteki Ebu İmran'ın nispeti el-Cevnı' dir. Adı da Abdulmelik b. Habib'dir. Sabit'in nispeti ise el-Bunanl'dir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Kâmil FudayI b. Hüseyin el-Cahderî ile Muhammed b. Ubeyd, El-Guberi rivayet ettiler lâfız Ebu Kâmil'indir dediler ki: Bize Ebu Avane, Katade'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes b. Malik dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah kıyamet gününde insanları bir araya toplayacak. Onlar buna ihtimam gösterecekler. -İbn Ubeyd: Buna ilham olunacaklar, dedi.- Bu sebeple: Keşke bizi bu bulunduğumuz yerden kurtarıp, rahata kavuşturması için birisinden Rabbimize bizim için şefaat etmesini istesek, diyecekler. Bunun üzerine Adem (aleyhisselam)'a gidip: Sen insanların ilk atasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana ruhundan üfledi. Meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Rabbinin yanında bizim için şefaat et ki, bu yerimizden bizi (kurtarıp) rahatlatsın, diyecekler. O kendilerine: Ben sizin dediğinizi yapabilecek birisi değilim diyecek ve işlemiş olduğu günahını söyleyecek, günahı dolayısıyla Rabbinden haya edecek. Ama Allah'ın gönderdiği ilk Resul olan Nuh'a gidiniz (diye ekleyecek). Bunun üzerine Nuh (aleyhisselam)'a gidecekler. O da: Ben zannettiğiniz gibi bu işi yapabilecek kimse değilim, diyecek ve işlemiş olduğu günahını zikredip, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın kendisini halil (dost) edindiği İbrahim'e gidin (diye ekleyecek). Onlar da İbrahim (aleyhisselam)'a gidecekler. O da ben zannettiğiniz gibi bu işi yapabilecek kimse değilim deyip, işlemiş olduğu günahını zikredecek, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve kendisine Tevrat'ı verdiği Musa (aleyhisselam)'a gidin (diye ekleyecek). Musa (aleyhisselam)'a gidecekler. O da: Ben zannettiğiniz gibi bu işi yapabilecek kimse değilim deyip, işlemiş olduğu günahını hatırlayıp, ondan dolayı Rabbinden haya edecek ama Allah'ın ruhu ve kelimesi İsa'ya gidin (diye ekleyecek) . Allah'ın ruhu ve kelimesi olan İsa'ya gidecekler. O da: Ben zannettiğiniz gibi bu işi yapabilecek kimse değilim. Ama Allah'ın geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış olduğu bir kul olan Muhammed'e gidin, diyecek." (Enes) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sonra bana gelecekler. Ben de Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim, bana izin verilecek. Onu görür görmez derhal secdeye kapanacağım. Aziz ve Celil Allah dilediği kadar beni o halimde bırakacak. Sonra: Ey Muhammed başını kaldır, söyle sözün dinlenecek, dile sana dilediğin verilecek, şefaat et, şefaatin kabul olunacak, denilecek. Ben de başımı kaldıracağım. Rabbime, Rabbimin bana öğreteceği övücü sözlerle hamdedeceğim, sonra şefaatte bulunacağım. Bana bir sınır tayin edecek, ben de onları ateşten çıkartıp, cennete girmelerini sağlayacağım sonra tekrar dönüp yine secdeye kapanacağım. Allah beni bırakmayı dilediği kadar o halimde bırakacak. Sonra bana, ey Muhammed başını kaldır. Söyle sözün dinlenecek, dile dileğin sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabulolunacak, denilecek. Ben de başımı kaldıracağım, Rabbime bana öğreteceği övücü sözlerle hamdedeceğim sonra şefaat edeceğim. Bana bir sınır tayin edecek, ben de onları cehennemden çıkartıp, cennete koyacağım. -(Ravi) dedi ki: Bilmiyorum, üçüncüde mi yoksa dördüncüde mi şöyle devam etti:- Sonra derim ki: Rabbim cehennem ateşi içinde ancak Kur'an'ın hapsettikleri yani ebedi olarak kalması icap eden kimseler kaldı, derim." İbn Ubeyd rivayetinde dedi ki: Katade:Yani hakkında ebedilik vacip olmuş (gerekmiş kimseler), dedi. Diğer tahric: Buhari, 6565; Tuhfetu'I-EşrM, 1436 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Müsenna ile Muhammed b. Beşşar da tahdis edip dediler ki: Bize İbn Ebi Adiy, Said' den tahdis etti. O Katade'den, o Enes'ten şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde müminler toplanacaklar ve bu işe çokça önem verecekler. -Yahut bu kendilerine ilham edilecek-" deyip, hadisi bundan önceki Ebu Avane hadisi gibi zikretti ve hadiste şunları söyledi: "Sonra dördüncü defa ona gelirim -yahut ona dördüncü defa dönerim-. Rabbim (cehennemde) Kur'an'ın alıkoyduğundan başkası kalmadı, derim. " Diğer tahric: Buhari, 4476; İbn Mace, 4312 -uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. el-Müsenna tahdis etti. Bize Muaz b. Hişam tahdis edip dedi ki: Bana babam Katade'den tahdis etti. Onun Enes b. Malik'ten rivayetine göre Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allah müminleri toplayacak ve bu husus onlara ilham olunacak" deyip, bundan önceki iki ravinin hadisi gibi hadisi nakletti ve dördüncüsünde de şunu zikretti: "Ben de: Rabbim, cehennem ateşinde Kur'an'ın alıkoyduğu -yani hakkında ebedilik vacip olmuş- kimselerden başkası kalmadı, derim. " Diğer tahric: Buhari, 7410, 7440 -muhtasar olarak-, 7516; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Minhal ed-Darir de tahdis etti. (3/20a) Bize Yezid b. Zurey' tahdis etti. Bize Said b. Ebi Arube ve ed-Destevai'nin arkadaşı Hişam, Katade'den tahdis etti. O Enes b. Malik'ten şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu (H): Bana Ebu Gassan el-Mismai ve Muhammed b. el-Müsenna da tahdis edip dediler ki: Bize Muaz -ki o İbn Hişam'dır- tahdis edip dedi ki: Bana babam Katade'den tahdis etti. Bize Enes b. Malik'in tahdis ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "La ilahe illallah deyip de kalbinde hayır adına arpa ağırlığı kadar bir şey bulunan cehennem ateşinden çıkarılacaktır. Sonra la ilahe Wallah deyip de kalbinde buğday tanesi ağırlığınca hayır adına bir şey bulunan kimseler cehennem ateşinden çıkarılacaktır. Sonra la ilahe illallah deyip de kalbinde zerre ağırlığınca hayır adına bir şey bulunanlar çıkartılacaktır. " İbn Minhal rivayetinde şunu da eklemektedir: Yezid dedi ki: Şu'be ile karşılaştım, ona bu hadisi naklettim. Şu'be dedi ki: Bize bunu Katade, Enes b. Malik'ten tahdis etti. O Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den deyip hadisi nakletti. Ancak Şu'be "zerre" yerine "zura (beyaz dan)" kelimesini kullanmıştır. Yezid dedi ki: Bu lafızda Ebu Bistam tashif yapmıştır. Diğer tahric: Buhari, 44, 7410 -uzun olarak-; Tirmizi, 2593; İbn Mace, 4312; Tuhfetu'l-Eşraf, 1356, 1194,1272 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: SENED: Bu rivayetin senedindeki Sa'id b. Ebi Arube hakkında söz edilmiştir. Çünkü bu zatın âhir Ömründe hafızası bozulmuş bunaklık eseriyle hadisleri karıştırmaya başlamıştır. Böylelerin o hal geldikten sonra rivayet ettikleri hadislerle ihticac olunmazsa da Buhâri ve Müslim'deki hadisleri hadisi karıştırmazdan Önceki yani hafızalarının sağlam bulunduğu zamana hamledilir. Hişâm Said-i Desteva'îye Hişam-ı Desteva'î de derler. Desteva bir yerin ismidir. Bu zat o yerden getirilen elbiseleri sattığı için kendisine Hişâm-ı Desteva; yine o yerden getirilen buğdayı sattığı için Hişâm sahib-i Destevâi denilmiştir. «El-Metâli'» sahibi; «Mu'azb. Hişâm Sahib'd-Destevaî » ifadesindeki sahib-i Desteva'îyi Mu'az'ın sıfatı zannetmişse de bu yanlıştır. Sahib-i Desteva'i Mu'az değil babası Hişâm'dır. MANASI: Hadisteki zerreden murad küçük karıncadır. Züre rivayeti tashiftir. Onun için de Yezid: < Ebu Bistâm bu kelimede tashif yapmış» demiştir. Ebu Bistâm'dan murad Şu'be dîr. Bazıları bu kelimeyi (durra) şeklinde rivayet etmişlerdir ki bu da tasnif'in tashifi'dir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu'r-Rabl' el-Ateki tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis etti. Bize Mabed b. Hilal el-Anezi tahdis etti. (H) Bize Said b. Mansur -ki lafız onundur- de tahdis etti. Bize Hammad b. Zeyd tahdis etti. Bize Mabed b. Hilal el-Anezi tahdis edip dedi ki: Enes b. Malik'in yanına gittik. Bizi onunla görüştürmek için de Sabit'in iltimasta bulunmasını istedik. Onun yanına gittiğimizde kuşluk namazını kılıyordu. Sabit bizim için izin istedi. Sonra Enes'in yanına girdik. Sabit'i kendisi ile birlikte kanepesine oturttu. Sabit ona: Ey Ebu Hamza, senin Basralı kardeşlerin yanına kendilerine şefaat hadisini nakletmeni istemek üzere geldiler. Enes dedi ki: Bize Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tahdis edip dedi ki (3/21a): "Kıyamet gününde insanlar birbirine dalgalar gibi girecekler. Sonra Adem'in yanına gelerek ona, çocuklann için şefaat et, diyecekler, o: Ben bu işin ehli değilim ama ben size İbrahim (aleyhisselam)', tavsiye ederim; çünkü o Allah'ın hali/idir diyecek, onlar da İbrahim'in yanına gidecekler. İbrahim de: Ben bu işin ehli değilim ama ben size Musa {aleyhisselam)'ı tavsiye ederim; çünkü o kelfmullahtır diyecek. Bu sefer Musa (aleyhisselam)'ın yanına gidilecek, o da ben bu işin ehli değilim ama ben size İsa (aleyhisselam)'ı tavsiye ederim; çünkü o Allah'ın ruhu ve kelimesidir diyecek. Bunun üzerine İsa'ya gidilecek, o da: Ben bu işin ehli değilim ama ben size Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gitmenizi tavsiye ederim diyecek. Bunun üzerine bana gelinecek, ben de: Evet, bu işi yapacak olan benim diyeceğim, sonra kalkıp gidecek ve Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim. Bana izin verilecek, onun huzurunda ayakta duracağım. Allah'ın bana (o zaman) ilham edeceği ama şimdi söyleyebilecek durumda olmadığım hamd ve senalarla ona hamd ve senada bulunacağım sonra da onun için secdeye varacağım. Bana: Ey Muhammed başını kaldır, söyle sözün dinlenecek, dile (dileğin) sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabul buyurulacak, denilecek. Ben de: Rabbim ümmetimi (dilerim), ümmetimi, diyeceğim. Bunun üzerine şöyle denilecek: Git ve kalbinde iman adına bir buğday yahut bir arpa tanesi ağırlığınca bulunan herkesi oradan çıkart. Ben de gidip bana denileni yapacağım sonra Rabbimin huzuruna döneceğim, daha önce yaptığım o hamd ve övgüler ile yine ona hamd edeceğim sonra da onun için secdeye kapanacağım. Bana: Ey Muhammed başını kaldır söyle sözün dinlenecek, dile sana (dileğin) verilecek, şefaat et şefaatin kabulolunacak buyurulacak. Ben de: Rabbim ümmetimi (dilerim) ümmetimi, diyeceğim. Bana: Git, kalbinde iman adına hardal tanesi ağırlığınca bulunan kim varsa onu oradan çıkar buyurulacak. Ben de gidip bunu yapacağım. Sonra yine Rabbime dönecek, ona o hamd ve senalarla hamd ve senada bulunacağım sonra onun için secdeye varacağım, bana: Ey Muhammed, başını kaldır söyle sözün dinlenecek, dile sana (isteğin) verilecek, şefaat et şefaatin kabulolunacak buyurulacak. Ben de: Rabbim ümmetimi (dilerim) ümmetimi, diyeceğim. Bana: Git, kalbinde iman adına hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az olan kimseleri cehennem ateşinden çıkart buyurulacak, ben de gidip •bunu yapacagım. İşte bu Enes'in bize bildirdiği hadistir. Sonra onun yanından çıktık. Zahr el-Cebban {denilen sahranın yüksek bir yerinie vardığımızda {birbirimize }: Hasan'ın yanına gidip de ona selam versek dedik. O sırada kendisi Ebu Halife'nin evinde gizleniyordu. Yanına girdik, ona selam verdik. Ey Ebu Said bizler kardeşin Ebu Hamza'nın yanından geliyoruz, şefaate dair bize naklettiği hadisin benzerini hiç duymamıştık, dedik. O: Onu bana söyleyin dedi, biz de ona hadisi naklettik. Devam edin dedi, biz bundan fazlasını bize söylemedi, dedik. O şöyle dedi: Bize bu hadisi yirmi sene önce tahdis etmişti. O sırada kendisi gücü kuweti ve hafızası yerinde birisi idi ama {size rivayetinde} bir şeyler terk etmiş bulunuyor. Üstadımız unuttu mu yoksa size onu da anlatıp ona bel bağlayacağınızdan mı korktu ? Bilemiyorum. Biz kendisine: {O halde} sen bize tahdis et dedik, güldü ve şöyle dedi: İnsan aceleden yaratılmıştır. Ben bunu size ancak onu tahdis etmek istediğim için söyledim dedi (ve şöyle devam etti): "Sonra dördüncü defa da Rabbime döneceğim. Ona o şekildeki hamd ve senalarla hamd ve senada bulunacağım sonra onun için secdeye varacağım. Bana: Ey Muhammed başını kaldır, söyle sözün dinlenecek, dile sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabulolunacak buyurulacak. Ben de: Rabbim La ilahe illallah demiş bulunan kimseler hakkında bana izin ver diyeceğim, şöyle buyuracak: Bu senin işin değildir -ya da bu sana ait değildir, dedi- ama izzetim, kibriyom, azametim ve cibriyam için yemin ederim ki la ilahe illallah demiş kimseleri mutlaka oradan çıkartacağım." Ravi (Ma'bed) dedi ki: Ben Hasan hakkında şahirlik ederim ki, o bize bunu tahdis edip, Enes b. Malik'ten dinlemiş olduğunu söyledi. Zannederim yirmi sene önce o henüz gücü, kuweti ve hafızası yerinde iken (rivayet etmişti), dedi. Diğer tahric: Buhari, 7510; Tuhfetu'l-Eşraf, 523, 1599 NEVEVİ ŞETRHİ {475-478 numaralı hadisler}: (475) Müslim'in senedierde: "Bize Muhammed b. el-Müsennave Muhammed b. Beşşar tahdis edip dediler ki ... Enes'ten;" (476) "Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. .. Enes'ten;" (477) "Bize Muhammed b. Minhal ed-Darir de tahdis etti. .. Enes b. Malik'ten;" (478) "Bize Ebu'r-Rabi el-Atekı tahdis etti. .. Bize Mabed b. Hilal el-Anezı tahdis etti." Diye naklettiği rivayetlerinde, Yani Enes'ten gelen bütün bu senetlerin ravileri tamamen Basralıdır. (3/59) Bu durum son derece güzel ve oldukça nadir görülür bir haldir. Kastettiğim ise Müslim'in sahihindeki hepsi Basralı olan arka arkaya gelen bu beş senedin arasındaki uygunluktur. Bizi doğruya ilettiğinden ötürü de Allah'a hamdolsun. İbn Adiy'in adı, Muhammed b. İbrahim b. Adiy'dir. Said b. Ebu Arube'nin adının hadis kitaplarında ve başkalarında bu şekilde rivayet edilmiş olduğunu daha önceden söylemiştik. Yine önceden belirttiğimiz üzere İbn Kuteybe,EdEbu'I-Katib adlı eserinde şöyle demiştir: Doğrusu İbn Ebu'l-fuube'dir. Ebu Arube'nin adı da Mihran'dır. Yine önceden kaydettiğimiz üzere, Said b. Ebu Arube ömrünün son zamanlarında hafızası karışmış kimselerden birisidir. Hafızası karışmış olan bir kimsenin ise hafızası karışmış olduğu dönemdeki rivayeti delil gösterilmez. Onun bu hadisi hafızası karışmış olduğu dönemde mi yoksa sağlıklı iken mi rivayet ettiği hususunda şüphe etsek dahi yine önceden belirttiği gibi Buhari ve Müslim'in sahihlerinde hafızası karışmış olanlardan nakledilmiş olan rivayetler, kitap sahibinin ravinin hafızası karışmadanönce o rivayeti nakletmiş olduğunu bildiği şeklinde yorumlanacağını da belirtmiştik. Allah en iyi bilendir. ed-Desteval'nin arkadaşı olan Hişam'a gelince, hadis kitaplarında meşhur olan dal harfinin fethalı olarak okunduğudur. Metalib sahibi ise şöyle demektedir: Kimisi bu nispete elif ile ye arasına nun eklemektedir (Destevanı olur). Desteva denilen yere nispettir. Burası Ehvaz'ın verimi bol köy ve yerleşim bölgelerinin bulunduğu bir yerdir. Kendisi oradan getirilen elbiseleri sattığından ötürü oraya nispet edilerek Hişam ed-Destevaı denilir. Desteval'nin sahibi (arkadaşı) Hişam ise ed-Destevaı türü kumaşların sahibi demektir. Müslim namaz bölümünün baş taraflarında ondan başka bir ifade ile söz etmiş ve bundan dolayı bir karışıklık olduğu vehmini uyandırmıştır. Ezanın nasıl okunacağı babında da: Bana Ebu Gassan ve İshak b. İbrahim tahdis etti. İshak dedi ki: Bize Destevaı'nin arkadaşı Muaz b. Hişam haber verdi demektedir. Bundan dolayı Metali' sahibi yanılarak (3/60): "Destevaı'nin arkadaşı" ifadesindeki "arkadaş" anlamındaki "sahip" kelimesinin merfu olduğunu ve Muaz'ın sıfatı olduğunu zannederek, "Destevaı'nin sahibi (arkadaşı), onun oğludur, denilir demektedir. Ancak Metilli' sahibinin bu söylediğinin hiçbir kıymeti yoktur. Buradaki "sahip: arkadaş" kelimesi Hişam'ın sıfatı olarak mecrurdur. Nitekim bizim şu anda bulunduğumuz bu yerde açıkça ifade edildiği gibi. Allah en iyi bilendir. Ebu Gassan el-Mismai ile ilgili açıklama daha önce defalarca geçti ve yine bunun "Gassan isminin" munsarıf olarak okunabildiği gibi, gayr-ı munsarıf olarak kabul edilebileceği de belirtilmiş idi. el-Mismai ise kabilenin atası olan Misma'a nispettir. "Bize Muaz -ki o İbn Hişam'dır- tahdis etti." Baş taraflardaki fasıllarda ve daha başka birçok yerde buna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Böyle demesinin faydası ise "ki o İbn Hişam' dır" ifadesinin rivayette yer almadığından ötırü buna açıklık getirmek istemiş olmasıdır. Kendisi (Müslim) ise Muaz b. Hişam demeyi caiz görmemektedir. Buna sebep ise rivayette böyle denilmemiş olmasıdır. Bundan dolayı o rivayette "ki o İbn Hişam' dır" demiştir. Bu ve benzeri çokça tekrar ettiğim hususlardan maksadım ise açıklamak ve kolaylık sağlamaktaki duyarlılığımdır. Çünkü aradan uzun bir süre geçince unutulabilir ve bazı hallerde daha önce geçtiği yerden haberi olmayan bir kimse burayı görebilir. Allah en iyi bilendir. "Ebu Rabi' el-Ateki" adındaki ravi Müslim'in çok yerde tekrar ettiği Ebu'r-Rabi' ez-Zehrani'nin kendisidir. Adı Süleyman b. Davud'dur. Kadı lyaz der ki: Bazen onun nispetini Zehrani, bazen Ateki diye zikretmiş, bazen de onun her iki nesebini bir arada sözkonusu etmiştir. Fakat bu iki nesep hiçbir şekilde bir arada olmaz; çünkü her ikisi de Ezdlilere racidir. Bunları bir arada zikretmek için caiz olmaları yahut birbirlerinin halefi olmaları dışında bir sebeple olmaz. Allah en iyi bilendir. "Kalbinde hayır adına zerre ağırlığı kadar bir şey bulunan" Zerreden maksat bilinen küçük karınca türü olan hayvandır. "Şu' be ise "zerre" yerine zura kelimesini kullanmıştır." Yani o bu kelimeyi zel harfi ötreli, re harfi de şeddesiz olarak rivayet etmiştir. Ancak ilim adamları onun bu şekildeki rivayetinin tashif olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. İşte Müslim'in kitabındaki: "Yezid: Bunda Ebu Bistam tashif yapmıştır" demesinin anlamı budur ki, kastettiği de Şu'be'dir. "Onun huzuruna girdik, Sabit'i kendisiyle birlikte kanepesine oturttu" ifadesinden anlaşıldığına göre, ilim adamının ve meclisteki büyük zatın kendisinin yanına gelen fazilet erbabına ikramda bulunmasının ve oturttuğu yer ve daha başka hususlarda onlara daha çok ikram etmesinin gerektiği anlaşılmaktadır. "Şu kardeşlerin Basra halkındandır." Kitabın baş taraflannda "Basra" lafzının be harfi fethalı, ötreli ve kesralı olarak (Basra, Busra ve Bisra şekillerinde) okunduğu ama meşhur olanın da fethalı (Basra) söyleyişin olduğunu belirtmiş bulunmaktayız. "Şu anda gücümün yetmediği. .. hamd ve senalarla ona hamd ve sena ederim." Asıl nüshalarda bu şekilde "gücümün yetmediği" şeklindedir ve doğrudur. (3/61) Zamir bizzat Allah Resulüne aittir. Hamd ve senaya değildir. "Git, kalbinde iman namına buğday yahut arpa tanesi ağırlığınca bulunan kimseleri çıkart denilir ... " Bundan sonra da: "Git, kalbinde iman adına hardal tanesi ağırlığınca bulunan kimseleri çıkart denilir." Sonra da: "Bana: Git, kalbinde iman adına hardal tanesi ağırlığından daha az, daha az, daha az bulunanı çıkart denilir. " (3/62) İkinci ve üçüncü şekilde asıl nüshalar bende onu çıkarlınm anlamında tekil zam ir olarak zikredilmiştir. Birincisinde ise bazı nüshalarda zikrettiğimiz üzere çoğullafzı ile 'onu çıkartınız" anlamında, bazı nüshalarda ise 'onu çıkart" şeklinde, çoğunda ise sonunda zamir gelmeksizin "çıkartınız" anlamındadır. Hepsi de doğrudur. Bunu 'onu çıkartın" diye rivayet edenlerin bu rivayetinde hitap Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile onunla birlikte bulunan melekleredir. Sondaki zamiri hazfedenlerin rivayetine gelince; bu zamir mef'ul (tümleç) zamiridir. Bu ise hazfedilmesi çokça görülen bir fazladır. (Yani cümle yapısının asıl unsuru değildir.) Allah en iyi bilendir. "Daha az, daha az, daha az"a gelince, bu da asıl nüshalarda bu şekilde üç defa tekrar edilmiştir. Hadis-i şerifte imanın artıp, eksildiğini kabul eden selef, ehl-i sünnet ve onlara uygun kanaat belirten kelamcıların görüşlerinin lehine bir delalet bulunmaktadır. Kitap ve sünnetle bunun benzerleri de pek çoktur. Bizler de iman bölümünün baş taraflannda bu kaideyi açıklamış ve bu buyruklar ile ilgili mezhepleri ve bunların bir arada nasıl anlaşılacağına dair açıklamalan yapmış bulunmaktayız. Allah en iyi bilendir. "İşte bu Enes'in bize haber verdiği hadisidir ... Dedi ki: Ben Hasan'a onun bize bu hadisi tahdis edip ... dediğine şahitlik ederim." Bu rivayet ve açıklamalardan çıkartılacak pek çok hüküm ve sonuç vardır. Bundan dolayı ben de hadisin metnini onu mutalaa edenin maksatlarını bilmesi için lafzıyla uzun uzadıya naklettim. "Zahru'l-Cebban" Cebban ve Cebbane, sahra demektir. Mezarlıklar da sahrada yapıldığından ötürü kabristana da bu isim verilir. Bu da bir şeye bulunduğu yerin adının verilmesi türündendir. Zahru cebban sahranın yüksekçe yeri, üst tarafı anlamındadır. "el-Hasan'ın yanına gittik." Sözü geçen Hasan-ı Basri'dir. "O sırada saklanıyordu." Yani Haccac b. Yusuf'tan korktuğundan ötürü saklı idi. "Onu bana söyleyin, dedi." Dilciler, daha fazla anlatılmasını istemek maksadıyla "ıhi" ve "hıhi" denildiğini söylerler. Cevherı dedi ki: İhi, fiile ad olan bir isimdir. Çünkü bu, bir kimsenin sözlerini devam ettirmesini yahut işini sürdürmesini istediğiniz zaman emretmek maksadıyla bunu söylersiniz. İbnu's-Sirrı der ki: Bu lafız kullanıldığı zaman muhatabına ikinizin bildiği sözü devam ettirmesini emretmiş olursunuz. Ona haydi onu anlat demiş gibi olursun. Eğer tenvinli olarak "ihen" diyecek olursanız her ne olursa olsun bir şey anlat demiş gibi olursunuz. Çünkü tenvin nekrelik (belirsizlik) ifade eder. Eğer bunu (ih) şeklinde sakin olarak söyleyecek olursanız, artık daha başka bir şey söyleme demiş gibi olursunuz. "Gücü, kuweti, hafızası yerinde idi." (3/64) Gücü ve hıfzı yerli yerindeydi demektir. "Güldü." Buradan da ilim adamının aralarında bir arkadaşlık, bir ünsiyet bulunması halinde arkadaşlarının huzurunda vakarın sınırlarının dışına çıkıldığı kabul edilecek bir kerteye ulaşmayacak kadar gülmesinde bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır. "Güldü ve insan aceleden yaratılmıştır dedi" ibaresinden de, bu gibi yerlerde Kur'an'dan delil getirmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Sahih hadiste de bunun bir benzeri Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bir fiili olarak sabit olmuştur. O Fatıma ve Ali (r.anhuma)'nın evine gidip, kapılarını çalıp geri döndükten sonra "insan ise tartışması her şeyden çok olandır" (el-Kehf, 18/54) buyruğunu okuyarak dönmüştü. Benzeri rivayetler pek çoktur. "Benim size bunu zikretmemin sebebi. .. Sonra Rabbimin huzuruna dönerim." Rivayetlerde hep bu şekildedir. Daha kuwetli görülen de budur. Hasan-ı Basri sözünü bitirdikten sonra hadisin geri kalan kısmını zikretmek üzere: "Sonra Rabbime dönerim" diye tamamlamaya koyulmuştur. Yani Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sonra Rabbimin huzuruna dönerim" buyurdu, demektir. "La ilahe illallah diyen kimseler hakkında bana izin ver ... diyenleri andolsun ki çıkartacağım. " Yani ben onları -bundan önceki hadiste geçtiği gibiherhangi bir şefaatçinin şefaati olmadan cehennemden çıkartmakla onlara lütufta bulunacağım. Sözkonusu geçen hadiste de şöyle denilmektedir: "Melekler şefaat etti, nebiler şefaat etti, müminler şefaat etti. Geriye de sadece erhamu'r-rahimın kaldı. " "Cibriyam hakkı için" buyruğu azametim, saltanatım yahut kahr-u galebem hakkı için demektir. "Ben de el-Hasan hakkında ... şahitlik ederim" sözlerini muhatabın zihninde bu işi iyice yerleştirmek ve kesinliğini anlatmakta mubalağa etmek ve söylediklerini tekid etmek için ifade etmiştir. Yoksa bu gibi bir ifade zaten sözün başında geçmişti. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadis-i Buhâri «Kitabü't-Tevhit» de Nesai; «Kitabu't-Tefsir» de tahriç etmişlerdir. Bu da şefaat hadisinin bir başka rivayetidir. Basra'lı cemaat şefaat hadisini dinlemek maksadiyle Enes b. Malik (Radiyallahu Anhum)'a gitmişler Hz. Enes kendilerini tanımadığ için onları tanıştırmak ve ricalarını kendisine bildirmek maksadiyle yanlarına Enes (Radiyallahu anh) 'ın dostu olan Sabit-i Bünânî'yi de almışlar. Enes (R.A.) 'in evi Basra'ya iki fersah mesafede bulunan Ezzaviye» denilen yerde imiş. Basra'lılar şefaat hadisini orada dinlemişler dönüşte Hasan-ı Basri (Rahimehullah) 'in yanına uğramak akıllarına gelmiş Hasan-ı Basri Haccac-ı zalimin zulmünden korkarak Basra'lı Ebu Halifete't-Tâî'nin evinde gizleniyormuş. Hasan bu eve girince Allah'a duâ etmiş; düşmanları kendisini burada altı defa aradıkları halde bulamamışlardır. Hadisin sonunu da ondan dinlemişler. Hasan-ı Basrî hadisin bir kısmının noksan bırakıldığını görünce «Hîhî» demiş. Bu kelime «ihi» şeklinde de rivayet olunur. İsmi fiil olup sonunu getir; ziyadesini söyle manâlarına gelir. Basra'lılar «bize bundan ziyadesi söylenmedi» deyince Hasan-ı Basrî bu hadisi Enes (R.A.) 'dan yirmi sene evvel dinlediğini: o zaman Enes'in daha derli toplu yani genç ve dinç aklı yerinde bulunduğunu söylüyerek ihtiyarlık sebebiyle unuttumu yoksa söylerse bu cemaat hadisi büyük bir müjde telâkki ederlerde ibadetlerden vaz geçerler diye korktuğu için mi her ne sebeple ise hadisin bir kısmını muhakkak rivayet etmediğini söyliyerek tamamını kendisi rivayet etmştir. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kendi ümmetine şefaat edilmesi müşkül görülmüştür. Çünkü şefaat için ona müracaat edenler yalnız kendi ümmeti değil bütün insanlardır. Bu işkâle şöyle cevap verilir. İhtimal «Ümmetim» sözünden murad; şefaat için müracaat eden mu'min ümmetler yahud sancağının altına toplananlardır. Bu sebeble onları kendine izafe etmişdir. Kaadî Iyâz'a göre, ibarede kısaltma vardır. Evvela umumî şefaat için izin verilecek. Sonra ümmeti için hususî şefaat dileyecektir. Hasan'ın rivayetinde: İzzet, kibriyâ azamet ve cibriyâ kelimeleri edilmiştir. Bunlar bir birinin müteradifi olmak üzere aynı ma'nâya gelirler. edilmiştir. Bunlar birinin müteradifi olmak üzere aynı manâya gelirler. «Eşya zıddı ile anlaşılır» kaidesi mucibince biz bunların nakızlarını yani zıdlarını söyleyelim de hususi manâları daha iyi anlaşılsın. İzzetin nakîzi zül, kibriyanm nakîzi küçüklük, azamet ve cibriyanın nakîzi hakaretdir. Allah Teâlâ'ya izafe edilen bu sıfatlarla ona lâyık olan lazimi manâları kasdedilir. Bazıları: «Kibriya zatının kemâline azamet ve cibriya sıfatlarının kemâline raci'dir. Celâl sıfatı ise, hem zatının hem sıfatlarının kemâline raci bir sıfattır» derler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. -Her ikisi de hadisin anlatımında ittifak etmekle birlikte onlardan birisi bazen bir harften sonra bir başka harf ilave ederek- dediler ki: Bize Muhammed b. Bişr tahdis etti, bize Ebu Hayyan, Ebu Zur'a'dan tahdis etti. O Ebu Hureyre' den şöyle dediğini nakletti: Bir gün Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir miktar et getirildi. Kol kısmı ona takdim edildi. O kolu severdi. Ondan bir lokma alıp şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde insanların efendisi benim. Bunun neden böyle olduğunu biliyor musunuz? Allah kıyamet gününde öncekileri de, sonrakileri de düz bir yerde toplayacak. Davetçi onlara seslerini işittirecek, göz onları görebilecek. Güneş de oldukça yaklaşacak. İnsanlar güçleri yetmeyecek ve tahammül edemeyecekleri kadar gam ve kedere boğulacaklar. İnsanların bir kısmı diğerine: Ne hale geldiğimizi görmez misiniz? Bu sıkıntılarınızın nereye kadar ulaştığını görmüyor musunuz? Rabbiniz nezdinde sizin için şefaatte kim bulunabilir diye bakmayacak mısınız, diyecekler. Yine insanların bir kısmı bir diğerine: Adem'in yanına gidiniz, diyecek. Bunun üzerine Adem'e gidip ona: Ey Adem, sen insanların babasısın. Allah seni eliyle yarattı, sana ruhundan üfledi, meleklere emir verdi, onlar da sana secde ettiler. Bizim için Rabbinin nezdinde şefaat et, içinde bulunduğumuz bu hali görmüyor musun? Sıkıntımızın ne dereceye vardığını görmüyor musun, diyecekler. Adem: Şüphesiz bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki, bugünden önce böyle gazap etmediği gibi, bundan sonra da bu şekilde gazap etmeyecektir. Hem o bana o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ben ona baş kaldırdım. Canımı kurtarmaya bakıyorum, canımı! (Nefsi, Nefsi) Benden başkasının yanına gidin, Nuh'a gidin, diyecek. Onlar da Nuh'un yanına gidip: Ey Nuh, sen yeryüzüne gönderilen ilk Resulsün, Allah senden çok şükreden bir kul, diye söz etti. Rabbinin nezdinde bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın ne dereceye vardığını görmüyor musun, diyecekler. Nuh onlara: Bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki bundan önce onun gibi gazap etmediği gibi, bundan sonra da böyle gazap etmeyecektir. Benim bir dua etme hakkım vardı. Onu kullanıp, kavmime beddua ettim. Canımı kurtarmak istiyorum, canımı! (Nefsi, Nefsi!) Siz İbrahim (aleyhisselam)'a gidin, diyecek. Onlar da İbrahim'e gidip: Sen Allah'ın nebisi ve yeryüzü halkı arasında onun halilisin. Rabbinin nezdinde bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın ulaştığı dereceyi görmez misin diyecekler. İbrahim kendilerine: Bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki bundan önce onun gibi gazap etmemiş, bundan sonra da bu şekilde gazap etmeyecektir deyip, söylediği yalanları sözkonusu edecek (ve) nefsimi kurtarayım nefsimi! (Nefsi, Nefsi!) Siz benden başkasına gidin, Musa'ya gidin, diyecek. Onlar da Musa'ya (aleyhisselam) gidecekler ve: Ey Musa, sen Allah'ın Resulüsün, Allah risaletleri ile ve seninle konuşmasıyla seni insanlardan üstün tuttu. Rabbinin nezdinde bizim için şefaat et. İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? (3/24a) Sıkıntımızın ulaştığı dereceyi görmez misin, diyecekler. Musa (aleyhisselam) onlara: Bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki, bundan önce onun gibi gazap etmemiştir, bundan sonra da böyle bir gazap etmeyecektir. Hem ben öldürmekle emrolunmadığım bir canı öldürmüştüm. Nefsimi kurtarmaya bakıyorum, nefsimi! (Nefsi, Nefsi!) Siz İsa (aleyhisselam)'a gidin, diyecek. Onlar da İsa'ya gidip: Ey İsa, sen Allah'ın rasuıüsün. Beşikte iken insanlarla konuşmuştun. Allah'ın Meryem'e bıraktığı, ondan bir kelime ve onun ruhundansın. Rabbinin huzurunda bizim için şefaat et, içinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın nereye ulaştığını görmez misin, diyecekler. İsa (aleyhisselam) onlara: Şüphesiz bugün Rabbim öyle bir gazap etmiş ki bundan önce böyle gazap etmemiştir, bundan sonra da böyle gazap etmeyecektir diyecek ve herhangi bir günahını sözkonusu etmeyip, nefsimi kurtarayım, nefsimi! (Nefsi, Nefsi !) Benden başkasına gidin. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gidin, (diye ekleyecek). Bunun üzerine benim yanıma gelerek: Ey Muhammed, sen Allah'ın Resulü, nebilerin sonuncususun. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Rabbinin nezdinde bizim için şefaat eyle. (3/24b) İçinde bulunduğumuz bu hali görmez misin? Sıkıntımızın nereye kadar ulaştığını görmez misin, diyecekler. Bunun üzerine ben de kalkıp, Arşın altına gelip, Rabbim için secdeye kapanacağım. Sonra Allah benden önce hiçbir kimseye ilham etmediği, pek güzel hamd ve senalarda bulunmayı ilham edecek, sonra da: Ey Muhammed, başını kaldır, dile, dilediğin sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabulolunacak buyurulacak, ben de başımı kaldırıp, Rabbim ümmetimi (isterim) ümmetimi, diyeceğim. Bana: Ey Muhammed, ümmetinden hesaba çekilmeyecek olan kimseleri cennet kapılarından sağdaki kapıdan girdir. Ayrıca onlar bunun dışındaki diğer kapılarda da, sair insanlarla da ortak olacaklar. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe Mekke ile Hecer -yahut Mekke ile Busra- arası kadardır. " Diğer tahric: Buhari, 3361, 3340, 4712; Tirmizi, 2434, 1837 -muhtasar olarak-; İbn Mace, 3307; Tuhfetu'l-Eşraf, 14927 DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ "Ebu Hayyan'dan, o Ebu Zur'a'dan ... " İman bölümünün baş taraflarında Ebu Hayyan ve Ebu Zur'a ile ilgili açıklamalar geçmiş, Ebu Zur'a'nın adının Herim olduğu belirtilmişti. Ayrıca Amr, Ubeydullah ve Abdurrahman olduğunun da söylendiğine işaret edilmişti. Ebu Hayyan'ın adı ise Yahya b. Said b. Hayyan' dır. "Ona kolu takdim edildi, o kolu severdi" ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah): Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kolu sevmesinin sebebi pişmesi, daha lezzetli ve tadı güzelolmakla birlikte çabuk hazmedilmesi, ayrıca rahatsızlık verici yerlerden uzak oluşudur, demiştir. (3/65) Tirmizi kendi senediyle rivayet ettiği üzere Aişe (r.anha) şöyle demiştir: "Aslında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etin kol kısmını daha çok sevmiyordu ama eti arasıra bulurdu. Etin kol kısmı daha çabuk piştiğinden ötürü çabuk davranılıp, etin kol kısmı ona takdim edilirdi." "Ondan bir lokma aldı." Kadı İyaz der ki: Bir lokma almak anlamındaki "nehese" fiilini ravilerin çoğunluğu sin ile rivayet etmişlerdir. İbn Mahan ise bunu şın ile rivayet etmiştir, her ikisi de, dişlerinin ucuyla bir lokma aldı, anlamındadır. Herevı dedi ki: Ebu'l-Abbas dedi ki: Sin ile ön dişlerinin ucuyla almak, şın ile ise azı dişleriyle almak, demektir. "Kıyamet gününde ben insanların efendisiyim." Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu sözleri yüce Allah'ın üzerindeki nimetini anlatmak için söylemiştir. Çünkü yüce Allah zaten ona böyle yapmasını emir buyurmuştur. Ayrıca onun bu sözü bizim onun üzerimizdeki hakkını bilmemiz için bize verdiği bir öğüttür. Kadı İyaz dedi ki: Seyyid (efendi) kavminden üstün olan kişi, zorlu ve sıkıntılı zamanlarında kendisine sığınılan zat demektir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' de dünyada da, ahirette de Ademoğullarının efendisidir. Kıyamet gününün özellikle sözkonusu edilmesi ise o gündeki efendiliğinin yüksekliğinden ve herkesin onun efendiliğini teslim edip kabul etmesinden dolayıdır çünkü Adem de, onun bütün çocukları da Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sancağı altında olacaklardır. Nitekim yüce Allah: "Bugün mülk kimindir? Bir ve tek, Kahhar Allah'ındır." (el-Mu'min, 4016) buyurmaktadır. Yani o günde her türlü mülk iddiası ortadan kalkmış olacaktır. Allah en iyi bilendir. '1\ Ila h kıyamet gününde öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplayacaktır ... " Düzlük (Said) geniş ve düz arazi demektir. "Gözün onlara nüfuz etmesi" ile ilgili olarak Herevı şöyle der: Kisaı dedi ki: Gözü bana nüfuz etti tabiri, bana ulaşıp, beni aşıp geride bıraktığı zaman kullanılır. Kavme nüfuz ettim, tabiri de onların ortasında yürüyüp, onları geçtiğim zaman kullanılır. (Bunun için fiilin başına hemze getirilir.) Ancak onları ortasından geçip, onları geride bırakacak olursak bu sefer bu fiil hemzesiz kullanılır. Buradaki ifadenin anlamına gelince: Herevı dedi ki: Ebu Ubeyd dedi ki: Yani Rahman Allah Tebareke ve Teala'nın gözü onların tamamını görecek şekilde onlara nüfuz eder. Ebu Ubeyd' den başkaları ise: Yerin düzlüğü dolayısı ile bakanların gözleri onları delip geçer, diye açıklamışlardır. Zaten yüce Allah öncesinde de, sonrasında da hep insanları kuşatmıştır. -Herevı'nin ifadeleri burada sona ermektedir.- Metali' sahibi de şöyle der: Yani bakan kişi onları kuşatır, onların hiçbir şeyleri ona gizli kalmaz. Buna sebep ise yerin düz olmasıdır. Yani herhangi bir kimsenin görenlerden saklanmak üzere arkasında saklanacağı bir şey bulunmayacaktır. (3/66) Bu ise Ebu Ubeyd'in söylediği şanı yüce Rahman onları görür şeklindeki ifadesinden daha uygundur; çünkü yüce Allah'ın görmesi düz yerde de, başka yerde de her durumda onların hepsini kuşatır. Metali' sahibinin sözleri bunlardır. İmam Ebu's-Saadat el-Cezen (İbnu'l-Esir) de Ebu Ubeyd ile başkası arasındaki şanı yüce Rahman Allah'ın görmesi midir yoksa yaratılmışlardan bakan kimsenin görmesi mi olduğu ile ilgili görüş ayrılıklarını sözkonusu ettikten sonra şunları söylemektedir: Hadis alimleri bu kelimeyi peltek ze harfi ile rivayet ederler. Halbuki bu aslında noktasız olarak dal iledir; yani bakan kişi onların tamamını görünceye kadar başından sonuna hepsini görür. Bu da "nefede" kökünden gelir. Hadisin bakan kimsenin görmesi ile ilgili olarak yorumlanması, şanı yüce Allah'ın görmesine yorumlanmasından daha uygundur. -Ebu's-Saadat'ın açıklamaları da bunlardır.- Buna göre bu kelime ile ilgili olarak baş tarafındaki "ye" harfinin fethalı ve ötreli olması, son harfinin dal ve zelolması ile "onlara nüfuz eder"deki fiilin öznesi olan zam ir hakkında görüş ayrılığı vardır. Daha sahih olan ye harfinin fethalı, son harfinin zelolması ve görmenin yaratılmış tarafından olmasıdır. Allah en iyi bilendir. "Sıkıntımızın nereye kadar ulaştığını görmez misin" cümlesinde "ulaşmak" anlamındaki fiilde gayn harfi fethalıdır. Bilinen ve sahih olan da budur ama müteahhir bazı imamlar bu harfi hem fethalı, hem sakin olarak zaptetmişlerdir, bunun da açıklanabilir bir tarafı vardır. Fakat tercih edilen ilk kaydettiğimiz şekildir, buna delil de yine bu hadiste bundan önce geçen: "Ne hale geldiğinizi görmez misiniz" denilmiş olmasıdır. Şayet gayn harfi sakin olarak okunacak olsaydı, muhatap zamirinin (mansub zam ir olarak" ... kum" olarak değil de) merfu zamir olarak" ... tum" olarak gelmesi gerekirdi. (3/67) Adem ve diğer nebilerin (Allah'ın salat ve selamları onlara) söyleyecekleri: "Bugün Rabbim öyle bir gazaplanmış ki bundan önce onun gibi gazaplanmış değildir, bundan sonra da böyle gazaplanmayacaktır" ifadesinde geçen yüce Allah'ın gazabından kasıt onun kendisine baş kaldıranlardan intikam alacağının ortaya çıkması ve onların onun elim azabını görecek olmaları, orada toplanan kimselerin olmamış ve olmayacak derecede dehşetli hallere tanık olmalarıdır. Bütün bu hallerin bir benzerinin o günden önce görülmediği ve daha sonra da görülmeyeceğinde bir şüphe yoktur. İşte yüce Allah'ın gazabının anlamı budur. Aynı şekilde onun rızası da, hakkında hayır ve lütufta bulunmayı murad ettiği kimselere olacak ve bu, rahmeti ve lütfu ile gerçekleşecektir. (3/68) Çünkü yüce Allah'ın razı olmak ve gazaba gelmek hallerinde değişmesi imkansızdır. Allah en iyi bilendir. "Şüphesiz cennetin kapı kanatlarının ikisi arasındaki mesafe Mekke ile Hecer arası -yahutta Mekke ile Busra arası- kadardır." Kapının kanatları kapının iki tarafıdır. Hecer ise Bahreyn şehirlerinin temelini teşkil eden büyük bir şehirdir. Cevheri,Sihah'ında der ki: Hecer müzekker ve munsarıf bir şehir adıdır. Bu şehre nispet "Haciri" (he harfinden sonra med harfi elif ile) diye yapılır. Ebu'l-Kasım ez-Zeccaci de el-Cem el adlı eserinde şöyle der: Hecer müzekker ve müennes olarak kullanılır. Derim ki: Burada sözü edilen Hecer ile"su -Hecer testileriyle- iki testi miktarına ulaşacak olursa" diye diğer hadiste sözü edilen Hecer' den farklı bir yerdir. Bu ikincisi Medine kasabalarından bir kasaba olup, orada testi yapılırdı. Bu ise munsarıf değildir. Ben bunu Mühezzeb Şerhinin baş taraflarında açıkladım. Busra'ya gelince, bu da Dımaşk ile arasında üç konaklık mesafe bulunan bir şehirdir. Havran şehri de odur, kendisi ile Mekke arası bir aylık uzaklıktır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harp'ta rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerir, Umaratü'bnü Ka'kaa'dan, o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in önüne tirit ve et bulunan bir kap konuldu. Allah Resulü kolu aldı. Koyunun en sevdiği tarafı o idi. Ondan bir lokma alıp "kıyamet gününde insanların efendisi benim" buyurdu, sonra bir lokma daha aldı, tekrar "kıyamet gününde insanların efendisi benim" buyurdu. Ashabının kendisine soru sormadıklarını görünce "neden bu nasıl olacak demiyorsunuz" buyurdu. Onlar da: Bu nasılolacak ey Allah'ın Resulü, dediler. Şöyle buyurdu: "İnsanlar alemlerin Rabbinin huzuruna kalkacaklar." Sonra da hadisi Ebu Hayyan'ın, Ebu Zur'a'dan diye naklettiği manada sevketti ve ayrıca İbrahim (aleyhisselam) ile ilgili anlatılanlarda ziyade olarak yıldız hakkında: Bu benim Rabbimdir demesini de onların putlarına: Hayır, bunu onların bu büyükleri yaptı dediğini, yine onun: Ben hastayım dediğini de ekledi. (Sonra Allah Resulü) şöyle buyurdu: "Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki hiç şüphesiz cennetin kapılarının iki kanadı ile pervazları arasındaki uzaklık şüphesiz Mekke ile Hecer -yahut Hecer ile Mekke- arası kadar olacaktır." (Ravi) dedi ki: Bunların hangisini söylediğini bilmiyorum. Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14914 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu iki cümleden hangisini söylediğini bilemiyorum, dedi. Hadis-i şerifte zikri geçen »Keyfe» kelimesinin sonuna vakıf halinde «hay-i sekt» nâmı verilen «he» getirilmiştir. Bu kelimenin üzerinde durulduğu zaman mezkur (hâ) nın getirilmesi hususunda söz yoktur. Ancak sahabe-i kiramın cümle ortasında aynı kelimenin sonuna (he) getirmeleri iki vecihle izah olunmuştur. 1 - Araplardan bazıları cümle ortasımda vakıf hükümde telâkki ederler. 2 - Ashab (R.A.) Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in telâffuzuna tabi olmuşlardır. Udâde; kapının iki tarafındaki çerçeve ağaçlarıdır. NEVEVİ ŞERHİ: "Neden bu nasılolacak demiyorsunuz? Onlar da: Ey Allah'ın Resulü bu nasılolacak, dediler." Burada "nasıl" anlamındaki kelimenin sonunda bulunan "he" harfi vakıf yapıldığı zaman kelimenin sonuna getirilen "hau's-sekt: susma he'si"dir. Ashab-ı Kiram'ın: "Bu nasılolacak ey Allah'ın Resulü" deyip, he harfini durak yapmadıkları halde sabit olarak telaffuz etmeleri ise iki şekilde açıklanır. Bu ikisini de Tahrır sahibi ile başkaları zikretmişlerdir. Bunlardan birincisine göre, Araplar arasından durak yapmamayı da durak yapmak gibi kullananlar vardır. İkinci açıklamaya göre, ashab-ı kiram Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kendilerine teşvik ederken kullandığı lafza uygun lafız kullanma maksadıyla bunu söylemişlerdir. Eğer he harfi getirmeksizin "nasıl" demiş olsalardı, kendilerini hakkında soru sormaları için teşvik etmiş olduğu hususu sormuş olmayacaklardı. Allah en iyi bilendir. "Kapılann pervazlan" ile ilgili olarak Cevherı şöyle demektedir: Kapıların pervazIarı yan tarafta bulunan, onları tutan iki ahşaptır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Tarif b. Halife el-Becell tahdis etti. (3/25b) Bize Muhammed b. Fudayl tahdis etti, bize Ebu Malik el-Eşcai, Ebu Hazim'den tahdis etti. O Ebu Hureyre'den nakletti. Yine Ebu Malik, Rib'i b. Hiraş'dan, o Huzeyfe'den naklen (Ebu Hureyre ile birlikte) dediler ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şanı yüce ve mübarek Allah insanları toplar. Müminler sonunda cennet onlara yakınlaştırılıncaya kadar ayakta dururlar sonra Adem'e gidip: Ey babamız, bize cennetin kapılarının açılmasını iste, diyecekler. O da: Sizin cennetten çıkmanızın sebebi babanız Adem'in günahından başka bir şey midir? Bu işi yapacak ben değilim. Siz oğlum (Halilullah) İbrahim'in yanına gidiniz, diyecek. İbrahim de: Ben bu işi yapacak olan değilim, çünkü ben arkadan arkadan (uzaktan uzağa) halil idim. Sizler Allah'ın kendisi ile özel bir surette konuşmuş olduğu Musa'ya gidiniz, diyecek. Musa'ya gidecekler, o da: Bu işi yapacak kişi ben değilim. Sizler Allah'ın kelimesi ve ruhu olan İsa'nın yanına gidin, diyecek. İsa da: Bu işi yapacak kişi ben değilim diyecek. Bunun üzerine Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelecekler. O da ayağa kalkacak, ona izin verilecek. Emanet ve rahim (akrabalık bağı) salınacak, her ikisi de biri sağında, diğeri solunda Sıratın yan taraflarında duracaklar. Sizin ilkieriniz şimşek gibi geçecek. " Ben: Babam, anam sana feda olsun. Şimşek gibi ne olabilir ki, dedim. O şöyle buyurdu: "Sizler bir göz açıp kırpacak kadar bir zaman içerisinde şimşeğin nasıl geçip gittiğini hiç görmediniz mi? Sonra rüzgarın geçmesi gibi, sonra kuşun ve sonra erkeklerin hızlıca koşup, geçmesi gibi geçecekler. Amelleri onları yürütecek, sizin nebiniz ise Sıratın üzerinde ayakta: Rabbim esenlik ver, Rabbim esenlik ver diyecek. Nihayet kulların amelleri aciz kalacak, öyle ki bir adam gelecek ancak emekleyerek yol alabilecek. Sıratın her iki kenarında ise emrolunmuş, kendisine emredileni yakalayan asılı kancalar bulunacak. Kimileri yara bere almış olarak kurtulmuş olacak, kimisi de cehenneme doldurulmuş olacak. " Ebu Hureyre'nin nefsi elinde olana yemin ederim ki, şüpheşiz cehennemin dibi yetmiş yıldır. "Allah insanları toplayacak..:" hadisini yalnız Müslim rivayet etmiştir. Tuhfetu'I-Eşraf, 13400 NEVEVİ ŞERHİ: "Cennet kendilerine yakınlaştınlıncaya kadar müminler ayakta bekleyecek." Yani şanı yüce Allah'ın: "Cennette takva sahiplerine yakınlaştırılır." (Şuara, 26/90) buyruğunda belirtildiği gibi cennet yakınlaştırılmış olacaktır. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in İbrahim (aleyhisselam) hakkında: '~rkadan arkadan (uzaktan uzağa) halil idim" sözleri hakkında Tahrir sahibi şöyle demektedir (3170): Bu tevazu olmak üzere kullanılan bir tabirdir yani ben öyle mertebesi yüksek birisi değilim. Bu hususta bunun anlamına dair güzel bir açıklamaya rastladım. Buna göre bunun anlamı şudur: Bana verilen üstün özellikler Cebrail (aleyhisselam)'ın elçiliği aracılığı ile verilmişti ama siz Musa'ya gidiniz çünkü o herhangi bir vasıta olmaksızın ilah! kelamı duymuştu. '~rkadan (uzaktan)" kelimesinin tekrarlanması ise Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de vasıtasız olarak Allah'ın kelamını duymuş ve görme lütfuna mazhar olmuş olması dolayısıyladır. İbrahim bunun için dedi ki: Ben Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de arkasında bulunan Musa'nın gerisindeyim. -Hepsine selam olsun- Tahrir sahibinin açıklamaları bunlardır. '~rkadan arkadan (uzaktan uzağa)" lafzının son harfinin harekesinde meşhur olan tenvinsiz fetha ile okunduğudur. Bununla birlikte Arapça bilginleri nezdinde her iki lafzın ötre üzere bina edilmesi de mümkündür. Bu hususta Hafız Ebu'l-Hattab b. Dihye ile büyük edebiyatçı imam Ebu'l-Yumn el-Kin d! arasında bir tartışma cereyan etmiş, İbn Dihye bu iki kelimeyi fethalı olarak rivayet edip, bunun doğru olduğunu ileri sürmüş, el-Kind! ise bunu kabul etmeyerek ötreli okuyuşun doğru olduğunu ileri sürmüştür. Ebu'l-Beka da doğrusu ötreli olduğudur demiştir ... "Emanet ve rahim serbest bırakılır. Her ikisi Sıratın yan taraflarında dururlar." (3171) Emanetin ve rahimin serbest bırakılması (gönderilmesi) durumlarının büyüklüğü ve etkilerinin çokluğu dolayısıyladır. Bu sebeple her ikisi de şam yüce Allah'ın murad edeceği bir şekilde müşahhas olarak suretleneceklerdir. Tahrir sahibi der ki: İfadede ihtisar vardır. Bu sözü dinleyen, her ikisinin de Sırattan geçmek isteyen herkesten haklarını istemek üzere orada dikileceklerini anlamaktadır. "Onların ilkieri şimşek gibi geçer ... Erkeklerin koşması gibi geçer, onları amelleri koşturacaktır." Yani erkeklerin en hızlı ve süratli koşuşmaları gibi koşacaklardır. "Onları amelleri koşturacaktır. " Sözü de "ilkieri şimşek gibi koşacaktır ... " sözüne dair bir açıklama gibidir. Yani onların geçiş hızları mertebelerine ve amellerine göre olacaktır. "Kancalar"a dair açıklama daha önce geçti. "Kimisi yaralı bereli olarak kurtulmuş, kimisi de cehenneme dökülmüş olacaktır." Yine bu başlıkta buna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Asıl nüshaların birçoğunda buradaki "mekdCıs (doldurulmuş, yığılmış) kelimesi "mükerdes" olarak da rivayet edilmiştir. Bu da anlam itibariyle ona yakındır. "Ebu Hureyre'nin nefsi elinde olana yemin ederim ki. .. " Bazı asıl nüshalarda bu şekilde "yetmiş" anlamındaki lafız vav'lı zikredilmiştir. Vav'lı zikredilişinin sebebi açıkça anlaşılmaktadır. Bunda şu takdirde bir hazf vardır: Cehennem in dibine kadar uzaklık yetmiş yıllık bir yol mesafesidir. Asıl nüshaların ve rivayetlerin birçoğunda ise "yetmiş" anlamındaki lafız ye ile zikredilmiştir. Bu da sahihtir. Muzafı hazdefip, muzafun ileyh'i olduğu gibi mecrur haliyle bırakanlara göre ifadenin takdiri: Yetmiş yıllık yol, şeklindedir. (3/72) "Cehennemin dibi" lafzındaki "ka'r: dib" kelimesi mastar kabul edilirse o takdirde "yetmiş" lafzı zaman zarfı olur. Haberi de bunda hazfedilmiş olur. Takdiri de şöyledir: Cehennemin dibine varmak yetmiş yılda olur. Hadiste (sonbahar anlamındaki) "har1f" lafzı yıl anlamındadır. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Kıyamet gününde cennetin mu'minlere yaklaştırılacağı Kur'an-ı Kerimde «Cennet takva sahiplerine yaklaştırılacak» ayet-i kerimesi ile beyân buyurulmuştur. İbrahim (A.S.)'ın: «Ben ancak geriden geriye Halil idim» sözü tevazu' yoluyla söylenecektir. Bundan murad benim derecem bu kadar yüksek değildir demektir. Nevevî diyorki: «Burada hatırıma güzel bir ma'nâ tecelli etti. Bu manâ şudur Hz. Ibrahim'in bu sözünden murad: Bana verilen keramet ve ihsanlar Cebrail (A.S.)'ın aracılığı ile olmuştur. Siz Musa'ya gidin. Çünkü onun kelâmullahı işitmesi vasıtasızdır, demektir.» Müslim şarihlerinden Ebu Abdillâh Muhammet b. İsmail şöyle diyor: Emanet ile sıla-i rahimin sırat köprüsüne gönderilmeleri ehemmiyet ve mevkileri pek büyük olduğundandır. Bunlar Allah'ın dilediği şekil ve surete girerek müşahhas bir halde sıratın iki tarafına dikileceklerdir. Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail 'in beyanına göre burada cümlede hazif vardır. Manâ şudur. Sıle-i rahim ile emanet sı­rattan geçenlerden haklarını istemek için sıratın iki tarafına dikilirler

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybe b. Said ve İshak b. İbrahim tahdis etti. Kuteybe dedi ki: Bize Cerir, el-Muhtar b. Fulful'den tahdis etti. O Enes b. Malik'ten şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben cennet için insanlar arasında ilk şefaat edecek olanım ve nebiler arasında uyanları en çok olanım" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 1578 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu şefa'at daha önce gördüğümüz gibi beş nevi şefâ'attan hariç değildir. Zira eğer ehl-i cehennem cehennemden' çıkarıldığı zaman yapılacaksa o husustaki şefâ'at'a râci'dir. Daha Önce yapılacaksa cennete girme hususundaki şefâ'at kabilindendir. Mamafih cennette yapılması da mümkündür. Nitekim Hemmam'ın rivayet ettiği şefâ'at hadisinde «Rabbimden onun darında izin İsteyeceğim!» buyrulmuştur. Onun (darı) ndan murad; cennettir; denilmiştir. Burada Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellemjin korku ve dehşet yeri olan mahşerden selâmet diyarı olan cennete nakledilmesinin hikmeti şefaatçi için ikram manâsının daha münasip olmasıdır. Bundan dolayı duaların şerefli makamlarda yapılması müstehaptır. Böyle yerlerde kabul daha ziyâde me'muldur)

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El-AIâ'da rivayet etti. (Dedi kr): Bize Muaviye b. Hişâm, Süfyan'dan, o da Muhtar b. Fulful'den, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes b. Malik dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben kıyamet gününde uyanları en çok olanım ve ben cennetin kapısını çalacak ilk kişiyim" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 1578 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bundan önceki rivayetlerden Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in,ümmeti son nefsine kadar sırattan geçmedikçe oradan ayrılmayacağı anlaşılmıştı. Burada ise; cennetin kapısını ilk defa onun çalacağı bildiriliyor. İlk nazarda bu rivayetler arasında muaraza olduğu göze çarpıyor-sada hakikatta hiç bir muaraza ve münâfât yoktur. Çünkü Nebi (Ssllallahu Aleyhi ve Sellem) 'in mahşer yerinden herkesten sonra ayrılarak cennet kapısına herkesten Önce varması imkansız değildir. Zaten o gelinceye kadar cennetliklerin cennete girmesine müsade edilmiyecektir. Nitekim bir rivayette cennetin kapıcısının Resulullâh (Ssllallahu Aleyhi ve Sellem)'e hitaben: «Senden önce hiç bir kimseye cennet kapılarını açmamaya me'ınur oldum diyecek» buyurulmasıda buna delâlet etmektedir. Cennetliklerin yarısını Ümmet-i Muhammedi'nin teşkil edeceği az ileride gelecek hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır. Ümmetin çokluğu ise; Nebininin efdal olduğuna delildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe’de rivayet etti. (Dediki) Bize Hüseyin b.Ali, Zaide’ den , o da Muhtar b. Fulful’den naklen rivayet etti. Demiş ki : Enes b. Malik dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben cennet için ilk şefaat edecek olanım. Benim tasdik edildiğim kadar nebilerden hiçbir nebi tasdik edilmiş değildir. Hatta nebiler arasında ümmetinden kendisini yalnızca bir adamın tasdik etmiş olduğu nebi dahi vardır" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amru'n-Nâkid ile Züheyr b. Harp da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Haşini b. Kasım rivayet etti. (Dediki): Bize Süleyman b. Muğîre, Sabitten, o da Enes b. Malik'ten naklen rivayet etti. Enes b. Malik dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde cennetin kapısına gelip, kapısının açılmasını isteyeceğim. Cennet kapısının bekçisi: Sen kimsin diyecek, ben: Muhammed'im diyeceğim. O: Bana da senden önce hiçbir kimseye kapıyı açmamam emredildi, diyecek. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yunus b. Abdil a'la rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Malik b. Enes, İbni Şihap'tan, o da Ebu Selemete'bni Abdi'r-Rahman'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti ki. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Her bir nebinin yaptığı bir duası vardır. Ben de duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum" dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b. Harb ile Abd b. Hümeyd de rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Yakub b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Şihab'ın kardeşi oğlu amcasından rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebu Selemete'bni Abdirrahman Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini haber verdi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "Şüphesiz her bir nebinin bir (kabul edilen) duası olmuştur. Ben de -inşallah- bu duamı kıyamet gününde ümmetim için yapacağım dua olarak saklamak istedim" dedi. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Zuheyr b, Harb ile Abd b. Hümeyd rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Yakub b. İbrahim rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Şihab'ın kardeşi oğlu, amcasından rivayet etti. (Demişki): Bana Amr b. Ebî Süfyan b. Esid b. Cariyete'es-Sekafî bu hadisin mislini Ebu Hureyre'den, o da Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmele b. Yahya tahdis etti, (dediki) Bize İbn-i Vehb haber verdi (dediki) Bana Yunus, ibn-i Şihab’dan haber veridi. Ona da Amr b. Ebi Süfyan bin Esîd bin Cariyete's-Sekafi haber vermiş ki: Ebu Hureyre Ka'bul ahbar'a söyle demiş: Nebiyyullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : Her Nebinin Allah'a dua ettiği bir duası vardır. Ben de inşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefa'at için saklamak istiyorum.» buyurdular. Ka’b Ebu Hureyreye: «Bunu Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den sen mi işittin?» diye sormuş. Ebu Hureyre: «Evet» demiş. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'!-Eşraf, 14272 NEVEVİ ŞERHİ 199. sayfada, DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI 201.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ile Ebu Kureyb rivayet ettiler. Lafız Ebu Küreyb'indİr. Dedilerki bize Ebu Muaviye, A'meş'ten, o da Ebu Salih'den o da, Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz her bir nebinin kabul olunan bir duası olmuştur. Her bir nebi bu duasını erken davranarak yapmış bulunmaktadır. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetim için şefaatte bulunmak üzere sakladım. 'İnşailah o, ümmetinden Allah'a hiçbir şeyi koşmaksızın ölen kimselere nail 0Iacaktır''' Diğer tahric: Tirmizi, 3602; İbn Mace, 4307; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dediki): Bize Cerir Umâradan —ki İbni Ka'kaa'dır— o da Ebu Zür'a'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her bir nebinin yapıp, kabul olunacak bir duası vardır. Onun bu duası kabulolunarak istediği ona verilmiştir. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek üzere sakladım. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-fşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Muaz el-Anberi rivayet etti. (Deâi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Muhammed'den ki İbni Ziyaddır rivayet etti. Demiş ki Ebu Hureyreyi şöyle derken işittim: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her bir nebinin ümmeti hakkında yaptığı ve kabul olunan bir duası olmuştur. Ben de Allah'ın izniyle duamı kıyamet gününde ümmetim için şefaatte bulunmak üzere sonraya bırakmak istiyorum. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14397 DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI 201.sayfada. NEVEVİ ŞERHİ (486-492 Numaralı Hadisler): (486) "Her bir nebinin.,. bir duası vardır." Diğer rivayette (490) "her bir nebinin kabulolunan bir duası vardır, .. (3/73) nail olacaktır." Diğer rivayette (492) "her bir nebinin ümmeti hakkında yaptığı.,. bir duası vardır." Bir başka rivayette (491) "her bir nebinin ümmetine yaptığı bir duası vardır ... " denilmektedir. Bu hadisler birbirini açıklamaktadır. Bunların anlamları şudur: Her bir nebinin kesinlikle kabul edilen bir duası olmuştur. O nebi de bu duasının kabul edileceğinden kesin olarak emindi. Geri kalan dualarının ise kabul edileceğini ümit ediyorlardı. O dualarının kimisi kabul ediliyor, kimisi edilmiyordu. Kadı lyaz'ın naklettiğine göre son iki rivayette geçtiği gibi her bir nebinin ümmeti için yapacağı bir duanın kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Allah en iyi bilendir. Bu hadiste ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ümmetine mükemmelolan şefkati ve merhamet edip acıması, onların önemli masIahat ve menfaatlerini itina ile göz önünde bulundurması açıkça ifade edilmektedir. Bundan dolayı O en önemli ihtiyaç zamanlarına bu duasını ümmeti için ertelemiş bulunmaktadır. (490) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "İnşailah o ümmetinden Allah'a hiçbir şeyi koşmaksızın ölen kimselere nail olacaktır" buyruğunda, hak ehlinin yüce Allah'a şirk koşmaksızın ölen kimsenin, büyük günahlar üzerinde ısrar etmiş birisi olsa dahi, cehennemde ebediyen bırakılmayacağına dair görüşlerinin lehine bir delil bulunmaktadır. Bunun diğer delilleri ve etraflı açıklamaları daha önce pek çok yerde geçmiş bulunmaktadır. Efendimizin (sallallahu a1eyhi ve sellem): "İnşallah" buyurması ise teberruken ve şam yüce Allah'ın: "Hiçbir şey hakkında sakın: Ben bunu mutlaka yarın yapacağım deme. Allah dilemiş ola {inşallah} demedikçe. " (Kehf, 18/23-24) buyruğuna uymak için söylemiştir. Allah en iyi bilendir. (489) "Ka'b el-Ahbar" Ka'b b. MatI'dir. Ahbar ilim adamları demektir. Tekili "habr ve hibr" olarak söylenir. UlemaKa'b demektir. İbn Kuteybe ve başkaları böyle açıklamıştır. Ebu Ubeyd dedi ki: Ona Ka'bel-Ahbar denilmesinin sebebi Hibr'in çoğulu Ahbar'ın kitaplarına sahip olmasıdır. Hibr ise kendisiyle yazı yazılan şeydir (mürekkep). Ka'b, kitap ehli alimlerinden idi, sonra Ebu Bekr (r.a.)'ın halifeliği döneminde Müslüman olmuştur. Ömer (r.a.)'ın halifeliğinde Müslüman olduğu da söylenmiştir. Hıms'da Osman (r.a.)'ın halifeliği döneminde 32 yılında vefat etmiştir. Tabiinin faziletlilerindendir. Ashab-ı Kiram (r.a.)'dan bir topluluk da kendisinden rivayet nakletmiş bulunmaktadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Gassan el-Mismai de tahdis etti. Bize Muhammed b. el-Müsenna ile İbn Beşşar da -ki laflZ Ebu Gassan'a aittir- tahdis ettiler. Hepsi dedi ki: Bize Muaz -İbn Hişam'ı kastediyorlar- tahdis edip dedi ki: Bana babam Katade'den tahdis etti, bize Enes b. Malik'in tahdis ettiğine göre Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Her bir nebinin ümmetine yaptığı bir duası vardır. Ben ise duam i kıyamet gününde ümmetime şefaat olmak üzere sakladım. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bunu bana Zuheyr b. Harb ve İbn Halef de tahdis edip dediler ki: Bize Ravh tahdis etti, bize Şu'be Katade'den bu isnad ile tahdis etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

[M-:] (H) Bize Ebu Kureyb de tahdis etti. Bize Veki' tahdis etti. (H). Bunu bana İbrahim b. Sa'd Cevheri de tahdis etti. Bize Ebu Usame tahdis etti. Hepsi Mis'ar'den. O Katade'den bu isnad ile rivayet etti. Şu kadar var ki, hadisin Ve ki" tarafından rivayetinde: "Verildi" buyurdu, dedi. Ebu Usame'nin hadisi rivayetinde de Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den ... diye rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. el-Ala da tahdis etti. Bize Mu'temir babasından tahdis etti. O Enes'ten, o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu nakletti diyerek, Katade'nin Enes'ten diye rivayet ettiği hadise yakın olarak hadisi zikretti. Diğer tahric: Buhari, 6305; Tuhfetu'I-Eşraf, 880 AÇIKLAMALAR 201.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Muhammed b. Ahmed b. Ebi Halef de rivayet etti. (Dediki): Bize Ravh rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Cüreyc rivayet etti. Dediki bana Ebuzzübeyr haber verdi ki kendisi Cabir b. Abdillah'ı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen şöyle derken işitmiş : "Her bir nebinin ümmeti hakkında yapmış olduğu bir duası vardır. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetim için şefaat olarak sakladım. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 2838 NEVEVİ ŞERHİ (493-497 Numaralı Hadisler): (493) "Bana Ebu Gass2m el-Mismaı. .. tahdis etti." Müslim'in tahkikini, işi ne kadar sağlam tuttuğunu, vera ve maharetinin, bilgisinin mükemmelliğini bilmeyen bir kimse bu lafızlara itiraz ederek sözlerini uzatmış olduğu vehmine kapılıp, şöyle diyebilir: Müslim "ikisi bize tahdis etti" sözünü söylememeliydi. Ancak bu böyle bir sözü söyleyen kimsenin bir yanılması, bir gafletidir. Aksine Müslim'in bu sözünde oldukça incelikli bir fayda vardır. O bu hadisi Ebu Gassan'ın lafzından dinlemiş olup, o sırada Müslim ile birlikte başka kimse de yoktu. Muhammed b. Müsenna ile İbn Beşşar'dan hadisi dinlediğinde ise beraberinde başkaları da vardı. Daha önce fasıllarda hadis alimleri nezdinde sevilen ve tercih edilen yolun tek başına hadisi dinleyenin "bana tahdis etti", başkasıyla birlikte işitenin de "bize tahdis etti" demesi olduğunu belirtmiştik. Bundan dolayı Müslim ihtiyatlı davranarak bu sevilen yolun gereğini yapıp: "Bana Ebu Gassan tahdis etti." Yani tek başıma ben ondan dinledim, demiştir. Sonra söze yeniden başlayarak: "Muhammed b. el-Müsennaile İbn Beşşar da bize tahdis etti." Yani ben her ikisinden başkalarıyla birlikte dinledim, demiştir. Buna göre Muhammed b. el-Müsennamübteda (isim cümlesinin öznesi) "ikisi bize tahdis etti" sözü ise haberdir. Yoksa Ebu Gassan'a atfedilmiş değildir. Allah en iyi bilendir. "Hepsi bize Muaz tahdis etti. .. dediler." Muhammed b. el-Müsenna, İbn Beşşar ve Ebu Gassan'i kastetmektedir. Allah en iyi bilendir. "Katade'den dedi ki: Bize Enes'in tahdis ettiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ... buyurdu." Sonra Müslim, VekIlı den ve Ebu Üsame' den, onlar Mis'ar ve Katade'den diye gelen bir başka yolu da zikretmektedir. (3/76) Sonra: "Ancak Veki"in hadisinde o dedi ki: Verildi, buyurdu. Ebu Üsame'nin hadisinde ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den, dedi." Bu da Müslim (r.a.)'ın ihtiyatlı bir rivayetidir. Yani onların rivayetleri Enes'in lafzının nasıl olduğu hususunda farklılık arzetmektedir. Enes'ten gelen birinci rivayette Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Her bir nebinin bir duası vardır" buyurduğu belirtilirken, Veki"in rivayetinde Enes'ten dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Her bir nebiye bir dua (hakkı) verilmiştir" buyurdu, şeklindedir. Ebu Üsame'nin, Enes'ten, onun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği rivayette ise "her nebinin bir duası vardır" denilmektedir. "Bana Muhammed b. Abd el-A"la da tahdis etti. .. Enes'ten" Bu bütün ravileri Basralı olan bir isnadtır. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Önceki rivayetler bir birlerini tefsir etmektedirler. Bunların mecmu'undan anlaşılıyor ki; her Nebinin yüzde yüz kabul edilen bir duası vardır. Ve her Nebi kabul edilen duanm hangisi olduğunu bilir. Geri kalan dualarının kabul edilip edilmediğini bilmezler. Bunların bazısı Kabul edilir bazısı edilmez. Kaadı Iyâz'ın beyanına göre; her Nebinin kabul edilen duasından murad ümmeti hakkında ettiği dua olsa gerektir. Nitekim son iki rivayette bu cihet tasrih buyurulmuştur. Bu hadis Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetine karşı son derece şefkat ve merhametli olduğuna, ümmetinin mühim işlerine bakmaya çok dikkat ettiğine delildir. Bundan dolayıdır ki; ümmeti hakkındaki müstecab duasını ümmetinin en ziyade başının sıkıldığı zamana, kıyamet gününe saklamıştır. Hadis şerif imanını kurtaran mu'minlerin cehennemde ebedi kalmıyacaklarına da delâlet eder. Bir çok yerlerde görüldüğü vecihle ehl-i hakkın mezhebi budur. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in duası hakkında inşallah demesi teberrük ve emr-i ilâhiye imtisal içindir. Çünku Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de: «İnşallah demeden hiç bir şey için: Ben bunu yarın yaparım deme.» [ Kehf ] buyurmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Yunus b. Abdil a'lâ Es Sadefi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Arar b. Haris haber verdi, ona da Bekr b. Sevade Abdurrahman bin Cübeyr'den, o da Abdullah b. Amr b. As'tan rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüce Allah'ın İbrahim (aleyhisselfun) hakkındaki: "Rabbim, şüphesiz ki onlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa işte o bendendir." (İbrahim, 36) ayetini okudu. İsa (aleyhisselam) da: "Eğer onları azaplandırırsan şüphe yok ki onlar senin kullarındır ve eğer onlara mağfiret edersen yine şüphe yok ki sen Azizsin, Hakimsin." (Maide,118) dedi(ğini bildiren) buyruğu okudu. Sonra ellerini kaldırarak: ''Allah'ım, ümmetimi (bağışla) ümmetimi" buyurdu ve ağladı. Aziz ve Celil Allah: Ey Cebrail -Rabbin en iyi bilen olmakla birlikte Muhammed'e git ve ona neden ağladığını sor, buyurdu. Cebrail (aleyhisselam) ona gelerek sordu, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de neler söylediğini ona haber verdi. -Halbuki Allah onları da en iyi bilendir. - Bu sefer yüce Allah: Ey Cebrail, Muhammed'e git ve: Şüphesiz senin ümmetin hakkında biz seni razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz de, buyurdu. Bunu yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-EşrM, 8873 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: «Seni üzmeyeceğiz» cümlesi ondan önceki «Seni razı edeceğiz» cümlesinin te'kididir. Çünkü onu razı etmek ümmetinden bazılarını affetmekle de tahakkuk edebilir. Bu takdirde diğerleri cehenneme girerler, îşte ümmetinden cehennemde kimseyi bırakmıyacağını anlatmak için Allah Teala: «Seni razı edeceğiz; seni mahzun etmeyeceğiz, bilâkis bütün ümmetini cehennemden kurtaracağız» buyurmuştur. Bu hadisin ümmet hakkında en ümid bahş bir hadis olduğunda şüphe yoktur. Ancak bundan ümmet-i Muhammediyyenin hiç cehenneme girmiyeceği anlaşılmamalıdır. Bilâkis şimdiye kadar görülen rivayetlerden bir çok mu'minlerin cehenneme gireceği ve şefa'atlar sayesinde oradan Çıkarılacağı tasrih buyurulduğu gibi:«Sana Rabbin sen razı oluncaya kadar verecek.» âyet-i kerimesi nazil olduğu vakit Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «O halde ümmetimden bir nefer cehennemde kaldıkça ben de razı olmam.» buyurarak ümmetinden bazılarının cehenneme gireceğine işaretde bulunmuştur. Şu halde mu'minlere bu ve emsali hadislere itimad ederek ibadet hususunda asla gevşeklik göstermemek bilâkis böyle delillerden daha da aşk-u şevke gelerek ibadetlerinde kusur etmemeğe çalışmak gerekir. Mezkur deliller hakikaten ümidbahştır. Fakat bugün mu'min olanların yarın Ölürken bu imanın mutlaka muhafaza edebileceklerine hiç bir kimsenin elinde senet yoktur. Binaenaleyh mu'minler imanlarının icabı olan ibadetlerini tes tekmil ifa etmeli dünyadan mu'min olarak gitmeleri hususunda Allah'a niyazda bulunmalı onun rahmetinden ümitlerini kesmemelidirler. NEVEVİ ŞERHİ: "Bana Yunus b. Abdula'la es-Sadef'i tahdis etti ... Abdullah b. Amr b. As'dan" Bu isnadtaki ravilerin tümü Basralıdır. Daha önce "Yunus" lafzının nun harfi ötreli, fethalı ve kesreli okunmakla birlikte hepsinde hemzeli ve hemzesiz (mesela Yu'nus şeklinde) okunmak suretiyle altı türlü söyleyişinin olduğunu belirtmiş idik. "es-Sadef'i" ise bilinen bir kabile olan "Sadef" e nispettir. Ebu Said b. Yunus dedi ki: Bunların Sadeftiler arasında çağrılmaları (onların o kabileden oldukları anlamında değildir) kendisi (Yunus) ne bizzat onlardan (Sadeftilerden)dir, ne de onların azatlılarındandır. (3/77) Burada sözü edilen Yunus b. Abdula'la 264 yılı Rabiulahir ayında vefat etmiştir. 170 yılı Zülhicce ayında doğmuştur. Bu isnadta Müslim'in kendisinden sonra yaşamış bir üstattan rivayeti sözkonusudur. Çünkü Müslim daha önce geçtiği gibi 261 yılında vefat etmiştir. "Abdullah b. Amr b. As'tan rivayete göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüce Allah'ın İbrahim (aleyhisselam) hakkındaki: "Rabbim muhakkak on/ar insan/ardan birçoğunu saptırdı/ar" (İbrahim, 14/36) ayetini okudu. İsa (aleyhisselam) da: "Eğer on/arı azap/andırırsan şüphe yok ki on/ar senin kullarındır" (Maide, 5/118) dedi." Asıl nüshalarda da "İsa dedi" şeklindedir. Kadı İyaz der ki: Bazıları şöyle demiştir: Burada "dedi" sözü fiilin değil, söylenenlerin adıdır. Sanki: İsa'nın söylediği şu sözleri tilavet etti, demiş gibidir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ellerini ka/dırdı. .. seni üzmeyeceğiz" buyruğuna gelince, bu hadis-i şerif çeşitli faydalı hükümleri ihtiva etmektedir: 1 - Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ümmetine eksiksiz şefkati, onların maslahatlarına oldukça önem vermesi, onları ilgilendiren hususlarla ilgilenmesi 2- Dua ederken elleri kaldırmanın müstehap olduğu 3- Yüce Allah'ın şeretini daha da arttırmasını nİyaz ettiğimiz bu ümmete yüce Allah'ın: "Ümmetin hakkında seni razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz" buyruğu ile verdiği pek büyük müjdesi. Bu hadis, bu ümmet için en çok ümit veren hadislerden birisidir ya da en çok ümit veren hadistir. (3/78) 4- Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüce Allah nezdindeki makamının büyüklüğü ve onun nebimize pek büyük lütfu 5- Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e Cebrail'in gönderilmesindeki hikmet ise Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şerefini açığa çıkarmak, onun en üstün bir konumda olduğunu göstermektir. Çünkü O razı edilecek ve Allah'ın ona ikramları ile hoş tutulacaktır. Allah en iyi bilendir. Bu hadis aynı zamanda yüce Allah'ın: "Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın" (Duha, 93/5) ayetine de uygundur. Yüce Allah'ın: "Seni üzmeyeceğiz" buyruğu ile ilgili olarak Tahrir sahibi şunları söylemektedir: Bu ifadelerin anlamını tekid etmektedir, seni mahzun etmeyeceğiz, üzmeyeceğiz demektir. Çünkü razı etmek, hoşnut etmek bazılarının affedilmesi ile gerçekleşebilir. Geri kalanlar ise cehenneme girer ama yüce Allah: Seni hoşnut edeceğiz ve sen üzülmeyeceksin hatta onların hepsini kurtaracağız, demiş olmaktadır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Affan rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Seleme, Sabitten, o da Enes'den naklen rivayet ettiki Bir adam: Ey Allah'ın Resulü babam nerededir, dedi. O: ''Ateştedir'' buyurdu. Adam arkasını dönüp gidince onu geri çağırarak: "Şüphesiz benim babam da, senin baban da ateştedir" buyurdu. Diğer tahric: Ebu Davud, 4718; Tuhfetu'l-Eşraf, 327 NEVEVİ ŞERHİ: "Bir adam ... Şüphesiz benim babam da, senin baban da ateştedir buyurdu." Bu hadisten anlaşıldığına göre küfür üzere ölen bir kimse cehennem ateşindedir, yakınlaştırılmışların yakınlığının da ona faydası olmaz. Ayrıca, fetret döneminde Arapların bağlı bulundukları putlara ibadet hali üzere ölen kimselerin de cehennemlik olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise davet ulaşmadan önce sorumlu tutmak anlamında değildir; çünkü bunlara İbrahim ve onun dışındaki diğer nebilerin -yüce Allah'ın salat ve selamı onlara- daveti ulaşmış bulunuyordu. "Şüphesiz benim babam da, senin baban da cehennemdedir" buyruğu, musibetin ortaklığı hususunu belirterek teselli etmek amacıyla güzel bir davranış türündendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dedilerki: Bize Cerir, Abdülmelik b. Umeyr'den, o da Musa b. Talha'dan, o da Ebu Hureyre'den naklen rivayet etti. Ebu Hureyre dedi ki: Şu: "Aşiretini, en yakın akrabanı uyar" (Şuara, 214) ayeti nazil olunca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyşlileri çağırdı, onlar da toplandılar. Allah Resulü hem genel, hem özel konuşarak şöyle buyurdu: "Ey Ka'b b. Luey oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Murre b. Ka'b oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdu Şems oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdu Menaf oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Haşim oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdulmuttalib oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Fatıma kendini ateşten kurtar. Benim Allah'a karşı size hiçbir faydam olmaz. Şu kadar var ki sizin, ıslaklığıyla ıslak tutacağım (gözeteceğim) bir akrabalığınız var. "272 Diğer tahric: Tirmizi, 3185; Nesai, 3646, 3647 -mürsel olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ubeydullah b. Ömer el-Kavariri de tahdis etti. Bize Ebu Avane, Abdulmelik b. Umeyr'den bu isnad ile tahdis etti (3/30b). Ama Cerir'in rivayet ettiği (bundan önceki) hadis daha eksiksiz ve daha doyurucudur. DAVUDOĞLU İZAHI 205.sayfada, NEVEVİ İZAHI 206.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dediki): Bize Veki' ile Yunus b. Bukeyr rivayet ettiler Dedilerki: Bize Hişâm b. Urve babasından, o da Aişe'den naklen rivayet etti. Aişe dedi ki: ''Aşiretini, en yakın akrabanı uyar." (Şuara, 214) buyruğu nazil olunca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safa tepesi üzerinde ayakta şöyle buyurdu: "Ey Muhammed'in kızı Fatıma, Ey Abdulmuttalib'in kızı Safiye, Ey Abdulmuttalib oğulları Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmaz. Malımdan istediğinizi benden isteyebilirsiniz. " Yalnız Müs\im rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 17338 NEVEVİ İZAHI 206.sayfada. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadis-i Buhari «Kitabül Vasâyâ» ile «Kitabü't-Tefsir» de Nesaî «Kitabül Vasâyâ» da tahriç etmişlerdir. Hadîs Sahabenin mürsellerinden sayılmıştır. Çünkii Ebu Hureyre Medine'de müslüman olmuş, bu kıssa ise Mekke'de geçmiştir. Bazıları kıssanın iki defa vakî olduğunu söylerler. Buna delâlet eden rivayetlerde vardır. Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşılan ma'na şudur: «Benim hısımlığıma güvenmeyin; Çünkü ben Allah'ın dilediği azabı sizden def etmeğe kadir değilim.» «Şu kadar var ki sizin bir hısımlığınız var; ben bunu hısımlık suyu ile sulayacağım» cümlesinden murad sila-i rahmimi yani akrabalık hakkımı edâ edeceğim demektir. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) akraba hakkına rivayet etmemeyi hararete benzeterek onu söndürmek suretiyle hafifleteceğini ifade buyurmuştur. Tahâvî diyor ki: «Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i Allah Teâlâ yakın hısımlarını inzar etmesini emir buyurunca Kureyş aşiretlerini davet etti. Bunların içinde nesebi Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile babasında birleşenler olduğu gibi üçüncü babada, dördüncü babada, beşinci babada, yedinci babada hatta bunlardan daha uzak babalarda birleşen akrbası da vardı. Ancak hepsi Kureyş kabilesine mensup olmakla bu kabile onları bir araya topluyordu. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Se!lem)'in hadisde görülen hısımlarına birer birer kabile ve şahıs isimleriyle hitap etmesi en yakın akrabası olduklarındandır. Hadis şerif akrabaya vasiyyet hususunda mezhep imamlarının delillerindendir. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'İn umumî hitabından murad: «Ey Kureyş sözü», hususi hitabından murad da kabile ve şahısların birer birer isimlerini zikir ederek kendilerini çağırmasıdır. Nefislerini Cehennemden kurtarmaktan maksad; imanı olmayanların iman etmesi, imanı olanlarında onu kuvvetlendirmesidir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Vehb haher verdi. Dediki: Bana Yunus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Demişki: Bana İbnü'l-Müseyyeb ile Ebu Seleme b. Abdirrahman haber verdiler ki Ebu Hureyre şöyle demiş: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerine: "Aşiretini, en yakın akrabam uyar." (Şuara, 26/214) buyruğu nazil olunca dedi ki: "Ey Kureyş topluluğu, nefsinizi Allah'tan satın alınız. Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abdulmuttalib oğulları Allah'a karşı benim size hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in halası Safiye, Allah'a karşı benim sana faydam olmayacaktır. Ey Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in kızı Fatıma, neyi arzu edersen benden isteyebilirsin, ama Allah'a karşı benim sana faydam olmayacaktır. " Diğer tahric: Buhari, 2753 -muallak olarak-, 4771 -muallak olarak-; Nesai, 3648; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Amrun-Nakid de rivayet etti. (Dediki): Bize Muaviye b. Amr rivayet etti. (Dediki): Bize Zaide rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Zekvan, A'rac'dan, o da Ebu Hureyre'den, o da Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den bunun gibi bir hadis rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 13660 DAVUDOĞLU 207.sayfada. NEVEVİ ŞERHİ (500-504 Numaralı Hadisler): "Ka'b b. Luey oğulları" Metali' sahibi dedi ki: Luey hemzeli ve hemzesiz okunmakla birlikte hemzeli daha çok kullanılmıştır. (3/79) "Ey Fatıma, kendini kurtar." Bazı asıl nüshalarda bu şekilde "Fatıma" şeklindedir. Bazılarında ya da çoğunda sondaki yuvarlak te hazfedilerek terhım olmak üzere "ya Fatım" şeklindedir. Bu şekilde yazıldığı takdirde mim harfinin -benzerlerinde olduğu gibi- ötreli ve fethalı okunması mümkündür. "Benim Allah'a karşı size hiçbir faydam olmaz." Yani bana yakınlığınıza bel bağlamayın. Çünkü yüce Allah'ın sizin hakkınızda murad ettiği hoşlanılmayan herhangi bir hali önleyecek gücüm yoktur. "Şu kadar var ki, ıslaklığıyla ıslak tutacağım bir akrabalığınız var." Hadisin bu ifadelerinin anlamı da şudur: Ben sizin akrabalık bağınızı gözeteceğim. Böylelikle akrabalık bağını koparmak sıcaklığa, akrabalık gözetmek de serinlikle o sıcaklığı söndürmeye benzetilmiştir. "Akrabalık bağınızı ıslak tutunuz" yani gözetiniz, ifadesi de bu türdendir. "Ey Muhammed'in kızı Fatıma, ey Abdulmuttalib'in kızı Safiye, ey Abdulmuttalib'in oğlu Abbas" ifadelerinde Fatıma, Safiye ve Abbas lafızlarımn son harekelerinin nasb olması da, öİreli okunması da mümkündür, nasb ile okunması daha fasih ve daha meşhurdur. "Bint ve bin (kızı ve oğlu)" lafızları ise sadece nasb ile okunur. Bu husus açık ve bilinen bir nokta olmakla birlikte bunu bilmeyenler için buna dikkat çekmekte bir sakınca yoktur. Özellikle bunları bağımsız olarak anması, kendisinin çok yakın akrabaları olmalarından dolayıdır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Kâmil El Cahderî rivayet etti. (Dediki): Bize Yezid b. Zürey rivayet etti. (Dediki): Bize Teymi, Ebu Osman'dan, o da Kabisa b. Muharik'tan, oda Züheyr b. Amr'dan naklen rivayet etti. Kabisa ile Zuheyr demişler ki: "Aşiretini, en yakın akrabanı uyar" (Şuara, 215) ayeti nazil olunca, Allah'ın nebisi dağdan kopmuş bir taş ve kaya yığınına gidip onun en üstündeki bir taşın üzerine çıktıktan sonra şöyle seslendi: "Ey Abdi Menaf oğulları, ey Abdi Menaf oğulları! Ben, uyarıp korkutanım. Benim misalim ile sizin misaliniz onlar için gözcülük yapmaya gidip, kendi yakınlarını uyarmak isteyen ve düşmanın kendisinden önce varacakları korkusuyla:Sabah baskınına uğradık, diye bağırıp feryat eden kimsenin durumuna benzer. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 3652 ve

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhamnıed b. Abdil A'lâ da rivayet etti: Bize Mu'temir, babasından rivayet etti: Bize Ebu Osman, Züheyr b. Amr ile Kabisa b. Muharıkdan, onlarda Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen bunun gibi bir hadis rivayet etti. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; T uhfetu'l-Eşraf, 3652 ve 11066 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadisi şerifte Kabisa ile Züheyr şöyle dediler denilerek her ikisinin âyeti okudukları sonra Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir taş yığınına gittiğini ifade içinde «dedi» tabiri kullanıldığı görülüyorsa da bundan murad yine ikisinin birden söyledikleridir. Rivayette ittifak ettikleri için bir adam gibi kabul edilerek fiil müfred olarak kullanılmıştır. Bu söz ibareden hazf edilse manâya hiçbir zararı olmazdı. Lâkin cümle biraz uzaymca ravi bunu te'kid için tekrarlamıştır, Kur'an-ı Kerim ile Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in hadislerinde bunun emsalleri çoktur. NEVEVİ ŞERHİ: "Kabisa b. el-Muharik ve Zuheyr b. Amr'dan dediler ki. .. " Burada (hadisin rivayetinde) "dedi" fiili tekilolarak kullanılmış ise de kasıt Kabisa ve Zuheyr olduklarından, ikisi dediler demektir. Ancak (3/81) rivayetlerinde ittifak ettikleri için tek bir kişi gibi sayıldıklarında onlar hakkındaki fiili tekil olarak kullanmışbr. Şayet "dedi" lafzını hazfetmiş olsaydı, ifade yine açık ve muntazam olurdu. Ancak anlatımda bir parça uzama olunca pekiştirmek için "dedi" lafzının bir daha tekrar edilmesi güzeldir. Bunun bir benzeri de Kur'an-ı Azimuşşan'daki: ''lkaba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra muhakkak çıkartılacaksınlZ diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minan, 23/35) Burada "siz" anlamındaki lafız tekrar edilmiştir. Kur'an-ı Azimuşşan'da ve hadis-i şerifte bunun benzerleri pek çoktur. Buna dair açıklama bu kitabın çeşitli yerlerinde geçmiş bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir. Hadiste geçen "radme" kelimesi "rademe" diye de telaffuz edilebilir, bu iki şekli Metilli' sahibi ve başkaları nakletmiş olmakla birlikte Kitabu'l-Ayn sahibi ile Cevherı, Herevı ve başkaları sadece "radme" söyleyişini zikretmişlerdir. İbn Faris ve bazıları ise yalnızca "rademe" şeklini sözkonusu etmektedirler. Derler ki: Radme'nin tekili "radm" ve "ridam" diye gelir. Üst üste yığılmış büyük taşlara denilir. Kitabu'l-Ayn'in müellifi şöyle der: Radme dağılmış gibi duran, yerde sabit olmayan bir aradaki taş yığınına denilir. "Yerbeu" yakınlarını korumak ve onlar için gözcülük yapmak demektir. Bu işi yapan kişiye "rabie" denilir. Düşmanın ani baskın yapmaması için gözcülük ve öncülük yapan kişidir. Çoğunlukla böyle bir kişi ya bir dağın yahut yüksekçe bir yerin üzerinde bulunur ki, uzağı iyice görebilsin. "Ya sabahah" ise pek büyük işlerin meydana gelmesi halinde kullanmayı alışkanlık haline getirdikleri bir sözdür. Bu sözü toplanıp, bir araya gelmek ve bu büyük iş için gerekli hazırlığı yapmak için söylerler. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Küreyb Muhammed b. El Ala'da rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Usame, A'meş'ten, o da Anır b. Murra'dan, o da Sa'id b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet etti. İbn Abbas dedi ki: Şu: ''Aşiretini, en yakın akrabanı" ve onların arasından en seçkin olanlarını "uyar." (Şuara, 214) ayeti nazil olunca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dışarı çıkıp, Safa tepesinin üzerine çıktı. "Sabah baskınına uğradık" diye seslendi. Bu bağıran kim, dediler. (Bir kısmı) Muhammed'dir diye cevap verdiler. Bunun üzerine onun yanına gelip toplandılar. Allah Resulü: "Ey filan oğulları, ey filan oğulları, ey filan oğulları, ey Abdi Menaf oğulları, ey Abdulmuttalib oğulları" diye seslendi. Onun yanına gelip toplandılar. O: "Ne dersiniz, ben size bu dağın alt taraflarından birtakım atlıların çıkıp gelmekte olduğunu haber verecek olursam benim doğru söylediğimi kabul eder miydiniz" buyurdu. Etrafındakiler: Senin yalan söylediğini hiç görmedik, dediler. Bu sefer: "O halde şunu bilin ki, şüphesiz ben size oldukça şiddetli bir azabın öncesinde sİzi uyarıp, korkutan birisiyim" buyurdu. (İbn Abbas) dedi ki: Bu sefer Ebu Leheb: yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi topladın, dedi ve kalktı. Bunun üzerine şu: "Kurusun Ebu Leheb'in iki eli, kendisi de -kesinlikle- helak oldu zaten" (Tebbet, 1) suresi nazil oldu. A'meş bu şekilde surenin sonuna kadar okudu. Diğer tahric: Buhari, 1394 -muhtasar olarak-, 3526, 4801, 4971, 4972, 4973 -muhtasar oIarak-; Tirmizi, 3363; Tuhfetu'I-EşrM

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb de tahdis edip dediler ki: Bize Ebu Muaviye, A'meş'ten bu isnad ile tahdis etti. (İbn Abbas) dedi ki: Bir gün Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safa tepesine çıktı ve: "Sabah baskınına uğradık" dedi ve: Bir önceki Ebu Üsame'nin hadisine yakın olarak hadisi rivayet etti ama o bu rivayetinde: "Aşiretini, en yakın akrabam uyar." (Şura, 214) ayetinin inişini sözkonusu etmedi. Tahric bilgisi 507 ile aynı NEVEVİ ŞERHİ: "İbn Abbas (radıyal1ahu anh) dedi ki: Şu ... ayeti nazil olunca" İbn Abbas'ın ifadelerinden "onlar arasından en seçkin olanlarını" anlamındaki lafızlar Kur'an'ın indirilmiş lafızları iken, sonradan tilavetinin nesh edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Buhari'nin rivayetlerinde bu fazlalık yer almamıştır. "Sefhu'l-cebel" dağın alt tarafı, eteği demektir. Yan tarafı anlamında olduğu da söylenmiştir. "Bunun üzerine şu ... suresi nazil oldu. A'meş bu şekilde surenin sonuna kadar okudu." Yani A'meş meşhur kıraatten farklı olarak "kad" lafzını (tercümede:-kesinlikle- kelimesiyle buna işaret etmek istedik)eklemiştir. "Surenin som.:na kadar" sözü de surenin geri kalan kısmını ise herkesin okuduğu gibi oku)'up bitirdi, demektir. "Sure" kelimesinin-İbn Kuteybe'nin naklettiğine göre- biri hemzeli (su're şeklinde), diğeri hemzesiz (sure) şeklinde olmak üzere iki söyleyişi vardır. Ancak meşhur olan hemzesiz okuyuştur. Şehrin etrafındaki sur gibi yüksekliği nden ötürü bu ismi almıştır. Hemzeli söyleyenlere göre de "su' re" yiyecek ve içecekten artana benzetilerek Kur'an-ı Kerim'in bir bölümünün adı olur. Ebu Leheb'in bir diğer söyleyiş şekli de he harfi sakin olarak "Ebu Lehb"dir. Asıl adı Abduluzza'dır. Kadı İyaz dedi ki: Bu sure kafire künye vermenin caiz oluşuna delil gösterilmiştir. Halbuki ilim adamları bu hususta farklı kanaatlere sahiptir. Kafire künye vermek hususunda caiz ve mekruh olduğu şeklinde İmam Malik'ten farklı rivayet gelmiştir. Bazıları da şöyle demektedir: Kalbini ısındırmak maksadıyla ona künye vermek caizdir, değilse caiz olmaz; çünkü künye vermekte tazim ve büyütmek vardır. Yüce Allah'ın Ebu Leheb'den künyesi ile söz etmesi ise bu türden değildir. Onun adı Abduluzza ise bu isim batıl bir isimlendirme olduğundan ötürü isminin yerine künyesi sözkonusu edildiğinden bunun delil gösterilecek bir tarafı yoktur. (3/83) Şöyle de açıklanmıştır: O bu künye ile tanınan birisi idi. Bununla birlikte "Ebu Leheb"in künye değil, lakap olduğu da söylenmiştir. Künyesi ise Ebu Utbe idi. "Ebu Leheb"in sözdeki mücanese (cinas) için kullanıldığı da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Ebu Bekr İsmaili: yukarıdaki Ebu Hureyre rivayetiyle buradaki îbni Abbas rivayeti hakkında söz etmiş ve: «Ebu Hureyre'nin bu rivayeti ile İbni Abbas'ın rivayeti mürseldirler. Çünkü bu ayet Mekke'de nazil olmuştur; İbni Abbas o zaman küçüktü Ebu Hureyre ise Medine'de müslüman olmuştur.» demişse de kendisine cevap verilmiş ve: «Onlar bu hadisi ya Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den yahut bir sahabîden işitmiş olabilirler.» denilmiştir. Nevevî diyor ki: İbni Abbas hadisinin, zahirine bakılırsa «Ve onlardan en seçkin kabileni» ibaresi ayet olarak nazil olmuş sonra tilaveti neshedilmiştir. Buharî'nin rivayetinde bu ziyade yoktur. A'meş «Mesed» suresini sonuna kadar okumuş yalnız meşhur olan kıraetin hilafına tahkik edatı olan «Kad» kelimesini ziyade etmiştir. «Sure» kelimesi hemze ile «Su're» şeklinde okunabilir. Fakat meşhur kıraeti hemzesiz olanıdır. Sure okunduğuna göre kelime yükseklik manasına gelen sur'dan alınmıştır. Su're ise su'rdan alınmış olup bakiyye manasına gelir. Ebu Leheb, kelimesi Ebu Lehb şeklinde de okunur. Ebu Lehb'in ismi Abdul Uzza b. Abdulmuttalib'tir. Yani bu adam Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in Nesebce amcası dır. Bazıları kendisine Ebu Leheb künyesinin verilmesi Leheb adında bir oğlu olduğu içindir demişler bir takımları yanaklarının pek kırmızı olduğu için daha başkaları yüzü pek güzel olup alev gibi parladığı için kendisine Ebu Leheb' (Yani Alemin babası) denildiğini söylemişlerdir. Ona bu künyenin verilmesi akibetinede muvafık düşmüştür. Çünkü ebedî olarak cehennemin alevli ateşinde azab görecektir. Ebu Leheb Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in en büyük düşmanlarından biridir. Bu düşmanlığı ölünceye kadar devam. etmiştir. Hatta Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e «Yazıklar olsun sana bizi bunun için mi topladin?» demesi de bu eziyetler cümlesindendir. Ayet-i kerimede Ebu Leheb hakkında: «Elleri kurudu» buyurulmuştur. Bundan murad helak oldu demektir. Mezkur ayet surede iki defa tekrar edilmiştir. Bunlardan birincisi Ebu Leheb'in helaki için beddua ikincisi hakikaten helak olduğunu ihbardır. Kaadi îyaz diyor ki: «Bu sure île kafire künye verilmesinin caiz olduğuna istidlal edilmiştir. Bu hususta ulemanın ihtilafı vardır. İmam-ı Malik'ten bir rivayete göre caiz bir rivayete göre de mekruhtur. Bazıları kafirin kalbini yatıştırmak: için ona künye verilebilir. Aksi takdirde verilemez. Çünkü künyede ta'zim ve hürmet vardır. Allah Teala'nm Ebu Lehebe künye vermesi bu kabilden değildir. Demişlerdir. İsminin Abdul Uzza olması hususunda hiç bir delil yoktur. Bu tesmiye batıldır. Onun için de künyesi ile anılmıştır. Bazıları Ebu Leheb onun künyesi değil lakabıdır. Künyesi Ebu Utbedir, derler. Ona Ebu Leheb denilmesi ayet sonlarındaki kelimelerin mücaneseti içindir diyenler de vardır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ubeydullah b. Ömer El-Kavariri ile Muhammed b. Ebi Bekr, El-Mukaddemi ve Muhammed b. Abdilmelik, El-Emevi'de rivayet ettiler dedilerki: Bize Ebu Avane Abdiilmelik b. Umeyr'den, o da Abdullah b. Haris b. Nevferden, o da Abbas b. Abdulmuttalip'ten naklen rivayet etti ki Abbas b. Abdulmuttalib: Ey Allah'ın Resulü, Ebu Talib'e hiç faydan oldu mu, çünkü o seni korur, senin için öfkelenirdi, dedi. Allah Resulü: "Evet, o topuklarına kadar varan bir ateştedir. Ben olmasaydım hiç şüphesiz cehennemin en aşağı basamağında olacaktı. " Diğer tahric: Buhari, 3883, 6208, 6572 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize İbni Ebi Ömer rivayet etti. (Dediki): Bize Süfyan, Abdulmelik b. Umeyr'den, o da Abdullah b. Haris'ten naklen rivayet etti. Demişki. Abbas'ı şunları söylerken işittim: Ey Allah'ın Resulü, şüphesiz Ebu Talib seni koruyor, sana yardım ediyordu. Bunun ona bir faydası oldu mu, dedim. Allah Resulü: "Evet, ben onu cehennemin derinliklerinde buldum, onu topuklarına kadar varan bir yere kadar çıkardım" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3883, 6208, 6572 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bu hadisi bana Muhammed b. Hatim'de rivayet etti. (Dediki): Bize Yahya b. Sa'id Süfyan'dan rivayet etti. Demişki: Bana Abdilmelik b. Umeyr rivayet etti. Dedi ki: Bana Abdullah b. Haris rivayet etti. Dediki: Bana Abbas b. Abdulmuttalib haber verdi. H. Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî Süfyan'dan bu isnadla Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den naklen Ebu Avane hadisi gibi rivayet etti. NEVEVİ ŞERHİ 213.sayfada. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhari «Menakıbu'I Ensar» babında tahric etmiştir. Hadis-i şerif Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in amcası Ebu Talib'e şefa'atta bulunduğunu ve bu şefa'atınm azabını tahfif ettiğini bildirmektedir. Allah-u Alem. Bu şefa'at ya İsra gecesinde Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cehennemi gördüğü zaman fiilen olmuştur. Yahut kıyamet günü olacaktır. Ebu Talib'in iman edip etmediği ulema arasında ihtilaflıdır. Bazıları küfrüne kail olmuşlardır. Bunların delilleri «Sen dilediğini hidayete erdiremezsin, lakin Allah dilediğini hidayete erdirir.» ayeti kelimesidir. Mezkur ayetin bilittifak Ebu Talip hakkında nazil olduğunu söylerlersede icma' iddiası sahih değildir. Buradaki hadisler dahi küfrüne kail olanlara delildir. İmanına kail olanlar İbni İshak'ın İfani Abbas (Radiyallahu anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisle istidlal ederler. Bu hadise göre Ebu Talib'in vefatı yaklaştığı zaman Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine (La ilahe illallah) demesini telkinde bulunmuş o bundan imtina etmiş. Fakat orada bulunan Abbas (Radiyallahu anh) Ebu Talib'in dudaklarının kıpırdadığını görerek ne söylediğini dinlemiş ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e dönerek: «Ey kardeşim oğlu! Vallahi kardeşim Ebu Talib senin emrettiğin kelimeyi söyledi» demiştir. Hadis uleması bu hadis için: «Senedinde ismi zikredilmeyen bir ravî vardır. Hadis Sahih bile olsa babımızın hadislerine muarızdır. Halbuki; bu hadisler ondan daha sahihdir» diyerek îbni Abbas rivayetini çürütmüşlerdir. Maamafih kelam, ulemasından bazıları Ebu Talib'in küfrü hakkında söz soylemeyi zaid addetmişlerdir. Onlara göre bu babta ileri geri söz söylemek Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i gücendirebilir. Çünkü Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Talib'i çok severdi. Binaenaleyh gerek Ebu Talib gerekse Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in ebeveyni ile ecdadı hakkında hiç bir şey söylemeyip sükut etmeyi ihtiyata daha uygun görmüşlerdir. Dahdah: Ancak topuğa kadar ayaklan örten sığ su demektir. Burada bu kelime ile Ebu Talib'in azabının hafifletildiği ifade olunmuş­tur. Hadis-İ Şerif küffarın derece derece azab edileceklerine delildir. Ebu Talib‘in iman etmediği kabul edilirse Resuli Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e yaptığı iyiliklerin ne faydası olabilir; Küffarın hayır amelleri heba olup gider? şeklindeki bir suale Buhari şarihi Aynî şu cevabı vermektedir : «Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in Ebu Talib'e şefaatta bulunması onun azabını bir dereceye kadar azaltmıştır. Bu Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bereket ve hasaisindendir.»

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Sa'id de rivayet etti. (Dediki): Bize Leys İbnu'l Had'dan, o da Abdullah b. Habbab'dan, o da Ebu Said el-Hudri'den naklen rivayet etti ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzurunda amcası Ebu Talib'ten söz edilince şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde şefaatimin ona fayda vermesi umulur. Bunun neticesinde topuklarına kadar varan bir ateşe konulur ve ondan dolayı da beyni kaynar. " Diğer tahric: Buhari, 3885, 3886, 6564; Tuhfetu'l-Eşraf, 4094 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Hadisin buradaki rivayetinde Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in yanında amcası Ebu Talib'in zikri geçtiği meçhul sığası ile ifade olunmuştur. Bazıları 209 nolu rivayetin delâleti ile Ebu Talib hakkında lâf edip sual soranın yine Abbas (Radiyallahu anh) olduğunu söylemişlersede Allâme Aynî hadisten bu mânanın kafi olarak anlaşılmadığını; başkasının sormuş olması ihtimalininde mevcut bulunduğunu söylemiştir. NEVEVİ ŞERHİ 213.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Yahya b. Ebi Bükeyr rivayet etti. (Dediki): Bize Züheyr b. Muhammed, Süheyl b. Ebu Salih'ten, o da Nu'man b. Ebi Ayyaş'tan, o da Ebu Said elHudri'den rivayetine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Cehennemlikler arasında azabı en hafif olan kişi, ateşten iki (tek) ayakkabı giyecek ve ayakkabılarının sıcağından dimağı (beyni) kaynayacak. " Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 4393 AÇIKLAMALAR 213.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. EM Şeybe'de rivayet etti. (Dediki): Bize Affan rivayet etti. (Dediki): Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dediki): Bize Sabit Ebu Osman en-Nehdi'den, o da İbni Abbas'tan naklen rivayet ettiki: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Cehennemlikler arasında azabı en hafif olacak kişi Ebu Talib'tir. O iki (tek) ayakkabı giyinecek ve bunlardan dolayı da beyni kaynayacaktır" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'I-Eşraf, 5821 AÇIKLAMALAR 213.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler lâfız İbnü'I Müsenna'nındır. Dedilerki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'be rivayet etti. Dediki: Ebu İshâk-ı şöyle derken işittim. Nu'man b. Beşir'i hutbe irâd ederken dinledim, şöyle diyordu: Ben Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i: "Şüphesiz kıyamet gününde cehennemlikler arasında azabı en hafif olacak kişi, ayaklarının altındaki çukura iki kor ateş konulacak bir adamdır. Bu kor ateşten dolayı da beyni kaynayacaktır. " dediğini işittim. Diğer tahric: Buhari, 6561, 6562; Tirmizi, 2604; Tuhfetu'I-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dediki): Bize Ebu Usâme, Amelden, o da Ebu İshak'tan, o da Nu'man b. Beşir'den naklen rivayet etti. Numan b. Beşir dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz cehennemlikler arasında azabı en hafif olacak kişi, ateşten ayakkabıları ve ayak bağları olan kişidir. Bunlardan dolayı beyni bir tencerenin kaynaması gibi kaynayacaktır. Hem bu kişi azabı kendisinden daha şiddetli bir kimse olmadığını düşünecektir. Hdlbuki o aralarında azabı en hafif olan kişidir. " Tahric bilgisi 515 ile aynı. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhâri «Kitabur Rikak» ta, Tirmizî «Sifatü cehennem» bahsinde rivayet etmişlerdir. Bu rivayetlerin yalnız bir danesi müstesna diğerlerinde azabı en az olan kimsenin ismi bildirilmemiştir, îbni Tin'in beyanına göre bu bâbtaki rivayetlerden murad Ebu Talib olabilir. Bu rivayetlerle bunlara benzeyen diğer hadislerde cehennemliklerin muhtelif azab görecekleri tasrih edilmiştir. NEVEVİ ŞERHİ: (509-516 numaralı hadisler): "Seni koruyordu." Seni himaye ediyor, senin menfaatine olan işleri yapıyordu. "Ben onu cehennem ateşinin derinliklerinde buldum ve onu topuklarına kadar ateşin vardığı bir yere çıkardım." Hadiste geçen "dahdah" yer üzerinde topuklara kadar ulaşan, derin olmayan, sığ su demektir. Ateş için istiare yoluyla kullanılmıştır. "Ben olmasaydım cehennem in en alt basamaklarında olacaktı. " Dilciler "ed-derk" kelimesinin derek olarak da söylenebileceğini ve bu iki söyleyişin meşhur ve fasih olduğunu söylemişler, yedi kıraatte de her iki şekilde de okunmuştur. Ferra dedi ki: Bunlar iki ayrı söyleyiştir, çoğulları da "edrak" olarak gelir. Zeccac dedi ki: Her iki söyleyişi de dilciler nakletmiş olmakla birlikte tercih edilen "derek" şeklinde re harfinin fethalı okunuşudur; çünkü daha çok kullanılan odur. Ebu Hatim ise "ed-derek"in çoğulu "edrak" olarak gelir. (3/84) "ed-derk"in çoğulu ise "edruk" olarak gelir. Anlamına gelince, bütün dilbilginleri ile meani ve garip alimleri ile müfessirlerin çoğunluğu derk'in cehennemin dibinin en alt tarafı ve en derin yeri olduğunu söylemişlerdir. Cehennem in pek çok derekleri vardır, onun tabakalarından her birisine de derk veya derek denilir. Allah en iyi bilendir. (3/85) "Ayaklarının çukur yerine konulur. " Ayağın çukur yeri, yerden uzak yere yapışmayan kısmıdır. "Cehennemliklerin azabı en hafif olanı. .. tencerenin kaynadığı gibi beyni kaynar." Ayakkabı bağı (şirak) ayakkabının bağının her birisinin adıdır, ayakkabının üst tarafında ayağın yukarı bakan tarafı üzerinde bulunur. Kaynamanın (galeyan) ne olduğu ise bellidir. Bu da oldukça alevli yandığından dolayı ateş üzerinde su ve benzeri şeylerin ileri derecede çalkalanması, hareket etmesi demektir. Mircel (tencere) ise demir, bakır, taş ya da çömlekten yapılmış olabilir. Daha sahih olanı budur. Metali' sahibi ise şöyle diyor: Bunun özelolarak bakırdan yapılmış tencere olduğu da söylenir, ama birincisi daha çok bilinen bir husustur. Başındaki mim ise zaidedir . . Bu hadiste ve benzerlerinde -cennetliklerin nimetlerinde farklılık olduğu gibi- cehennemliklerin azabının da farklı olduğu açıkça ifade edilmektedir. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ebu Bekr b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Hafs b. Ğıyas Davud'dan, o da Şa'bi'den, o da Mesruk'tan, o da Aişe'den naklen haber verdi. Aişe (r.anha) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, İbn Cud'an cahiliye döneminde akrabalık bağını gözetir, yoksula yemek yedirirdi. Bunun ona faydası olacak mı dedim. Allah Resulü: "Hayır, ona faydası olmayacak çünkü o bir gün olsun Rabbim, din gününde bana günahımı bağışla, demiş değildir" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 18623 NEVEVİ ŞERHİ: Bu babta Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği: "Ey Allah'ın Rasuıü ... dedim. O: HayıL .. buyurdu." (3/86) hadisinin anlamı şudur: Onun (İbn Cud'fm'ın) akrabalık bağını gözetmesi, yemek yedirmesi, türlü iyilik ve faziletlerinin -kafir olması sebebiyle- ahirette kendisine hiçbir faydası olmayacaktır. İşte Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Rabbim din günü günahımı bana bağışla, dememiştir" sözünün anlamı budur. Yani o ölümden sonra dirilişi tasdik etmiyordu. Onu tasdik etmeyen kişi de kafirdir ve ona hiçbir amelin faydası olmaz. Kadı İyaz (rahimehullah) dedi ki: Kafirlere amellerinin bir fayda vermeyeceği ve ne herhangi bir nimet ihsanı, ne de azaplarının hafifletilmesi yoluyla bundan dolayı mükafat görmeyecekleri üzerinde icma gerçekleşmiş bulunmaktadır. Ancak aralarından bazılarının azabı diğerlerine göre -günahlarına uygun olarak- daha ağır, daha çetindir. İmam, hafız, fakih Ebu Bekr el-Beyhaki de el-Ba's ve'n-Nuşur adlı eserinde buna yakın bir görüşü bazı ilim ve nazar ehlinden rivayet etmiş bulunmaktadır. Beyhaki dedi ki: İbn Cud'an hadisi ile kafir bir kimsenin küfür üzere ölmesi halinde, işlemiş oldukları hayırların batıl ve geçersiz olduğuna dair var id olmuş ayetler ile haberlerin, bunların onları cehennem ateşinden kurtarıp, cennete girmelerini sağlayacak bir durumda olamayacakları ama küfür dışında işlemiş olduğu çeşitli suç ve cinayetleri dolayısıyla, görmesi gereken azabının bir kısmını işlemiş olduğu hayırların hafifletebilecek olması ihtimali vardır. Beyhaki'nin ifadeleri bunlardır. ilim adamları der ki: İbn Cud'an çokça yemek yediren birisi idi. O misafirler için yanına merdivenle çıkılan pek büyük bir kazan yapmıştı. Aişe (r.anha)'nın akrabaları olan Temim b. Murre oğullarından idi. Kureyş'in de ileri gelenlerindendi. Adı Abdullah'tır. Akrabalık bağını gözetmek (sıla-i rahim) ise akrcıbalara iyilik yapmak demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçti. Cahiliye ise nübüwetten önceki dönemin adıdır. Bu adın veriliş sebebi ise o dönemde yaşayanların cahilliklerinin çokluğudur. Yüce JJlah en iyi bile ndir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: İbni Cüd'an misafir perver bir adammış misafirleri için yüksek bir küp yaptırdığı ve içinden yiyecek almak için ona merdivenle çıktığı rivayet olunur. Kureyş'in reislerinden imiş. Bidayette ahlaksız ve kopuk bir cani imiş durmadan cinayet işler; işlediği cinayetlerin bedelini kabilesi ödermiş. Bu sebeple kavm-i kabilesi onu kovmuşlar. Bir gün intihar etmeyi düşünerek dağ yollarında dolaşırken dağda bîr mağara görmüş. Orada bir yılan olurda beni Öldürür korkusu ile mağrayı tetkik etmiş fakat bir şey göremeyince içeriye girmiş birde ne görsün karşısında büyük bir yılan!... Gözleri kandil gibi pırıl pırıl yanıyor!... Yılan derhal onun üzerine hücum etmiş. İbni Cüd'an can havliyle yılandan sıyrılıp kurtulmuş fakat o anda bu yılanın hakiki değil yapma olacağı hatırına gelerek yılanı eli ile tutmuş. Birde bakmış ki; yılan altından yapma gözleride yakuttur!... Derhal yılanın başını kırarak yakutları çıkarmış ve sonra mağaranın içindeki bir odaya girmiş. Orada bir sedir üzerine uzanmış öyle uzun ve büyük bir takım cesetler yatıyormuş ki bunları görünce hayrette kalmış. Zira ömründe görmediği cesamette insanlarmış başlarının ucunda gümüşten mamul bir levha bulunuyormuş. Levhayı okuyunca; anlamış ki bu cesetler Cürhüm kabilesinin eski kralları imiş. Zamanla üzerlerindeki elbiseler o kadar eskimiş ki dokunur dokunmaz dağılırlarmış, gümüş levhada : «Ben Nüfeyl b. Abrîiddar'ım Hud A.S.'ın torunlarındanım. Beş yüz sene yaşadım servet ve şan şeref uğrunda dünyanın her tarafını dolaştım. Ama bunlar beni ölümden kurtaramadı,..» ibaresi ile bazı beyitler yazılı imiş. Odanın ortasında altın, yakut, İnci ve zebercetten müteşekkil bir yığın görmüş. O yığından alabildiği kadar almış mağarayı güzelce belleyerek taşlarla kapadıktan sonra oradan gitmiş. Aldığı kıymetli mallardan babasına göndermiş. Babası kendisini affetmiş aşiretine de yardımlar da bulunmuş, nihayet günün birinde kavmine kıral olmuş. Bulduğu defineden fakir fıkarayı doyurur muhtelif ihsanlarda bulunurmuş. Bir rivayette öyle büyük yiyecek kapları yaptırmış ki oradan geçen bir misafir devesinin üzerinden inmeden o kaplardan karnını doyurabiliyormuş» Hz. Aişe (Radiyallahu Anha) 'nın Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellenı)'e İbni Cüd'an'ı sorması kendisi onun kabilesine mensub olduğundandır. Hadis-i şerif kafir olarak Ölen bir kimsenin sila-ı rahim yapmak fakirleri doyurmak gibi hayır hasenatının ahirette kendisine hiç bir fayda vermiyeceğini bildirmektedir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Çünkü o hiç bir gün : Yarabbi! Kıyamet gününde benim günahlarımı mağfiret buyur, dememiştir.» sözünün manasıda budur. Yani bu adam kıyamete inanmamıştır. Kıyamete imanı olmayan bir adama ise; dünyada yaptığı hayır hasenatın hiç bir faydası yoktur. Kaadî îyaz diyor ki: «Kafirlere amellerinin fayda vermiyecegine, bunlardan dolayı sevap görmiyeceklerine azaplarında hafifletilmiyoceğine icma-ı ümmet mün'akıt olmuştur. Lakin suçlarına göre küffarın azapları birbirinden şiddetli olacaktır.» Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şefa'ati sayesinde Ebu Tal'ib 'in azabının hafifletilmesine gelince yine Kaadî İyaz: «Bu tahfif onun Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i koruduğu ve ona yardım ettiği için mükafat olarak değil Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hatırı içindir. Küffar'a azab tahfifi yoktur. Yalnız onların birbirlerine nisbetle bazılarının azabı hafiftir.» diyor

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Ahmet b. Hanbel rivayet etti. (Dediki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dediki): Bize Şu'be, İsmail b. Ebî Hâlid'den, o da Kays'dan, o da Amr b. As'dan naklen rivayet eyledi. Amr b. As dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i gizli değil, açıkça şöyle buyururken dinledim: "Dikkat edin Ebu -yani filan- oğulları benim velilerim (dostlarım) değildir. Benim velim ancak Allah ve müminlerin salihleridir. " Diğer tahric: Buhari, 5890; Tuhfetu'l-Eşraf, 10744 NEVEVİ ŞERHİ: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i. .. buyururken dinledim." Hadisteki "filan" şeklindeki kinayeli ifade (3/87) ravilerden birisi tarafından kullanılmışlır. Kişinin ismini verip, bundan dolayı bir kötülük ve bir fitne ortaya çıkmasından korkmasından ya kendisi ile ilgili ya da başkası hakkında böyle bir korku taşıdığından ötürü o kişiyi bu şekilde bir kinayeli lafızla ifade etmiş olmaktadır. Maksat ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Muhakkak benim velim Allah ve müminlerin salihleridir" buyruğudur. Bu da şu demektir: Benim velim (dostum) nesebi benden uzak olsa dahi salih olan kimsedir. Ama salih olmayan bir kişinin nesebi bana yakın olsa dahi benim velim (dostum) değildir. Kadı İyaz (r.a.) dedi ki: Denildiğine göre burada kendisinden kinayeli olarak söz edilen kişi Hakem b. Ebi'l-As'tır. Allah en iyi bilendir. "Açıkça" ifadesi ise bunu gizlemeyip, aksine açıkça ifade edip, yaydığı anlamındadır. Hadisten (Allah'ın emirlerine) muhalefet edenlerden uzak kalmak, salihlerle dost olmak ve bundan dolayı bir fitne ile karşılaşmaktan korkmaması halinde de bunu açıkça ilan etmek gerektiği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhâri . «Kitabu'l-Edep» te tahriç etmiştir. Onun rivayetinde sarahaten «Âl-î ebî filân» denilmişse de Müslim'in rivayetinde yalnız «Âl'ebi »zikredilmiş sonunu «Yani filân» diyerek tamamlamıştır. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bununla kimi kasdettiğini ya kendi nefsi hakkında yahut eshabma ait bir fitne ve fesat mülâhaza ettiği için tasrih buyurmamıştır. Kurtubî Müslim'in asıl nüshalarında »filân» kelimesinin yeri açık bırakıldığını sonradan bazı kimselerin tashih yolu ile oraya «fulân» kelimesini yazdığını söyler. Bu kelime bir isimden kinayedis. Kaadî îyâz bununla Hakem b. Ebi'l Âs'ın kasdedildiğini söylemiştir. Hadis-i Şeriften murad Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in velisi yalnız Allah ve salih mu'minler olduğunu bildirmektedir. Yani: «Salih mu'minler akrabam olmasada benim için velîdirler. Salih mu'min olmayanlar akrabam dahi olsalar benim için velî olamazlar.» demek istemişlerdir. Kurtubî'ye göre; bu hadisin faidesi yakın akraba dahi olsa mu'minle kâfirin arasındaki vilâyetin kesildiğini anlatmaktır. Tîybî'de şunları söylemiştir: «Hadisin mânası: Ben hiç bir kimseye akrabalık sebebi ile muvâlât ve dostlukta bulunmam. Ben ancak Allah'ı severim. Çünkü O'nun kulları üzerine vacip olan bir hakkı vardır. Salih mu'minleri de Allah rızası için severim. Sevdiklerime iman ve Salâhlarından dolayı muvâlât eylerim. Bu hususta akrabam olup olmamaları mevzubahis değildir. Şu kadar var ki; akrabamın akrabalık haklarına da riayet eylerim. Bu tefsir büyük ulema tarafından söylenmiş büyük sözlerdir.» Mu'minlerin salihlerinden kimlerin kastedildiği ihtilaflıdır. Bu hususta birkaç kavil vardır. Şöyle ki : 1- Taberî'nin Katade'den rivayetine göre bunlardan murad Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dir. 2- İbni Ebî Hatîm'in Süddi'den rivayetine göre murad sahabe-i kiramdır. 3- Yine İbni Ebi Hatim'in Dahhâk'tan rivayetine göre mu'minlerin salihleridir. 4- Yine İbni Ebu Hatim'in Hasan-ı Basrî 'den rivayetine göre Ebi Bekr, Ömer, ve Osman (Radiyallahu Anhüm) hazarâtıdır. 5- Taberî 'nin İbni Mes'ud'dan merfu' olarak tahriç ettiği bir rivayete göre Ebu Bekr ile Ömer (Radiyallahu anhumâ) 'dır. Fakat bu hadisin senedinde zaaf vardır. 6- İbni Ebi Hatim'in sahih bir senedle Sa'id b. Cübeyr'den tahriç ettiği bir rivayete göre yalnız Ömer (Radiyallahu anh) dır 7- Kurtubî'nin Müseyyeb b. Şerik'den rivayetine göre hasseten Ebu Bekr (R.A.j'dır. 8- İbni Ebi Hatim'in Mücahit'ten rivayetine göre yalnız Ali (R.A.)'dır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Abdurrahman b. Sellam b. Ubeydulâh el-Cümehî rivayet etti. (Dediki): Bize Rabi yani İbni Müslim, Muhammed b. Ziyâd'dan, o da Ebu Hureyre'deh naklen rivayet ettiki Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) : "Benim ümmetimden yetmiş bin kişi cennete hesapsız girecektir. " Bir adam: Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Allah'ım, onu onlardan kıl" buyurdu. Sonra başka birisi kalktı, o da: Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Bunu Ukkaşe senden önce istedi" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 14370 NEVEVİ ŞERHİ: "Ümmetimden cennete yetmiş bin kişi hesapsız girecek." Bu buyruktan şanı yüce Allah'ın Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ve ümmetine -Allah bu ümmetin fazilet ve şerefini daha da arttırsın- pek büyük ikram ve lütufta bulunduğu anlaşılmaktadır. Yine Müs!im'in sahihinde "onların her birisi ile yetmiş bin kişi olmak üzere yetmiş bin kişi" buyurduğu (3/88) rivayet edilmiştir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Bessar da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Muhammed b. Ziyâdı dinledim dedi ki: Ebu Hureyreyi şöyle derken işittim: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i: Şöyle buyururken işittim. Diyerek Rabî'in hadisi gibi rivayet te bulundu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dediki: Bana Yunus, .ibni Şihâp'tan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sa'id b. El-Müseyyeb rivayet etti, ona da Ebu Hureyre rivayet ederek şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i "Ümmetimden yetmiş bin kişilik bir zümre cennete girecektir ki bunların yüzleri ondördündeki ayın aydınfığı gibi aydınlatacaktır (ışık saçacaktır)." Ebu Hureyre dedi ki: Bunun üzerine Ukkaşe b. Mihsan el-Esedi üzerindeki çizgili bir elbiseyi (nemire) kaldırarak ayağa kalktı ve: Ey Allah'ın Resulü, beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de: ''Allah'ım onu onlardan kıl" buyurdu. Sonra Ensar'dan bir adam kalkarak: Ey Allah'ın Resulü, beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ukkaşe bunu senden önce istedi" buyururken işittim. Diğer tahric: Buhari, 6542; Tuhfetu'l-Eşraf, 1332 NEVEVİ ŞERHİ: "Ukkaşe b. Mihsan." Ukkaşe ismi ayn harfi ötreli olmakla birlikte kef harfi şeddeli ve şeddesiz olarak da okunur. Her ikisi de meşhur birer söyleyiştir, bunları aralarında Sa'leb, Cevheri ve başkalarının da bulunduğu pek çok kimse zikretmiş bulunmaktadır. Sa'leb: Kef harfi şeddelidir, şeddesiz söylendiği olduğu da olur. Metali' sahibi: Şeddeli kullanım daha çoktur demiştir. Kadı İyaz ise burada sadece şeddeli okuyuşu sözkonusu etmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ikinci zata: "Bunu Ukkaşe senden önce istedi" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz şunları söylemektedir: Denildiğine göre bu ikinci zat Ukkaşe'nin aksine böyle bir konumu hak eden kimselerden olmadığı gibi bu mevkiye ehil olanların niteliklerine de sahip değildi. Hayır, bu kişi münafık idi. Bundan dolayı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de ihtimalli bir söz söyleyerek ona cevap vermiş ve sen onlardan değilsin diye açıkça ifadede bulunmayı uygun görmemiştir. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güzel geçimli birisi idi. Bir diğer açıklamaya göre Ukkaşe'nin böyle bir isteğinin kabul olunacağına dair bir vahiy önceden bildirilmiş, diğeri için• böyle bir şey sözkonusu olmamış da olabilir. Derim ki: Hatib Bağdadi"el-Esmau'l-Mübheme" adlı eserinde belirttiğine göre bu adamın Sa'd b. Ubade (r.a.) olduğu söylenir. Eğer bu sahih ise bu istekte bulunan kimsenin münafık olduğunu ileri süren kişinin görüşü de çürümüş olur. Bununla birlikte daha güçlü ve tercih edilen son kanaattir. Allah en iyi bilendir. "Çizgili elbisesini (nemire) kaldırarak" Nemire beyaz, siyah ve kırmızı çizgileri bulunan elbiseye denilir. Farklı renklerde çizgileri olması bakımından nemir denilen kaplan derisi ile bu ortak yönü dolayısıyla bu isim verilmiş gibidir. Nemire Arapların kullandıkları izar (belden aşağısını örten elbise)lerdendir. DAVUDOĞLU ŞERHİ 219.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana yine Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dediki): Bana Hayve haber verdi. Dediki: Bana Ebu Yunus, Ebu Hureyre'den naklen rivayet ettiki Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Cennete ümmetimden yetmişbin kişi girecek, onlardan bir zümre ay suretinde olacak. '' Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 15468 NEVEVİ ŞERHİ: "Bana Ebu Yunus, Ebu Hureyre (r.a.)'dan tahdis etti." Burada geçen Ebu Yunus, Ebu Hureyre (r.a.)'ın azatlısı olup, adı Süleym b. Cubeyr el-Mısn ed-Devsi'dir. "Ümmetimden yetmiş bin kişilik bir zümre ... cennete girecektir." (3/89) Zümre: Biri diğerinin arkasından giden dağınık bir haldeki topluluğa verilen isimdir. DAVUDOĞLU ŞERHİ 219.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Yahya b. Halef El-BâhiIi rivayet etti. (Dediki): Bize Mu'temir, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed'den yani İbnî Sirîn'den naklen rivayet etti: Demişki: Bana îmrân rivayet etti. İmran dedi ki: Allah'ın Nebisi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecektir. " Ashab: Onlar kimlerdir ey Allah'ın Resulü, dediler. O: "Onlar vücutlarını dağlamayanlar, efsun yapmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu. Ukkaşe ayağa kalkarak: Beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Sen onlardansın" buyurdu. Bir adam daha kalkarak: Ey Allah'ın Nebisi beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Bu hususta Ukkaşe seni geçti" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 10841 NEVEVİ ŞERHİ: "Onlar v ücutların ı dağlamayanlar, efsun yapmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir." İlim adamları bu hadisin anlamı hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. İmam Ebu Abdullah el-Mazerı dedi ki: Bazı kimseler bu hadisi tedavi olmanın mekruh olduğuna delil göstermiş olmakla birlikte ilim adamlarının çoğunluğu bunun aksi kanaattedirler. Onlar da ResuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in çörekotu, kust, sabır ve benzeri çeşitli ilaç ve yiyeceklerin faydalarını sözkonusu eden pek çok hadisteki ifadelerini ve Aişe (r.anha)'nın Allah Resulünün çokça tedavi olduğuna dair haberlerini, onun rukyesi ile şifa bulmak istemenin bilinen bir husus olduğunu delil göstermişlerdir. Ayrıca ashabtan bazılarının rukyeye karşılık olarak bir ücret aldığına dair hadisi de delil göstermişlerdir. Bu husus böylece sabit olduğuna göre, o takdirde bu hadisteki ifadeler ilaçların tabiatları gereği faydalı olduğuna inanıp, işi Allah'a havale etmeyen kimseler hakkında yorumlanır. İlaç ve Benzeri Yollarla Tedavinin Hükmü Kadı İyaz der ki: Hadis hakkında açıklamalarda bulunanlardan birçok kimse bu tevili benimsemiş olmakla birlikte, bu tevil (yorum) doğru bir yorum değildir. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ancak bunların cennete hesapsız girmek ve yüzlerinin ondördündeki ay gibi parlak ve aydınlık olduğunu belirterek bir meziyet ve bir üstünlüklerinin olduğunu haber vermektedir. Eğer durum bunların yorumlarında söyledikleri gibi olsaydı, bunlara bu üstün fazilet özelolarak verilmezdi. Çünkü sözkonusu edilen husus (ilaçların tabiatı itibariyle faydalı olmayıp, şifayı Allah'ın verdiği hususu) bütün müminIerin akidesidir. Bunun aksine inanan bir kimse kafir olur. İlim adamları ve meani bilginleri bu hususta açıklamalarda bulunmuş, Ebu Süleyman el-Hattabı ve başkaları yüce Allah'a tevekkül edip, onun kaza ve belasına rıza göstererek bunları terk edenlerin kastedildiği kanaatindedirler. Hattabı dedi ki: Bu ise imanlarını tahkik etmiş kimselerin derecelerinin en yükseklerindendir. Böyle dedikten sonra bir topluluk da bu kanaattedir deyip, isimlerini sayar. Kadı İyaz der ki: Hadisin zahiri budur. Hadisin muktezasına göre ise hadiste sözü geçen vücudu dağlatmak, efsun yapmak (rukye) ve diğer tedavi şekilleri arasında bir fark olmamalıdır. Davudı dedi ki: Hadisten kasıt, sağlıklı iken yaptıklarıdır; çünkü herhangi bir rahatsızlığı olmayan bir kimsenin hamayıl edinmesi ve rukyeye başvurması mekruhtur. Herhangi bir hastalığından ötürü bu yola başvurmak ise caizdir. Bazıları ise rukyelerin (efsunların) ve dağlamanın özellikleri itibariyle diğer tedavi türleri arasından özelolarak değerlendirilmesi gerektiğini ve tıbbın (tedavinin) tevekküle aykırı olmadığını benimsemişlerdir; çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de, selefin faziletli kimseleri de tedavi olmuşlardır. Yemenin beslenmeye, gıdalanmaya, su içmenin susuzluğu gidermeye kesin olarak sebep olduğu bilinen benzeri bütün hususlar bu konuda söz söylemiş kimselere göre tevekküle aykırı değildir. Bundan dolayı onların tedaviyi kabul etmedikleri bilinmemektedir. Bu sebeple de gıda ihtiyacını ve ailesinin nafakasını karşılamak için kazanmayı, kazancı sebebiyle rızkına bizzat güvenmemesi ve bütün bu hususları yüce Allah'a havale etmesi şartıyla tevekküle aykırı görmemişlerdir. Tedavi ile vücudu dağlamak arasındaki farka dair açıklamalar uzun sürer. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) her ikisini de mübah kılmış ve onları övmüştür. Ama ben bu konuda yeterli gelecek kadarıyla bir nükteyi sözkonusu edeceğim. Şöyle ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem kendisi tedavi olmuş, hem de başkasına tedavi olmasını söylemiştir. Ama kendisi vücudunu dağlatmamış fakat başkalarını da dağlamıştır. Bununla birlikte sahih olan rivayete göre O ümmetine dağlamayı yasaklamış ve: "Ben dağlanmayı sevmiyorum" buyurmuştur. Kadı lyaz'ın sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir. Hadisin zahir olan anlamı Hattabl'nin ve ona uygun kanaat belirtenlerin -az önce geçtiği gibi- tercih ettiği manadır. Bunun da özü şudur: Sözü edilen kimseler Aziz ve Celil Allah'a işlerini kemal derecesinde havale etmiş, bundan dolayı karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları bertaraf etmekte sebeplere başvurma yoluna gitmemişlerdir. Bunun faziletli bir durum ve böyle yapanın da üstünlüğünde şüphe yoktur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in tedavi olmasına gelince, bize bunun caiz olduğunu beyan etmek içindir. Allah en iyi bilendir. Tevekkül Nedir? "Rablerine tevekkül ederler." Selef ve halefin alimlerinin tevekkülün gerçek mahiyeti ile ilgili ifadeleri arasında farklılık vardır. İmam Ebu Cafer Taberi ve başkaları selefin bir kesiminden şöyle dediklerini nakletmektedirler: Ancak -yırtıcı bir hayvan yahut bir düşman gibi- Allah'tan başkasının korkusu kalbine girmeyen ve hatta yüce Allah'ın rızkını teminatı altında aldığına dair güven sebebiyle rızık talebi için çalışıp, çabalamayı terk etmeyen kimse tevekkül ismini almaya hak kazanır. Böyle diyenler, bu hususta nakledilmiş rivayetleri delil gösterirler. Bir kesim de şöyle demiştir: Tevekkülün sınırı yüce Allah'a güvenmek, onun kaza ve kaderinin gerçekleşeceğine kesin inanmak, yiyecek, içecek elde etmek, düşmandan sakınmak gibi zorunlu ve gerekli hususlar için çaba ve gayret göstermekte onun nebisine uymak demektir. Nitekim nebiler de -Allah'ın salat ve selamları hepsine olsun- böyle yapmışlardır. Kadı İyaz der ki: İşte bu mezhep, Taberi'nin ve genelolarak fakihlerin tercih ettiği kanaattir. Birincisi ise bazı mutasavvıfların ve kalp ve işaretler ilmi ile ilgilenen leri n görüşüdür. Aralarından muhakkik olanlar ise cumhurun mezhebine eğilim göstermişlerdir. Şu kadar var ki, onlara göre sebeplere iltifat ve onlarla huzur bulmakla birlikte tevekkül adını kullanmak doğru değildir. Aksine sebepleri yerine getirmek Allah'm sünneti ve hikmetidir. Ayrıca sebepleri n herhangi bir fayda sağlayıp, bir zarar önlemeyeceğine, her şeyin yalnızca yüce Allah'tan geldiğine de güvenmek gerekir. Kadı lyaz'ın ifadeleri bunlardır. İmam, üstat Ebu'l-Kasım el-Kuşeyri (rahimehullah) de şöyle demektedir: Şunu bil ki tevekkülün yeri kalptir. Zahir ile hareket etmeye gelince, kulun, yalnızca yüce Allah'tan gelene güveni tahkik derecesinde olduktan sonra, kalp ile tevekküle aykırı değildir. Eğer herhangi bir şeyde zorluk olursa onun takdiri iledir, kolaylık olursa da onun kolaylaştırması iledir. (3/91) Sehl b. Abdullah et-Tusteri (r.a.) dedi ki: Tevekkül yüce Allah ile birlikte onun dilediğine göre hareket edip, davranmaktır. Ebu Osman elCebri de: Tevekkül, yüce Allah'a itimat etmekle birlikte, yalnızca onunla yetinmektir, demiştir. Tevekkül, çoğa sahip olmanın da, aza sahip olmanın da eşit olmasıdır diye de tanımlanmıştır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. Dediki: Bize Abdüssamed b. Abdilvaris rivayet etti. (Dediki): Bize Hâcib b. Ömer Ebu Huşeynete's Sekâfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hakem b. A'raç, Imran b. Husayn'dan naklen rivayet ettiki Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ümmetimden yetmiş bin kişi hesapsız cennete girecektir" buyurdu. Ashab: Onlar kimlerdir ey Allah'ın Resulü, dediler. O: "Onlar efsun yapmayanlar, uğursuzluk duygularına kendilerini kaptırmayanlar, vücutlarını dağlamayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu. Yalnız Müslim rivayet etmiştir; Tuhfetu'l-Eşraf, 10819 NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Hadb b. Ömer Ebu Huşeyne tahdis etti." Burada sözü edilen Hadb meşhur nahiv imamı İsa b. Ömer en-Nahvl'nin kardeşidir. DAVUDOĞLU ŞERHİ 219.sayfada

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dediki): Bize Abdulaziz yani İbni Ebî Hazim, Ebu Hazim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti ki Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: ''Andolsun cennete ümmetimden yetmiş bin kişi yahut yedi yüz bin kişi -(ravi) Ebu Hazim (Sehl'in) hangisini söylediğini bilmiyor- birbirine tutunmuş biri diğerinin elini tuttuğu halde cennete gireceklerdir. Onların sonuncuları girmeden ilkieri de girmeyecektir, yüzleri de ondördündeki ay suretinde olacaktır. " Diğer tahric: Buhari, 6554; Tuhfetu'l-Eşraf, 4715 DAVUDOĞLU İZAHI İÇİN buraya tıklayın NEVEVİ ŞERHİ: "Ümmetimden cennete birbirine tutunmuş biri diğerinin elinden tutmuş olarak yetmiş bin kişi. .. girecektir." çoğu asıl nüshalarda "birbirlerine tutunmuş olarak" anlamındaki lafız vav ile "tutmuş olarak" anlamındaki laflZ ref' ile gelmiştir. Ama bazı asıl nüshalarda bu kelimelerin ilki ye ile ikincisi ise eJif ile yazılmıştır ki, her ikisi de doğrudur. "Birbirine tutunmuş olarak" lafzı biri diğerinin elini tutmuş olarak demektir. Onlar biri diğerinin yanında tek bir saf halinde enine içeri girecekler, demektir. Bu da cennet kapısının muazzam genişliğini açıkça ifade eder. Kerim olan Allah'tan rızasını, bizi, sevdiklerimizi ve diğer Müslümanları cennetine koymasını dileriz

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Said b. Mansur tahdis etti. Bize Huşeym tahdis etti, bize Husayn b. Abdurrahman haber verip dedi ki: Said b. Cubeyr'in yanında idim. Dün gece kayan yıldızı hanginiz gördü dedi, ben: Ben, dedim. Sonra: Ben namaz kılmıyordum ama zehirli bir haşere beni sokmuştu, dedim. O: Ne yaphn dedi, ben: Rukye yaptım, dedim. O: Seni bunu yapmaya iten ne oldu, dedi, ben Şa'bi'nin bize tahdis ettiği bir hadis dedim. O: Şa'bi size neyi tahdis etti dedi, ben şöyle dedim: Bize Bureyde b. Husayb el-Eslemi'den şöyle dediğini tahdis etti: Rukye ancak bir göz (nazar değmesi) yahut bir zehirli haşeratın sokmasından dolayı yapılır, dedi. Şu'be: Duyduğuna göre hareket eden güzel bir iş yapmıştır. Ama İbn Abbas da bize Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyurduğunu tahdis etti: "Ümmetler bana gösterildi. Kimi nebiyi beraberinde küçük bir topluluk ile gördüm, kimi nebiyi beraberinde bir iki adam bulunduğu halde gördüm, kimi nebi ile birlikte de hiç kimse yoktu. Derken bana büyük bir kalabalık gösterildi. Onların ümmetim olduğunu sandım. Bana: Bu Musa ve onun kavmidir ama sen şu ufuğa bak, denildi. Ben de baktım, pek büyük bir kalabalık gördüm, sonra bana: Şu diğer ufuğa bak denildi, ben de baktım, orada da büyük bir kalabalık gördüm. Bana: Bu senin ümmetindir, onlarla birlikte de hesapsız ve azapsız olarak cennete girecek yetmiş bin kişi vardır, denildi." Sonra kalkıp evine girdi, insanlar cennete hesapsız ve azapsız olarak girecek o kimseler hakkında söze daldılar. Bazıları: Belki de onlar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ashab olanlardır, dedi, bazıları: Belki onlar İslam geldikten sonra doğup da Allah'a ortak koşmayanlardır, dedi ve çeşitli şeyleri sözkonusu ettiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonra yanlarına Çıkıp geldi ve: "Neyin hakkında söze daldınız" buyurdu. Onlar da O'na haber verince O: "Onlar rukye yapmayanlar, rukye yapılmasını istemeyenler, kendilerini uğursuzluk duygularına kaptırmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir" buyurdu. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mihsan ayağa kalkıp: Beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Sen onlardansın" buyurdu. Sonra başka bir adam ayağa kalkarak: Beni onlardan kılması için Allah'a dua et, dedi. Allah Resulü: "Bunu Ukkaşe senden önce istedi" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 3410 -muhtasar olarak-, 5705, 5752, 6472 -muhtasar olarak-, 6541; Tirmizi, 2446; Tuhfetu'I-Eşraf, 5493 NEVEVİ ŞERHİ: "Dün gece hanginiz kayan yıldızı gördü." (3/92) Dün (anlamındaki elbariha) geçen en yakın gece hakkında kullanılır. Ebu'l-Abbas Sa'leb dedi ki: Zevalden önce gece denilir, zevalden sonra ise dün (bariha) denilir. Sa'leb' den başkaları da böyle demiştir. Onların açıklamalarına göre bu isim zeval buldu anlamındaki "berihe"den türetilmiştir. Müslim'in sahihinde rüya bölümünde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in sabah namazını kıldırdıktan sonra: "Dün gece (el-Bariha) sizden rüya gören kimse var mı" diye sorardı. "Namaz kılmıyordum, ama beni zehirli bir haşerat sokmuştu." Bu sözleriyle namaz kılmakta olmadığı için namaz kılarak uykusuz kalıp, ibadet/e geceyi geçirdiği kanaatini kendisinden uzaklaştırmak istemiştir. "Ledeğa" fiili ile ilgili olarak dilciler: "Akrep ve zehirli hayvanlar bir kişiyi sokup, zehirlerini akıtması halinde bu fiil kullanılır. "Ancak gözden yahut bir zehirli hayvan sokmasından dolayı efsun (rukye) yapılır." Buradaki "el-hume" akrep ve benzeri hayvanların zehirleri anlamındadır. Zehirin keskinliği ve harareti anlamında olduğu da söylenmiştir. Maksat ise akrep ve benzeri zehirli hayvanlardır. Yani ancak bu şekilde zehirli hayvan sokmasından dolayı rukye yapılır. Göz (nazar değmesi) ise nazar eden kimsenin gözü ile başkasına nazar etmesi, nazarının değmesi demektir. Nazar değmesi de birhaktır. el-Hatlabi dedi ki: Kendisine nazar değmiş yahut zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş bir kimseden çok rukyeyi hak eden ve bununla ondan daha çok şifa bulacak kimse yoktur. Nitekim Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de rukye yapmış ve rukyeyi emretmiştir. Eğer yapılan rukye (okuma, efsun) Kur'an ve yüce Allah'ın isimleri ile olursa mübahtır. Bunların mekruh oluşu Arapça olm~yanlar hakkındadır; çünkü bunlar bazen küfrü gerektiren yahut şirkin de karıştığı birtakım sözler olabilir. Cahiliye döneminde yaptıkları ve afetleri önleyeceğini ileri sürüp, cinler tarafından ve onların yardımıyla gerçekleştiğine inandıkları birtakım sığınma ve himaye dualarının, cahiliye anlayışına göre yapılan rukyelerin mekruh görülmüş olma ihtimali de vardır. Hatlabi (rahimehullah) 'ın sözleri bunlardır. Allah en iyi bilendir. "Kimi nebiyi beraberinde az bir toplulukla birlikte gördüm." Buradaki "ruhayt" (3/93) on kişiden aşağı topluluğa denilir. "Oldukça büyük bir kalabalık gördüm, bana bu senin ümmetindir. Onlarla birlikte de hesapsız ve azapsız olarakcennete yetmiş bin kişi girecektir, denildi. " Yani bunlarla birlikte senin ümmetinden yetmiş bin kişi daha vardır . Bu yetmiş bin kişinin onun ümmetinden olacağından hiçbir şüphe yoktur. ifadenin takdirine gelince, senin ümmetinden olmakla birlikte bunlarla beraber olmayan yetmiş bin kişi daha vardır anlamında olma ihtimali olduğu gibi, bunlar arasında bu şekilde yetmiş bin kişi vardır anlamında olma ihtimali de vardır. Bu ihtimali Buhari'nin sahihindeki: "Bu senin ümmetindir ve bunlardan yetmiş bin kişİ. .. cennete girecektir" rivayeti desteklemektedir. Allah en iyi bilendir. "insanlar daldı" yani bu konuda konuşup, birbirleriyle tartıştılar. (3/94) Böylelikle bundan ilim ve şer'i naslar hakkında faydalanmak ve gerçeği ortaya çıkarmak kastıyla münazara yapıp, tartışmanın mübah olduğu anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dediki): Bize Muhammed b. Fudayl. Husayn'dan, o da Sa'id b. Cübeyr'den naklen rivayet etti. (Dediki): Bize İbni Abbas rivayet etti. (Dediki): Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Bana bütün ümmetler gösterildi. » buyurdular sonra hadisin geri kalan kısmını Hüseyim hadisi gibi rivayet etti. Yalnız Hüşeym hadisinin baş tarafını zikretmedi. DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhâri «Kitabu'l Merdâ'vet-Tıb» ile «Ehadisü'l Enbiya» ve «Kitabur' Rikak» da Tirmizi : «Kitabu'z-Zuhd» de Nesai 'de «Kitabu't-Tib» da tahric etmişlerdir. Husayn b. Abdirrahman'ın «namazda filân değildim. Lâkin beni akrep sokmuştu» demesi kendisinin ibadette bulunduğunu zannetmesinler yani yapmadığı bir şey'i yaptı zannederek başkasına o suretle anlatmasınlar diyedir. Rukye: Hasta okumaktır. Hadisdeki «ayn» dan murad da nazar olmaktır. Bazı insanların gözlerinin başkalarına dokunduğu dinen hak olduğu gibi bugün tıbben de kabul edilmiştir. Hume: Akrep ve yılan gibi hayvanların zehiri ve o zehirin tevlid ettiği şiddet ve hararettir. «Nazarla zehirli hayvan sokmasından başka hiç bir şeyde Rukiye yoktur.» cümlesi hakkında Hattabî şunları söylemiştir: «Bu hadisin mânası nazar olana ve zehirli hayvan sokana okumaktan daha şifâ bahş ve daha evlâ hiç bir deva yoktur, demektir. Çünkü bunların zararı pek şiddetlidir. Yoksa hastalara okunmaz demek değildir. Filvaki Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hem okumuş hemde okumayı emretmiştir. Hastaya Kur'an ve esmaullâh okumak mubahtır. Okumanın mekruh olanı arapçadan başka bir dille yapılandır. Çünkü bu ya küfüre varır yahut içine şirk karışan sözlerden ibaret olur. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem/in kerih gördüğü hasta okuma cahiliyet devrinde Arapların yaptığı muskacılık (nüsha) dır. Onlar bunun hastalıkları gidereceğine inanır ve cinlerin yardımı ile yapıldığını söylerlerdi.» İbni Esir diyor ki: «Hadislerin bazısında hasta okumanın caiz olduğu diğer bazılarında ise; bundan nehyedildiği görülmektedir; ve her iki hususa aid bir çok hadisler vardır. Bunların araları şöyle bulunur: mekruh olan okuma Arapçadan başka bir lisanla ve Allah Teâlâ'nın isimlerini, sıfatlarını, semadan indirdiği kitaplarındaki kelâmını zikretmeksizin yapılacak okumanın mutlaka fayda vereceğine i'tikad ve itimad edilendir. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in : «Okunan kimse tevekkül etmiş sayılmaz.» buyurmasının mânası da budur. Ama Kur'an-ı Kerim ve esmâ-ı ilâhiyeyi okumak suretiyle yapılan rukye mekruh değildir...» «Hem onlarla birlikte cennete hesapsız, azapsız girecek yetmiş bin kişi (daha) var...» ifadesinden murad şüphesiz ki yine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in ümmetidir. Yalnız cümlenin takdiri hususunda iki ihtimal vardır. 1- Bu yetmişbin kişi ufukta gösterilenlerden başkadır. 2- Yetmişbin kişi ona gösterilenler cümlesindendir. Nitekim Buhârî'nin rivayeti de bu ihtimali teyid etmektedir. Hadis-i şerif : Şer'-i bir delilin üzerinde münazara ve münakaşa yapmanın mubah olduğuna; delildir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Hennad b. es-Seni tahdis etti, bize Ebu'l-Abbas, Ebu İshak'tan tahdis etti. O Amr b. Meymun'dan, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize: "Cennetliklerin dörtte biri olmaya razı olmaz mısınız" buyurdu. Bunun üzerine biz tekbir getirdik, sonra: "Cennetliklerin üçte biri olmaya razı olmaz mısınız" buyurdu. Biz yine tekbir getirdik, sonra: "Şüphesiz ben cennetliklerin yarısı alacağınızı ümit ederim. Size bunu {neden böyle olduğunu} haber vereceğim. Müslümanlar kofirler arasında ancak siyah bir öküzde beyaz bir kıl gibidir. Yahutta beyaz bir öküzde siyah bir kıl gibidir" buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 6528, 6642; Tirmizi, 2547; İbn Mace, 4283; Tuhfetu'I-EşrM, 9483 NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Hennad b. es-Sem tahdis etti ... Abdullah'tan." Bu bütün ravileri Kufeli olan bir isnadtır. Ebu'l-Ahvas'ın adı Sellam b. Süleym'dir. Ebu İshak da es-SEbiı nispetli alandır. Adı ise Amr b. Abdullah'tır. Sahabi Abdullah ise Abdullah b. Mesud'dur. "Siyah bir öküzdeki beyaz bir kıl gibi yahut beyaz bir öküzdeki siyah bir kıl gibi" Buradaki şüphe raviden kaynaklanmaktadır

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. EI-Müsenna ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni Müsenna'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebu Ishâk'tan, o da Amr b. Meymun'dan, o da Abdullah'tan naklen rivayet etti. Abdullah dedi ki: Kubbe şeklindeki (yuvarlak) bir çadırda yaklaşık kırk adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. "Cennetliklerin dörtte birini teşkil etmenize razı mısınız" buyurdu. Biz, evet dedik. Bu sefer: "Cennetliklerin üçte biri olmanıza razı mısınız" buyurdu. Biz: Evet, dedik. Bu sefer: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki şüphesiz ben cennetliklerin yarısını teşkil edeceğinizi ümit ediyorum. Çünkü cennete ancak Müslüman bir kimse girer. Sizler ise şirk ehli arasında ancak siyah bir öküzün derisinde beyaz bir kıl yahut kırmızı bir öküzün derisinde siyah bir kıl gibisiniz. " DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Ashab-ı kiramın tekbir almaları bu büyük müjdeye sevindiklerindendir. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellemj'in bir defa da: «Cennetliklerin yarısı olmanıza razı mısınız?» demeyerek birincide ehl-i cennetin dörtte biri, ikincide üçte biri, üçüncüde yarısı olmaya razımısmız diye sorması pek güzel bir faydayı temin içindir. Bu fayda ashabın nefislerine sözün daha tesir etmesi ve kendilerine yapılan ikramın son dereceye baliğ olduğunu anlatmak içindir. Çünkü insana bir şeyi tekrar tekrar vermek ona verilen ehemmiyete delildir. Bunun ikinci bir faydasıda müjdenin tekrar tekrar verilmesi ashabı Allah'a karşı tekrar tekrar şükretmeye nimetlerine karşı hamdüsenada bulunmaya teşvik etmesidir. Bu hadisin bir rivayetinde: «Siz cennetliklerin şatrı.» diğer rivayetinde: «Yarısı olmaya razı mısınız?» buyurulmuştur. Başka bir rivayette cennetliklerin yüzyirmi saf teşkil edeceği bunların sekseni bu ümmetten olacağı bildirilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki ümmet-i Muhammediyye cennetliklerin üçte ikisidir. Binaenaleyh Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) evvelâ büyük bir kısmı mânasına gelen şatr kelimesi ile müjdo de bulunmuş sonra Allah Teâlâ lütf-u ihsanda bulunarak onların sayısını yarıya çıkarmıştır. Bunun bir çok hadislerde nazirleri vardır. Nitekim bir hadis-i şerifte: Cemaat ile kılınan namazın yalnız kılınan namazdan yirmi beş derece; başka bir rivayette yirmi yedi derece faziletli olduğu beyan buyurulmuştur. Bu hadisleri inşallah yerinde görülecektir. Ravi Resulullâh {Sallallahu Aleyhi ve Sellefn)'in kara Öküzün cildinde bir ak tüymü yoksa beyaz Öküzün cildinde bir siyah tüymü buyurduğunda şekk etmiştir. Kubbeden murad deriden yapılan çadırdır. Kelbî arap ikametgâhlarının altı şeyden yapıldığını bunların bir kısmının deriden bîr kısmının taştan bazısının ağaçtan bazısının kıldan ve yünden yapıldığını beyan eder. Kubbe deriden yapılan çadırın ismidir. «Cennete ancak Müslüman olan kimseler girer.» ifadesi kâfirlerin asla cennete giremiycceklerine delâlet eden sarih bir nastır. Bunun üzerine İcmâ' da münakid olmuştur

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. Bize babam tahdis etti. Bize Malik -ki İbn Miğvel'dir- Ebu İshak'tan tahdis etti. O Amr b. Meymlin'dan, o Abdullah'tan şöyle dediğini nakletti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize hutbe verdi, sırtını deriden kubbe şeklindeki bir çadıra dayayıp şöyle buyurdu: "Şunu bilin ki, cennete ancak Müslüman bir nefis girer. Allah'ım tebliğ ettim mi? Allah'ım şahit ol. Cennetliklerin dörtte biri olmak sizi memnun eder mi?" Biz, evet ey Allah'ın Resulü dedik. "Cennetliklerin üçte biri olmanız sizi memnun eder mi" buyurdu. Biz, evet ey Allah'ın Resulü (3/38b) dedik. O: "Şüphesiz ben cennetliklerin yarısı alacağınızı ümit ederim. Sizler sizin dışınızdaki diğer ümmetler arasında ancak beyaz bir öküzdeki siyah bir kıl, yahut siyah bir öküzdeki beyaz bir kıl gibisiniz." buyurdu. Diğer tahric: Buhari, 6528, 6642; Tirmizi, 2547; İbn Mace, 4283; Tuhfetu'I-EşrM, 9483 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhârî «Kitabu'r-Rikak» ve «Kitabu'n-Nuzur» da Tirmizi «Sıfâtü'l Cenne» de İbni Mâce «Kitabu'z-Zühd» te tahriç etmişlerdir. Bu da yukarı ki hadisin başka bir rivayetidir. Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Ya.Rabbi! Tebliğ ettimmi? Ya Rabbi! Şahid ol!» sözünün mânası; «Tebliğ vazifesi benim üzerime farzdır. Ben bunu İfâ ettim. İfâ ettiğime sen şahid ol ya Rabbi!» demektir. İbni Tin diyor ki : «(Bir kıl) denilmişsede burada hakiki birlik murad değildir. Çünkü cildinde kendi renginden ayrı bir tek tüyü bulunan öküz yoktur. Maksad kendi rengine uymayan tüylerin azlığıdır. NEVEVİ ŞERHİ: "Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr tahdis etti. .. Abdullah'tan" Bu da bütün ravileri Klifeli olan bir isnadtır. "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize ... cennetliklerin yarısı alacağınızı ümit ederim buyurdu." Ashabın tekbir getirmeleri bu büyük müjde ile sevinmelerinden dolayıdır. "Cennetliklerin dörtte biri sonra üçte biri sonra da şatrı (yarısı)" buyurmasının ve ta baştan beri cennetliklerin şatrı (yarısı) demeyişinin güzel bir anlamı vardır. O da şudur: Böyle bir üslup, onları daha etkileyici ve onların lütuf ve ikrama mazhariyetlerini daha ileri derecede gösteren bir anlatımdır. İnsana arka arkaya bağışlarda bulunup vermek, ona itina gösterildiğinin ve onun halinin sürekli dikkatle gözlendiğinin bir delilidir. Bunun bir diğer faydası da müjdeyi arka arkaya defalarca tekrarlamaktır. Yine bununla onların şam yüce Allah'a yeniden bir daha şükretmelerini, onu tekbir ve tazim etmelerini, nimetlerin çokluğu dolayısıyla ona hamdetmelerini sağlar. Allah en iyi bilendir. Şunu da bilelim ki, bu hadiste "cennetliklerin şatrı (yarısı)", diğer rivayette de "cennetliklerin msfı (yarısı)" denilmektedir. Başka bir hadiste ise cennetliklerin yüz yirmi saf olduğu, (3/95) bu ümmetin de bunların seksen safını teşkil edeceği belirtilmiştir. Bu ise onların cennetliklerin üçte ikisini teşkil edeceklerine delildir. Bu durumda Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce şatrı (yarısı) olacaklarını haber veren hadisini söylemiş sonra şam yüce Allah daha fazlasını lutfederek cennet safları ile ilgili hadis ona bildirilince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de bundan sonra bunu onlara haber vermiştir. Hadis-i şerifte bu tür ifadelerin bilinen pek çok benzerleri vardır. Cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namaza göre yirmi yedi derece ve yirmi beş derece faziletli olduğuna dair hadis gibi -ki buna dair tevillerden birisi böyledir-o Yüce Allah'ın izniyle oraya varacak olursak yeri gelince bunu açıklayacağız. Allah en iyi bilendir. "Cennete ancak Müslüman bir kimse girer." Küfür üzere ölen bir kimsenin cennete asla giremeyeceğine dair açık bir nastır. Bu nas da Müslümanların İcmaı ile bu genel manası ile kabul edilmiştir. "Allah'ım tebliğ ettim mi? Allah'ım şahit ol" buyruğunun anlamına gelince (3/96) tebliğde bulunmak benim görevimdir, işte ben de tebliğ ettim, tebliğ ettiğime dair bana şahitlik et, demektedir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Osman b. Ebi Şeybe EI-Absi rivayet etti. (Dediki): Bize Cerir, A'meş'ten, o da Ebu Salih'ten, o da Ebu Sa'id'den naklen rivayet etti. Ebu Sa'İd şöyle demiş: Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki : ''Aziz ve Celil Allah: Ey Adem buyuracak. Adem: Lebbeyk ve sa'deyk (buyur, emrine hazırım), hayır yalnız senin elindedir, diyecek. Allah Teala: Cehennem kafilesini çıkart, diyecek. O: Cehennem kafilesi ne demektir diyecek. Allah: Her bin kişiden dokuz yüz doksandokuz kişidir buyuracak. İşte küçük çocuğun saçlannın ağaracağı, her gebenin taşıdığı yükünü bırakacağı, sarhoş olmadıkları halde insanları sarhoş göreceğin zaman o zamandır ama Allah'ın azabı pek çetindir." (Ebu Said) dedi ki: Bu hal ashaba çok ağır geldi ve: Ey Allah'ın Resulü, o bir kişi hangimiz olabiliriz ki, dediler. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: "Müjde size muhakkak Ye'cuc ile Me'cuc'ten bin kişi ve sizden bir kişi" Sonra şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin dörtte biri olacağınızdan ileri derecede ümitvarım" buyurdu. Biz de Allah'a hamd ettik, tekbir getirdik. Sonra şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, gerçekten ben sizin cennetliklerin üçte birini teşkil edeceğinizden oldukça ümitliyim." Biz de Allah'a hamd ettik, tekbir getirdik. Sonra şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı kuvvetle ümit ediyorum. Şüphesiz sizin ümmetler arasındaki misaliniz siyah öküzün derisindeki beyaz bir kıl, yahut eşeğin ön ayağındaki tüy bitmeyen daire şeklindeki ben gibisiniz. " Diğer tahric: Buhari, 3348, 6530, 4741, 7483 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'I-Eşrın, 4005 NEVEVİ ŞERHİ: "Lebbeyk ve sa'deyk, hayır yalnız senin elindedir." Senin elindedir, yamndadır, nezdindedir demektir. Muaz (radıyalhlhu anh)'ın rivayet ettiği hadiste lebbeyk ve sa'deyk'in açıklaması geçmiş bulunmaktadır . Şanı yüce Allah'ın Adem'e (aleyhisselfun) söyleyeceği: "Cehennem kafilesini çıkart"daki kafile {el-ba's} burada oraya yönlendirilip, gönderilecek kimseler demektir. Bu da cehennemlikleri diğerlerinden ayır demektir. "İşte küçük çocuğun saçlannın ağaracağı ... vakit budur ... fakat Allah'ın azabı pek çetindir." Buyrukta anlam itibariyle yüce Allah'ın: "Şüphesiz kıyametin sarsıntısı pek büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün bütün emzikliler emzirdiklerini unuturlar. Her hamile yükünü bırakır." (Hac, 22/1-2) buyruğuna ve: "Çocukların saçlannı ağarlacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız" (Müzzemmil, 73/17) buyruğuna uygun ibareler kullanılmıştır. İlim adamlan, her hamilenin yükünü bırakacağı ve sözü edilen diğer hususlann ne zaman gerçekleşeceği hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Bunun dünyadan çıkmadan önce kıyamet sarsıntısı sırasında olacağı söylendiği gibi, kıyamette olacağı da söylenmiştir. Birinci görüşe göre buyruk zahirinden anlaşılan anlama göre anlaşılmıştır, ikinci açıklamaya göre mecazi anlamıyla açıklanmıştır. Çünkü kıyamet esnasında ne gebelik, ne doğum sözkonusudur. Bu yoruma göre ifadelerin takdiri de şöyle olur: O gündeki dehşetli ve zorlu haller öyle bir dereceye ulaşacak ki, orada hamilelerin varlığı tasavvur olunsa şüphesiz yüklerini bırakırlar. Nitekim Araplar: Çocuklann saçlannın ağaracağı bir musibet ile karşılaştık derken, kastettikleri o günün çok çetin ve şiddetli olduğudur. Allah en iyi bilendir. (3/97) "Şüphesiz Ye'cüc ile Me'cüc'ten bin kişi, sizden bir kişi" Asıllarda da ve rivayetlerde de bu şekilde bin ve bir kişi anlamındaki lafızların her ikisi de ref ile gelmiştir, bu doğrudur. Burada şan zamirinin varlığı takdir edilir, zam ir olan he hazfedilmiş olur. Bu da eaiz ve bilinen bir husustur. Ye'cue ile Me' eue kıraat imamlarının çoğunluğu ve dilbilginlerinin çoğunluğuna göre hemzeli değildir. Ancak Asım her ikisini de hemzeli okumuştur. Bu lafızların asılları ateşin edei'nden türemiştir. O da ateşin çıkardığı ses ve kıvılcımları demektir. Çoklukları ve çetin güçlerinden ötürü ayrıca birbirlerine girip karışmaları dolayısıyla ona benzetilmiştir. Vehb b. Münebbih ile Mukatil b. Süleyman:Onlar Nuh oğlu Yafes'in soyundandırlar demişlerdir. Dahhak ise: Onlar Türklerin bir kuşağıdırlar. Ka'b ise onlar Adem'in Hawa'dan başkasından onun (iradesi dışında) nutfesinden olmuşlardır. Bu da şöyle olmuştur: Adem ihtilam olmuş ve nutfesi toprağa karışmış, yüee Allah da ondan Ye'eue ile Me'cue'u halk etmiştir demiştir. Allah en iyi bilendir. "Eşeğin ön ayağındaki tüysüz daire şeklindeki ben gibi" "Rakme" kelimesi hakında dilbilginleri eşe ği n iki rakmesi (beni) onun bacaklarının üst taraflarındaki izdir dedikleri gibi, ön ayaklarındaki daire şeklindeki kısım olduğu da söylenmiştir, bineğin ön ayaklarının iç kısmındaki bir çıkıntı olduğu da söylenmiştir. (3/98) Allah doğruyu en iyi bilendir

  1. Bāb: ...
  1. باب ...

Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis etti. Bize Veki" tahdis etti. (H) Bize Ebu Kureyb de tahdis etti. Bize Ebu Muaviye tahdis etti. Her ikisi A'meş'ten bu isnad ile hadisi rivayet ettiler. Aneak ikisi de şöyle dedi: "Sizler o gün insanlar arasında ancak siyah öküzdeki beyaz bir kıl gibi yahut beyaz bir öküzdeki siyah bir kıl gibisiniz" dediler ve "yahut eşeğin ön ayağındaki tüysüz daire şeklindeki ben gibisiniz" ibaresini zikretmediler. Diğer tahric: Buhari, 3348, 6530, 4741, 7483 -muhtasar olarak-; Tuhfetu'I-Eşrın, 4005 DAVUDOĞLU AÇIKLAMA: Bu hadisi Buhari «Kitabu'r-Rikak» ile Ye'cüc Me'cüc kıssasında tahriç etmiştir. Kıyamet gününde Allah Teâlâ Hz. Âdem'e; «Cehennem heyetini çıkar.» diyecek sözünden murad; cehenneme gidecek olanları başkalarından ayırmasını emredecek demektir. Bu işin Adem (A.S.)'a havale buyurulması ya bütün insanların babası olduğu için yahut da onları bildiğinden dir. Âdem (A.S.) Allah Tealanın nidasına kemâl-i nezaket ve edeple cevap verecek ve : «Lebbeyk ve Sa'deyk. (Yâni) : Senin emrine bir değil, iki defa icabet etmeye ve onu tekrar tekrar yerine getirmeğe hazırım; bütün hayır senin yed-i kudretindedir.» diyecektir. Bütün hayır ve şer Allah'ın yed-i kudretinde olduğu halde şerri ona nisbet etmeyerek yalnız hayırı zikretmesi de kemâl-i edep iktizasıdir.. Çünkü şerrin haliki de Allah-ü Zülcelâl isede; Allah şerre razı değil; Fakat hayıra razıdır. Bazıları; Allah'a nispetle hayır ve şer müsavidir. Zira Allah'ın her fiîli güzeldir. Fiillerin bazısının güzel bazısının çirkin ve yasak olması kullara nispetledir demişlerdir. Hadisin buradaki rivayetinde ehl-i cehennemin her bin kişide dokuz yüz doksan dokuz nispetinde olduğu beyan edilmiştir. Başka bir rivayette bu nispetin yüzde doksan dokuz olduğu zikredilmiştir. Bu iki adedin arasındaki fark pek büyük isede maksat adedlerin kendileri değildir. Bu adetler yukarıda da beyan ettiğimiz vecihle çokluktan kinayedirler. Çünkü bir şey'i adetle tahsis etmenin ziyadesini nefiy mânasına gelmiyeceği usul-u Fıkıhta tekarrur etmiş bir kaidedir. Binaenaleyh gerek binde dokuz yüz doksan dokuz gerekse yüzde doksandokuz nispetlerinin ifade ettikleri mâna aynı şey olup cehenneme girecek olan kâfir sayısının çokluğundan mu'min adedinin azlığından ibarettir. «Cehennem heyeti ne kadardır?» cümlesi mukadder bir cümle üzerine atf olunmuştur. Takdiri şöyledir : «Emrin baş üstüne Yarabbi! Ama bunların adedi ne kadardır?» Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «İşte çocuğun ihtiyarladığı, hamilenin çocuğunu düşürdüğü zaman o zamandır.» sözüyle: «Şüphesiz ki, kıyametin zelzelesi pek büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün her emzikli anne emzirdiği çocuğundan vaz geçecek...» Âyet-i kerimesine işaret buyurmuştur. Ulemâ gerek hadis-i şerifte gerekse âyet-i kerimede zikredilen çocuk düşürme çocuğundan geçme gibi hallerinin ne zaman zuhur edeceği hususunda muhtelif kaviller ileriye sürmüşlerdir. Bazılarına göre; bu hal henüz dünyada iken kıyamet için yer sarsıldığı zaman olacaktır. Çünkü kıyamette çocuk düşürmek sarhoş olmak gibi haller yoktur. Bu kavle göre; âyet'ten murad zahiri manasıdır. Diğer bazılarına göre ise, aynı haller kıyamet­te vuku bulacaktır. Âyetteki çocuk düşürmek: «Kıyametin şiddet ve hevilnâk manzarası insanları o derece korkutacak ki; orada hamile kadınlar bulunduğu tasavvur edilse mutlak korkudan çocuklarını düşürürler.» Nitekim araplar başlarına gelen korkunç bir musibeti ifade için: «Başımıza öyle bir belâ geldi ki çocuğu ihtiyarlatır» derler. Kirmani: «Hadisten murad oradaki korkunç manzarayı temsildir.» diyor. Ashab-ı kiramın kendilerine verilen haberi pek ağır ve şiddetli bularak: «Ya Resulullâh! Acaba kurtulacak olan bu zat hangimiz olacak» diye sormaları bindebir nispetinde az olan kurtulanların her ümmete şamil olduğunu ve her ümmetten yalnız bir kişi kurtulacağını zannetmelerindendir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); «Müjde sîze...» buyurarak maksadının bu olmadığını beyanla cennetliklerin cehennemliklere nispetle az olduğunu anlatmak İstediğini söylemiştir. Ye'cüc ve Me'cüc: Kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere kıyamete yakın yer yüzüne dağılarak pek büyük fitne ve fesatlar çıkaracak müthiş zulümler ika edecek iki fırkadır. Vehb'ibn Münebbih ile Mukatil b. Süleyman'ın beyalarına göre; bunlar Nuh (A.S.)'ın Yasef ismindeki oğlunun zürriyetidir. Kâ'ba göre ise; Âdem (A.S.)'ın toprağa karışan nutfesinden halk edilmişlerdir. Bu hususta daha başka kavillerde vardır. Tafsilât kelâm kitaplarındadır. Rakme: Merkebin ön bacaklarının iç taraflarında tırnaklara yakın daire şeklinde görülen berelerdir. Allah bilendir