Sahih-i Buhari
...
(65) Kitāb: Kur'an-ı Kerim 'in Peygamber ﷺ Tefsiri
(65) ...
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd İbnu'l-Mualla'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Mescidde namaz kılıyordum. O sırada Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni yanına çağırdı. Fakat ben, onun bu çağrısına (hemen) uymadım. (Bir müddet sonra) yanına gidip 'Ey Allah'ın Elçisi! Namaz kılıyordum' diye mazeret bildirdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Allah Teala'nın 'Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Resulü'ne uyun!' [EnfaI 24] buyurduğunu işitmedin mi? Daha sonra 'Mescidden çıkmadan önce sana Kur'an'daki en büyük sureyi öğreteceğim' dedi. Sonra elimden tuttu. Mescidden çıkmak istediği zaman ona 'sana Kur'an'daki en büyük sureyi öğreteceğim buyurmamış mıydın?' diye sordum. Bunun üzerine şöyle dedi: O sure Elhamdülillahi Rabbi'l-alemin'dir; tekrarlanan yedi ve bana verilen Kur'an'dır." Hadisin geçtiği diğer yerler: 4647, 4703, 5006 Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mescidden çıkmadan önce sana Kur'an'daki en büyük sureyi öğreteceğim" Bu ifade, Ebu Hureyre'den nakledilen hadiste "Tevrat'ta, İncil'de, Zebur'da ve Kur'an'da bir benzeri indirilmemiş bir sureyi sana öğretmemi ister misin?" şeklinde geçmektedir. İbnu't-Tin bu hadiste bahsi geçen büyüklüğü şöyle izah etmiştir: "Fatiha'nın sevabı diğer surelerin sevabından daha fazladır." Bu hadis, Kur'an ayetIerinin bir kısmının diğer kısmından üstün olabileceğine delil olarak getirilmiştir. Nitekim "Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz" ayeti de, Kur'an ayetlerinin bir kısmının diğerlerinden üstün olabileceği görüşünü destekler. İbn Ebi Hatim, Ali ibn Ebi Talha kanalıyla İbn Abbas'ın bu ayette geçen "daha iyisini" ifadesini, yarar, merhamet ve yücelik bakımından daha hayırlısı şeklinde tefsir ettiğini nakletmiştir. "O sure Elhamdülillahi Rabbi'l-alemfn'dir; tekrarlanan yedi ve bana verilen Kur'an'dır." Bu ifade açıkça "Sana tekrarlanan yediyi verdik" ayetinde geçen "tekrarlanan yedi"nin Fatiha suresi olduğunu gösterir. Ancak Nesai, sahih bir senetle İbn Abbas'tan şöyle bir rivayet nakletmiştir: "Tekrarlanan yedi, es-Seb'u't-tıvaldir." Yani Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Enfal-Tevbe sureleridir. Bazıları ise yedinci sure olarak Yunus suresini zikretmiştir. İlk görüşe göre, yedi ile kastedilen ayetlerin sayısıdır. Çünkü Fatiha suresi yedi ayettir. Bu görüş Said İbn Cübeyr'e aittir. Fatiha suresinin neden ... Mesani olarak isimlendirildiği konusunda iki görüş vardır: a) Fatiha, namaz kılınırken her rekatta tekrar okunduğu için b) Fatiha suresi ile Allah'a hamd edildiği için 255 Mesani tekrarlanan anlamına gelebileceği gibi, övgünün gerçekleştiği mekan manasina da gelir. Önemli Not : es-Sebu'l-mesani'nin Fatiha suresi ile tefsir edilmesinden, bu surenin Mekke'de nazil olduğu sonucu çıkarılır. Çoğunluğun görüşü bu doğrultudadır. Bu konuda sadece Mücahid farklı görüştedir. Bu tefsırin Fatiha suresinin Mekke'de nazil olduğuna delalet ettiği şu şekilde izah edilir: Allah Teala, bu ayeti256 indirmekle Nebi'ine verdiği bir nimetini hatırlatmıştır. Hicr suresinin Mekkı olduğu konusunda ittifak vardır. Bu durum Fatiha'nın bu ayetten önce nazil olduğunu gösterir. Hüseyin İbn Fadl bu konuda şöyle demiştir: "Fatiha'nın Medine'de nazil olduğunu söylemesi Mücahid'in bir hatasıdır. Çünkü alimler bu konuda ona muhalefet etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "İmam, غير المغضوب عليهم ولا الضالين Ğayri'l-mağdubi aleyhim dediği zaman Amın deyin! Zira kimin, amın demesi meleklerin amın demesine denk gelirse, o kişinin geçmiş günahlan bağışlanır." Fethu'l-Bari Açıklaması: غير المغضوب عليهم ولا الضالين Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil" Ahmed b. Hanbel ve ıbn Hibban, Adiyy İbn Hatim kanalıyla Nebi s.a.v.'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Gazaba uğrayanlar Yahudiler, sapmışlar ise Hıristiyanlardır." İbn Merdliye de bu rivayeti hasen bir senet ile Ebu Zerr'den nakletmiştir. İbn Ebı Hatim bu konuda şöyle demiştir: "Müfessirler arasında bu ayetin bu şekilde tefsir edilmesi hakkında herhangi bir ihtilaf olduğunu bilmiyorum." Süheyll ise şöyle demiştir: "Bu tefsırin delili, Allah'ın Yahudiler hakkında indirdiği "Onlar gazab üstüne gazaba uğradılar"[Bakara 90] ayeti ile Hıristiyanlar hakkında indirdiği "Daha önceden sapan, birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın," [Maide 77] ayetidir. İmam Buhar! Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi "İmamın Amin Demesine Muvafakat Etmek" başlığı altında zikretmişti. Dolayısıyla bu hadisin açıklaması "Sıfatu's-salt" bölümünde geçti
- Bāb: ...
- باب ...
Enes Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kıyamet günü mu'minler bir araya gelip 'Rabbimizden şefaat istesek' derler. Bu amaçla Hz. Adem'e gelip 'Sen insanların atasısın, Allah Teala seni eliyle yarattı, melekleri sana secde ettirdi, her şeyin ismini sana öğretti, o halde Rabbinin katında bize şefaat et ki, şu bulunduğumuz yerden bizi rahatlığa erdirsin' diye ricada bulunurlar. O da 'Ben, şefaat makamında değilim' der ve günahını hatırlayıp haya eder. Sonra sözlerine şöyle devam eder: Hz. Nuh'a gidin! Zira o, Allah'ın yeryüzüne gönderdiği ilk resuldür. Bunun üzerine insanlar Hz. Nuh'a gelip ondan şefaat etmesini isterler. O da 'Ben, şefaat makamında değilim' der ve bilgisi olmadığı bir hususu Rabbinden istediğini hatırlar260 ve utanır. Sonra onlara 'HalilurrahmCin'a {RahmCin'ın Dostuna) gidin!' der. Onlar da, Hz. İbrahim'in yanına gidip şefaat etmesini isterler. O da 'Ben, şefaat makamında değilim. Allah'ın kendisiyle konuştuğu ve kendisine Tevrat'ı verdiği Musa kuluna gidin!' der. Onlar da Hz. Musa'nın yanına gidip ondan şefaat etmesini isterler. O da 'Ben, şefaat makamında değilim' der ve bir cana karşılık olmadan birini öldürdüğünü hatırlar ve Rabbinden haya eder. Bu yüzden kendisine gelenlere 'Allah'ın kulu, elçisi, kelimesi ve ruhu olan Hz. İsa'ya gidin i' der. İnsanlar Hz. İsa'ya gelip ondan şefaat etmesini isterler. Hz. İsa da 'Ben, şefaatçi değilim. Allah'ın gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladığı kulu olan Muhammed'e gidin!' der. Bunun üzerine insanlar bana gelirler. Ben de şefaat için izin verilinceye kadar Rabbimden izin istemek için harekete geçerim. Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Allah'ın dilediği kadar bir müddet secdede kalırım. Sonra bana 'Başını kaldır! İste ki; verilsin, söyle ki; dinlensin! Şefaat et ki; şefaatin kabul edilsin!' denir. Sonra başımı secdeden kaldırıp bana öğrettiği şekilde O'na hamd ederim. Daha sonra şefaat ederim. Rabbim benim için bir çizgi çizer, o çizginin berisinde kalanları cennete sokarım. Sonra tekrar Rabbime dönerim. Rabbim yine aynı şekilde bana muamele eder. Derken ben de şefaat ederim. Yine benim için bir çizgi çizer, o çizginin berisinde kalanları cennete sokarım. Daha sonra üçüncü ve dördüncü kez tekrar Rabbime döner ve şöyle derim: Cehennemde Kur'an'ın hapsettikleri ve kendileri için cehennem'de ebedi olarak kalmanın farz olduğu kimseler dışında hiçkimse kalmadı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bakara Suresi" Alimler, bu surenin Medine'de rıazil olan ilk sure olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bakara suresi Medıne'de nazil olan ilk suredir. ileriki bölümlerde Hz. Aişe'nin "Bakara ve Nisa sureleri ben Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile evliyken nazil oldu," sözü açıklanacaktır. Bilindiği gibi Hz. Nebi Hz. Aişe ile Medıne'de dünya evine girmiştir .. "Adem'e Bütün İsimleri Öğretti" [Bakara 310] ayetinin tefsiri" imam Buharı, Mevkıf ehlinin Hz. Adem'e gelip "her şeyin ismini sana öğretti" diyecekleri için şefaat hadisini burada zikretti. İsimler ile ne kastedildiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Kimilerine göre bu ayette geçen isimler ile Hz. Adem'in zürriyetinin isimleri, kimine göre meleklerin isimleri, kimine göre fertler hariç türlerin isimleri kastedilmiştir. "Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi." Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak"da ayrıntılı olarak zikredilecektir. 2. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'lid'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e 'Allah katında en büyük günah hangisidir?' diye sordum. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'seni yarattığı halde Allah'a ortak koşmandır' buyurdu. 'Gerçekten bu büyük bir günahtır' dedim ve 'sonra hangisidir?' diye sordum. Bunun üzerine 'yemeğine ortak olmasından korktuğun için çocuğunu öldürmendir' buyurdu. Son olarak 'sonra hangisidır?' diye sordum. O da 'Komşunun eşiyle zina etmendir' buyurdu." Hadisin geçtiği diğer yerler: 4761, 6001, 6811, 6861, 7520, 7532. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bile bile Allah'a ortaklar yakıştırmayın!"[Bakara 22] Ayetinin Tefsiri" ......el-endad kelimesi benzer anlamına gelen .......niddun kelimesinin çoğuludur. İmam Buhar!, İbn Mes'Od'dan nakledilen bu hadisi "En Büyük Günah Hangisidir" başlığı altında zikretmiştir. Bu hadisin açıklaması "Tevh!d Bölümünde" gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Said bin Zeyd Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kem'e (kızılımtırak beyaz mantar), kudret helvası türünden bir yiyecektir. Suyu ise göz içİn şifadır. " Hadisin geçtiği diğer yerler: 4639, 5708. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Mücahid ayette geçen ......el-menne kelimesini zamk (bazı ağaçlarda bulunan yapışkan bir madde), ......selva kelimesini ise kuş olarak tefsır etmiştir." İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Menn ağaçların üzerine inerdi. İsrailoğulları diledikleri kadar ondan yerdi." İbn Ebı Hatim, Saıd İbn Beşır kanalıyla Katade'nin bu ayet hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Menn, onların üzerine kar gibi yağardı. Sütten daha beyaz, baldan daha tatlı idi." Bu yorumlar arasında herhangi bir çelişki yoktur. Yine İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'ın bu ayet hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: "Selva, Sümanı kuşuna benzer bir kuştur." İkrime kanalıyla ise onun şöyle dediğini nakletmiştir: "Selva, serçeden büyük, bir kuş türüdür." İmam Buharı bu konuda, Saıd İbn Zeyd'den nakledilen ve kem'enin bir tür menn olduğunu gösteren hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Tıp Bölümü"nde yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ادخلوا الباب سجدا وقولوا حطة "İsrailoğullarına şehrin kapısından eğilerek girin! Girerken de 'hıtta!' deyin" denildi. Fakat onlar kıçları üzerinde sekerek girdiler. Böylece kendilerine verilen emri değiştirdiler. Hıtta demek yerine de, 'habbe .. şeara - dane kıl çuvalda' dediler
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayet edildiği ne göre, o şöyle demiştir: "Bir bahçede meyve devşiren Abdullah İbn Selam Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medıne'ye geldiğini haber aldı. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti. Ona, 'Sana üç mesele hakkında soru soracağım. Bunları ancak bir Nebi bilebilir' dedi. Sonra 'Kıyamet alametlerinin ilki nedir?', 'Cennet ehlinin ilk yiyeceği nedir?', 'çocuğun babasına veya annesine çekmesine ne neden olur?' diyerek sorularını sıraladı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Biraz önce Cebrail bunların cevabını bana haber verdi' buyurdu. Bunun üzerine Abdullah 'Cebrail mil' diyerek hayretini ifade etti. Hz. Nebi 'evet' diye karşılık verince 'o, melekler içinde Yahudilerin düşmanıdır' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü sallallShu aleyhi ve sellem 'Kim Cebrail'e aleyhisselam düşman ise, şunu iyi bilsin ki; Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine o indirdi. .. ' ayetini okudu ve şöyle buyurdu: Kıyametin ilk alameti büyük bir yangındır. Bu yangın insanları doğudan batıya sürecektir. Cennet ehlinin ilk yiyeceği balina gibi büyük bir balığın karaciğerine bitişik olan fazlalıktır. Erkeğin suyu kadının suyundan önce gelirse, çocuk babaya çeker. Eğer kadının suyu önce gelirse, çocuk anaya çeker. Bu cevaplar karşısında Abdullah İbn Selam 'Şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed de onun elçisidir. Ey Allah'ın Elçisi! Yahudiler çok iftira atan bir millettir. Eğer onlara benim nasıl biri olduğumu sormadan önce Müslüman olduğumu öğrenecek olurlarsa bana iftira atarlar' dedi. Bir müddet sonra Yahudiler geldi. Hz. Nebi s.a.v. onlara 'Abdullah'ı aranızda nasıl bilirsiniz?' diye sordu. Onlar da, 'Bizim en hayırlımızdır. Babası da kavmimizin en hayırlısı idi. İçimizde söz sahibi bir kimsedir. Babası da öyleydi' diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resulü s.a.v. 'Abdullah İbn Selam Müslüman olursa ne düşünürsünüz?' diye sordu. Onlar da 'Allah onu Müslüman olmaktan korusun' diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Abdullah İbn Selam çıkıp 'Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur! Muhammed de onun elçisidir' diye haykırdı. Bu defa Yahudiler, 'Abdullah bizim en şerlimizdir. Babası da içimizdeki en kötü insandı' deyip onu karaladılar. Bunun üzerine Abdullah, 'Ey Allah'ın Elçisi! Benim de endişe ettiğim husus buydu,' dedi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki." Bir yoruma göre, Yahudilerin Cebrail A.S.'a düşmanlığı şu nedenden ileri gelir: Cebrail'e Nebiliğin Yahudiler arasında devam ettirmesi emredilmişti. Fakat o, Nebiliği onlardan başkasına aktarmıştır. Bir başka yoruma göre ise, Yahudiler kendi sırlarını ortaya çıkardığı için Cebrail a.s.'a düşman olmuşlardır. "İkrime şöyle demiştir: Cebr, mık ve seraf kelimeleri kul, il kelimesi ise Allah anlamına gelir." Taberi, Asım kanalıyla bu rivayeti ondan, muttasıl bir senetle şöyle zikretmiştir: "Cibrll (Cebrail) ve Mikail, Allah'ın kulu manasına gelir. iı, Allah demektir." Başka bir senetle İkrime'den şöyle nakledilmiştir: "Cebr ve Mık kul anlamına gelir, iI ise Allah demektir." Taberi ve diğer bazı müfessirler şöyle demişlerdir: "Cibrll lafzı değişik şekillerde okunur. Mesela Hicaz ehli bu kelimeyi; clcim harfinin kesresiyle hemzesiz biçimde Cibril şeklinde okur. Kıraat alimlerinin geneli bu okuyuşu benimsemiştir. Esedoğulları da bu şekilde okur. Yalnız onlar, bu kelimenin sonunu Jnun harfi ile tamamlayarak Cibrın şeklinde telaffuz ederler. Necidlilerin bir kısmı ile Temim ve Kays kabileleri ise, clcim ve ;Ira harflerinin fethası ve J (ra)'dan sonra hemze ile Cebrail şeklinde okurlar. Aynı zamanda bu, Hamza, Kisaı, Ebu Bekir ve Halerin kıraatidir. Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. İmam Buhari İkrime'nin görüşünü zikrettikten sonra Enes'ten gelen ve biraz önce "Megazı Bölümü"nde geçen Abdullah İbn Selam'ın kıssasına yer verdi. Bu rivayetin açıklaması daha önce geçmiştir. Taberi Şa'bı kanalıyla şu rivayet i nakletmiştir: "Hz. Ömer Yahudilere gidip Tevrat dinlerdi. Dinlediklerinin Kur'an'ı doğrulamasından dolayı hayret ederdi. Onun anlattığına göre bir defasında Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Yahudilerin yanına gitmişti. Bu esnada Hz. Ömer, Yahudilere 'Allah hakkı için doğru söyleyin! Onun s.a.v. Allah'ın elçisi olduğunu biliyor musunuz?' diye sordu. Alir.ıleri 'evet, onun Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın elçisi olduğunu biliyoruz' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, 'O halde neden ona tabi olmuyorsunuz?' diye sordu. Yahudiler şöyle cevap verdi: Melekler arasında düşmanımız ve dostumuz vardır. Ona Sallallahu Aleyhi ve Sellem Nebiliği melekler arasında bize düşman olan getirdi." Hz. Ömer daha sonra hadisin devamını anlattı. Yahudilerle olan konuşması bitince daha önce oradan ayrılan Hz. Nebi s.a.v.'e yetişti. [Daha bu olayı haber vermeden] Allah Resulü bu ayeti ona okudu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Hz. Ömer dedi ki: Bizim en güzel Kur'an okuyanımız, Ubeyy İbn Ka'b; en iyi hüküm verenimiz Ali İbn Ebı Talib'dir. Yine de biz, Ubeyy'in sözüne itibar etmeyiz. Çünkü o, 'Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den işittiğim bütün ayetleri hafızamda tutuyorum.' iddiasını ileri sürdürmektedir. Halbuki Allah Teala şöyle buyurmuştur: Biz, bir ayetin hükmünü nesheder veya onu ertelersek (unutturursak) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas Hz. NebiSallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teala şöyle buyurdu: İnsanoğlu beni yalanladı. Halbuki, yalanı amamas! gerekirdi. Bana hakaret etti. Halbuki, böyle yapmaması gerekirdi. Beni yalanlaması; Benim kendisini olduğu gibi tekrar yaratmaya güç yetiremeyeceğimi iddia etmesiyle meydana gelmiştir. Bana hakaret etmesi ise, çocuğumun olduğunu söylemesiyle olmuştur. Halbuki Ben, bir eş veya çocuk edinmekten kendimi tenzih ederim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ve 'Allah Çocuk Edindi' Dediler," Bütün Buhar! ravileri, bu ayet i bu şekilde nakletmişlerdir. Aynı zamanda bu, çoğunluğun kıraatidir. İbn Amir ayeti, vav (J) harfini hazfederek ......kaIu şeklinde okumuştur. Müfessirler bu ayetin Allah'a oğul isnat eden Hayber Yahudileri ve Necran Hıristiyanları ile Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia eden Arap müşrikleri hakkında nazil olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bu ayetle Allah Teala onların bu iddialarını reddetmiştir. "Allah Teala şöyle buyurdu:" Bu hadis, kudsı hadislerden biridir. "Bana hakaret etmesi ise, çocuğumun olduğunu söylemesiyle olmuştur." Allah Teala onların bu iddialarını hakaret olarak isimlendirmiştir. Çünkü çocuğun olması, eksiklik var demektir. Şöyle ki: Çocuk ancak kendisine hamile kalacak ve doğuracak bir anneyle meydana gelir. Bu da, daha öncesinde bir cinsel birleşmenin olmasını gerektirir. Cinsı münasebete giren kimse, kendisini birleşmeye sevk edecek bir dürtüye ihtiyaç duyar. Cenab-ı Allah bütün bunlardan münezzehtir. Bu hadisin açıklaması İhlas Suresinin Tefsır'i başlığı altında yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik, Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Şu üç hususta Rabbime muvafakat ettim (veya şu üç hususta Rabbim bana muvafakat etti): Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e; 'Ey Allah'ın Elçisi! Keşke Makam-ı İbrahim'de bir namaz yeri edinsen!' dedim. Yine 'Ey Allah'ın Elçisi! Senin yanına iyi kimse de geliyor, kötü kimse de. mu'minlerin annelerine örtünmelerini emretsen de örtünseler!' dedim. Bunun üzerine hicab (örtü) ayeti294 nazil oldu. Bir defasında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımlarından bazılarına darıldığını duydum. Onların yanına gidip, 'Ya bu yaptığınıza son verirsiniz veya elbette Allah Teala, sizin yerinize Nebiine sizden daha hayırlı eşler verir,' dedim. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımlarından birinin yanına gittim. Bana 'Ey Ömer! Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerine öğüt vermekten aciz mi ki, sen kalkmış onlara öğüt veriyorsun!' diyerek çıkıştı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah'a veren, [inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire] eşler verebilir"[Tahrim 5] Fethu'l-Bari Açıklaması: Makam-ı lbrahim'de bir namaz yeri edinin!" ayetini çoğunluk ........ve't-tehizu fiilini.hı (d harfinin kesresiyle okumuştur. Buna göre bu kelime emir fiildir. Nafi' ve ıbn Amir ise bu fiili hı (tl harfinin fethası ile okumuştur. Buna göre bu kelime haber kipinde olup geçmiş zaman anlamı ifade eder ve İbrahim'e uyan insanların bir durumunu yansıtır. Bu durumda ......ve't-tehizu fiili, ayetteki .......cealna fiiline atfedilmiştir. Buna göre ayetin tamamı bir cümleden ibarettir. Çoğunluğun kıraatine göre ise bu fiil, .....mesabe kelimesinin zımnında bulunan subu (dönünüz!)" manasına atfedilmiştir. Ya da mahzOf bir fiilin ma'mOıüdür. Bu durumda takdir şu şekilde olur: ......ve Kulne't -tehızu (" ... edinin" dedik.). Bir de vav harfi, istinaflbaşlangıç vavı olabilir. .......Mesabe kelimesi hakkında Ebu Ubeyde şöyle demiştir: 4.......Mesabe kelimesi, dönmek manasına gelen .....sabe fiilinin mastarı olup insanların kendisine döndükleri mekan anlamına gelir. Ferra da şöyle demiştir: .......mesabeten ve .....mesabe kelimeleri, .......mukam ve .....mukame örneğinde olduğu gibi bir manaya gelir. Makam-ı İbrahim'de namaz kılma konusu, "Kitabu's-salat'ın" başlarında geçmişti. Hicab meselesi ise, Ahzab suresinin tefsirinde işlenecektir. Nebi s.a.v.'in eşlerinin boşanma ve güzel bir biçimde evliliği sürdürmek arasında serbest bırakılmaları da, Tahrım suresinin tefsirinde ele alınacaktır. Hadisin "Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımlarından birinin yanına gittim ... " bölümü ise "Kitabu'n-nikah" bÖlümünde "Kadınların Kıskançlığı" başlığı altında açıklanacaktır. ÖNEMLİ AÇIKLAMA İbnu'l-Cevzı şöyle demiştir: "Tevrat'a müracaat etmenin yasaklanmasına rağmen, Ömer İbrahim Nebie uymak istemiştir. Çünkü o, Allah Teala'nın onun hakkında "Kuşkusuz ben, seni insanlara önder yapacağım,"[Bakara 124] ayeti ile "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy!" ayetinden haberdar olmuştu. Bu vesileyle, İbrahim Nebie uymanın Muhammed'in tebliğ ettiği dinin de bir parçası olduğunu anlamıştı. Ayrıca Ka'be ona nispet edilmişti. Onun ayak izleri, Makam-ı İbrahim'de mevcuttu. Bu izler, ölümünden sonra yad edilsin diye, binalara asılan ve onları kimin yaptığını gösteren tabelalara benzer. Bu yüzden Ömer, makam-ı İbrahim'de namaz kılmayı, beytullahı tavaf edenlerin burayı inşa edenin ismini okuması olarak düşündü." Bu yorum, Makam-ı İbrahim'de namaz kılmayı gayet güzel bir şekilde izah etmiştir. İbnu'l-Cevzı sözlerine şöyle devam etmiştir: " İbrahim'in ayak izleri hala Makam-ı İbrahim denilen yerde mevcuttur. Mekke halkı bunu bilir. Nitekim Ebu Talib meşhur kasidesinde şöyle demiştir: Durur İbrahim'in ayak izleri capcanlı Bellidir ayakkabısız, yalın ayakların izL" Beyhaki Aişe'den sağlam bir senet ile onun şu sözünü rivayet etmiştir: "Makam-t İbrahim Ebu Bekir zamanında Ka'be'ye bitişiktL Daha sonra Ömer tarafından geriye alındı
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana 'Biliyorsun herhalde! Kavmin Ka'be'yi yeniden yapınca, İbrahim Nebiin koyduğu temelleri daralttı,' dedi. Ben de, 'Ey Allah'ın Elçisi! Onu eski haline çevirmez misin?' diye sordum. O da şöyle buyurdu: Eğer kavmin yeni Müslüman olmuş olmasaydı, elbette bunu yapardım. Abdullah İbn Ömer şöyle demiştir: Elbette Aişe bu sözü Nebiiden işitmiştir. Kanaatimce Nebi'in Ka'be'nin Hicr-Hatim bölgesine bitişik iki köşesini selamlamaması olsa olsa Beytullah'ın İbrahim'in attığı temellerin üzerine inşa edilmemesinden kaynaklanır. Fethu'l-Bari Açıklaması: Taberi şöyle demiştir: İbrahim ile İsmail'in yükselttikleri temellerden maksadın ne olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Bu temelleri ilk defa onlar mı atmıştır, yoksa daha önceden mevcut muydu işte bu husus tartışmalıdır. Bu konuda sahih bir senetle İbn Abbas'tan şöyle bir rivayet nakledilmiştir: "Beytullah'ın temelleri İbrahimiden önce atılmıştı." Ata kanalıyla onun şöyle dediği rivayet edilmiştir: " Adem 'Ya Rabbi! Meleklerin sesini duyamıyorum.' dedi. Allah Teala da, 'Benim için bir ev inşa et! Sonra meleklerin semadaki benim evimi tavaf ettiklerini gördüğün gibi sen de onu tavaf et!' buyurdu. İnsanlar Adem'in Ka'be'yi beş dağdan getirdiği malzemelerle inşa ettiğini iddia etmişlerdir. Daha sonra Ka'be İbrahim tarafından yeniden yapılmıştır. Bu konu ayrıntılı biçimde Nebilerden bahsedilirken " İbrahim Kıssası"nda anlatıldı
- Bāb: ...
- باب ...
Bera İbn Azib'den şöyle dediği nakledilmiştir: " Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Ancak kıblesinin Ka'be olması onun hoşuna giderdi. Bir defasında ikindi namazını kıldı. Onunla birlikte bir cemaat de namaz kıldı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'le namaz kılan insanlardan biri Mescid-i Nebevı'den dışarı çıkıp başka bir mescide gitti. O esnada mesciddeki cemaat rüko. halinde idi. Onlara 'Allah'a yemin ederim ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldım,' dedi. Bunun üzerine cemaat Ka'be'ye doğru döndü. Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesinden önce eski kıble üzerine ibadet ederken vefat eden ve (Allah yolunda) öldürülen kimseler hakkında ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Bunun üzerine Allah Teala, 'Allah sİzİn imanınız! asla zayi edecek değildir. Zira O, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir, '[Bakara, 143] ayetini indirdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlardan Bİr Kısım Kıt Akıllılar: Yönelmekte Oldukları Kıblelerinden Onları Çeviren Nedir? Diyecekler ......es-Süfehaü kelimesi, kıt akıllı anlamına gelen ... kelimesinin çoğuludur. Bu ayette "kıt akıllılar" ifadesiyle kimlerin kastedildiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Bu konuda nakledilen hadisin ravisi Bera ile İbn Abbas ve Mücahid'e göre bu ifadeyle Yahudiler kastedilmiştir. Taberı sahih senetlerle bu görüşü onlardan nakletmiştir. Bu ifade ile kafirler [Mekke müşrikleri], münafıklar ve Yahudiler kastedilmiştir. Şöyle ki; kıble değiştirilince kafirler"Muhammed, kıblemize döndü. Dinimize de dönecektir. Zira o, bizim hak üzere olduğumuzu anladı," dediler. Münafıklar ise, "Eğer Muhammed daha önce hak üzere ise, şu an yöneldiği kıble batıldır. Yok eğer şimdi hak üzere ise, daha önce yöneldiği kıble batıldı," dediler. Yahudiler de, "Muhammed, Nebilerin kıblesine muhalefet etti. Eğer gerçekten Nebi olsaydı, onlara muhalefet etmezdi," dediler. Bu şekilde kıt akıllıların iftiraları çoğalınca aralarında bu ayetin de bulunduğu "Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır, ya da onu unutturursak - ertelersek ... "[Bakara 106] ayetinden "Sakın onlardan korkmayın! Yalnız Ben'den korkun!"[Bakara 150] ayetine kadarki Kur'an ayetleri nazil oldu. "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru on altı ya da on yedi ay kadar namaz kıldı." Hadisin bu kısmının aıklaması daha önce "Kitabu'l-ıman" bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd el-Hudri'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kıyamet günü nuh aleyhisselam çağrılacak. O hemen, 'Ya Rabbi! Emrine icabet edip divanına geldim, fermanına amadeyim," diyecek. Bunun üzerine Allah Teala ona, "Tebliğde bulundun mu?" diye soracak. Nuh Nebi, 'Evet' diye cevap verecek. Bu defa kavmine, 'Size tebliğ etti mi?' diye soracak. Fakat onlar, 'Bize hiç uyarıcı gelmedL' şeklinde cevap verecekler. Bunun üzerine Allah Teala Nuh Nebi'e 'Sana kim şahitlik edecek?' diye soracak. O da, 'Muhammed, Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ümmeti' şeklinde cevap verecek. Bunun üzerine Muhammed ve ümmeti onun tebliğde bulunduğuna dair şahitlik edecek. Aynı şekilde Muhammed size de şahitlik edecektir. Bu durum şu ayeti kerimede bildirilmektedir: İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resulün de, size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık. [Bakara 143] Bu ayette geçen ........vasatan kelimesi mutedil manasına gelir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resulün de, size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık." Bu ayetin açıklaması "Kitabu'l-i'tisam" bölümünde yapılacaktır. وسطا vasata" Taberı bu kelimenin izahı ile ilgili olarak şöyle demiştir: .....vasata, Arap dilinde "üstün" manasına gelir. Mesela birinin değerini yükseltmek istedikleri zaman .....felanun vasata fi kavmihi ve vasıtun denir .. Kanaatime göre bu ayette geçen وسطا kelimesi, "iki taraf arasında bulunan" anlamına gelir. Buna göre Muhammed ümmeti, dinde mutedil bir çizgide oldukları için .....vasat olarak isimlendirilmiştir. Çünkü onlar, ne Hıristiyanlar gibi aşırılığa gitmişler, ne de Yahudiler gibi taksirde bulunmuşlardır. Aksine onlar orta yolu takip edip mutedil bir çizgide devam etmişlerdir." Kanaatime göre ayette geçen .... kelimesinin "aracılık etmek" manasına uygun olması, bu kelimeden başka bir mananın kastedilmediği anlamına gelmez. Nitekim bu hadis, bunu göstermektedir. Dolayısıyla hadis ile ayetin manası arasında herhangi bir çelişki yoktur. Doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "İnsanlar Kuba Mescidi'nde sabah namazını kılıyordu. Bu esnada biri geldi ve 'Allah, Nebiine Ka'be'ye yönelmesi için ayet indirdi, o halde, Ka'be'ye yönelin!' dedi. Bunun üzerine insanlar Ka'be'ye döndü." "Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin kıbleyi Biz, ancak Nebi'e uyanı, ökçeleri üzerine geri dönenlerden ayırt etmek için kıble yaptık." İmam Buharı bu ayeti zikrettikten sonra, İbn Ömer'den nakledilen rivayeti aktarmıştır. Bu rivayetin açıklaması ise, "Kitabu's-salş.t"ın baş tarafında ayrıntılı biçimde yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İki kıbleye doğru namaz kılanlardan, benim dışımda kimse kalmadı." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İki kıbleye doğru namaz kılanlardan, benim dışımda kimse kalmadı." Bu ifade şu anlama gelir: Hem Kudüs'e, hem de Ka'be'ye doğru namaz kılan, benim dışımda kimse kalmadı. Bu söz, Hz. Enes'in iki kıbleye doğru namaz kılan sahabilerden en son vefat eden olduğuna işaret eder. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Enes, bu sözü kıblenin değişmesinden sonra Müslüman olan sahabller hayatta iken söylemiştir. Hz. Enes Basra'da en son vefat eden sahabidir. Ali İbn el-Medini, Bezzar ve daha başka alimler böyle söylemiştir İbn Abdilberr ise şöyle demiştir: "O, mutlak olarak en son vefat eden sahabidir. Ondan sonra sadece Ebu't-Tufeyl kalmıştı." İbn Abdilberr aynen böyle demiştir. Fakat bu söz tartışmaya açıktır. Çünkü bir çok aHmin tespit ettiğine göre badiyede yaşayan bir sahabı Enes'ten sonra vefat etmiştir. Enes ise, bir görüşe göre h. 90, bir diğer görüşe göre h. 91 ve bir başka görüşe göre ise, h. 93 yılında vefat etmiştir. Bu sonuncu görüş, onun vefat tarihi hakkında ileri sürülen en isabetli görüştür. Vefat ettiği zaman Enes, sahih olan görüşe göre 103 yaşında idi. Daha uzun ve daha kısa yaşadığına dair görüşler de mevcuttur. "İşte şimdi, seni memnun olduğun kıbleye döndüreceğiz." nebi'in döndürüleceği bble, Ka'be'ydL Hakim İbn Ömer'den bu ayet hakkında şunları rivayet etmiştir: "nebi'in hoşnut olduğu kıble, Ka'be'nin oluğunun bulunduğu istikamettL" İbn Ömer, oluğun Medinelilerin kıble istikametinde bulunmasından dolayı böyle demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Kuba'da insanlar sabah namazını kılarken adamın biri gelip 'Bu gece Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir ayet indi ve Ka'be'ye yönelmesi emredildi. Haydi siz de ona yönelin!' dedi. O esnada insanların yüzleri Şam tarafına dönük idi. (Bu söz üzerine) hemen yüzlerini Ka'be'ye çevirdiler
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanlar Kuba'da sabah namazını kılarken biri geldi ve 'Bu gece Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir ayet indirdi ve Ka'be'ye yönelmesi emredildi. Haydi siz de ona yönelin!' dedi. Cemaatin yüzü Şam'a yönelikti. (Bu söz üzerine) hemen yüzlerini Ka'be'ye çevirdiler
- Bāb: ...
- باب ...
Bera'dan şöyle dediği nakledilmiştir: "nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte on altı ya da on yedi ay Beyt-i Makdis'e doğru namaz kıldık. Sonra Allah Teala onu kıble istikametine çevirdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "İnsanlar Kuba'da sabah namazını kılarken, yanlarına biri geldi ve 'Bu gece bir ayet nazil oldu ve Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ka'be'ye doğru yönelmekle emrolundu. Haydi söz de ona doğru yönelin!' dedL Onlar da, bulundukları hali bozmadan ters dönüp Ka'be'ye yöneldiler. Bundan önce insanların yüzü Şam'a yöneliktL
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "İnsanlar Kuba'da sabah namazını kılarken biri onlara gelip 'Bu gece Nebi'e vahiy indi ve Ka'be'ye yönelmesi emredildi. Haydi siz de ona doğru yönelin!' dedi. Cemaatin yüzü Şam'a yönelikti. (Bu söz üzerine) hemen kıbleye yöneldiler
- Bāb: ...
- باب ...
Hişam İbn Urve babasından şöyle nakletmiştir: "Henüz yeni delikanlı olduğum bir dönemde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Hz. Aişe'ye şöyle dedim: Allah Teala'nın 'Şüphe yok ki, Safa ile Merve, Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı hacceder veya umre yaparsa bu ikisi arasında gidip gelmesinde bir günah yoktur,' [Bakara 158] buyruğu hakkında ne dersin? Ben, bu tepeler arasında say yapmayan (gidip gelmeyen) birine herhangi bir günah yazılmayacağını düşünüyorum. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle dedi: Bu düşünce kesinlikle yanlıştır. Eğer senin söylediğin gibi olsaydı, ayeti kerime 'Bunlar arasında gidip gelmemesinde kendisine bir günah yoktur,' şeklinde olurdu. Kuşkusuz bu ayet, ensar hakkında nazil olmuştur. Onlar, Kudeyd yakınlarında bulunan Menat adlı bir putun adım anarak ihrama girerler, Safa ile Merve arasında say yapmaktan geri dururlardı. İslam dini zuhur edince Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bunun hükmünü sordular. Bunun üzerine Allah Teala, 'Şüphe yok ki, Safa ile Merve, Allah'ın koyduğu nişanlardandır. Her kim Beytullah'ı hacceder veya umre yaparsa bu ikisi arasında gidip gelmeSinde kendisine bir günah yoktur,' ayetini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Asım İbn Süleyman'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Enes İbn Malik'e Safa ve Merve tepelerinin durumunu sordum. O da şöyle cevap verdi: Biz onlar arasında say yapmanın cahiliyye ad eti olduğunu düşünüyorduk. Bu yüzden İslam dini gelince, bundan geri durduk. Bunun üzerine Allah Teala, 'Şüphe yok ki, Safa ile Merve ... ' ayetini indirdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas, .....es-safvanu sözcüğünün "taş" manasına geldiğini söylemiştir." Bu rivayeti Taberi, Ali İbn Ebi Talha kanalıyla nakletmiştir. Ayrıca Hz. Aişe'den nakledilen hadisi bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak zikretmiştir. (Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-Hac" bölümünde geçmişti)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah [İbn Mes'ud]'dan şöyle nakledilmiştir: "Nebi birşey söyledi, ben de birşey söyledim. O 'her kim Allah'ın dışında [O'na] denk [tuttuğu] birine ibadet ederken ölürse cehenneme girer,' buyurdu. Ben de 'Her kim, Allah'a ortak koşmadan ölürse cennete girer,' dedim." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını O'na denk tanrılar edinir de, onları Allah'ı sever gibi severler.[Bakara 165] İmam Buharı bu ayetin tefsıri başlığı altında İbn Mes'ud'dan nakledilen hçıdisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-cenaiz"in baş tarafında geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İsrailoğullarında kısas uygulaması vardı. Onlarda diyet yoktu. Fakat bu ümmet için Allah Teala 'Öldürülenler hakkında size kısas farz kıldı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar 'bağışlanırsa ... ' ayetini indirdi. Bu ayette geçen 'bağışlanırsa' ifadesi kasten öldürmelerde, öldürülenin velisinin diyete razı olması anlamına gelir. "Artık (taraflar) hakkaniyete uymalı" Yani öldürülenin velisi hakkaniyete uyar, öldüren de ona, diyeti güzellikle öder. "Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir." Yani bu hüküm, sizden önceki ümmetiere getirilen yükümlülüklere göre daha kolaydır ve bir rahmettir. "Her kim bundan sonra haddi aşarsa, muhakkak onun için elem verici bir azap vardır." Yani diyeti kabul ettikten sonra öldüreni öldüren için elem verici bir azap vardır." Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Nebi şöyle buyurmuştur: "Allah'ın farz kıldığı kısastır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten nakledildiğine göre halası Rubeyyi' bir kız çocuğunun ön orta kesici dişini kırmıştl. Rubeyyi'nin kabilesi kız çocuğundan kısastan vazgeçmesini talep etti. Ancak onun kabilesi kısasta ısrar etti. Bu defa diyet (para cezası) ödemeyi teklif ettiler. Karşı taraf yine reddetti. Bunun üzerine taraflar Allah Resıllü'ne saIJaIJahu aleyhi ve seIJem geldi. Mağdur olan taraf kısasta ısrar etti. Dolayısıyla Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kısasla hükmetti. Bunun üzerine Enes İbn Nadr 'Ey Allah'ın Elçisi! Rubeyyi'nin ön orta kesici dişleri kırılacak mı? Hayır, seni hak ile gönderene yemin ederim ki, onun ön orta kesici dişleri kırılmaz,' dedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Ey Enes! Allah'ın farz kıldığı kısastır,' buyurdu. Bu arada mağdur olan taraf kısastan vazgeçti. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah'ın kulları arasında öyleleri vardır ki, Allah adına yemin ettikleri zaman Allah onların yeminlerini boşa çıkarmaz." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İsrailoğullarında kısas uygulaması vardı ... " Bu hadisin açıklaması "Kitabu'd-diyat" bölümünde yapılacaktır. Hattabı şöyle demiştir: "Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir," ayetinin tefsır edilmesi gerekir. Çünkü "bağışlanırsa (....ufiye)" sözcüğü, hakkın yerine gelmesi talebinin ortadan kalkması anlamına gelir, Fakat "uymalı (....ittiba')" ifadesi ne anlama gelir? Bu soruya şu şekilde cevap verilmiştir: Ayeti kerimede geçen "bağışlanırsa (...ufiye)" ifadesi diyet karşılığında kısastan vazgeçilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Bu durumda ayet gereğince diyet istenir. Buna göre kısas hakkı bulunan bazı kimseler bu hükmün muhatabı olurlar. Onlardan biri öldüreni bağışlarsa, diğerlerinin hakkı kısastan diyete dönüşür ve herkes kendi diyet hakkını talep eder
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Cahiliyye insanları aşura günü oruç tutarlardı. Ramazan orucu farz kı lınınca [Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem] 'İsteyen aşura orucunu tutsun, isteyen tutmasın,' buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Aşura orucu Ramazan [orucunun farz kılınmasın]dan önce tutulurdu. Ramazan orucu farz kılınınca [Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem] 'İsteyen aşura orucunu tutsun, isteyen tutmasın,' buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Alkame'nin Abdullah [İbn Mes'tld]dan naklettiğine göre, bir defasında Eş'as Abdullah'ın yanına gelmişti. O esnada Abdullah yemek yiyordu. Bunun üzerine Eş'as ona, 'Bugün aşura günüdür,' dedi. Abdullah İbn Mes'tld da şöyle karşılık verdi: Aşura orucu Ramazan orucu farz kılınmadan önce tutulurdu. Ramazan orucu farz kılınınca Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'İsteyen aşura orucunu tutsun, isteyen tutmasın,' buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: Cahiliye döneminde Kureyşliler Aşura orucu tutarlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bu orucu tutardı. Medine'ye gelince bu orucu tutmaya devam etti ve tutulmasını da emretti. Farz olan Ramazan orucunun tutulmasına dair ayet inince aşura orucu terkediidi. Dileyen bu orucu tuttu dileyen tutmadı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetIere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki, korunursunuz," ayetinin tefsıri", Bu ayette geçen ....kütibe (yazıldı) fiili, farz kılındı anlamına gelir. [Ayette yazıldı denildiğine göre üzerine yazılan bir yerin olması gerekir.] İşte bu yerden maksat "levh-i Mahfuz"dur. ....kema (gibi) Bu ifadede kef harfinin delalet ettiği teşbih hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre bu benzetme, tıpa tıp bir benzetmedir. Buna göre ramazan orucu bizden önceki ümmetiere de farz kılınmıştır. Bazılarına göre ise bu benzetme, sadece oruç açısından yapılmıştır. Orucun vaktini ve kaç gün tutulacağını kapsamaz. Bu ikinci görüşe göre, söz konusu benzetme oruç açısından yapılmıştır. Çoğunluğun görüşü de bu doğrultudadır. İbn Ebi Hatim ve Taberı, Mufu, İbn Mes'Od ve başka bir sahabı ve tabiun kanalıyla bu görüşü müsned olarak nakletmişlerdir. Dahhak ise bu rivayete "Oruç, nuh döneminden itibaren dinin bir emri olarak sürmektedir," ilavesinde bulunmuştur. "Umulur ki korunursunuz," ifadesi, bizden önceki ümmetiere orucun farz kılınmasının, onların sorumlu tutulduğu ağır yükümlülükler kabilinden olduğuna işaret eder. Orucun bu ümmete farz kılınması ise, isyankar davranışlardan korunmaları ve orucun kötülükler ile insanlar arasında bir engel teşkil etmesi gayesine yöneliktir. Bu yoruma göre .....tettekun (korunursunuz) fiilinin nesnesi (mefIOlü) mahzOftur. Takdiri ise, "kötülüklerden veya yasaklardan korunursunuz" şeklindedir. Bu hadis, aşura orucunun, Ramazan orucunun farzkılınmasından önce farz olduğuna, daha sonra bunun neshedildiğine delilolarak getirilmiştir. Bu konudaki ayrıntılı açıklama "Kitabu's-sıyam" bölümünün sonlarına doğru yapılmıştı. Bu hadisin, bu başlık altında zikredilmesi, İmam Buharıinin yukarıda bahsettiğimiz ikinci görüşe meylettiğine işaret eder. Şöyle ki; eğer Ramazan orucu bizden önceki ümmetiere de farz kılınmış olsaydı, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha baştan bu orucu tutar, aşura orucunu tutmazdı. Öyle anlaşılıyor ki, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in aşura orucunu tutması, tevklfl bir hükme dayanmaktadır. Onun bu orucu tutmasının farz ya da nafile olduğu konusunda alimlerin ihtilaf etmesi, bu konuda bizim düşüncelerimize zarar vermez
- Bāb: ...
- باب ...
Ata, İbn Abbas'ın bu ayeti وعلى الذين يطوقونه فدية طعام مسكين ale'lIezine yutavvekunehu fidyetun taamu miskın şeklinde okuduğunu işittiğini nakletmiştir. İbn Abbas şöyle demiştir: "Bu ayet mensuh değildir. Zira bu ayet ile, oruca gücü yetmeyen ve oruç tutamadığı her gün için bir yoksulu doyuran yaşlı erkek ve kadınlar kastedilmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ata şöyle demiştir: 'Kişi, Allah Teala'nın buyurduğu gibi her türlü hastalıktan dolayı oruç tutmayabilir." Abdurrezzak İbn Hemmam bu rivayeti İbn Cüreyc kanalıyla zikretmiştir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: İbn Cüreyc "Ata'ya kişi, hangi rahatsızlıktan dolayı oruç tutmayabilir?" diye sordum. O da, "her türlü hastalıktan dolayı oruç tutmayabilir," şeklinde cevap verdi. Ben, "Kişi oruç tutarken rahatsızlanırsa, orucunu bozabilir mi?" diye sordum. Oda "Evet," diye cevap verdi. Selef uleması, mükellefin hangi hastalıklardan dolayı oruç tutmayacağı konusunda ihtilaf etmiştir. Çoğunluğa göre, su olmasına rağmen teyemmüm alınmasını mübah hale getirecek bir rahatsızlıktan dolayı kişi oruç tutmaz. Bir başka ifade ile, oruca devam ettiği takdirde canından endişe eden veya organlarından birine zarar gelmesinden ya da başına gelen rahatsızlığın ilerleyip sürmesinden korkan kimse oruç tutmaz. Bu konuda İbn SIr1n şöyle demiştir: "İnsan, hastalık adı verilen hallerde oruç tutmayabilir." Onun bu görüşu Ata'nın görüşüne benzemektedir. Hasan-ı Basrı ve Nehaı'ye göre ise kişi, ayakta namaz kılamayacak kadar hasta olduğu zaman oruç tutmaz. (......yutavvekune) İbn Mes'ud'un kıraatı da böyledir. Nesaı, İbn Ebı Nüceyh kanalıyla Amr İbn Dinar'dan şöyle nakletmiştir: ......yutavvekunehu, orucu üstlenmek anlamına gelir." Bu yorum gayet güzeldir. Bununla şu mana kastedilmiştir: "Onlar orucun güçlüğüne katlanmayı üstlenmişlerdir." "İbn Abbas şöyle demiştir: "Bu ayet mensuh değildir. Zira bu ayet ile oruca gücü yetmeyen ve oruç tutamadığı her gün için bir yoksulu doyuran yaşlı erkek ve kadınlar kastedilmiştir." İbn Abbas'ın görüşü böyledir. Ancak çoğunluk bu konuda ona muhalefet etmiştir. Onun bu sözünden sonra zikredilen hadiste, bu ayetin neshedildiğini gösteren bilgiler mevcuttur. Bu kıraat (o,j j.bjyutavvekunehu kıraati), meşhur kıraatteki .....yutikune fiilinin önündeki olumsuzluk edatı .....la'nın hazfedildiğini, dolayısıyla ayetin anlamını "Oruca güç yetiremeyenlerin fidye vermesi gerekir," şeklinde olduğunu iddia edenlerin yorumunu zayıf hale getirmektedir. Bu yorum, çoğunluğun .ı,j}.;!yutlkOnehQ ifadesindeki zamirin oruca döndüğü görüşünde olduğunu gösterir. Buna göre ayetin manası şöyledir: "Oruca güç yetirenler fidye vermek zorundadır." Halbuki fidye, oruca güç yetirenlere farz değildir. Sadece oruç tutamayanlara farzdır. Bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Bu ifadede hazif vardır. Takdiri ise şu şekildedir: "Oruca güç yetirenler, oruç tutmadıkları takdirde fidye vermek zorundadır." Çoğunluğa göre orucun farz kılındığı ilk zamanlarda uygulama bu şekilde idi. Daha sonra bu hüküm neshedildi ve fidye verme, oruç tutamayan güçsüz kimselere ait bir hükme dönüştü. Nitekim bu konuyla ilgili olarak "Kitabu's-Sıyam"da İbn Ebı Leyla'dan şu hadis nakledilmişti: "Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının anlattığına göre, Ramazan orucu farz kılınınca, bu hüküm insanlara ağır geldi. Bu yüzden oruç tutabilecek güçte olan insanlardan bir kısmı, oruç tutmayıp yerine her gün bir yoksulu doyurdu. Bu konuda onlara ruhsat verilmişti. Daha sonra 'Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır, '[Bakara 184] ayeti bu hükmü neshettL" İbn Abbas'ın kıraatine göre ise, burada nesih yoktur. Çünkü onun kıraatine göre bu ayet, zorlanarak oruç tutanlara fidye vermeyi zorunlu hale getirmektedir. Buna göre oruca gücü yetmeyenıer, oruçlarını bozar, ancak buna keffaret olarak fidye verirler. Bu hüküm de kıyamete kadar bakidir. Bu hadis, İmam Malik ve ona tabi olanların aksine, yaşlı ve yaşlılar hükmünde olan kimselerin oruç tutmakta zorlandıkları vakit, oruç tutmayıp yerine fidye verebileceğini ileri süren İmam Şafii ve onu takip edenler için delil teşkil eder. Hamile ve emzikli kadınlar ile yaşlılıktan dolayı oruç tutamayan, ancak daha sonra orucu kaza etmek için derman bulan kimselerin durumu hakkında ihtilaf edilmiştir. İmam Şafii ile Ahmed İbn Hanbel, bu kimselerin hem oruçlarını kaza edip hem de fidye vermeleri gerektiğini ileri sürmüştür. Evzaı ve KOfeliler [Hanefiler] ise, kazanın yeterli olduğu, fidyeye gerek olmadığı görüşünü benimsemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Rivayete göre İbn Ömer, " فدية طعام مساكين [Oruç tutmayanlara] yoksulları doyurma fidyesi gerekir,)" ayetini okumuş ve "Bu ayet neshedildi," demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Seleme'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Oruca güç yetirenlerin [oruç tutmadıklan takdirde] bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi gerekir, "[Bakara 184] ayeti nazil olunca isteyenler, oruç tutmaz, oruç tutmak yerine fidye verirdi. Nihayet bir sonraki ayet nazil oldu ve bu uygulamayı neshetti. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bu ayet neshedildi." Bu ifade, nesih iddiası konusunda son derece açıktır. İbnu'l-Müozır, "Oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır,"[Bakara 185] ayetinden hareketle bu görüşü terCih edip şöyle demiştir: "[Nesih iddiası daha tercih e şayandır.] Eğer bu ayet oruç tutacak gücü olmayan yaşlı kimseler hakkında olsaydı, oruca güç yetiremedikleri için onlara yönelik olarak Oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır,"[Bakara 185] demek uygun olmazdı. "Ramazan' ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.' Oyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermeSinekarşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu İshak'tan şöyle nakledilmiştir: "Bera'nın şöyle dediğini işittim: Ramazan orucu farz kılınınca, insanlar Ramazan boyunca hanımlarına yaklaşmıyardu. Bazı insanlar kendilerine kötülük ediyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala, 'Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sİzİ bağışladı. i ayetini indirdi." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ramazan orucu farz kılınınca, insanlar Ramazan boyunca hanımlarına yaklaşmıyardu." "Kitabu's-sıyam"da yine Bera'dan nakledilen hadise göre ashabı kiram Ramazan akşamlarında uyuduktan sonra ne yemek yiyor ne de bir şeyler içiyordu. Bu ayet de buna binaen inmişti. Yine orada belirtildiği gibi bu ayetin iki durum için birden nazil olduğu açıklanmıştı. Bu konuda zikredilen hadise göre, cinsel ilişki Ramazan boyunca gece ve gündüz yasaklanmış idi. Yeme ve içmeye ise, uyumadan önce sadece akşamları izin verilmişti. Ancak bu hususta zikredilen diğer hadisler, bu iki husus arasında bir fark olmadığını gösterir. Nitekim biraz sonra bu rivayetleri vereceğiz. Bu durumda Bera'nın "İnsanlar Ramazan boyunca hanımlarına yaklaşmıyordu," sözü rivayetler uzlaştırarak genel biçimde anlaşılabilir
- Bāb: ...
- باب ...
Adiyy'den şöyle naklediimiştir: "Adiyy bir beyaz, bir de siyah iplik almıştı. Gecenin bir bölümünde, onlara bakmış, fakat ipleri birbirinden ayırt edememişti. Sabah olunca [nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelip] şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Elçisi! [siyah ve beyaz ipliği alıp] yastığımın altına koydum,' Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Öyleyse, beyaz ve Siyah ipliği yastığının altına koyduğuna göre yastığın epeyce genişmiş
- Bāb: ...
- باب ...
Adiyy İbn Hatim'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: 'Ey Allah'ın Elçisi! Beyaz ipliği n siyah iplikten ayrılması ne demek? Bundan maksat gerçekten [beyaz ve siyah] ip mi?' diye sordum. O da 'Eğer, bunların ip olduğunu düşünüyorsan, amma da geniş kafalısm.' diye cevap verdi. Sonra şöyle buyurdu: Hayır. Bunlardan maksat gecenin karanlığı ile gündüzün beyazlığıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'den şöyle nakledilmiştir: "Önce 'Beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edinceye kadar yiyin, için!' ayeti nazil oldu. O zaman من الفجر mine'l-fecri (Sabahın) kaydı inmemişti. İnsanlar oruç tutmaya niyetlenince içlerinden biri ayaklarına beyaz ve siyah iplik bağladı. Onlar birbirinden seçilinceye kadar yiyip içmeye devam etti. Bunun üzerine Allah Teala ayetin من الفجر mine'l-fecri (Sabahın) kısmını indirdi. Bu sayede bu ayetin, gecenin gündüzden ayrılması manasına geldiğini anladılar
- Bāb: ...
- باب ...
Bera'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnsanlar cahiliyye döneminde ihrama girdikleri zaman, evlerine arka taraftan girerlerdi. Bunun üzerine Allah Teala, 'İy,i davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lakin iyi davranış, korunan ve (ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun! Umulur ki, kurtuluşa erersiniz. [Bakara 189] ayetini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Rivayete göre İbn Zübeyr'in neden olduğu fitnenin baş gösterdiği sırada İbn Ömer'e iki adam gelip, "İnsanlar (ihtilaflar içinde) kayboldular. Sen ki, İbn Ömer'sin, Nebi s.a.v.’in sahabisisin Neden yaşananlara sessiz kalıyorsun?" dediler. İbn Ömer de, "Allah Teala'nın kardeşimin kanını (dökmeyi) haram kılması beni, [başkaldırmaktan] alıkoyuyor," diye cevap verdi. Bu defa adamlar, "Peki Allah Teala, 'Fitne tamamen yok edilinceye kadar onlarla savaşın!' buyurmuyor mu?" diyerek itiraz ettiler. Bunu üzerine o, şöyle dedi: Fitne tamamen ortadan kalkıp din de sadece Allah'a mahsus oluncaya kadar savaştık. Şimdi siz, fitne çıkması ve dinin Allah'tan başkasına ait olması için savaşmak istiyorsunuz
- Bāb: ...
- باب ...
Huzeyfe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah yolunda harcayın! Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!" ayeti [Allah yolunda] infak hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Tehlike ile helak aynı anlama gelir." Bu tefsır Ebu Ubeyde tarafından yapılmıştır. İmam Buharı Ebu Ubeyde'nin tefsirini zikrettikten sonra, bu ayetin infak hakkında nazil olduğunu belirten Huzeyfe hadisini nakletti. Bu hadis, söz konusu ayetin Allah yolunda infak etmenin terk edilişi hakkında indiğini bildiriyor. Huzeyfenin bu sözü, İmam Müslim, Nesaı, Ebu Davud, Tirmizı, İbn Hibban ve Hakim'in Eslem İbn Imran kanalıyla Ebu Eyyub el-Ensarı'den naklettikleri şu hadisi açıklamaktadır: "Biz İstanbul kuşatmasındaydık. Bir ara, büyük bir Rum birliği karşımıza çıktı. Müslümanlardan biri Rum saflarına doğru harekete geçti ve onların aralarına daldı. Sonra dönüp geldi. Bunu gören insanlar 'Suphanallah! Kendi kendini tehlikeye attı!' diye bağırdılar." Sonra Ebu Eyyub şöyle dedi: "Ey İnsanlar! Siz bu ayeti, bu şekilde yorumluyorsunuz. Muhakkak ki bu ayet, bizim hakkımızda yani Ensar hakkında indi. Cenab-ı Allah dinini güçlendirip ona sahip çıkanları çoğaltınca, içimizden 'Mallarımız zayi oldu. Başlarında dursak ve onlarla ilgilensek hiç zayi olmazdı.' dedik. Bunun üzerine Allah Teala bu ayeti indirdi. Gerçek tehlike bizim arzuladığımız malın başında beklemektir." İbn Abbas ve tabiundan bir grup müfessirden sahih bir senetle bu ayet hakkında buna benzer rivayetler nakledilmiştir. İbn Cerir ve İbn Münzir sahih bir senetle Müdrik İbn Avf'ın şöyle dediğini nakletmişlerdir: "Ben Hz. Ömer'in yanında idim. Ona şu olayı anlattım: Benim bir komşum vardı. Savaşta kendisini (düşman saflarına) attı, ve öldürüldü. İnsanlar 'Kendi eliyle kendisini tehlikeye attı,' dediler. Ömer de şöyle dedi: O insanlar yalan söylemişler. Zira o, dünyayı verip ahireti satın almıştır." Tek kişinin çok sayıda düşman askerine karşı hücuma kalkması konusunda çoğunluk şöyle düşünmektedir: Bu şekilde hücuma kalkmak, kişİnin aşırı cesaretinden, bu fiiliyle düşmanı korkutacağı veya Müslümanları onlara karşı cesaretlendireceği düşüncesinden ya da buna benzer düzgün bir gayeden dolayı olursa güzel bir davranıştır. Tedbirsizce saldırıdan ibaret ise bu haramdır. Özellikle de onun bu davranışı, Müslümanların güvenlerini yitirmesine neden olacaksa tartışmasız böyle davranmak haramdır. Doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdui1ah İbn Ma'kıl'ın şöyle dediği naklediimiştir: "Bu mescidde (Küfe Mescidi) Ka'b İbn Ucra'nın yanına oturdum. Ona 'Oruç fidyesi gerekir,' ayetinin tefsirini sordum. O da şöyle cevap verdi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına götürüldüm. Bu esnada bitler yüzüme dökülüyordu. Bana 'Galiba, bit1er yüzünden dermansız kalmlşsın. Bir koyuna gücün yetmez mi?' diye sordu. Ben 'Hayır' diye cevap verince '[O zaman] üç gün oruç tut veya altı yoksulu doyur. Her birine yarım sa' miktarı yiyecek ver ve başını tıraş et!' buyurdu. Bu ayet sadece benim hakkımda nazil oldu. Ancak sizin için de geçerlidir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Sizden her kim hasta olursa, yahut başında bir rahatsızlığı varsa ... ayetinin tefs!ri." İmam Buhar! bu başlık altında, söz. konusu ayetin iniş nedeni olarak Ka'b İbn Ucra'dan nakledilen hadisi zikretti. "Kitabu'l-hacc" bölümünde bu hadisin açıklaması ayrıntılı biçimde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İmran İbn Husayn'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah'ın kitabında temettu' haccı ile ilgili ayet indi. Biz de Allah Resulü ile birlikte bu şekilde haccettik. Bunu haram kılan bir ayet nazil olmadı. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefat ettiği zaman bu hac yasaklanmamıştı. Ancak adamın biri, kendi kafasından dilediği gibi konuşuyor." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse ... ayetinin tefsıri." İmam Buhar! bu başlık altında İmran İbn Husayn'dan nakledilen hadise yer verdi. Bu hadis temettu' haccını konu edinir. Bu rivayetin açıklaması ile- "adamın biri" ifadesinden maksadın Hz. Ömer olduğu daha önce geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Ukaz, Mecenne ve Zü'j-mecaz cahiliyye döneminde kurulan fuarlardı. Müslümanlar hac mevsiminde (bu yerlerde) ticaret yapmayı günah sayıp (bundan sakındılar). Bunun üzerine şu ayet indi: "(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur." Fethu'l-Bari Açıklaması: "(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden gelecek bir lütfu (kazancı) aramanızda size herhangi bir günah yoktur," ayetinin tefs!ri" İmam Buhar! bu başlık altında İbn Abbas'tan nakledilen hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması ayrıntılı biçimde "Kitabu'l-hacc"da geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kureyşiiler ve onların dinini benimseyenler Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Onlar Hums olarak isimlendirilirdi. Diğer Araplar ise Arafat'ta vakfe yaparlardı. İslam dini zuhur edince; Allah Teala Nebiine Arafat'a gidip orada vakfe yapmasını, sonra oradan (Müzdelife'ye doğru) harekete geçmesini emretti. Nitekim şu ayet bum gösterir: "Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın!"[Bakara]
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Kişi, Mekke'de ihramlı olmadığı sürece Hac için ihrama girinceye kadar Ka'be'yi tavaf eder. Arafat'a gidince gücü nispetinde, deve, sığır veya koyun hediye (kurban) olarak sunar. Bunlardan dilediğini tercih eder. Eğer bunlardan birine gÜç yetiremiyorsa, üç gün oruç tutması gerekir. Bu oruçları Arafat'a Çıkacağı günden önce tutar. Ancak üçüncü orucu Arafat gününe rastlarsa bunda bir sakınca yoktur. Daha sonra (Arafat'a) hareket eder. Burada, ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar vakfe yapar. Daha sonra insanlar Arafat'tan ayrılsın. Buradan ayrılıp hayrın arandığı Cem'e (Müzdelife - Meş'aru'l-haram) gelinceye kadar sel gibi aksınlar. Sonra sabaha kadar sürekli Allah'ı zikredip, tekbir ve tehlll getirsinler. Daha sonra insan seli gibi aksınlar. Zira insanlar, adeta bir sel gibi akarlardı. Allah Teala da şöyle buyurmuştur: 'Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın! Allah'tan mağfiret dileyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir. '[Bakara 199] Şeytan taşlamaya kadar bu şekilde hareket edin." Fethu'l-Bari Açıklaması: Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın! ayetinin tefs!ri İmam Buhar! bu başlık altında Hz. Aişe'den "Kureyşiiler ve onların dinini benimseyenler Müzdelife'de vakfeye dururlardı," hadisini nakletti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-hac< da geçmişti. "Kişi Mekke'de ihramlı olmadığı sürece Hac için ihrama girinceye kadar Ka'be'yi tavaf eder." Burada Mekke'de ikamet edenler ile umre için ihrama girip daha sonra ihramdan çıkanlar kastedilmiştir. "Üç gün oruç tutması gerekir. Bu oruçları Arafat'a çıkacağı günden önce tutar." Ayetin mutlak manasının bu şekilde takyit edilmesi İbn Abbas tarafından yapılmıştır. "Burada ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar vakfe yapar." Hadiste geçen i ....zalam (karanlık) ifadesi, güneşin batmasıyla birlikte meydana gelen karanlığı ifade eder. İbn Abbas "ikindi namazından" sözü ile, her şeyin gölgesinin kendi misli kadar olduğu ikindi namazının başlangıç vaktini ifade ediyor olabilir. Bu zaman, kaylule (öğle uykusu) vaktinin sona erdiği ve rahatlığın meydana geldiği bir andır. Böylece hacı adayının dinç bir şekilde vakfe yapması hedeflenmiştir. Belki de İbn Abbas bu sözü ile, ikindi namazından sonraki bir vakti kastetmiştir. Buna göre vakfe, cem-i takdim ile öğle namazının peşi sıra kılınan ikindi namazından sonra yapılır. Buna göre bu ifade din tarafından öngörülen vakfenin başlangıç zamanını gösterir. İbn Abbas'ın "güneş batıncaya kadar" ifadesi ise, efdal olana göre hareket edilmesine işaret eder. Zira vakfe zamanı fecir vaktine kadar devam eder. "Cem'" Müzdelife'nin bir diğer adıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayet edildiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu şekilde dua ederdi: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabmdan koru! Hadisin geçtiği diğer yer: 6389. Bu hadis ayrıntılı biçimde "Kitabu'd-deavat"ta gelecek inşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu naklediimiştir: "Allah'ın hiç sevmediği kimse, aşırı tartışmacı olan kimsedir." Fethu'l-Bari Açıklaması: ألد Eleddu kelimesi, şiddetli tartışma anlamına gelen .....el-Lededü kökünden ism-i tafdll sıgasında türetilmiş bir kelimedir. الخصام el-Hısamu ise......elhasm sözcüğünün çoğuludur. Tekillik çoğulluk açısından bu kelime,-.........kelb (köpek) ve ......kilab (köpekler)'e benzer. Bu durumda .......e1eddQ'I-hlsam ifadesi, tartışmacıların en ileri gideni anlamına gelir. .....el-Hısamü kelimesinin, müfaale babından masdar olma ihtimali de vardır. Tıpkı 1.9!katele fiilinin masdarının .....kıtal şeklinde geldiği gibi. Bu durumda ayetin takdiri şu iki şekilden biri ile yapılır: a)......ve hasemehu eşedü'l-hısamı (Onunla çok tartışt1.) b).......ve hüve eşeddü zevi'l-hlsaml muhasemeten (O tartışmaClların en fazla tartışmaya düşkün alanıdır.) Bu hadisin açıklaması, "Kitabu'l-ahkam"da yapllacaktır.[Kitabu'l-ahkam]
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Cüreyc'in İbn Ebı Müleyke'den nakletliğine göre İbn Abbas, "Nihayet Nebiler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada {حتى إذا استيأس الرسل وظنوا أنهم قد كذبوا} "[Yusuf 110] ayetini كذبوا kuzibu fiilindeki ..zel harfinin şeddesi olmadan okumuş. Bu ayeti Bakara suresindeki ayet gibi anlayıp ardından şu ayeti tilavet etmiştir: (Ey mu'minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sQ.rsılmışlardl ki, nihayet Nebi ve beraberindeki mu'minler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. [İbn Ebı Müleyke şöyle demiştir:] Urve' İbn Zübeyr ile karşılaştım ve ona bunu anlattım
- Bāb: ...
- باب ...
Nafi' şöyle demiştir: İbn Ömer Kur'an okuduğu zaman, okuyuşunu bitirene kadar konuşmazdı. Bir gün Mushaftan onu takip ediyordum. Ezbere Bakara suresini okumaya başladı. Bir ayete gelince: "Bu ayetin kim ve hangi konu hakkında indiğini biliyor musun?" diye sordu. Ben de: "Hayır.ır diye cevap verdim. Bunun üzerine: "Şu şu hususta indi," deyip okumaya devam etti
- Bāb: ...
- باب ...
{İbnu'l-Münkedir'den Cabir'in şöyle dediği nakledilmiştir: Yahudiler "Bir erkek kadın ile arka tarafından yaklaşarak ilişkiye girerse, çocuk şaşı dünyaya gelir," derdi. Bunun üzerine "Kadınlarımz sizin için bir tarladır. Tarlamza nasıl dilerseniz öyle varın," ayeti nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen ...enna edatı hakkında farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre bu edat, "nasıl", bir diğer görüşe göre, "nereden", bir başka görüşe göre ise, "ne zaman" anlamına gelir. Bu farklılıklara göre ayetin yorumu da farklılık arz etmektedir. Muhammed İbn Yahya İbn Said el-Kattan'ın rivayetini Taberani, "el-Evsat"ta Ebu Bekir A'yun, Muhammed İbn Yahya kanalı ile yukarıdaki senetle İbn Ömer'den nakletmiştir. Bu rivayete göre İbn Ömer şöyle demiştir: "Allah Teala, 'Kadınlar sizin için bir tarladır,' ayetini anal ilişkiye izin vermek için indirmiştir." Taberani bu rivayet hakkında şöyle demiştir: "Bunu, Abdullah İbn Ömer'den sadece Yahya İbn Said nakletmiştir. Ondan da yalnızca oğlu Muhammed aktarmıştır." Ancak bunu Abdullah İbn Ömer'den sadece Yahya İbn Said nakletmemiştir. Abdulaziz ed-Deraverdi de Ubeydullah İbn Ömer'den bunu rivayet etmiştir. Ayrıca bu hadisi Nafi'den, bizim isimlerini verdiğimiz ravilerden daha başka bir grup da nakletmiştir. Bu kimselerin rivayetleri, İbn Merdliye'nin tefsirinde bulunmaktadır. İsmam Buharı'nin tasarrufunu eleştirmiştir. Bu konuda şunları söylemiştir: "İbn Ömer'den naklettiği bütün rivayetler kapalıdır. Herhangi bir yarar taşıma- . maktadır. Biz, Abdulaziz ed-Deraverdi kanalıyla Malik, UbeydulIah İbnÖmer ve İbn Ebı Zi'b'den bu konuda rivayette bulunduk. Her üçü de, bu konudaki tefsiri Nafi"den aktarmıştır. Malik'ten de çeşitli yollarla bu bilgi aktarılmıştır." Bahsi geçen ed-Deraverdı'nin rivayetini Darekutnı, "Garaibu Malik" adlı eserinde Nafi"den nakleden üç farklı ravi kanalıyla aktarmıştır. Bu rivayet İbn Avn'ın ondan aktardığı rivayete benzemektedir. Söz konusu rivayet sözleri şu şekildedir: "Bu ayet eşi ile arkadan ilişkiye giren ensardan bir adam hakkında nazil oldu. İnsanlar onun bu yaptığını büyüttüler. Bunun üzerine ayet indi." Hadisi aktaran ravi, İbn Ömer'e "O kişi, hanımının arkasından yaklaşıp ön tarafıyla mı ilişkiye girmişti," diye sormuş. İbn Ömer de: "Hayır, onunla sadece anal ilişkiye girmişti," cevabını vermiştir. Zeyd İbn Eslem İbn Ömer'den aktardığı rivayet ile, bu konuda Nafi"ye mutabaatta bulunmuştur. Zeyd'in bu rivayet i sahıh bir senet ile Nesaı tarafından nakledilmiştir. Ezdi bu rivayetin bazı ravilerini eleştirmiştir. Ancak İbn Abdilberr buna karşı çıkmıştır. Gerçekten İbn Abdilberr bu konuda haklıdır. O bu hususta şöyle demiştir: "Bu konudaki İbn Ömer rivayeti, sahıh ve meşhurdur. Bunu, ondan Nafi' nakletmiştir. Dolayısıyla Zeyd İbn Eslem'in İbn Ömer'den bunu nakletmiş ol!li}sı yadırganamaz." Abdullah İbn Ömer'den oğlu Abdullah da bu rivayeti aktarmıştır. Söz konusu bu rivayet de Nesaı tarafından tahriç edilmiştir. Saıd İbn Yesar ile Salim İbn Abdillah İbn Ömer babasından Nafi"nin sözlerine benzer sözler aktarmıştır. Saıd ve Salim'in rivayetleri de Nesaı ve İbn Cerır et-Taberı tarafından tahriç edilmiştir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: "Abdurrahman İbn Kasım'dan şöyle nakledilmiştir: İmam Malik'e: Bazı insanlar Salim'in, 'Köle babama iftira attı' dediğini haber verdi. Bunun üzerine İmam Malik: 'Şunu kesinlikle ifade edeyim ki, Zeyd ibn Ruman bana, Salim İbn Abdillah İbn Ömer'in babasından Nafi"nin sözlerine benzer sözler aktardı,' dedi. Ben de şöyle karşılık verdim: 'Haris İbn Yakup, Saıd İbn Yesar kanalıyla İbn Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir: yazıklar olsun! Müslüman biri hiç böyle söyler mi? Malik de şöyle dedi: 'Şunu kesinlikle belirteyim ki, Rabia bana, Saıd İbn Yesar kanalıyla İbn Ömer'in Nafi"nin sözlerine benzer sözler söyled!ğini haber vermişti." Bu rivayeti Darekutnı, Abdurraman ıbn Kasım kanalıyla Imam Malik'ten nakletmiştir. Sonra da şöyle demiştir: Imam Malik'in böyle söylediği kaydedilmiştir. Bu rivayet de sahihtir. Hatıb "Ruva.tı Ma.lik" kitabında İsrall İbn Ravh'tan şunu nakletmiştir: İmam Malik'e bunu [kadına arkadan yaklaşma meselesini] sordum. O da şöyle cevap verdi: Siz Arap değil misiniz? Tarla, sadece ekine müsait yer değil midir? Müteahhir Malikller bu olaya dayanmışlardır. Muhtemelen İmam Malik ilk görüşünden vazgeçmiştir. Ya da kendi kuralına gi2re rivayet sahıh olsa bile amelin, İbn Ömer hadisinin zıddına olduğunu düşünmüş ve bu hadisle amel etmemiştir. Bu ayetin arkadan ilişkiye izin verme konusunda indiği hususunda İbn Ömer yalnız değildir. Ebu Ya'la, İbn Merduye, İbn Cerır ve Tahavı, Zeyd İbn Eslem ve Ata İbn Yesar kanalıyla Ebu Saıd el-Hudri'den şöyle nakletmişlerdir: "Ensardan bir adam hanımıyla anal ilişkiye girdi. İnsanlar bundan dolayı onu kınadılar ve 'Hanımını da ayıplıyoruz,' dediler. Bunun üzerine Allah Teala bu ayeti indirdi." Nesaı, Hişam İbn Saıd kanalıyla Zeyd'den bu rivayeti senetsiz olarak zikretmiştir. Ayetin iniş sebebi olarak anlatılan bu olay meşhurdur. Öyle anlaşılıyor ki, Ebu Saıd'den gelen rivayet İbn Abbas'a ulaşmamıştır. Ona, İbn Ömer'den gelen rivayet ulaşmıştır. Bu yüzden İbn Abbas, İbn Ömer'in yanıldığını belirtmiştir. Nitekim Ebu Davud Mücahid kanalıyla İbn Abbas'tan şöyle nakletmiştir: Allah affetsin, İbn Ömer yanılmıştır. Putperest olan ensarın bu kanadı, ehli kitap olan Yahudilerin şu kanadı ile birlikte yaşıyordu. Araplar Yahudilerin bir çok uygulamasını benimsemişlerdi. Onlar, kadınlarla tek bir şekilde ilişki kurarlardı. Onların ilişki tarzı, kadının her tarafının görülmesine müsait değildi. Ensar da bu adeti onlardan alıp uygulamaya başlamıştı. Kureyşliler ise kadınların keyfini çıkarırlardı. Onlarla yüzyüze, arkalarını çevirerek ve sırt üstü yatırarak ilişki kurarlardı. Muhacirlerden biri ensardan bir hanım ile evlenmişti. Adam bu şekilde hanımıyla ilişki kurmak istemiş ama kadın buna razı olmamıştı. İkisi arasında yaşanan bu olay yayılmış ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kadar ulaşmıştı. Bunun üzerine Allah Teala, "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın," ayetini indirdi. Bu ayet, erkeklerin onlarla yüzyüze, arkalarını çevirerek ve sırt üstü yatırarak ilişki kurabileceklerini gösterir. Bu rivayeti Ahmed İbn Hanbel de rivayet etmiştir. Tirmizı de sahıh bir senetle İbn Abbas'tan şu rivayeti nakletmiştir: "Hz. Ömer gelip: 'Ey Allah'ın Elçisi! Ben bittim. Dün gece yolumu değiştirdim,' dedi. Bunun üzerine; 'Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın,' ayeti nazil oldu. Ayet şu anlama gelir: Önden olduğu sürece kadınla ister yüzyüze, ister ters çevirerek ilişki kurabilirsiniz. Yalnız arkadan ve hayızlı durumda her iki taraftan da sakının! Mazirı şöyle demiştir: "İnsanlar, arkadan ilişki konusunda farklı görüşler benimsemişlerdir. Bunun helal olduğunu söyleyenler bu ayete sarılmışlardır. Haram olduğunu söyleyenler ise ayeti kerıme hakkında şu izahı yapmışlardır: Bu ayet, Cabir hadisinde belirtildiği üzere Yahudileri reddetmek için inmiştir. Bazı Fıkıh Usulü alimlerine göre bir sebeb e binaen gelen umumi hükümler, sadece o sebebi bağlar. Ancak çoğunluğa göre sebebin hususlliği değil, lafzın umumlliği esas alınır. Bu durum, ayetin arkadan ilişkinin caiz oluşu konusunda delilolduğu anlamına gelir. Ancak bunu yasaklayan birçok hadis rivayet edilmiştir. Bu hadisler, ayetin umumlliğini hüküm ifade etmesini tahsis etmiştir. Kur'an'daki umumı ifadelerin ahad haberlerle tahsis edilmesi konusu da ihtilaflıdır." Aralarından Buharı, Zühll, Bezzar, Nesaı ve Nısaburı'nin de bulunduğu bazı hadis alimleri, arkadan ilişkiyi yasaklayan sahıh herhangi bir rivayetin olmadığı kanaatindedirler. Kanaatime göre, bu rivayetler çok farklı yollarla nakledildiği için, delil olarak kullanılmaya müsaittir. Arkadan ilişkinin haram olduğuna dair görüşü şu husus da desteklemektedir: Eğer arkadan iliş.kivi caiz kabul eden görüşleri tercih etsek, bu durumda haram kılınan bir şeyin sonradan helal kılınması gerekir. Halbuki aslolan bunun tersidir. Senet bakımından uygun olan hadislerden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: a) Ahmed İbn Hanbel, Nesaı, İbn Mace ve İbn Hibban'ın Huzeyme İbn Sabit'ten naklettikleri hadis. İbn Hibban bu hadisin sahıh olduğunu belirtmiştir. b) Ahmed İbn Hanbel ile Tirmizı'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadis. İbn Hibban bu hadisin de sahıh olduğunu belirtmiştir. c) İbn Abbas'tan gelen hadis. Biraz önce buna işaret edilmişti. d) Tirmizı'nin şu rivayeti: "Allah Teala, bir erkekle veya bir kadınla arkadan ilişki kuran kimseye (rahmet nazarıyla) bakmaz." İbn Hibban bu rivayetin de sahıh olduğunu belirtmiştir. Hal böyle olunca, şunu söylemek mümkün olur: Ayetin umumlliği tahsis edilir. Ayette geçen .....enna edatı, "yer" anlamına gelirse, bahsi geçen ilişki arkadan ilişkinin dışında anlaşılır. Zaten ayetin akışından da bu mana ortaya çıkmaktadır. Bu da, ayeti anlamını ilk etapta akla gelen mananın dışına çıkarmaya ihtiyaç bırakmamaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Hasan'dan şöyle nakledilmiştir: "Kocası, Ma'kıl İbn Yesar'ın kızkardeşini boşamıştı. İddeti doluncaya kadar da ona dönmemişti. Sonra tekrar ona talip olmuştu. Ma'kil onun eski kocası ile evlenmesine karşı çıktı. Bunun üzerine "Onlann (eski) kocalanyla eulenmelerine engelolmayın!" ayeti indi. Hadisin geçtiği diğer yerler: 5130, 5330, 5331. Fethu'l-Bari Açıklaması: Tefsır alimleri bu ayet ile kadınların velilerine hitap edildiği konusunda fikir birliği içindedirler. İbn Cerır et-Taberı ve daha başka müfessirler bunu belirtmişlerdir. İbnu'I-Münzir, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'tan şöyle nakletmiştir: Bir adam düşünün ki hanımını boşamış. Hanımı iddedini dolduruyor. O esnada onunla yeniden evlenmeyi düşünüyor. Kadın da buna sıcak bakıyor. Ama kadının velisi bunu istemiyor. İşte bu ayet bu durumla ilgilidir. İmam Buharı bu rivayeti yukarıdaki ayetin iniş nedeni olarak kısaca verdi. Ancak "Kitabu'n-nikah"da bu hadisi tam olarak aktaracaktır. Hadisin açıklaması da orada yapllacaktır. (Kitabu'n-nikah)
- Bāb: ...
- باب ...
İbnu'z-Zübeyr Osman İbn Affan'a; "Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler.. "[Bakara 240] ayetini başka bir ayet neshetmişti. O halde neden onu Mushaf'a yazdın veya olduğu gibi Mushaf'ta bıraktın?" diye sormuş. O da şu şekilde cevap vermiş: Ey yeğenim! Bu Mushaf'ta bir harfin bile yerini değiştirmemi
- Bāb: ...
- باب ...
Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler. .. "[Bakara 234] ayeti hakkında Mücahid şöyle demiştir: Kadınlar, ölen kocalarının ailesinin yanında bu iddeti beklerlerdi. Bu şekilde iddet beklemeleri farzdır. Sonra Allah Teala, "Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur," ayetini indirdi. Allah Teala, vasiyet olarak iddete yedi ay yirmi gün daha ekleyerek onu, tam bir seneye Çıkardı. Kadın dilerse vasiyete uygun olarak evde kalır, dilerse çıkar. İşte bu, Allah TealS'nın "Zeveelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar, (kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur," ifadesinin açıklamasıdır. Dört ay on gün iddet beklemek ise, kadına farzdır. Bu sözleri İbn Ebı Nüceyh Mücahid'den aktarmıştır. Ata, İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Bu ayet, kadının ailesi yanında iddet bekleme hükmünü neshetti. Bundan böyle kadın, dilediği yerde iddetini bekler. Nesheden ise ayetin .......gayra ihracin (evlerinden çıkarılmadan) bölümüdür. ' Ata, İbn Abbas'tan aktardığı bu sözü şu şekilde açıklamıştır: Kadın, dilerse kocasının ailesinin yanında kalır ve kendisi için yapılan vasiyyet çerçevesinde mesken hakkını kullanır. Dilerse evden çıkar. Çünkü Allah Teala "Kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden size bir günah yoktur," buyurmuştur. Ata son olarak şöyle demiştir: Sonra miras ayeti indi ve boşanmış kadınların mesken hakkını kaldırdı. Bundan böyle kadınlar, diledikleri yerde iddetlerini beklerler. Artık onların mesken hakkı yoktur. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Sirin'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ensarın ileri gelenlerinin oluşturduğu bir mecliste bulundum. Aralarında Abdurrahman İbn Ebı Leyla da vardı. Şubey'a bintu'l-Haris hakkında Abdullah İbn Utbe'den nakledilen hadisi okudum. Bunun üzerine Abdurrahman: "Fakat onun amcasl buna hükmetmezdi," dedi. Ben de: "Eğer Küfe civarında bulunan bir adama karşı yalan isnat ettiyse m kuşkusuz çizmeyi aşmışımdır," dedim. [Ravilerden İbn Avn'ın anlattığına göre] İbn Sırın sesini yükseltti. Sonra olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: O meclisten ayrıldım. Derken Malik İbn Amir veya Malik İbn Avf ile karşılaştım. Ona; "Hamile iken kocası ölüp dul kalan kadının iddeti hakkında İbn Mes'lid'un görüşü neydi?" diye sordum. O da İbn Mes'lid'un şöyle dediğini aktararak cevap verdi: Siz, kadın için öngörülen ruhsatı bırakıp ağır hükmü mü uyguluyorsunuz? Yemin ederim ki kadınlardan bahseden kısa sure, yine onlardan bahseden uzun sureden sonra inmiştir. Hadisin geçtiği diğer yer: 4910 . Fethu'l-Bari Açıklaması: İbnu'z-Zübeyr'in Hz. Osman'a yönelttiği; "O halde neden onu Mushafa yazdın veya olduğu gibi Mushafta bıraktın?" sorusu, istifham-i inkarldir. İbnu'zZübeyr aslında şöyle demek istemiştir: "Bu ayet in mensuh olduğunu bildiğin halden neden onu Mushafa yazdın?" Ya da "Neden bu ayetin Mushaf'ta yazılı kalmasına izin verdin?
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hendek savaşının yapıldığı gün şöyle buyurmuştur: "Onlar güneş batana kadar orta namazı kılmamıza engeloldular. Yüce Allah onların kabirlerini ve evlerini veya karınıarını ateş ile doldursun." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Onlar güneş batana kadar orta namazı kılmamıza engeloldular." Bu hadis İmam Müslim'in rivayetinde "orta namazı, yani ikindi namazını. .. " şeklinde geçmektedir. Sonunda da şu ilave vardır: "Daha sonra Nebi ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kıldı." "Orta namaz" ile neyin kast edildiği konusunda selef alimleri arasında görüş farklılığı bulunmaktadır. Hatta Dimyatı bu konuda meşhur bir kitap telif etmiştir. İsmini de "Keşfu'l-gltCi ani's-salati'l-uüsta" koymuştur. Bu konuda tam on dokuz görüş tespit etmiştir. Bunlardan ilk beşini şu şekilde sıralayabiliriz: I-Sabah Namazı. 2-Öğle Namazı. 3-İkindi Namazı. 4-Akşam Namazı. S-Bütün Namazıar. Hz. Aliye göre "orta namaz" ikindi namazıdır. Bu konuda Tirmizı ve Nesai Zirr İbn Hubeyş'ten şu rivayeti nakletmişlerdir: "Ubeyde'ye, 'Hz. Ali'ye orta namazın hangisi olduğunu sor!' dedik. O da gidip ona sordu. Hz. Ali de şu cevabı vermiş: Biz, önceleri orta namazın sabah namazı olduğunu zannediyorduk. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hendek savaşında 'Bizim orta namazı, yani ikindi namazım kılmamıza engeloldular,' buyuruncaya kadar bu düşüncemiz sürmüştü." Bu rivayet, "ikindi namazı" ifadesinin tefsir kabilinden bazı raviler tarafından hadise eklendiği iddiasını çürütmektedir. Dolayısıyla bu ifade, orta namazın ikindi namazı olduğu konusunda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sadır olmuş bir nastır. Orta namazın sabah namazı olduğu görüşünde olanların delilleri de güçlüdür. Ancak bu namazın ikindi namazı ile açıklanması daha doğrudur. Nitekim İbn Mes'Od ve Ebu Hureyre de bu görüştedir. Ebu Hanife'nin görüşü de bu doğrultudadır. Ahmed İbn Hanbel ve Şafi1lerin çoğunluğu da bu kanaattedirler. Çünkü bu konuda sahıh hadis vardır. Bu hususta Tirmizı şunları söylemiştir: "Alim sahabılerin çoğu bu görüştedir." Maverdı de şöyle demiştir: "TabiOnun çoğu bu kanaattedir." İbn Abdilberr ise hadis ehlinin çoğunluğunun bu görüşte olduğunu söylemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Önceleri namaz kılarken konuşurduk. İçimizden biri bir ihtiyacı hususunda kardeşi ile konuşurdu. Sonra "Namazlara ve orta namaza devam edin' AIlah'a itaat ederek namaz kılın!" ayeti indi ve bize konuşmamamız emrediidi. Fethu'l-Bari Açıklaması: " قانتين kanitine itaat ederek anlamına gelir." Bu tefsir İbn Mes'ud'a aittir. İbn Ebi Hatim sahih bir senetle bu rivayeti nakletmiştir. Ayrıca aynı tefsiri İbn Abbas'tan ve bir grup tabiun tabakasından müfessirden de rivayet etmiştir. Yine İbn Abbas'tan bir başka senetle, " قانتين kanitine namaz kılanlar anlamına gelir," yorumunu aktarmıştır. Bu konuda Mücahid ise şöyle demiştir: القنوت el-Kunut rukuya gitmek, secde etmek, kıyamı uzatmak, bakışları düşürmek, varlığımızla Allah'a teslim olup O'ndan sakınmaktır." Bu başlık altında verilen hadisin delalet ettiği en kuvvetli manaya göre ayette geçen القنوت el-kunut susmak anlamına gelir. Nitekim bu rivayetin açıklaması "Kitabu's-salat"ın sonlarına doğru namaz kılarken başka işlerle meşgulolmanın işlendiği başlıklar altında yapılmıştı. Susmaktan maksat, insanlarla konuşmamaktır. Yoksa mutlak manada susmak kastedilmemiştir. Çünkü namazda susmak olmaz. Namazın tamamı Kur'an ve dua okuyup Allah'ı anmaktan ibarettir. Her şeyi en iyi Allah Teala bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer radiyallahu anh kendisine korku namazı sorulduğu zaman şu cevabı verirdi: "İmam ile birlikte bir grup öne çıkar. İmam onlara bir rekat kıldım. Bu esnada diğer grup onlar ile düşman arasında namaz kılmadan beklerler. İmam arkasında namaza duranlara bir rekat kıldırdıktan sonra, cemaat geri çekilir ve namaz kılmayanların yerine gider. Bu esnada selam vermezler. Sonra namaz kılmayanlar gelir ve imam ile birlikte bir rekat kılarlar. Sonra imam namazı bitirir. Çünkü iki rekatı tamamlamıştır. İmam ayrıldıktan sonra her •iki guruptaki insanlar kalkarlar, kendi başlarına bir rekat daha kılarlar. Böylece her grup iki rekatı tamamlamış olur. Eğer korkuları bundan daha büyükse, bu durumda yürüyerek, ayakta durarak veya binek üstünde kılarlar. Bu esnada kıbleye yönelebilirler de yönelmeyebilirler de." İmam Malik Nafi'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Kanaatime göre Abdullah İbn Ömer korku namazının nasıl kılınacağını olsa olsa Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den nakletmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: "İbn Cübeyr .......kursiyyühü Allah'ın ilmi anlamına gelir demiştir." Süfyan es-Sevrı tefsirinde Ebu Huzeyfe kanalıyla bu rivayeti senediyle birlikte zikretmiştir. Rivayetin senedi sahihtir. Abd İbn Humeyd ve İbn Ebı Hatim başka bir senedie bu rivayeti Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan nakletmiştir. Ayrıca bu rivayet Taberanı'nin "Kitabu's-sünne" adlı eserinde bu senetle merfU' olarak nakledilmiştir. "Fevaidi Ebi'lHasen Ali İbn Ömer el-Harbf' adlı eserde de merfU' olduğu bize rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetin mevkUf olması daha doğrudur. Bu konuda Ukayli şöyle demiştir: "Bu rivayetin ref' edilmesi yanlıştır." Ayrıca bu tefsır garlbdir. Çünkü İbn Ebı Hatim bir başka senetle İbn Abbas'tan kürsü kelimesinin, iki ayağın konduğu yer anlamına geldiğini nakletmiştir. İbnu'l-Münzir de sahıh bir senetle Ebu Musa el-Eş'arı'den buna benzer bir tefsır nakletmiştir. .....ve la yeuduhu ona ağırlık vermez anlamına gelir." Bu tefsır İbn Abbas'a aittir. Bu yorumu İbn Ebı Hatim Ali bin Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'tan nakletmiştir. ".......es-sinetu uyuklama." Bu yorumu İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'tan nakletmiştir. ......lem yetesenneh değişmemiş [bozulmamış]." Bu yorumu İbn Ebı Hatim iki farklı senet ile ıbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Yakup kıraatinde bu kelime .....Iem yetesenne şeklinde okunur ve yıllanmamış, sanki akşamdan sabaha kalmış anlamına gelir. ÖNEMLİ AÇiKLAMA Bazı usul alimleri bu ayeti, kıyasın meşru olduğuna delilolarak getirmişlerdir. Çünkü bu ayette bir kı yas söz konusudur. Şehir halkının diriltilmesi, şehrin yeniden imarlı hale gelmesi, yok olduktan sonra rızıkların tekrar var edilmesi, bu şehirden geçen kimsenin ve eşeğinin öldükten sonra yiyecekleri yanlarında olduğu halde diriltilmelerine kıyas edilmiştir. "İbn Abbas şöyle demiştir: .........salden üzerinde hiçbir şeyolmayan manasına gelir." İbn Ebı Hatim bu kelimenin açıklaması hakkında başka bir senetle İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: ......salden üzerinde hiçbir şeyin bitmediği kuru yer anlamındadır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Zübeyr'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Osman radiyallahu anh'a Bakara suresindeki 'Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler,' ayetinin bir başka ayet ile neshedildiğini söyledim ve buna rağmen neden mushafta bunu yazdırdığını sordum. O da şöyle cevap verdi: Ey Yeğenim! Sen de ona dokunma! Ben mushaftaki hiçbir ayetin yerini değiştirmeyeceğim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Biz kuşkulanma konusunda İbrahim Nebie göre daha haklıyız. Hani o, "Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster," demişti. Rabbi or:ıa: "Yoksa inanmadın mı?" dedi. İbrahim: "Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: فصرهن fesurhünne onları parçala anlamına gelir." İbn Ebı Hatim iki farklı senetle İbn Abbas'tan ve çeşitli yollarla bir grup tabiundan bu yorumu nakletmiştir. Ayrıca bir başka senet ile İbn Abbas'tan şu rivayeti nakletmiştir: فصرهن fesurhunne kuşları bağla ve sonra onları boğazIa anlamına geliL" Kıraat ravileri İbn Abbas'ın فصرهن fesurhünne kelimesini nasılokuduğu hakkında farklı rivayetler nakletmişlerdir. Bazısına göre Hamza kıraatinde olduğu gibi ......sad harfini kesre ile okumuştur. Bazısına göre ise çoğunluğun kıraatinde olduğu gibi ........sad harfini damme ile okumuştur. İmam Buhar! bu ifadenin açıklamasından sonra Ebu Hureyre'nin r.a. rivayet ettiği hadisi nakletti. Bu hadisin ayrıntılı açıklaması, "Kitabu'l-enbiya"da yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ubeyd İbn Umeyr'den naklettiğine göre "Ömer r.a. bir gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabına, - Sizden biriniz arzu eder mi ki, kendisinin bir bahçesi olsun ... ayetinin kimin hakkında indiğini sanıyorsunuz? diye sordu. Onlar: - Allah daha iyi bilir diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ömer r.a. kızdı ve - Ya biliyoruz deyin, ya da bilmiyoruz, dedi. Bunun üzerine [İbn Abbas ile Ömer arasında şu konuşma geçti:] İbn Abbas: Ey mu'minlerin emiri! Bu ayet hakkında aklımda bir düşünce var. Ömer: Yeğenim o halde söyle! Kendini küçük görme! İbn Abbas: Bu ayette bir amel örnekle anlatıldı. Ömer: Hangi amel? İbn Abbas: Bir amelin işte ... Ömer: Bu ayette Allah'a itaat eden, sonra Allah'ın kendisine şeytanı musallat ettiği ve bu yüzden isyan fiilleri işleyerek yaptığı iyilikleri boşa çıkaran zengin bir adamın durumuna örnek verilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Miskin bir iki hurmaya ve bir iki lokmaya razı olan değildir. Gerçek yoksul iffetli davranan kimsedir. Eğer isterseniz Allah'ın ayetini okuyun." Nebi bu sözü ile "İnsanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler ... " ayetini kastetmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: .......la yes'eIunen'-nase ilhafen." Ebu Ubeyde bu ayetinde geçen \,;Wı lilhafen kelimesinin ısrarla istemek anlamına geldiğini söylemiştir. Bu ayette oIumsuz karşıIanan ne suretle oIursa oIsun istemek midir, yoksa ısrarlı biçimde istemek midir? Israr oImadan istemenin de hoş karşıIanmamış oIması ihtimaI dahilindedir. Ancak kullanım bakımından diğer mana daha güçIÜc:Iür. Bir de ayetin şu anIama geIme ihtimali vardır: İnsanIardan isteseIer bile ısrarla istekIerini sürdürmezIer. Bu yoruma göre isteme fiilinin onIardan sadır oImasl gerekmez. Bu yorumdan sonra İmam Buhar! Ebu Hureyreden nakIedilen hadisi verdi. Bu hadisin açıkIamasl "Kitabu'z-zekat" bölümünde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe radiyallahu anha'dan rivayet edildiğine göre o şöyIe demiştir: "Bakara suresinin sonunda buIunan faizIe ilgi ayetIer inince AlIah ResılIü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunIarı insanlar okudu. Sonra şarap ticaretini haram kıIdı." Fethu'l-Bari Açıklaması: .....el-messü, cünun anlamına gelir." Bu yorum Ferra'ya aittir. O "Faiz yiyenler (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar, "[Bakara 275] ayeti hakkında şöyle demiştir: "Faiz yiyenler ahirette bu şekilde kalkacaklardır. .....el-messü, cünun anlamına gelir. Araplar mecnun olan biri için, .....memsusün derler." Bu lafzın tefsiri hakkında Ebu Ubeyde de şöyle demiştir: .........el-messü cinlerin çarpması anlamına gelir." İbn Ebı Hatim İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Faiz yiyen kıyamet günü cin çarpmış şekilde diriltilir." Abdullah İbn Mes'ud'un oğlundan, babasının bu ayeti (Bakara 275) şu şekilde okuduğu nakledilmiştir:.........(Faiz yiyeler kıyametgünü (kabirleriden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar.} Ayet-i kerımede geçen .....ve ehallellahu'l-bey'a ve harreme'r-riba cümlesi, kafirler tarafından dile getirilmiş itirazın bir devamı olabilir. Bu durumda ayete şu anlam verilir: "Kafirler dediler ki: Alışveriş de faiz gibidir. O halde Allah, neden birini helal, ötekini haram kıldı? Bu cümle kafirlere karşı verilmiş bir cevap da olabilir. Faizi helal kılanlar akıl yolu ile itiraz etmişlerdir. Onlara verilen cevap ise din yoluyla olmuştur. Dinin hükümleri ise değiştirilmez. Müfessirlerin çoğu ikinci görüşü benimsemiştir. Büyük alimler ilk görüşü uzak görmüşlerdir. Bu görüşün pek isabetli görülmemesinin tek haklı gerekçesi ......fe men caehu mev'ızatün min rabbihı şeklinde başlayan cümlenin bu yoruma göre bir takdire ihtiyaç duymasıdır. Halbuki sözde de esas olan takdir yapılmamasıdır. (Sonra şarap ticaretini haram klld1.) Bu kısmın açıklaması "Alış-veriş - Buyu' Bölümünde" geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bakara suresinin son ayetleri inince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mescid'e gidip bunları insanlara okudu. Sonra da şarap ticaretini haram kıldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: .....yuzhibuhu." Ayette geçen ......yemhaku fiilinin "giderir" şeklinde yapılan tefsiri, Ebu Ubeyde'ye aittir. Nitekim bu konuda İbn Mes'ud'dan şu şekilde bir hadis nakledilmiştir: "Faiz, her ne kadar çok getiri sağlasa da, sonunda paranın azalmasına neden olur." Bu hadisi Ahmed İbn Hanbel ve İbn Mace nakletmiştir. Ayrıca Hakim bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Bakara suresinin sonlarındaki ayetler inince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunları Mescid'de insanlara okudu ve şarap ticaretini haram kıldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bab başlığında geçen ........fa'lemu (biliniz!) ifadesi, ayet-i kerimede geçen ........fe'zenu (haberiniz olsun) ifadesinin açıklamasıdır. .....fe'zenu kelimesi meşhur kıraate göre hemzenin sükunu ve .......zel harfinin fethası ile okunur. Ebu Ubeyde bu ifadeyi şu şekilde tefsır etmiştir: .......fe'zenu iyi bilin anlamına gelir." Hamza ve Asım'dan rivayet edildiği ne göre Ebu Bekir bu kelimeyi ......feazinu şeklinde okumuştur. Buna göre mana şu şekilde olur: Sizin dışınızdakilere, Allah ve O'nun Resulü'nün faizcilere savaş açtığını haber verin! Cümlenin akışına baktığımız zaman ayetten kastedilen mana açısından ilk kıraatin daha açık ve uygun olduğunu görürüz
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle dediği naklediimiştir: Bakara suresinin sonlarındaki ayetler inince Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalktı ve bu ayetleri bize okudu. Sonra şarap ticaretini haram kıldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: ........ve in kane zu usratin fenuzirat?n ila meysarah ayeti her ne kadar form bakımından haber cümlesi olsa da, aslında bir emir cümlesidir. Buna göre ayetin anlamı şu şekilde olur: Faiz yoluyla borçlanmış kimse fakir ise imkan buluncaya kadar ona süre tanıyın
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan şöyle naklediimiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e en son inen ayet riba ayetidir. Fethu'l-Bari Açıklaması: nebi s.a.v.'e en son inen ayet, İmam Buharı'nin bab başlığında kullandığı ......vetteko. yevmen turceo.ne flhi ilallahi (Allah'a döndürüleceğiniz bir günden sakının!) ayetidir. İmam Buharı yukarıdaki hadisi "Nebi s.a.v.'e en son inen ayet riba ayetidir," şeklinde nakletti. Böyle yapmakla muhtemelen İbn Abbasım iki sözünü birleştirmek istemiştir. Nitekim İbn Abbasltan bu konuda bir başka senet ile şöyle bir rivayet naklediimiştir: "nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e inen en son ayet,....... (Allah'a döndürüleceğiniz bir günden sakının!) ayetidir." Bu rivayeti ıbn Abbas'tan çeşitli senetlerle Taberı nakletmiştir. Bu iki söz şu şekilde uzlaştırılır: Bu ayet, riba konusunda inen ayetlerin sonunda yer almaktadır. Dolayısıyla onlara atfediimiştir. [Böylece riba ayetlerinin bir parçası kabul edilir]
- Bāb: ...
- باب ...
Merv€ln el-Asfar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından birinden -ki o İbn Ömer'dir- bu "İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de ... " ayetinin neshedildiğini nakletmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından birinden -ki o İbn Ömer'dir-." Bu sahabinin İbn Ömer olduğunu kesin biçimde kimin ifade ettiğini tespit edemedim. Çünkü bir sonraki rivayette bu ifade şu şekilde geçmektedir. "Hz. eygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından birinden -öyle sanıyorum ki o, İbn Omer'dir-.... " Kanaatime göre bu sahabinin İbn Ömer olması konusunda tevakkuf edilmelidir. Çünkü sahih bir biçimde onun bu ayetin mensuh olduğunu bilmediği naklediimiştir. Nitekim Ahmed İbn Hanbel Mücahid'den şöyle bir rivayet nakIetmiştir: İbn Abbas'ın yanına gittim. Ona "İbn Ömer'in yanında idim. 'İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de ... ' ayetini okudu ve hemen ağlamaya başladı," dedim. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Bu ayet indiği zaman Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabı büyük bir kedere büründü. 'Ey Allah'ın Elçisi! Hepimiz helak olduk. Çünkü kalbimiz bizim elimizde değil,' dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara, 'İşittik ve itaat ettik' demelerini emretti. Onlar da böyle söylediler. Sonunda 'Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, '[Bakara 286] ayeti bu ayeti neshetti." Bu rivayetin aslı İmam Müslim tarafından Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Ancak bu rivayette İbn Ömer'in olayı yoktur. Taberı sahıh bir senetle Zührı'nin Saıd İbn Mercane'den şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Ömer'in yanında idim. Derken "İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de ... " ayetini okudu ve "Allah'a yemin ederim ki, Yüce Allah bizi bu şekilde sorumlu tutarsa hel ak oluruz," dedi ve ağlamaya başladı. Hatta hıçkırıkları duyulur olmuştu. Sonra oradan ayrıldım ve İbn Abbas'ın yanına gidip İbn Ömer'in ayeti okuyunca söylediklerini ve yaptıklarını ona anlattım. O da şöyle dedi: "Allah Ebu Abdirrahman'a selam et versin! Yemin ederim ki, bu ayet indiği zaman Müslümanlar onun yaşadığı duyguları yaşamıştı. Bunun üzerine Allah Teala "Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, "[Bakara 286] ayetini indirmişti
- Bāb: ...
- باب ...
<Mervan el-Asfar Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İbn Ömer olduğunu sanıyorum – "İçinizdekileri açığa vursanız da, gizleseniz de ... " ayetinin kendisinden sonra gelen ayet ile neshedildiğini nakletmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İbn Abbas şöyle demiştir: I;.J>Visran söz anlamına gelir." Taberi bu rivayeti Ali İbn Ebi Talha kanalıyla İbn AbbS.s'tan senediyle birlikte .......ve la tehmil aleyna isran (Ey Rabbimiz! Bize ağır yük yükleme!) ayetinin tefsirinde nakletmiştir. Aslında r"'Visran kelimesi ağır şeyanlamına gelir. Bazen zor şeylere de denir. Bu ayette geçen ...."'Visran kelimesini söz olarak tefsir etmek, bu lafzın lGzımı ile yapılan bir yorumdur. Çünkü söze riayet etmek zordur. İmam Taberi İbn Cüreyc kanalıyla ondan bu ayetin anlamı hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: Ey Rabbimiz! Yerine getiremeyeceğimiz sözleri bize yükleme! "Kendisinden sonra gelen ayet ile neshedildiğini" Bu ifade İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den nakledilen hadislerle anlaşılır. Nesihten maksat, önceki ayette söz konusu olan zorluğun kaldırılması ve içimizden geçirdiğimiz düşüncelerden dolayı hesaba çekilsek bile, bunlardan dolayı sorumlu tutulmayacağımızın açıklanmasıdır. İmam Taberi de bu yoruma işaret etmiştir. Bu sayede haberi cümlelerde neshin meydana geldiğini söylemekten kurtulmuştur. Ancak bu yoruma şu şekilde karşılık verilebilir: Her ne kadar ayet form bakımından haberi cümle olsa da, yine de bir hüküm içermektedir. Haberi cümleler hüküm içerdiği sürece neshe konu olabilir. Tıpkı hüküm içeren inşai cümlelerde olduğu gibi. Neshin gerçekleşemeyeceği naslar, hiçbir hüküm içermeyen tamamen haber olan ayetlerdir. Önceki milletlerin kıssalannı anlatan ayetler buna örnek olarak verilebilir. Bir de hadiste bahsi geçen nesihten maksat, tahsis olabilir. Çünkü ilk dönem alimleri tahsis yerine çoğu zaman nesih kavramını kullanırlardı. İnsanın içinden geçirdiği düşüncelerden dolayı hesaba çekilmesinden maksat, karar verip yapmaya koyulduğu düşüncelerdir. Yoksa aklından gelip geçen her düşünce değildir. Her şeyin en doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve onu te'vil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık. Hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar," ayetini okudu sonra şöyle buyurdu: [Ey Aişe!] Kur'an'ın müteşabih ayetlerine uyanlan gördüğün zaman, bil ki onlar, Allah'ın kitabında bahsedip yerdiği kimselerdir. O halde onlardan sakının! Fethu'l-Bari Açıklaması: [Abd İbn Humeyd senediyle birlikte Mücahid'in] ilimde yüksek payeye erişenlerin müteşabih ayetlerin yorumunu bildiğini söylediğini nakletmiştir. Katade kanalıyla da onun şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "İlimde yüksek payeye erişenler işittikleri gibi 'Biz Kur'an'a iman ettik. Muhkem ayetleri de müteşabih ayetleri de Allah göndermiştir,' derler. Sonra müteşabih ayetlere iman edip muhkem ayetlerle amelederler. Böylece doğru yolu bulurlar." Mücahid'in bu ayetin yorumu hakkında izlediği yola göre ........ve'r-rasihun'daki .......vav harfi, bu kelimeyi istisnanın ma'mulüne atfetmektedir. Abdurrezzak'ın senedi ile birlikte naklettiği rivayete göre .İbn Abbas bu ayeti şu şekilde okurmuş: ....... (Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. ilimde yüksek payeye erişenler ise şöyle der: Biz ona iman ettik.) Bu okuyuş, .......vav harfinin istinat - başlangıç vavı olduğunu gösterir. Çünkü İbn Abbas'tan nakledilen bu rivayet her ne kadar kıraatın tespiti açısından yeterli olmasa da, en azından sahıh bir senetle Kur'an'ın tercümanından gelen bir haber değerindedir. Bu konuda onun görüşü, başkasının görüşünden önce gelir. Ayrıca ayeti kerimenin müteşabih ayetlerin ardına düşenleri sapıklık ve fitne çıkarma gayesi taşımakla yermesi de bu onun görüşünü desteklemektedir. Bab başlığının altında zikredilen hadis de bunu uygundur. Ayet, müteşabih ayetlerin bilinmesini Allah'a havale edenleri, gayba iman edenleri övdüğü gibi medhetmektedir. Ferra da Übey İbn Ka'b'dan bu kıraatı nakletmiştir. Yani Übey bu ayeti ........ve yekulu'r-rasihune fi'I-ilmi amenna bihi şelinde okumuştur. Ebu'l-Beka şöyle demiştir: "Müteşabih iki nesne arasında olur. Müteşabih nesneler yan yana geldiği zaman birbirlerine benzerler. Bu yüzden ayetlerin müteşabih olarak nitelendirilmesi uygun olmuştur. Yoksa tek bir ayetin müteşabih olduğu kastedilmemiştir. Özetleyecek olursak; çoğullar için kullanılan bir sıfatın, tekiller için de kullanılabilir olma zorunluluğu yoktur. Her ne kadar bu konuda esas bu şekilde olsa bile." Taberi bu ayet hakkında şöyle demiştir: "Bu ayetin Hz. İsa'nın durumu hakkında Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile tartışan kimseler hakkında indiği ileri sürülmüştür. Bir diğer görüşe göre ise bu ayet, Muhammed ve onun ümmetinin ömrü hakkında nazil olmuştur. Ancak bu görüşlerden ikincisi daha evladır. Çünkü Allah Teala Hz. İsa'nın durumunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e açıklamıştl. Dolayısıyla bu konu Muhammed ümmeti için bilinir hale gelmişti. Halbuki bu ümmetin ne kadar yaşayacağı belli değildi. Kullara bunun bilgisi verilmemişti. " Muhkem, anlamı açık olan ayetlere denir. Müteşabih ise bunun zıddıdır. Anlamı açık olan ayetlere, terkibinin sağlamlığı ve kelimelerinin açık olmasından dolayı muhkem denmiştir. Müteşabih ayetler ise böyle değildir. Muhkem, kendisinden ne kastedildiği açık olduğu için veya yorum yoluyla anlaşılan şeklinde; müteşabih ise, Allah'ın sadece kendisinin bildiği konular olarak tarif edilmiştir. Mesela kıyametin ne zaman kopacağı, deccalin ne vakit çıkacağı ve sure başlarında bulunan hece harfleri ile neyin kastedildİğİ gibi konular müteşabİhin kapsamına girer. Muhkem ve müteşabihin açıklaması konusunda bunların dışında ona yakın başka görüşler de mevcuttur. Ancak konumuz, bütün bu görüşleri tek tek ele almaya izin vermemektedir. Burada sadece en çok yaygın olan ve doğruya en yakın tarifleri zikrettim. Büyük Alim Ebu Mansur el-Bağdadı, bize ve İbn Semanı'ye göre doğru olan son görüşü, en güzel ve ehl-i sünnetin çizgisine en uygun görüş olarak görmüştür. İlk görüşü ise müteahhir ulema son dönem alimleri benimsemiştir. Her şeyin doğrusunu en iyi Allah bilir. "Bil ki onlar, Allah'ın kitabında bahsedip yerdiği kimselerdir. O halde onlardan sakının!} Bu hadiste geçen sakınmaktan maksat müteşabih ayetlere uyanlara kulak vermemektir. Müteşabih ifadelerin peşine ilk olarak Yahudiler düşmüştür. Nitekim İbn İshak'ın anlattıklarına göre surelerin başlarında bulunan hece harflerinin - huruf-u mukatta'nın yorumunu yapıp cümel hesabı ile İslam ümmetinin ömrünü tespit etmeye çalışmışlardır. Müslümanlardan ise ilk olarak Hariciler müteşabih ayetlerin peşine düşmüştür. Nitekim İbn Abbas bu ayeti söz konusu ifade ile haricilerin kastedildiğini söyleyerek tefsır etmiştir. Hz. Ömer de Subayğ'ın yaptıklarını onaylamamıştır. Onun müteşabih ayetterin peşine düştüğünü öğrenince kanatıncaya kadar kafasına vurmuştu. Bu rivayeti Darimı ve daha başka hadis imamları tahriç etmiştir. Hattabı şöyle demiştir: "Müteşabih ayetler iki türlüdür: 1-Muhkem ayetlere müracaat edilip onlara göre düşünüldüğü zaman anlamı anlaşılan ayetler. 2-Hiçbir şekilde manasının bilinemeyeceği ayetler. Sapık insanlar bu ayetlerin peşine düşüp yorumlarını araştırırlar. Ama bir türlü hakikatlerini öğrenemezler. Sonra ayetler hakkında kuşkulanmaya başlarlar. Bu şekilde fitneye sürüklenirler." Her şeyin doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
[Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bütün çocuklara doğdukları esnada şeytan dokunur. Kendilerine şeytan dokunduğu için ağlayarak doğarlar. Ancak Hz. Meryem ve onun oğluna şeytan dokunmamıştır." Ebu Hureyre şöyle demiştir: "Dilerseniz, 'Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum,' ayetini okuyun." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum"Al-i İmran 36] Ayetinin Tefsiri" İmam Buhar! bu konuda Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması ve farklı lafızlarına işaret "Kitabu'i-enbiya" bölümünde geçmişti. Zemahşeri bu hadisin anlamını eleştirmiştir. Sıhhati hakkında ise tevakkuf etmiştir. Bu konuda şunları sCiylemiştir: "Eğer bu hadis sahih ise manası şu şekildedir: Dpğan her çocuğu şeytan saptırmak ister. Onun bu isteğinden Hz. Meryem ve oğlu kurtulmuştur. Çünkü onlar günahsızdı. Bu özelliği taşıyan diğer insanlar da aynı şekilde bundan kurtulmuştur. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur: "İblis dedi ki: Ya Rabbi! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım. "Hicr 39-40 Çocuğun ağlayarak doğması, şeytanın onun üzerindeki emellerini akla getirir. Sanki şeytan ona dokunup eliyle vurup 'Bu benim azdıracağım kullardan, , demiş olur. Bu hadisi Haşeviyye gibi şeytan ın insana dürtmesi olarak anlamak imkansızdır. Eğer İblis insanlara dürtme gücüne sahip olsaydı yeryüzü çığlıktan geçilmez olurdu." Zemahşerı'nin bu itirazı birkaç açıdan çürütüıür. Şöyle ki; hadisin lafızlarının gerektirdiği anlamda bir problem yoktur. Hadisten ortaya çıkan anlam, Nebilerin masumluğuna aykırı değildir. İlk etapta anlaşılan manaya göre şeytan, doğan her çocuğa doğumu esnasında dokunabilir. Ona bu imkan verilmiştir. Ancak Allah'ın ihlaslı kıldığı kullarına bu dokunma kesinlikle zarar vermez. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadisinde bu ihlaslı kullardan sadece Hz. Meryem ve onun oğlunu zikretmiştir. Şeytan adeti gereği onlara dokunmak istemiştir. Fakat ona engelolunmuştur. Bu yüzden burada sadece Hz. Meryem ve oğlu zikrediimiştir. Bu durum şeytanın diğer ihlaslı kılınmış kullara musallat olacağı anlamına gelmez. Zemahşerl'nin "Eğer İblis insanlara dürtme gücüne sahip olsaydı, yeryüzü çığlıktan geçilmez olurdu," sözüne gelince, şunu deriz: İblis'e çocukların doğumu esnasında onlara dokunma imkanının tanınması, onun sürekli bu hakka sahip olduğu anlamına gelmez
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Müslüman kardeşinin malını ele geçirmek için yemın-i sabr yapan herkes Allah'ın öfkesini üzerine çekmiş halde O'nun huzuruna çıkar. Nitekim Yüce Allah bunu doğrulayıcı biçimde şu ayeti indirmiştir: "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur." Sonra Eş'as İbn Kays yanımıza geldi ve "Ebu Abdirrahman size ne anlattı?" diye sordu. Biz de anlattıklarını ona haber verdik. Bunun üzerine şöyle dedi: Bu ayet benim hakkımda indi. Amcamınoğlunun bahçesinde benim bir kuyu m vardı. [Ama o, bunu inkar etti.] Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana, "O kuyunun sana ait olduğunu gösteren bir delil getir yoksa ona, bu kuyunun kendisine aİt olduğuna dair yemin etmesini teklif edeceğim," dedi. Ben de, "Ey Allah'ın Elçisi' [Bu onun için zor değil ki!]O zaman o, yemini tercih edecektir," dedim. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Müslüman kardeşinin malmı ele geçirmek için yalan söyle söyleye yemin-i sabr yapan herkes, Aliah'ın öfkesini üzerine çekmiş halde O'nun huzuruna çıkar
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ebı Evfa'dan nakledildiğine göre adamın biri malını pazara çıkarmıştı. Sonra Müslümanlardan birini kandırıp ona malını pahalıya satmak için, malına verilmeyen fiyatın verildiğine dair yemin etti. Bu olay üzerine şu ayet indi: Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebı Müleyke'nin anlattığına göre iki kadın bir evde veya bir odada deri dikiyorlardı. Bir gün içlerinden biri eline biz saplanmış şekilde dışarı çıktı. Bizi eline arkadaşının batırdığını iddia etti. Mesele [çözümlemesi için] İbn Abbas'a götürüldü. İbn Abbas olayı kendisine anlatanlara Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletti: Eğer iddialarına bakılarak insanlara istedikleri verilseydi, toplumun ne can güvenliği, ne de mal güvenliği kalırdı. Sonra onlardan kadına Allah'ı hatırlatmalarını ve ona "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur," ayetini okumalarını istedi. Onlar da gidip kadına bunu hatırlattılar. Kadın hatasını kabul etti. Bunun üzerine İbn Abbas Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletti: Yemin davalıya düşer. Fethu'l-Bari Açıklaması: لا خلاق لهم 'illa halaka lehum." Ebu Ubeyde bu ifadeyi "Onların hayırdan hiç nasipleri yoktur," şeklinde tefsır etmiştir. "Ayetin sonunda bulunan Hhllmün sözcüğü elem kökünden türetilmiş olup "acı veren, can yakan anlamına gelir." Burada if'al babından ism-i iail manasında kullanılmıştır." İmam Buharı bu bilgilerden sonra İbn Mes'ud'dan nakledilen hadisi aktardı. Bu hadisin içinde Eş'aslın da sözü bulunmaktadır. O "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur," ayetinin bir kuyu hakkında hasmı ile mahkemeleşmesi üzerine kendisi hakkında indiğini söylemiştir. Abdullah İbn Ebı Evfa'dan nakledilen hadis ise bu ayetin pazara mal çıkaran ve malına verilmediği halde yüksek bir fiyat verildiğini söyleyerek Müslümanları aldatmaya çalışan bir adam hakkında indiğini bildirmektedir. Bu iki rivayetin uzlaştırılması "Kitabu'ş-şehadat"ta geçmişti. Doğrusu bu iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Bu ayet iki sebebe binaen inmiştir. Ayrıca ayetin lafzı bu sebeplerden daha genel bir mana taşımaktadır. "İki kadın bir evde veya bir odada deri dikiyorlard!." Bu kadınların isimleri "Kitabu'l-eyman ve'n-nüzur"da hadisin şerh i ile birlikte açıklanacaktır. İmam Buharı söz konusu hadise, İbn Abbas'ın kendisine gelenlerden, şikayetçi kadına "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur," ayetini okumalarını istediği için bu başlık altında yer vermiştir. Çünkü bu ifadede ayetin sebebinin hususiliği ile değil de, genel anlamı ile amel etmeye bir işaret vardır. Yine buna göre, yemin etmesi gereken insanlara bu ayet ile nasihatte bulunulur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas şöyle demiştir: Ebu Süfyan bizzat kendisi doğrudan bana şunu anlattı: Nebi ile anlaştığımız barış süresinde [ticari bir yolculuğa] çıktım. Ebu Süfyan şöyle devam etti: Şam'da bulunduğum sırada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den [Bizans imparatoru] Herakleios'a gönderilmiş bir mektup geldi. Mektubu Dıhye el-Kelbi getirmişti. Onu Busra'nın en ileri gelenine teslim etti. O da mektupu Herakleios'a ulaştırdı. [Mektubu alan] Herakleios, "Burada Nebi olduğunu iddia eden bu adamın halkından biri var mı?" diye sormuş. Etrafındakiler "Evet" diye cevap vermişler. Bunun üzerine bir grup Kureyşli ile birlikte imparatorla görüşmeye çağırıldım ve Herakleios ile görüşmeye gittim. Bizi önüne oturttu. Sonra, "Hanginiz soy bakımından kendisinin Nebi olduğunu iddia eden bu adama yakın?" diye sordu. "Ben." diye cevap verdim. Bunun üzerine beni önünde kendisine daha yakın bir yere oturttu, arkadaşlarımı ise benim arkama oturttu. Ardından tercümanını çağırdı. Ona, "Onlara, benim bu adama Nebilik iddiasında bulunan kişi hakkında bir takım sorular soracağımı, eğer bana yalan söylerse onun yalanını ortaya çıkarmalarını söyle," dedi. Bunun üzerine "Allah'a yemin ederim ki, arkadaşlarımın yalanını ortaya çıkaracaklarını bilmesem kesinlikle onun hakkında yalan söylerdim," diye düşündüm. Sonra Herakleios tercümanına ona "Haseb bakımından aranızdaki durumu nasıl?" sorusunu sormasını istedi. Ebu Süfyan "O içimizde haseb sahibidir," diye cevap verdi. [Bundan sonra Ebu Süfyan ile Herakleios arasında şu konuşma geçmiştir:] Herakleios - Ataları arasında bir kral var mıydı? Ebu Süyem - Hayır. Herakleios - Size mesajını iletmeye başlamadan önce onu hiç yalanla suçladınız mı? Ebu Süfyan - Hayır. Herakleios - Elit tabaka mı, yoksa güçsüz kimseler mi ona tabi oluyor? Ebu Süfyan - Doğrusu güçsüz insanlar ona tabi oluyor. Herakleios - Ona inananların sayısı artıyor mu, eksiliyor mu? Ebu Süfyan - Eksilmiyor. Aksine artıyor. Herakleios - Onun dinine girdikten sonra beğenmeyip dininden dönen var mı? Ebu Süfyan - Hayır. Herakleios - Onunla hiç savaştınız mı? Ebu Süfyan - Evet. Herakleios - Onunla savaşınız nasıl neticelendi? Ebu Süfyan - Bir o galip geldi, bir biz. O bize zarar verdi, biz de ona zarar verdik. Herakleios - Peki o, aldatıyor mu? Sözleşmesini çiğniyor mu? Ebu Süfyan - Hayır. Ancak şu an onunla barış halindeyiz. Bu zaman içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Ebu Süfyan bu cümle hakkında şöyle demiştir: Allah'a yemin edirim ki, bu ifade dışında [nebi'i s.a.v. kötüleyen] başka bir ifade söyleme imkanı bulamadım. Herakleios - Daha önce aranızda onun gibi Nebilik iddiasında bulu- nan oldu mu? Ebu Süfyan - Hayır. Sonra Herakleios tercümanına şu sözlerini bana aktarmasını emretti: - Ben sana onun içinizdeki hasebini sordum. Onan aranızda iyi bir hasebe sahip olduğunu söyledin. Bu, bütün Nebilerin özelliğidir. Onlar gönderildikleri toplumda hasep sahibidirler. Ben sana "Onun ataları arasında kral var mı?" diye sordum. Senbana "Hayır," cevabını verdin. Eğer ataları arasında kralolsaydı, "Bu adam atalarının krallığını yeniden kurmak istiyor," derdim. Sana "Ona tabi olanlar elit tabaka mı, yoksa güçsüz insanlar mı?" diye sordum. Sen, "Doğrusu güçsüz kimseler ona tabi oluyor," cevabını verdin. Nebilerin tabiieri de zaten onlardır. Ben sana "Nebilik iddiasından önce hiç onu yalan söylemekle suçladınız mı?" diye sordum. Sen, "Hayır," cevabını verdin. Buradan anladım ki, o insanlara yalan söylemekten kaçındığına göre Allah'a karşı hiç yalan söylemez. Ben sana "Onun dinine girenlerden herhangi biri memnuniyesizliğinden dolayı dininden döndü mü?" diye sordum. Sen, "Hayır," cevabını verdin. İşte gönül huzuru ile bütünleşen iman da böyledir. Ben sana, "Ona inananların sayısı artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?" diye sordum. Sen, "Her geçen gün sayılarının arttığını söyledin." Tamamlanıncaya kadar iman da böyledir. Ben sana, "Hiç onunla savaştınız mı?" diye sordum. Sen, onunla savaştığınızı ve savaşın bir sizin lehinize, bir onun lehine neticelendiğini; bazen onun size zarar verdiğini, bazen de sizin ona zarar verdiğinizi haber verdin. İşte Nebilerin durumu böyledir. Bu şekilde onlar imtihana tabi tutulurlar. Ama neticede onlar üstün gelir. Ben sana, "O aldatıyor mu?" diye sordum. Sen onun aldatmadığını söyledin. Nebiler böyledir. Onlar asla aldatmazlar. Ben sana, "Ondan önce Nebilik iddiasında bulunan oldu mu?" diye sordum. Sen, "Hayır," cevabını verdin. Eğer ondan önce başka biri Nebilik iddiasında bulunmuş olsaydı, onun için 'kendisinden önce dillendiriimiş bir iddianın peşine düşüyor,' derdim. Sonra Herakleios şöyle sordu: O size neyi emrediyor? Ben de şöyle cevap verdim: Bize namaz kılmamızı, zekat vermemizi, akrabalı'bağlarını gözetmemizi ve iffetli olmamızı emrediyor. Bunun üzerine o şöyle dedi: Eğer onun hakkında söylediklerin doğruysa, kuşkusuz o bir Nebidir. Ben bir Nebiin çıkacağını biliyordum. Ama onun sizlerden çıkacağını zannetmiyordum. Ona ulaşacağımı bilsem, onunla buluşmayı isterdim. Eğer onun yanındaolsam ayaklarını yıkardım. Elbette o, şu ayaklarımı bastığım toprakları egemenliği altına alacak. Sonra Herakleios Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisine gönderdiği mektubu istedi ve onu okudu. Mektupta şöyle yazıyordu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla; Allah'ın Nebii Muhammed'den sallallahu aleyhi ve sellem RumIarın büyüğü Herakleios'a; Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun! Seni İslam'a davet ediyorum. Müslüman ol, kurtul! İslam'a gir ki, Yüce Allah seni iki defa ödüllendirsin. Şayet müslüman olmaya yanaşmazsan farisilerin - tüm Bizans halkının vebali de senin boynunadır. "(Resulüm!) De ki: Ey Ehl-i Kitap' Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilCihlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyin." Herakleios mektubu okumayı bitirince etrafında sesler yükselmeye başladı. Gürültü gittikçe arttı. Dışarı çıkarılmamız emredildi ve biz dışarı çıkarıldık. Dışarı çıkınca arkadaşlarıma şöyle dedim: İbn Ebi Kebşe'nin konumu güçleniyor. Hatta Asfaroğullarının [sarıoğullarının - Bizans'ın] kralı onlardan korkuyor. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in konumunun güçleneceğine olan inancım tamdı. Nihayet Rabbim müslüman olmayı bana nasip etti." Zühri şöyle söylemiştir: "Herakleios Bizans'ın ileri gelenlerini davet etti. Kendisine ait bir salonda onlarla toplantı yaptı. Onlara "Ey RumIarın ileri gelenleri! Bu adama iman ederek kurtuluşa erip ahir zamana kadar hakimiyetinizi sürdürmeye ne dersiniz?" diye sordu. Bunun üzerine toplantıya katılanlar yaban eşeklerinin kaçtığı gibi kapılara yöneldiler. Bir de baktılar ki, kapılar kilitlenmiş. Bunun üzerine Herakleios "Onları bana getirinı" diye emir buyurup onların huzuruna getirilmesini istedi. Sonra onlara şöyle hitap etti: Doğrusu ben sizi denedim. Ne derece dininize bağlı olduğunuzu öğrenmek istedim. Kuşkusuz arzu ettiğim tavırları sergilediniz. Bunun üzerine toplantıya katılanlar Herakleios'a saygıdan dolayı secde edip ondan razı oldular." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Haseb bakımından aranızdaki durumu nasıl?" Ebu Süfyan bu soruya ....hüve flnazu hasebin (O içimizde haseb sahibidir) şeklinde cevap Jermiştir. Bu cevap biraz problemli görülmüştür. Bunun tam olarak soruya cevap teşkil ettiği düşünülmemiştir. Çünkü soru, nebi'in soyunun veya hasebinin olduğunu zaten içermektedir. Cevap da bunun aynısıdır. Bu şekilde bir düşünceye şöyle cevap verilmiştir:......zu hasebin ifadesinde geçen tenvin, tarzım içindir. Bu durumda Ebu SüfYan şöyle söylemiş demektir: "O içimizde şan lı bir soy veya büyük bir haseb sahibidir." İbn İshak rivayetinde Herakleios'un bu sorusu "Soy bakımından aranızdaki durumu nasıl?" şeklinde geçmektedir. Ebu Süfyan'ın cevabı da şu şekildedir: "En asil soya sahiptir. Onun soyu devenin hörgücünden daha yüksektir." Bu cevabı ile Ebu Süfyan, "O, soy bakımından bizim en şereflimizdir," demek istemiştir. "Onunla hiç savaştınız mı?" Herakleios savaşa başlamayı onlara nispet etmiştir. Sorusunu "Hiç o sizinle savaştı mı?" şeklinde sormamıştır. Bunun birkaç nedeni olabilir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 1-Ona olan saygısını korumak için. 2-Nebi'in halkı kendisiyle savaşmadığı sürece onlara savaş açmayacağını bildiği için. 3-Mevcut inançlarını bırakmaya davet edilen insanların genellikle şiddetle karşılık verdiklerini bildiği için. Dihye'den nakledilen hadiste ise Herakleios "O sizinle savaşınca zor durumda kalıyor mu?" şeklin'de sormuş. Ebu Süfyan da "Onu an la bir halk savaştı. Bir keresinde onlar üstün geldi, diğer defasında o üstün geldi," şeklinde cevap vermiş. Bunun üzerine Herakleios şöyle demiş: İşte bu, onun Nebiliğini gösteren bir alamettir. "O bize zarar verdi, biz de ona zarar verdik." Herakleios ile Ebu Süfyan'ın görüşmesinden önce Kureyşliler ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç kez savaşmışlardı. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları yapılmıştı. Bedir'de müslümanlar müşrikleri bozguna uğratmıştı. Uhud'da ise onlar üstün gelmişti. Hendek de ise her iki taraf az da olsa diğer tarafa kayıp verdirmişti. Bu yüzden Ebu Süfyan'ın "O bize zarar verdi, biz de ona zarar verdik," sözü doğrudur. "Ben sana onun içinizdeki hasebini sordum." Hadisteki soru ve cevaplar meydana geldiği şekilde anlatılmıştır. Herakleios her cevap karşısında söylenmesi gerekeni söylemiştir. Sonuç olarak, bu soru-cevabın her biri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Nebilik alametlerini taşımaktadır. Herakleios bunların bir kısmını okuduğu kitaplardan öğrenmiş, diğer bir kısmını ise geleneğe bakarak tespit etmiştir. "Ben bir Nebiin çıkacağını biliyordum. Ama onun sizlerden çıkacağını zannetmiyordum." Bu ifadeler, Herakleios'un o dönemde bir Nebi gönderileceğinden haberdar olduğunu, ancak söz konusu Nebiin hangi milletten çıkacağını bilmediğini gösterir. "Ona ulaşacağımı bilsem, onunla buluşmayı isterdim." Hadisin bu kısmı "Bedu'l-vahy Bölümü"nde413 "onunla buluşmak için her türlü zahmete katlanırım" anlamına gelen ......ıe teceşşemtü likaehu ifadesi ile nakledilmiştir. Kadı Iyaz bu lafzı tercih etmiştir. Ancak onun bu tercihi İmam Müslim'in naklettiği rivayete hastır. Ayrıca söz konusu rivayet İmam Buharı tarafından da nakledilmiştir. İmam Nevevı bu ifade hakkında şöyle demiştir: .....le teceşşemtü likaehu "Ona ulaşmak için her türlü sıkıntıya, meşakkate katlanırım, ama ona ulaşamamaktan endişe ediyorum." anlamına gelir. Aslında Herakleios'un bu konuda bir mazereti yoktur. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in özelliklerini öğrenmişti. Ama imparatorluk hırsına yenik düştü. İmparatorluğunun sürmesini arzuladı ve tercihini bu yönde kullandı." Ayrıca İmam Nevevı bu hadis hakkında şunları söylemiştir: Bu kıssadan birçok faydalı bilgiye ulaşılır. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür: 1-Kafirlerle savaşmadan önce onları mektup yazarak İslam'a davet etmek caizdir. Bu konu ayrıntılı biçimde ele alınmıştır. Kendilerine İslamı davetin ulaştığı kimseleri uyarmak farzdır. Diğer insanları ise uyarmak müstehaptır. 2-Haber-i vahid ile amel etmek gereklidir. Eğer gerekli olmasaydı, mektubun Dıhye el-Kelbı ile gönderilmesinin bir anlamı olmazdı. 3.-Karineler doğru olduğunu gösterdiği takdirde yazılı metnin gereği ile amel etmek gereklidir. "Rahman ve Rahım olan Allah'ın adıyla;" Nevevı bu konuda şöyle demiştir: "Hadisin bu kısmından mektuba besmele ile başlamanın müstehap olduğu sonucu ortaya çıkar. Hatta mektubun gönderildiği kişi kafir olsa bile bu hüküm değişmez." "Allah'ın Nebii Muhammed'den sallalliıhu aleyhi ve sellem" Bu ifade "Bed'u'lvahy" ve "Cihad" Bölümlerinde "Allah'ın Nebii Muhammed İbn Abdillah'tan" şeklinde geçmektedir. Bu cümle, Nebilerin her ne kadar Allah katında insanların en değerlisi olsa da, aynı zamanda O'nun kulu olduklarına da işaret eder. Sanki bu ifade, Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki iddialarının batıl olduğuna bir işarette bulunmaktadır. Medainı'nin anlattığına göre Herakleios "Allah'ın Nebii Muhammed s.a.v.'den Rumların liderine" ifadesini okuyunca, kardeşi buna çok sinirlenmiş ve mektubu çekip almış. Herakleios ona "Neyin var?" demiş. Kardeşi, "Baksana! Önce mektuba kendi ismi ile başlamış. Seni de 'Sahibu'r-rOm" olarak isimlendirmiş. Bunun üzerine Herakleios ona şöyle demiş: "Kuşkusuz sen, düşüncesizin birisin. Ne yazdığını okuyup öğrenmeden bu mektubu atmamı mı istiyorsun? Eğer o bir Nebise, mektuba kendi adıyla başlaması daha uygundur. Ayrıca 'Sahibu'r-ROm' demesi de doğrudur. Benim ve onların sahibi de Allah'tır." "Rumiarın büyüğü" Bu ifade, onların saygı gösterip lider olarak benimsedikIeri kimse anlamına gelir. "Müslüman ol kurtul!" Bu ifade, İslam'a girenlerin afetlerden kurtulacağına dair bir müjdedir. Bu müjde sadece Herakleios'a ait değildir. Aynı şekilde "İslam'a gir ki, Yüce Allah seni iki defa ödüllendirsin," hükmü de sadece onun için değildir. Aksine bu, kendi Nebiine ve Nebi s.a.v.'e iman eden herkes için geçerlidir. "İslam'a gir ki, Yüce Allah seni iki defa ödüllendirsin." Bu ifadede geçen ...eslim (Müslüman ol!İslam'a gir) ifadesi "Bed'u'l-vahy Bölümü"nde geçen iki ihtimalden birini tekit etmek için kullanılmıştır. Allah Resulü s.a.v. bu ifadeyi tekit için tekrarlamıştır. Ancak mektupta ş:ıeçen ilk i!eslim emri, "Mesih hakkında Hıristiyanlar gibi inanma!"; ikinci i!eslim emri ise, Islam dinine gir anlamına gelir. Bundan dolayı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ifadeden sonra "Allah seni ki defa ödüllendirsin," demiştir. Önemli Açıklama : Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Herakleios'a gönderdiği İslam'a davet mektubunda açıkça, kelime-i şehadetin ikinci rüknü olan kendi Nebiliğini kabule çağırmamıştır. Ama bu, "Hidayete tabi olanlara selam olsun!", "Seni İslam'a davet ediyorum", "Müslüman all" cümleleinde mevcuttur. Çünkü bu sözlerin tamamı kelime-i şehadetin iki rüknünü de içermektedir. "Arısılerinitüm Bizans halkının" Bu ifadenin açıklaması "Bed'u'l-vahy Bülümü"nde yapılmıştı. İbn Sıde (vefatı. 458) "el-Muhkem" adlı eserinde şöyle demiştir: Arıs, Sa'leb kabilesinin lehçesine göre çiftçi, Küra' lehçesine göre ise emin anlamına gelir. Bu kelime zıt anlama gelen kelimelere benzer. Yani başkasına uyan ve kendisine uyulan kimse için kullanılır. Bu kelimenin hadisteki kullanımı her iki manaya da uygundur. Eğer burada başkasına uyan manası kastedilmiş ise, hadisin anlamı şu şekilde olur: "İslam'ı girmeyi reddetme konusunda sana uyanların - halkının da vebali senin boynunadır." Yok eğer kendisine uyulan manası kastedilmiş ise, hadisin anlamı şu şekilde olur: "[İslam'ı girmeyi reddetme konusunda] kendisine uyulan insanların da vebali senin boynunadır. Kendilerine bağlı olanları haktan saptırdıkları ölçüde onların günahı sana yazılır." "Kendisine ait bir salonda onlarla toplantı yaptı." "Bed'u'l-vahy Bölümü"nde anlatıldığı üzere Herakleios ileri gelenleri bir yerde toplamış, kendisi de yüksek bir yere kurulmuştu. Oturduğu yerden onların ne yaptıklarını görebiliyordu. Canındanendişe etiği için böyle yapmıştı. Çünkü onların sözlerinden hoşlanmayıp aniden kendisini öldürmelerinden korkuyordu. "Ahir zamana kadar hakimiyetinizi sürdürmeye ne dersiniz?" Herakleios kitaplardan şunları öğrendiği için bu cümleyi kurmuştur: 1-Muhammed ümmetinden sonra başka bir ümmet meydana gelmeyecektir. 2-Muhammed ümmetinin dininden başka bir din gönderilmeyecektir. 3-Muhammed'in dinine iman edenler kurtuluşa erecektir. "Herakleios'a saygıdan dolayı secde edip ondan razı oldular." Bu ifade, RumIarın krallarına eğilerek saygı gösterme geleneğine sahip olduklarına işaret eder. Yine ihtimal dahilindedir ki, onların gerçekten yeri öptüğüne dair bir işaret de olabilir. Bu şekilde krallarını selamlayanlar çoğunlukla secdeye kapanan insanlar gibi eğilirler. Toplantıya katılanlar Herakleios'un yanından kaçmaya yeltendikten sonra, kendilerini rahatsız eden durumun ortadan kalktığını fark edip tekrar krallarına dönmüşlerdir. Böylece ondan razı olmuşlardır. NOT : Mektuba, kime gönderildiğini yazmadan önce besmele ile başlanılır. Ahmed İbn Hanbel ve Ebu Davud'un rivayetine göre Ala İbn el-Hadramı Nebi s.a.v.'e bir mektup yazmıştır. O esnada Ala, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Bahreyn valisi idi. Mektuba, "Ala'dan Allah'ın Elçisine Sallallahu Aleyhi ve Sellem" şeklinde başlamıştı. Meymun şöyle demiştir: Acemler krallarına mektup yazarken önce krallarının ismini zikretmeyi adet haline getirmişlerdir. Bu konuda Ümeyye Oğulları da onlara tabi olmuştur. ''Ahkam'' konusunda, İbn Ömer'in Muaviye'Ye mektup yazdığı ve mektuba Muaviye'nin adıyla başladığı anlatılacaktır. Yine aynı şekilde onun Abudlmelik'e bu tarz bir mektup yazdığından bahsedilecektir. Zeyd İbn Sabit'in de Muaviye'ye bu şekilde mektup yazdığı rivayet edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Medıne'de ensar arasında en fazla hurma ağacına sahip olan Ebu Talha idi. O, en çok "Beyruha" adıyla anılan bahçesini severdi. Bu bahçe Mescid-i Nebevı'nin tam karşısında idi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu bahçeye girer ve onun güzel suyundan içerdi. "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda harcamadıkça) iyiye eremezsiniz" ayeti nazil olunca Ebu Talha Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e şöyle dedi: - Ey Allah'ın Elçisi! Rabbimiz, 'Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda harcamadıkça) iyiye eremezsiniz' buyuruyor. Benim en sevdiğim şey, 'Beyruha' adındaki bahçemdir. Bu bahçeyi Allah rızası için sadaka olarak tahsis ettim. Bunun hayrını ve Allah katında [benim için] biriktirilmiş bir iyilik olmasını umarım. Ey Allah'ın Elçisi! Bu bahçe hakkında Allah'ın sana göstereceği şekilde tasarrufta bulun! Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: - Bu ne güzel bir davranış. Bu bahçe sevabı ahirette sana dönecek bir mülktür. Söylediklerini dinledim. Bence sen bu bahçeni, akrabaların arasında paylaştır. Ebu Talha "Ey Allah'ın Elçisi! Söylediğini yapacağım," dedi ve bu bahçeyi akrabaları ile amcaoğulları arasında paylaştırdı. (Bu rivayetin Rayi ve Rabih şeklinde iki rivayet var. Bu şek, Ravi İbn Mesleme'den kaynaklanır)
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Talha bu bahçeyi Hassan [İbn Sabit] ile Übey [İbn Ka'b] arasında paylaştırdı. Halbuki ben, kendisine onlardan daha yakındım. Fakat bana bahçeden bir pay vermedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında Enes İbn Malik'ten nakledilen 'Beyruha bahçesiyle' ilgili hadisi zikretti. Bu hadisin zabtı "Zekat Bölümü"nde (bk. Kitiibu'z-zekat 44) geçmişti. Hadisin aç1klaması ise "Vakıf Bölümü"nde yapılmıştır. Bu ayet ile amel eden sahabilerden biri de İbn Ömer'dir. Bezzar'ın rivayetine göre o, bu ayeti okumuş sonra şöyle demiştir: "Baktım Rum asıllı cariyem Mercane'den daha çok sevdiğim bir şey yok. Sonra şöyle dedim: Bu cariye bundan böyle Allah nzası için hürdür. Eğer Allah nzası için verdiğim şeylerden vazgeçmeme adetim olmasaydı, elbette onunla evlenirdim
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer r.a.'den rivayet edildiğine göre; "Yahudiler zina etmiş bir erkek ile bir kadını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e getirdiler. Allah Resölü salIaııiıhu aleyhi ve selIem onlara, - Sizden zina edenleri nasıl cezalandırıyorsunuz? diye sordu. Yahudiler, - Yüzlerini siyaha boyayıp döveriz, şeklinde cevap verdiler. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, - TevrMta recm ayetini bulmuyor musunuz? diye sordu. Yahudiler, - Biz TevrMta böyle bir ayet görmüyoruz, cevabını verdiler. Hemen araya Abdullah İbn Selam girip: - Yalan söylüyorsunuz! Eğer bu iddianızda doğruysanız, TevrMı getirin ve okuyun' dedi. [Bunun üzerine Yahudiler gidip TevrMı getirdiler.] Yahudilerin Tevrat'ı öğreten alimlerinden biri elini Recm ayetinin üzerine koydu ve okumaya başladı. Recm ayetinden bir önceki ve sonraki ayetleri okudu. Ama recm ayetini okumad!. Abdullah İbn Selam Yahudi alimin elini recm ayetinin üzerinden kaldırdı ve - [Recm ayeti yok da] bu ne? diye sordu. Yahudiler o ayeti görünce - Bu recm ayetidir. dediler. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu iki kişinin recmedilmesini emretti. Bu iki kişi, Mescid'in yakınlarında bulunan cenazelerin konduğu yerde recmedildiler. Erkeğin zina ettiği kadının üzerine kapanarak onu taşlardan korumaya çalıştığını gördüm
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" ayeti şu anlama gelir: Siz insanlar için onların en hayırlısı olarak çıkarıldınız. Sizler, boyunlarına zincir vurulmuş insanları getirirsiniz. Nihayet onlar Müslüman olurlar. Fethu'l-Bari Açıklaması: Yukarıdaki ayetin açıklaması hakkında Abdurrezzak İbn Hemmam, Ahmed İbn Hanbel, Nesaı ve Hakim İbn Abbas'tan iyi bir isnadla şu rivayeti nakletmişlerdir: İnsanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetten maksat, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile hicret eden Müslümanlardır. İmam Taberı de Mücahid'in bu ayeti şu şekilde yorumladığını nakletmiştir: "En hayırlı ümmet olmanız, ayette belirtilen şartları yerine getirmenize bağlıdır." Bu yorum diğerlerine göre daha kapsamlıdır. Taberı ve İbn Ebı Hatim İkrime kanalıyla bu hadisin sebebi vurudu hakkında şunu nakletmiştir: "Sizden önceki ümmetlerden birine mensup bir kimse diğer bir ümmetin bulunduğu yerde kendisini güvende hissetmezdL O da kendisini onun bölgesinde güvende hissetmezdL Sonra siz geldiniz ve sizin içinizde zenci ve kızıl tenliler (bile) güven içinde oldular." Başka bir senetle de onun şöyle söylediğini aktarmıştır: "Bu ümmet kadar hiçbir ümmetin içine başka milletler girmemiştir." Ubeyy İbn Ka'b'ın da şöyle söylediğini aktarmıştır: "Bu ümmetten daha fazla İslam'a icabet eden başka bir ümmet olmamıştır. ii İmam Taberi bu rivayeti hasen senetle ondan nakletmiştir. Bütün bu rivayetler, ayette geçen ümmet lafzının genel bir anlam ifade ettiğini gösterir. Nitekim Ferra kesin bir ifade ile bunun böyle olduğunu belirtmiştir. Kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır." Bu konuda şu ayetleri de delilolarak ileri sürmüştür: "Yeryüzünde az sayıda olduğunuz zamanları hatırlayınf"[Enfal 26], "Azken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayınf"[A'raf 86] Sonra da şöyle demiştir: Buna benzer yerlerde ------kane'yi kullanıp kullanmamak birdir. Bazı alimler bu ayeti "Siz, levh-i mahfuzda veya Allah'ın ilminde en hayırlı ümmetsiniz." şeklinde tefsir etmiştir. İmam Taberı ayetin genel bir mana faşıdığını ifade eden görüşü tercih etmiştir. Nitekim Tirmizı, İbn Mace ve Hakim'in Behz İbn Hakım ve onun babası ve dedesi kanalıyla naklettikleri şu hadis de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygam- , , ber sallallahu aleyhi ve sellem ,bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur: ......(Siz yetmişinci ümmetsiniz. Allah katında ümmetierin en hayırlısı ve en değerlisisiniz.) Hakim bu rivayetin sahıh olduğunu belirtmiştir. Ahmed İbn Hanbel'in Hz. Ali'den hasen senetle naklettiği rivayette Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetimi en hayırlı ümmet kıldım
- Bāb: ...
- باب ...
Amr Cabir İbn AbdilIah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi," ayeti bizim hakkımızda nazil oldu. Biz Hariseoğulları ve Selemeoğulları olmak üzere iki bölüktük. Bu ayette "Halbuki Allah onlann yardımcısı idi," ifadesi bulunduğu için bizim hakkımızda inmemiş olmasını istemezdik. (Bir defasında hadisin ravilerinden Süfyan bu son kısmı şu şekilde rivayet etmiştir: Hoşumuza gitmezdi)
- Bāb: ...
- باب ...
Salim babasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sabah namazının ikinci rekatında rüku'dan doğrulunca: سمع الله لمن حمده، ربنا ولك الحمد semiallahu limen hamideh ve leke'I hamd dedikten sonra " Allahım! Falana, falana 've falana lanet et!" şeklinde beddua ettiğini, bunun üzerine "Bu konuda senin yapabileceğin bir şey yok. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, ya da zalimlikleri yüzünden onları azaba çarptırır," ayetinin nazil olduğunu nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den nakledildiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem birine beddua veya dua edeceği zaman rukudan sonra kunut duası okurdu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "........semiallahu limen hamideh ve leke'I hamd (Allah kendisine hamd edeni işitir. Rabbimiz hamd yalnız sana muhsustur.)" dedikten sonra şöyle dua ve beddua ederdi: "Allahım! Velfd İbn Velfd'i, Seleme İbn Hişfım'ı ve Ayyaş İbn Ebı Rabfa'yı kurtar. Allahım! Mudar kabilesini daha beter et! Yaşadıkları şu yılları, Yusuf Nebi döneminde yaşanan zorlu yıllara dönüştür." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu dua ve bedduasını yüksek sesle okurdu. Hatta bazı sabah namazıarında birtakım Arap kabileleri için "Allahım! Falana, falana lanet et!" şeklinde beddua ederdi. Bu durum "Bu konuda senin yapabileceğin bir şey yok," ayeti ininceye kadar sürdü. Fethu'l-Bari Açıklaması: Velıd, Velld İbn Muğıre'nin oğludur. Halid İbn Velld'ir;de kardeşidir. Velld Bedir savaşına müşriklerin safında katılmıştı. Bu savaşta esir edilmişti. Sonra fidye verip kurtulmuştu. Daha sonra ise Müslüman olmuştu. Bu yüzden Mekke'de hapsolunmuştu. Hadiste zikredilen Seleme ve Ayyaş ile birlikte, anlaşıp müşriklerden kaçmıştı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların Mekke'den çıktığını haber almıştı. Bu yüzden ona dua etmiştir. Bu bilgileri Abdurrezzak İbn Hemmam müsel bir senet ile nakletmiştir. Velld Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelince vefat etmiştir. "Seleme İbn Hişam'ı." Hişam Muğıre'nin oğludur. Dolayısıyla Seleme, bir önceki paragrafta hakkında bilgi verilen Velld'in de amcasının oğludur. Ayrıca Ebu Cehil'in kardeşidir. Seleme ilk Müslüman olan insanlardandır. Hz. Ebu Bekir'in hilafeti sırasında hicri 14 yılında Şam'da şehit düşmüştür. "Ayyaş İbn Ebf Rab fa'y ı. " Ebu Rabıa künyesi ile tanınan Amr İbn Muğıre'nin oğludur. Bu da diğerleri ile amcaoğludur. İlk Müslüman olan insanlardan biridir. Her iki hicrete de iştirak etmiştir. Ama Ebu Cehil onu kandırmıştl. Bu yüzden Mekke'ye dönmüştü. Dönmesiyle birlikte Ebu Cehil, onu hapsetti. Sonra hadiste isimleri geçen arkadaşları ile birlikte Mekke'den kaçtı ve Hz. Ömer'in hilafetine kadar yaşadı. Hicri 15 yılında hakkın rahmetine kavuştu. Daha önce öldüğü de söylenmiştir. Herşeyin doğrusunu Allah bilir. "Hatta bazı sabah namazıarında." Hadiste geçen bu ifade, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu şekilde dua ve beddua okumayı sürdürmediğini gösterir. "Birtakım Arap kabileleri için." İmam Müslim hadisin bu bölümünü Yunus kanalıyla Zühri'den şöyle nakletmiştir: "Allahım! Ra'l, Zekvan ve Usayye kabilelerine lanet etf
- Bāb: ...
- باب ...
Bera’ bin Azib'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Uhud savaşında piyadelerin başına Abdullah İbn Cübeyr'i getirmişti. Müslüman savaşçılar bozguna urayıp kaçmaya başlayınca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem arkalarından onlara sesleniyor ve (kaçmamalarını istiyordu). O vakit Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in etrafında sadece on iki savaşçı kalmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Katade Enes aracılığı ile Ebu Talha'nın şöyle dediğini nakletmiştir: "Uhud savaşında mevzilerimizde olduğumuz bir sırada bizi bir uyuklama sardı Kılıcım elimden düşmeye başladı. Onu aldım. Ama yine düştü. Sonra onu tekrar aldım." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ruvayet, yine Katade'den başka bir senetle "Meğazi Bölümü"nde nakledilmişti. Açıklaması da orada yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbrahim Nebi ateşe atıldığı zaman حسبنا الله ونعم الوكيل hasbunallahu ve ni'me'l-vekil (Allah bize yeter! o, ne güzel vekildir,) demiştir. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kendisine insanların [Müslümanlarla savaşmak için] bir ordu hazırladığı söylenince bu sözü söylemiştir. [Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:] Düşmanlarınız olan insanlar size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan! "Bir kısım insanlar, mu'minlere: ' Düşmanlarınız olan insanlar size karşı asker topladılar; aman sakının onlardanı' dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter. O ne güzel vekfldiri' dediler
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğie şöre o 1öyle demiştir: Ateşe atıldığı zaman ıbrahim Nebiin son sözü, ......hasbiyellahu ve ni'me'l-vekil (Allah bana yeteri O, ne güzel vekildir.) olmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: "İnsanlar size karşı asker topladılar." Ayette geçen bu ifade, bu konuda İbn İshak'ın ayrıntılı biçimde tahriç ettiği olaya işaret etmektedir. Söz konusu olay şu şekilde gerçekleşmiştir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrıldıktan sonra Kureyşlileri Mekke'ye götürüyordu. Yolda karşısına Ma'bed el-Huzaı çıktı. Ma'bed, kendisine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in büyük bir ordunun başında gördüğünü, Uhud savaşında onun yanında yer almayanların pişman olup gelerek etrafında birleştiklerini anlattı. Bu haber Ebu Süfyan ve onun arkqdaşlarının kararını değiştirdi. Bu yüzden Ebu Süfyan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bir grup gönderdi. Gönderilen grup Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ebu Süfyan ve arkadaşları sizi hedefliyor," Mesajını iletti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem حسبنا الله ونعم الوكيل hasbunallahu ve ni'me'l-vekll (Allah bize yeter! O, ne güzel vekildir.)" demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Allah'ın kendisine verdiği malın zekatını vermeyen kimseler için malları, iki gözü üzerinde iki nokta bulunan bir yılan şeklinde gösterilir. Kıyamet günü bu yılan onların boynuna dolanır. Avurtlarından yakalayıp "Ben, senin malınım! Ben, senin biriktirdiğin servetinim! der." Sonra Nebi şu ayet i okudu: "Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini {infakta} cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. "[AI-i İmran 180] Fethu'l-Bari Açıklaması: "Allah'ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar ... "[AI-i İmram 180] ayetinin tefsiri. Vahidı şöyle demiştir: "Tefsır alimleri bu ayetin zekat vermeyenler hakkında indiğikonusunda görüş birliğine varmışlardır." Ancak bu iddia tartışmaya açıktır. Çünkü bu ayetin nebi'in özelliklerini gizleyen Yahudiler hakkında indiğini ileri sürenler de olmuştur. Mesela İbn Cüreye bu görüştedir. Zeccac da bu görüşü tercih etmiştir. Bu ayetin cihad konu.sunda harcama yaparken cimri davrananlar hakkında indiği de iddia edilmiştir. Bir başka görüşe göre ise bu ayet, aile için para harcarken ve yardıma muhtaç akrabalara yardım yaparken cimri davrananlar hakkında inmiştir. Ancak bu görüşler içinde tercihe şayan olan ilkidir. NitekiM İmam Buharı de buna işaret etmiştir . سيطوقون seyuttawekune (boyunlarına dolanacaktır) ifadesi, .....tavvektuhu bi tavkin (onun boynuna bir halka geçirdim) cümlesindeki anlama benzer. Ebu Ubeyde "Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır," ayeti hakkında şöyle demiştir: "Kıyamet günü cimrilik ettikleri şey onlara yapışacaktır. Bu durum, 8;11 tawektühü bi tavkin (onun boynuna bir halka geçirdim) cümlesindeki anlama benzer." Abdurrezzak İbn Hemmam ve Saıd İbn Mansur İbrahim en-Nehaı'den iyi bir senetle 0) سيطوقون seyutawekune (boyunlarına dolanacaktır) ifadesi hakkında onun şu yorumunu nakletmişlerdir: "Onların boyunlarına ateşten bir halka geçirilecektir." İmam Buhar! kelime açıklamasından sonra bu başlık altında Ebu Hureyre'den gelen hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Zekat Bölümü"nde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Usame İbn Zeyd'den şöyle nakledilmiştir: "nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Fedek yapımı palan vurulmuş bir merkebe bindi. Usame İbn Zeyd'i de terkine aldı. Benu Haris İbn Hazrec'in arasında oturan ve hasta olan Sa'd İbn Ubade'yi ziyarete gidiyordu. Bu olay, Bedir savaşından önce meydana gelmişti. Usame olayın bundan sonrasını şu şekilde anlattı: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ilerlerken Abdullah İbn Übey İbn Selul'ün bulunduğu bir meclise geldi. O vakitler Abdullah henüz müslüman olmamıştı. Birden fark ettik ki, meclis farklı kesimlerden oluşuyordu. Müslümanlarla puta tapan müşrikler ve yahudiler bu mecliste bir arada bulunuyordu. Bu mecliste Abdullah İbn Revaha da vardı. Merkep ortalığı tozutunca Abdullah İbn Übey ridası ile burnunu kapattı ve: - Bizim üzerimize tozutmayın! dedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara selam verdi. Sonra durup merkepten indi ve onları Allah'a imana davet etti. Onlara Kur'an okudu. Bunun üzerine Abdullah İbn Übey şöyle dedi: - Be adam! Eğer bu söylediklerin doğruysa bundan daha güzel bir söz yoktur. Ama bunları bizim meclisimizde anlatıp bizi rahatsız etme! Kendi bölgene git! Sana kim gelirse bunları onlara anlat! .," Bunun üzerine Abdullah İbn Revaha şöyle dedi: -[Bu adamın söylediklerini boş ver!] Ey Allah'ın Elçisi! Şu meclisimizde Kur'an ile bizi sar! Onun nuru ile bizi bürü! Bu bizim hoşumuza gidiyor. [Birden ortam gerildi.] Müslümanlar, müşrikler ve yahudiler birbirlerine hakaret etmeye başladılar. Neredeyse birbirlerini boğazlayacaklardı. Allah Resutü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise sakinleşene kadar onları teskin etmeye devam etmişti. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bineğine binip yoluna devam etti. Nihayet Sa'd İbn Ubade'nin yanına vardı. Ona, - Ey Sa'd! Ebu Hubab'ın söylediklerini duymadın mı? Şöyle şöyle dedi [buyurarak biraz önce kendisi hakkında Abdullah'ın söylediklerini anlattı.] Bunun üzerine Sa'd İbn Ubade şöyle dedi: - Ey Allah'ın Elçisi! Onu hoşgörüp bağışla! Sana Kitab'ı indiren [Rabbime] yemin ederim ki; Allah Teala sana hakkı vermiştir. Bu şehir halkı, onu taçlandırıp başlarına kral yapmak üzere anlaşmıştı. Allah Teala'nın sana lutfettiği hak sayesinde onun liderliği gerçekleşmeyince kıskançlık krizine girdi. Bu yüzden biraz önce gördüğün davranışları sergilemiştir. Bu söz üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu affetmişti. Zaten Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashab-ı kiram Allah'ın kendilerine emrettiği gibi müşrikleri ve ehl-i kitabı hoşgörürlerdi. Onların rahatsız edici söz ve davranışlarına karşı sabrederlerdi. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: Andalsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir. "[AI-i İmran 186], "Ehl-i kitaptan çoğu hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar onları affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah herşeye kadirdir. "[Bakara 109] nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın [bu ayetteki[AI-i İmran 186]] emrini hoşgörü olarak yorumlamıştır. Onun bu tavrı Allah Teala'nın onlarla savaşma konusunda kendisine izin vermesine kadar sürmüştür. nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bedir savaşına çıkmıştı. Bu savaşta Allah Teala Kureyşli ileri gelen kafirlerin ölmesine hükmetmişti. Bunun üzerine İbn Übey İbn Sellıl ile onun yanında bulunan müşrikler ve puta tapan insanlar - Artık koşullar değişti, deyip Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e İslam üzere beyat edip Müslüman olmuşlardır. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Andolsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üz ücü söz işiteceksiniz. "[AI-i İmran 186] ayetinin tefsiriri." Abdurrezzak İbn Hemmam bu ayetin şiirleriyle Nebi s.a.v.'i ve müslümanları yeren Ka'b İbn Eşref hakkında indiğini nakletmiştir. "Meğazı Bölümü"ünde Ka'b'ın hikayesi anlatılmıştı. Yine o bölümde "Ka'b İbn Eşrefin hakkından kim gelecek. Çünkü o, Allah'z ve onun Nebiini incitti," hadisinin açıklaması da yapılmıştı. İbn Ebı Hatim ve İbnu'l-Münzir'in hasen senetle İbn Abbas'tan nakletlikleri rivayete göre bu ayet, Ebu Bekir ile Yahudi FinhS.s'ın arasında "Allah fakirdir, biz ise zenginiz," ayeti hakkında geçen tartışma üzerine inmişti. Ebu Bekir yahudinin bu sözünü işitince sinirlenmişti. Çünkü Allah Teala Yahudilerin bu tür sözlerinden münezzehtir. "Fedek." Medıne'ye iki konak mesafede bulunan meşhur bir beldenin adıdır. "Hasta olan Sa'd İbn Ubade'yi ziyarete gidiyordu." Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hasta olan Sa'd'ı ziyarete gitmesi, lider birinin kendisine tabi olan bazı insanları evlerinde ziyaret edebileceğini gösterir. "Bence Haris İbn Hazrec'in arasında oturan." SaId'ın evi Harisoğullarının evleri arasında idi. Çünkü o, bu boydandI. "O vakitler Abdullah henüz müslüman olmamıştı." Bu ifade o vakitler Abdullah'ın henüz Müslümanlığını ilan etmediği anlamına gelir. [Yoksa onun tamamen Müslüman olduğunu göstermez. Çünkü o, münafıkların başı idi.] "Allah ResCtlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara selam verdi." Bu ifade, kafirlerle birlikte bulunan müslümanlara selam verilebileceğini gösterir. Ancak bu durumda sadece müslümanlara selam vermeye niyet edilir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara verdiği selam, "Hidayete tabi olanlara selam olsun!" örneğinde olduğu gibi tahs!se uğramış bir genel ifadeden ibaret de olabilir. "Ebu Hubab." Abdullah İbn Übey İbn SelCtl'un künyesidir. O an Allah ResCtlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ya Abdullah bu künye ile tanındığı için veya onun kalbini İslam'a ısındırmak için bu şekilde ondan bahsetmiştir. ".......el-Buhayretü." Bu ifade bazı Buhar! ravileri tarafından .....el-Bahrati şeklinde rivayet edilmiştir. Bu kelime hem köy, hem de belde anlamına gelir. Burada ise Med!ne-i Münevvere için kullanılmıştır. YakCtt el-Hamev! bu kelimenin Med!ne-i Münevvere'nin isimlerinden biri olduğunu nakletmiştir. .......FeyuassibCthü." Araplar lidere ......el-Muassab derler. Ya başlarına sardıkları şeylerden dolayı ya da sadece kendilerinin başlarına doladıkları sarıkvari bir kıyafetten dolayı liderlere bu ismi vermişlerdir. İbn İshak'ın rivayetine göre Medinelilerin Abdullah İbn Übey'e taç giydirmek için hazırlık yaptığı bir sırada Yüce Allah Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i onlara göndermiştir. "Onun bu tavrı, Allah Teala'nın onlarla savaşma konusunda kendisine izin vermesine kadar sürmüştür." Bu ifade Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlarla savaşma iznini aldıktan sonra asla onları hoşgörmediği anlamına gelmez. Ancak önceleri savaş bakımından onlara karşı hoşgörülü davranıyordu. Sonraları da bu hoşgörüsü devam etmiştir. Nitekim Allah ResCtlü'nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir çok müşrik ve yahudiyi, kendiliğinden veya bir fidye karşılığında serbest bıraktığı bilinmektedir. Yine aynı şekilde münafıklara karşı hoşgörülü davrandığı da malumdur. Bu konuda çok sayıda hadis ve siyer malumatı vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd el-Hudrı'den nakledildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dönemindeki münafıklardan bir grup Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem cihada çıktığı zaman, İslam ordusundan geride kalırlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e muhalefet etmelerinden dolayı da pek sevinirlerdi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem cihad'dan dönünce ona mazeret beyan edip [doğru söylediklerine dair] yemin ederlerdi. Yapmadıkları işler ile övülmek isterlerdi. Bunun üzerine: "Sanma ki ettik/erine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır," ayeti nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebı Müleyke Alkame İbn Vakkas'ın kendisine şöyle haber verdiğini nakletmiştir: Mervan kapıcısına şöyle dedi: - Ey Rafi'! İbn Abbas'a git, ona "Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları ile övünen herkesin azap görmesi durumunda kuşkusuz hepimiz azap görürüz. Öyle mi?" diye sor. [Kapıcı gidip İbn Abbas'a bu soruyu sorunca] o şu cevabı verdi: - Bu ayet ile sizin bir ilginiz yok! Nebi yahudileri davet etmiş, onlara bir konuyu sormuştu. Ama onlar bildikleri halde o konuyu açıklamadılar. Bunun yerine bir başka şey söylediler ve onu gösterdiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e verdikleri bu cevap ile de övülmek istediler. Ondan hakikati gizledikleri için de sevindiler. Sonra İbn Abbas şu ayeti okudu: "Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır. "[AI-i İmran 187-188] Fethu'l-Bari Açıklaması: (Münafıklardan bir grup) Ebu Saıd ayetin sebeb-i nüztilünü bu şekilde açıklamıştır. Ettiklerine sevinen ve yapmadıkları ile övülmek isteyenlerin münafıklar olduğunu belirtmiştir. İbn Abbas'tan aktarılan rivayet ise bu kimselerin, kendilerine sorulan soruya yanıltıcı cevap verip bildikleri gerçeği saklayan yuhudiler olduğu anlaşılmaktadır. Bu rivayetleri, ayetin iki grup hakkında birlikte indiğini söyleyerek uzlaştırmak mümkündür. Nitekim Kurtubı ve diğer müfessirler, bu iki rivayet arasında çelişki gibi görünen duruma bu şekilde bir yorum getirmişlerdir. Ayrıca Ferra, bu ayetiIi "Biz herkesten önce ehl-i kitab olduk, namaz kılıp itaat ettik." diyen ancak Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e iman etmeyen Yahudiler hakkında indiğini anlatmıştır. İbn Ebı Hatim de farklı senetlerle bir tabiundan bazılarından buna benzer rivayetler nakletmiştir. Nitekim İmam Taberı de bu görüşü tercih etmiştir. Sonuç olarak şunu deriz: Bu ayetin bütün bu konular hakkında indiğini söylemeye bir engel yoktur. Ya da bu ayetin özel sebeplere binaen indiğini, umumiliğinin ise bir iyilik yapıp buna karşılık kendilerini beğenecek kadar şımarıp insanların, yapmadıkları şeylerle kendilerini övmesini isteyen herkesi kapsadığı söylenebilir. Her şeyi en iyi Allah bilir. ......Etev." Bu fiilin okum,ışu hakkında farklı kıraatler vardır. Hamevı'de bu fiil hemzenin dammesi ile ly)lutu şeklinde geçmiştir. Bu durumda anlam "Kendilerine verilen ilmi gizleyenler" şeklinde olur. Nitekim Yahudilerin bu durumu şu ayette de anlatılmaktadır: "Yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler."[Ğafir 83] Ancak ilk rivayet muşhur olan kıraate uygun olması bakımından daha evladır. İkinci kıraat Sülemi ve Saıd İbn Cübeyr'e aittir. Meşhur kıraate uygunluk daha önemlidir. Bir de İbn Abbas'ın tefsirine uygun olması ilk kıraatı daha da önemli hale getiriyor. "Sonra İbn Abbas şu ayeti okudu:" Bu ifade, İbn Abbas'a sorulan ayette bahsi geçen kimselerin bir önceki ayette anlatılan kimseler olduğunu gösterir. Allah Teala onları, gizlememekle emrolundukları bilgileri sakladıkları için yermiş ve bundan dolayı onların azaba çarptırılacaklarını bildirmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bir gece teyzem Meymune'nin yanında kaldım. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir müddet eşi ile konuştu sonra uyudu. Gecenin son üçte biri girince oturdu ve göğe baktı. Ardından "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır," ayetini okudu. Sonra kalkıp dişlerini misvaklayarak abdest aldı. Ardından on bir rekat namaz kıldı. Sonra Bilal eza n okudu. Peşi sıra Allah ResLılü Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki rekat namaz kıldı ve evinden mescide geçip insanlara sabah namazını kıldırdı
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bir gece teyzem Meymune'nin 'y"mında kaldım. "Mutlaka Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in namaz kıiışına baka'cağım!" dedim. Bir müddet sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem için [döşek serilip] yastık kondu. O da başını yastığa koyup uyudu. İlerleyen saatlerde yüzünü oğuşturarak uyandı. Ardından AI-i İmran suresinin son on ayetini okudu. Sonra duvarda asılı bir su kabına yöneldi. Onu indirip abdest aldı. Namaz kılmak için kalktı. Ben de kalkıp onun yaptığının aynısını yaptım. Sonra gidip yanı başında durdum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem elini başima koydu. Ardından kulağımdan tuttu ve hafifçe okşadı. Sonra toplam on iki rekat namazı ikişer rekat halinde klldı. Peşinden bir rekat daha kıldı
- Bāb: ...
- باب ...
Rivayete göre İbn Abbas bir gece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi olan teyzesi MeymOne validemizin yanında kalmıştı. Olayın bundan sonrasını kendisi şöyle anlatıyor: Ben yastığa paralel uyudum. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve eşi ise normal şekilde yastığa başlarını koyup uyudular. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece yarısına kadar veya biraz öncesine, ya da biraz sonrasına kadar uyudu. Sonra uyanıp uykusunu dağıtmak için elleriyle yüzünü ovuşturdu. Ardından AI-i İmran suresinin son on ayetini okudu. Akabinde duvarda asılı olan su kabını indirdi. Sonra ondaki su ile güzelce abdest aldı. Ardından namaz kılmak için kalktı. Ben de onun yaptığı gibi yapıp gidip yanı başına durdum. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem sağ elini başıma koydu ve aynı eliyle kulakla{!mı hafifçe okşadı. Sonra toplam on iki reka,t namazı ikişer rekat halinde klldı.[AI-i İmran 192] Peşinden bir rekat daha kılıp uzandı. Müezziı: onun yanına gelinceye kadar bu halde kaldı. Sonra kalkıp kısa olarak iki rekat namaz kılıp sabah namazını kıldırmak için camiye geçti
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, bir adamın himayesinde yetim bir kız vardı. Adam onunla evlendi. Kızın da bir hurmalığı vardı. Adamın kız ile evlenmesinin asıl gayesi bu hurmalıktı. Kalbinde kıza karşı en ufak bir sevgi taşımıyordu. İşte bunun üzerine "(Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız," ayeti indi. [Hadisin ravilerinden Hişam İbn Yusuf] öyle zannediyorum ki [Urve] şöyle demişti: "Bu yetim kız, hurmalıkta ve adamın diğer mallarında ona ortaktı
- Bāb: ...
- باب ...
Urve İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, o, Hz. Aişe'ye "(Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız," ayetinin tefsirini sormuş. Hz. Aişe de şöyle cevap vermiş: "Bak yeğenim!9 Bu ayette bahsi geçen yetim kız, velisinin himayesindedir. Ayrıca onun malına ortaktır. Hem güzelliği, hem de malı velisinin hoşuna gitmektedir. Ancak velisi, onun mehrini adil olarak ya da başkalarının vereceği kadar vermeden onunla evlenmek istemektedir. İşte böylesi velilerin, himayelerindeki yetim kızlarla evlenmeleri yasaklanmıştır. Ancak onlarla, mehirleri konusunda adil davranarak ve emsallerinin aldığı mehirlerin en yükseği üzerinden onların mehirlerini vererek evlenebilirler. Aksi takdirde, kendilerine helalolan diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir. " Urve Hz. Aişe'nin şunları da söylediğini nakletmiştir: "Bu ayetten sonra insanlar, Hz. Nebi'den kadınlar hakkında fetva istediler. Bunun üzerine Allah Teala"Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar, '[Nisa 127] ayetini indirdi." Hz. Aişe sözlerine şöyle devam etti: "Bu ikinci ayette bulunan .....ve terğabune en tenkihuhunne ifadesi 'herhangi birinizin, [himayesi altında bulunan] malı az olan ve güzelliği de yerinde olmayan bir yetim ile evlenme arzusunun olmaması' anlamına gelir. Erkeklerin, himayeleri altında bulunan, güzellikten ve maldan nasibi az olan yetim kızlarla evlenme isteği taşımamalarından dolayı, yine himayeleri altında bulunan, güzellikleri ve mallarından etkilendikleri yetim kızlar ile evlenmeleri de yasaklanmıştır. Ancak adaletli olmaları durumunda onlarla evlenmelerine izin verilmiştir." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı'nin ........ ([Kendileriyle evlendiğiniz takdirde] yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız,) başlığında kullandığı ayette geçen ...hiftum (korkarsanız) fiili, ,"zannederseniz," ....tuksidu fiili ise "adaletli davranmak" anlamına gelir....Tuksidu if'al babından gelir . ......Kaseda "haksızlık yapmak,"....akseda "adaletli olmak" anlamında kullanılır. Kendilerine helalolan diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir, ifadesine göre, erkekler, anlaştıkları bir mehir ile kendilerine helalolan diğer kadınlarla evlenebilirler. Hz. Aişe'nin bu yorumunun bir benzeri İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Taberi bu rivayeti tefsirinde zikretmiştir. Mücahid'den de, "Beğendiğiniz (veya size helalolan) kadınların ikisi, üçü, dördü ile evlenin" ifadesinin "(Kendileriyle evlendiğiniz takdirde). yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız," ifadesine bağlanması konusunda, ayeti şu şekilde yorumladığı nakledilmiştir: "Ye,timlerin malları konusunda adaletli davranamayacağınızdan çekinir ve bu yüzden onların ve lay etini üstlenmez, bir de zinaya düşmekten korkarsanız, o zaman hoşunuza giden ve size helalolan kadınlarla evlenin!" Hz. Aişe'nin yorumuna göre, ayette geçen "korkarsanız" şartı yetimlerin nikahlanması ile bağlantılıdır. Bu durumda ayetin anlamı "(Kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız," şeklinde olur. Erkeklerin, himayeleri altında bulunan, güzellikten ve maldan nasibi az olan yetim kızlarla evlenine isteği taşımamalarından dolayı, yine himayeleri altında bulunan, güzellikleri ve mallarından etkilendikleri yetim kızlar ile evlenmeleri de yasaklanmıştır. Himayeleri altında bulunan çirkin ve fakir yetim kızlarla evlenmek istemedikleri için, erkeklerin, güzellikleri ve mallarından dolayı onlarla evlenmeleri de yasaklanmıştır. Hem güzel, hem de çirkin yetimlerin nikahlanması ancak adaletle olur. Yukarıdaki hadisten, himaye altında olan yetimler için misli mehrin esas alındığı anlaşılır. Ancak diğer kadınlarla misli mehrin altında tespit edilmiş bir mehirle de evlenilebilir. Bu hadisten anlaşıldığına göre; veliler, himayeleri altında bulunan ve bülCığ çağına ermemiş olan yetim kızlarla evlenebilirler. Çünkü bülCığ çağına ermiş babasız çocuklara yetim denmez. Ancak istishab yoluyla denebilir. Bu konudaki . ayrıntılı açıklamalar "Kitabu'n-nikah / Nikah Bölümü"nde yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, o, "İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşru surette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın, "[Nisa 6] ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu ayet, yetimlerin malı / hakkında inmiştir. Eğer yetimin velisi fakir ise, onun malından emeği karşılığında uygun ölçüde istifade eder. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde ......(O malları israf ile ve tez elden yemeyin) ayetinde geçen ....israfen (israf) kelimesini "aşırı biçimde" şeklinde tefsir etmiştir. Bu ayette geçen ....bidaren kelimesinin anlamı hakkında Taberi, Ali İbn Ebi Talha kanalıyla İbn Abbas'tan şu rivayeti nakletmiştir: "Veli, himayesi altındaki yetimin malını yer. Yetim bülCığ çağına erip malı üzerinde onun tasarruf yetkisini sona erdirmeden önce, yiyebileceği kadar yemeye çalışır." (....A'tedna kelimesi ise, .....a'dedna ile aynı manaya gelir. Bu kelime, "hazırlamak" anlamına gelen.....el-atad kökünden ifal babında türetilmiş olup "hazırladık" manasına gelir. Bu ifadeye göre .....a'tedna ile ......a'dedna aynı anlamı ifade eder. Çünkü ilel-atld kelimesi,.....el-muad (hazırlanmış) manasına gelir. Hadisin metninde geçen .........fi mali'l-yetim (yetimin malı konusunda) ifadesi, Küşmiheni nüshasında ...... vali'l-yetim şeklinde nakledilmiştir. Buna göre hadisin anlamı şu şekilde olur: "Bu ayet, yetimlerin malı hakkında vasiyyet vs. gibi yetkileri taşıyan veliler hakkında inmiştir." "Kitabu'l-buyCı"'da Osman İbn Ferkad kanalıyla Hişam İbn Urve'den bu rivayet şu lafızlarla aktarılmıştır: "Bu ayet, yetimi koruyup gözeten ve onun malını değerlendiren veliler hakkında inmiştir. Eğer yetimin velisi fakir ise, onun malından uygun ölçüde yer." Bu konuda Ebu Davud, Nesaı, İbn Mace ve İbn Huzeyme'nin rivayet ettiği mertCı bir hadis vardır. Bu hadis Amr İbn Şuayb, onun babası ve dedesi kanalıyla nakledilmiştir. Söz konusu hadis şöyledir: "Hz. Nebi'e bir adam geldi ve 'Himaye m altında, malı olan bir yetim var. Benim de hiç malım-mülküm yok. Onun malından yiyebilir miyim?' diye sordu. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de ona 'Uygun ölçüde yiyebilirsin,' cevabını verdi." Bu rivayet in senedi kavidir. Eğer yetimin velisi fakir ise ifadesi, yetim malından ücret alacak kimselerin fakir olmaları gerektiğini gösterir. Bu konuda ayrıntılı bilgiyi "Kitabu'l-vasaya" da vermiştik
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa ... " ayeti muhkemdir, neshedilmemiştir. Bu hadisi İbn Abbas'tan nakletmede Saıd İbn Cübeyr İkrime'ye mutabaat etmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa ... " ayet i muhkemdir, neshedilmemiştir. İsmalll başka bir senetle Eşcaı'den bu rivayeti şu ziyade ile nakletmiştir: İbn Abbas miras paylaştırmaya oturduğu zaman, mirasçı olmayan yakınlara, yetimlere ve yoksullara hediye kabilinden bir şeyler verirdi. Mal az olursa, bu kimselere kendisini mazur görmelerini söylerdi. İşte ayette geçen 'güzel söz'den maksat budur. Bu hadisi İbn Abbas'tan nakletmede Saıd İbn Cübeyr İkrime'ye mutabaat etmiştir. İmam Buhari bu rivayeti, "Kitabu'l-vasaya"da senedi ile birlikte şu şekilde zikretmişti: Bazı insanlar bu ayetin mensuh olduğunu iddia ediyor. Kesinlikle böyle bir şey yoktur. Allah'c{ yemin ederimki, bu ayet neshedilmemiştir. Ama bu, insanların içeriği ile amel etme konusunda gevşek davrandığı bir ayettir. Burada iki akraba vardır. Bunlardan biri mirasçı olur ve mirastan payını alır. Diğeri ise mirasçı olmaz. İşte bu tür'akrabalara "Sana bir şey veremiyoruz" vb. güzel sözler söylenir. İbn Abbas'tan gelen bu rivayetlerin senetleri sahihtir. Her ikisi de mutemeddir. İbn Ebi Hatim ve İbn Merdliye tarafından yine İbn Abbas'tan zçı.yıf senetlerle çeşitli rivayetler nakledilmiştir. Bunlara göre, söz konusu ayet mensuhtur. Miras ayeti onu neshetmiştir. Bu konuda Said İbn Müseyyeb'den sahih bir rivayet aktarılmıştır. Kasım İbn Muhammed, İkrime ve daha başka alimler de bu görüştedir. Dört mezhep imamı ve onlara tabi olan alimler de bu kanaattedir. Bu konuda İbn Abbas'tan üçüncü bir görüş daha aktarılmıştır. Abdurrezzak İbn Hemmam, Kasım İbn Muhammed kanalıyla ve sahih bir senetle şu rivayeti nakletmiştir: Abdullah İbn Abdirrahman İbn Ebi Bekir, Hz. Aişe hayatta iken, babası Abdurrahman'ın mirasını paylaştırdı. Evdeki yakınlara ve yoksullara babasından kalan mirastan pay vermedEm mirası böıüştürmedi. Sonra da bu ayet i okudu. Kasım olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Bu olayı İbn Abbas'a anlattığım zaman o, şöyle dedi: Hata etmiş. Onun böyle bir yetkisi yoktur. Bu yetki, vasiye aittir. Malın dağıtılması, ölenin erkek akrabalarının görevidir. Çünkü ölen kişinin, erkek akrabalarına vasiyyette bulunması müstehaptır." Kanaatime göre bu rivayet yukarıdaki başlık altında zikredilen ve söz konusu ayetin mensuh olmadığını, aksine muhkem olduğunu gösteren hadis ile çelişmez. Bu ayetin anlamı şu şekilde izah edilmiştir: Miras paylaştırılınca, ölünün mirasçı olmayan akrabaları ile yetim ve yoksul kimseler hazır bulunabilirler. Bu insanlar, özellikle de paylaştırılan mal çok ise, mirastan bir payalmayı umarlar. Bu yüzden Allah Teala onlara iyilik yapma ve güzel davranma adına hediye kabili nden bir şeylerin verilmesini emretmiştir. Ancak bu görüşte olanlar da, "ayetteki emrin vüclib mu, yoksa nedb mi ifade ettiği konusunda" ihtilafa dÜşmüşlerdir. Mücahid ve bir grup alime göre ayetteki emir, vüclib ifade eder. İbn Hazm da bu kanaattedir. Onlara göre mirasçı kimseler, bu gruplara gönüllerinden koptuğu kadar pay vermek zorundadır. İbnu'l-Cevzi, alimlerin çoğuna göre ayette geçen "yakınlar" ifadesi ile mirasçı olmayanların, "onları da rızıklandırın" ifadesi ile ise "onlara verin" anlamının kastedildiğini nakletmiştir. Başka alimler ise "onları da rızıklandırın" ifadesinin "onlara yedirin" anlamına geldiğini söylemiştir. Ayetteki emir, bunun mübah olduğunu belirtmek içindir. Güçlü olan görüş de budur. Eğer ayetteki emir bu hükmün farz olduğuna delalet etmiş olsaydı, bu, ayette adı geçen kimseler için miras malında insanlar arasında anlaşmazlığa yol açacak biçimde bir hak doğururdu. İbn Sirin ve bazı alimler şöyle demiştir: "Bundan, onları da rızıklandırın" ifadesi ile, "Miras malından onlara bir yemek yapın," anlamı kastediimiştir. Bu ayet, mahcCır ve diğer kimselerin malları hakkında genel bir hüküm taşımaktadır}
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Hasta olduğum bir sırada Sallallahu Alyhi ve Sellem ile Ebu Bekir radıyaHahu anh yürüyerek gelip Ebu Seleme mahallesindeki evimde beni ziyaret ettiler. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim baygın olduğumu, hiçbir surette aklı melekelerimi kullan amadığımı fark etmiş. Bunun üzerine su istemiş. Sonra getirilen su ile abdest almış. Ardından üzerime su serpmiş. Bunun üzerine ben hemen ayıldım ve: - Ey Allah'ın Elçisi! Malım hakkında ne yapmamı emredersin? diye sordum. Bunun üzerine şu ayet indi: "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder." Fethu'l-Bari Açıklaması: "Kitabu'l-vudu / Abdest Bölümü"nde Hz. Nebi'in, abdestten artan suyu Cabir'in üzerine serptiğini iddia edenlere cevap vermiştik. Nitekim "i'tisam Bölümü"nde de Allah Resulü'nün s.a.v. abdest aldığı suyu Cabir'e serpti ği açıkça beyan edilecektir. Hadiste geçen, Ey Allah'ın Elçisi! Malım hakkında ne yapmamı emredersin? ifadesi, Şu'be'den gelen rivayette şu şekildedir: "Ey Allah'ın Resulü! Ben ölürsem mirasım kime aittir. Bana yalnızca kelale yoluyla mirasçı olur." Bu ifadenin açıklaması, "Feraiz Bölümü"nde yapllacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "İslam'ın ilk yıllarındaki uygulamaya göre, miras erkek çocuklara verilirdi. Vasiyyet de sadece anne-babaya yapılırdı. Sonra Allah Teala bu uygulamanın dilediği kısmını yürürlükten kaldırdı. Erkek çocuklara, kız çocuklarının payının iki katı pay verdi. Anne-babanın her biri için [çocukların olduğu durumlarda] 116, [çocukların olmadığı durumlarda ise] 113, eş için [eşinin mirasından çocukları olması durumunda] 118, [çocuklarının olmaması durumunda] 1/4, koca için [eşinin çocukları olmaması durumunda] 1/2, [eşinin çocukları olması durumunda ise] 114 pay tespit etmiştir. ( Fethu'l-Bari Açıklaması: Yukarıdaki rivayette "Miras erkek çocuklara verilirdi" ifadesi, Arapların İslam öncesi "Miras Hukuku"na işaret etmektedir. İmam Taberı, başka bir senetle İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu ayet indiği zaman insanlar, Hz. Nebi'e gelip 'Ey Allah'ın Elçisi! Ne ata binebilen, ne de düşman saldırısını savabilen küçük kız çocuğuna mirasın yarısını mı vereceğiz?' diye sordular." İbn Abbas şöyle demiştir: "Araplar ancak düşman ile savaşan kimselere miras veriyorlardı." Yukarıdaki rivayette yer alan "Sonra Allah Teala bu uygulamanın dilediği kısmını yürürlükten kaldırdı" ifadesi, ilk uygulamanın bu ayetin indiği zamana kadar devam ettiğini gösterir. Bu rivayet, neshi reddedenlere cevap niteliğindedir. Zaten tefsır müellifi Ebu Müslim el-İsfehanı'den başkası da neshin varlığını inkar etmemiştir. Ebu Müslim neshin bütün çeşitlerini reddetmiştir. Ancak İslam şeriatının, bütün şeriatıarı neshettiği konusunda icma' olduğu belirtilerek ona cevap verilmiştir. Bu cevaba da şu şekilde karşılık verilmiştir: Ebu Müslim'e göre, önceki şeriatlar bizim şeriatımızın zuhuruna kadar yürürlükte idi. Dolayısıyla bizim şeriatımızın o şeriatıarı yürürlükten kaldırmasına nesih değil, tahsis denir. Bu yüzden olsa gerek İbnu's-Sem'anı şöyle demiştir: "Ebu Müslim el-İsfehanı İslam şeriatında neshin vukli bulduğu olayların varlığını itiraf etmiyorsa, bile bile hakkı inkar ediyor demektir. Yok 'Ben buna nesh demiyorum,' diyorsa, o zaman bu konudaki ihtilaf lafzldir." Her şeyi en iyi Allah bilir)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ten rivayet edildiğine göre, o, "Ey iman edenler! Kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir. Onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın!" ayeti hakkında şöyle demiştir: İslamıdan önce Arapların adetine göre, biri öldüğü zaman onun velileri hanımı hakkında herkesten daha çok söz sahibi olurdu. İsterse kadınla evlenirler, isterse onu başkasıyla evlendirirler, isterlerse evlendirmezlerdi. Kadının ailesinden çok, onun hakkında söz sahibi idiler. Bunun üzerine bu ayet inmiştir. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4579, 6984. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas'ın ..........1lla ta'dulDhünne ifadesini bu şekilde tefsir ettiğini gösteren rivayet, İmam Taberi ve İbn Ebi HMim tarafından Ali İbn Ebi Talha kanalıyla naklediimiştir. Bu ayet (Nisa 19) o dönemdeki Arapların şu uygulamasını anlatıyor: Bazıları, hoşlanmadığı karısından ayrılmak isterdi. Fakat ona mehir borcu olurdu. Bunu da ödemek istemezdi. Bu yüzden mehirden vazgeçip ayrılması için hanımını rahatsız etmeye başlardı. Mücahid'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Tıpkı Bakara suresinde olduğu gibi,(Bakara 232) bu ayetin muhatabı, kadının ailesidir. Sonra bu görüş zayıflamaya başladı ve diğeri tercih edilir oldu." İbn Abbas'ın "';......huben kelimesini "günah" şeklinde tefsır etmesi, İbn Ebı Hatim tarafından Davud İbn Ebı Hind ve İkrime kanalıyla senetli olarak nakledilmiştir. Bu rivayete göre, İbn Abbas bunu ......innehCı kane hCıben kebıra "Bu, büyük bir günahtır," şeklinde tefsır etmiştir. İbn Abbas'ın ....nihleten kelimesini mehir olarak tefsır etmesi ise, İbn Ebı Hatim ve Taberı tarafindan Ali İbn Ebı Talha kanalıyla nakledilmiştir. İsterlerse kadınla evlenirler, isterlerse onu başkasıyla evlendirirler, isterlerse evlendirmezlerdi. Kadının ailesinden çok, onun hakkında söz sahibi idiler. Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle söylediği nakledilmiştir: "Adamın biri öldüğü zaman geride bir hanım bırakırsa, yakını olan kimse hanımının üstüne bir elbise atardı. Böylece onun diğer insanlarla ilişki kurmasına engelolurdu. Kadın güzelse, onunla evlenirdi. Şayet kadın çirkinse, ölünceye kadar onunla ne evlenir, ne de onu başkasıyla evlendirirdi. Kadın ölünce de ona varis olurdu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle söylediği rivayet edilmiştir: ولكل جعلنا موالي Ve liküllin cealna mevaliye ayetinde geçen Jıylmevaliye kelim-esi varisler' anlamına gelir. والذين عاقدت أيمانكم vellezine akadet eymanüküm ifadesi ise şu şekilde izah edilir: Muhacirler Medıne'ye geldikleri zaman, muhacir biri akraba olmamasına rağmen ensardan birine varis oluyordu. Çünkü Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem aralarında kardeşlik bağı kurmuştu. "(Erkek ve kadından) her biri için, varisler kıldık," ayeti, indi ve bu uygulamayı yürürlükten kaldırdı. Sonra İbn Abbas şöyle dedi: .....vellezıne akadet eymanüküm ayeti ise şu anlama gelir: Yeminlerinizin bağladığı kimselere de yardım edin, hediye verin ve nasihatte bulunun. Artık [yeminleşenler arasında] miras hakkı kalkmıştır. Ancak kişi arkadaşına vasiyyet edebilir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "(Erkek ve kadından) her biri için, varisler kıldık," ayeti indi ve bu uygulamayı yürürlükten kaldırdı, rivayetinden, yeminleşen kimselerin mirasçı olduklarına dair hükmün bu ayet ile neshedildiği anlaşılır. İmam Taberı, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'tan, onun şu sözünü nakletmiştir: İslam'dan önce insanlar birbirleri ile akit yaparlardı. Bu akit gereğince, onlardan biri öldüğü zaman, diğeri ona varis olurdu. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak, dostlannıza uygun bir vasiyyet yapmanız müstesnadır. "(Ahzab 6) Bu ayette Allah Teala yeminleşilen dostlara vasiyyette bulunabileceğini gösterdi. Katade'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Cahiliyye döneminde insanlar birbirleri ile akit yaparlardı. Birbirlerine 'benim kanım, senin kanındır, sen bana, ben de sana mirasçı olurum' derlerdi. İslam dini gelince bu insanlara, mirastan payları olan 1/6'yı vermeleri emredildi. Sonra bu uygulama miras ayeti ile neshedildi. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurdu. "Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar." Farklı senetlerle ilk dönem alimlerinden bir çoğundan bu görüş nakledilmiştir. Kabul gören görüş de budur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd el-Hudrı'den rivayet edildiğine göre, bazı insanlar asrı saadette Hz. Nebi'e gelip: Ey Allah'ın Elçisi! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: - Evet. Bulutsuz bir havada ışık saçan güneşi gün ortasında görmek için tartışıp itişip kakışarak birbirinize zarar verir misiniz? Ashab-ı kiram "Hayır," cevabını verince, bu defa Hz. Nebi şöyle buyurdu: Peki bulutsuz bir dolunay gecesi gökyüzünde parlayan ayı görmek için tartışıp itişip kakışarak birbirinize zarar verir misiniz? Ashab-ı kiram yine "Hayır," cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Nebi şöyle buyurdu: Kıyamet günü de Allah'ı görmek için tartışıp itişip kakışarak birbirinize zarar vermeyeceksiniz. Allah'ı görme konusuda, güneş ve ayı görme hususunda birbirinize verdiğiniz zarardan başka zarar vermeyeceksiniz. Kıyamet günü bir tellal çıkıp "Her millet kendisine ibadet ettiğinin peşine düşsün!" diye ilan edecektir. İşte o an Allah 'ın dışında putlara ve dikili taşlara ibadet eden herkes Cehenneme dökülecektir. Nihayet Allah'a ibadet eden iyi ve kötü insanlarla ehl-i kitabın son temsilcileri kalacak. Sonra Yahudiler çağırılacak. Onlara: Kime tapıyordunuz? diye sorulacak. Yahudiler: - Biz Allah'ın oğlu Üzeyr'e tapıyorduk, cevabını verecek. Bunun üzerine onlara şöyle denilecek: Yalan söylediniz! Zira Hak Teala ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. Şimdi [söyleyin bakalım] ne istiyorsunuz? Yahudiler: Ey Rabbimiz! Çok susadık. Bizi suya kandır, diye yalvaracaklar. - Onlara işaret yoluyla "Hadi su başına buyurun" denecek. Sonra Cehenneme sürülecekler. Serap görecekler ve yalımları birbirine çarpan Cehennem ateşini su zannedecekler. Bu yüzden birbirlerinin peşi sıra Cehenneme atlayacaklar. / Sonra Hıristiyanlar çağırlacak. Onlara da; - Kime tapıyordunuz? sorusu sorulacak. Hıristiyanlar: Allah'ın oğlu Mesih'e tapıyorduk, cevabını erecekler. Bunun üzerine onlara da: Yalan söylüyorsunuz! Zira Allah ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. Sonra onlara: Şimdi ne istiyorsunuz? diye sorulacak. Daha sonra Yahudilerin başlarına gelen onların da başına gelecek. Geride, Allah'a ibadet eden iyi ve kötü kimselerden başkası kalmayacak. Bu sırada alemlerin Rabbi, müminlerin daha önceden öğrendiği vasfına yakın bir surette gelip onlara; Ne bekliyorsunuz? Her ümmet ibadet ettiği ilaha tabi oldu, buyuracak. İnsanlar da şöyle cevap verecekler: Dünyada iken kendilerine en fazla ihtiyaç duyduğumuz konularda bile onlardan aynıdık. Asla onlarla birlikte olmadık. Şimdi biz, taptığımlZ Rabbimizi bekliyoruz. Bunun üzerine Yüce Allah, "Ben sizin Rabbinizim," buyuracak. İnsanlar da iki ya da üç kez "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayız," diyecektir. AÇiKLAMA : İmam Buhari! bu hadisi şefaat konusunda da zikretmişti. Bu hadisin geniş açıklaması, "Kitabu'r-rikak"ta yapılacaktır. O SAYFA İÇİN BURAYA TIKLAYIN
- Bāb: ...
- باب ...
Amr bin Mürre, (İbn Mes'ud)'dan şöyle nakletmiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem benden kendisine Kur'an okumamı istedi. Ben de, "Kur'an size indirilmişken, ben size Kur'an mı okuyacağım!" diyerek hayretimi ifade ettim. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Ben Kur'an'ı başkalarından dinlemeyi seviyorum," dedi. Ben de Nisa suresinden okumaya başladım. "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!" ayetine kadar okudum. Bu ayeti okuyunca Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu kadarı kafi," dedi. Bir de baktım ki, Allah Resulü'nün gözlerinden yaş boşanmış. Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Salat-ül Müsafirin
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "[Kendisinden ödünç alarak taktığım kız kardeşim] Esma'nın gerdanlığı kayboldu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu bulmak için birilerini gönderdi. Derken namaz vakti girdi. Ancak bu adamların abdesti yoktu, su da bulamamışlardı. Bu yüzden abdestsiz olarak namaz kıldılar. İşte bu olay üzerine Allah Teala teyemmüm ayetini indirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharıinin bab başlığında kullandığı "Eğer hasta olur veya bir yolculukta bulunursanız yahut sizden biri tuvaletten gelirse ... " ifadesi, hem el-Ma ide suresindeki ayette,(Maide 6) hem de Nisa suresindeki ayette geçmektedir. İmam Buharı, bu ifadeyi Nisa suresindeki ayetin tefsirinde kullanmak suretiyle, bu ayetin Hz. Aişe'nin olayı hakkında indiğine göndermede bulunmak istemiştir. Söz konusu olay, "Teyemmüm Bölümü"nde anlatılmıştı. .....Saıden, yeryüzünün yüzeyi anlamına gelir. Ebu Ubeyde .....feteyemmemu saıden tayyiben ayet i hakkında şu yorumu yapmıştı ....... Fteyemmemu "yönelin" anlamına, .....saıden ise "yeryüzünün yüzeyi "anlamına gelir." Zeccac da şöyle demiştir: .....Salden kelimesinin yeryüzünün yüzeyi anlamına geldiği konusunda dil alimleri arasında bir görüş ayrılığının bulunduğunu bilmiyorum. Yeryüzünün hem üzerinde toprak bulunan, hem de toprak bulunmayan yüzeyine /saıd denir." Nitekim şu ayetlerde bu manada kullanılmıştır: ...... (Şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak haline getirebiliriz.),...... (Belki Rabbim bana, senin bağından 'daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağ kupkuru bir toprak haline gelir). "(Kehf 40) Yeryüzünün yüzeyi, yerden çıkılan son nokta olduğu için ......sald olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca düz araziye de ..w....;,/sald denir. Doğrusu şu ki; ..w....;,/sald üzerinde ağaç, bitki ve bina bulunmayan dümdüz yeryüzü yüzeyi anlamı:ıa gelir. Teyemmüm alırken mutlaka toprağın kullanılmasını gerekli görenler /tayyib kelimesine dayanmışlardır. Çünkü bu kelime, bitki yetişmesine elverişli toprak anlamına gelir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:..... ........(lyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir).(A'raf 58) Abdurrezzak ıbn Hemmam da ıbn Abbas'tan i .....es-saıdü't tayyıb tamlamasının "ekin" anlamına geldiğini nakletmiştir. Abd İbn Humeyd, İkrime'nin, ......el-cibt Habeşlilerin dilinde şeytan, .......et-tağut da kahin anlamına geli;' sözünü sahıh bir senetle ondan nak- letmiştir. İmam Taberı de Katade'den buna benzer bir rivayet aktarmıştır. Ancak bu rivayette Habeşistan ifadesi geçmemektedir., Söz konusu rivayet şu şekildedir: Biz, .....el-cibt kelimesinin "şeytan," ......et-tağut kelimesinin de kahin anlamına geldiğini söylerdik. Ali İbn Talha kanalıyla İbn Abbas'tan şu yorum rivayet edilmiştir: .....el-Cibt Huyey İbn Ahtab, .....et-tagtlt da Ka'b İbn Eşref'tir. ' İmam Taberı, ......el-cibt ve ;tkıl/et-tağut kelimelerinin cins isim olduğunu ifade eden görüşü tercih etmiştir. Buna göre; Allah'ın dışında tapılan put, şeytan, cin, insan vs. her ne varsa hepsi bu kavramların kapsamına girer. Dola- . yısıyla büyücü ve kahin de bu kavramın içinde yer alır. Her şeyi en iyi Allah bilir. Kelime açıklamalarından sonra İmam Buharı, Hz. Aişe'nin gerdanlığının kayboluşu ve teyemmüm ayetinin inişi ile ilgili rivayetin bir bölümüne yer verdi. Bu hadisin şerhi ayrıntılı biçimde "Teyemmüm Bölümü"nde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Ey İman Edenler! Allah'a itaat edin. Nebi'e ve sizden olan ulu 'I-em re {idarecilere} de itaat edin," ayeti Hz. Nebi'in bir askeri birliğin başında kumandan olarak gönderdiği Abdullah İbn Huzafe İbn Kays İbn Adiyy hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Abdullah İbn Huzafe İbn Kays İbn Adiyy hakkında inmiştir ifadesi, söz konusu ayetin Abdullah İbn Huzafe'nin olayı hakkında indiği anlamına gelir. Çünkü onun olayından maksat, "Eğer bir hususta anlaşmazlzğa düşerseniz, Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resul'e götürün (onların ta/imatına göre hal/edin}," ayetidir. Davudi bu maksadı görememiştir. Bu yüzden şöyle demiştir: "Bu, İbn Abbas'a nispet edilen yanlış bir yorumdur. Çünkü Abdullah İbn Huzafe bir ordunun başında sefere çıkmıştı. Bir sebepten askerlere kızmıştı. Askerler ateş yakmıştı. Onlara "Hadi ateşe atlayın!" talimatını verdi. Bazıları bu emre karşı geldi. Bazıları ise bu emri yerine getirmeye yeltendi ... Eğer bu ayet (en-Nisa 4/59) bu olaydan önce inmiş ise, ulu'l-emre itaat başkalarına değil de, sadece Abdullah İbn Huzafe'ye tahsis edilemez. Eğer bu ayet bu olaydan sonra inmiş ise, o zaman da, yetkiliye itaatin ancak iyi ve güzel hususlarda olduğu söylenir. Bu yüzden askerlere, 'Neden ona itaat etmediniz?' denemezdi." Yukarıda getirdiğim izah, bu rivayetten neyin kastedildiğini açıklıyor ve Davudi'nin ortaya koyduğu problemi çözüyor. Şöyle ki; askerler Abdullah'ın kendilerine verdiği emri yerine getirip getirmeme konusunda tartışmıştı. Ona itaat etmeye meyledenler, bu emrin yerine getirilmesi hususunda duraklamışlardı. Ona karşı gelenler ise, ateşten kaçma düşüncesi taşıyortardı. İşte bu sebeple, bu konuda kendilerine ihtilaf anında ne yapacaklarını gösteren bir ayetin inmesi uygun oldu. İhtilaf anında yapılması gereken, anlaşılamayan konuyu Allah'a ve Nebii'ne götürmektir. Bir şeyin uygun olup olmadığı hususunda bir anlaşmazlık meydana gelirse, bu anlaşmazlık Kitab'a ve sünnete müracaat ile çözüme kavuşturulur. İmam Taberi bu ayetin Ammar İbn Yasir ile Halid İbn Velid arasında geçen bir olay hakkında indiğini nakletmiştir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: Halid İbn Velld komutan idi. Ammar onun emri dışında bir adamı himaye etmişti. Bu yüzden Halid İbn Velid ile aralarında tartışma yaşanmıştı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Bu seriyyenin durumu ve komutanının ismi hakkındaki ihtilaf, biraz önce Kitabu'l-megazi/Megazi Bölümü"nde "Huneyn Gazvesi"nden hemen sonra anlatılmıştı. Ulu'l-emr iıe kimin kastedildiği hakkında farklı görüşler vardır. Bunları şu şeklide sıralayabiliriz: 1- Ebu Hureyre'ye göre, ulu'l-emr ile idareciler kastedilmiştir. Ondan bu görüşü İmam Taberi sahih bir senetle nakletmiştir. Ayrıca Meymun İbn Mihran ve daha başkalarından da buna benzer rivayetleri aktarmıştır. 2- Cabir İbn Abdillah'a göre ulu'l-emr, ilim ve iyilik sahibi kimselerdir. 3- Mücahid, Hasan-ı Basri ve Ebu'ı-Aliye'ye göre ulu'l-emr alimlerdir. 4- Müdı.hid'den, bir önceki görüşünü taşıyan rivayetten daha sahih bir senetle ulu'l-emrin sahabe olduğuna dair bir gilrüş daha nakledilmiştir. Bu, dar kapsamlı bir yorumdur. 5- İkrime'ye göre ulu'l-emr, Hz. Ebu Bekir'dir. Bu, bir önceki yorumdan daha da dar kapsamlıdır. İmam Şafii ilk yorumu tercih etmiştir. Bu tercihini de şu şekilde güçlendirmiştir: "Kureyşiiler devlet anlayışından yoksun bir kabileydi. Bu yüzden bir lidere boyun eğmezlerdi. İşte bu nedenden dolayı, onlara idareyi elinde bulundurana itaat etmeleri emredilmiştir. Yine bu nedenden dolayı Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Tayin ettiğim idareciye ve. komutana itaat edenler, bana itaat etmiş olurlar." Bu hadis müttefekun aleyhtir. Imam Taberi', her ne kadar bu ayet özel bir nedenle inmiş olsa da, içeriğinin genelolduğunu gösteren yorumu tercih etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Zübeyr, Harra bölgesinden gelen su kanalı hakkında ensardan biri ile tartıştı. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem [aralarında hüküm verip] şöyle buyurdu: Ey Zübeyr! Bahçeni sula! Sonra suyu komşuna gönder. Ensardan olan adam, "Ey Allah'ın Elçisi! Halanın oğlu olduğu için böyle hükmetlin!" dedi. Bunun üzerine Allah Resu!ü'nün sallallahu aleyhi ve sellem yüz ifadesi değişti. Akabinde şöyle buyurdu: Ey Zübeyr! Bahçeni sula! Ağaçların göletleri doluncaya kadar sulamaya devam et. Daha sonra suyu komşuna gönder! Ensardan olan adam kendisini kızdınnca Hz. Nebi apaçık bir hüküm ile Zübeyr'in hakkını tam olarak verdi. Halbuki daha önce içinde esneklik bulunan bir çözümü onlara önermişti. Zübeyr şöyle demiştir: "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlzk hususunda seni hakem kılzp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar," ayetinin bu olay hakkında indiğini kesin olarak biliyorum. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında Zübeyr ile Harra kanalı hakkında onunla tartışan ensardan birinin yaşadığı olaya yer verdi. Bu rivayetin açıklaması geniş biçimde Kitabuş-şurb'da geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle söylediğini işitmiştim: "Hastalanan bütün Nebiler, dünya ile ahiret arasında tercih yapma konusunda serbest bırakılırlar." Nebi s.a.v. vefat ettiği hastalığına yakalanınca şiddetli boğaz ağrısına tutulmuştu. Bu yüzden sesi de kalınlaşmıştı. Bu haldeyken onun: "İşte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Nebiler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir," ayetini okuduğunu işittim ve bundan, onun dünya ile ahiret arasında tercih yapma konusunda serbest bırakıldığını anladım. İmam Buhari bu başlık altında Hz. Aişe'den nakledilen hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Nebi s.a.v.'in vefatı" konusunda yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ubeydullah (ibn Ebî Yezîd): Ben İbn Abbâs'tan: Ben, annem (Ümmü’l-Fadl Lubâbe bintu'l-Hâris el-Hilâliyye, Mekke'de) zaîf kılınmak istenenlerden idim, dediğini işittim, demiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebi Müleyke'den rivayet edildiğine göre, İbn Abbas "Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenıer ... " ayetini okudu ve: "Ben ve annem, Allah'ın mazur gördüğü bu kimseler arasındaydık," dedi
- Bāb: ...
- باب ...
(Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?" ayeti hakkında Zeyd İbn Sabit'ten şöyle nakledilmiştir: Hz. Nebi'in ashabından bir grup Uhud savaşına giderken geri dönmüştü. Müslümanlar onlarhakkında iki gruba ayrılmışt!. Bir grup onların öldürülmesi gerektiğini söylerken, diğer grup öldürülmemeleri gerektiğini söylüyordu. Bunun üzerine bu ayet indi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Medfne güzeldir. Ateşin, gümüşün kirini temizlediği gibi, o da kötü insanları temizler." Fethu'l-Bari Açıklaması: أركسهم Erkesehüm ifades.inin "Onların birliğini bozdu anlamına gelir. Taberı, ıbn Cüreyc ve Ata kanalıyla ıbn Abbas'tan ........ vallahu erkesehüm bima kesebu ayeti hakkında şu yorumu nakletmiştir: r+:SI!Erksehüm ifadesi "Onların birliğini bozdu," anlamına gelir .. Yine ondan, fakat Ali ıbn Ebı Talha kanalıyla şu tefsiri rivayet etmiştir: r+:SI!Erkesehül!l "Onları düşürdü," anlamına gelir. Katade'den ise şu yorumu aktarmıştır: )IErkesehüm "Onları helak etti," manasını ifade eder. Bu, ayetin lazımı ile yapılmış bir yorumdur. Çünkü <..Y' fi )rukus "dönmek" anlamına gelir. Sanki Allah Teala onları ilk hallerine döndürmüştür. Hz. Nebi'in ashabından bir grup Uhud savaşına giderken geri dönmüştü. Uhud savaşından kaçanlar, Abdullah İbn Übey İbn Selul ve ona tabi olan kimselerdi. "Kitabu'l-megazı"de bulunan "Uhud Savaşı" başlığı altında bu husus ayrıntılı biçimde açıklanmıştı. Hamevi rivayetinde, "Ateşin, gümüşün kirini temizlediği gibi, o da kötü insanları temizler," hadisinde geçen "gümüşün kiri" ifadesi "demirin kiri" şeklindedir. "Medıne'nin Fazileti Bölümü"de bu hadisin açıklaması hakkındaki farklı yaklaşımları anlatmıştık
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Kufe halkı bir ayetin anlamı hakkında ihtilafa düştü. Bunun üzerine bineğime binip İbn Abbas'a gittim. Ona bu ayetin açıklamasını sordum. O da şu cevabı verdi: "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, Cehennemdir," ayeti indi. Bu konuda en son inen ayet budur. Bu ayeti hiçbir nas nesh etmemiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayet, Mıkyes İbn Subabe hakkında nazil olmuştur. Mıkyes ve kardeşi Hişam Müslüman olmuştu. Ensardan tespit edilemeyen bir zat suikast düzenleyip Hişam'ı öldürmüştü. Ama kimin öldürdüğü tespit edilememişti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem birini gönderip öldüren kişinin kabilesine, Mıkyes'e diyet ödemelerini emretti. Mıkyes diyeti teslim aldı. Sonra [Hz. Nebi'in] elçisini öldürdü ve mürted olarak Mekke'ye kaçtı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Hz. Nebi Mekke'nin fethedildiği gün, bazı insanların öldürülmesine izin vermişti. Mıkyes de onlardan biriydi. Bu rivayeti İbn Ebı Hatim, Saıd İbn Cübeyr kanalıyla nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
(İbn Abbas'ın "Size selam verene, 'Sen mümin değilsin, i demeyin," ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Adamın biri kendisine ait küçük bir sürüyü otlatıyordu. Derken Müslümanlar onun yanına geldi. Adam onlara, "es-Selamu aleykum/Allah'ın selamı üzerinize olsun," dedi. Buna rağmen Müslümanlar onu öldürüp koyunlarına el koydular. İşte bu olay hakkında Allah Teala "Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek 'Sen mümin değilsin,' demeyin," ayetini indirdi. Bu ayette geçen dünya hayatının geçici menfaati ile kastedilen, küçük koyun sürüsüdür. İbn Abbas ayette geçen ve farklı şekillerde okunan r)l:ıl/es-selam ifadesini bir elif ile uzatarak es-selam şeklinde okumuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: Simak rivayetine göre . !fekateıo.hü ifadesinden sonra şu ziyade bulunmaktadır: "Bu adam sadece bizden korunmak için selam verdi." Bu ayete göre, bir şekilde Müslümanlık alameti taşıdığını gösteren hiç kimse, Müslüman olup olmadığı konusunda imtihan edilmedikçe öldürülmez. Çünkü selam vermek, Müslümanlara özgü bir selamlaşmadır. İnsanlar Cahiliyye döneminde bundan farklı sözlerle selamlaşıyordu. Dolayısıyla r)Ul/es-selamü aleyküm şeklinde selam vermek, Müslümanlığın bir alametidir. Bu ayetin diğer kıraatında r)l:ıl/es-selame kelimesi, r-LJyes-seleme şeklinde okunmuştur. Anlamı ise boyun eğmektir. Boyun eğmek de Islam'ın bir alametidir. Çünkü İslam kelimesi sözlükte boyun eğmek anlamına gelir. Bu anlattıklarımdan, selam vermek veya boyun eğmek gibi dinin alametlerinden sadece birini taşıyan kimsenin Müslüman olduğu ve Müslümanlar gibi muamele göreceği sonucu çıkmaz. Aksine mutlaka kelime-i şehadetin söylenmesi gerekir. Ehl-i Kitab'ın ve müşriklerin kelime-i şehadeti söylemeleri arasında fark vardır. Kişi buna göre kelime-i şehadeti söylemelidir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Sabit'ten rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ona, "Mu’minlerden oturanlarla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz," ayetini yazdırmış. [Olayın bundan sonraki kısmını Zeyd şöyle anlatmıştır:] Tam Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ayeti bana yazdırdığı sırada Abdullah İbn Ümmi MektOm onun yanına geldi ve şöyle dedi: - Ey Allah'ın Elçisi! Allah'a yemin ederim ki, cihad edebilsem mutlaka cihad ederdim. Abdullah kör biri idi. Onun bu sözü üzerine Allah Teala Nebiine vahiy indirdi. O sırada Hz. Nebi'in uyluğu benim uyluğumun üstünde idi. Vahyin ağırlığından dolayı uyluğu bana o kadar ağır geldi ki, bir an bacağımın un ufak olacağından endişe ettirrı. Sonra vahyin gelişi tamamlandı. Allah Teala bu ayet içinde yer alan .Jı..,ı) ;j./gayra üli'd-darari (-özür sahibi olanlar dışında-) (Nisa 95) ifadesini indirmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Bera’ İbn Azib'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Mürninlerden oturanlarla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz," ayeti inince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem, [gelen vahyi yazması için] Zeyd'i çağırdı. Zeyd bu ayeti yazdı. Derken İbn Ümmi MektDm geldi ve körljiğünü şikayet etti. Bunun üzerine Allah Teala, [bu ayet içinde yer alan] ..... (-özür sahibi olanlar dışında-) ifadesini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Bera'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Muminlerden oturanlarla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz," ayeti inince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem, "Falancayı çağırın!" dedi. Çağırılan kişi divit ve levha veya kürek kemiği ile birlikte geldi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona, لا يستوي القاعدون من المؤمنين والمجاهدون في سبيل الله (Mu’minlerden oturanlaria, Allah yolunda 'cihad edenler bir olmaz.) ayetini yazmasını emretti. O esnada Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in arkasında İbn Ümmi MektCım vardı. Hz. Nebi'e, - Ey Allah'ın Elçisi! Ben ama bir adamım, diyerek durumunu arz etti. Bunun üzerine bu ayetin yerine şu ayet indi: ............. (Mu’minlerden -özür ;ahibi olanlar dışında- oturanlarla, Allah yolunda cihad edenler bir olmaz)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, "Mu’minlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla, Allah yolunda cihad edenler bir olmaz," ayeti Bedir savaşına katılmayanlar ile katılanlar hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! İbn Abbas'tan gelen rivayeti burada özet olarak verdi. Tirmizı de bu rivayeti nakletmiştir. Onun rivayetinde şu fazlalık vardır: Allah Teala'nın Bedir savaşı ile ilgili emri gelince, her ikisi de ama olan Abdullah İbn Cahş ile İbn Ümmi MektUm Hz. Nebi'e gelip - Ey Allah'ın elçisi! Bizim için bir izin var mı? diye sordular. Bunun üzerine, "Müminierden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlaria, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canlan ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı," ayeti nazil oldu. Bu ayette cihada çıkmayıp geride evlerinde oturanlar ile herhangi bir özru bulunmayan kimseler kastedilmiştir. "Mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır," ifadesinde belirtilen mücahidlerin üstünlüğü, bir özru bulunmadığı halde cihada katılmayan müminlere karşıdır." İmam Tirmizı bu rivayeti tek bir siyak içinde nakletmiştir. Ancak bu rivayette idrac vardır. "Bu ayette cihada çıkmayıp geride evlerinde oturanlar ... " ifadesi İbn Cüreyc tarafından hadise idrac edilmiştir. Taberi bunu açıklamıştır. İbn Cüreyc'in bu tefsiri şu şekilde özetlenebilir: Mücahidlerin üstün olduğu kimseler, bir özrü olmadığı halde cihada katılmayan müminlerdir. Özür sahibi müminler ise, niyetleri halis olduğu süece üstünlük konusunda cihad edenlerle bir tutulur. Nitekim bu husus "Megazı Bölümü"nde Enes İbn Malik'ten nakledilen rivayette açıklanmıştır. Söz konusu rivayette cihada katılan müminlere Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Medıne'de öyle insanlar var ki, attığınız her adımda, geçtiğiniz her vadide mutlaka onlar sizinle beraberdir. Özürleri onlann size katılmasına engelolmuştur." "Allah, mallan ve canlan ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı," ayetinin, cihad edenleri, özür sahibi olmadan cihada katılmayıp evlerinde oturan insanlara üstün kıldığı anlamına gelmesi ihtimali vardır. Bu ihtimal, yukarıda zikredilen Enes hadisi ile çelişmez. Aynı şekilde ayetin delalet ettiği özür sahiplerinin, cihad eden mücahidlerle bir tutulması anlamı ile de çelişmez. Ayette özür sahipleri, "eşit olmazlar" hükmünden istisna edilmiştir. Böylece Allah yolunda cihada çıkanlarla eşit tutulmuşlardır. Çünkü eşit olmakla olmamak arasında üçüncü bir mertebe yoktur. Bu ayette geçen ifade ile özür sahibi kimselerin kat kat sevaba nail olmak konusunda değil de, sevaba iştirak konusunda mücahidlerle eşit oldukları kastedilmiştir. Ancak geride kalanların kat kat sevaba nail olma konusunda diğer salih amelleri ile cihad edenlere kavuşma imkanları vardır. Hadisten Çıkan Sonuçlar: 1 - Katip tutulabilir. 2- Katip kişinin yakınında bulunabilir. 3- İlim yazı ile kayıt altına alınır
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Abdirrahman Ebu'l-Esved'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Medine halkının bir ordu çıkarması kesinleşmişti. Ben de bu orduya yazılmıştım. Derken İbn Abbas'ın azatlı kölesi İkrime ile karşılaştım. Ona, orduya yazıldığımı haber verdim. İkrime benim orduya katılmarnı kesin bir dille yasakladı ve İbn Abbas'ın kendisine şöyle dediğini anlattı: Bazı Müslümanlar [imanlarını gizleyerek] müşriklerle birlikte [Mekke'de] kalmıştı. Hz. Nebi döneminde [yapılan Bedir savaşına katılarak] onların çok görünmesine neden olmuşlardı. Savaşta oklar atılıyordu. Bu okı ar müşriklerin içinde bulunan Müslümanlara isabet edip onları öldürüyordu. Bazen de onlar, savrulan kılıç darbeleriyle can veriyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: 'Ne işde idiniz!' diye sordular. Bunlar: 'Biz yeryüzünde çaresizdik,' diye cevap verdiler. Melekler de: 'Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler." Fethu'l-Bari Açıklaması: Mekke'de kalıp Müslümanlığını gizleyenlerin isimleri Eş'as İbn Sewar'ın İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan yaptığı rivayette belirtilmiştir. Buna göre şu kimseler Mekke'de kalıp Müslümanlıklarını gizlemişlerdi: Kays İbn Velid İbn Mughe, Ebu Kays İbnu'l-Fakih İbn İbnu'I-Muğıre, Velıd İbn Utbe İbn Rabıa, Amr İbn Ümeyye İbn Süfyan ve Ali İbn Ümeyye İbn Halef. Anlatıldığına göre bu insanlar, müşriklerle birlikte Bedir'e gelmişlerdi. Müslümanların az olduğunu görünce şüphelenip "Bu insanları dinleri aldatmış," demişlerdi. Sonra Bedir'de öldürülmüşlerdi. Bu rivayeti İbn MerdCıye nakletmiştir. Bu rivayet ayetin sebeb-i nüzCılünü açıklamaktadır. Taberı ve İbn Münzir'de, Amr İbn Dinar'ın İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan naklettiği bir rivayet şu şekildedir: Mekke halkından bir grup Müslüman olmuştu. Ancak imanlarını gizliyorlardı. Müşrikler Bedir savaşı için onları da getirmişlerdi. Bu kimselerden bazıları söz konusu savaşta öldürülmüş, bazıları da yaralanmıştı. Bunun üzerine Müslümanlar "Onlar Müslümandı. Bizimle savaşmaları için onlara baskı yapılmıştı. Bu yüzden onların bağışlanmasını dileyin!" demişlerdi. Bunun üzerine bu ayet nazil olmuştur. Daha sonra Müslümanlar, bu ayet ile birlikte bir mektup yazıp onlardan Mekke'de kalanlara göndermişlerdi. Ayrıca Mekke'de kalma konusunda bir mazeretierinin kalmadığını da bildirmişlerdi. Bunun üzerine Mekke'deki Müslümanlar Medıne'ye doğru yola çıkmıştı. Müşrikler yolda onlara yetişip baskı uygulamışlardı. Bu yüzden Müslümanlar geri dönmüşlerdi. Bunun üzerine de şu ayet nazil olmuştu: "İnsanlardan kimi vardır ki: 'Allah'a inandık' der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir yardım gelecek olsa, mutlaka, 'Doğrusu biz de sizinle beraberdik' derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?" Müslümanlar bu ayeti de yazıp Mekke'de kalanlara gönderdi. Onlar da yeniden Mekke'den Medıne'ye doğru yola çıktılar. Müşrikler yine onları yakaladı. Bazıları müşriklerden kurtulurken, bazıları da öldürüldü. Meleklerin bu insanlara "Ne işte idiniz!" şeklinde soru yöneltmeleri, onları azarlamak ve paylamak içindir. Saıd İbn Cübeyr bu ayetten, Allah'a isyan edilen bölgeden hicret etmenin :arz olduğu sonucunu çıkarmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas إلا المستضعفين illa el-muztad'afine (muztaz'aflar/ gerçekten aciz kimseler) hakkında şöyle demiştir. Annem Allah'ın mazur gördüğü bu kimselerdendi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayette (Nisa 98) ayrı tutulan mustaz'aflar, bir önceki ayette bahsi geçen kimselere göre mazur görülmüştür. Başka bir ayette ise, mustaz'aflar uğruna savaşmak teşvik edilmiştir. (SK.Nisa 75) Altı bab önce İbn Abbas'ın bu sözü hakkında açıklama yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yatsı namazını kıldırırken “Semiallâhu limen hamideh” dediği zaman, bundan sonra secdeye varmazdan evvel şöyle deyip duâ etti: Allah, Ayyaş ibn Ebı Rabia'yı kurtar! Allah, Selemetu'bnu'l-Hişâm'ı kurtar! Allah, el-Velîd ibnu'l-Velîd'i kurtar! Allah, kâfirler elinde bunalıp zaîf ve âciz görülen (diğer) mü'minleri de kurtar! „ Allah, Mudar'ı (Mudar'ın evlâdı olan Kureyş'e ukubetini artır) daha beterciğine; (içinde bulundukları); bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli yıllarına benzet!" Allah'ın Şu Kavli: Eğer size yağmurdan bir eziyet olursa, yahut hasta bulunursanız silâhlarınızı koymanızda üzerinize vebal yoktur -fakat yine bütün ihtiyat tedbîrlerini alın. Şübhe yoktur ki, Allah kâfirlere hor ve hakir edici bir azâb hazırlamıştır-"(Âyet:)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer yağmur sebebiyle zahmet çekerseniz, yahut hasta düşmüş iseniz ... " ayeti yaralı olan Abdurrahman İbn Avf hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Buharı'nin bab başlığında kullandığı ayette geçen ........en tedaCı eslihateküm (Silahlarınızı bırakmanızda) ifadesi ile Müslümanların yağmur ve hastalık sebebiyle taşımaları zor olduğu için silahlarını bırakmalarına izin verilmiştir. Sonra Yüce Allah, Müslümanlara, gafil kalıp düşman baskınına uğramamaları için tedbir almalarını emretmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'nin "Senden kadınlar hakkında fetua istiyorlar ... " ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yanında hem onun velisi, hem de varisi olduğu yetim bir kız bulunan bir adam vardır/düşünün. Yetim kız, bir hurma ağacına/salkımına varıncaya kadar bu adamın malına ortaktır. Adam onunla evlenme arzusu taşımaz. Onu başka biriyle de evlendirmek istemez. Çünkü evlendirecek olsa, o yetimin kocası, eşinin ortaklığı vasıtasıyla onun malına ortak olacaktır. Bu yüzden onun başkasıyla evlenmesine de mani olur. İşte bu ayet bu tür insanlar hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bab başlığında geçen ayeti kerımede bulunan .....yesteftuneke ifadesi "Senden fetua istiyorlar," anlamına gelir. Bu fiil, soru soran kimsenin kendisi için problem teşkil eden bir olayın aydınlatılması için yönelttiği sorunun cevabını istemesi anlamında kullanılır. u=-Jilel-Fetyi kökünden türemiştir. YiheJbu kökten türemiş olan ilel-Feta kelimesi ise, güçlü-kuvvetli genç anlamına gelir. İmam Buharı bu başlık altında kendi malına ortak bir yetimin sorumluluğunu üstlenmiş bir adamın hikayesini anlatan Hz. Aişe hadisine yer verdi. Bu hadis hakkında surenin başlarında geniş açıklama yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'nin "Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse ... " ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Evli olan bir adam, hanımını çok sevmez ve onunla çok vakit geçirmek istemez. Ondan ayrılmak ister. [Bu durumu sezen hanımıana] şöyle der: =:vliliğimizin sürmesi karşılığında bir takım haklarımdan vazgeçeyim mi? İşte bu ayet böylesi durumlar hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas'ın شقاق şikak kelimesi hakkında yaptığı bu açıklamayı, İbn Ebi' Hatim, Ali İbn Ebi' Talha kanalıyla senetli olarak nakletmiştir. Onun dışındaki bazı müfessirler bu kelimeyi, "düşmanlık" olarak izah etmişlerdir. Çünkü birbirine düşmanlık besleyen iki kişiden her biri, ötekinin karşı tarafında yer alır.91 كالمعلقة Ke'l-muallakati hakkındaki açıklama ise, yine İbn Ebi' Hatim tarafından sahi'h bir senetle Yezid en-Nahvi' ve İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan nakledilmiştir. نشوزا Nuşuzen kelimesi hakkında Ferra şöyle demiştir: "Nuşuz hem kadından, hem de erkekten meydana gelir. Bu ayetteki nüşuz, erkekten meydana gelendir." Hz. Ali şöyle demiştir: "Bu ayet (Nisa 128), kocasından ayrılmak istemeyen ve evliliğin i sürdürmek için, kocasının her üç günde veya dört günde bir kendisine gelmesi karşılığında onunla anlaşan kadın hakkında inmiştir." Hakim'in Saıd İbn Müseyyeb kanalıyla aktardığı rivayete göre, Rafi' İbn Hadlc bir kadınla evli idi. Kadın yaşlanınca onun üzerine genç bir kızla evlendi. Sonra genç kıza daha fazla vakit ayırmaya başladı. Bu yüzden ilk karısı ile arasında tartışma çıktı. Bunun üzerine Rafi' onu boşadı. İddet süresinin dolmasına az bir süre kala ona "Eğer yeni hanımıma daha fazla vakit ayırmama dayanacaksan seni boşamaktan vazgeçerim," dedi. Kadın bu tekilfi kabul etti. O da yeniden onunla nikahlandı. Ama kadın, onun genç eşine daha fazla vakit ayırmasına dayanarnadı. Bu yüzden kocası nihaı olarak onu boşadı. Hakim bu rivayet hakkında şöyle demiştir: "Bu olayda ric'ı talaktan sonra Rafi' ile ilk karısı arasında meydana gelen sulh, bu ayetin (Nisa 128) bize anlatılan iniş sebebidir. " (Hakim, el-Müstedrek, VII, 336. Hadis no: 3162) Tirmizı de Simak ve İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan şu rivayeti nakletmiştir: "Sevde validemiz, Hz. Nebi'in kendisini boşamasından korktu. Bu yüzden ona şöyle dedi: - Ey Allah'ın Elçisi! Beni boşarna! Benim günümü Aişe'ye ayır. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de onun isteğini yerine getirdi. Bunun üzerine bu ayet (en-Nisa 4/128) nazil oldu. Tirmizı bu rivayet için "Hasen-garıb" demiştir. Bu rivayetin Sahfhayn'de Hz. Aişe'den nakledilen bir şahidi bulunduğunu belirtmek isterim. Ancak bu rivayette ayetin inişinden söz edilmemektedir
- Bāb: ...
- باب ...
el-Esved'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Biz Abdullah İbn Mes'ud'un ders halkasında idik. Bu sırada Huzeyfe İbnu'l-Yeman çıkageldi. Yanıbaşımızda durup bize selam verdi. Sonra şöyle dedi: Yemin ederim ki, sizden daha hayırlı bir toplum münafıklıkla imtihan edilmişti. [Huzeyfenin bu sözüne hayret eden] Esved, Subhanallah! Allah Teala kitabında 'Şüphe yok ki münafıklar Cehennemin en alt katındadırlar, i buyuruyor, dedi. Abdullah İbn Mes'ud ise Huzeyfe'nin söylediği doğru söze tebessüm ile karşılık verdi. Sözünü bitirdikten sonra Huzeyfe camiin bir köşesine geçip oturdu. Bir müddet sonra Abdullah İbn Mes'ud kalktı. Onun arkadaşları da dağıldı. Huzeyfe bana bir çakıl taşı attı. Ben de yanına gittim. Bana şöyle dedi: Abdullah İbn Mes'ud "Sizden daha hayırlı bir toplum münafıklık ile imtihan edildi. Sonra onlar tevbe ettiler ve Allah da tevbelerini kabul etti," sözümü anladığı halde sadece gülmek ile yetindi. Buna hayret ettim. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas'ın .........edderki'l-esfeli mine 'n-nar ifadesi hakkında yaptığı açıklamayı, ıbn Ebı Hatim Ali ıbn Ebı Talha'dan nakletmiştir. Alimler, din ile alay ettikleri için münafıkların kafirlerden daha çok azab çekeceğini ifade etmişlerdir.' İbn Abbas'ın ........nefekan kelimesi hakkında yaptığı açıklamayı İbn Ebı Hatim, İbn Cüreyc ve Ata kanalıyla nakletmiştir. Bu kelime Nisa suresinde değil, En'am suresindeki bir ayette geçmektedir. İmam Buharı bu kelime ile ilgili açıklamayı burada anmak suretiyle, nifak!münafıklık kelimesinin türetildiği köke işaret etmiş olabilir. Çünkü nifak, kişinin içinde bulunan inanç ve düşüncenin tersini yansıtması anlamına gelir. Kirmanı bu izahı yapmıştır. Ancak bazılarının ileri sürdüğü şu yorum da yabana atılacak türden değildir: Nifak, Arap tavşanının yuvası anlamına gelen nafika kökünden türemiştir. Nifakın kovuk anlamına gelen ...nefeka kökünden türediği de ifade edilmiştir. Bu son görüş "en-Niha.ye" de anlatılmıştır. Huzeyfe'nin "Yemin ederim ki, sizden daha hayırlı bir toplum münafıklıkla imtihan edilmişti," sözü hakkında şunları söyleriz. Sahabe nesli, tabieın tabakasından daha hayırlıdır. Buna rağmen Yüce allah onları imtihan etmiştir. Kimileri dinden dönmüş, kimileri de münafık olmuştu. Böylece hayırlı olma özelliklerini yitirmişlerdi. Sonra bazıları tevbe etmiş ve yeniden hayırlı olma özelliğini kazanmışdı. Öyle anlaşılıyor ki, Huzeyfe hitap ettiği insanları aldanmaktan sakındırmıştır. Çünkü insanların düşünceleri değişir, kalpleri çevrilir. Bu yüzden Huzeyfe, imandan ayrılmaktan onları sakındırmıştı. Çünkü kişinin yaptığı ameller, inanç bakımından son haline göre değerlendirilir. Huzeyfe o insanlara, imanları konusunda kendilerine çok güvenseler bile, yine de allah'ın planından emin olmamaları gerektiğini bildirmiştir. Çünkü onlardan önce yaşamış olan sahabe nesii, kendilerinden daha hayırlı idi. Buna rağmen onlardan dinden dönen ve münafık olan kimseler çıkmıştı. Sahabe neslinden sonra gelen çağlarda ise, bu tür olayların olma ihtimali daha fazladır. Huzeyfe'nin sözlerinden, küfür, iman, ihlas ve nifakın Allah'ın yaratması, akidiri ve iradesi ile meydana geldiği anlaşılır. Bu ayetten hemen sonra gelen "Ancak teube edip hal/erini düzeltenler, Allah'a sımsıkı sanhp dinlerini {ibadetlerini} yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler, " (Nisa 146) ayeti de, zındıkların tevbe edebileceğini ve tevbelerinin kabul edileceğini gösterir. Çünkü bu ayette başka oldukları belirtilenler, bir önceki ayette bahsi geçen münafıklardan ayrı tutulmuştur. Birçok alim bu ayetten bu sonucu çıkarmıştır. "Ahkamu'l-Kur'an" müellifi Cessas da bu alimlerden biridir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'dan, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hiç kimsenin, 'Ben Yunus İbn Matta'dan daha hayırhyım,' deme hakkı yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
(Ebu Hureyre'den, Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim 'Ben Yunus İbn Matta'dan daha hayırlıyım,' derse yalan söylemiş olur." Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Nebi'in bu sözü iki anlama gelebilir: a)Hiç kimsenin böyle bir söz söyleme hakkı yoktur. b) Hadiste geçen "ben" zamiri ile Hz. Nebi kendisini kastetmiş olabilir. Böyle yapmakla tevazu göstermiştir. Ancak bu başlık altında ikinci olarak Ebu Hureyre'den zikredilen hadis ilk ihtimali güçlendirmektedir. Hz. Nebi'in "yalan söylemiştir" ifadesi, vahye dayanan herhangi bir bilgiyi referans göstermeden böyle söyleyenler hakkında geçerlidir. Bu hadisin geniş açıklaması "Kitabu'l-enbiya"da yapılmıştı. Orada yaptığımız izahıar, bu konuya tekrar dönmemizi gerektirmeyecek niteliktedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu İshak'tan şöyIe dediği rivayet edilmiştir: Bera İbn Azib şöyIe dedi: En son inen sure, "Tevbe suresi," en son inen ayet ise "Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mİrası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor ... " ayetidir./ Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayeti kerımede geçen "Senden fetva isterler," ifadesi, "Babası ve çocuğu oImayan kimse (keIaIe) hakkında senden açıklama isterIer," anIamına gelir. Ayetin akışında yer aIan "Babası ve çocuğu oImayan kimsenin (kelaIenin) mirası hakkındaki hükmü şöyIe açıklıyor," ifadesi, bunu açıkIadığl için hazfedilmiştir. KeIaIeyi Hz. Ebu Bekir "Kendisine mirasçı oIacak baba ve oğIu bulunmayan kimse" şeklinde açıklamıştır. Bu tefsiri ondan, İbn Ebı Şeybe nakletmiştir. Aynca sahabe, tabiun ve etbauttabiın dönemi alimlerinin çoğu bu görüştedir. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer İbn Raşid ve Ebu İshak kanalıyla Amr İbn Şurahbil'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Sahabenin kelale yorumunda birleştiğini görmedim." Bu rivayetin senedi sahihtir. Ezheri hiSjl/kelale kelimesinin açıklaması hakkında şöyle demiştir: "Biri ölür, geride babası ve oğlu kalmazsa, ona kelale denir. Ona varis olana ve miras olarak kalan mala da kelale denir." Ata şöyle demiştir: "Kelale, miras kalan mala denir," Kelale'nin, ayetlerle belirtilmiş net miras payları, varisler ve miras malı olduğu da ileri sürülmüştür. Bu konuda ihtilafın derin olması, Hz. Ömer'in "Kelale hakkında hiçbir görüş açıklamayacağım," demesine neden olmuştur. Onun bu sözü sahih bir senetle bize ulaşmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Şihab kanalıyla gelen bir rivayete göre, Yahudiler Hz. Ömer'e - Siz, Kur'an'dan bir ayet okuyorsunuz. Eğer o ayet, bize indirilmiş olsaydı, onun indiği günü bayram kabul ederdik, dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demiştir: - Muhakkak ki ben, bu ayetin ne zaman ve nerede indiğini, indiği zaman Hz. Nebi'in nerede bulunduğunu iyi biliyorum. Bu ayet Arafat'ta vakfeye durulan gün indi. Allah'a yemin ederim ki, bizler, o gün Arafat'ta idik. Hadisin ravilerinden Süfyan Hz. Ömer'in Cuma günü ifadesini kullanıp kullanmadığı konusunda emin olmadığını belirtip "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim ... " ayetini okumuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: Kitabu'l-ıman'da bu rivayet, Kays İbn Müslim kanalıyla farklı şekilde nakledilmiştir.O rivayette Hz. Ömer'in bu ayetin Cuma günü indiğini belirttiği kesin bir ifade ile anlatılmıştır. Yine aynı şekilde, Misar İbn Kays'tan gelen ve Kitab'ul-i'tisam'da nakledilecek rivayette de kesin bir ifade ile bu ayetin Cuma günü indiği belirtilmiştir. Kitabu'l-ıman'da, Hz. Ömer'in cevabının Yahudinin sorusuna/sözüne uygunluğu açıklanmıştı. Çünkü Yahudi, bu ayetin indiği günün bayram ilan edilip edilmediğini sormuştu. Hz. Ömer de bu ayetin Cuma günü Arafat'ta nazil olduğunu belirterek cevap vermişti. Soru-cevap arasındaki uyurnun öz olarak izahı, bazı rivayetlerde aktarılan ve Hz. Ömer'in Yahudiye "Allah'a hamd olsun ki, ikisi de bizim için bayramdır," şeklinde cevap verdiğini gösteren ifadede mevcuttur. Kirmanı şöyle demiştir: "Hz. Ömer, söz konusu ayetin Arafat'ta indiğini belirterek cevap vermiştir. Herkesçe bilindiği gibi Arafat vakfesinden sonraki gün, Müslümanların bayramıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ömer şöyle demek istemiştir: 'O günü, içinde ibadet edilmeyi hak ettiğini anladığımız andan itibaren bayram kabul ettik.' Hz. Ömer ayetin indiği günü değil de, bir sonraki günü bayram kabul ettiklerini belirtmiştir. Çünkü ayet, ikindiden sonra inmişti. Bir günün bayram olması için mutlaka hilalin o günün başında görülmesi gerekir. Bu yüzden fakihler, 'Gündüz görülen hilal, önümüzdeki gecenin hilalidir,' demişlerdir." Arafat'ta vakfeye durulan günün bayram olduğunun belirtilmesi, bu şekilde zorlama bir yoruma ihtiyaç bırakmamaktadır. .....id (bayram) lafzı dönmek anlamına gelen .....avd kökünden türetilmiştir. Her yıl dönüp geldiği için bayramlar bu ad ile isimlendirilmiştir. Kirmanı, Zamahşeri'den bu kelimenin "tekrar yaşanan sevinç" anlamına geldiğini nakledip ardından da bu yoruma katılmıştır. Değer verilmesi din tarafından öngörülen bütün günlere bayram adı verilir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi efendimizin eşi Hz. Aişe validemizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Seferlerinin birinde Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ile birlikte biz de sefere Çıktık. Beyda ya da Zatu'l-Ceyş denen yere vardığımızda gerdanlığımın kaybolduğunu fark ettim. Hz. Nebi onun aranması için durdu. Beraberindeki insanlar da ilerlemeyi durdurdular. Ne su bulunan bir yerde durmuşlardı, ne de yanlarında su vardı. Bu yüzden bazıları Ebu Bekir es-Sıddık'a gelip -"Şu Aişe'nin yaptığına bak! Nebi'i ve diğer insanları su olmayan bir yerde, üstelik elimizde su bulunmadığı bir halde durmaya mecbur etti," dediler. Bunun (izerine Ebu Bekir yanıma geldi. O esnada Allah Resulü başını dizime koymuş uyuyordu. Bana "Rasulullah'ı ve insanlarıyollarından alıkoydun. Ne durdukları yerde, ne de yanlarında su var," diyerek çıkıştı. Hz. Aişe olayın bundan sonraki kısmını şu şekilde anlatmıştır: Ebu Bekir beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Bir yandan da böğrüme vurmaya başladı. Ama ben yerimden bile kımıIdamadım. Çünkü Nebi dizimde uyuyordu. Allah Resulü sabahleyin uyanınca elimizde su yoktu. Bunun üzerine Allah Teala teyemmüm ayetini indirdi. Üseyd İbn Hudayr da şöyle dedi: Ey Ebu• Bekir'in ailesi! Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe son olarak şunları söylemiştir: Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, bir de ne görelim! Gerdanlık onun altında imiş)
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Medine'ye yönelmiş ilerlerken Beyda denen yerde gerdanlığım düştü. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem devesini çökertip indi. Başını kucağıma koyup uyudu. Sonra Ebu Bekir geldi. Şiddetle elini göğsüme vurup itti. Ardından "İnsanları bir gerclanlık yüzünden yollarından alıkoydun. Öyle mi?" dedi. Buna rağmen ben, Nebi'in durumundan dolayı ölügibi hiç kımıldamadan durdum. Ebu Bekir'in vurması canımı yakm/ştı. Daha sonra Allah Resulü uyandı. Sabah namazı vakit girmişti. Bu yüzden su arandı, ancak bulunamadı. Bunun üzerine "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınlz zaman ... " ayeti indi. Üseyd İbn Hudayr da şöyle dedi: "Ey Ebu Bekir'in ailesi! Allah Teala sizde, insanlar için bir çok bereket var etmiştir. Siz, mutlaka insanlar için bir bereketsiniz!" Fethu'l-Bari Açıklaması: İsmail Kadı, "Ahkamu'l-Kur'an" adlı kitabında Mücahid kanalıyla İbn Abbas'ın, .......ev la mestumu'n-nisae ayetini tefsır ederken, ......lamese (dokundu) fiilini, cinsel ilişkiye girmek olarak açıkladığını nakletmiştir. Bu rivayeti İbn Ebı Hatim, Saıd İbn Cübeyr kanalıyla ve sahıh bir senetle nakletmiştir. ........ (Nasıl alabilirsiniz ki! Birbirinize karılıp katıldmız, bir yastığa baş koydunuz. Hem onlar siz kocalarından hukukIarını gözetme konusunda sağlamca te'minat da aldılar?) ayeti hakkında İbn Ebı Hatim'in, Bekir İbn Abdiilah Müzenı kanalıyla aktardığı riva yete göre, İbn Abbas, •. )'ilifda kelimesinin cinsel ilişkiye girmek anlamına geldiğini belirtmiştir. Abd İbn Humeyd de İkrime kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Mülamese, mübaşere, ifda, rafes, gaşeyan ve cima' kelimelerinin tamamı cinsel ilişkiye girmek anlamına gelir. Allah Teala bu kelimeler ile kinaye yapmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bedir savaşının yapıldığı gün Mikdad, - Ey Allah'ın elçisi! Biz İsrailoğullarının Hz. Musa'ya "Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız," dedikleri gibi demeyeceğiz. Aksine "Sen ilerle, biz de seninle beraberiz," diyeceğiz. Onun bu sözü Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i rahatlatmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Kılabe'den rivayet edildiğine göre, o, Ömer İbn Abdilazız'in arkasında oturuyormuş. [Halife Ömer, kasame hakkında insanların gürüşlerini sormuş.] Onlar da görüşlerini bildirmişler. [Kasame hakkında] bildiklerini anlat" . mışlar. "[Kısas gereği öldürülmesine] hükmederiz. Önceki halifeler de [kısas olarak öldürülmesine] hükmetmişti," demişler. Bunun üzerine Ömer İbn Abdilaziz, arka tarafında oturan Ebu Kılabe'ye dönerek "Ey Abdullah İbn Zeyd (veya Ey Ebu Kılabe) senin görüşün nedir?" diye sormuş. [Ebu Kılabe olayın bundan sonraki kısmını şöyle anlatmıştır:] Ona şu şekilde cevap verdim: Muhsan olduktan sonra zina eden veya haksız yere adam öldüren ya da Allah ve O'nun Nebiine savaş açan kimselerden başkasının İslam'a göre öldürülmesinin helal olduğunu bilmiyorum. Bunun üzerine Anbese "Bize Enes İbn Malik şunları şunları anlatmıştı," dedi. Ben de şu şekilde karşılık verdim: "Enes, bu olayı bana da haber vermişti. O, söz konusu olayı şu şekilde aktarmıştı: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bir grup insan geldi ve onunla• konuştular. Ona; - Medıne'nin havası bize ağır geldi, dediler. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de onlara şöyle dedi: - İşte şunlar bizim develerimiz. Otlamak için meraya gidiyorlar. Siz de onlarla birlikte gidin. Onların sütlerinden ve idrarlarından için. Bu tavsiye üzerine insanlar, develerle birlikte meraya gittiler. Develerin sütlerinden ve idrarlarından içip iyileştiler. Çobanın üzerine yürüyüp onu öldürdüler. Develeri de önlerine katıp götürdüler. Artık onlara karşı yavaş davranılabilir mi? Cana kıymışlar, Allah'a ve O'nun elçisine savaş açmışlar ve Nebi'i sallallahu aleyhi ve sellem endişeye sevk etmişlerdi." Bu sözler karşısında Anbese; - Suphanallah! dedi. Ona; - Enes'ten aktardığı m rivayet konusunda beni itham mı ediyorsun? diye sordum. O da şöyle cevap verdi: - Yok hayır! Enes bize bu şekilde anlatmıştı. Sonra Anbese orada bulunan insanlara; - Ey bölge halkı! Aranızda bu adam ve buna benzeyen kimseler olduğu sürece daima hayır içinde olursunuz, dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Allah'a karşı savaşmanın, O'nu inkar etmek ile tefsır edilmesi, Saıd İbn Cübeyr ile Hasan-ı Basrıiye aittir. İbn Ebı Hatim, bu yorumu senetli olarak onlardan aktarmıştır. Çoğunluk ise, buradaki savaşmayı, Müslüman veya kafir olsun insanların yolunu kesen kimse olarak tefsır etmiştir. Bu ayet in Uranılerden gelen grup hakkında indiği söylenmiştir. Bu konu daha önce geçmişti. İmam Buhari’nin bu başlık altında verdiği hadisin açıklaması "Kitabu'ddiyet"te yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre, halası Rubayyi' ensardan bir kız çocuğunun ön dişini kırmış, kızın kabilesi kısas talebinde bulunmuştu. Bunun için Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem geldiler. Allah Resulü de kısasa hükmetti. Enes İbn Malik'in amcası Enes İbn Nadr, "Hayır, Allah'a yemin olsun ki Ey Allah'ın elçisi, onun ön dişi kırılmaz!" diyerek itiraz etti. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Ey Enes! Allah'ın kitabına göre kısas gerekir," dedi. Sonra kısas isteyen topluluk kısası terk etmeye razı oldu ve diyeti kabul etti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'ın kulları arasında öyle kimseler vardır ki, Allah'a yemin etseler, Hak Tedld onların yeminini yerine getirir." Bu hadisin açıklaması "Kitabu'd-diyet"te ayrıntılı biçimde yapılacaktır inşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Kim sana Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Allah'ın ona indirdiği vahiyden bir şey gizlediğini söylerse, bil ki o, yalan söylemiştir. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor: "Ey Nebi! Rabbinden indirileni tebliğ et! [Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafir/ere yol göstermez.] Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı bu başlık altında Hz. Aişe'den nakledilen hadisin bir kısmını zikretti. Bu hadisin tamamı ve geniş açıklaması "Kitabu't-tevhıd"de yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz ... " ayeti, [yemin kastı olmaksızın] insanların "Hayır, vallahi; evet, vallahi" demeleri üzerine inmiştir. Tekrar:
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, babası [Ebu Bekir], Allah Teala yemin keffareti hakkında ayet indirinceye kadar hiçbir yeminini bozmamıştır. Ebu Bekir şöyle demiştir: "Sonradan aksini hayırlı gördüğüm her yemin konusunda Allah'ın ruhsatını kabul ettim ve hayırlı olanı yaptım. " Tekrar: 6621. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Aişe lağv yeminini, mükellefin yemin kastı taşımadan telaffuz ettiği yemin olarak açıklamıştır. Lağv yemini hakkındaki diğer tarifieri şu şekilde verebiliriz: 1- Zann-ı galibe göre yapılan yemin. 2- Kızgınlık anında yapılan yemin. 3- İsyan için yapılan yemin. Bu konuda bir başka ihtilaf daha vardır. Yeminler konusunda bu mesele açıklığa kavuşturulacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ile birlikte askerı seferler düzenlerdik. Yanımızda kadınlar bulunmazdı. Bu yüzden Hz. Nebi'e; "Kendimizi hadım edelim mi?" diye sorduk. 0, bunu yapmamızı yasakladı. Sonra bir elbise karşılığında (da olsa) kadınlar ile evlenmemize izin verdi ve şu ayet i okudu: Ey iman edenler! Allah'ın size helol kıldığı iyi ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın [ve sının aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.] Hadisin geçtiği diğer yerler: 5071, 5075. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadisin açıklaması, "Kitabu'n-nikah"da yapılacaktır. Bu konuda Tirmizi, İbn Abbas'tan hasen olduğunu belirttiği şu rivayeti aktarmıştır: Hz. Nebi'e bir adam gelip; "Ey Allah'ın elçisi! Et yediğim zaman kadınlara karşı ilgim artıyor, şehvetime teslim oluyorum. Bu yüzden kendime et yemeyi haram kıldım," dedi. Bunun üzerine bu ayet (Maide 5/87) nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Şarabın haram kılındığını gösteren ayet nazil olduğu zaman, Medıne'de beş çeşit içki vardı. Üzüm şarabı bunlar arasında yoktu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bizim Fadlh adını verdiğimiz şu içkiden başka bir içkimiz yoktu. Bir defasında Ebu Talha, falan ve filana içki servisi yapıyordum. Derken bir adam çıkageldi. Bize şöyle sordu; - Haber size ulaştı mı? İnsanlar; - Hangi haber? diye karşılık verdi. Adam da şu şekilde cevap verdi: - Şarap haram kılındı Bunun üzerine insanlar; - Ey Enes! Şu testilerdeki şarapları dök! dedi. [Enes şöyle demiştir:] İnsanlar, o adamın verdiği haberden sonra içkinin nasıl haram kılındığını sormadılar. Onun gerçekten haram kılındığını araştırma ihtiyacı bile hissetmediler
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Uhud savaşının yapıldığı günün sabahında şarap içen insanların tamamı, o gün şehit oldu. Bu olay içkinin haram kılınmasından önce gerçekleşmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Hz. Ömer'in Allah Resölü'nün sallallahu aleyhi ve sellem minberinde şöyle söylediğini duymuştum: Ey İnsanlar! Şarabın haram olduğunu gösteren ayet inmiştir. Şarap şu beş şeyden yapılır: 1- Üzüm. 2- Hurma. 3- Bal. 4- Buğday. 5- Arpa. Aklı giderip (işlemez hale getiren) herşey, şaraptır.132 Hadisin geçtiği diğer yerler: 5581, 5588, 5589, 7337. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hicret hadisinde Nebi s.a.v. ile Ebu Bekir'in peşine düşen Süraka İbn Malik'in şu sözü geçmişti: "Onlara zarar verip veremeyeceğim hakkında fal akları ile kısmetime ne çıkacağını öğrenmek istedim. Ama fal istemediğim şekilde çıktı." İbn Cerır şöyle demiştir: "Cahiliyye döneminde Aruplar üç oka itimat ederlerdi. Birinin üzerinde 'Yap!' diğerinin üzerinde 'Yapma!' yazar, ötekinde ise hiçbirşey yazmazdı. " Fena da şöyle demiştir: "Okların birinin üzerinde 'Rabbim bana emretti,' diğerinde 'Rabbim bana yasakladı,' yazıyor ve ötekinde bir şey yazmıyordu. Fal çeken, oklardan birini çıkartırdı. Eğer emirden bahseden ok çıkarsa, işini yapardı. Yok, eğer yasak bildiren ok çıkarsa, yapacağı işten vazgeçerdi. Şayet belirsizlik bildiren ok çıkarsa, yeniden çekim yapardı." İmam Taberı, Saıd İbn Cübeyr'den, ..........ezlam "beyaz taşlar" anlamına gelir, açıklamasını; Mücahid'den de, .......ezıam, "üzeri yazılı taşlar" manasını ifade eder, sözünü nakletmiştir. Yine onun Mücahid'den naklettiğine göre, Cahiliyye Arapları bunlar ile yolculuğa veya savaşa çıkıp çıkmayacaklarına ve bir ticaret yapıp yapmayacaklarına karar verirlerdi. Taberı'nin aktardığı bu bilgiler, Ka'be'nin yanında bulunan faloklarından başka, fal araçlarının olduğu şeklinde anlaşılır. Rivayet ehlinin sözlerinden, Cahiliyye Araplarının kullandıkları faloklarının üç kısma ayrıldığı anlaşılıyor: 1- Herkesin Yanında Bulunan Aklar: Bu aklar üç tane idi. Yukarıda bunlardan bahsedilmişti. 2- Hüküm Akları: Bunlar, Ka'be'nin yanında idi ve Arapların mahkemelik işlerde kararlarına müracaat ettikleri kimseler ile kahinlerin elinde bulunurdu. Bunların sayısı yedi idi. Birinin üzerinde "Sizden," diğerinin üzerinde "Bitişik", ötekinin üzerinde ise "Diyet" yazılı idi. Geri kalan oklarda da, Araplar arasında sık meydana gelen olaylarla ilgili yazılar vardı. 3- Kumar Akları: Bunların sayısı ondu. Yedi tanesinin üzerinde yazı vardı. Üçünde ise herhangi bir yazı yoktu. Cahiliyye Arapları bunlarla kumar oynardı. Tavla ve zar gibi kumar oynanan herşey, bu faloklarının hükmünü taşır. İbn Kuteybe, ... el ensabun hakkında şöyle demiştir: ".....Ensab Cahiliyye Araplarının diktiği, yanı başında kurban kesip sonra da kurbanın kanını üzerine sürdükleri taşlar anlamına gelir. Bu kelime "putlar" anlamına gelen ... nusub kelimesinin çoğuludur." Ebu Ubeyde ......eI-istiksam hakkında şunIarı söyIemiştir: "r I/ eIİstiksam !kaseme kökünden türemiştir. Cahiliyye ArapIarı şöyIe derlerdi: Ne yapacağımı belirlemesi için okIarı döndürerek yapacağım iş konusunda kısmetimi ararım. YolcuIuğa çıkıp çıkmayacağıma, savaşa katılıp katıImayacağıma ve başka bir iş yapıp yapmayacağıma bu aklar sayesinde karar veririm. Bu aklar bana ne yapacağımı emreder ve neyi yapmayacaksam onu yasakIar. Her bir iş için belli bir ok vardır." Ferra da şöyIe demiştir: "......eI-EzIam Ka'be'de buIunan okIarın adıdır. Cahiliyye ArapIarı ne yapacakIarına bu okIar ile karar verirlerdi. İmam Buhari, İbn Ömer'in "Şarabın haram kılındığını gösteren ayet nazil oIduğu zaman, Medine'de beş çeşit içki vardı. Üzüm şarabı bunIar arasında yoktu," sözünü nakIetmek suretiyIe, şarap/hamr isminin sadece üzüm suyuna öze i bir isim oImadığını kastetmiştir. Bunun peşi sıra Enes'in "Bizim Fadih adını verdiğimiz şu içkiden başka bir içkimiz yoktu," sözünü aktararak bu görüşünü destekIemiştir. Ardından içki haram klIınmadan önce sabahIeyin içki içip Uhud savaşında şehit düşen kimseIer hakkında Cabir'den geIen hadisi nakIetti. Bu rivayetten,haram kılınmadan önce içki içmenin mübah oIduğu anIaşılır
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'tan rivayet edildiğine göre, o "Dökülen şarap, Fadıhtir," demiştir. [İmam Buharı de şöyle demiştir:] Muhammed Blkendi babası Ebu'n-Nu'man kanalıyla ve şu ilave ile bu hadisi nakletmiştir: Ben Ebu Talha'nın evinde insanlara içki servisi yapıyordum. Derken şarabın yasaklandığını bildiren ayet nazil oldu. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bir tellala bunu ilan etmesini emretti. Tellal bunu ilan ediyordu. Ebu Talha bana: "Çık bak bakalım! Bu ses de neyin nesi?" dedi. Ben de çıktım. [Sonra dönüp] şöyle dedim: Bu tellal şöyle bağırıyor: - Duyduk duymadık demeyin! Bundan böyle şarap, haram kılındı! Bunun üzerine Ebu Talha bana: - Git! Şarapları dök! dedi. O gün Medıne sokaklarından içki aktı. O gün Arapların Fadıhten başka içkisi yoktu. [İçki haram kılınınca] bazı insanlar: "Midelerinde içki bulunan Müslümanlar Allah yolunda öldürüldü. Onların durumu ne olacak?" diye sordu. Bunun üzerine; "İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakın ip iman ettikleri ve iyi işler yaptıklarz, sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp yaptıklarznı ellerinden geldiğince güzel yaptıklarz takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarzndan dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel iş yapanlarz sever," ayet i nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-eşribe/İçecekler Bölümün"de yapılacaktır. Vahidi'nin iddiasına göre içki, Hz. Hamza'nın: "Siz, babamın kölesiydiniz," sözünden sonra haram kılınmıştır. Ancak Cabir'den nakledilen hadis bunu çürütmektedir. Güçlü olan görüşe göre içki, Mekke'nin fethedildiği sene, yani hicretin VIII. yılında haram kılınmıştır. Bu görüş, Ahmed İbn Hanbel'in Abdurrahman İbn Va'le kanalıyla naklettiği bir hadise dayanmaktadır. Abdurrahman şöyle demiştir: "İbn Abbas'a içki satmanın hükmünü sordum. O da şu cevabı verdi: Hz. Nebi'in Sakif veya Devs kabilesinden bir arkadaşı vardı. Mekke'nin fethedildiği gün küçük bir kırba şarap ile birlikte Hz. Nebi'e gelip bu kırbayı ona hediye etti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: 'Ey Falanca! İçkinin haram kılındığını bilmiyor musun?' dedi. Bunun üzerine adam hizmetçisine yöneldi ve: 'Bunu sat!' dedi. Bu defa Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: İçilmesi haram olan şeyin satılması da haramdır." Bu rivayeti İmam Müslim başka bir senetle Ebu Va'le'den nakletmiştir. Ancak bu rivayette, içkinin ne zaman haram kılındığı belirtilmemiştir. Sünen musanniflerinin Ebu Meysere kanalıyla aktardıklan rivayete göre, Hz. Ömer: "Ey Ulu Allahım! Şarap konusunda hiçbir soruya mahal bırakmayacak kadar açık bir hüküm indir!" şeklinde dua etmişti. Bunun üzerine Bakara suresindeki "Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyükWr,"(Bakara 219) ayeti nazil oldu ve ona okundu. Hz. Ömer yine: "Ey Ulu Allahım! Şarap konusunda hiçbir soruya mahal bırakmayacak kadar açık bir hüküm indir!" şeklinde dua etti. Bunun üzerine Nisa suresindeki; "Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın!"(Nisa 43) ayeti nazil oldu ve ona okundu. Hz. Ömer yine: "Ey Ulu Allahım! Şarap konusunda hiçbir soruya mahal bırakmayacak kadar açık bir hüküm indir!" şeklinde dua etti. Bunun üzerine Maide suresindeki; "Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans oklan birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?" ayetleri nazil oldu. Hz. Ömer de: "Vazgeçtik, vazgeçtik," dedi. Ali İbnu'l-Medini ve Tirmizi bu rivayetin sahih olduğunu belirtmişlerdir. İbnu't-Tin ve daha başka alimler şöyle demişlerdir: "Enes'in rivayetine göre, nesih ve diğer konularda haber-i vahidi kabul edib buna göre amel etmek gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayet edildiği ne göre, o şöyle demiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hutbe okudu. O hutbe gibisini asla dinlemedim. Hutbede şöyle buyurmuştu: "Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız." Bu söz üzerine Hz. Nebi'in ashabı elbiseleri ile yüzlerini örttüler ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Derken adamın biri çıkıp: "Benim babam kim?" diye sordu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Falancadır," diyerek cevap verdi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir grup Hz. Nebi'e alayetmek için soru sorardı. Bir keresinde adamın biri: "Benim babam kim?" devesi kaybolan başka biri: "Benim devem nerede?" diye sormuştu. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onlan sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onlan affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, halimdir {affı ve müsamahası geniştir)." Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Arabi' bu ayet hakkında şunları söylemiştir: "Bazı gMiller, bu ayete dayanarak henüz meydana gelmemiş olaylar hakkında soru sormanın haram olduğuna inandılar. Halbuki durum, böyle değildir. Çünkü bu ayet, yasaklanan hususun, cevabında zorluk ve sıkıntı olan sorular olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yeni gelişmelere ilişkin yöneltilen sorular ise böyle değildir. " Hakikat, İbn Arabi"nin söylediği gibidir. Ancak onun adeti gereği kullandığı "gMiller" ifadesi hoş değildir. Nitekim İmam Kurtubi' de bu hususa işaret etmiştir. Müslim, Sa'd İbn Ebi' Vakkas'tan Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Müslümanlara en fazla haksızlık yapan Müslüman, haram olmayan bir konu hakkında soru sorup o konunun kendi sorusu yüzünden haram kılınmasına neden olan kimsedir." Bu hadis, ayet ile neyin kastedildiğini açıklamaktadır. Bunda, İbn Arabi"nin işaret ettiği hususla ilgili bir bilgi yoktur. Kitabu'l-ilim'de "Babam kim?" sorusunu Hz. Nebi'e soran kişinin, Abdullah İbn HuzMe olduğu geçmişti. İbn Ebi' Hatim başka bir senet ile Katade kanalıyla Enes'ten şunu nakIetmiştir: Hz. Nebi'e soru sordular. Onu bıktırıncaya kadar soru sormaya devam ettiler. Nihayet Nebi s.a.v. minbere çıktı ve şöyle buyurdu: "Sadece size haber verdiğim konular hakkında bana soru sorun!" O an sağıma ve soluma baktım. Bir de ne göreyim! Herkes elbisesinin bir ucu ile başını örtmüş ağlıyordu. Bu rivayette Abdullah İbn Huzafe'nin olayı ve Hz. Ömer'in sözü de anlatılmıştır. İmam Taberi', Ebu Salih kanalıyla Ebu Hureyre'den şöyle nakletmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yüzü kıpkırmızı kesilmiş olarak ve öfkeli bir halde minbere çıkıp oturdu. Derken bir adam gelip ona: "Ben nerdeyim?" diye sordu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Cehennemdesin," dedi. Sonra bir adam daha kalkıp "Benim babam kim?" diye sordu. Hz. Nebi "Huzafe'dir,'' dedi. Hz. Ömer de kalkıp: "Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan, Nebi olarak MuhammedIden, önder olarak da Kurlan'dan razı olduk. Ey Allah'ın Elçisi! Biz daha yeni Cahiliyye ve şirkten kurtulduk. Babalarımızın kim olduğunu Allah bilir." Bu sözlerden sonra Hz. Nebi'in öfkesi dindi ve "Ey iman edenler! Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, halimdir (affı ve müsamahası geniştir)," ayeti indi. Bu rivayet, yukarıda verilen Musa İbn Enes hadisil44 için iyi bir şahittir. Bu ayetin sebeb-i nüzulü hakkında iki görüş daha nakledilmiştir: 1- Taberi' ve Sai'd İbn Mansur, Husayf ve Mücahid kanalıyla İbn Abbas'ın bu ayette geçen "şeyler" lafzı ile bahi'ra, vasi'le, saibe ve ham kastedilmiştir, sözünü rivayet etmişlerdir. 2- İkrime şöyle demiştir: İnsanlar, Nebi'den sallallahu aleyhi ve sellem mucize istiyorlardı. Böyle istekte bulunmaları yasaklanmıştır. Kureyşliler kendileri için Safa tepesini altın yapmasını, Yahudiler de gökten kendilerine bir kitap indirmesini vs. istiyordu. İbn Ebi' Hatim, Abdülkerim kanalıyla İkrime'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu ayet, babası hakkında soru soran kişi hakkında inmiştir." Sai'd İbn Cübeyr'den ise bu ayetin, bahi'ra ve diğer hayvanlara ilişkin soru soran kimseler hakkında indiğini nakletmiştir. Miksem'den ise, onun, milletlerin Nebilerinden mucize istemeleri hakkında bu ayetin nazil olduğunu söylediğini aktarmıştır. Miksem'in bu görüşü ihtimal dahilindedir. .İbn Ebi' Hatim'in Atıyye kanalıyla naklettiği rivayete göre, ashab-ı kirama, gökten sofra indirilmesini isteyip sonra da onuinkar eden Hıristiyanlar gibi isteklerde bulunmaları yasaklanmıştır. Nitekim Maverdi' de bu görüşü tercih etmiştir. İbnu'l-Münır ise bu ayetin meydana gelmiş veya meydana gelecek konular hakkında çok soru sorulmasını yasaklamak için indiği görüşünü tercih etmiştir. Bu görüşünü desteklerken, İmam Buharıinin "Kitabu'l-i'tisam"da, "Çok Soru Sormanın Mekruh Görülmesi" başlığı aldında zikrettiği hadisleri delilolarak kullanmıştır. Bu görüş kabul edilebilir. Ancak ayetin inişinin tekerrür ettiğini söylemeye engel bir durum da yoktur. Şu kadarı var ki, bu konuda Buharı'deki rivayetler, diğer kitaplardaki rivayetıere göre daha sahihtir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Müslümanların kusurlarının gizlenmesi tercih edilmelidir. 2- Müslümanlara zorluk çıkarmak mekruhtur. 3- Meydana gelmemiş olayların peşine düşmek ve onlar hakkında soru sormak mehuhtur. 4- Kişinin fakih görünmek gayesiyle cevap vermek için kendisini zorlaması mekruhtur
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Müseyyeb'den şöyle dediği nakledilmiştir: Bahire, tağutlara tahsis edildiği için sütü sağılması yasaklanan deve demektir. Hiç kimse bu tür develeri sağamazdı. Saibe, Cahiliyye Araplarının putlar için serbest bıraktığı develere denirdi. Bu develere asla yük vurulmazdı. Ebu Hureyre Hz. Nebi'in: "Amr İbn Amir Huzai'yi Cehennemde bağırsaklarını çekerken gördüm," dediğini aktardı. Çünkü ilk olarak bu şekilde hayvanları o serbest bırakmıştı. Vaslle, develerin doğum yapabileceği en erken dönemde doğum yapan genç deve anlamına gelir. Bu deve, dişi üstüne dişi doğurur. Araplar bu özellkteki develeri, erkek yavru olmadan peşpeşe dişi doğurursa tağutlarına / putlarına tahsis ederlerdi. Ham ise, damızlık deve anlamına gelir. Bu deve, belirli sayıdaki dişi deveyi döllerdi. Artık onları dölleyemeyecek hale gelince Cahiliyye Arapları tarafından tağutlara / putlara tahsis edilirdi. Araplar, bu haldeki develeri yük taşımaktan muaf tutarlardı. Onlara hiç yük taşıtmazlardı. İsim olarak da "Hami" adını vermişlerdi
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'den rivayet edildiğine göre, Hz. Aişe şöyle demiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Cehennemin yalımları birbirine çarpıyordu. Amr'ı bağırsaklarım çekerken gördüm. 0, ilk olarak hayvanları serbest bırakan (Saibe olarak hayvanları putlara tahsis eden) kimse idi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bahıra sıfat-ı müşebbehe formunda olup ism-i mef'CıI anlamına gelir. Kulağı yarılmış anlamını ifade eder. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer İbn Raşid kanalıyla Katade'den şöyle nakletmiştir: "Deve, beş kez doğurur, beşinci de erkek olursa, bu yavrudan sadece erkekler yararlanabilirdi. Kadınlar yararlanamazdı. Eğer beşinci yavrusu dişi olursa, kulağı yarılıp serbest bırakılırdı. Ne onun yününü kırparlar, ne ona yük taşıtırlar ve ne de ona binerlerdi. İşte buna bahıra denirdi. Eğer yavru ölü olarak doğarsa, bu durumda hem kadınlar, hem de erkekler ondan yararlanırdı." Ebu Ubeyde şöyle demiştir: "Saibe, putlara adanmış hayvan anlamına gelirdi ve her türlü hayvandan saibe olurdu. Bu tür hayvanlar diledikleri yerde otlar, diledikleri sudan içerdi. Hiç kimse onlara binmezdi. Bir görüşe göre ise saibe, ancak develerden olurdu. Zira Araplardan biri tutulduğu bir hastalıktan iyileştiği veya yolculuktan döndüğü zaman 'Bir deveyi serbest bırakacağım,' diye adakta bulunurdu." Saibe altıncı kez yavrulayana kadar ne doğurursa doğursun, yavrular annelerinin hükmünü taşırdi. Eğer Saibe yedinci doğurmasında iki dişi yavru doğurursa, bunlar serbest bırakılırdı, boğazlanmazdı. Eğer yedinci yavrusu erkek olursa, bunu sadece erkekler yerdi. Kadınlar onun etinden yiyemezdi. Şayet yedinci yavru ikiz erkek olursa, durum yine aynı olurdu. Eğer saibe yedinci yavrulamasında, bir dişi bir de erkek doğurursa, erkek olana vasile denirdi ve bu yavru dişi yavru sayesinde kesilmezdi. Bütün bu uygulamalar, yavruların ölü doğmaması durumunda geçerli idi. Eğer devenin, yedinci yavrulamasından sonra, yavrusu ölü olarak dünyaya gelirse, bunu erkekler yemezdi. Sadece kadınlar yerdi. Ebu Ubeyde'nin görüşüne göre, ham, saibenin yavruları arasından çıkardı. O bu konuda şunları söylemiştir: "Cahiliyye Araplarına göre, bahırenin yavrularından bir damızlık deve, dişi bir deveyi aşılarsa, bu aşılama sonucu doğan yavru ham olurdu." Yine o şöyle demiştir: "Ham, özel damızlık deve anlamına gelir. Araplar damızlık bir deveden on bMın döllenme sağladıkları zaman, 'Artık bu deve sırtını korumuştur,' deyip onun sırtına yük vurmuzlardı. Onun yününü de kırpmazlardı. O deveye ne binilir, ne de o deve bir iş için kullanılırdı." Fera şöyle demiştir: "Saibe hakkında farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre arapların diledıği mallarını serbest bırakması, sonra bunların putlarrn bakımını üstlenen görevlilere teslim edilmesi anlamına gelir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem hutbede: Ey insanlar! Siz, Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ue sünnetsiz olarak çıkarılacaksınız! buyurdu. Ardından şu ayeti okudu: "Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak, diriItmeyi de Biz gerçekleştiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da Biziz. "(Enbiya 104) Sonra sözlerine şu şekilde devam etti: İyi dinleyin! Kıyamet günü ilk olarak elbise giydirilecek olan, Hz. İbrahim'dir. Kulağınızı açın ve beni dinleyin! O gün ümmetimden bazı insanlar getirilecek. Sonra onlar, sol tarafa sevk edilecek. Ben hemen: "Ya Rabbi! Onlar benim ashabım!" diyeceğim. Bana: "Onların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun ki?" şeklinde cevap uerilecek. Ben de salih kulun söylediği gibi: "İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin, "(Maide 117) diyeceğim. O an şöyle denecektir: Bu kimseler, sen aralarından ayrıldıktan sonra topukları üzerine geri döndüler (dinden çıktılar). Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı bu başlık altında İbn Abbs'tan nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak"ta yapılacaktır. İmam Buharı bu hadisi, içinde geçen, "Ben de salih kulun söylediği gibi: 'İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontralcü idim. Beni uefcıt ettirince artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin, '(Maide 117) diyeceğim," ifadesinden dolayı burada zikretmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Sizler haşredileceksiniz. Bazı insanlar sol tarafa götürü/ecek. O zaman ben salih kulun söylediği gibi, "İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık on/ar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin. Eğer kendilerine azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, izzet ve hikmet sahibisin," diyeceğim
- Bāb: ...
- باب ...
Salim İbn Abdillah babasından Nebi'in sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Gaybın anahtarları beştir. Kıyamet vakti hakkındaki bilgi ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. " (Lukman 34) Fethu'l-Bari Açıklaması: 2ıi;./Mefatih (anahtarlar) kelimesi, /miftah kelimesinin çoğulu olup ism-i alet veznindedir. Kendisi ile birşeyin açıldığı alet anlamına gelir. Vezin bakımından /mincel (tırpan) ve .....menacil'e benzer. Bu vezinde, ism-i alet olarak kullanılan çok az kelime vardır. Daha çok bu kelime ......miftah şeklinde kullanılır. Çoğulu da ......mefatih şeklinde gelir. Şaz kıraatte bu lafız ...... şeklinde okunmuştur. İbnu's-Sumeyfi' bu ayeti &ıi;......ve indehO mefatihu şeklinde okumuştur. ....Mefatih kelimesinin ism-i mekan olarak ...meftah kelimesinin çoğulu oıauğu da ileri sürülmüştür. İmam Taberi'nin SücIai'den naklettiği açıklama da bunu desteklemektedir. Nitekim o, ......ve indehu mefatihu ayetini, "Gaybın hazineleri O'nun katındadır," şeklinde te(sir etmiştir. İmam Taberi, İbn Mes'ud'un şöyle dediğini nakletmiştir: "Sizin Nebiinize gaybın anahtarları hariç her şey verilmiştir." ......Miftah (anahtar) kelimesi, kilit gibi somut olarak kapalı olan nesneleri açan alet için kullanıldığı gibi, soyut olarak kapalılıkları açanlar için de kullanılır. Nitekim bir hadisi şerifte 9öyle geçmektedir: ......İnsanların bir kısmı hayrın anahtarıdır. ıbn Hıbban, Enes'ten gelen bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. İmam Buhari, bu başlık altında İbn Ömer'den nakledilen "Gaybın anahtarları beştir ... " hadisini muhtasar olarak zikretti. Bu rivayet i Lukman suresinin tefsirinde genişçe verecektir. Biz de bunun ayrıntılı açıklamasını orada yapacağız
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "De ki: Allah'ın, size üstünüzden (gökten) azap göndermeye gücü yeter ... " ayeti indiği zaman Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem "[Ya Rabbi] Senin vechine/ zatına sığınırım," şeklinde dua etti. "Ayaklarınızın altından (yerden)" ifadesinden sonra da yine "[Ya Rabbi] Senin vechine/zatına sığınırım," diyerek dua etti. "Ya da sizi birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tartırmaya (gücü yeter.)" ifadesinden sonra "Bu, daha hafiftir" veya "daha kolaydır," buyurdu. Hadisin geçtiği diğer yerler: 7313, Fethu'l-Bari Açıklaması: ...Şiyean ise 'fırkalar" anlamına gelir, ifadesi Ebu Ubeyde'ye aittir. Ayrıca o, şunu' da söylemiştir: "Bu kelimenin tekili .....şla şeklinde gelir." İmam Taberi, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'ın /şiyean lazfını "birbiri ile çatışan arzular" olarak yorumladığını nakletmiştir ' Kitabu'l-i'tisaım'da ....."Bu, daha hafiftir" veya "daha kolaydır" ifadesi, ......."Bu ikisi, daha hafiftir" veya "daha kolaydır" şeklinde geçmektedir. Bununla Müslümanların birbirine düşmesi ve kiminin hıncının kimine tattınlması kastedilmiştir. İbn Merduye, İbn Abbas'tan Cabir'den gelen hadisi açıklayan bir rivayet nakletmiştir. Söz konusu rivayete göre Hz. Nebi şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allah'a yalvardım. Onlardan ikisini kaldırdı, ikisini kaldırmaya ise yanaşmadı. Allah'tan ümmetime gökten azap yağdırmasını, onlara yere batırma cezası vermesini, birbirlerine düşürmesini, bir kısmının hıncını bir kısmına tattırmasını kaldırmasını istedim. Allah Tedld ümmetimden gökten azap yağmasını ve yere batırılarak cezalandırılmalarını kaldırdı. Ancak diğer ikisini kaldırmayı reddettL'i Bu rivayetten ayetin .... üstünüzden ve ayaklarınızın altından kısmı ile ne kastedildiği anlaşılır. Ayrıca ....... ya da sizi birbirinize düşürüp kiminize kiminizin h'incını tattırmaya kısmının anlamı desteklenmiş olur. İbn Merdliye bu rivayetten daha açık başka bir rivayet daha nakletmiştir. Söz konusu hadis, Übey İbn Ka'b'dan gelmektedir. Buna göre Hz. Nebi şöyle buyumuştur: .......azaben fevgıküm gökten azap yağdırmak, .......ev min tahti erculiküm yere batırmaktır. Bu hadise göre gökten azap yağması ile yere batırarak cezalandırılmak, bu ümmetin başına gelmeyecektir. Ancak bu konu tartışmalıdır. Nitekim Ahmed İbn Hanbel ve Taberi "De ki: Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye ya da sizi birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattı rm aya gücü yeter," ayeti hakkında Übey İbn Ka'b'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Burada dört azaptan bahsedilmiştir. Kuşkusuz hepsi gerçekleşmiştir. Bunlardan ikisi Hz. Nebi'in vefatından yirmi beş yıl sonra meydana gelmiştir. Müslümanlar gruplara ayrılıp birbirlerine karşı şiddete başvurmuşlardır. Geriye iki azap kalmıştır. Elbette bunlar da gerçekleşecektir. Söz konusu bu iki şey, gökten azap yağdırılması ile yere batırmadır." Bu rivayet illetli kabul edilmiştir. Çünkü Übey İbn Ka'b, Hz. Nebi'in vefatından sonra yirmi beş sene yaşamamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, onun sözü, "Kuşkusuz hepsi gerçekleşmiştir," ifadesi ile son bulmuştur. Geri kalan ifadeler ise, ravilerden birine aittir. Bu rivayet, Cabir'den ve daha başka sahabilerden gelen hadise aykırı olduğu için de ilIetli kabul edilmiştir. Bu hadisi kendisiyle çatıştığı ileri sürülen hadislerle birkaç şekilde uzlaştırmaya çalışanlar olmuştur: 1- Cabir hadisinde geçen "Allah'tan ümmetime gökten azap yağdırmasını. .. " şeklinde başlayan ifade, belirli bir zaman dilimi ile tahsis edilmiştir. Bir başka ifade ile bu durum, sahabe ve faziletli toplumların varliğı ile sınırlandırılmıştır. Onların bulunmadığı bir dönemde Muhammed ümmetinde de bu tür azapların meydana gelmesi mümkündür. 2- Allah'ın gökten azap yağdırması veya insanları yerin dibine batırması, Muhammed ümmetinin tamamını kapsamayacak şekilde kaldırılmıştır. Ancak belli bir zaman ile sınırlanmadan bazı Müslümanlar için bu tür azaplar gerçekleşebilir. Nitekim bu durum kafir düşmanın saldırısı ve genel kıtlık hadiselerinde de geçerlidir. Bu konuda Sahfh-i Müslim'de Sevbanldan merfU' olarak bir hadis nakledilmiştir. Söz konusu hadisin baş tarafı şöyledir: "Allah Teala yeryüzünün doğu tarafları ile batı taraflarını benim için bir araya getirdi. Ümmetimin hakimiyeti benim için bir araya getirilen bu yerlere kadar uzanacaktır ... " Bu hadiste şu ifade de yer almaktadır: " ... Rabbimden bütün fertlerini kuşatan bir kıtlık ile ümmetimi helak etmemesini, kendilerinden başka bir düşmanı onlara musallat etmemesini, onları gruplara ayırmamasını ve bir kısmının gazabını diğer bir kısmına tattırmamasını istedim. Rabbim de şöyle buyurdu: Ey Muhammed! Ben bir şeye karar verdim mi, o şey mutlaka gerçekleşir. Ümmetin için onları genel kıtlık ile yok etmememi istemiştin, bunu sana verdim. Kendileri dışında köklerini kazıyacak bir düşmanı onlara musallat etmememi istemiştin, bu isteğini de yerine getirdim." Hz. Nebi'in Allah'a Sığındığı Bazı Durumlar 1- İbn Merdliye'nin İbn Abbas'tan naklettiği rivayete göre, Nebi s.a.v. şöyle buyurmuştur: "Ümmetim için Rabbim'den dört şey istedim. Bunlardan ikisini bana verdi, ikisini vermedi. O'ndan gökten azap yağdırmasını ve yeryüzünde boğmayı ümmetimden kaldırmasını istedim. Bunları kaldırdı." 2- İmam Müslim'in Sa'd İbn Ebı Vakkas'tan naklettiği hadise göre, Nebi s.a.v. şöyle buyurmuştur: "Allah'tan ümmetimin boğularak helak olmamasını istedim. Bunu bana lutfetti. O'ndan ümmetimin bütün fertlerini kuşatacak şekilde onları kıtlıkla helak etmemesini istedim. Bunu da bana lutfetti. O'ndan ümmetimin birbirlerine karşı güç kullanmamasını istedim. Bu duamı kabul etmedi." 3- Taberı, Cabir İbn Semure'den buna benzer bir rivayette bulunmuştur. Ancak bu rivayette "ümmetimi açlıkla helak etmemesini" ifadesi vardır. Bütün bu rivayetler, yukarıda bahsettiğimiz iki rivayetin arasını uzlaştırmayı desteklemektedir. Nitekim Müslümanların tamamı değil de, bir kısmı açlıktan ve boğulmaktan can vermiştir. Fakat bunların bütün bireylerine şamil olmasından Muhammed ümmeti korunmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "İmanlarına herhangi bir haksızlık karıştırmayanlar" ayeti indiği zaman, Hz. Nebi'in ashabı: "Hangimiz zulmetmedi ki?" dedi. Bunun üzerine, "Kuşkusuz şirk, büyük bir haksızlıktır, "Lukman 13 ayeti nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı burada İbn Mes'eıd'dan nakledilen rivayete yer verdi. Bu rivayetin açıklaması, "Kitabu'l-iman"da tekrara ihtiyaç bırakmayacak derecede ayrıntılı biçimde yapllmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Nebiinizin amcasının oğlu İbn Abbas, Nebi'in saIJaIJiihu aleyhi ve seIJem şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Hiçbir kula, "Ben Yunus İbn Matta'dan daha hayırlıyım" demek yakışmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Nebi'in saIJaIJiihu aleyhi ve seIJem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Hiçbir kula, "Ben Yunus İbn Matta'dan daha hayırlıyım" demek yakışmaz. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den nakledilen "Hiçbir ku la, 'Ben Yunus İbn Matta'dan daha hayırlıyım' demek yakışmaz," hadisine yer verdi. Bu rivayetin açıklaması "KitCibu'l-enbiyd"da yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Mücahid, İbn Abbas'a "Sad suresinde secde ayeti var mı?" diye sormuş. O da "Evet, var," dedikten sonra "Biz O'na İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u da armağan ettik, "(En'am 84) ayetinden başlayarak "Onların yoluna uy" ayetine kadar okumuş, ardından da "Davlıd da onlardan biriydi," demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında, "Sad Suresi"ndeki secde ayeti hakkında İbn Abbas'tan gelen hadise yer verdi. Bu hadisin açıklaması "Sad Suresilinin tefsirinde gelecektir. (Hadis no: 4807) Hz. Nebi'in nesheden bir nass ininceye kadar kendisinden önce gönderilmiş şeriatlarla ibadet edip etmediği konusunda alimler farklı görüşler benimsemişlerdir. Kimileri ibadet ettiğini söylemiş, bu ve buna benzer ayetleri delil olarak göstermiştir. Kimileri de ibadet etmediği görüşünü benimsemiştir. Bu ayeti kerimenin delilolarak gösterilmesine de şu şekilde cevap vermişlerdir: Burada "önceki Nebie uymak" ile, kendisine inen şeriata uygun konularda onlara tabi olmak kastedilmiştir. Söz konusu uygunluk iemalen olsa bile, Hz. Nebi ayrıntılarda onlara uyardı. Şafillerin çoğuna göre bu görüş doğrudur. İmamu'l- Harameyn ve ona tabi olanlar da bunu tercih etmiştir. İlk görüşü ise İbn Hacib benimsemiştir. Her şeyin doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah'dan rivayet edildiğine göre, o, Hz. Nebi'i şöyle derken işitmiştir: Allah Yahudilerin belasını versin! Çünkü Yüce Allah onlara hayvanların iç yağını haram kıldığı zaman,. onu erittiler ve sattılar. Sonra da onun bedelini yediler. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Ebı Hatim, Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Tırnaklı hayvanlar, tırnaklarının arası açık olmayan yani ayrık olmayan hayvanlardır. Deve ve deve kuşu bunlardandır." Bu rivayetin senedi hasendir. Saıd İbn Cübeyr, .....Havaya "bağırsaklar" anlamına gelir, demiştir. Bu rivayeti İbn Cerir et-Taberi ondan nakletmiştir. Taberi bu kelime hakkında şöyle demiştir: ".....Havaya, .....haviyye kelimesinin çoğuludur. Haviyye de, karnın içeren, toplanan ve yuvarlak hale gelen kısmıdır. Bağırsaklar da bu bölgededir." İmam Buharı bu başlık altında Cabir'den nakledilen hadisi vermiştir. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-buyu"nun sonlarında yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah şöyle demiştir: "Mu'minieri Allah'tan daha çok kötülüklerden koruyan yoktur. İşte bu yüzden O, kötülüklerin açığını da gizlisini de haram kılmıştır. Bir de Allah'tan daha çok Övülmeyi seven kimse yoktur. Bu yüzden O, kendisini övmüştür. [Hadisin ravilerinden Amr İbn Mürre'den şöyle dediği nakledilmiştir]: Ebu Vail'e "Sen bu sözü Abdullah'tan işittin mi?" diye sordum. O da, "Evet," cevabını verdi. Bunun üzerine "Peki bu sözü Hz. Nebi'e nispet etti mi?" diye sordum. O da yine, "Evet," cevabını verdi. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4637, 7403. 8. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir: "Güneş battığı noktadan doğuncaya kadar kıyamet kapmayacak. Güneşin batıdan doğduğunu görünce yeryüzündeki herkes iman edecek. İşte o vakit şu ayetin anlamı gerçekleşecektir: Önceden inanmamış kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. (En'am)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Güneş battığı yerden doğuncaya kadar kıyamet kopmayacak. Güneş battığı yerden doğar ve insanlar da bunu görürse, herkes iman eder. İşte o vakit, hiçkimseye imanı bir fayda sağlamaz." [Ebu Hureyre şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bunu söyledikten sonra] ayet i [En'am 158] okudu. İmam Buhari burada Ebu Hureyre'den gelen ve güneşin batıdan doğacağını bildiren hadisi zikretti. Bu hadisin ayrıntılı açıklaması "Kitabu'r-rikak"ta yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
[Hadisin ravilerinden Amr İbn Mürre Ebu Vail'e] "Sen bu sözü Abdullah [İbn Mes'ud'dan] işittin mi?" diye sormuş. oda şöyle cevap vermiş: Evet. Hem de o, bu sözü Nebi s.a.v.'e nispet etti. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Kulları Allah'tan daha çok kötülüklerden koruyan yoktur. Bu yüzden O, açık ve gizli bütün kötülükleri haram kılmıştır. Allah'tan daha çok övülmeyi seven de yoktur. Bu yüzden O, bir çok ayette kendisini övmüştür. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında İbn Mes'ud'dan nakledilen "Kulları Allah'tan daha çok kötülüklerden koruyan yoktur. Bu yüzden O, açık ve gizli bütün kötülükleri haram kılmıştır," hadisine yer verdi. Bu hadisin açıklaması, "Kitdbu'ttevhid"de yapılacaktır. İbn Cerır ayette geçen ......fevahiş (kötülükler) kelimesi ile neyin kastedildiği konusunda tefsır alimlerinin farklı görüşler ileri sürdüklerini aktarmıştır. Mesela; bazı tefsirciler bu lafzı genel manada ele almışlardır. İmam Taberı bu doğrultuda Katade'den bir görüş nakletmiştir. Katade bu konuda şöyle demiştir: "Bu ayette gizli açık her türlü kötülük kastedilmiştir." Bazı tefsirciler ise bu lafzı belli bir kötülük olarak yorumlamıştır. İmam Taberı bu konuda İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Cahiliyye döneminde Araplar, gizli yapılan zinada bir sakınca görmezlerdi. Ancak açıkça yapılan zinayı ayıplarlardl. Bu nedenle Allah Teala, zinanın gizlisini de, açığını da haram kılmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said Hudrilden rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Yüzüne tokat vurulmuş bir YahCıdi Hz. Nebile gelip; Ey Muhammed! Ensara mensup sahabilerinden biri yüzüme vurdu? diyerek şikayetini iletti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem: - O adamı çağırın! diye talimat verdi. Etrafındakiler adamı çağırdılar. Hz. Nebi oda; - Onun yüzüne neden vurdun? diye sordu. Sahabi de şöyle cevap verdi: - Yahudilerin yanına uğramıştım. Derken bu adam, "Musa'yı bütün insanlara üstün kılana yemin ederim ki!" dedi. Hemen ben, "Muhammed'e de mi üstün kılmış?" diyerek tepkimi gösterdim. Sonra öfkelendim ve ona bir tokat vurdum. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu: - Nebiler arasında beni üstün bir konuma getirmeyin. Çünkü kıyamet günü bütün insanlar bayılacak. İlk ayılan ben olacağım. O an arşın bir ayağına yapışmış olan Musa'yı göreceğim. Benden önce mi ayıldı yoksa Tur dağında bayıldığı için bu bayılmadan korundu mu, bunu bilemeyeceğim. Fethu'l-Bari Açıklaması: Allah Teala'nın ahirette görüleceğine ve müminlerin Cennette bununla ödüllendirileceğine ilişkin hadisler mütevatirdir. Bu, imkansız değildir. Dolayısıyla buna iman etmek gerekir. Başarı ve doğruyu bulmak ancak Allah'ın lütfu iledir. Bu konuyla ilgili geniş açıklama, "Kitabu't-tevhfd"de, "Yüzler vardır o gün pml pm!... O Yüce Rab'lerine bakakalır. .. "(Kıyame 22-23) başlığı altında yapılacaktır. İmam Buharl'nin bu başlık altında . verdiği hadisin ayrıntılı açıklaması "Kitabu'l-enbiya"da geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Zeyd'den Nebi'in sallalliihu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kem'e (kızılımtırak beyaz mantar), kudret he/vası türünden bir yiyecektir. Suyu ise göz için şifadır." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı burada Saıd İbn Zeyd'den kızılımtırak beyaz mantar hakkında nakledilen hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu't-tıb"da yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu'd-Oerda'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Bekir ile Ömer arasında bir konuşma geçti. Bu esnada Ebu Bekir Ömer'i kızdırdı. Bunun üzerine Ömer öfkelenerek meclisi terk etti. Ebu Bekir hemen peşine düştü ve ondan kendisini bağışlamasını istedi. Ancak Ömer onu affetmedi. Hatta kapısını yüzüne kapattı. Bundan sonra Ebu Bekir Rasulullah'ın yanına geldi. Ebu'd-Derda olayın bundan sonrasını şöyle anlatmıştır: O esnada biz, Hz. Nebi'in yanındaydık. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu arkadaşınız hayırda öne geçmiştir," buyurdu. Ebu'd-Oerda olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Ömer de yaptıklarına pişman olmuştu. Kalkıp Allah Resulü'ne gelerek selam verdi ve yanına oturdu. Sonra yaşanan olayı anlattı. Hz. Nebi ona kızdı. Ebu Bekir: "Ey Allah'ın Elçisi! Hakikaten ben daha haksızdım!" demeye başladı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Arkadaşımı bana bzraksamza,arkadaşımı bana bıraksamza ... Ben size, 'Ey insanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş Allah'ın elçisiyim,' dedim, siz de bana 'Yalan söyledin,' dediniz, Ebu Bekir ise 'Doğru söyledin, i dedi. LI Ebu Abdillah Buhar! "…….gamera fiili hayırda öne geçti anlamına gelir," dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buharı bu başlık altında Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer arasında meydana gelen olay hakkında Ebu'd-Oerda'dan rivayet edilen hadisi zikretti. Bu hadisin ayrıntılı açıklaması, "Menakıbu Ebf Bekir" başlığı altında yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: İsrailoğullarına "Hıtta/bağış/anmak istiyoruz deyin ve kapıdan eğilerek girin ki hata/arınızı bağış/aya/ı m, " buyurulduğunda, kendilerine söyleneni değiştirdiler. Kapıdan kıç/arını yere sürterek geçtiler ve "Habbe Jf şaara/kıl çuval içinde dane" dediler. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nüshaların çoğunda ve Küşmıhenı nüshasında hadisin sonu "Kapıdan kıçlarını yere sürterek geçtiler ve "Habbe Jf şaara/kıl çuval içinde dane" dediler," şeklinde aktarılmıştır. Netice olarak şunu söyleriz: İsrailoğulları kendilerine emredilen fiile ve söze muhalefet ettiler. Onlara, Allah'a bir şükür olarak kapıdan geçerken başlarını eğmeleri ve "Bağış/anma istiyoruz" demeleri emredilmişti. Onlar eğilerek geçmeyi, kıçlarını yere sürterek ilerlemeye; "hıttalbağışlanma istiyoruz" sözünü de hıntaya! buğday danesine çevirmişlerdi. Belki de "hıttalbağışlanma istiyoruz," sözünü, "kıl çuval içinde dane" ilavesiyle söylemişlerdi. Bu hadisten şu sonuç çıkarılmıştır: Kendisiyle ibadet edilmesi konusunda ayet veya hadis bulunan sözlerin, manası aynı olsa bile başka bir lafızIa değiştirilmesi caiz değildir. Bu konu "manen rivayet" meselesi değildir. Daha doğrusu "manen rivayet" bu konunun bir alt dalıdır. "Manen rivayetin" caiz olabilmesi için, rivayet edilen lafzın kendisiyle ibadet edilmeyen bir lafız olması gerekir. Bir başka ifade ile söyleyecek olursak; "manen rivayet"in caiz olabilmesi için, rivayet edilen lafızların ibadette kullanılan dua vs. olmaması gerekir. Bir şart belirtmeden "manen rivayetin" caiz olduğunu söyleyenlerin sözleri bu şekilde anlaşılır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Uyeyne İbn Hısn İbn Huzeyfe [Medine'ye] geldi. Yeğeni Hurr İbn Kays'ın evinde kaldı. Hurr, Hz. Ömer'in kendisine yakın tuttuğu kişiler arasında idi. Kurralar, .ister orta yaşlarda olsunlar, isterse genç olsunlar, Hz. Ömer'in meclisinde ve istişare heyetinde daima bulunurlardı. Uyeyne yeğenine; - Yeğenim! Bu emirin yanında itibar sahibisin. Benim onunla görüşmemi sağla, dedi. Hurr da şöyle cevap verdi: - Halifeden senin onun huzuruna çıkman için müsaade isteyeceğim. İbn Abbas olayın bundan sonraki kısmını şöyle anlattı: Hurr, amcası Uyeyne ile görüşmesi için Hz. Ömer'den randevu istedi. Hz. Ömer de ona randevu verdi. Uyeyne Hz. Ömer'in huzuruna çıkınca; Bu bir felakettir ey Hattab'ın oğlu! Ne bize bol ihsanda bulunursun, ne de aramızda adaletle hükmedersin! dedi. Hz. Ömer bu sözlere sinirlendi. Hatta onun üzerine yürüdü. Tam bu sırada Hurr: - Ey müminlerin emiri! Allah Teala Nebii'ne "(Resulüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahil/erden yüz çevir," buyurmuştur. Kuşkusuz bu adam da cahillerden biridir, dedi. İbn Abbas olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Allah'a yemin ederim ki Hz. Ömer, Hurr bu ayeti okuyunca bir adım dahi ileri gitmedi. Çünkü o, Allah'ın kitabına karşı derin hassasiyet sahibi idi. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbnü'z-Zübeyr'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Sen af yolunu tut, iyiliği em ret" ayeti ancak insanların ahlakı konusunda inmiştir. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Alla Teala, Hz. Nebi'e insanların ahlakından affı almasını emretmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ca'fer es-Sadık'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kur'an'da bu ayetten daha fazla, güzel ahlakı bir araya getiren başka bir ayet yoktur. Şöyle ki; insanın kuvvelerine göre ahlak, aklı, şehevı ve gadabı olmak üzere üç kısma ayrılır. Akl! ahlak, hikmettir. İyiliği emretmek de onun bir parçasıdır. Şehevı ahlak iffettir. Af yolunu tutmak da onun bir cüzüdür. Gadabı ahlak cesarettir. Cahillerden yüz çevirmek de onun bir bölümüdür." İmam Taberi mürseL, İbn Merdliye ise mevslil olarak Cabir ve daha başka sahabilerden şöyle nakletmiştir: "(Resulüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği em ret!" ayeti inince, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bu ayetin ne ifade ettiğini Cebraıl'e aleyhisselam sordu. O da; "Bilmiyorum. Ama bunu Allah'a soracağım," dedi. Sonra gitti, tekrar döndü ve şöyle dedi: "Rabbin, seninle akrabalık bağlarını koparanlarla ilişkilerini sürdürmeni, sana vermeyene vermeni ve sana haksızlık edeni affetmeni emrediyor
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İbn Abbas'a Enfal Suresini sordum. O da bu surenin Bedir savaşı hakkında indiğini söyledi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir," ayetinde bahsi geçenler, Abduddaroğullarından bir gruptur
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd İbnu'l-Mualla'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Namaz kılıyordum. O sırada allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi ve beni çağırdı. Ama ben, namazımı bitirinceye kadar onun yanına gitmedim. Namazımı bitirdikten sonra onun yanına gittim. Bana; - Neden gelmedin? Yoksa Allah Teala'nın "Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun," ayetini işitmedin mi? diye sordu. Ardından da; - And olsun ki; mescidden çıkmadan önce Kur'an'daki en büyük sureyi sana öğreteceğim, buyurdu. Sonra, allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescidden çıkmak için harekete geçti. O zaman kendisine, bana vaad ettiği şeyi hatırlattım. Muaz şöyle demiştir: Şu'be bize, Hubeyb İbn Abdirrahman'ın Hafs'tan, onun da Hz. Nebi'in sahabilerinden biri olan Ebu Saıd'den şöyle işittiğini tahdis etti: O sure Hamdu lillahi Rabbi'l-alemın, yani tekrarlanan yedidir. NOT: Bu hadisin açıklaması, Fatiha suresinin tefsirinde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ziyadi'nin arkadaşı Abdulhamid İbn Kürdid'den, Enes İbn Malik'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ebu Cehil: "Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!" dedi. Bunun üzerine, "Oysa sen aralarında bulundukça, Allah onları azaba çarptı rm az. Ayrıca bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azab etmez. Allah ne diye onları cezalandırmasm ki, onlar kendileri Mescid-i Haram'r yönetmeye layık olmadıkları halde, üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyarlar? Oranın hizmet ve yönetimine asıl ehil olanlar, Allah'ı sayıp O'na şirk koşmaktan sakmanlardır. Fakat onların çoğu bunu bilmez, "(Enfal 33-34) ayetleri nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Said İbn Abdirrahman Mahzumi'nin rivayet ettiğine göre, Süfyan İbn Uyeyne'nin tefsirinde, Kur'an'da geçen ....matar (yağmur) kelimesi, azab ile açıklanmıştır. Said İbn Abdirrahmaı; onun şöyle söylediğini nakletmiştir: "Bazı insanlar, Allah Teala'nın Kur'an'da /matar (yağmur) kelimesi ile sadece azabı kastettiğini, Arapların ise yağmura gays dediklerini söylemiştir." İbn Uyeyne bu sözü ile Şura suresindeki ......Yunzilu'l-ğayse min ba'di ma kanatu (O, {insanlar} umutlarını kestikten sonra, yağmuru indirendir.)(Şura 28) ayetini kastetmiştir. İbn Uyeyne'nin bu sözü eleştirilmiştir. Çünkü .....matar kelimesi Kur'an-ı Kerim'de .....ğays yağmur anlamında kullanılmıştır. EĞER yağmurdan <:arar görecekseniz ya da hasta iseniz silahlarınızı yere bırakmanızm bir sakmcası yoktur. Bununla birlikte uyanık ve tedbirli olun. l-fiç şüphesiz Allah kafir/er için onur kıncı bir azap hazırlamrştır.(Nisa 102) Bu ayetteki ..... matar kelimesi ile kesinlikle yağmur kastedilmiştir. Yağmurun vereceği zarar ise elbise ve ayakların ıslanması vb. şeylerdir. Ebu Cehil: "Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getiri" dedi. Her ne kadar ayette çoğul kipi kullanılsa da, bu ifadeden söz konusu sözü söyleyenin Ebu Cehil olduğu anlaşılır. Belki bu sözü ilk olarak Ebu Cehil söylemiş, diğerleri de buna razı olmuştur. Bu yüzden bu söz, onlara nispet edilmiştir. İbn Cerır et-Taberı'nin, Yezid İbn Ruman kanalıyla aktardığı rivayete göre, Mekkeli müşrikler "Ey Allah'ım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!" demişler. Akşam olunca bu sözden pişman olmuşlar ve "Allahım! Affına sığınırız ... " diye bağışlanma dilemişler. Bunun üzerine Allah Teala, "Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azab etmez," ayetini indirmiştir. İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalı ile İbn Abbas'ın .....ve hum yesteğfirun ayetini, Allah'ın ezell ilmine göre iman edecekleri belli olan kimseler şeklinde açıkladığını nakletmiştir. Bu ifade ile o dönemde müşriklerin arasında bulunan mümin kulların kastedildiği de ileri sürülmüştür. Dahhak ile Ebu Malik bu görüştedir. Taberı'nin İbn Ebza'dan naklettiği şu rivayet de bunu desteklemektedir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Mekke'de iken Allah Teala "Sen aralarında bulundukça, Allah onları azaba çarptı rm az, " ayetini; Medıne'ye hicret ettikten sonra ise "Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azab etmez," ayetini indirdi. Çünkü Mekke'de kafirlerin arasında yaşayan ve bağışlanma dileyen müminler vardı. Bu müminler de Mekke'yi terk edip hicret edince Allah Teala, "Allah ne diye onları cezalandırmasm ki, onlar kendileri Mescid-i Haram'ı yönetmeye layık olmadıkları halde, üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyoriar?" ayetini indirdi. Böylece Mekke'nin fethine izin verdi. İşte bu fetih, müşrikler için Allah'ın önceden bildirdiği azabıdır. Tirmizı de, Ebu Musa Eş'arı'den Hz. Nebi'in "Allah Teala ümmetime iki em an indi rm iştir, " buyurduğunu, ardından bu ayeti okuduğunu ve şöyle söylediğini nakletmiştir: Ben aralarından ayrıldığım zaman, içlerinde 'bağışlanmayı' bıraktım." Bu hadis, ay,etin ilk yorumunu desteklemektedir. Ayeti bu şekilde anlamak daha uygundur. Çünkü müşrikler, yaptıklarından dolayı pişman olmayı bırakıp Müslümanlara karşı çıktıkları, onlarla mücadelede ileri gittikleri ve insanları Mescid-i Haram'dan alıkoydukları. zaman başlarına azab gelmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Cehil: "Ey Allahlım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçekse, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Oysa sen aralarında bulundukça, Allah onları azaba çarptırmaz. Ayrıca bağışlanma dilerlerken de Allah onlara aza b etmez. Allah ne diye onları cezalandırmasın ki, onlar kendileri Mescid-i Haram'ı yönetmeye layık olmadıkları halde, üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyorlar?" ayetlerini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, bir adam ona gelip; - Ey Ebu Abdirrahman! Allah Teala'nın "Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşursa ... "(Hucurat 9) ayetini işitmedin mi? Allah'ın kitabında buyurduğu gibi, savaşmaktan seni alıkoyan nedir? diye sordu. İbn Ömer de şu şekilde cevap verdi: Ey yeğenim! Benim için bu ayeti yanlış yorumlayıp savaşmamam, "Yanlışlıkla olması dışında, bir müminin diğer bir mümini öldürmeye hakkı olamaz ... "(Nisa 92) ayetini yanlış yorumlayıp savaşmamdan daha sevimlidir. Bu defa adam: Allah Teala, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!" buyuruyor. [Buna ne dersin?] diye karşılık verdi. İbn Ömer de şu şekilde cevap verdi: Biz, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem döneminde bu ayetin gereğini yaptık. O vakit Müslümanların sayısı azdı. İnananlar fitneyle/baskıyla dinden döndürme hareketine maruz kalıyordu. Ya öldürülüyorlar, ya da prangalara vuruluyorlardı. Nihayet Müslümanların sayısı arttı. Ortada fitne/baskıyla dinden döndürme hareketi kalmadı. Adam, İbn Ömer'in kendisinin istemediği şeyleri söylediğini görünce ona şu soruyu yöneltti: Ali ve Osman hakkında ne düşünüyorsun? İbn Ömer de şöyle cevap verdi: Ali ve Osman hakkındaki görüşüm e gelince; Allah Teala Osman'ın günahlarını bağışlamıştır. Ama siz, Allah'ın onu bağışlamasından hoşlanmadınız. Aliye gelince; o, Hz. Nebi'in amcasının oğlu ve damadıdır. [Eliyle işaret ederek] Bu da onun kızı [veya kız çocuğupıodur. Bunu siz de görüyorsunuz]
- Bāb: ...
- باب ...
Saıd İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Ömer yanımıza [veya bize doğru] geldi. Bir adam ona; Fitne ile savaşmayı nasıl görüyorsun? diye sordu. O da şu şekilde cevap verdi: Fitnenin ne olduğunu biliyor musun? Muhammed sallalli\hu aleyhi ve sellem müşriklere karşı savaşırdı. Onlara hücum etmek fitneydi. Ama sizin iktidarı ele geçirmek için savaşmanız fitne değildir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Rivayetlerden çıkan sonuca göre; İbn Ömer'e soru yöneiten kişi, itaat edilmesi gerektiğine inandığı devlet başkanına muhalefet eden kimselerle savaşılması gerektiğini düşünmektedir. İbn Ömer ise iktidar mücadelesi için yapılan savaşlara katılmamayı uygun görmektedir. "Kitabu'l-fiten"de bu konu geniş biçimde ele alınacaktır. Kişinin İbn Ömer'e Hz. Osman ve Hz. Ali hakkındaki düşüncelerini sorması, onun Hariciler'den olduğu görüşünü destekler. Çünkü Hariciler, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in hilafetini kabul ederlerdi. Hz. Osman ve Ali'nin hilafetine ise gerektiği şekilde bakmazlardı. Bu yüzden İbn Ömer, kendisine soru soran kişiye Hz. Osman ve Hz. Ali'nin menkıbelerini, Hz. Nebi'in yanındaki değerlerini ve Hz. Osman'ın Uhud savaşında kaçmasının mazur görüldüğünü anlatarak cevap vermiştir. Çünkü Yüce Allah Kur'an-ı Kerım'de açık bir ifade ile onları bağışladığını bildirmiştir. "Menakıbu Osman" başlığı altında, bu adamın, İbn Ömer'e Hz. Osman hakkında yönelttiği soru ile onun Uhud savaşından kaçtığı, Bedir savaşı ile Rıdvan biatına katılmadığı ve İbn Ömer'in de onu mazur gösteren açıklaması geçmişti. O rivayette soru soran kişi ile bu rivayette soru soran kişi aynı olabileceği gibi, bunların farklı kimseler olması da ihtimal dahilindedir. Ancak soru soran kişilerin farklı kimseler olması tercihe şayandır. Çünkü "Menakıbu Osman" başlığı altında geçen rivayette, soru soran kimse Hz. Ali aleyhinde konuşmamıştı. Öyle anlaşılıyor ki o, Rafizı idi. O rivayette savaştan söz edilmemesi, olayların farklı olduğu anlamına gelmez. Çünkü rivayetin bir sonraki tarikinde savaştan söz edilmiş, Hz. Osman olayından bahsedilmemiştir. Evla olan, bu iki olayın farklı farklı olaylar olduğu görüşünü benimsemektir. Çünkü her ne kadar sorulan konu bir olsa da, İbn Ömer'e soru soran kimselerin adlarını veren kişiler, farklı isimler vermişlerdir. Hadisin, "Bu da onun kızı [veya kız çocuğuldur," kısmını Nesai şu şekilde rivayet etmiştir: Hz. Ali'nin Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem katındaki derecesine bir bak! .. Onun evinden başka Mecid'e kapısı açılan kimin evi var ... " Bu da göstermektedir ki, Buharl'nin ravilerinden biri tashifte bulunmuştur. .....Beytuhu (evi) ifadesini .....bintuhu (kızı) şeklinde okumuştur. İtimat edilen rivayet, .....beytuhu (evi) şeklinde olandır. Çünkü bunun böyle olduğunu açıklayan rivayetIere yer verdik. "Menakıbu Ebı Bekr" bölümünde de, Hz. Ali'nin evi ile ve bu evin Hz. Nebi'in eşlerinin evinin arasında olmasıyla ilgili bazı bilgiler geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kafire) galip gelirler. Eğer sizden yüzkişi olursa ... " ayeti inince bir Müslümanın, on kişi karşısında kaçmaması onlara farz kılındı. Bir çok defasında Süfyan "Yirmi Müslümanın iki yüz kişiden kaçmaması [farz kılındı]," demiştir. Sonra "Şimdi, Allah yükünüzü hafifletti, "(En'am 66) ayeti indi. Böylece yüz Müslümanın iki yüz kafirden kaçmaması farz kılındı. Bir defasında Süfyan şu ziyade ile hadisi nakletli: "Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kafire) galip gelirler." Süfyan, İbn Şübrüme'nin şöyle söylediğini bildirmiştir: Kanaatime göre, emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker/iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak da bunun gibidir. Tekrar: 4653. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayet-i kerımede haber lafzı bulunmaktadır. Ancak bununla şu iki nedenden dolayı emir kastedilmiştir: 1- Şayet burada sırf haberı bir ifade kullanılmış olsaydı, haber verilen konular arasında çelişki olması gerekirdi. Kur'an için haber verilen konular arasında çelişki olması düşünülemez. Dolayısıyla haber formu, emir anlamında kullanıl" mıştır. 2- Tahfıf karinesi. Hafifletme, ancak tekliften sonra olur. Buradaki hafifletmeden maksat, hükmün tamamen ortadan kaldırılması değil de,' daha kolayı ile müminlerin sorumlu tutulmasıdır. Bir çok defasında Süfyan 'Yirmi Müslümanın iki yüz kişiden kaçmaması [farz kılındı],' demiştir, ifadesi onun bu rivayeti manen naklettiğini gösterir. Bazen Süfyan, Kur'an'ın okunuşunu koruyarak Kur'an'da geçtiği lafızlarla rivayeti nakletmiştir. çoğu kere bu şekilde aktarmıştır. Bazen de bu rivayeti manen nakletmiştir. O zaman da "Bir Müslümanın on kişi karşısında kaçmaması onlara farz kılındı," lafızlarını kullanmıştır. Belki kendisi de rivayeti bu iki şekilde almıştır. Dolayısıyla bu yorum ona ait değildir. Bundan sonraki rivayet de bunu desteklemktedir. Çünkü söz konusu rivayet, bunun İbn Abbas'ın bir tasarrufu olduğunu göstermektedir. Kanaatime göre, emr-i bi'l-ma'rı1f nehy-i ani'l-münker/iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak da bunun gibidir, ifadesi, İbn Şübrüme'ye göre emr-i bi'l-ma'rı1f nehy-i ani'l-münkerin cihad hükmünde olduğunu gösterir. Çünkü her ikisinin de ortak paydası, batıl sözü çürütüp hak sözü yüceltmektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulun ursa, iki yüze (kafire) galip gelirler, "(EnfaI,65) ayeti indi. Bir kişinin on kişi karşısında kaçmaması Müslümanlara farz kılındı. Bu durum Müslümanlara ağır geldi. Akabinde hafifletme geldi. Allah Teala şöyle buyurdu: "Şimdi, Allah yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. "(EnfaI,66) Allah Teala Müslümanlara sayı bakımından hafifleme getirince, bu hafifleme kadar da sabırlarını eksiitti. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadis, Müslüman birinin iki kafire karşı direnirken sebat göstermesinin farz ve onlardan kaçmasının haram olduğuna delilolarak kullanılmıştır. İster Müslüman kişi kafirlerin peşine düşsün, ister kafirler onun peşine düşsün, hüküm aynıdır. İster Müslüman kişi askerlerle birlikte bir safta olsun, isterse ortada askeri bir birlik bulunmasın, hüküm yine aynıdır. İbn Abbas'ın yorumundan anlaşılan da budur. Şafii mezhebinden İbnu's-Sabbağ da bunu tercih etmiştir. Bu görüş, İmam Şafil'nin Rabı' rivayetine ve lafzına göre kavl-i cedıdinde açıkça belirtmesinden dolayı esas alınmaktadır. Bu görüşü, üzerinde Rabı'nin hattı bulunan bir Risale nüshasından naklettim. Rabı' orada şöyle diyordu: "Bu konuda İmam Şafii kitabında bu ayeti destekleyen başka ayetlere yer verdi, bir kişinin on kişiye karşı direnme yükümlülüğünün olmadığını ve bir kişinin iki kişiye karşı direnme yükümlülüğünün bulunduğunu ifade etti." Daha sonra Rabı', Buharıinin yukarıda İbn Abbas'tan naklettiği hadisi verdi ve bunun üzerine görüşlerini açıkladı. Bir kişi hazırlıksızken iki kişi tarafından sıkıştırılırsa, kaçması kesinlikle caizdir. Kendisi iki kişinin peşine düşmüşse, kaçmasının hükmü haram mıdır? Bu konuda iki görüş vardır. Müteahhir alimlere göre, kaçması haram olmaz. Ancak Kur'an'ın tercümanı olan ve murad-ı ilahıyi herkesten daha iyi bilen İbn Abbas'tan gelen ve birbirini destekleyen rivayetler bunun aksini göstermektedir. Onun mutlak olarak ifade ettiği görüşün, İslam ordusu içinde bulunan Müslüman bir askerin iki kafirden kaçması konusunda geçerli olması ihtimali vardır. Ordu ile birlikte olmayan bir Müslümanın kaçması konusunda geçerli değildir. Çünkü cihadın tek kişiyle değil bir grup ile yapıldığı bilinmektedir. Fakat bu düşünce tartışmaya açıktır. Çünkü Hz. Nebi bir sahabıyi tek başına seriyye olarak göndermiştir. İmam Taberı ve İbn Merduye, İbn Abbas'tan gelen bu hadisin bütün senetlerine yer vermişlerdir. Bu senetlerin çoğunda bir kişinin iki kişi karşısında kaçması yasaklanmıştır. İbn Abbas bu rivayetlerin bir kısmında şu ayetleri de delil olarak kullanmıştır: "İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. '1(Bakara 207) "Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kafirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir. "(Nisa)
- Bāb: ...
- باب ...
Bera İbn Azib'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Son inen ayet, "Senden fetva isterler. De ki: Allah, babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkındaki hükmü şöyle açıklıyor: ... "(Nisa 176) ayeti; son inen sure ise, Berae suresidir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Tezkiye ile zekatın, itaat ve ihlas anlamına geldiği söylenmiştir. Bu görüşü İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla senedli olarak İbn Abbas'tan nakletmiştir. O, "Onlann mallanndan zekat al ki, bununla onlan temizleyesin ve anndırasın, "(Tevoe 103) ayetinin tefsirinde bunu söylemiştir. Yine İbn Ebı Hatim Ali İbn Ebı Talha kanalıyla senedli olarak İbn Abbas'ın " ... O'na ortak koşanlann vay haline! Onlar zekatı vermezler ... " (Fussılet 6-7) ayeti hakkında şöyle söylediğini aktarmıştır: "Onlar Allah'tan başka gerçek ilah olmadığını kabul etmezler." Bu ayet Fussılet suresinde geçmektedir. İmam Buhari' bu ayet i istidraden burada zikretti. İbn Abbas'ın zekatı itaat ve tevhid ile açıklaması, bu ayete dayanarak kafirlerin de şeriatın funlu ile sorumlu tutulduklanna dair bazı kimselerin yaptığı çıkanmı çürütmektedir. İmam Buharı bu başlık altında en son inen ayet ve sure hakkında Bera İbn Azib'den nakledilen hadisi zikretti. En son inen ayet konusunda Bakara suresinin tefsirinde İbn Abbas'tan nakledilen bir hadis geçmişti. Ona göre en son inen ayet "riba ayeti" idi. Bu iki rivayet şu şekilde uzlaştırılır: Her iki sahabı de bu bilgiyi Hz. Nebi'den nakletmemiştir. Ulaşabildikleri rivayetleri tümevanm yöntemi ile inceleyip bu sonuçlara ulaşmışlardır. Bu iki rivayet daha güzel biçimde şöyle uzlaştırılır: Her iki sahabi' de belli bir açıdan son inen ayeti kastetmiştir. Berae suresinin son inen sure olduğu meselesine gelince; bu ifade ile surenin bir kısmı veya çoğu kastedilmiştir. Çünkü Berae suresindeki bir çok ayet, Hz. Nebi'in vefat ettiği yıldan önce inmiştir. Daha net ifade edecek olursak; Berae suresinin baş kısmı Hz. Ebu Bekir'in hac ettiği hicretin IX. yılında, Mekke'nin fethinden hemen sonra inmiştir. Maide suresindeki " ... İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ... "(Maide 3) ayeti, hicretin X. Yılında Veda Haccı esnasında inmiştir. Dolayısıyla bu rivayetten, Tevbe suresinin çoğunun son inen sure olduğu anlaşılmaktadır. Hiç kuşkusuz bu surenin çoğu, Hz. Nebi'in son seferi olan Tebuk seferinde nazil olmuştur. Nasr suresinin tefsirinde, bu surenin en son inen sure olduğu rivayeti gelecektir. Orada konuyla ilgili rivayetler uzlaştırılacaktır. Tevbe suresinin son inen sure olması ile surenin bir kısmının kastedildiği ileri sürülmüştür. [O bir kısmının hangi ayet olduğu konusunda da farklı görüşler ortaya atılmıştır.] Bir görüşe göre, "Fakat tevbe eder, namaz kılar ... "(Tevbe 5) ayeti; bir başka görüşe göre ise, "Andalsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ... "(Tevbe 128) ayetidir. Ancak "Allah'a döneceğiniz günden karkun! ... "(Bakara 281) ayetinin en son inen ayet olduğunu belirten görüş, en doğru olan görüştür. Nitekim bu konu, Bakara suresinin tefsirinde geçmişti. İbn Abdisselam şöyle nakletmiştir: "En son inen ayet, kelale ayetidir. Hz. Nebi bu ayetin inmesinden sonra elli gün yaşadı. Sonra Bakara suresindeki ayet indi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Ebu Bekir, Mina'da Kurban Bayramı günü "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" şeklinde, insanlara duyuru yapmak üzere gönderdiği telIalIarla birlikte o hacda beni de gönderdi. Humeyd İbn Abdirrahman şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi [Hz. Ebu Bekir'in] peşinden Hz. Ali'yi gönderdi ve ona "Berae" suresini insanlara duyurmasını emretti. Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bizimle birlikte Hz. Ali de kurban bayramının birinci günü Mina'daki insanlara Berae suresini duyurdu ve "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" diye ilan etti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Ebu Bekir, Mina'da Kur'ban Bayramı'nın birinci günü "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" şeklinde insanlara. duyuru yapmak üzere gönderdiği tellallarla birlikte o hacda beni de gönderdi. Humeyd şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi [Hz. Ebu Bekir'in] peşinden Ali bin Ebı Tilib'i gönderdi ve ona "Berae" suresini insanlara duyurmasını em- Ebu Hureyre şöyle demiştir: Bizimle birlikte Hz. Ali de kurban bayramının birinci günü Mina'daki insanlara Berae suresini duyurdu ve "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik hac yapamaz ve herhangi bir çıplak Ka'be'yi tavaf edemez!" diye ilan etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: Duyurmaktan maksat bildirmektir. Bu ifade, ....(Allah ve Resulünden insanlara bir bildiridir, )(Tevbe,3) ayetinden alınmıştır.' Hicretin. 9. yılında Hz. Ebu Bekir'in önderliğinde yapılan hacca katılan sahabllerden bir grubun ismini tespit ettim. Onlardan biri Sa 'd İbn Ebı Vakkas'tır. Taberi, Hakem ve Mus'ab İbn Sa'd kanalıyla Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Ebu Bekir'i gönderdi. Dacnan'a vardığımız zaman Hz. Ali'yi onun peşinden gönderdi." Bir diğer sahabı de Cabir'dir. Taberi, _-\bdullah İbn Huseym ve Ebu'z-Zübeyr kanalıyla Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Ebu Bekir'i hacca gönderdi. Biz de onun,a birlikte yola çıktık." Saıd İbn Mansur, Tirmizı, Nesaı ve Taberi, Ebu İshak kanalıyla Zeyd İbn Yusey'in şöyle dediğini nakletmişlerdir: Hz. A1i'ye; "Ne ile gönderildin 7" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "[Şunları duyurmak üzere gönderildim:] 1- Cennete ancak mümin kişi girer. 2- Ka'be'yi çıplak hiç kimse tavaf edemez. 3- Bu yıldan sonra Müslümanlarla müşrikler birlikte hac yapamayacak. 4- Müslümanlarla antlaşması bulunan kimselerin antlaşmaları süresi doluncaya kadar devam edecek. 5- Müslümanlarla antlaşması olmayanlara ise dört ay süre tanınmıştır." Hz. A1i'nin son sözü, "(Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın, "(Tevbe 2) ayetinin, bir süre ile belirlenmiş antlaşması bulunmayan veya hiçbir suretle antlaşması olmayan kimselere özelolduğuna delil olarak getirilmiştir. Belirli bir süreye kadar antlaşması bulunan kimselere ise, söz konusu süre doluncaya kadar mühlet verilmiştir. İmam Taberı, İbn İshak'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Allah ve Nebi'in ihtarda bulunduğu müşrikler iki gruptu. Bir grubun antlaşması dört aydan daha az bir surede doluyordu. Onlara dört aya kadar süre tanınmıştı. Diğer grubun ise antlaşmasının süresi yoktu. Onların antlaşmaları da dört ay ile sınırlandırılmıştı. "Bu yıldan sonra herhangi bir müşrik haccedemez," ifadesi, "Bu yıllardan sonra Mescidi Haramla yaklaşmasınlar, "(Tevbe 28) ayetinden çıkarılmıştır. Bu ayet, hac gayesiyle de olsa, müşriklerin Mescid-i Haram'a girmesini açıkça yasaklamıştır. Çünkü hac büyük bjr gaye olduğu için, Hz. Ali müşriklere hac yapamayacaklarını açıkça belirtmiştir. Hac yapamadıklarına göre, başka bir gaye ile Mescid-i Haram'a hiç giremezler. Mescid-i Haram'dan maksat da Harem bölgesinin tamamıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Allah Resulü'nün Veda Haccından önce yapılan hacda kendisini emir tayin ettiği Hz. Ebu Bekir, bir grup içinde insanlara bu yıldan sonra hiçbir müşriğin kesinlikle hac yapamayacağını ve hiçbir çıplağın Ka'be'yi tavaf edemeyeceğini duyurmak için onu da göndermiştir. Humeyd "Bayram günü, Ebu Hureyre'nin bu sözünden dolayı hacc-ı ekber günülbüyük hac günü olmuştur," derdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Alimler şöyle demiştir: Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ali'nin gönderilmesinin hikmeti şudur: Arapların adeti gereği bir antlaşmayı ya o antlaşmayı yapan veya onunla akrabalık bağı bulunan kimse bozabilirdi. Bu yüzden Hz. Nebi s.a.v. de onlara karşı adetlerine göre muamele etmiştir. Yine bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Benim adıma ancak ben veya ehl-i beytimden biri [Berae suresini] duyurabilir." Ahmed İbn Hanbel ve Nesai, oğlu Muharrir kanalıyla Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah Resillü sallallahu aleyhi ve sellem Berae suresini insanlara duyurmak üzere kendisini gönderdiği zaman Hz. Ali ile birlikte idim. Birlikte şu duyuruyu yapıyorduk: 1- Cennete ancak mümin kimse girer. 2- Ka'be'yi çıplak olarak hiçkimse tavaf edemez. 3- Hz. Nebi ile antlaşması bulunanlara gelince; bunun süresi dört ay- dır. Bu dört ay geçince, Allah ve O'nun elçisi müşriklerden uzaktır. 4- Bu yıldan sonra hiçbir müşrik hac yapamaz. Sesim kısılana kadar duyuruya devam etmiştim." Humeyd'in yukarıdaki sözü, Ebu DaVCıd'un İbn Ömer'den naklettiği hadiste geçmektedir. Aslında bu rivayet merru'dur. Şöyle ki; Hz. Nebi ashabına "Bu gün hangi gündür?" diye sormuş, ashabı da; "Bugün, kurban bayramı günüdür," şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine Nebi s.a.v.: "Bugün hacc-ı ekber günüdür," buyurmuştur. Hacc-ı asğar / küçük hac ile neyin kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre hacc-ı asgar, umredir. Bu görüşü Abdurrezzak tabiilnun ileri gelenlerinden Abdullah İbn Şeddad kanalıyla senetli olarak nakIetmiştir. Taberi de aralarında Ata, Şa'bi ve Mücahid'in bulunduğu bir grup alimin şöyle dediğini nakletmiştir: Hacc-ı ekber kıran haccı, hacc-ı asgar ise ifrad haccıdır. Hacc-ı asgarın Arafatta vakfe yapılan gün, hacc-ı ekberin ise hac menasikinin geri kalan kısımlarının tamamlandığı kurban bayramı günü olduğu ileri sürülmüştür. Sevri'nin de şöyle söylediği nakledilmiştir: "Haccın yapıldığı günlere hacc-ı ekber günü denir. Tıpkı fethin yapıldığı günlere fetih günü denildiği gibi." Tirmizi merfil' ve mevkilf olarak Hz. Ali'den şu rivayeti nakletmiştir: Hacc-ı ekber günü, kurban bayramı günüdür." Tirmizi bu rivayetin mevkilf olması gerektiğini tercih etmiştir. Önemli Açıklama Hz. Ebu Bekr'in haccının hicretin IX. yılında gerçekleştiği konusunda rivayetler ittifak etmiştir. Abdurrezzak'ın, Ma'mer, Zühri ve Said İbnu'l-Müseyyeb kanalıyla "Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşrik[ere bir ihtarf"(Tevbe 1) ayeti hakkında Ebu Hureyre'den naklettiği rivayette şu ifadeler bulunmaktadır: Hayber'in fethedildiği yıl Hz. Nebi Cirane'de ihrama girip umre yaptı. Sonra Hz. Ebu Bekir'i o hac için emir tayin etti." Zührı şöyle demiştir: Ebu Hureyre, Ebu Bekir'in kendisini Berae suresini insanlara duyurmakla görevlendirdiğini, daha sonra Hz. Nebi'in Hz. Ali'yi onun arkasından gönderdiğini söylerdi. İmaduddın İbn Kesır şöyle demiştir: "Bu rivayette garabet vardır. Çünkü Ci'rane umresinin yapıldığı sene, emir !tab İbn Üseyd idi. Hz. Ebu Bekir'in haccı ise hicretin IX. yılındaydı." Kanaatime göre, buradaki sorun şu şekilde giderilebilir: Rivayette geçen "Sonra Hz. Ebu Bekir'i o hac için emir tayin etti," ifadesi ile Nebi'in sallallahu a1eyhi ve sellem Medıne'ye döndükten sonra onu hac emiri olarak ataması kastediImiştir. Bu iki cümle arasında, hicretin VIII. Yılındaki haccaemirlik yapan kimsenin ismi zikredilmemiştir. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem umre yapıp Ci'rane'ye dönünce, burada sabahlayıp beraberindekilerle birlikte Medıne'ye yöneldi. Hac zamanı gelince de Hz. Ebu Bekir'i görevlendirdi. Bu görevlendirme hicretin IX. yılında olmuştu. Yoksa bu rivayet ile Hz. Nebi'in Hz. Ebu Bekir'i Ci'rane umresinin gerçekleştiği sene hac emiri tayin ettiği kastedilmemiştir. Ebu Hureyre "o hac için" ifadesi ile Medıne'ye döndükten sonra, gelecek seneki haccı kastetmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Vehb'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Huzeyfe'nin yanında idik. o: "Bu ayetin kasdetliklerinden sadece üç kişi, münafıklardan da sadece dört kişi kaldı," dedi. Bir bedevl"Siz, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabısınız. Bize anlatıyorsunuz ama biz anlamıyoruz. (Madem sadece birkaç kişi kaldı) bizim evlerimize girip en değerli eşyalarımızı çalan şu insanların durumu nedir?" diye sordu. Huzeyfe de; "Onlar fasıklardır. Evet, Onlardan sadece dört kişi kaldı. İçlerinden biri oldukça yaşlıdır. Soğuk su içse, onun soğukluğunu hissetmez," diyerek cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Sizin biriktirdiğiniz hazine, kıyamet günü çok zehirli, kafası tüysüz yılana dönüşecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Vehb'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rebeze'de bulunan Ebu Zerr'in yanına gittim. Ona kendisini bu yere neyin getirdiğini sordum. O da şu cevabı verdi: Biz Şam'da idik. Ben "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!" ayetini okudum. Muaviye: "Bu ayet bizim hakkımızda inmedi. Bu ayet sadece ehl-i kitab hakkında geçerlidir," dedi. Ben de; "Hem bizim için, hem de onlar için geçerlidir," diye karşılık verdim. Fethu'l-Bari Açıklaması: Çoğunluk bu ayette geçen .....eymane lehüm ifadesiı:i hemzenin fethası ile "onların sözleri/yeminleri yoktur, anlamına gelen .....eymane lehüm şeklinde okumuştur. Hasan-ı Basri'nin bu ifadeyi hemzenin kesrası ile okuduğu nakledilmiştir. Ancak bu kıraat şazdır. İmam Taberi, Ammar İbn Yasir ve daha başka sahabilerin .....innehum la eymane lehüm ayetini "onların sözleri/yeminleri yoktur," şeklinde tefsir ettiklerini nakletmiştir. Bu da, çoğunluğun kıraatini desteklemektedir. İmam Taberi Dahhak'ın ......eimmete'l-küfr (küfrün önderleri) ifadesini Mekke halkının müşrik liderleri olarak tefsir ettiğini nakletmiştir. "Küfrün önderlerine karşı savaşınf" ayetinde kastedilen ve yaşayan üç kişiden birinin ismi Ebu Bişr'in Mücahid'den naklettiği rivayette Ebu Süfyan İbn Harb olarak belirtilmiştir. Ma'mer'in Katade'den naklettiği rivayette ise küfrün önderlerinin isimleri şu şekilde verilmiştir: Ebu Cehil İbn Hişam, Utbe İbn Rabia, Ebu Süfyan, Süheyl İbn Amr. Ancak bu rivayet eleştirilmiştir. Çünkü Ebu Cehil ve Utbe Bedir savaşında öldürülmüşlerdi. Ayetin kimin hakkında indiğini açıklamak, ancak o şahısların hayatta olması ile mümkündür. Sonuç olarak bu ayetin Ebu Süfyan ve Süheyl İbn Amr hakkında indiği doğrudur. Bu kişiler de daha sonra Müslüman olmuştur. Huzeyfe'nin "Onlar fasıklardır," ifadesi, evlere girip hırsızlık yapan kimselerin kafir ve münafık olmadıkları anlamına gelir
- Bāb: ...
- باب ...
Halid İbn Eslem'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Ömer ile yola çıkmıştık. O şöyle dedi: Altın ve gümüşün biriktirilmesinin yasaklanması, zekat ayetinin inmesinden önce idi. Zekat ayeti inince, Allah Teala, zekatı malları temizleyen bir unsur kıldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! burada "Sizin biriktirdiğiniz hazine, kıyamet günü çok zehirli kafası tüysüz yılana dönüşecektir," hadisini muhtasar olarak zikretti. Bu rivayet, Ebu Nuaym'ın "Müstahrec"inde başka bir senede Ebu'l-Yeman'dan nakledilmiştir. Ancak bu rivayette şu ziyade vardır: Kişi ondan kaçar. Yılan ise onun peşine düşer. "Ben senin hazinenim" der. Parmağını ona yutturuncaya kadar onu takip eder." Ebu Hureyre'den başka bir senetle gelen bu hadis, "Kitabu'z-zeka,t"ta açıklamasıyla birlikte geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Bekre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir: Zaman, dönüp Allah Teala'nın gökleri ve yeryüzünü yarattığı günkü haline gelmiştir. Yıl, on iki aydan meydana gelir. Bu aylardan dört tanesi haram aydır. Haram ayların da üçü peşpeşe gelir. Bunlar, Zülka'de, Zülhicce, Muharrem ve Cumada ve Şa'ban aylan arasında bulunan Mudar kabilesinin Receb ayıdır. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre, Allah katında ayların sayısı on iki olup" ayeti Yüce Allah'ın gökleri ve yeryüzünü yaratmaya başladığı zaman, bir seneyi on iki ay yaptığı anlamına gelir. "İşte doğru din budur," ayetinin tefsirinde Ebu Ubeyde şöyle demiştir: Yani dosdoğru din budur....Kayyim kelimesi,....sade yesudu kökünden türemiş ...seyyid veznindedir. Ayetin "O aylar içinde kendinize zulmetmeyin," kısmı, "Haram aylarda savaşmayı helal kabul ederek kendinize hakslZlık etmeyin," anlamındadır. Bu ifadenin "Günah işleyerek kendinize zulmetmeyin" anlamına geldiği de söylenmiştir. "Zaman, dönüp Allah Teala'nın gökleri ve yeryüzünü yarattığı günkü haline gelmiştir," ifadesinin açıklaması "Bedu'l-halk" bölümünün başlarında geçmişti. Bu hadisteki zamandan maksat, senedir. "Yıl, on iki aydan meydana gelir." Arap kameri takvimi on iki aydan oluşur. Bunun nedeni hakkında İmam Taberi, Husayn İbn Abdirrahman kanalıyla Ebu Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir: Cahiliyye Arapları bir seneyi on üç aya böıüyordu. Bir başka açıdan da yılı on iki ay, yirmi beş gün kabul ediyorlardı. Günler ve aylar buna göre gelip geçiyordu. "Haram aylann da üçü peşpeşe gelir." Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bu sözü ile dört haram ayı açıklamaya başlamıştır. Onun bu açıklamasında, Arapların Cahiliyye döneminde yaptıkları haram ayları erteleme uygulamasının asılslZ olduğuna bir işaret vardır. Anlatıldığına göre Araplar, savaşmadan geçirecekleri üç ayın peşpeşe gelmesi için Muharrem ayını Safer, Safer'i de Muharrem yapıyorl('lrdı. Bundan dolayı Hz. Nebi "peşpeşe" ifadesini kullanmıştır. Cahiliyye Arapları farklı gruplara ayrılmıştl. Bir kısmı, Muharrem ayını Safer ayı olarak değiştirip bu ayda savaşmayı helal, Safer ayını da Muharrem olarak isimlendirip o ayda da savaşmayı haram kabul ediyordu. Bazıları da, bir sene böyle, bir sene de bunun tam tersine göre amel ediyordu. Diğer bazıları ise, iki sene böyle, iki sene de bunun tam tersine göre hareket ediyordu. Bir grup daha vardı ki, onlar, Safer ayını Rabiulewel ayına kadar erteliyorlardı. Rabiu'l-ewel ayını da, kendisinden sonra gelen aya tehir ediyorlardı. Şewal ayı Zülka'de ve Zülka'de de Zülhicce oluncaya kadar bu şekilde devam ederlerdi. Sonra tekrar dönüp sayıları aslına irca ederlerdi. Hadis, ayların normal seyrine döndüğünü ve nesınin (ayları ertelemenin) geçersiz olduğunu ifade eder
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Ebu Bekir'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ile birlikte Sevr mağarası'nda idim. Müşriklerin ayak bastıkları yerleri gördüm. "Ey Allah'ın elçisi! Onlardan biri ayağını kaldırsa bizi görür!" dedim. O da şöyle buyurdu: Üçüncü olarak yanlarında Allah'ın olduğu iki kişi hakkında ne düşünüyorsun?
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biat meselesi yüzünden İbn Abbas ile İbnü'z-Zübeyr arasında tatsızlık çıkmıştı. [İbn Ebı Müleyke şöyle demiştir:] İbn Abbas'ı ikna etmek için şöyle dedim: Onun babası Zübeyr, annesi Esma, halası Aişe, dedesi Ebu Bekir ve ninesi Safiyye'dir. [Buharıinin hocalarından Abdullah İbn Muhammed şöyle] demiştir: Süfyan'a bu hadisin isnadını sordum. O da "HaddesenaJBize tahdis etti," diyerek söze başladı. Ancak biri onu meşgul etti. Bu yüzden "İbn Cüreyc" diyemedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebı Müleyke'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas ile Abdullah İbnu'z-Zubeyr arasında bir tatsızlık çımıştı. Bir sabah İbn Abbas'ın yanına gittim ve "İbnü'z-Zübeyr ile savaşmak ve Allah'ın harem bölgesini ihlal etmek mi istiyorsun?" dedim. O da, "Bundan Allah'a sığınınm. Kuşkusuz Allah Teala İbnü'z-Zübeyr ve Ümeyyeoğullarını Allah'ın hareminin saygınlığını bozan kimseler olarak yazmıştır. Ben ise, Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın haremini asla ihlal etmeyeceğim!" dedi. İbn Abbas konuşmaya şöyle devam etti: "İnsanlar bana; 'İbnü'z-Zübeyr'e biat et!' dediler. Ben de onlara şöyle dedim: O, halifeliği hak etmeyen biri değiL. [Zübeyr'i kastederek] Babası Hz. Nebi'in havarısi idi. [Ebu Bekir'i kastederek] Dedesi onun mağara arkadaşı, [Esma'yı kastederek] annesi Zatu'n-nitak, [Hz. Aişe'yi kastederek] teyzesi müminlerin annesi, [Hz. Hatice'yi kastederek] halası Hz. Nebi'in hanımıdır. [Safiyye'yi kastederek] Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in halası da, onun ninesi idi. Hepsinden öte kendisi de iffetli ve Kur'an okuyan bir Müslüman idi. Eğer Ümeyyeoğulları bana iyilik ederlerse, akrabalık bağından dolayı iyilik etmiş olurlar. Benim idarecilerim olurlarsa, bu durumda bana denk soyu sopu belli güzel insanlar benim idarecim olmuş olur. İbnu'z-Zubeyr ise Tuveytleri, Üsameleri ve Humeydleri bana tercih etti. İbn Abbas bu son sözü ile Esed kabilesinden Tuveytleri, Üsameleri ve Humeydleri kastetmiştir. İbn Ebi'ı-As [Abdulmelik İbn Mervan] çıktı ve onurlu biçimde ilerlemeye başladı. O [Abdullah İbnü'z-Zübeyr] ise kuyruğunu katladı
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebı Müleyke'den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: İbn Abbas'ın yanına gittik. Bize şöyle dedi. Şu halifeliğe soyunan İbnü'z-Zübeyr'in yaptıklarına hayret etmiyor musunuz? Ben kendi kendime şöyle dedim: Ona yardım etmek konusunda kendi kendimi sorgulayacağım. Halbuki Ebu Bekir ve Ömer'in hilafetini kabul ve destekleme konusunda kendi kendimi sorgulamac mıştım. Çünkü o ikisi, her türlü iyliğe ondan daha layıktı. Sonra şöyle dedim: İbnü'z-Zübeyr, Hz. Nebi'in halası ile Zübeyr'in oğlu, Ebu Bekir'in torunu, Hatice'nin erkek kardeşinin oğlu, Hz. Aişe'nin kız kardeşinin oğlu ... Bir de baktım ki, benden uzaklaşıyor ve benim yakın çevresinden olmamı istemiyor. O zaman şöyle dedim: Ben ona boyun eğdiğim zaman bu tavırlarını bırakacağını zannetmiyorum. Onun bana iyilik yapacağını da düşünmüyorum. Eğer mutlaka biri benim idarecim olacaksa, amcamın çocuklarının beni yönetmesi, başkasının beni yönetmesinden bana daha sevimli gelir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Biat yüzünden Abdullah İbn Abbas ile İbnü'z-Zübeyr arasında bir gerginlik meydana gelmişti. Muaviye öldüğü zaman Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Yezid'e biat etmeye yanaşmamış ve ısrarla ona biat etmeyi reddetmişti. Bunun üzerine Yezid İbn Muaviye, Müslim İbn Ukbe komutasındaki bir orduyu Medıne'ye sevk etmiş ve "Hane Vakası" diye bilinen olay meydana gelmişti. Daha sonra söz konusu ordu Mekke'ye yöneldi. Bu esnada ordunun komutanı Müslim İbn Ukbe öldü. Onun yerine ordunun komutasını Şamlı Husayn İbn Nemır üstlendi. Husayn, İbnü'z-Zübeyr'i Mekke'de kuşattı. Mancınıklarla Ka'be'ye saldırdı. Saldırılar sonucunda Ka'be yandı. Tam bu esnada Yezid İbn Muaviye'nin öldüğü haberi geldi. Bunun üzerine ordu Şam'a döndü. İbnü'z-Zübeyr de Ka'be'yi yeniden inşa eti. Ardından insanları kendisine biat etmeye davet etti. Neticede insanlar ona biat etti. Hicaz, Mısır, Irak ve Horasan halkı ile Şam bölgesinin çoğunluğu ona boyun eğdi. Daha sonra Şam'a Mervan hakim oldu. İbnü'z-Zübeyr tarafından atanan emir Dahhak İbn Kays'ı Merc-i Rahit'te öldürdü. Ardından Mısır'a doğru harekete geçti ve bu bölgeyi hakimiyeti altına aldı. Bütün bu olaylar hicretin 64. yılında gerçekleşmişti. Ka'be'nin binası ise hicretin 65. yılında tamamlandı. Aynı yıl Mervan öldü. Yerine oğlu Abdulmelik geçti. Muhtar İbn Ebı Ubeyd Kufe'yi hakimiyeti altına aldı. İbnü'z-Zübeyr tarafından görevlendirilen kimseler ondan kaçtı. İbnu'l-Hanefiyye olarak tanınan Muhammed İbn Ali İbn Ebı Talib ile Abdullah İbn Abbas Hz. Hüseyin'in katledilmesinden sonra Mekke'de ikamet etmeye başlamışlardı. İbnü'z-Zübeyr onları kendisine biat etmeye davet etti. Bu vesileyle onları kuşattı. Bunun haberi Muhtar'a ulaştı. Bunun üzerine Muhtar bir ordu hazırlayıp onlara gönderdi. Ordu onları kuşatmadan kurtardı. Kendilerinden de İbnü'z-Zübeyr'e karşı savaşma konusunda izin istediler. Ama onlar buna izin vermedi. İbn Abbas ile İbnu'l-Hanefiyye Taife gidip oraya yerleştiler. İbn Abbas hicri 68 yılında vefaat edinceye kadar burada kaldı. İbnu'l-Hanefiyye ise onun vefatından sonra Yenbu'daki Radva dağına doğru yolaçıktı. Bir müddet orada kaldı. Daha sonra Şam'a gitmeye karar verdi. Bu yüzden Eyle'ye doğru yola koyuldu. Hicretin 73. yılının sonlaında veya 74. yılının başlarında vefat etti. Sahih olan görüşe göre onun vefatı, Ibnü'z-Zübeyr'in katlinden sonra gerçekleşmiştir. İbnu'l-Hanefiyye'nin hicretin 80. yılına hatta daha sonrasına kadar yaşadığı da söylenmiştir. Rivayette geçen "Allah'ın harem bölgesini ihlal etmek mi istiyorsun?" ifadesi ile savaşmak suretiyle harem bölgesinin saygınlığını çiğnemek kastedilmiştir. "Kuşkusuz Allah Teala İbnü'z-Zübeyr ve Ümeyyeoğullarını Allah'ın hareminin saygınlığını bozan kimseler olarak yazmıştır," ifadesi ile İbn Abbas, onların harem bölgesinde savaşmayı mübah kabul ettiklerini ifade etmiştir. İlk olarak Ümeyyeoğulları İbnü'z-Zübeyr'e savaş açıp onu kuşatmıştı. İbnü'z-Zübeyr ise onlara karşı ilk önce kendisini savunmuştu. Buna rağmen İbn Abbas onu da harem bölgesinde savaşmayı mübah sayan kişi olarak vasıflandırdı. Çünkü o, Allah Teala Ümeyyeoğullarını ondan uzaklaştırınca Haşimoğullarını kuşatma altına almıştı. Harem bölgesinde savaşmayı helal saydığını gösteren bir takım davranışlarda bulundu. Bu yüzden bazı insanlar onu "MuhilVHarem bölgesinde savaşmayı hel al kabul eden" lakabı ile anar oldu. "Ben ise Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın haremini asla ihlal etmeyeceğim!" ifadesi, İbn Abbas'ın görüşünü gösterir. O, Harem bölgesinde kendisi ile savaşılsa bile, savaşmayı helal görmezdi. "İnsanlar bana; 'İbnü'z-Zübeyr'e biat et!' dediler ... " sözünü İbn Ebi Müleyke, İbn Abbas'tan nakletmiştir. Bu rivayet muttasıldır. İnsanlardan maksat ise İbnü'zZübeyr'den yana olan kimselerdir. İbn Abbas "bana denk" ve "soyu sopu belli güzel insanlar" ifadesi ile Abdullah İbnü'z-Zübeyr'in kavmi Esedoğullarını kastetmiştir. Ebu Mihnef Ahbari'ye göre ise bu sözler onun Ümeyyeoğullarını kastettiğini gösterir. Başka bir kanaldan gelen rivayete göre, İbn Abbas Taif'te vefatının yaklaştığı bir sırada evlatlarını başına toplayıp şöyle demiştir: "Eyoğullarım! İbnü'z-Zübeyr Mekke'de hareketini başlattığı zaman onu destekledim. İnsanları ona biat etmeye davet ettim. Amca çocuklarım olan Ümoğullarını ise terk ettim. Eğer onlar bizi kabul etselerdi bizi denk kabul etmiş olurlardı. Yok eğer bizim yöneticimiz olsalardı, soyu sopu belli güzel insanlar bizi yönetmiş olurdu. Abdullah İbnü'z-Zübeyr ise iş başına gelince bana haksızlık ettL" Bundan daha açık olanı, Ebu Mihnefden gelen rivayet in sonunda bulunan şu sözdür: İbn Abbas oğullarına şöyle dedi: Beni amca çocuklarınız Ümeyyeoğullarının yanına defnedin!" Esed İbn Tuveyt'in soyundan gelenlere Tuveytler denir. Tuveytler diye Tuveyt İbn Haris İbn Abdi'l-uzza İbn Kusay'ın soyundan gelenlere dendiği de ileri sürülmüştür. Üsameler ise Benı Üsame İbn Esed İbn Abdiluzza'nın soyunda gelenlere; Humeydler ise Humeyd İbn Züheyr İbn Haris İbn Esed İbn Abdi'luzza'nın soyundan gelenlere denir. "Kuyruğunu katladı," ifadesi bir deyimdir. Vav harfinin şeddeli ve şeddesiz hali ile okunur. Bununla kişinin yüksek gayeleri gerçekleştiremediği kastedilir. Bu ifadenin kinaye olduğu ve bununla korkaklık ve sakinliği tercih etmenin kastedildiği de ileri sürülmüştür. Bu tür insanların hali, vahşı hayvanların uyumak istedikleri zamanki durumlarına benzetilmiştir. Ancak ilk yorum daha evladır. Davı1dl şöyle demiştir: "Ktiyruğunu katladı," deyimi, kişinin durmasını, ileri ve geri gitmemesini, istediklerini yerli yerince yapamamasını, kendisine nasihat edeni şahsına yaklaştırmasını, kışkırtanı ise kendisinden uzaklaştırmasını ifade eder. İbnu't-Tin de şöyle söylemiştir: "Kuyruğunu katladı" deyimi, İbnü'z-Zübeyr'in istediği neticeyi alamamasını ifade eder. Ebu'l-Mihnef'in rivayetinde de "İbnü'zZübeyr geri adım attı," şeklinde bir ifade var. Bu ifade, İbn Abbas'ın Abdulmelik hakkındasöylediği "onurlu biçimde ilerlemeye başladı," sözü ile de uyum halindedir. Gelişmeler İbn Abbas'ın anlattığı şekilde olmuştu. Abdulmelik ilerlemeye devam etti. Nihayet Irak'ı İbnü'z-Zübeyr'in hakimiyetinden kurtardı ve onun kardeşi Musab'ı öldürdü. Ardından askerlerini, Mekke'deki İbnü'z-Zübeyr'e hücüm etmeleri için hazırladı. Sonra meydana gelen olaylar oldu. İbnü'zZübeyr ise öldürülünceye kadar geriledi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Nebi'e bir miktar değerli eşya gönderildi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu, dört kişi arasında paylaştırdı ve "Onların kalplerini ısındırzyorum," dedi. Bunun üzerine adamın biri "Adil davranmadın," dedi. Ona karşı Allah Resulü şöyle buyurdu: Bu adamın soyundan öyle bir toplum türeyecek ki; onlar, dinden çıkacaklar. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında, Ebu Saididen nakledilen hadisi son derece muhtasar olarak verdi. Bu eşyaların ne olduğunu ve kim tarafından gönderildiğini belirtmedi. Ayrıca dört kişinin ve Hz. Nebile itiraz eden adamın da adını zikretmedi. Bütün bunların açıklaması "Megazi Bölümü"nde "Huneyn Gazvesi" başlığı altında geçmiştj
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'o.d'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bize sadaka vermemiz emredilince, para karşılığı yük taşımaya başladık. Bir defasında Ebu Aklı yarım sa' hurma getirdi. Bir başkası da ondan daha çok getirdi. Bunun üzerine münafıklar: "Allah'ın bu birinci adamın getirdiği sadakaya ihtiyacı yoktur. Diğeri ise sadece gösteriş olsun diye bunu yaptı," dediler. İşte bunun üzerine; "Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlan ayıplayıp onlarla alayedenler ... " ayeti indi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Mes'ud Ensari'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem sadaka vermeyi emrediyordu. Bizler uğraşıp didinip bir müd sadaka getirirdik. Bugün onlardan birinin yüz binlik serveti var. Ebu Mes'ud, öyle anlaşılıyor ki, burada üstü kapalı kendisinden bahsetmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Mes'ud yüzbinin temyizini zikretmemiştir. Belki bununla dirhemi, belki dinarı, belki de müddü kastetmiştir. A'meş: "Ebu Mes'ud'un malı çoğaldı," demiştir. İbn Battal da şöyle demiştir: "Ebu Mes'ud, Nebi s.a.v. döneminde ellerindeki imkanları tasadduk ettiklerini, bugünün insanlarının zengin olmasına rağmen, tasadduk etmediğini ifade etmek istemiştir." Ancak İbn Bartal'ın bu YQrumu pek isabetli değildir. Zeyn İbnu'l-Müneyyir de şunu söylemiştir: "Ebu Mes'ud, kendilerinin az mala sahip olmalarına rağmen sadaka verdiklerini, bunun için sıkıntıya girdiklerini, sonra Allah'ın kendilerine geniş imkanlar verdiğini ve kolaylıkla sadaka verdiklerini, hiçbir şekilde fakirlik korkusu duymadıklarını ifade etek istemiştir." Kanaatime göre Ebu Mes'ud, Allah'ın verdiği imkanlar sayesinde kolaylaşan sadakaya özen göstermenin, zorla para kazanıp sadaka vermeye çalışmadan daha evla olduğunu belirtmek veya Nebi s.a.v. döneminde geçim sıkıntısının bulunduğuna işaret etmek istemiştir. Çünkü Hz. Nebi döneminde fetihler ve ganimetler azdı. Onun ahirete irtihalinden sonra ise fetihler ve ganimetler sayesinde geçim kolaylaşmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Ubeyy ölünce oğlu Abdullah İbn Abdillah, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e geldi ve ondan, babasını kefenlemek için kendisine gömleğini vermesini istedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de ona gömleğini verdi. Sonra Abdullah, Hz. Nebi'den, babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Nebi onun namazını kıldırmak üzere doğruldu. Bu arada Hz. Ömer Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elbisesinden tuttu ve "Ya Rasulallah! Rabbin sana onun cenaze namazını kıldırmanı yasaklamışken, sen onun cenaze namazını kıldıracak mısın?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Nebi: "Rabbim beni serbest bıraktı," buyurdu ve "Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de ... " ayetini okudu. Sonra şöyle buyurdu: "Yetmişden fazla da bağışlanma dilerim." Bunun üzerine Hz. Ömer: "Kuşkusuz o bir münafık" dedi. Ravi şöyle demiştir: Nebi s.a.v. onun cenaze namazını kıldırdl. Bunun üzerine Allah Teala "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma!"(Tevbe 84) ayetini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdullah İbn Ubeyy İbn SeluI öldüğü zaman Hz. Nebi'den onun cenaze namazını kıldırması istendi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldıniıak üzere kalktığında, hemen ona doğru atıldım ve "Ey Allah'ın elçisi! Übeyy'in oğlunun cenaze namazını mı kılacaksın? O şu günde şöyle şöyle demişti," dedim. Ardından da Übeyy'in sözlerini Hz. Nebi'e bir bir saymaya başladım. Bunun üzerine Allah Resulü tebessüm etti ve "Benden geri dur," dedi. Ben onun namazını kılmaması konusunda ısrarcı olunca da şöyle buyurdu: Ben, onlannbağışlanmasını dileyip dilememe konusunda serbest bırakıldım ve seçimimi yaptım. Eğer yetmişden fazla bağışlanma dilediğim zaman bağışlanacağım bilseydim, elbette yetmişten fazla bağışlanmasını dilerdim." Hz. Ömer olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldırdı. Namazı bitirdikten kısa bir süre sonra Tevbe suresinden şu iki ayet indi: Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler. Hz. Ömer şöyle demiştir: Sonra Hz. Nebi'e karşı olan bu cüretime hayret ettim .. Allah ve O'nun elçisi her şeyi en iyi bilendir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Vakidı ve daha sonra "İklfl"de Hakim, Abdullah İbn Übeyy'in Müslümanların Tebuk seferinden dönmesinden sonra öldüğünü zikretmiştir. Onun ölümü, hiretin ıX. yılında Zülka'de ayında gerçekleşmiştir. Şewal ayının sonlarına doğru hastalanmış ve yirmi gün kadar hasta kalmıştır. Alimler, o ve ona tabi olan insanların Tebuk seferine katılmadığını ve "Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkılan olmazdı, "(Tevbe 47) ayetinin onlar hakkında indiğini söylemiştir. Şa'bı kanalıyla Taberı'nin aktardığı rivayette şu bilgiler bulunmaktadır: Abdullah İbn Übeyy ölüm döşeğine düşünce oğlu Abdullah Hz. Nebi'e geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Babam ölüm döşeğinde. Gelip onun cenaze namazını kıldırmanı isterim," dedi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem ona; "Adın ne?" diye sordu. O da; "Hubab" diye cevap verdi. Bunun Üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Hayır. Senin adın Abdullah. Hubab, şeytanın adıdır." Abdullah İbn Abdullah İbn Übeyy sahabenin en iyilerinden biriydi. Bedir savaşına ve daha sonra yapılan diğer savaşlara katılmıştı. Hz. Ebu Bekir döneminde yapılan Yemame savaşına da iştirak etmişti. Onun menkıbeleri arasında şu olay da anlatılır: Bir defasında Abdullah'a babasının söylediği bazı sözler ulaşmıştı. Bunun üzerine babasını öldürmek için, izin almaya Hz. Nebi'e gelmişti. Ancak Hz. Nebi ona; "Babana güzel davran!" şeklinde nasihat etmişti. Bu rivayeti İbn Mende, Ebu Hureyre'den hasen bir senetle nakletmiştir. Taberani'de ise Urve İbnü'z-Zübeyr kanalı ile Abdullah İbn Abdillah İbn Übeyy'in buna benzer şekilde, Hz. Nebi'den izin istediğine dair bir rivayet vardır. Ancak bu rivayet munkatı'dır. Çünkü Ur ve Abdullah'la görüşmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki Abdullah, babasının durumunu şekle n de olsa İslam'a uygun hale getirmeye çalışmıştır. Bu yüzden, Hz. Nebi'den onun yanına gelip cenaze namazını kıldırmasını istemiştir. Nitekim Abdullah'ın bunu, babasının sözü üzerine yaptığını gösteren rivayetler de naklediimiştir. Abdurrezzak'ın Ma'mer, Taberı'nin de Saıd kanalıyla yaptığı rivayet bunu desteklemektedir. Söz konusu iki rivayet de, Katade'den gelmekte olup şu şekildedir: Abdullah İbn Übeyy yanına gelmesi için Hz. Nebi'e elçi gönderdi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun yanına gelince; "Yahudi sevgisi seni helak etti," buyurdu. Bunun üzerine Abdullah İbn Übeyy: "Ey Allah'ın elçisi! Ben sana, beni kınayasın diye değil, benim için bağışlanma dileyesin diye elçi gönderdim," dedi. Ardından gömleğini kendisine vermesini ve onunla kefenlenmesini istedi. Hz. Nebi de onun bu isteğine olumlu cevap verdi. Bu rivayet ravileri sika olmakla birlikte, mürseldir. Ancak Tabedinıinin Hakem İbn Eban ve İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan nakletiği şu rivayet bunu desteklemektedir: Abdullah İbn Übeyy hastalanınca Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun yanına gidip onunla konuştu. Abdullah da ona şöyle dedi: "Söylediklerini anladım. Bana bir iyilik yap ve beni gömleğinle kefenle ve cenaze namazımı sen kıldır." Hz. Nebi de onun isteklerini yerine getirdi. Öyle anlaşılıyor ki, Abdullah İbn Übeyy, kendisinin ölümünden sonra oğlunun ve aşiretinin ayıplanmasını önlemek için bu şekilde davranmıştır. Bu nedenle, Hz. Nebi'den kendi cenaze namazını kıldırmasını istemiştir. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de onun davranışlarının zahirine bakarak kendisine olumlu cevap vermiştir. İleride açıklanacağı üzere, daha sonra Allah Teala onun gerçek durumunu ortaya çıkarmıştır. Bu açıklamamız söz konusu olayla ilgili mesele hakkında verilen en güzel cevaplardan biridir. Hz. Ömer'in "Ya Rasulallah! Rabbin sana onun cenaze namazını kıldırmanı yasaklamışken, sen onun cenaze namazını kıldıracak mısın?" sözü, son derece problemli görülmüştür. Hatta bazı alimler hiç çekinmeden "Bu söz, ravilerden birinden kaynaklanan bir vehimdir," demişlerdir. Bazıları da, Hz. Ömer'in bu konuda bir yasağa muttali olduğunu iddia ederek bunun tersini savunmuştur. Mesela Kurtubı şöyle demiştir: Muhtemelen bu, Hz. Ömer'in aklına gelen bir yasaktır. O, ilhamyoluyla bunu öğrenmiş olabilir. Ya da "(Allah'a) ortak koşanlariçin afdilemek, ne Nebie yaraşır, ne de inananlara, "(Tevbe 113) ayetinden bunu çıkarmış olabilir. Kanaatime göre Kurtubı'nin yorumu, ilk açıklamaya göre, doğruya daha yakındır. Çünkü daha önceden münafıkların cenaze namazını kılmayı yasaklayan bir ayet inmemişti. Bunun da delili, hadisin sonunda yer alan şu ifadedir: Bunun üzerine Allah Teala "Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma, onun kabri başında da durma!"(Tevbe 84) ayetini indirdi. Bir sonraki başlık altında zikredilen ve İbn Ömer'in oğlu Ubeydullah'tan gelen ikinci rivayette yer alan "Allah Teala, senin onlara bağışlanma dilemeni yasaklamışken, onun cenaze namazını mı kılacaksın?" ifadesi, bu başlığın hemen altında zikredilen hadiste bir mecaz bulunduğunu açıklamaktadır. Hz. Ömer, Abdullah İbn Übeyy'in durumu hakkında bildiklerine dayanarak kesin bir dille onun münafık olduğunu söylemiştir. Ama Hz. Nebi onun sözünü dinlememiş ve şunlardan dolayı onun cenaze namazını kıldırmıştır: 1- Daha önce ifade ettiğimiz gibi, zahiren o Müslüman göründüğü için. Bu- nun açıklaması daha önce geçmişti. 2- Hükmün zahirinin devam etmesi için. 3- Salih bir Müslüman olduğu açıkça belli olan oğlunu onure etmek için. 4- Onun kavmini İslam'a ısındırmak maslahatına riayet ile cenaze namazını kılmadığı takdirde doğabilecek mefsedeti bertaraf etmek için. İslam'ın ilk yıllarında, Nebi s.a.v. müşriklerin işkencelerjne sabrediyordu. Onları hep affediyor, yaptıklarını da görmezen geliyordu. Daha sonra müşriklerle savaşması emredildi. Bu dönemde insanları İslam'a ısındırmak maslahatına riayet etmek ve onların kendisinden nefret etmesini önlemek için, içi kafir, dışı Müslüman olan insanlara karşı bağışlayıcı ve hoşgörülü olmaya devam etti. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Ona ilişme! Böylece insanlar: 'Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor!' diye yaygara yapamaz. " Mekke'nin fethi, müşriklerin Müslüman olması, kafirlerin sayısının azalması ve zelil konuma düşmelerinden sonra, Nebi s.a.v. münafıklarla açıkça mücadele edilmesini emretmiş ve münafıkları haktan ayrılanlarla aynı kefeye koymuştur. Hz. Nebi'in münafıklara karşı iyi davranması, onların cenaze namazını kılmasının açıkça yasaklanmasını bildiren ayetin ve onlarla açıkça mücadele edilmesini emreden diğer ayetlerin inmesinden önce idi. Bu açıklama sayesinde, yukarıdaki rivayet hakkında ortaya çıkan problem giderilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Übeyy ölünce, onun oğlu Abdullah Hz. Nebi'e geldi. Bunun üzerine Allah Resutü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi gömleğini ona verdi ve babasını bununla kefenlemesini emretti. Sonra onun cenaze namazını kıldırmak üzere doğruldu. Hz. Ömer, Hz. Nebi'in elbisesinden tutup; "O mü nafık olduğu halde, onun cenaze namazını mı kılacaksını Halbuki Allah Teala onlar için bağışlanma dilemeni yasaklamıştır," dedi. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de; "Rabbim beni muhayyer kıldı," veya "Rabbim bana haber verdi," buyurarak şu ayeti okudu: "Onlar için ister af dile, ister dilem e; onlar için yetmiş kez af dilesen de ... "(Tevbe 80) Devamında da şöyle buyurdu: "Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyecegım ... İbn Ömer olayın devamını şöyle anlattı: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem onun cenaze namazını kıldı. Biz de onunla birlikte namaza durduk. Sonra Allah Teala şu ayeti indirdi: Onlardan ölmüş olan hiçbirinin asla cenaze namazını kılma, onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler. Fethu'l-Bari Açıklaması: Zahirine göre bu ayet [et-Tevbe 9184], bütün münafıklar hakkında inmiştir. Ancak bu ayetin belirli sayıdaki münafık hakkında indiğini gösteren rivayetler aktarılmıştır. Bu hususta Vakidı şöyle demiştir: Ma'mer, Zührı kanalıyla Huzeyfe'nin şöyle söylediğini bize haber verdi: Hz. Nebi bana; "Sana bir Sır vereceğim. Ancak onu hiç kimseyle paylaşma! Münafıklardan belli bir sayıda topluluğun, falancanın, falancanın ... cenaze namazını kılmam bana yasaklandı," dedi. Bu yüzden Hz. Ömer birinin cenaze namazını kılmak istediği zaman Huzeyfe'ye bakardı. Eğer o kendisiyle birlikte namaza gelirse, namazı kılardı. Aksi takdirde cenaze namazını kılmazdı. Cübeyr İbn Mut'ım'den nakledilen bir başka rivayete göre ise, cenaze namazı kılınmayacak münafıkların sayısı on iki idi. Huzeyfe'den nakledilen rivayet biraz önce geçmişti. Söz konusu rivayete göre, o münafıklardan sadece bir kişi kalmıştı. Sadece bu münafıkların cenaze namazının kılınmamasınin hikmeti, muhtemelen Allah Teala'nın onların kafir olarak öleceğini ezelı ilmi ile bilmesinde gizlidir. Onların dışında kalan münafıklar ise tevbe etmişlerdir. İbnu'I-Müneyyir: "Burada sayı ile tahsisin kastedilmediği konusunda beyan 'alimlerinin bir t.ereddüdü yoktur," demiştir. Yine beyan alimlerine göre sıfatın ve sayının mefhumu ile hükmetme şartı, söylenenin söylenmeye ne benzemesi ve başka bir faydanın bulunmamasıdır. Burada ise mübalağanın gayet açık bir faydası vardır. Hz. Nebi'in "Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyeceğim ... " sözü sorun teşkil etmiştir. Çünkü, yetmişten fazla bağışlanma dilemenin hükmü, yetmiş kere bağışlanma dilemekle aynıdır. Müteahhirı1n alimlerden biri buna şu şekilde cevap vermiştir: "Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Abdullah İbn Übeyy'in aşiretinin kalbini İslam'a meylettirmek için 'Yetmişteri fazla bağışlanmasını dileyeceğim ... demiştir. Yoksa bu sözü ile yetmişten fazla bağışlanma dilediği zaman onun bağışlanacağını kastetmemiştir. Nitekim bir önceki başlık altında zikredilen ikinci hadiste geçen 'Eğer yetmişten fazla bağışlanma dilediğim zaman bağışlanacağını bilseydim, elbette yetmişten fazla bağışlanmasını dilerdim,' ifadesi de bunu desteklemektedir." Ancak daha önce belirttiğimiz gibi, söz konusu rivayet 'Yetmişten fazla bağışlanmasını dileyeceğim ... ' şeklinde sabit olmuştur. Hz. Nebi'in vaadi de haktır. Hatta bu ifade, mübağalalı biçimde pekiştirilmiş halde ".....Elbette yetmişten fazla bağışlanma dileyeceğim," şeklinde de aktanımıştır. Bir başka alim de şu şekilde cevap vermiştir: "Muhtemelen Hz. Nebi mevcut hükmü sürdürmek gayesiyle böyle söylemiştir. Çünkü bu ayet inmeden önce fazla bağışlanma dilernek caiz idi. Dolayısıyla bu hükmün aslına uygun olarak caiz kalması uygundu." Bu, güzel bir cevaptır. Toparlaycak olursak; mübağala anlayışı ile aslolan hükme göre amel etmeyi sürdürmek birbiri ile çelişmez. Öyle anlaşılıyor ki, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem, yetmişten fazla bağışlanma ile bağışlanmanın kesinlikle gerçekleşeceğini değil de, gerçekleşebileceği ni ifade etmiştir. Ancak bu yorumun da eleştiriye açık olduğu görülmektedir. Bu soruna şu şekilde de cevap verilmiştir: "Bağışlanma dilernek, dua gibidir. Kul Rabbinden bir ihtiyacının giderilmesini ister. Onun Rabbinden bu isteği, zikir konumundadır. Ancak bu istek, istenilen şeyin bir an ewel gerçekleşmesi bakımından ibadet değildir. Hal böyle olunca bizatihi bağışlanma mümkün olur. Allah Teala'nın ilmi, başka bir şeye değil de, bağışlanmanın fayda vermeyeceğine taalluk etmiştir. Bu durumda bağışlanma talebi, bağışlanmanın gerçekleşmesi için değil de, bağışlanması dilenen kişiye değer vermekten ileri gelir. Bağışlanma imkansız hale gelince, dua eden kimse onun yerine sevab veya kötülüğün bertaraf edilmesine vesile olur. Nitekim bu konuda rivayet vardır. Bu sayede dua edilen kimselerin azabı hafifler. Mesela, Ebu Talib'de olduğu gibi." İşte bu, İbnu'lMüneyyirlin söyledikleri ile aynı anlama gelir. Ancak bu gorüş eleştiriye açıktır. Çünkü bu, dini bakımdan bağışlanması imkansız olan kimseler için bağışlanma talebinde bulunmanın dine uygun olmasını gerektirmektedir. Halbuki bunun olamayacağı şu ayet-i kerimede belirtilmiştir: "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça bel/i olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah La) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara."(Tevbe 113) Ancak bu olayda başka bir problem daha vardır. O da şudur: Heygamber, "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme ... "(Tevbe 80) ayetine dayanarak, kendisinin münafıklar için bağışlanma dileyip dilerneme konusunda serbest bırakıldığını kesin bir dil ile ifade etmiştir. "Yetmiş" lafzından da [mübalağa değil de gerçek] sayıyı anlayarak "Yetmişten fazla bağışlanma dileyeceğim," demiştir. Halbuki bu ayetten [et-Tevbe 9/84] çok önce "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara' (Tevbe 113) ayeti inmşşti. Biraz ileride bu surenin tefsirinde anlatılacağı üzere, bu ayet [et-Tevbe 9/113] Ebu Talib hakkında inmiştir. Hz. Nebi ona; "Yasaklanmadığım sürece senin için bağışlanma dileyeceğim," dediği zaman bu ayet nazil olmuştu. Ebu Talib'in vefatının Mekke'de gerçekleştiği konusunda ise ittifak vardır. Abdullah İbn Übeyy'in olayı ise, daha önce belirtildiği gibi hicretin IX. yılında gerçekleşmişti. nal böyle olunca, kafir oldukları kesin bir dille aynı ayette ifade edilmesine rağmen, mü nafıkIar için bağışlanma dilemek nasıl caiz olabilir? Bir alimin bu probleme cevap verdiğini tespit ettim. Onun cevabını şu şekilde özetlemek mümkündür: "Burada yasaklanan, Ebu Talib alayında olduğu gibi, Müslüman olmayan birinin mağfiretin gerçekleşmesi gayesi ile bağışlanacağını umarak bağışlanma dilemektir. Abdullah İbn Übeyy için dilenen bağışlanma ise böyle değildir. Çünkü onun için dilenen bağışlanma, geride kalan münafıkların kalbini İslam'a ısındırmak içindir." Bu cevap benim hoşuma gitmedi. Zamahşerı de buna benzer bir görüşü dile getirmiştir: "Eğer 'İnsanların en fasıh konuşanına ve kelamın üslupları ile temsillerinden en iyi şekilde haberdar olan birine, ayetteki sayıdan maksadın, bağışlanma dilemenin sayısı arttıkça fayda vermeyecek olduğu nasıl kapalı gelir?' şeklinde bir soru yöneltecek olursan, şu şekilde cevap veririz: Bu, ona kapalı gelmemiştir. Ancak Nebi sallalliihu aleyhi ve sellem yaptıklarını ve söylediklerini, gönderildi ği insanlara karşı beslediği sonsuz merhamet ve acıma duygularını göstermek için yapmış ve söylemiştir. Onun bu sözü İbrahim Nebiin şu sözüne benzemektedir: Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin.(İbrahim 36) Hz. Nebi'in bahsi geçen merhameti izhar etmesi ümmetin e karşı göstermiş olduğu bir lütuftur. Ayrıca Müslümanları birbirlerine karşı merhametli olmaya teşviktir." İbnu'l-Müneyyir ve daha başka alimler ona şu şekilde itiraz etmişlerdir: "Zemahşerı'nin bu söylediklerini Hz. Nebi'e nispet etmek caiz değildir. Çünkü Allah Teala, kafirleri bağışlamayacaını bildirmiştir. Allah Teala onları bağışlamayacaksa, onlar için bağışlanma dilemek de imkansız olur. İmkansız bir şeyi dilemek de Hz. Nebi'den sad ır olmaz. Bazıları da şu şekilde bir cevap vermiştir: "Müşrik olarak ölenler için bağışlanma dileme yasaklanmıştır. Bu, Müslüman gibi yaşayan kimselerin bağışlanmasını dilemenin yasak olmasını gerektirmez. Çünkü o kişilerin inançları sahıh olabilir." Bu, güzel bir cevaptır. Bu ayet hakkında "Kitabu'l-cenaiz"de derinlemesine bir araştırma yapmıştım. Yine orada bu ayet in [Tevbe 113] Ebu Talib'in vefatından çok daha sonra indiği görüşünü tercih etmiştim. Ebu Talib hakkında ise "(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanlan en iyi O bilir, "(Kasas 56) ayeti inmişti. Bunun delillerini de araştırıp orada vermiştim. Ancak şu kadarı var ki; ayetin [et-Tevbe 9/80] devamında açık biçimde onların Allah'ı ve NebiI i sallallahu aleyhi ve sellem inkar ettikleri belirtilmiştir. Bu da göstermektedir ki, ayet in bu kısmı, hadiste bahsi geçen olaydan sonra inmiştir. Muhtemelen önce Hz. Nebi'in esas aldığı ayetin ilk kısmı nazil olmuştur. Bir başka ifade ile sadece ayetin "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dilem e; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onlan asla affetmeyecek," bölümü inmiştir. Bu yüzden Hz. Nebi, Hz. Ömer'e cevap verirken sadece "serbest bırakılma/tahyfr" ve "yetmiş" lafzından bahsetmiştir. Hadiste anlatılan olay meydana gelince, Allah Teala onların maskesini düşürdü, önde gelen insanların huzurunda ayıplarını ortaya çıkardı ve onlardan "Allah'ı ve Nebii inkar edenler" diye bahsetti. Belki de İmam Buharı'nin bab başlığında ayetin sadece bu kısmını kullanmasındaki sır da burada yatmaktadır. Genellikle raviler arasında ayetlerin tamamını verip vermeme konusunda farklılık olmasına rağmen, BuharıInin hiçbir nüshasında bu ayet tam olarak verilmemiştir. İnsaflı biçimde düşünen kimse, hadisi reddedenlerin veya zorlama tevillere kalkışanların ayetin "Bu, onlann Allah ve Resulünü inkar etmelerinden dolayıdır. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez," kısmının "(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onlan asla affetmeyecek," bölümü ile birlikte indiğini düşünmelerinin bunlara neden olduğunu görür. Bir başka ifade ile ayetin bir bütün halinde indiğini düşünmeleri, onların bu şekilde davranmalarına neden olmuştur. Eğer ayetin bir bütün halinde indiğini farzedersek, bu durumda illet nehye bitişik olarak gelmiştir ve bağışlanma dilemenin azının da, çoğunun da fayda vermeyeceğini açıkça ifade etmiştir. Eğer benim araştırıp belirttiğim gibi ayetin son kısmının, baş tarafından sonra indiği farz edilirse, bu durumda problem ortadan kalkmış olur. Hal böyle olunca da sayıdan anlaşılan şeyi esas alan kimsenin delili sahıh olur. Hz. Nebi de bunu yapmıştır. Ayetin zahirini esas almış ve aksine bir delil sabit oluncaya kadar bir hükmü n dine uygun olduğunu düşünerek hareket etmiştir. Bu durumda problem yoktur. iIham edip öğrettiklerinden dolayı Allah'a sonsuz hamd-u senalar olsun. Hadisten Çıkarılan Sonuçlar 1- Bu hadise göre, diri ve ölü iken, kişinin içinde bulunduğu duruma göre şahitlik yapmak caizdir. Çünkü Hz. Ömer, Abdullah İbn Übeyy için; "Abdullah münafıktır," demiş, Hz. Nebi de onun bu sözünü yadırgamamıştır. 2- Tanıtmak için değil de, hakaret etmek için ölülere kötü söz söylemek yasaklanmıştır. 3- Münafıklar Müslümanlarla aynı muameleye tabi tutulurlar. 4- Sadece birinin öldüğünü bildirmek, yasaklanan ah-u figan ederek kişinin öldüğünü bildirme kapsamına girmez. 5- Durumu iyi olan kimse, bereketi umulan kimseden dini bir zarurete bina- en bir şeyler isteyebilir. 6- İsyankar ölüye iyilik edilerek, itaatkar diri gözetilir. 7 - Ölü dikişli elbiselerle kefenlenebilir. 8- Nassın farklı anlamlara gelme ihtimalinin bulunduğu durumlarda, açıklama, nüzul zamanından, ihtiyaç ve zahir ile amel zamanına kadar ertelenebilir. 9- Bir kimse hata ettiğini düşündüğü anda, kendisinden daha üstün birini uyarabilir. Üstün olan kimse de kendisinden daha düşük seviyede olan birine problemli gördüğü konularda hatırlatmalarda bulunabilir. 10- Aralarında meydana gelen konuşmaların farklı manalara gelme ihtimalinin olduğu durumlarda, soru soran ile kendisine soru sorulan kişi birbirlerinden açıklama isteyebilir. 11- Gerekli olduğu zaman, cenazeye katılankimse tebessüm edebilir. Ancak alimler, saygının tam olması için tebessüm edilmemesini müstehab görmüşlerdir. Ancak ihtiyaç halleri bundan müstesna tutulmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ka'b İbn Malik, Tebuk seferinden geri kalan Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Allah'a yemin ederim ki, Rabbim, beni hidayete erdirdikten sonra elçisine karşı doğru sözlü olmaktan daha büyük bir nimeti bana vermemiştir. Bu nimet sayesinde, ona yalan söyleyip helak olanlardan olmadım. Nitekim "Onlann yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onlan cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklanna (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacaklan yer Cehennemdir. Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile, Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz, "(Tevbe 95-96) şeklinde vahiy geldiği zaman, ona yalan söyleyenler helak olmuştu
- Bāb: ...
- باب ...
Semura İbn Cündeb'in şöyle dediği rivayetedilmiştir: Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem bize şöyle buyurdu: Dün gece bana iki melek geldi. Beni uyandırıp binaları altın ve gümüş tuğlalardan yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücudlarının bir yarısı gördüğün insanların en güzeli, diğer yarısı ise gördüğün insanların en çirkini şeklinde olan insanlar karşıladı. Bu iki melek onlara; 'Gidin ve şu nehre atlayın!" diye emretti. Onlar da gidip nehre at/adı/ar. Sonra bize döndüler. Çirkinlikleri kalmamıştı. En güzel surete girmişlerdi. Sonra iki melek bana şöyle dedi: Burası Adn Cenneti. Şurası da senin makamın. Bir kısmı güzel, bir kısmı çirkin olan insanlar ise iyi ameli kötü amele karıştıran kimseler. Allah Teala onları bağışladı. İmam Buharı, Hz. Nebi'in uzun bir rüyası hakkında Semura İbn Cündeb'den nakledilen hadisin bir bölümünü verdi. Bu hadisin tamamı "Kitabu'tta'bır"de gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbnu'l-Müseyyeb babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Ebu Talib ölüm döşeğine düşünce, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem yanına geldi. O sırada Ebu Talib'in yanında Ebu Cehil ve Abdullah İbn Ebu Ümeyye vardı. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem "Ey Amca! 'La ilahe illallah' de ki, bu söz ile Allah katında seni savunayım," dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ve Abdullah İbn Ebu Ümeyye: "Ey Ebu Talib! Abdulmuttalib'in dininden yüz mü çevireceksin?" dediler. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: Bana yasaklanmadığı sürece senin için bağışlanma dileyeceğim. Bunun üzerine "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah La) ortak koşanlar için af dilemek ne Nebi'e yaraşır, ne de inananlara," ayeti indi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari burada Ebu Talib'in vefatı hakkında Said İbnu'l-Müseyyeb'in babasından naklettiği hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-cenaiz"de geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Görme duyusunu yitiren Ka'b/ın çocukları içinde, onunla ilgilenmeyi üstlenen Abdullah İbn Ka'b şöyle demiştir: Ka'b İbn Malik'in "Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti} ... "(Tevbe 118) ayetinin de içinde bulunduğu uzun hadisinin sonunda şöyle dediğini işittim: "Tevbem kabul edildiği için malımı sadaka olarak Allah'a ve O'nun elçisine vereceğim," dedim. Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem de "Malının bir kısmını kendine ayır. Bu, senin için daha hayırlıdır," buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ka'b İbn Malik, tevbesi kabul edilenlerden biri olan ve Hz. Nebi'in yaptığı seferlerden Bedir ve zorluk [Teblik] seferi hariç hiçbir seferinden geri kalmayan babası Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini nakletmiştir: Kuşluk vakti Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem doğruyu söylemeye karar verdim. Allah Reslilü'nün sallallahu aleyhi ve selle m kuşluk vakti dışında, düzenlediği seferden döndüğü pek nadirdi. O, ilk önce Mescid'e giderdi. Sonra orada iki rekat namaz kılardı. Hz. Nebi benimle ve iki arkadaşımla konuşulmasını yasakladı. Bizim dışımızda sefere katılmayan başka herhangi biri ile konuşulmasını ise yasaklamadı. İnsanlar bizimle konuşmaya yanaşmıyordu. Bir müddet bu, böyle devam etti. Nihayet bu süre bana uzun geldi. Ölüp de Hz. Nebi'in sallallahu aleyhi ve sellem cenaze namazımı kıldırmamasından veya onun vefat edip de bu durumda insanlar arasında kalmaktan, hiç kimsenin benimle konuşmamasından ve cenaze namazımı kılmamasından daha fazla beni üzen bir durum olamazdı. Sonra Allah Teala bizim tevbemizi kabul ettiğini bildiren ayetini gecenin son 1I3'ünün kaldığı bir sırada Ümmü Seleme'nin yanında olan Nebiiine indirdi. Ümmü Selerne güzel davranan ve durumumla ilgilenen biriydi. Bundan dolayı Hz. Nebi; "Ey Ümmü Selemel Ka'b'm tevbesi kabul edildi," buyurmuş, o da; "Ona birini gönderip bu müjdeyi vereyim mi?" diye sormuştu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle cevap vermişti: "Öyle yaparsan insanlar kalabalık edip sizi ezerler ve gecenin geri kalan kısmında uyumanıza engelolurlar." Sonunda Hz. Nebi, sabah namazını kıldırdıktan sonra insanlara Allah Teala'nın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etti. Bizim bağışlandığımız haberini verirken yüzü ışıidıyordu. Öyle ki yüzü, ay parçası gibi parlıyordu. Bizzat üçümüz mazeret beyan edip de [mazeretieri] kabul edilen kimselerle aynı hükme tabi tutulmamıştık. Allah Teala bizim tevbemizin kabul edildiğini bildiren ayeti indirince, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yalan söyleyip asılsız mazeretler ileri süren kimselerden, bir kimsenin kötülenebileceği en kötü şekilde bahsedilmişti. Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: (Seferden) onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: (Boşuna) özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü Allah, haberlerinizi bize bildirmiştir. (Bundan sonraki) amelinizi Allah da görecektir, Resulü de. (Tevbe)
- Bāb: ...
- باب ...
[Gözleri görmez olunca] Ka'b İbn Malik'in elinden tutup ona yardımcı olan oğlu Abdullah şöyle demiştir: Teblik seferine katılmadığı zaman Ka'b İbn Malik'in şöyle söylediğini işittim: Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala'nın doğru sözlü olma konusunda beni imtihan ettiğinden daha güzel biçimde bir başkasını imtihan ettiğini bilmiyorum. Hz. Nebi'e doğruyu söylediğim o andan şu vakte kadar yalan söylemeyi hiç düşünmedim. Allah Teala da Nebii'ne şu ayetini indirdi: Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan (O'nun azabından) yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.(Tevbe)
- Bāb: ...
- باب ...
Vahiy katiplerinden Zeyd İbn Sabit'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Ebu Bekir Yemame'de kurraların öldürülmesinin ardından bana haber yollayıp (beni çağırdı). Yanına vardığım zaman, Ömer'in orada olduğunu fark ettim. Ebu Bekir dedi ki: Ömer bana gelip 'Yername Savaşı'nda Kur'an okuyan pek çok kimse şehid oldu. Ben diğer savaşlarda da, kurraların öldürülmesinden ve Kur'an'ın bir çok kısmının kaybolmasından endişe ediyorum. Bu yüzden Kur'an'ın toplanmasını emretmen gerektiğini düşünüyorum' dedi. Ona 'Nebi'in yapmadığı bir şeyi nasıl yaparız?' diye itiraz ettim. Ömer, 'Allah'a andolsun ki, bu hayırlı bir iştir,' dedi. Israrla benden böyle bir şey yapmamı istedi. Nihayet Allah Teala aklıma bu işi yatırdı. Ben de Ömer gibi düşünür oldum." Zeyd olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ömer'in yanında oturduğu bir sırada Ebu Bekir bana 'sen genç ve akıllı birisin. Hiç seni ith am etmedik. Nebi için vahyi yazıyordun. O halde, Kur'an'ı araştırıp topla!' dedi. Allah'a and olsun ki, beni dağlardan birini taşımakla sorumlu tutsaydı, bu görev, bana emrettiği Kur'an'ı toplama görevinden daha ağır gelmezdi. Ebu Bekir'e 'Allah Resulü'nün yapmadığı bir şeyi sizler nasıl yaparsınız?' diyerek itiraz ettim. O da 'Allah'a and olsun ki, bu hayırlı bir iştir' dedi. Ebu Bekir'e itirazlarımı sürdürdüm. Nihayet, Allah Teala, Ebu Bekir ve Ömer'in aklına yatanı, benim de aklıma yatırdı. Sonunda Kur'an'ı bir araya getirmek için, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların hafızalarından Kur'an'ı araştırdım. "Andolsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, " ayetinden itibaren Tevbe suresinin sonuna kadar olan kısmı sadece Ebu Huzeyme Ensari'nin yanında buldum. Onun dışında başka birinde bulamadım. Topladığım sahifeler, vefat edinceye kadar Ebu Bekir'in yanında kaldı. Sonra hayatı boyunca Ömer'de kaldı. Daha sonra ise kızı Hafsa'ya geçti." Bu rivayetin geniş biçimde açıklaması "Kitabu fedailu'l-Kur'an"da yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Hz. Nebi Medine'ye geldi. Yahudiler aşura orucunu tutuyorlardı. "Bu gün, Musa'nın Firavun'a üstün geldiği gündür," diyorlardı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına şöyle buyurdu: "Siz, Musa'ya onlardan daha layıksınız. O halde oruç tutun!" Fethu'l-Bari Açıklaması: .....Necve "yüksek teI?e" anlamına gelir. Çoğulu ise .....Nica şeklindedir. Ayette (Yunus 10/92) geçen ....nuneccike ifadesi "kurtulmak" anlamına gelen ......necat kökünden türememiştir. Bu kelimenin, "kurtulmak" anlamına gelen ....necat kökünden türediği de ileri sürülmüştür. Buna göre ayet in anlamı şu şekilde olur: Kavmin denizin içinde kalırken Biz seni oradan kurtardık (sahile attık). Kavram açıklamasından sonra İmam Buharı, aşura orucu hakkında İbn Abbas'tan nakledilen hadisi zikretti. Bu hadisin açıklaması "Kitabu's-sıyam"da yapılmıştı. Bu hadisin konu başlığı ile ilgisi, söz konusu haberin bazı rivayetlerinde bulunan şu ifadede mevcuttur: "Bu, Allah Teala'nın Hz. Musa'yı kurtarıp Firavun'u boğduğu gündür
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Abbad İbn Ca'fer'den, İbn Abbas'ın bu ayeti (Hud 5) ...ela innehum tesnevni suduruhum şeklinde okuduğunu işittiğini rivayet edilmiştir. Muhammed olayın geri kalan kısmını şöyle anlattı: İbn Abbas'a bunun anlamını sordum O da şu şekilde cevap verdi: Bazı insanlar tuvalete gidip açık bir yerde ihtiyaçlarını gidermekten ve hanımları ile üstü açık yerlerde birlikte olmaktan utanıyordu. İşte bu ayet onlar hakkında inmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Abbad İbn Ca'fer'den rivayet edildiğine göre, İbn Abbas bu ayeti (Hud 5) {ألا إنهم تثنوني صدورهم ela innehum tesnevni suduruhum şeklinde okumuş. [Bundan sonrasını Muhammed şöyle anlatmıştır: İbn Abbasa; "Ey Abbas'ın babası! تثنوني صدورهم Tesnevni suduruhum ne demek?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Erkek, karısıyla cinsel ilişkiye girer, bu vesileyle avret yeri açıldığında veya tuvalete gider, avret yeri açıldığı zaman utanırdI. İşte bu insanlar hakkında ألا إنهم تثنوني صدورهم ela innehum tesnevni ayeti inmiştir}
- Bāb: ...
- باب ...
Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas [bu ayeti (Hud 5)] ألا إنهم يثنون صدورهم ليستخفوا منه ألا حين يستغشون ثيابهم ela innehum yesnune sudurahum li yestehfu minh ela hine yesteğşune siyabehum, şeklinde okumuştur. Amr'ın dışında başka bir ravi İbn Abbas'ın, يستغشون yestağşune ifadesini "başlarını kapatıyorlar," سيئ بهم sie bihim ifadesini (Hud 77) "kavmi hakkındaki zannı kötü oldu," وضاق بهم ve daka bihim ifadesindeki (Hud 77) .....hum zamirini "misafirleri" ve بقطع من الليل bi kit'in mine'l-leyl ifadesindeki ......kıt' kelimesini "karanlık" olarak ıefsır ettiğini nakletmiştir.(Hud 81) Mücahid de أنيب ileyhi unib ifadesindeki........unıb fiili "dönüyorum" anlamına gelir, demiştir. " Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas'ın ........ve daka bihim ifadesindeki ....hım. zamirini "Lut Nebiin misafirferi" şeklinde izah ettiğini gösteren rivayeti, ıbn Ebı Hatim Dahhak kanalıyla senedi olarak zikretmiştir. O şöyle demiştir: Misafirlerinin güzelliğini görünce, onların adına endişe etti. İbn Abbas'ın ......bi kit'in mine'l-leyl ifadesindeki .....kit' kelimesini "karanlık" olarak açıkladığını gösteren rivayeti ise, yine İbn Ebı Hatim, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla senetli olarak ondan nakletmiştir. Ebu Ubeyde ise bu kelimeyi, "gecenin bir bölümü" olarak tefsır etmiştir. Abdurrezzak İbn Hemmam da Ma'mer İbn Raşid kanalıyla Katade'nin bu ifadeyi "gecenin bir kısmı" şeklinde izah ettiğini nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
اعتراك İ'terake (Hud 54) "ona isabet ettim" anlamına gelen عروته aravtuhu kökünden iftial vezninde bir kelimedir.........ya'ruhu (Falanca ona çarptı.) ve .......i'terani (Bir şey beni sardı, kapladı) ifadeleri de aynı kök ve vezindedir. آخذ بناصيتها Ahizun bi ma'siyetiha (perçeminden tutmuş) (Hud 56) ifadesi "hakimiyeti ve otoritesı altına almak" anlamına gelir. عنيد Anid (Hud 59), عنود anud ve عاند anid kelimeleri aynı anlama gelir ve "ileri derecede' büyüklenmeyi" ifade eder. استعمركم İste'merakum (Hud 61) ifadesi, "Sizi yeryüzünü imar eden kimseler yaptı" anlamına gelir. أعمرته الدار A'martuhu ed-dara cümlesi, "Ömrü boyunca evi ona verdim," anlamına gelir. Bu durumda eve de عمرى umra denir. نكرهم Nekirahum, (Hud 70) أنكرهم enkerahum ve استنكرهم istenkerahum ifadeleri aynı anlamdadır. حميد مجيد Hamidun Mecid, (Hud 73) öyle anlaşılıyor.....Mecidun kelimesi fail sigasında ...macid anlamında, ...Hamid kelimesi de ....hamide fiilinin ism-i mef'ulü manasında kullanılmıştır. سجيل Siccil (Hud 82-83), "sert ve büyük" anlamına gelir. سجيل وسجين Siccil ile siccin aynı manayı ifade eder. Çünkü nun harfi ile lam harfi Kardeştir. Nitekim 'Temım İbn Mukbil şu beyti söylemiştir: Nice piyadeler kuşluk vakti indirmişkılıçları boyunlara, Kahraman erler birbirlerine tavsiye eder bunu hararetle. {وإلى مدين أخاهم شعيبا} /84/ 3. "MEDYEN'E DE KARDEŞLERİ ŞUAVB'I (GÖNDERDİK)," (Hud 84) AYETİNİN TEFSİRİ
- Bāb: ...
- باب ...
Safvan İbn Muhriz'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: İbn Ömer Ka'be'yi tavaf ederken bir adam onun önünü kesip; "Ey Abdurrahman'ın babası!" veya "Ey Ömer'in oğlu" diyerek söze başladı ve "Kıyamet günü Allah'ın kulu ile konuşması konusunda Hz. Nebi'den bir şey duydun mu?" diye sordu. İbn Ömer de şu şekilde cevap verdi: Bu konuda Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu işitim: Mümin kul Rabbine yaklaştırılır, [Hadisin ravilerinden Hişam bu kısmı "Mümin kul Rabbine yaklaşır," şeklinde rivayet etmiştir] Nihayet Allah Tedld onun üzerine örtüsünü örter. Sonra günahlarını ona ikrar ettirir. "Şu günahı biliyor musun?" diye sorar. O da; "Evet biliyorum," diye cevap verir. Ardından iki kez; "Ey Rabbim! Biliyorum," der. Bunun üzerine Allah Tedld şöyle buyurur: "Onları dünyada iken gizledim. Bugün ise senin için bağışlıyorum!" Bundan sonra kulun iyiliklerinin yazıldığı defter dürüıür. Diğerlerine veya kafirlere gelince; şahitlerin huzurunda onlara; "İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir," diye seslenilecek
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Allah Teala zalime süre tanır. Nihayet onu yakalar. [Yakaladığı zaman da] elinden kaçırmaz. Ardından da şu ayeti okumuştur: Rabbin, haksızlık eden memleketleri (onların halkını) yakaladığında, onun yakalayışı işte böyle (şiddetlidir). Şüphesiz onun yakalaması pek elem vericidir, pek çetindir! Fethu'l-Bari Açıklaması: أترفوا Utrifu kelimesinin "helak edildiler," şeklinde açıklanması, lafzın lazımı ile yapı1an bir tefsirdir. Bir başka ifade ile refah yaşam yüzünden azmala!ı, onların ,h;lak olmalarına neden olmuştur. Ebu Ubeyde ayetin ........ve't-tebeallezine zalemu ma utrifU fihi kısmını şu şekilde tefsır etmiştir: Zulmedenler, Allah'ın emrine karşı büyüklenmelerinin ve O'ndan uzaklaşmanın peşine düştüler. Hz. Nebi'in "[Yakaladığı zaman da] elinden kaçırmaz," ifadesi ise şu anlama gelir: Allah Teala onu helak ettiği zaman, ondan helakı uzaklaştırmaz. Bu yorum, zulmün "şirk" olarak açıklanmasına dayanır. Eğer buradaki zulüm daha geniş bir manada değerlendirilirse, bu ifade (kaçırmaz) de ona göre tefsir edilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, bir adam kadının birini öpmüş, sonra da Hz. Nebi'e gelip bu durumu haber vermişti. Bunun üzerine şu ayet indi: Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğÜt almak isteyenlere bir hatırlatmadır. Adam: "Bu hüküm, yalnız benim için mi geçerlidir?" diye sordu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ümmetimden kötülük işleyenler için geçerlidir," cevabını verdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen "Gündüzün iki ucunda" ifadesi ile neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir yoruma göre gündüzün iki ucu ile sabah ve akşam, bir başka yoruma göre ise sabah ve ikindi vakitleri kastedilmiştir. İmam Malik ve İbn Habıb'e göre ise sabah günün bir ucu, öğle ve ikindi ise günün diğer ucudur. Ayette geçen .....zulef kelimesi ile neyin kastedildiği konusunda da farklı yorumlar yapılmıştır. Mesela; İmam Malik'e göre akşam ve yatsı vakitleri kastedilmiştir. Bazı Hanefı alimleri bu ayetten vitir namazının vacib olduğunu çıkarmıştır. Çünkü .....zulef çoğuldur. Çoğulun en azı da üçtür. Bu yüzden, akşam ve yatsı vakitlerine vitir de eklenir. Hanefilerin bu çıkarımının pek isabetli olmadığı açıktır. İsmam nüshası ile Müslim'de Mutemir İbn Süleyman et-Teymi'nin babasından aktardığı rivayete göre bir adam, bir kadını öpmüş veya eliyle ona dokunmuştu. Ya da buna benzer bir şey yapmıştı. Öyle anlaşılıyor ki o adam, yaptığı bu işin keffaretini soruyordu. Abdurrezzak'm senediyle birlikte Ma'mer kanalıyla Süleyman et-Teymı'den aktardığı rivayete göre ise adam, kadının kalçasına vurmuştu. İmam Müslim ve Sünen sahipleri, Simak İbn Harb, İbrahim en-Nehaı ve Nkame-Esved kanalıyla İbn Mes'ud'dan şöyle nakletmişlerdir: Hz. Nebi'e bir adam geldi ve şöyle dedi: "Bahçenin birinde bir kadın gördüm. Onunla her şeyi yaptım. Ancak cinsel ilişkiye girmedim. Onu öptüm ve ona iyice sarıldım. Nasıl diliyorsan hakkımda öyle karar ver!" Taberı, A'meş kanalıyla İbrahim enNehaı'den şunu nakletmiştir: "Ensardan Mu'teb'in oğlu falancagelip 'Ey Allah'ın elçisi! Yanıma bir kadın geldi. Bir adamın karısıyla yaptığı her şeyi onunla yaptım. Ancak onunla cinsel ilişkiye girmedim," dedi. Adam, "Bu hüküm yalnız benim için mi geçerli?" sorusunu, namazın günahı gidermesi konusunun sadece kendisine ait olup olmadığını öğrenmek için sormuştur. Bundan, olayın kahramanının bunu sorduğu anlaşılmaktadır. "Ümmetimden kötülük işleyenleriçin geçerlidir," ifadesi "Kitabu's-salat"ta yine bu senetle "Ümmetimden kötülük işleyen herkes için geçerlidir," şeklinde geçmişti. Mürcie fırkası ayetin "İyilikler kötülükleri (günahları) giderir," kısmının zahirine tutunmuştur. Bu yüzden; "İyilikler ister büyük olsun, ister küçük, bütün günahlara keffaret olur," demişlerdir. Çoğunluk ise ayetteki bu mutlak kullanımı "Büyük günahlardan kaçındığın sürece, her namaz bir önceki ile arasındaki günahlara keffdret olur," hadisindeki mukayyede hamletmiştir. Bir grup da; "Eğer büyük günahlardan sakınırsan, iyilikler büyük günahların dışındaki diğer günahlara keffaret olur. Şayet büyük günahlardan sakınmazsan, küçük iyilikler hiçbir kötülüğü silmez," demiştir. Diğer bazı alimler ise şöyle demiştir: "Eğer büyük günahlardan sakınmazsan, iyilikler hiçbir büyük günahı yok etmez. Ancak küçük günahları yok eder." demiştir. Bu hadis, öpme, dokunma ve buna benzer durumlarda haddin gerekmediğine ve tevbe edip pişman olarak gelerek bu tür fiillerden birini işleyenkimseden tazir cezasının düştüğüne delilolarak sunulmuştur. Ayrıca İbnu'l-Münzir bu hadise dayanarak namahrem bir kadın il aynı örtü altında bulunan kimseye had cezasının verilerneyeceği hükmünü çıkartmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer'den, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Kerim oğlu kerim'in oğlu kerim'in oğlu kerim Yusuf İbn Ya'kub İbn İshak İbn İbrahim'dir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında İbn Ömer'den nakledilen "Kerim oğlu kerim" hadisini verdi. Hakim de buna benzer bir hadisi Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Bu hadis, sadece Yusuf Nebi'e ait olan bir fazilete delalet etmektedir. Başka hiç kimsede bu fazilet yoktur. Hz. Yusuf'un insanların en üstünü olması nesep bakımındandır. Nesep bakımından insanların en üstünü olması, başka açılardan da en üstün olduğu anlamına gelmez
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e insanların en üstünü soruldu. O da; "Allah katında insanların en üstünü en takvalı olan kimsedir," buyurdu. Ashab-ı kiram: "Bunu [dini bakımdan en üstün olanı] sormuyoruz. (Nesep bakımından) en üstün olanı soruyoruz." dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "İnsanların en üstünü, Allah'ın Halili'nin oğlu Allah'ın Nebisinin oğlu Allah'ın Nebiinin oğlu Yusuftur," buyurdu. Ashab-ı kiram: "Sana bunu da sormuyoruz," dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Arapların köklerinden (kimin hayırlı olduğunu mu) soruyorsunuz?" diye sordu. Onlar da "Evet," dediler. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurdu: Cahiliyye döneminde sizin en hayırlılarınız, ince din anlayışına sahip oldukları zaman İslam döneminde de en hayırlı kimselerdir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Cer!r et-Taber! ve daha başka müfessirler Hz. Yusuf'un kardeşlerinin isimlerini şu şekilde vermiştir: RObll, ŞemOn, Lav!, YehOda, Ribalön, Yeşcer, Dan, Neyyal, Cad, Eşir ve Bünyam!n. En büyükleri Rubll idi. İmam Buhar! bu başlık altında Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması geniş biçimde "Kitabu'l-enbiya"da geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ubeydullah İbn Abdillah, Hz. Nebi'in eşi Hz. Aişe'den aktarılan hadisi nakletmiştir. Hz. Aişe bu hadisi ifk hadisesini çıkaranların kendisine büyük iftirada bulundukları zaman aktarmıştı: Allah Teala da onun masum olduğunu açıklamıştı. [Hadisin ravilerinden Muhammed İbn Şihab ez-Zührı şöyle demiştir:] O ravilerden490 her biri bu hadisin bir bölümünü bana tahdıs etti. (Söz konusu raviler: Urve, İbnu'I-Müseyyeb, Alkame ve Ubeydullah'tır) Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Aişe'ye; "Eğer suçsuz isen, Allah Teala senin masum olduğunu açıklayacaktır. Yok eğer bir günaha bulaştıysan, Allah'tan bağışlanma dile ve O'na tevbe eti" dedi. O da şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki; Yusuf'un babasının "Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklannız karşısında Allah'tan başka yardım edebilecek hiç kimse 01amazl"(Yusuf 18) sözünden başka diyecek özlü bir söz bulamıyorum. Bunun üzerine Allah Teala "(Nebi'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur ... " şeklinde başlayan on ayeti indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın annesi Ümmü Ruman'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Benimle birlikteyken Hz. Aişe ateşli bir hastalığa yakalandı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Belki de o, hakkında söylenen sözlerden dolayı hasta oldu" dedi. Ümmü Ruman da "Evet," dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe doğrulup oturdu ve "Benim ile sizin durumunuz, Yakup Nebi ile oğullarının durumu gibidir," dedi [ve şu ayeti okudu:] "Babalan Yakub: "Hayırı" dedi. "Nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş. Artık bana düşen, güzelce sabretmektir. Ne diyeyim, sizin bu anlattıklannız karşısında Allah'tan başka yardım edebilecek hiç kimse 01amazl"(Yusuf 18) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde ......sewelet ifadesini "süslemek ve güzel göstermek" şeklinde tefsır etmiştir. İmam Buhari bu başlık altında ifk hadisinin bir bölümünü verdi. Bu hadisin tamamı ile açıklaması ise Nur suresinin tefsirinde gelecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud, هيت لك Heyte lek'i okudu ve şöyle dedi: Bunu ancak bize öğretildiği gibi okuruz. مثواه Mesvahu "kalacağı yer," ألفيا elfeya ise "buldular" anlamına gelir. [Nitekim şu ayetlerde de bu manada kullanılmıştır:] ألفوا آباءهم "Onlar atalarını haktan sapmış durumda buldular. "(Saffat 69) "Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız" derler. "(Bakara 170) İbn Mes'ud'un aşağıdaki ayeti şu şekilde okuduğu nakledilmiştir: بل عجبت ويسخرون Bel acibtu ve yesharun (Ne var ki ben onların haşri inkar etmelerine şaşarım, onlar ise seninle alayederler. )(Saffat)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan nakledildiğine göre Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti: Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et! Bunun üzerine kıtlık meydana geldi. Kıtlık her şeyin tükenmesine neden oldu. Sonunda insanlar kemikleri yemeye başladılar. Durum öyle bir hal aldı ki; kişi, göğe baktığı zaman kendisi ile gök arasında bir duman görür hale geldi. Allah Teala şöyle buyurmuştur: Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle!"(Duhan 10) "Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. "(Duhan 15) Kıyamet günü onlardan hiç azap kaldırılır mı? Duman ve şiddetle yakalama sona erdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Yusuf'u arzulayan kadının ismi, meşhur olan görüşe göre Züleyha'dır. Rail olduğu da ileri sürülmüştür. Kocası azizin ismi ise Kıtfir'dir. İbn Mes'ud'un aşağıdaki ayet i şu şekilde okuduğu rivayet edilmiştir: ....... (Ne var ki ben onların haşri inkar etmelerine şaşarım, onlar ise seninle alayederler. ) (Saffat 12)" İmam Buhari'nin bu ayeti burada verme nedeni anlaşılmamıştır. Çünkü bu ayet Saffat suresindedir. Anlam bakımından da bu sureye uygun bir tarafı yoktur. Bir de İmam Buhari bu başlık altında Abdullah İbn Mes'ud'dan nakledilen hadisi verdi. Bu hadise göre; "Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti: Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et!" Bu hadisin de yukarıdaki başlıkta yer alan "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi," ayeti ile bir ilgisinin bulunduğu ortaya çıkmıyor. Ebu Abdillah İbn Reşıd'in seyahatnamesinden naklettiğime göre, Ebu'l-İsba' İsa İbn Sehl "Şerh"inde rivayetlerle konu başlığının ilişkisini kurmak için kendisini zorlamıştır. Onun açıklamasının özeti şu şekildedir: İmam Buhari "Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi," ayetini konu başlığı olarak seçti. İbn Mes'ud'dan nakledilen, "Kureyş, Müslüman olma konusunda kendisine ayak direyince Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle demişti: Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiği yedi kıtlık yılı ile onlara karşı bana yardım et! .. " şeklinde başlayan hadisi de bu başlığın altında verdi. Bundan önce de İbn Mes'ud'un ......bel acibtü ve yesharun ayetini nasıl okuduğuna dair rivayeti naklettL Ancak'tam anlamın hasılolacağı yere gelince durdu ve anlamın hasılolmasını sağlayacak ifadeye yer vermedi. Anlamın hasılolacağı ifade ise "Kendilerine nasihat edildiğinde, uyarıları dikkate almazlar. Bir mucize görseler alayederler, "(Saffat 13-14) ayetidir. İşte bu ayetten söz konusu rivayet in konu başlığı ile ilişkisi ortaya çıkar. Şöyle ki; kardeşleri ve azizin hanımı tarafından Hz. Yusuf'a yapılanlar, kavmi tarafından Hz. Muhammed'e yapılanlara benzetilmiştir. Kardeşleri Yusuf Nebii doğup büyüdüğü topraklardan çıkarıp onu köleleştirecek kimselere satmışlardı. Kureyşlilerin Hz. Nebi'i vatanından çıkarmaları da buna benzemektedir. Hz. Yusuf, kardeşleri kendisine "Allah'a andalsun, haki katen Allah seni bize üstün kılmış, "(Yusuf 93) dedikleri zaman, onlara kötü davranmamıştı. Bunun gibi Hz. Nebi de Mekke'yi fethedince halkına kötü davranmamıştı. Hz. Yusuf pişman olarak kendisine gelen kardeşlerine "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsinf"(Yusuf 92) diyerek dua etmişti. Benzer şekilde Hz. Nebi de Ebu Süfyan kendileri için ondan yağmur duası yapmasını isteyince, Allah'tan yağmur yağdırmasını istemişti. .....Bel acibtu ve yesharun ayeti "Seninle alayetmelerine ve sapıklıklarını sürdürmelerine rağmen onlara merhametli ve yumuşak davranmama şaşırdın," anlamına gelir. İbn Mes'ud'un kıraatine göre ise şu şekildedir: "Seninle tevessül ederek, sana gelen insanlara dua edip azabın onlardan uzaklaşmasına vesile olduğun zaman, kavmine karşı merhametli Ve yumuşak davranmana şaşırdım." Hz. Nebi'in bu şekilde kavmine karşı merhametli ve yumuşak davranması, Hz. Yusuf'un muhtaç olarak kendisine gelen kardeşleri ile kocasını kendisine karşı kışkırtan, iftira atan ve hapse girmesine neden olan azizin karısına karşı merhametli ve yumuşak davranmasına benzemektedir. Hz. Yusuf kendisine bunca kötülük yapan azizin karısını cezalandırmamıştır. Böylece zahiren birbirinden uzak olsalar da, iki ayetin anlam bakımından ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Bu tür durumlar, İmam Buhari'nin kitabında çoktur. Allah'ın basiret gözünü açmadığı kimseler, bundan dolayı İmam Buhari'yi eleştirmişlerdir. Kirmani de şöyle demiştir: ....Acibtu fiili her ne kadar Saffat suresinde geçse de, İmam Buhari burada ona yer verdi. Böylece tıpkı ....... heyte kelimesi dammeli okunduğu gibi, İbn Mes'ud'un da bunu dammeli olarak okuduğuna işaret etti. Kirmanı'nin rivayet ile konu başlığı arasında kurduğu münasebet uygundur. Ancak İbn Sehl'in görüşü onun yorumundan daha iyidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyrelden rivayet edildiğine göre o, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir: Allah Lut'a rahmet etsin. o, sağlam bir rükne [Allah'a] sığınıyordu. Eğer Hz. Yusuf kadar zindanda kalsaydım, beni çıkarmak için gelen kimseye hemen uyardım. Şüphe konusunda bizim İbrahim'e göre daha haklı tarafımız var. Zira Rabbi ona "Yoksa inanmadın mı? dedi. O da: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi."(Bakara 260) İmam Buharlinin bu başlık altında verdiği hadisin açıklaması "Kitabu'lEnbiya'da İbrahim ve Lut bölümlerinde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, Urve İbnü'z-Zübeyr ona; "Nihayet Nebiler ümitlerini yitirip ... " ayetini sormuş. [Bundan sonrasını Urve İbnü'z-Zübeyr şöyle anlatıyor: Hz. Aişe'ye "Nebilere yalan mı söylendi, yoksa onlar yalanlandılar mı?" diye sordum. O da "Yalanlandılar," diye cevap verdi. Ben de şöyle dedim: "Nebiler toplumlarının kendilerini yalanladıkları nı zaten kesin olarak biliyorlardı. Onların bu bilgisi zan değildi." Hz. Aişe de "Evet, Yemin ederim ki onlar bunu biliyordu," dedi. Bu defa ben: "o halde onlar, kendilerine yalan söylendiğini zannediyorlardı," dedim. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle söyledi: [O ne biçim söz] Böyle okumaktan Allah'a sığınırım. Nebiler Rablerinin kendilerine yalan söylediğini asla düşünmezler." Ben de; "Öyleyse bu ayet hangi anlama gelir?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: Bu ayette, Rablerine iman eden ve Nebileri tasdik edip onlara bağlı olan kimseler kastedilmiştir. Uzun süren sıkıntıya maruz kalıp zafer de gecikince Nebiler, gönderildikleri toplumlardaıfkendilerini yalanlayanlardan ümit kesmişler ve kendilerine bağlı olan insanların da kendilerini yalanladıklarını zannetmişlerdi. İşte o zaman Allah'ın yardımı yetişmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'den şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Aişe'ye bu fiilin şeddesiz olarak كذبوا kuzibu şeklinde olabileceğini söyledim. O da "Bu şekilde okumaktan Allah'a' sığınırım!" dedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İsmaili nüshasına göre Urve bu fiilin şeddesiz olarak ......kuzibu şeklinde okunduğunu söyleyince Hz. Aişe "Böyle okumaktan Allah'a sığınırım!" diyerek tepki göstermiştir. Bu rivayet Hz. Aişe'nin söz konusu fiildeki zamirin Nebilere döndüğünü varsayarak şeddesiz kıraati inkar ettiğini açıkça göstermektedir. Ancak ifade ettiğim gibi, o zamir Nebileri göstermemektedir. Bu durumda, sabit olan bu kıraati inkar etmenin bir manası yoktur. Muhtemelen Hz. Aişe'ye, kıraat konusunda otorite sayılan insanlardan böyle bir kıraatin olduğu bilgisi ulaşmamıştır. Asım, Yahya İbn Sabit, A'meş, Hamza ve Kisai gibi Kufe imamlarından olan kuralar bu fiili şeddesiz okumuşlardır. Hicazilerden Ebu Ca'fer İbnu'l-Ka'ka' da onlara katılmıştır. Ayrıca bu kıraat, diğer kuralardan İbn Mes'ud, İbn Abbas, Ebu Abdirrahman es-Sülemı, Hasan-ı Basrı ve Hamd İbn Ka'b Kurazı'ye de aittir. Taberı'nin rivayetine göre, kendisine bu ayet sorulunea Saıd İbn Cübeyr şöyle demiştir: Nebiler gönderildikleri toplumların kendilerini tasdik etmelerinden ümitlerini kesmişti. Onlar da Nebilerin kendilerine yalan söylediklerini zannetmişlerdi. Dahhak İbn Müzahim de şöyle demiştir: Bu kelime için Yemen'e gitse m yine de çok bir iş yapmış olmam. Saıd İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın sözlerini en iyi anlayan öğrencilerinin başında gelir. İşte o, ayeti benim yukarıda belirttiğim ikinci ihtimale hamletmiştir. Rivayet edildiğine göre Müslim İbn Yesar, Saıd İbn Cübeyr'e "Bir ayet var ki, ne yaptıysam onu anlayamadım," dedi ve bu ayeti [Yusuf 110] okudu. Saıd İbn Cübeyr de "Bu konuda Nebilerin kendilerine yalan söylendiğini zannederek yanlış yaptın," dedi ve yukarıdakine benzer şekilde cevap verdi. Bunun üzerine Müslim: "Benim bir sıkıntımı giderdin. Allah da senin sıkıntını gidersin," dedi ve sonra kalkıp ona sarıldı. Bu yorum, Saıd İbn Cübeyr kanalıyla bizzat İbn Abbas'tan da nakledilmiştir. Nesaı başka bir senetle Saıd İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın "Nihayet Nebiler ümitlerini yitirip ... " ayeti hakkında şöyle söylediğini nakletmiştir: Nebiler gönderildikleri toplumların iman etmesinden ümitlerini kestiler. Onlar da Nebilerin kendilerine yalan söylediğini zannettiler." Bu rivayetin senedi hasendir. Ayrıca bu rivayet, bu ayetin yorumu hakkında İbn Abbas'tan nakledilen görüşler içinde muteber olmalıdır. Zira o, kendisinin neyi kastettiğini herkesten daha iyi bilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Gaybın anahtarları beştir. Onları Allah'tan başkası bilemez. Yarın ne olacağını ancak Allah bilir. Rahimlerin neyi eksilteceğini yalnız Allah bilir. Yağmurun ne zaman yağacağını Allah'tan başkası bilemez. Hiçbir insan nerede öleceğini bilemez. Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde ........ve ilda'l-mau(Hud 44) ayetini yorumlarken ......ğıda fiilinin "gitti, çekildi" anlamına geldiğini söy,lemiştir. Bu açıklama Hud suresinin tef- sirine dairdir. İmam Buhari bunu, ........vema teğidu'l-erham ayetinin tefsiri için zikretmiştir. Her iki kelime de aynı kökten türemiştir. Abd İbn Humeyd Ebu Bişr kanalıyla Mücahid'in, "Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun katında her şey ölçü iledir, "(Ra'd, 8) ayeti hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: Kadın hamile iken hayız olursa, bu çocuk için eksiklik olur. Eğer hamileliği dokuz ayı geçerse, çocuğundan eksilenler tamamlanır. Mansur kanalıyla Hasan-ı Basri'nin şöyle söylediği nakledilmiştir: "Rahimlerin eksiltmesi, dokuz aydan önce meydana gelen doğumlar; rahimlerin ziyadesi ise dokuz ayda n sonra gerçekleşen doğumlar anlamına gelir." İmam Buhari bu kelimenin açıklamasından sonra "gaybın anahtarları" konusunda İbn Ömer'den nakledilen hadisi aktardı. Bu hadis, En'am suresinin tefsirinde geçmişti. Lokman suresinin te fs irinde tekrar gelecektir. Açıklaması da orada yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında idik. Bize; "Müslüman birine benzeyen veya onun gibi olan, yaprakları dökülmeyen, [meyvesi eksik] olmayan, [gölgesi} sona ermeyen, [faydası] yok olmayan ve her zaman yemiş veren bir ağacı bana söyleyin," dedi. İbn Ömer şöyle dedi: "Bu ağacın hurma ağacı olduğu içime doğdu. Ama Ebu Bekir ile Ömer'e baktım, onlar konuşmuyordu. Ben de konuşmayı uygun görmedim. Onlar bir şey söylemeyince, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "O, hurma ağacıdır," dedi. Allah Resulü'nün meclisinden ayrıldıktan sonra Ömer'e "Babacığım! Allah'a yemin ederim ki, o ağacın hurma olduğu gönlüme doğmuştu," dedim. O da; "Konuşmana ne mani oldu?" diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim: Sizin konuşmadığınızı gördüm. Ben de konuşmayı veya bir şey söylemeyi uygun görmedim. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Kuşkusuz bu cevabı söylemiş olman, bana şundan şu ndan daha sevimli gelirdL" Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu rivayetin açıklaması "Kitabu'l-ilm"de ayrıntılı olarak yapılmıştı. Orada açıkça, ayette geçen ağacın hurma ağacı olduğu belirtilmişti. Bu rivayette, ayette geçen ağaç ile Hindistan cevizi ağacının kastedildiğini söyleyenlere bir red söz konusudur. Ayette geçen ......tayyibe (güzel) kelimesi ağacın, meyvesinin lezzetli veya şeklinin güzel ya da 'kendisinin faydalı olduğu anlamına gelir. Bu durumda faydasının bir sonucu olarak ağaç güzel olur. .........Asluha sabit (kökü yerde sabit) ifadesi ise kökünün kesilmediğini, ..........fer'uha fi's-sema (dalları gökte) ifadesi de ağacın mükemmelliğin zirvesinde olduğunu gösterir. Ağacın boyu uzadıkça yerdeki pisliklerden de uzak olur. Hakim, Enes Malik'ten şu hadisi nakletmiştir: "Güzel ağaç hurma, kötü ağaç ise Ebu Cehil karpuzudur
- Bāb: ...
- باب ...
Bera İbn Azib'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Kabirde iken Müslümana sorulduğu zaman, o Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna şehadet edecektir. İşte bu şu ayetin anlamıdır: Allah inananlan, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! burada Bera İbn Azib'den gelen hadisi muhtasar olarak zikretti. Bu hadis, "Kitabu'l-cenaiz"de tam olarak geçmişti. Ayrıntılı açıklaması da orada yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın "Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık verenleri görmedin mi?" ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ayette bahsedilenler, Mekkeli kafirlerdir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu ayetin kimin hakkında indiğini bildiren İbn Abbas hadisini muhtasar olarak zikretti. Bu hadis açıklamasıyla birlikte tam olarak "Bedir Savaşı" başlığı altında geçmişti, İmam Taberi başka bir senetle İbn Abbas'tan bir rivayet aktarmıştır. Buna göre İbn Abbas, Hz. Ömer'e "Bu ayette kastedilenler kimlerdir?" diye sormuş. O da şöyle cevap vermiş: "Bu ayette kastedilenler, benim dayılanm senin de amcalann olan Mahzumoğullan ile Ümeyyeoğullanndan iki facir gruptur. Allah Teala benim dayılanmı Bedir savaşında tarihe gömdü. Senin amcalanna ise bu zamana kadar süre tanıdı." Hz. Ali'nin de şöyle söylediğini nakletmiştir: "Bu ayette kastedilen, iki facir gruptur. Onlar Ümeyyeoğullan ile Muglreoğullandır. Allah Teala Bedir savaşında Muğıreoğullannı tarihten sildi. Ümeyyeoğullan ise bu zamana kadar Allah'ın nimetlerinden yararlanmaya devam etti." Bu rivayet Abdurrezzak ve Nesaı tarafından da nakledilmiştir. Hakim bu rivayetin sahıh olduğuna hükmetmiştir. Kanaatime göre burada Ümeyyeoğullan ile Mahzumoğullannın tamamı değil de, bir kısmı kastedilmiştir. Çünkü Mahzumoğullannın tamamı Bedir savaşında yok edilmemişti. Bu ayette kastedilenler Mahzumoğullanndan Ebu Cehil ve Ümeyyeoğullanndan Ebu Süfyan gibi bir kısım insanlardır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre bu rivayet i Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaştırdI. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Allah Teala semada bir konuya karar verdiği zaman melekler, pürüzsüz bir kayanın üzerine düşen, zincir sesine benzeyen O'nun buyruğuna olan saygılarından kanatlarını çırparlar. Ali İbnu'I-Medini şöyle dedi: Bir başkası [safvan'ı - pürüzsüz kaya parçasını] safevan şeklinde okudu. Allah Teala buyruğunu meleklere ulaştırır. Melekler, kalplerindeki korku giderilince [mukarrabUn meleklere]: "Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da kendilerine bu soruyu soran[lara] "Hakkı buyurdu. O, pek yücedir, çok büyüktür," diye cevap verir. Kulak hırsızları bu sözü işitir. Birbiri üzerine kümelenmiş olan kulak hırsızları bu sözleri duyar. Süfyan şeytanların bu şekilde kulak hırsızlığı yapmalarını elleriyle şöyle gösterdi: Sağ elinin parmaklarını açıp birbirinin üzerine gelecek şekilde dik tuttu. Kimi zaman meleklerin konuşmasını dinleyene bir alev topu ilişir ve işittiğini arkadaşına iletemeden onu yakar. Kimi zaman da ona bir ateş topu ilişmez. Sonunda meleklerin konuşmasını dinleyen, kendisinin bir altındakine işittiklerini iletir. Böylece şeytanlar işittiklerini yeryüzüne ulaştırırlar. Bazen Süfyan şöyle demiştir: Nihayet bu konuşmalar yeryüzüne ulaşır ve sihirbazlardan birine iletilir. Bu sihirbaz işittiklerine yüz yalan ekler ve tasdik edilir. Sihirbazdan bu haberi işitenler şöyle derler: O bize, falan günde şu şu olayların meydana geleceğini haber vermedi mi? Biz de söylediklerinin doğru çıktığını görmedik mi? Bu doğrulama sihirbazların gökten işittiği kelime sayesinde olmuştur. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4800, 7481. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında meleklerin arasındaki konuşmalara kulak hırsızlığı yapan kimseler hakkında Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması Sebe' suresinin tefsirinde yapılacaktır. Ayrıca "Tıp Bölümü"nün sonunda ve "Tevhid Bölümü"nde bu hadise temas edilecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Alyhi ve Sellem Hicr halkı hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu halk'ın yaşadığı bölgelere sadece ağlayarak girin. Eğer ağlayamazsanız, onlann başına gelen musibetlerin sizin de başınıza gelmemesi için o kimselerin yurduna girmeyin
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said İbnu'l-Mualla'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Namaz kıldığım bir sırada Hz. Nebi yanıma geldi ve beni çağırdı. Ben de namazımı bitirene kadar onun yanına gitmedim. [Namazımı bitirdikten] sonra onun yanına gittim. Hz. Nebi: "Yanıma gelmekten seni' ne alıkoydu?" diye sordu. Ben de; "Namaz kılıyordum," diye cevap verdim. Bunun üzerine; "Allah Teala: 'Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun, '(EnfaI,24) buyurmuyor mu?" dedi ve şunu ekledi: "Beni dinle! Mescid'den çıkmadan önce Kur'an'daki en büyük sureyi sana öğreteceğim." Sonra mescidden çıkmak üzere gitti. Kendisine bu sözünü hatırlatım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "elHamdulilldhi Rabbi'l-alemın tekrarlanan yedi ve bana verilen Yüce Kur'dn'dır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ümmü'l-Kur'an, tekrarlanan yedi ve Yüce Kur'an'dır. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında Fatiha hakkında Ebu Saıd İbnu'I-MuaIla'dan nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması daha önce Kitabu't-tefsır'in başlarında yapılmıştı. Bu rivayetin akabinde de Ebu Hureyre'den aktarılan hadisi verdi. Tirmizı'nin bu kanaldan naklettiği rivayette ise şu şekilde geçmektedir: "elHamdülilldh, Ümmü'l-Kur'dn, Ümmü'l-Kitdb ve tekrarlanan yedidir." Taberi başka bir senedIe, Saıd Makburl vasıtasıyla Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kur'an okunmayan her rekat eksiğe benzer. Said Makburı şöyle demiştir: Ebu Hureyre'ye "Fatihadan başka bir sure bilmiyorsam ne olacak?" diye sordum. ° da şöyle cevap verdi: Fatiha sana yeter. O, Ümmü'l-kitab'dır. O, Ümmü'l-Kur'an'dır. Hattabı şöyle demiştir: Bu rivayette, "Fatiha için 'Ümmü'l-Kur'an' denemez. Ona ancak 'Fatihatu'l-kitab' denir. Ümmü'l-Kur'an ise Levh-i mahfı1z'duf," diyen İbn Sırın'e bir red söz konusudur. Bir şeyin anası, o şeyin aslıdır. Fatiha'ya Ümmü'l-Kur'an (Kur'arı'ın anası) denmiştir. Çünkü o, Kur'an'ın ashdır." Bazıları Fatiha suresinin Kur'an'ın başında bulunduğu için ona bu adın verildiğini ileri sürmüştür. Taberı iki sağlam senetIe Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin şöyle söylediklerini nakletmiştir: Tekrarlanan yedi, Fatihatu 'l-Kitab 'dır. Ayrıca Hz. Ömer'den şu ziyadeyi de aktarmıştır: "0, her re katta tekrarlanır." Yine Taberi hasen bir senetle İbn Abbas'ın Fatiha suresini okuduğunu, ardından "Anda/sun ki, biz sana tekrar/anan yedi dyeti ve yüce Kur'an'! verdik, "598 ayetini okuyup şöyle dediğini nakletli: "Tekrarlanan yedi, Fatihatu'l-Kitab'dır. Bismillahirrahmanirrahim onun yedinci ayetidir." İmam Taberi bir grup tabiunun da şöyle söylediğini nakletmiştir: "Tekrarlanan yedi, Fatihatu'l-kitab"dır. Yine İmam Taberi, Ebu Ca'fer er-Razi ve Rabi' İbn Enes kanalıyla Ebu'lNiye'nin şöyle söylediğini aktarmıştır: "Tekrarlanan yedi, Fatihatu'l-kitab'dır. Ebu Ca'fer şöyle demiştir: Rabi'a "tekrarlanan yedinin seb'u't-tıval olduğunu söylüyorlar," dedim. O da şöyle dedi: Bu ayet indiği zaman seb'u't-tıval'den hiçbir sure inmemişti. Bu rivayetle işaret edilen bu görüş, seb'u't-tıval hakkında ileri sürülen meşhur bir görüştür. Nesai, Taberi ve Hakim sağlam bir senetle bunu İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın "O Kur'an'ı parça parça edenlerin" ayet i hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kur'an'ı parça parça edenler ehl-i kitabdır. Onlar Kur'an'ı bölümlere ayırdılar. Bir kısmına iman edip bir kısmını inkar ettiler
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın "Tıpkı o bölüşenlere indirdiğimiz gibi, "(Hicr 90) ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Yahudi ve Hıristiyanlar onun bir kısmına iman edip bir kısmını inkar ettiler. Fethu'l-Bari Açıklaması: .......İdin kelimesinin ......udv kelimesinin çoğulu olduğu söylenmiştir. Mesela; İmam Taberi, Dahhak'ın .......ellezine cealu'l-Kur'ane i'din ayetini şöyle tefsir ettiğini nakletmiştir: Onlar Kur'an'ı boğazlanmış hayvanların parçalara ayrılması gibi parçalara ayırdılar. Bu kelimenin, aslı ...idhe olan:.....ida kelimesinin çoğulu olduğu da ileri sürülmüştür. İmam Taberı, Katade'nin bu kelime hakkında şöyle söylediğini aktarmıştır: ........Adahuhu "ona iftira attı" anlamına gelir. İkrime'nin de şöyle söylediğini nakletmiştir. .......Adhu Kureyş lehçesinde "sihir" anlamına gelir. Mesela; büyücü kadın için .......adıhe denir. Bu rivayet i İbn Ebi Hatim tahriç etmiştir. Yine İbn Ebi Hatim, Dahhak'ın açıklamasına benzer bir yorumu Ata'dan nakletmiştir. Söz konusu rivayetin lafzı şu şekildedir: Onlar Kur'an'ı parçalara ayırdılar. Bir kısmı Hz. Nebi için "sihirbaz," bir kısmı "meeniln," bir kısmı da "kahin" dedi. İşte /ıdin budur
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu şekilde dua ederdi: [Allahım!] Cimrilikten, tembellikten, ömrün en kötü çağından, kabir azabından, deccal fitnesinden, dirilerin ve ölülerin fitnesinden sana sığınmm. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında, ömrün en kötü çağına ulaşmaktan ve diğer bazı hususlardan Allah'a sığınmak için yapılan dua konusunda Enes'ten rivayet edilen hadisi aktardı. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'd-deavat"ta yapllacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem isra gecesinde Iliya'da iken kendisine şarap ve süt dolu iki kadeh getirildi. Onlara baktı, ardından süt dolu kadehi aldı. Bunun üzerine Cebrall aleyhisselam "Seni fıtrata yönelten Allah'a hamd olsun! Eğer şarap kadehini alsaydın ümmetin sapardı," dedi. (İliya, Beyt-i Makdis'in bir diğer adıdır)
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillahtan, Hz. Nebi'i şöyle buyururken işittiği rivayet edilmiştir: "Kureyş beni yalanladığı zaman, Hıcr'de ayağa kalktım. O an Allah Teala bana Beyt-i Makdis'i gösterdi. Ben de ona bakarak müşriklereAllah'ın ayetlerini anlatmaya başladım." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında ilk olarak Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu rivayet in açıklaması "es-Sıratu'n-nebeviyye" bölümünde geçmişti. İmam Nesai, Zürare İbn Evfa kanalıyla İbn Abbas'tan bu olayı ayrıntılı olarak nakletmiştir. Bu olayın bir bölümünü Ahmed ve Bezzar'a dayandınlan İsra hadisinin açıklamasının baş kısmında zikretmiştim. Nesaı'nin aktardığı rivayetin lafzı ise şu şekildedir: "İs ra olayının gerçekleştiği gece sona erip Mekke'de sabahladığım zaman, durumum hakkında kesin bilgiye sahip olmuş, insanların da beni yalanlayacağını fark etmiştim. Derken üzgün bir halde bir kenara çekilmiş oturuyardum. O esnada Allah'ın düşmanı Ebu Cehil yanıma yaklaştı." Ebu Cehil, Hz. Nebi'in yanına varıp oturmuş, ardından da alay edercesine "Bir şey mi oldu?" diye sormuş. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evet" diye cevap verince, bu defa "Peki ne?" diye sormuş. [Bundan sonra aralarında şu diyalog geçmiş:] Hz. Nebi- Bu gece, gece yolculuğuna çıkarıldım. Ebu Cehil- Nereye? Hz. Nebi- Beyt-i Makdis'e doğru. Ebu Cehil- Sonra bizim aramızda mı sabahladın? Hz. Nebi- Evet. Ravi şöyle demiştir: Ebu Cehil, halkını çağırınca Hz. Nebi'in söylediklerini inkar etmesinden endişe ettiği için onu yalanlamadı. Bunun yerine Allah Resu!ü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Halkını çağırsam onlara da bunu anlatır mısın?" diye sordu. Hz. Nebi de; "Evet," şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil: "Ey Ka'b İbn Lüeyoğulları! Toplanın!" diye seslendi. Nihayet insanlar gelip Allah Resulü'nün yanına oturdular. Ebu Cehil, Hz. Nebi'e; "Halkına bana anlattıklarını anlat!" dedi. Hz. Nebi. de, Ebu Cehil'e anlattıklarını onlara da anlattı. Ravi şöyle demiştir: Hayretlerinden kimi insanlar ellerini Çırptı, kimileri de ellerini başlarına koydu. Hz. Nebi'in yanında toplanan insanlar arasında, o beldeye gidip söz konusu mescidi görenler vardı. Onlardan biri Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Mescidi bize tasvir eder misin?" diye sordu. Bundan sonrasını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlatmıştır: "Onlara mescidi tasvir etmeye başladım. Tasvir etmeyi sürdürürken mescidin bazı özelliklerini tam ayırt edemedim. Tam bu sırada mescid gözümün önüne getirildi ve ben, ona bakarak tasvirimi tamamladım." Ravi şöyle demiştir: Bunun üzerine insanlar: "Onun bu tasviri doğru," dediler
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'ın şöyle söyledjği rivayet edilmiştir: Cahiliyye döneminde çoğalan bir kabile için أمر بنو فلان emira beni fülan (Falanoğulları çoğaldı,) derdik. [İmam Buhari şöyle demiştir:l Bize Humeydı tahdis etti. O da şöyle dedi: Süfyan bize tahdis etti ve bu fiili ;i!emera şeklinde okudu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayet hakkında İmam Buhari, Abdullah İbn Mes'ud'un "Cahiliye döneminde çoğalan bir kabile için ..........emira benli fül21n (Falanoğulları çoğaldı,) derdik," sözünü aktardı.' Ardından başka bir hocası aracılığı ile bir başka deyişle senedi ile birlikte Süfyan'ın ;i!emera şeklinde okuduğunu aktardı. Bu rivayetlerden ilkine göre bu fiil, mim harfinin kesresi; ikincisine göre ise fethası ile okunur. Her ikisi de birer lehçedir. Çoğunluk bu [ayette geçen bu] fiili mim harfinin fethası ile okur. Ebu Ca'fer, İbn Abbas'ın bu kelimeyi mim harfinin kesresi ile okuduğunu nakletmiştir. Ebu Zeyd bunu bir lehçe olarak tespit etmiştir. Ferra ise bunu reddetmiştir. Ebu Osman en-NehdI bu fiili birinci rivayetteki gibi okudu. Ancak mim harfini şeddelemiştir. Bu okuyuşa göre fiil, "hakim kılmak" anlamına gelir. İmam Taberi, Ali İbn Ebi Talha kanalıyla ? .......emerna mütraflha ifadesi hakkında İbn Abbas'a isnad ettiği "kötü kimseferini hakim kılarız" açıklamasını buna delil olarak getirmiştir. Ardından da Ebu Osman, Ebu'ı-Aliye ve Mücahid'in bu ayeti şeddeli olarak okuduklarına dair bilgileri vermiştir. Bu fiilin şeddeli olarak okunmasının ta'diye fiilin geçişli hale getirilmesi için olduğu da söylenmiştir. Zira bu fiilin aslı .......emarna (çoğaldık) şeklinde şe ddesizdir. Nitekim bu sahih rivayette de bu anlamı ifade etmektedir. Ahmed İbn Hanbel'in tahriç ettiği şu hadiste de kelimenin bu manada bir kullanımı mevcuttur: ...........(Malın en hayırlısı, çok doğuran yaşı küçük attır). أمر بنو فلان Emira benli fülan dendiği zaman "falanoğulları çoğaldı,"......... emmerahumullah dendiği zaman ise "Allah onları çoğalttı," .............emeru dendiğinde ise "çoğaldılar" manası anlaşılır. Nitekim bu şerhin başlarında Heraklius'un olayınd,an bah,sedilirken Ebu Süfyan'ın ona [Hz. Nebi'i kastederek] .......... lekad emera emru İbn Ebi Keşbe dediği geçmişti. Burada ;i! emeridiili,'''büyüdü'', "ilerledi" anlamında kullanılmıştır. İmam Taberi çoğunluğun kıraatini tercih etmiştir. Ayeti yorumlarken de, ayetin zahirine hamledilmesini tercih etmiş ve şöyle demiştir: "Ayetin anlamı şu şekildedir: Biz o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşıarına (iyilikleri) emrederiz. Buna rağmen onlar isyan ederler." Ardından bu görüşü İbn Abbas ve Said İbn Cübeyr'e dayandırmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygarnber'e et getirildi. Bir but ona sunuldu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem etin bu kısmını çok severdi. Sonra Hz. Nebi eti bir kez ısırdl. Ardından şöyle buyurdu: Ben, kıyamet günü insanların efendisi olacağım. Peki bunun sebebini biliyor musunuz? Kıyamet günü Allah Teala bir düzlükte ilk ve son insanları bir araya getirir. Bir tellal sesini herkese işittirecek. Herkes göz önünde olacak. Güneş de yaklaşacak. İnsanlar güç yetiremeyecekleri ve kaldıramayacakları üzüntü ve kedere boğulacaklar. Birbirlerine: "Geldiğiniz şu duruma bir bakın! Rabbinize karşı size şefaat edecek birine baksanıza!" diyecekler. Bunun üzerine bazı insanlar diğerlerine; "Hz. Adem'i bulmalısınız" derler, Bundan dolayı insanlar Hz. Adem'e gidip; "Sen, insanların atasısın. Allah Teala seni kendi eliyle yarattı, sana ruhundan üfledi ve meleklerin sana secde etmesini emretti. Bu yüzden melekler sana secde etti. [Şimdi] bize Rabbinin huzurunda şefaat et! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun? Ne hale düştük bir bakmıyor musun?" derler. O da "Kuşkusuz Rabbim bugün, daha önce hiç olmadığı kadar çok kızdı. Bundan sonra da bu şekilde bir daha asla kızmayacaktır. O, bana bir ağaca yaklaşmayı yasaklamıştı. Ben de ona isyan etmiştim. [Hal böyleyken nasıl şefaat edebilirim ki! Aslında] Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefsim ... Siz başkasına gidin! Nuh'a gidin!" şeklinde cevap verir. Bunun üzerine insanlar Nuh Nebie gidip; "Ey Nuh! Kuşkusuz sen yeryüzüne gönderilmiş ilk Resul! elçisin. Allah Teala sana 'çok şükreden kul' adını verdi. Şimdi bize Rabbinin huzurunda şefaat et! Bak ne hallere düştük," diyecekler. O da; "Kuşkusuz Rabbim bugün, daha önce hiç olmadığı kadar çok kızdı. Bundan sonra da bu şekilde bir daha asla kızmayacaktır. Benim gerçekleşmesi kesin olan bir dua hakkım vardı. Onu da halkıma beddua ederek kullandım ... [Hal böyleyken nasıl şefaat edebilirim ki! Aslında] Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefsim muhtaç ... Siz başkasına gidin! İbrahim'e gidin," diye karşılık verecektir. Bunun üzerine insanlar İbrahim Nebie gidip; "Ey İbrahim! Sen Allah'ın Nebii ve yeryüzünde yaşayan insanlar içerisinde O'nun halilisin. Şimdi bize Rabbinin huzurunda şefaat et! Bak ne hallere düştük," diyecekler. O da, "Kuşkusuz Rabbim bugün, daha önce hiç olmadığı kadar çok kızdı. Bundan sonra da bu şekilde bir daha asla kızmayacaktır. Ben daha önce üç kez yalan söylemiştim. (Ravi Ebu Hayyan hadiste bunları anlatmıştır.) [Hal böyleyken nasıl şefaat edebilirim ki! Aslında] Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefsim muhtaç ... Siz başkasına gidip! Musa'ya gidin!" diye karşılık verecektir. Bunun üzerine insanlar, Musa Nebie gelip; "Ey Musa! Sen Allah'ın elçisisin! Allah Teala risaleti ve konuşması ile seni diğer insanlardan üstün kılmıştır. Şimdi bize Rabbinin huzurunda şefaat et! Bak ne hallere düştük," diyecekler. O da; "Kuşkusuz Rabbim bugün, daha önce hiç olmadığı kadar çok kızdı. Bundan sonra da bu şekilde bir daha aslakızmayacaktır. Ben bir adamı öldürdüm. Halbuki onu öldürmem bana emredilmemişti. [Hal böyleyken nasıl şefaat edebilirim ki! Aslında] Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefs im muhtaç ... Siz başkasına gidin! Meryem'in oğlu İsa Nebie gidin," diye karşılık verecektir. Bunun üzerine insanlar, İsa Nebie gidip; "Ey İsa! Sen Allah'ın elçisi, Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhsun. Daha beşikteki bir bebekken insanlarla konuştun. Şimdi bize Rabbinin huzurunda şefaat et! Bak ne hallere düştük," diyecekler. O da; "Kuşkusuz Rabbim bugün, daha önce hıç olmadığı kadar çok kızdı. Bundan sonra da bu şekilde bir daha asla kızmayacaktır," diyecek ve herhangi bir günahtan söz etmeden şunları ekleyecektir: "Şefaate benim nefsim muhtaç ... Şefaate benim nefsim muhtaç ... Siz başkasına gidin! Muhammed'e gidin!" Bunun üzerine insanlar, Muhammed'e gidip; "Ey Muhammed! Sen Allah'ın elçisi ve Nebilerin sonuncususun. Hak TeaıCı senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Şimdi bize Rabbinin huzurunda şefaat et! Bak ne hallere düştük," diyecekler. Bunun üzerine gidip Arş'ın altına varacağım. Orada hemen Yüce Rabbim için secdeye kapanacağım. Sonra Allah Teala benden önce hiç kimseye nasip etmediği güzel sena ve hamdi bana ilham edecek. Ardından bana şöyle denilecek: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dile! Ne dilersen sana verilecek. Şefaat et! Şefaatin kabul edilecek." Bunun üzerine başımı secden kaldırıp; "Ey Rabbim! Ümmetim ... Ey Rabbim! Ümmetim ... Ey Rabbim! Ümmetim ... " diye yalvaracağım. O vakit şöyle denecek: "Ey Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayan kullarını Cennetin sağ kapısından içeri sak! Ayrıca onlar, Cennetin diğer kapılarından girme konusunda diğer insanlarla aynı hakka sahiptirler." Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Canımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki; Cennet kapılarının iki kanadının arası, Mekke ile Hımyer veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında Ebu Hureyre'den Ebu Zur'a İbn Amrkanalıyla şefaat konusunda nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak"ta yapılacaktır. ..........Yenfuzuhum fiili muzaraat harfinin fethası ve fe harfinin dammesi ile rivayet edilmiştir. Bu durumda fiil süıasidir. "Bakışın orada bulunanlara temas edip geçmesi" anlamına gelir. Bu fiil muzaraat harfinin dammesi ve fe harfinin kesresi ile de okunmuştur. Bu durumda rubai fiil olur. "Baklştn onları kuşattığı" anlamına gelir. Bu iki şekildeki rivayette ....zel harfi noktalıdır. Ebu Hatim esSicistani şöyle demiştir: "Hadis alimleri bu harfin noktalı olduğunu söylemiştir. Ancak bu harf, noktasızdır. Anlamı ise "Göz onların ilkini de, sonunu da görür," şeklindedir." Ona şu şekilde cevap verilmiştir: "Burada anlam olarak, bakanın, onları tamamen kuşattığı, düzlükte bulunan kimselerin kesinlikle ondan kaçamadığı, kimsenin ondan gizlenemediği kastedilmiştir." Bu izah, Ebu Ubeyde'nin "Rahman'ın bakışı onlara yönelir," açıklamasından daha isabetlidir. Çünkü Allah'ın bakışı, ister insanlar o düzlükte olsun, isterse başka yerde bulunsun, her halükarda bütün her şeyi tamamen çepeçevre kuşatır. Arapçada ........nefezehu'l-basaru dendiği vakit "bakışların o kişiye ulaşıp onun da ötesine geçtiği" kastedilir. Zaten nefaz, bir şeyden kurtulup geçmek anlamına gelir. Arap dilinde bunun örnekleri mevcuttur. Mesela; Arapların "okun ava girip çıktığını" ifade etmek için ....nefeze's-sehmu demeleri bu kabildendir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hz. Ddvud'a Zebur'u okuması kolaylaştınlmıştı. 0, bineğinin eğerlenmesini emrederdi. Eğerlenme işi bitmeden, o, okuyuşunu tamamlardı." Burada ....kıraat kelimesi Kur'an (okuma) anlamında kullanılmıştır. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi aktardı. Ebu Zerr rivayetinde ....... Kur'an kelimesi ......kıraat şeklinde geçmektedir. Bu rivayette geçen Kur'an kelimesi, okumak anlamına gelen i }!karae fiilinin masdandır. Yoksa bu, ümmetin bildiği Kur'an-ı Kerim değildir. Bu konuda tatmin edici açıklamalar "Kitabu'l-enbiya"da Hz. DavD.d'un biyografisinden bahsedilirken geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah "Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar, "(İsra 57) ayeti hakkında şöyle demiştir: Bazı insanlar bir takım cinlere ibadet ederlerdi. Sonra o cinler Müslüman oldu. Ama o insanlar eski dinlerine tutunmaya devam ettiler. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen "vesile"den maksat, ibadettir. Cinlere ibadet eden insanlar, bu ibadetlerini devam ettirdiler. Cinler Müslüman olduktan sonra bu durumdan hoşnut olmadılar. İşte o cinler, Rablerine yakın olmak için vesile arayan kimselerdir. İmam Taberı, başka bir senetle İbn Mes'ı1d'dan bu rivayeti nakletmiş, ancak bu rivayette şu ziyade yer almıştır: Cinlere ibadet eden kimseler, onların Müslüman olduklarının farkına varamamışlardı. İşte ayetin yorumunda muteber olan tefsır de budur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'ın "Onların yalvardıklan bu varlıklar Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar," ayeti hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bazı cinlere ibadet ediliyordu. Sonra onlar Müslüman oldu
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas, "Sana gösterdiğimiz o ru'yayı (görüntüleri) ve Kur'an'da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik, "(İsra 60) ayetinde geçen رؤيا ru'ya kelimesi hakkında şöyle demiştir: Bu rüya, göz ile görmedir. Hz. Nebi'e İsra gecesi bazı görüntüler gösterilmiştir. الشجرة الملعونة eş-şecerate'lmel'une (lanetlenmiş ağaç) ise zakkum ağacıdır. Fethu'l-Bari Açıklaması: Lanetlenmiş ağacın zakkum olarak açıklanması doğrudur. İbn Ebı Hatim on küsur tabiiden bu açıklamayı nakletmiştir. Zakkum hakkında Ebu Hanıfe ed-Dlneveri "Kitabu'n-niyyat" adlı eserinde şöyle demiştir: "Zakkum, ovalarda yetişen, küçük yuvarlak yaprakları bulunan, dikensiz, özü acı, anların yaladığı, küçük beyaz çiçekleri olan ve tepesi oldukça çirkin, tozlu bir ağaçtır." Süheyll de şöyle demiştir: "Zakkum, büyük lokma anlamına gelen ..........zekm kökünden .......faul vezninde türemişbir kelimedir." Temımllerin lehçesine göre, yenildiği zaman kusulan her türlü yiyeceğe zakklim denir. Zakklimun, ağır olan bütün yemeklerin adı olduğu da söylenmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi beş kat daha üstündür. Gece ve gündüz melekleri sabah namazında toplanırlar." Ebu Hureyre şöyle derdi: Dilerseniz şu ayeti okuyun: "Çünkü sabah namazı şahitlidir. "(İsra)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kıyamet günü insanlar grup grup toplanırlar. Her ümmet Nebiinin peşine düşer. Herkes: "Ey falanca şefaat et!", "Ey filanca şefaat et!" der. En sonunda Hz. Nebi'den şefaat istenir. İşte o gün, Allah Teala onu övgüye değer bir makama - makam-ı mahmCıda ulaştırmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah'tan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuşıur: Ezanı işittiği zaman "Allahumme Rabbe hdzihi'daaveti't-tamme ve's-salati'l-kaime ati Muhammeden vesflete ve'l-fadilete ve'b'ashü makamen mahmude ellezi vaadtehlEy büyük Allahım! Bu tam çağrının ve kılınacak namazın Rabbi! Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu söz verdiğin makam-ı mahmuda ulaştır," şeklinde dua eden kimseye kıyamet günü şefaatim helal olur. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nesaı sahıh bir senetle Huzeyfe'den şu hadisi nakletmiştir: "İnsanlar düz bir alanda bir araya gelecekler. İlk olarak Muhammed çağrılacak. Bunun üzerine o şöyle diyecek: 'Buyur ey Rabbim, emrine amadeyim. Hayır Senin elindedir. Şer ise Sana nispet edilmez. Senin doğru yola ilettiklerin şüphesiz doğru yolu bulmuştur. Ben senin kulunum ve kulunun çocuğuyum. Ancak seninle varım ve sana dönerim. Senden başka sığınılacak kimse yok. Senden kurtulacak bir yer de yok. Sen yüceler yücesi ve büyükler büyüğüsün!' İşte bu, 'Rabbinin, seni övgüye değer bir makama göndereceği um ulur,' ayeti ile anlatılan husustur."(Nesai, kübra, VI, 381) Hakim de bu rivayeti sahıh kabul etmiştir. Bu rivayet ile yukarıdaki başlığın altında zikredilen İbn Ömer hadisi arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu konuşması şefaat için bir giriş mahiyetindedir. "Kitabu'z-zekat"ta makam-ı mahmud ile Hz. Nebi'in Cennet kapısının halkasını tutmasının kastedildiğini açıklamıştık. Makam-ı mahmud, Hz. Nebi'e livau'l-hamdin verilmesi olarak da açıklanmıştır. Bu konudaki geniş açıklama "Kitabu'r-rikak"ta yapılq.caktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'de iken onun yanına gelmişti. O esnada Ka'be'nin etrafında 360 adet put vardı. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem elindeki bir çubuk ile onlara dürtüyor ve şu ayetleri okuyordu: "Hak geldi, batı i yıkılıp gitti. Zaten batı i yıkılmaya mahkumdur. "(İsra 81) "Hak geldi, artık batıl ne bir şeyi başlatabilir, ne de geri' getirebilir. "(Sebe' 49) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde ........tezheku enfusuhum ve hüm karihCın ifadesi hakkında şöyle demiştir: Buradaki tezhegu fiili, "çıkar, ölür ve yok olur" gibi anlamlara gelir. Arapçada ........zeheka ma ındek denildiğide bu, "Elinde ne varsa tükendi," anlamına gelir. İbn Ebi Hatim'in, Ali İbn Ebi Talha kanalıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, ......inne'l-batile kane zehCıka ayetinde geçen zehCıka kelimesini "yok olur-gider" şeklinde izah etmiştir. İmam Müslim'in ve Nesai'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadise göre, yukarıdaki İbn Mes'ud hadisindeki olay, Mekke'nin fethi esnasında vuku bulmuştur. Bu hadisin baş tarafında Mekke'nin fethi anlatılmakta, sonunda da şu ifadeler yer almaktadır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi ve Ka'be'yi tavaf etti. Ardından o putların yanına gitti ve yayın ucu ile onları itmeye başladı. Bu sırada da "Hak geldi, batıl yıkılıp gitti," ayetini okuyordu. Bu hadis oldukça uzundur. Bunun açıklaması ise, -Allah'a hamd olsun- "Gazvetu'l-feth" başlığı altında yapılmıştı. Hadiste geçen .......nusub kelimesi, birçok nüshada sonunda elif olmadan geçmektedir. Said İbn Mansur rivayetinde de bu şekilde geçmiştir. Ama ........ nusub yerine .......sanem kelimesi yer almaktadır. Tercih edilen görüşe göre, bu kelimenin temyiz olarak mansub gelmesi gerekirdi. Eğer bu kelime merfu' okunursa, bu durumda sıfat olur. Ancak tekil bir kelime, çoğul bir kelime için sıfat olarak gelmez. Bu kelimenin, mahzuf bir mübtedEmın haberi olması ihtimali de vardır. Bu durumda sonraki cümle onun sıfatı olur. Ya da bu kelime mansubdur. Ama bazı lehçelere uygun olarak elif olmadan yazılmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
(Abdullah'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Ben Hz. Nebi'le bir bahçede idim. O sırada Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hurma dalından yapılmış bir değneğe yaslanıyordu. Derken Yahudiler geldi ve onlardan biri diğerlerine; "Ona ruh hakkında soru sorun!" dedi. Bunun üzerine içlerinden biri: "Bunu ona sormaya ne dersiniz?" diye sordu. Bir diğeri: "O, size hoşunuza gitmeyecek bir cevap vermez," dedi. Akabinde birbirlerine; "O'na sorun!" dediler. Nihayet Hz. Nebi'e ruhu sordular. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir müddet sustu. Onlara hiç cevap vermedi. Bu durumdan ona vahiy geldiğini anladım ve yerimden kalktım. Vahiy geldikten sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu ayeti okudu: Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size acak az bir bilgi verilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hadiste geçen ..........asıb "üzerinde yaprak olmayan hurma dalı" anlamına gelir. ' İbnu't-Tın şöyle demiştir: "Bu rivayette geçen ve hakkında soru sorulan ruh'un ne olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: a)İnsan ruhu. b)Canlıların ruhu. c)Cebrail. d)İsa. e)Kur'an. f)Vahiy. g)Kıyamet günü tek başına saf tutacak olan melek. h) Bir yüzü ve onbir bin kanadı olan melek." Tefsır alimlerinin, sadece bu ayet [İsra 85) değil, genel olarak Kur'an'da geçen ruh kelimesinin anlamları hakkında ileri sürdükleri görüşler bu kadardır. Ruh kelimesinin geçtiği ayetleri ve anlamlarını şu şekilde sıralayabiliriz: a)....(Onu "güvenilir ruh" (Cebrail) indirdi,)(Şuara 193) ayetinde Cebrail.' " b)....(İşte böylece sana da emrimizle ruhuIKur'an'ı vahyettik,) (Şura 52) ayetinde'Kur'an. ' c)....(Kullarından dilediğine emriyle vahyi indirir, ) (Mu'min 15) ayetinde vahiy. d)....(Katından bir ruh ile onları desteklemiştir,)(Mücadele 22) ayetinde güç . e)....(Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün,)(Nebe' 38) ayetinde Cebrail veya başka bir melek. f) ....(O gece melekler ve ruh iner,) (Kadr 4) ayetinde Cebrail veya başka air melek. "Ruhullah" tabiri Hz. İsa için kullanılır. İbn İshak tefsirinde sahih bir senetle İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "RCıh Allah'tandır. Allah'ın yarattığı bir mahluktur. İnsanlar gibi bir surettir. Bir melek ancak beraberinde bir ruh olduğu halde iner." İbn Abbas'ın bu ayette [İsra 85] geçen ruhu tefsır etmediği sabittir. Bu konuda Hattabı ise şöyle demiştir: "Ayette geçen ruh kelimesi ile neyin kastedildiği konusunda bir çok görüş ileri sürülmüştür. Yahudilerin bu kelime ile neyi sorduğu konusundaki bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz: a)- CebralL. b)- Dilleri bulunan melek. c)- Bedene hayat veren ruh. Çoğunluk bu görüşü benimsemiştir. d)- Ruhun insan vücuduna karışması ve onda hareket etme niteliği. Bu ehl-i nazarın görüşüdür. Ancak bu konu, Allah'ın sadece kendisine tahsis ettiği bilgilerdendir." Kurtubı de şöyle demiştir: "Tercih edilen görüşe göre Yahudiler, Hz. Nebi'e insan ruhunu sormuşlardır. Çünkü onlar, Hz. İsa'nın Allah'ın ruhu olduğunu kabul etmiyorlardı. Cebrail'in de melek, meleklerin de ruh olduğunu ise zaten biliyorlardı. " Bu konuda Faruddin er-Razı ise şöyl demiştir: "Tercih edilen görüşe göre, Yahudiler Hz. Nebi'e yaşam vesilesi olan ruhu sormuşlardır. Cevap da en güzel şekilde gelmiştir." Ayet-i kerimede, "Ruh, Rabbimin emrindendir," buyurulmuştur. İsmam bu konuda şöyle demiştir: "Bu ifade, sorulan sorunun cevabı olabilir. Bu durumda mana şu şekilde ortaya çıkar: Ruh, Allah'ın işleri arasındadır. Yani bunun bilgisini Allah sadece kendisine ayırmıştır. Hiç kimse bu konuda soru soramaz." İbn Kayyim ise bu konuda şunları söylemiştir: "Buradaki emr kelimesi ile talep manası kastedilmemiştir. Bu hususta ittifak vardır. Burada emredilen şey kastedilmiştir. Nitekim emr kelimesi, ........halk (yaratma) sözcüğünün ......mahluk (yaratılmış) anlamına geldiği gibi emredilf!n şeyanlamında kullanılır. Mesela şu ayette böyle bir kullanıma sahiptir: ...(Rabbinin emrettiği (azab) gelince)." İbn Battal da şunları söylemiştir: "Ruhun hakikatini ancak Allah Teala bilir. Bu ayet de buna delildir. Ruhun kapalı bırakılmasının hikmeti ise şöyledir: Ruh müphem bırakılmak suretiyle insanlara idrak edemedikleri konuları bilemeyecekleri ve bu tür konularda bilgiyi Allah'a havale etmeleri gerektiği öğretiimiştir." Kurtubi ise bunun hikmetini şu şekilde açıklamıştır: "Ruhun müphem bırakılması, kişiye aczini gösterir. Eğer bir kimse bir şeyin var olduğunu kesin olarak bilmekle birlikte, onun hakikatini bilemiyorsa, hakkın hakikatini hiç bilemez." İbn Kayyim "Kitdbu'r-ruh" adlı eserinde ayette geçen ve hakkında sru sorulan ruhun, "Ruh ve melekler saf saf olup durduğu gün" ayetinde geçen ruh ile aynı olduğu görüşüne meyletmiştir. Bu konuda şunu söylemiştir: "İnsanların taşıdığı ruhtan, Kur'an-ı Kerim'de sadece ........nefs kavramıyla söz edilmiştir." İbn Kayyim aynen böyle söylemiştir. Ancak onun bu tercihini destekleyecek herhangi bir delili yoktur. Doğrusu bu konuda tercih e şayan görüş, ilk görüştür. İbn Mende "Kitdbu'r-ruh" adlı eserinde sahabe döneminden müdehid imamların dönemine kadar fıkhi konulardaki ihtilaflara vakıf olan Muhammed İbn Nasr Mervezi'nin ruhun mahluk olduğu konusunda icma' bulunduğunu söylediğini nakletmiştir. Ruhun ezeli' olduğuna dair bir görüş, aşırı Rafizi'1er ile mutasavvıflardan nakledilmiştir. Ruhun yeniden dirilmeden önce, alemin yok olmasıyla birlikte yok mu olacağı ya da devam mı edeceği konusunda ise ihtilaf vardır. Bu konuda doğru olanı en iyi Allah bilir. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Rahatsızlık vermeyecekse, yürüyen veya ayakta duran alim birine soru sorulabilir. 2- Sahabenin Hz. Nebi'e karşı göstermiş olduğu yüce edep ortaya çıkmıştır. 3- Zann-ı galib ile amel edilir. 4- Nas bekleyen kimse idihad ile cevap vermek yerine tevakkuf eder. 5- Bazı meseleleri n iç yüzünü bilmeyi Allah Teala sadece kendisine ayırmıştır. 6- Emr kelimesi taleb anlamının dışında da kullanılır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan "Namazında yüksek sesle okuma, onda sesini fazla da kısma" ayeti hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'de faaliyetlerini gizlice sürdürdüğü dönemde ashabına namaz kıldırdığı zaman yüksek sesle Kur'anokuyordu. Müşrikler onu işitince Kur'an'a, onu indirene ve kendisine inene hakaret ediyorlardı. İşte bu sırada Kur'an indi. Allah Teala Nebii'ne "Namazda yüksk sesle okuma. Sonra müşrikler sesini işitir ve Kur'aİı'a hakaret eder. Sesini ashabının duyamayacağı şekilde kısma, sonra onlar duyamaz. Bu ikisinin ortasında bir yol tut!" buyurdu. Hadisin geçtiği diğer yerler: 7490, 7525, 7547. Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Salat
- Bāb: ...
- باب ...
Hişam, babası kanalıyla Hz. Aişe'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: "Bu ayet [İsra 171110] dua hakkında inmiştir." Hadisin geçtiği diğer yerler: 6327, 7526. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Taberi şöyle demiştir: "Kendilerinden gelen bilgiler konusunda tefsir ehline muhalefeti caiz görmeyen kimseler olsaydık, bu ayetin 'gündüz Kur'an okurken sesini yükseltme, gece Kur'an okurken de sesini kısma!' anlamına gelme ihtimalinin bulunduğunu söylerdik. Doğrusu bu, sahih olma ihtimali uzak olmayan bir yorumdur." Bir kısım son dönem alimi, bu yorumu bir görüş olarak kabul etmiştir. Bu ayetin dua hakkında indiği ve daha sonra .......... (Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O, haddi aşanlarz sevmez, )(A'raf 55) ayeti ile neshedildiği de ileri sürülmüştür
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gece onun ve Hz. Fatıma'nın yanına gelmiş ve "Haydi namaz kılın," buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: İbn Abbas'a; "Nevfen Bikalı, Hızır ile arkadaşlık eden Musa'nın, İsrailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa olmadığını iddia ediyor," dedim. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan söylüyor! Zira Übey İbn Ka'b Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu bana anlattı: Hz. Musa ayağa kalkıp İsrailoğullarına hitap etti. O esnada kendisine "İnsanların en bilgilisi kim?" diye soruldu. O da "Benim," diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Tedld onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Sonra Allah Tedld ona; "İki denizin birleştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgilidir, " diye vahyetti. Musa Nebi: "Yd Rabbi ona nasıl ulaşınm?" diye sordu. Allah Tedld da; "Yanına bir balık alırsın. Onu. bir sepete koyarsın. Ne-zaman ki o balığı kaybedersin, işte o kulum oradadır," buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa bir balık aldı. Sonra onu sepete koydu. Ardından yola koyuldu. Onunla birlikte genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun da yola çıktı. Nihayet bir kayanın yanına geldiler. Başlarını koyup uyudular. Bu esnada sepetteki balık canlandı ve sepetten çıkıp denize sıçradı ve denizde bir yol tuttu. Allah Tedld suyun akışını balığa dokundurmadı ve su, balığın üstünde bir kemer gibi oldu. Hz. Musa uyanınca yardımcısı balık hakkında ona bilgi vermeyi unuttu. Günün geri kalan kısmında yürümeye devam ettiler. Derken bir sonraki gün oldu. Hz. Musa genç yardımcısına; "Öğle yemeğimizi getir. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi," dedi. -Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Hz. Musa Allah'ın kendisine gitmesini em rettiği yeri geçinceye kadar bir sıkıntı hissetmemişti.- Musa'nın genç yardımcısı: "Gördün mü? O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir. Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup giti," dedi. -Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Denizde yol tutmak balığa, şaşa kalmak ise Musa ve genç yardımcısına düştü.- Bunun üzerine Hz. Musa: "İşte aradığımız o-idi," dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler. Nihayet kayanın yanına vardılar. Birde ne görsünler! .. Orada tamamen bir elbiseye bürünmüş bir adam var. Hz. Musa ona selam verdi. [Bundan sonra aralarında şu konuşma geçti] Hızır - Yaşadığın bölgede selamın aslı astarı nedir? Hz. Musa - Ben Musa'yım. Hızır - İsrailoğullarının Musa'sı mı? Musa - Evet. Sana öğretilen bilgiden doğruyu bulmama yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için geldim. Hızır - Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. Ey Musa! Ben Allah'ın ilminden bana öğrettiği bir bilgiye sahibim. Sen, onu bilmezsin. Sen de Allah'ın sana öğrettiği bir başka ilme sahipsin. Ben de onu bilmem. Musa - Sabrettiğimi göreceksin, sana hiçbir işte karşı çıkmayacağım. Hızır - Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! Musa ile Hızır deniz kenarında yürümeye başladılar. Derken biı gemiye rastladılar. Gemidekilerle kendilerini gemiye almaları konusurıda konuştular. Onlar Hızır'ı tanıdılar ve onu ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. İkisi birden gemiye binmişti. Çok vakit geçmeden Hızır keserle geminin tahtalarından birini söktü. Hemen Musa: "Adamlar bizi ücretsiz gemiye aldı. Sen ise onların gemilerine kastettin ve yolcuları boğulsun diye gemiyi deldin! Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. Bunun üzerine Hızır: "Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?"diye karşılık verdi. Hz. Musa da şöyle dedi: Unuttuğum şeyden dolayı beni kınama; işimde bana güçlük çıkarma! Ravi şöyle demiştir: Hz. Nebi şöyle buyurdu: Bu, Musa'nın ilk unutmasıydı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olayı anlatmaya şöyle devam etti: Sonra bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Ardından denizden bir yudum su içti. Bunun üzerine Hızır Musa'ya; "Allah'ın ilmi karşısında senin ve benim ilmim, şu serçenin deniz suyundan aldığı miktar kadardır," dedi. Sonra ikisi birden gemiden indiler. Sahilde yürürken Hızır, arkadaşlarıyla oynayan bir çocuk gördü. Sonra onun kafasından tuttu, eliyle kafasını kopardı ve onu öldürdü. Bunun üzerine Hz. Musa: "Ne yaptın? Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdön? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!" dedi. Hızır da şöyle karşılık verdi: Ben sana, benimle beraber {olacaklara} sabredemezsin, demedim mi? Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Musa'nın bu sorusu, bir öncekine göre daha az mazur görülecek bir husustu. Bundan dolayı o şöyle dedi: Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Artık mazeret beyan edemeyecek hale geldim. Hızır ile Musa tekrar yola koyuldular. Sonunda bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Bunun üzerine Hızır kalkıp duvarı eliyle düzeltti. Musa: "Biz bu insanlara geldik. Bize ne yemek verdiler, ne de bizi misafir ettiler. Dileseydin, elbet buna karşılık bir ücret alırdın," dedi. Hızır da: "İşte seninle ayrılmamızın vakti geldi," diye söze başladı ve "İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur, " diyerek sözlerini tamamladı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Musa'nın, Allah TenIn'nın bize onların durumunu anlatıncaya kadar sabretmesini isterdik. Said İbn Cübeyr şöyle demiştir: İbn Mes'ud ........... (Çünkü peşlerinde her gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı,) ayetini], ..... (Çünkü önlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı,) şeklinde;....(Erkek çocuğa gelince; onun anne-babası, mu’min kimselerdi,) ayetini ise] ....... (Erkek çocuğa gelince, o kafirdi. Anne-babası ise, mümin kimselerdi,) şeklinde okurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İki denizin birleştiği yerin neresi olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Abdurrezzak, Ma'mer kanalıyla Katade'nin bu konuda şöyle söylediğini nakIetmiştir: "İki deniz ile Fars ve Rum denizleri kastediimiştir. " Bir görüşe göre de iki denizden maksat, Ürdün Denizi ile Kızıldeniz'dir. Muhammed İbn Ka'b Kurazi de bu konuda şöyle demiştir: "İki denizin birleştiği yer, Tanca'dadır." Nitekim Süheyli de buna benzer bir ifade kullanmıştır: "İki deniz, iki denizin birleştiği yerde kesişti." ......Hukub "zaman" anlamına gelir. Çoğulu ise "........ahkab şeklindedir, yorumu Ebu Ubeyde'ye aittir. O bu konuda şöyle demiştir: Bu kelimenin tekilinin .........hikbe, çoğulunun da !hıkab olduğu da söylenmiştir. Abdurrezzak, Ma'me; kanalıyla Katade'nin ........hıkab, "zaman" anlamına gelir; İbn Abbas'ın da ..........hikab, "dehr - zaman" anlamına gelir, dediğini nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas'ın evinde onunla birlikte idik. Bize; "Haydi bana sorun" dedi. Ben de; "Ey Abbas'ın babası! Allah beni sana feda etsin. Kufe'de Nevf adında bir kıssacı var. [Hızır ile arkadaşlık eden Musa'nın,] İsrailoğullarına gönderilen Musa Nebi olmadığını iddia ediyor. [Ne dersin?]" diye sordum. [Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc,] Amr'ın kendisine İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktardığını belirtmiştir: Allah'ın düşmanı yalan söylemiş! [Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Ya'la ise bana İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktardı: Übey İbn Ka'b bana Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu anlattı: Allah'ın elçisi olan Musa, bir gün halkına vaaz etti. Vaazın tesirinden dinleyenlerin gözyaşları aktı, kalpler yumuşadı. Sonra dönüp oradan uzaklaştı. Bir adam peşinden yetişti ve "Ey Allah'ın elçisi! Yeryüzünde senden daha bilgili biri var mı?" diye sordu. O da; "Hayır," diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Tedld onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Kendisine "Evet, [Senden daha bilgilisi var,] denildi. Hz. Musa: "Yd Rabbi! O nerede?" diye sordu. Hak Tedld: "İki denizin birleştiği yerde," buyurdu. Sonra Musa: "Yd Rabbı, benim için orayı sayesinde bileceğim bir aldmet var et," dedi. [Hadisin ravilerinden İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Amr, Allah'ın şöyle buyurduğunu aktardı: "O, balığın sizden ayrılacağı yerde." Ya'la ise bana Allah Teala'nın Musa'ya şöyle buyurduğunu aktardı: "Yanına ölü bir balık al! O kişi, balığın seni terk edeceği yerde." Bunun üzerine Musa bir balık aldı. Ardından onu bir sepete koydu. Genç yardımcısına da; "Seni, sadece bu balığın senin yanından ayrıldığı yeri bana bildirmekle görevlendiriyorum!" dedi. O da; "Bana çok görev vermedin" dedi. Bu olaydan Allah'ın kelamında "Bir vakit Musa genç adamına demişti ki"(Kehf 60) şeklinde bahsedilmiştir. Musa'nın genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun idi. [İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Hz. Musa'nın genç yardımcısının ismini söylemek, Saıd İbn Cübeyr'den aktarılmamıştır. Musa bir kayanın gölgesinde serin bir yerde uyuyorken balık birden canlandı. Genç yardımcısı "Musa uyanana kadar onu uyandırmayayım," dedi. Sonra ona durumu bildirmeyi unuttu. Balık sıçramaya başladı ve nihayet denize atladı. Allah Tedld da balığın geçtiği yerlerden suyun akışını kesti. Öyle ki balığın izi, taş üzerinde bırakılmış iz gibi görünüyordu. [İbn Cüreyc şöyle demiştir:] Amr "İşte böyle sanki balığın izi taşın üstünde idi," dedi ve baş parmağı ile onun yanındaki iki parmağı birbirine bitiştirdi. Musa: "Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi," dedi. Musa'nın genç yardımcısı ise şöyle söyledi: Allah yorgunluğunu gidersin! [İbn Cüreyc] "Bu ifade Said İbn Cübeyr'den nakledilmemiştir," demiştir. Musa'nın genç yardımcısı balığın hareket edip denize sıçradığını ona haber verdi. Bunun üzerine ikisi birdengeri döndüler ve Hızır ile karşılaştılar. [İbn Cüreyc] şöyle demiştir: Osman İbn Ebi Süleyman bana şöyle dedi: Hızır denizin ortasında bir halının üstünde idi. Said İbn Cübeyr ise şöyle dedi: Hızır bir ucunu ayaklarının, diğer ucunu da başının altına aldığı bir elbiseye bürünmüştü. Musa Hızır'a selam verdi. Bunun üzerine Hızır, yüzünü açtı ve "Benim topraklanmda selam var mı? Sen de kimsin?" diye sordu. Musa: "Ben Musa'yım," diye cevap verdi. Hızır: "İsrailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa mı?" diye sordu. Musa da; "Evet," diye cevap verdi. Hızır: "Ne istiyorsun?" diye sordu. Musa: "Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için geldim," diye cevap verdi. Hızır: "Ey Musa! Tevnjt'ın elinde olması ve sana vahiy gelmesi yetmiyor mu? Benim bir ilmim var. Onu öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onu öğrenmek düşmez," dedi. O esnada bir kuş, gagasıyla denizden bir yudum su içti. Hızır: "Allah'a yemin ederim ki, benim ve senin ilmin Allah'ın ilmi karşısında ancak şu kuşun gagasıyla denizden su almasına benzer," diye ekledi. Nihayet bir gemiye bindiler. Bu sahildeki insanları karşı sahile taşıyan bir çok küçük sandalla karşılaştılar. Gemidekiler onu tanımışlardı. Onun için "Allah'ın salih kulu" demişlerdi. [(Muhtemelen) Ya'lar30 Said İbn Cübeyr'e "Hızır için mi?" diye sorduk. O da "Evet," cevabını verdi. [Gemidekiler] "Onu ücret karşılığında, götürmeyiz," dediler. Ama Hızır, gemiyi deldi ve o deliğe bir kazık soktu. Musa: "Gemiyi, içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. Mücahid [ayette geçen 1.;1****--****imren (şaşılacak bir şey) kelimesini] "kötü bir şey" olarak açıklamıştır. Hızır: "Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, _ demedim mi?" dedi. Hz.'Musa'nın ilk sorusu "bir unutma," ikincisi, "bir şart cümlesinin" yansıması, üçüncüsü ise "kasten" olmuştur. Musa: "Unuttuğum şeyden dolayı beni sorumlu tutma ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma," dedi. Derken bir çocukla karşılaştılar. Hızır onu öldürdü. Ya'la şöyle söyledi: Said şöyle anlattı: Hızır oynayan çocuklarla karşılaştı. Ağzı laf yapan ve kafir olan bir çocuğu alıp yere yatırdı. Ardından bıçakla onu boğazladı. Bunun üzerine Musa: "Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün?" dedi. İbn Abbas bu ayeti, Müslüman anlamına gelen ..........zakiyyeten şeklinde okumuştur. Bu kelime .......ğulamen zekiyya sözünde olduğu gibi "Müslüman" anlamına gelir. ' Hızır ile Musa yola koyuldu. Derken yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır, duvarı doğrulttu. Saıd: "Hızır duvarı eliyle doğrulttu," dedi. Sonra elini kaldırıp duvarın dümdüz olduğunu gösterip "Duvar düzgün hale geldi," diye ekledi. Ya'la da şöyle demiştir: Öyle zannediyorum ki Saıd, şunu dedi: Hızır elini duvara sürdü ve duvar düzgün hale geldi. Bunun üzerine Musa: "Dileseydin buna karşı bir ücret alabilirdin," dedi. Saıd [ayette geçen "ücret" için] "yiyeceğimiz bir karşılık" demiştir. ..............ve kane vraehum "onların önünde" anlamına gelir. Nitekim ıbn Abbas, bu ayeti .............emamehum me lik şeklinde okurdu. Said İbn Cübeyr dışındakiler bu hükümdarın adının Hüded İbn Büded, öldürülen çocuğun adının da "Ceysur" olduğunu iddia etmişlerdir. Hızır şöyle demiştir: Onların önünde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Onların, yanına geldiği zaman, kusurundan dolayı gemiye dokunmamalarını istedim. O zorba hükümdarı geçince gemilerini tamir ettiler. Böylece gemi ellerinde kaldı. Ravilerden biri: "Gemiciler, deliği şişe ile kapattılar," bir diğeri: "zift ile kapattılar," demiştir. Hızır şöyle demiştir: "Erkek çocuğa gelince; onun anne-babası, mümin kimselerdi. Ama o çocuk kafirdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından ko rktuk. Anne-babanın çocuklarına karşı besledikleri sevgiden dolayı, din konusunda ona tabi olmasından endişe ettik. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temizini -Hızır bunu, Musa'nın "masum ve günahsız bir canı" sözü üzerine söylemiştir.- ve daha merhametlisini versin. Anne-baba'ya yeni verilecek çocuk, onlara Hızır'ın öldürdüğü ilk çocuktan daha fazla merhamet edecektir." Saıd dışındakiler, bu anne-babaya kız çocuğu verildiğini iddia etmişlerdir. Davud İbn Ebı Asım bir çok kimseden bu anne-babaya verilen çocuğun kız olduğu bilgisini nakletmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde, ''..............Balık, denizde bir yol tutup gitmişti," ayeti hakkında şöyle demiştir: ....Serab kelimesi, tutulan, gidilen ve ilerlenen yol anlamına gelir. Nitekim bir başka ayette de bu manada kullanılmıştır. [Söz konusu ayet şu şekildedir:] "............ve saribun bi'n-nehar, 'gündüzün yürüyen.'(Ra'd 10) Ebu Ubeyde "...............ve saribun bi'n-nehar (gündüzün yürüyen)" ayet! hakkın? dajöyle 'deıTI:işti;: Sarib, "yolunu tutmuş kimse" anlamına gelir. ",.............Falanca kişi yürüyüşünde güven içinde oldu," cümlesi ile ".........Falnca ilerledi," cümlesinde de bu manada kullanılmıştır. İbn Abbas'ın "Haydi bana sorun!" sözü, alimlerin bu tür sözleri söylemesinin caiz olduğunu gösterir. Alim kişi, kendini beğenme hastalığından emin olursa ve ilmin unutulma korkusu gibi bir zaruret de söz konusu olursa bu şekilde sözler sarfedebilir. Abdullah İbn Abbas'ın künyesi, Ebu Abbas'tır. Bu yüzden ona "Ey Abbas'ın babası!" diye hitap edilmiştir. Saıd İbn Cübeyr'in "Allah beni sana feda etsin," sözü, bu tür ifadeleri yasaklayanların aksine, caiz görenler için bir delil niteliğindedir. Bu konunun enine boyuna araştırılması "Kitabu'l-edeb"de yapllacaktır. İnsanlara vaaz edip eskilerin haberlerini anlatan kimselere "kıssacı" denir. Rivayette geçen Amr, Amr İbn Dinar'dır. Onun "Allah'ın düşmanı" ve "yalan söylemiş!" sözleri, kıssacının sözlerini kabul etmekten sakındırmak ve uzaklaştırmak için gösterdiği aşırı hassasiyetinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Hızır'a yarenlik eden Musa'nın Hz. Musa olup olmadığı meselesi, daha önce İbn Abbas ile.Hurr İbn Kays Fezzariyy arasında konuşulmuştu. Sonunda ikisi birden bu konuyu Übey İbn Ka'b'a sormuşlardı. Ancak o rivayette İbn Abbas ile Hurr'un tartıştıkları açıkça ifade edilmemiştir. Nitekim bu rivayetin açıklamasi "Kitabu'lilm"de yapılmıştı. Hadisin "Allah'ın elçisi olan Musa, bir gün halkına vaaz etti. Vaazın tesirinden göz yaşları aktı, kalpler yumuşadl. Sonra dönüp oradan uzaklaştı," bölümü, dinleyenler üzerinde vaazı etkili olan ve bu yüzden dinleyenlerin boyun büküp ağladıklarını fark eden vaizin, insanların bıkmaması için va azını hafifletmesi gerektiğini gösterir. Hadisin "O kişi, balığın seni terk edeceği yerde," bölümü Süfyan'ın Amr'dan yaptığı rivayette şu şekilde daha açık biçimde nakledilmiştir: "Yanına bir balık alırsın. Sonra onu bir sepete koyarsın. Balık seni nerede terk ederse, o kul oradadır." Benzer şekilde Hurr İbn Kays rivayetinde de bu kısım daha açık olarak rivayet edilmiştir: "Musa'ya şöyle dendi: Balığı kaybettiği n zaman, geri dön! Kuşkusuz sen, onunla karşılaşacaksın." Hadisin "balık birden canlandı" bölümünde yer alan ...........tedarrabe (canlandı) "yeryüzünde dolaşmak" anlamına gelen '............darabe fiilinden tefa'ul babında türetilmiş bir kelime olup "hareket etmek" anlamına gelir. Süfyan rivayetinde ise şu şekilde geçmektedir. "Balık sepette hareket etti. Ardından oradan Çıktı. Sonra denize sıçradı. " Süfyan'dan gelen rivayete göre Hz. Musa, Allah'ın kendisine emrettiği yeri geçinceye kadar yorgunluk hissetmemişti. Hadisin "Bunun üzerine ikisi birden geri döndüler ve Hızır ile karşılaştılar," bölümü Süfyan rivayetinde "İşte aradığımız o idi," şeklinde, Nesaı rivayetinde ise "İhtiyacımız olan, oydu," şeklinde geçmektedir. Hz. Musa balık konusunda Allah'ın kendisine söylediklerini hatırlamıştı. Hızır'ın nesebi ve durumu "Kitabu'l-enbiya"da açıklanmıştı. Süfyan rivayetinde "İkisi birden kayaya varınca, bir de ne görsünler! .. Orada bir adam var," şeklinde bir ifade bulunmaktadır. Davudı bu rivayette hata bulunduğunu, Musa ile genç yardımcısının Hızır ile denizin ortasında bulunan bir adada karşılaştıklarını söylemiştir. Kanaatime göre bu iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü ilk kastedilen mana şu şekildedir: Musa ile genç yardımcısı, kayaya varınca onu aramaya koyuldular. Sonunda adada onu buldular. Kitabu'l-enbiya'da Ebu Hureyre'den nakledilen merru' bir hadis yer almıştı. O hadiste Hz. Nebi şöyle buyurmuştu: "Hızır'a bu ad verilmiştir. Çünkü beyaz bir yere otururdu. O oturur oturmaz yer yeşerip hayat bulurdu." Müslim'in Ebu İshak'tan naklettiği rivayete göre Hz. Musa, Hızır'a "es-Selamu aleyküm" şeklinde selam vermiş. Bunun üzerine o da yüzünü açıp, "ve aleyküm selam" şeklinde karşılık vermiştir. "Benim topraklarımda selam var mı?" ifadesi Süfyan rivayetinde "Senin topraklarında selam var mı?" şeklinde naklediimiştir: Rivayette geçen .........enna edatı "nerede" ve "nasıl" anlamına gelir. Buradaki soru cümlesi, istib'ad içindir [Hızır'ın selamın verilip-alınmasını uzak gördüğünü gösterir.] Ayrıca bu soru cümlesi, o bölge sakinlerinin henüz Müslüman olmadığına delalet eder. Hızır'ın, Musa'nın selamını aldıktan sonra ona bu soruyu sorduğunu belirterek bu iki rivayet uzlaştırılır. .....Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için geldim, "(Kehf 66) ayetinde geçen .......ruşda kelimesini Ebu Amr iki fethayla .......raşeda şeklinde okumuştur. Diğer kıraat imamlarının tamamı ise, ilk harfini dammeli, ikinci harfini sakin ıjj }ruşda şeklinde ..... okumuşlardır. Çoğunluğa göre, bu iki kelimenin anlamı birdir. Tıpkı .....buhl ve .....bahal (cimrilik) kelimelerinde olduğu gibi. Bir görüşe göre ...........raşeda "din," ........ruşda ise "düzgün bakış açısı" anlamına gelir. Hızır'ın "Benim bir ilmim var. Onu öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onu öğrenmek düşmez," sözü şu anlama gelir: "Benim bir ilmim var. Onun tamamın! öğrenmek sana düşmez. Senin de bir ilmin var. Bana da onun tamamını öğrenmek düşmez." Çünkü Hızır, bir mükellefin mutlaka bilmesi gereken zahir hükmü biliyordu. Hz. Musa da vahiy yoluyla kendisine geldiği kadarıyla batın hükmü biliyordu. Süfyan rivayetinde Hızır'ın sözü "Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin," şeklinde, sabredememenin gelecekte de devam edeceğini gösteren bir sıga ile nakledilmiştir. Çünkü Hızır, Allah'ın kendisine bildirmesiyle, Musa Nebiin din'e aykırı bir durum gördüğü zaman sessiz kalmaya sabredemeyeceğini biliyordu. Zira Hz. Musa'nın ismet sıfatı bunu gerektiriyordu. Bundan dolayı Hz. Musa dini konularda Hızır'a herhangi bir soru yöneltmemişti. Bunun yerine sadece ona verilen ilimdeki dereceyi göreceği olaylara şahit olmak üzere onunla birlikte yürümeye başlamıştı. Hızır'ın "(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?"(Kehf 68) sözü, mukadder bir soruya karşı söylenmiştir. O mukadder soru ise şu şekildedir: "Niçin sabredemeyeceğimi söyledin? Doğrusu bensabır göstereceğim." Hz. Musa, Hızır'a; "İnşailah, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem, "(Kehf 69) demişti. Onun bu sözü üzerine şu yorum yapılmıştır: Hz. Musa sabretme konusunda "inşallah" dedi ve sabır gösterdi. Karşı gelme konusunda ise "inşallah" demedi. İşte bu yüzden ona karşı geldi. Ancak bu görüş tartışmaya açıktır. Öyle anlaşılıyor ki, burada sabırdan maksat, Hızır'a tabi olmak ve onunla birlikte yürümeye vs. katlanmaktır. Yoksa, dını hükümlerin zahirine muhalif meselelerde sessiz kalması anlamına gelmez. Kuşun gagasıyla denizden su aldığına dair bilgi "Kitabu'I-i1m"de geçmişti. İlk anda bu ifadeden, Hızır'ın, Hz. Musa'ya kendi ilimieri hakkında söylediği sözünün hemen peşinden kuşun gagasını denize daldırdığı anlaşılıyor. Süfyan rivayetinde ise, kuşun gagasını geminin delinmesinden sonra suya batırdığı ortaya çıkıyor. Söz konusu rivayetin lafzı şu şekildedir: "Bu, Hz. Musa'nın ilk unutmasıydl. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem olayı anlatmaya şöyle devam etti: Sonra bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Ardından denizden bir yudum su içti." Kuşun gagasıyla denizden su alması, bu rivayette belirtilmeyen bir olaydan sonra olmuştur. Söz konusu olay, Hızır ile Yunus'un gemiye binmesidir. Çünkü gemi lafzı Süfyan rivayetinde açıkça geçmektedir. Bu şekilde iki rivayet uzlaştırılır. İmam Nesai' ise farklı bir senet ile İbn Abbas'ın şöyle söylediğini aktarmıştır: Hızır Hz. Musa'ya; "Bu kuş ne demek istiyor, biliyor musun?" diye sormuş. O: "Hayır," diye cevap verince, şöyle demiştir: "Sizin ikinizin sahip olduğu ilim, Allah'ın ilmi yanında, ancak benim gagamla aldığım suyun bütün denizlere olan oranı kadardır. Hz. Musa şöyle demiştir: "Gemiyi, içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın." Mücahid [ayette geçen I,:,,;Vimren (şaşılacak bir şey) kelimesini] "kötü bir şey" olarak açıklamıştır. Bu konuda İbn Ebi' Hatim, Halid İbn Kays kanalıyla Katade'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: J"Vİmr, "şaşılacak bir şey" demektir. İbn Ebi' Hatim'in naklettiği er-Rabi" İbn Enes rivayetinde olayın bu kısmı şu şekilde anlatılmıştır: Musa, Hızır'ın gemide delik açtığını görünce, çok sinirlendi, sinirinden elbisesini bağladı ve ardından "Bu insanlann canına mı kastettin? İlk boğulanın sen olacağını pek yakında anlayacaksın!" Bunun üzerine genç yardımcısı onu; "Verdiğin sözü hatırlasana ... " diyerek uyardı. Daha sonra Hızır yanına gelip; "Ben sana dememiş miydim?" dedi. İşte o esnada Musa'nın aklı başına geldi ve "Beni sorumlu tutma!" dedi. Gemi ve yolculan zorba kraldan kurtulunca Hızır gemi sahibine; "Ben sadece iyiliği hedefledim," dedi. Gemidekiler onun görüşünü takdir ettiler. Allah Teala da Hızır'ın eliyle onlann gemisini onardl. "Ağzı laf yapan ve kafir olan bir çocuğu alıp yere yatırdı," ifadesi Abd İbn Humeyd'in İbn Cüreyc'den naklettiği rivayette "Parlak yüzlü bir çocuğu yere yatırdı, sonra bıçak ile kafasını kesti," şeklinde; Süfyan rivayetinde ise "Kafasından tuttu ve eliyle kafasını kopardı ve onu öldürdü," şeklinde geçmektedir. İmam Buhari"nin bundan bir başlık sonra gelecek rivayetinde ise "kesti" şeklinde aktanlmıştır. Bu rivayetler şu şekilde uzlaştırılır: "Hızır, ilk önce çocuğu kesmiş, ardından da kafasını koparmıştır." Hadisin "Derken yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler," bölümü, Süfyan rivayetinde "Sonunda bir köy halkına varıp" ve Müslim rivayetinde "şirret bir köy halkına" şeklinde geçmektedir. Hadisin "Onların, yanına geldiği zaman kusurundan dolayı gemiye dokunmamalarını istedim," kısmıNesai' rivayetinde şöyle geçmektedir: "Kralın gemiyi almaması için onu kusurlu hale getirdim." Hadisin "Ravilerden biri: 'Gemiciler, deliği şişe ile kapattılar,' bir diğeri: 'zift ile kapattılar,' demiştir," kısmı İmam Müslim'in rivayetinde "gemiyi tahtalarla onardılar," şeklinde geçmektedir. Bunda herhangi bir sorun yoktur. Hadisin "Onun anne-babası, mümin kimselerdi. Ama o kafirdj," kısmı Süfyan rivayetinde şöyle anlatılmıştır: "Çocuk yaratıldığı gün, kafir olarak yaratılmıştır. Anne-babası ise ona merhamet ediyordu." "Said dışındakiler, bu anne-babaya kız çocuğu verildiğini iddia etmişlerdir," sözü İbn Cüreyc'e aittir. Nesai, Ebu İshak ve Said İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Allah Teala onlara, o çocuktan daha hayırlısını verdi. Onlara bir kız evlat bahşetti. Sonra bu kız, Nebilerden. birini doğurdu." Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Daha fazla bilgi öğrenmek için hırslı olmak ve bu uğurda yolculuk yapmak müstehaptır. 2- Alimlerle buluşmak, bunun için çeşitli sıkıntılara katlanmak ve bu konuda yardımcılardan destek almak müstehaptır. 3- İnsan kendisine bağlı olan birine "FetWgenç" diyebilir. 4- Hür insanlar istihdam edilebilir. 5- Hizmetçi efendisine boyun eğer. 6- Unutan mazur görülür. 7 - Müslüman olmayanlardan hediye kabul edilir. 8- Daha önce işaret edilen bir takım karinelere binaen Hızır'ın Nebi olduğu ileri sürülmüştür. Söz konusu karinelerin bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz: a) Hızır'ın "Ben bunları kendiliğimden yapmadım, "(Kehf 82) sözü. b) Allah'm Nebii Hz. Musa'nm kendisine bir şeyler öğretmesi için ona tabi olması. c) Hızır'm mutlak olarak Hz. Musa'dan daha bilgili olduğunun ifade edilmesi. d) Hızır'ın, daha sonra açıkladığı gerekçeler yüzünden, bir cana kıyması vs. 9- Bazı alimler bu rivayete dayanarak şu sonuçlara ulaşmışlardır ki, bunların hepsi doğrudur. a) İki zarardan hafif olanı tercih edip ağır olanı önlemek caizdir. b) Daha büyük kötülüklere yol açmasından korkarak bir takım kötülüklere karşı sessiz kalmabilir. c) Hayvanlar kilo almaları için iğdiş edilebilir. d) Birbirinden ayırt edebilmek için hayvanların kulakları kesilebilir. e) Yönetici, yetimin bütün malının velisi tarafından yok edilmesini önlemek için bir kısmını ona vererek veli ile uzlaşabilir. Bu şekilde bir takım sonuçlara ulaşmak, ancak ayet ve hadislere aykırı olmayan konularda olabilir. 10- Bir çok kimseyi öldürmesinden endişe edilen birinin, birilerini öldürmeden önce katledilmesi caiz değildir. Hızır'ın böyle bir cana kıyması ise, Allah'ın kendisine bildirdiği bir bilgiye göre olmuştur. İbn Battal şöyle demiştir: "Hızır'ın 'çocuğa gelince, o kafirdi,' sözü, gelecekte çocuğun kafir olacağına binaen söylenmiş bir sözdür. Yani bu söz çocuk bulı1ğ çağına gelseydi, kafir olacaktı, anlamına gelir. Böyle bir cana kıymanın müstehab olması, ancak Allah'ın bildirmesi ile öğrenilir. Hak Teala da kulları hakkında bulı1ğdan önce de, sonra da dilediği gibi hükmetme hakkına sahiptir." O dönemin şeriatında bulı1ğa ermemiş ancak mümeyyiz olan çocukların mükellef kabul ediliyor olması da muhtemeldir. Eğer durum böyleyse, ortada bir problem yoktur. 11- Kişinin yorulduğunu söylemesi normaldir. Bunun gibi bir hastalıktan veya başka bir nedenden dolayı acı çektiğini söylemesi de normaldir. Ancak bunları söylerken kadere kızmaması gerekir. 12- Rabbine yönelen insanlar yardıma mazhar olurlar. Bu yüzden yorgunluk ve açlık hissetmeyebilirler. Allah'tan başkasına yönelenler ise yorgunluk ve açlık hissederler. Nitekim Hz. Musa kıssasında böyle olmuştur. Hz. Musa, Rabbi'nin kendisine belirttiği buluşma noktasına yönelirken Allah'a itaat içinde olduğu için ne yorulmuş, ne yemek istemiş, ne de bir başkasının yarenliğine ihtiyaç duymuştur. Ancak Medyen'e yöneldiği zaman, kendi ihtiyacı için yola çıkmıştı. Bu yüzden açlık hissetmişti. Hızır'a yönelirken de kendi ihtiyacı için yola düşmüştü. Bu yüzden yorulmuş ve açıkmıştı. 13- Başkasından yiyecek isternek ve misafir edilmeyi talep etmek caizdir. 14- İlk yanılmada insan mazur görülebilir. İkinci yanılma ise kişinin aleyhine delilolur. 15- Allah'a karşı edepli olmalıyız. Her ne kadar her şey O'nun takdiri ile gerçekleşse de, çirkin ve kötü kabul edilen sözleri ona nispet etmemeliyiz. Nitekim Hızır gemiden bahsederken "Onu kusurlu kılmak istedim, "(Kehf 79) duvardan bahsederken de; "Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar, "(Kehf 82) demiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur: "Hayır Senin elindedir. Şer ise Sana nispet edilmez
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiği ne göre, o şöyle demiştir: İbn Abbas'a; "Nevfen Bekaliy HlZır ile arkadaşlık eden Musa'nın, "srailoğullarına Nebi olarak gönderilen Musa olmadığını iddia ediyor," dedim. Bunun üzerine İbn' Abbas şöyle dedi: Allah'ın düşmanı yalan söylüyor! Zira Übey İbn Ka'b bana Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu anlattı: Hz. Musa ayağa kalkıp İsrailoğullarına hitap etti. O esnada kendisine "İnsanların en bilgilisi kim?" diye soruldu. O da "Benim" diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Teala onu uyardı. Çünkü ["Bunu en iyi Allah bilir," diyerek] bilgiyi Allah'a nispet etmemişti. Sonra Allah Teala ona; "Evet, iki denizin birleştiği yerde senden daha bilgili bir kulum var," diye vahyetti. Musa Nebi: "Ya Rabbi ona nasıl ulaşınm?" diye sordu. Allah Teala da; "Bir balık alzp sepete koyarsın. Balığı kaybettiği n yerde ona tabi olt" buyurdu. Bunun üzerine Musa yola koyuldu. Onunla birlikte genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun da yola çıktı. Balzkları da yanlarındaydı. Nihayet bir kayanın yanına gelip konakladılar. Musa başını koyup uyudu. Süfyan şöyle söyledi: Amr kanalıyla gelen rivayetin dışındaki hadislere göre Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Kayanın dibinde bir su kaynağı vardı. Bu su kaynağına "hayat" adı verilmişti. Bu su neye dokunsa o şey canlanıyordu. Balzğa da bu su kaynağından bir miktar sıçramıştı. Bundan dolayı balzk hareket edip sepetten dışarı sıçradı. Akabinde denize atladı. Musa uyanınca genç yardımcısına; "Kuşluk yemeğimizi getir bize ... "dedi. Musa kendisine emredilen yeri geçinceye kadar bir yorgunluk hissetmemişti. Musa'nın genç yardımcısı Yuşa' İbn Nun: "Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balzğı unuttum," dedi. Bunun üzerine ikisi birden geri döndüler ve geldikleri yolu izlemeye başladılar. Derken denizde balığın geçtiği yeri hilali andıran bir şekilde buldular. Bu şekil, Musa'nın genç yardımcısı için hayret vericiydi, balık için ise bir yololmuştu. Musa ile yardımcısı kayanın yanına vardıkları zaman, birde ne görsünler, orada bir elbiseye bürünmüş bir adam var. Musa ona selam verdi. Adam: "Yaşadığın bölgede selamın aslz astarı nedir?" diye sordu. Musa: "Ben Musa'yım," dedi. Adam: "İsrailOğullarının Musa'sı mı?" diye sordu. Musa: "Evet," dedi ve "Allah'ın sana öğrettiği bilgiden doğruyu bulmama yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için sana tabi olayım mı?" diye sordu. Bunun üzerine Hızır, ona; "Ey Musa! Senin Allah'ın ilminden gelen bir ilmin var. Onu sana Allah öğretti. Ben onu bilmem. Ben de Allah'ın ilminden gelen bir ilme sahibim. Onu da bana Allah öğretti. Sen de onu bilemezsin," dedi. Hz. Musa: "Yine de sana tabi olayım," diye karşılık verdi. Hızır: "Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" dedi. İkisi birden sahilde yürümeye başladılar. Derken bir gemi onlara yaklaştı. Hızır'ı tanımışlardı. Herhangi bir ücret almadan onları gemiye aldılar. Onlar da gemiye bindiler. Bir serçe gelip geminin bir kenarına kondu. Sonra gagasını denize batırdı. Bunun üzerine Hızır, Musa'ya, "Allah'ın ilmi karşısında senin, benim ve tüm insanların ilmi sadece şu serçenin denize batırdığı gagası kadardır, dedi. Musa'nın gemiye binmesinden uzun bir zaman geçmeden Hızır bir keser aldı, yöneldi ve gemiyi deldi. Musa ona; "Bu insanlar bizi ücretsiz olarak gemiye bindirdiler, sen ise onların gemilerine kastettin ve yolcularını boğmak için onu deldin. Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın," dedi. İkisi birden yol almaya devam ettiler. Derken arkadaşlarıyla birlikte oynayan bir) çocuk ile karşılaştılar. Hızır, çocuğun boynunu tutup kesti. Hz. Musa: "Ne yaptın? Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!" dedi. Hızır: "Ben sana, benimle beraber (alacaklara) sabredemezsin, demedim mi?" diye karşılık verdi. [Musa: Eğer sana bir daha soracak olursam, bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme! Artık özür dileyemeyecek hale geldim," dedi. Tekrar yola devam ettiler. Nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler, ama ahali bunları misafir etmemekte direndi. Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördü ve onu düzeltiverdi.] Eliyle şöyle yapıp duvarı düzeltti. Musa: "Bu şehre girdik, insanları bizi ne misafir etti, ne de bize yiyecek verdi. İsteseydin elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin," dedi. Bunun üzerine Hızır şöyle söyledi: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı) mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim." Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Allah onların durumlarını bize anlatıncaya kadar, Musa'nın sabır göstermesini çok arzu ederdik ... " buyurmuştur. Ravi şöyle demiştir:
- Bāb: ...
- باب ...
Mus'ab ibn Sa'd ibn Ebî Vakkaas şöyle demiştir: Ben Bâbam Sa'd ibn Ebî Vakkaas'a"De kî: Ameller bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi?" kavlinden sordum: Onlar Harûriyye taifesi midir? Dedim. Sa'd ibn Ebî Vakkaas (radıyallahü anh): Bu en çok ziyana uğrayanlar Harûrîler değildir. Bu büyük ziyana uğrayanlar Yahûdîler'le Nasrânîler'dir, Yahûdîler'e gelince, onlar Muhammed'i yalanlamışlardır. Nasrânîler ise cennete kâfir olmuşlar da cennette hiçbir yiyecek ve içecek yoktur demişlerdir. Harûrîler ise, kuvvetli bir te'mînât ile desteklemelerinin ardından Allah'ın ahdini (Allah'a verdikleri sözü) bozanlardır, dedi. onlara "Fâsıklardır" diye isim verir idi Allah'ın Şu Kavli: O en çok ziyana uğrayanlar, Rabb’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edip de (hayır nâmına bütün)yaptıkları boşa gitmiş olanlardır ki, biz kıyâmet gününde onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız" (Âyet:)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kesinlikle kıyamet günü şişman ve iriyarz bir adam gelecek. İşte bu adamın, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar ağırlığı yoktur." Hz. Nebi veya Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ey Müminler! Şu ayeti okuyun: Biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız.(Kehf 15) Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Merdı1ye'nin bir başka senetle Ebu Hureyre'den naklettiği rivayette adamın sıfatı olarak "uzun, iriyarı, çok yiyen ve çok içen" ifadeleri bulunmaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said Hudri, Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kıyamet günü ölüm, beyazı siyahından çok bir koç suretinde getirilir. Derken biri: "Ey Cennet ehli!" diye seslenir. Cennet ehli başlarını uzatıp bakarlar. O zaman o kimse: "Bunu tanıyor musunuz?" diye sorar. Hepsi onu görerek; "Euet. Bu, ölümdür," diye ceuap uerir. Sonra o seslenen kişi "EyCehennem ehli!" diye seslenir. Cehennemlikler başlarını uzatıp bakarlar. O kimse: "Bunu tanıyor musunuz?" diye sorar. Hepsi onu görerek; "Evet. Bu, ölümdür," cevabını verir. Ardından koç kesilir. Sonra o seslenen kimse: "Ey Cennet ehli! [Sizin için] sonsuzluk var! Asla ölüm yok! Ey Cehennem ehli! [Sizin için de] sonsuzluk var. Asla ölüm yok!" diye seslenir. Sonra "(Resulüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları halde ve henüz iman etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir," ayetini okur. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Gaflet içinde olanlar ehl-i dünyadır," buyurmuştur. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında Ebu Said Hudri'den nakledilen "ölümün boğazlanması" hakkındaki hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak" da yapılacaktır. Kurtubi "beyazı siyahından çok" ifadesi hakkında şöyle demiştir: "Bu ifade ile Cennetliklerin ve Cehennemliklerin özelliği olan beyaz ve siyah bir arada zikredilmiştir. İşte bu lafzın tercih edilmesindeki hikmet de budur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cebrall'e; "Bizi daha fazla ziyaret etmekten seni alıkoyan nedir?" diye sormuştur. Bunun üzerine "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzde ve arkamızda olan her şey O'na aittir, "(Meryem 64) ayeti inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer kanalıyla Katade'nin bu ayet i şu şekilde açıkladığını nakletmiştir: "Önümüzde" ifadesi ahiret, "arkamızda" ifadesi dünya ve "bunlar arasında" ifadesi su ra iki üfleme arasındaki zaman anlamına gelir. İmam Taberi hem Simak İbn Harb, hem de Said İbn Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir. "Cebraıl bir müddet Hz. Nebi'e gelmedi." Abd İbn Humeyd ile İbn Ebı Hatim, İkrime'nin şöyle söylediğini nakletmişlerdir: "Cebrall yirmi gün Hz. Nebi'e gelmedi. Bunun üzerine Hz. Nebi ona 'Ey CebraiI! Ne zamandır bize gelmedin. Kendini özlettin,' dedi. Bunun üzerine Cebrall, 'Ben de seni özledim. Ama ben, emre tabiyim,' diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Teala, Cebrall'e, Hz. Nebi'e şöyle söylemesini vahyetti: Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz." Bu ayette geçen ........emr kelimesi, izin anlamına gelir. Biraz önce anlatılan ayetin sebeb-i nüzulü buna delalet eder. Buradaki ba harfi cerri musahabe anlamı da ifade edebilir. Buna göre ayetin anlamı şu şekilde olur: "Biz, Allah'ın kullarına farz veya haram kıldığı emirlerle birlikte ineriz." Bir lafzı bütün manalarına hamletmeyi caiz görenlere göre, buradaki anlamın daha da geniş olması ihtimali vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan rivayet edildiğine göre, o, Habbab'ı şöyle derken işittim, demiştir: Alacağımı almak üzere As İbn Vail es-Sehmi'nin yanına gittim. Bana; "Muhammed'i inkar etmediği n sürece sana hiçbir ödeme yapmayacağım," dedi. Ben de "Asla! Sen ölüp dirilinceye kadar böyle bir şey yapmam!" dedim. elAs: "Ben öleceğim sonra dirilecek miyim?" diye şaşkınlığını ifade etti. Ben de; "Evet," dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: "O zaman orada benim hem malım, hem de çocuklarım olacak. O vakit sana borcumu öderim." İşte bunun üzerine, ".....ayetlerimizi inkar eden ve "Muhakkak surette bana mal ve evlat verilecek" diyen adamı gördün mü?" ayeti nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: el-As meşhur sahabı Amr'ın babasıdır. Cahiliyye döneminin önemli isimlerinden biridiLKendisine Müslümanlık nasip olmamıştır. İbnu'l-Kelbı şöyle demiştir: "el-As, Kureyşin yargıçlarından biriydi. Daha önce Hz. Ömer'in biyografisinden bahsedilirken Hz. Ömer Müslüman olunca onu himaye ettiği belirtilmişti. Bu olayın hikayesi uzundur. Ancak bu himaye esnasında el-As "Adamın biri kendisi için bir yol seçmiş. Bu sizi ne ilgilendirir!" diyerek müşrikleri Hz. Ömer'den uzaklaştırmışt!. el-As İbn Vail hicretten önce Mekke'de ölmüştür. Kur'an'la ve Hz. Nebi'le alayeden Mekkelilerden biriydi. Habbab'ın "Asla! Sen ölüp dirilinceye kadar böyle bir şey yapmam!" sözü el-As'ın ölüp dirildiği zaman inkar edeceği şeklinde anlaşılabilir. Ama Habbab bunu kastetmemiştir. Çünkü kıyamet günü inkar tasavvur bile edilemez. Öyle anlaşılıyor ki, burada Habbab şöyle söylemek istemiştir: "Sonsuza kadar inkar etmeyeceğim!" Habbab'ın "yeniden dirilmeden" bahsetmesindeki nükte, el-As'ın yeniden dirilmeye iman etmediğini ifade etmek içindir
- Bāb: ...
- باب ...
Habbab'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ben, Mekke'de demirci idim. As bin Vail es-Sehmi için bir kılıç yaptım. Sonra alacağımı almak üzere yanına gittim. Bana; "Muhammed'i inkar edene kadar sana herhangi bir ödeme yapmayacağım!" dedi. Ben de; "Asla Muhammed'i inkar etmeyeceğim. Hatta Allah seni öldürüp diriltse bile!" şeklinde karşılık verdim. Bu defa; "Allah beni öldürüp sonra diriltince, o zaman benim malım ve evladım olur," dedi. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı?" İmam Buhari şöyle demiştir: Eşcaı'nin Süfyan'dan aktardığı rivayette "Ayette geçen عهدا ahd kelimesi, 'söz' anlamına gelir," ifadesi ile "kılıç" kelimesi geçmemektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Habbab'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Cahiliyye döneminde demirci idim. As bin Vail'den alacağım vardı. [Olayın bundan sonrasını ravi şöyle anlatmıştır:] Habbab borcunu ödemesi için el-As'ın yanına gitti. el-As ona; "Muhammed'i inkar etmediğin sürece sana herhangi bir ödeme yapmayacağım," dedi. Habbab da; "Allah'a yemin ederim ki; Muhammed'i inkar etmem! Hatta Allah seni öldürüp tekrar diriltse bile!" diye karşılık verdi. Buna karşın el-As şöyle dedi: "O zaman ölünce ve tekrar dirilinceye kadar bana mühlet ver. O vakit bana mal ve evlat verilecek. Ben de sana olan borcumu öderim." Bunun üzerine "Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız," ayeti nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
HabbSb'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ben demirci idim. el-As İbn VSil'den alacağım vardı. Alacağımı almak üzere onun yanına gittim. Bana; "Muhammed'i inkar edinceye kadar sana hiçbir ödeme yapmayacağım," dedi. Ben de; "Asla onu inkar etmeyeceğim! Hatta sen ölsen, sonra dirilsen bile!" diye karşılık verdim. Bu defa bana; "Elbette öldükten sonra diriltileceğim! Mala ve evlada kavuştuğum o zaman sana olan borcumu ödeyeceğim," dedi. Bunun üzerine: "(Resulüm!) Ayetlerimizi inkar eden ve "Muhakkak surette bana mal ve evlat verilecek" diyen adamı gördün mü? 0, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir söz mü aldı? Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız, "(Meryem 77-79) ayeti indi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hz. Adem ile Hz. Musa karşılaştılar. Musa, Adem'e; "İnsanlan bedbaht hale sen getirdin ve onlann Cennetten çıkmasına sen sebep oldun," dedi. Adem de; "Sen Allah'ın elçiliği ve kendisi için seçtiği ve Tevrat indirdiği Musa'sın, [değil mi?]" diye sordu. Musa, "Evet," cevabını verdi. Bunun üzerine Adem: "Peki [Tevrat'ta] bu yazgının ben yaratılmadan önce tespit edildiğini görmedin mi?" diye sordu. Musa'da"Evet," yanıtını verdi. Böylece Hz. Adem, Hz. Musa'ya üstün geldi." Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhar! bu başlık altında Ebu Hureyre'den Hz. Musa ile Hz. Adem'in tartışmasına ilişkin bir hadis verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'l-kader"de yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Hz. Nebi Medıne'ye geldiği zaman Yahudiler aşura orucu tutuyordu. Onlara bu orucu sordu. Onlar da, "Bu gün, Musa'nın Firavun'a üstün geldiği gündür," diye cevap verdiler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Biz Musa'ya onlardan daha yakımz. O halde siz de bugün oruç tutun!" Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında İbn Abbas'tan aşura orucu hakkında hakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitubu's-savm"da ayrıntılı olarak yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Musa ile Adem tartıştı. Musa Adem'e; "Sen, insanları işlediği günah yüzünden Cennetten çıkartan ve onları bedbahtlığa sürükleyensin," demiş. Adem de; "Ey Musa! Sen Allah'ın Nebilik ve konuşmak için seçtiği birisin. Daha beni yaratmadan önce Allah'ın benim için yazdığı veya takdir ettiği bir şeyden dolayı beni mi kınıyorsun?" diye karşılık vermiş. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem sonra şöyle buyurdu: "Böylece Adem, Musa'ya tartışmada üstün geldi
- Bāb: ...
- باب ...
Bir başka müfessir de şunları söylemiştir: أحسوا Ehassu (Enbiya 12) أحسست ehsestu kökünden gelir ve "beklediler," خامدين hamidine (Enbiya 15) "sönmüş haldeler," حصيد hasid "kökü kazınmış" anlamına geHi. Bu kelime bu şekilde tekil, tesniye ve çoğul için kullanılır. لا يستحسرون la yestahsirun (Enbiya 19) "yorulmazlar" manasındadır. حسير Hasir (Mülk 4) (yorgun) ve حسرت بعيري hasartu bairi (devemi yordum) ifadeleri de bunun gibidir. عميق Amik'''uzak,'' نكسوا nukkisa "döndürüldüler" anlamına gelir. صنعة لبوس San'ate lebus (Enbiya 80) "[ifadesindegeçen lEbus kelimesi] "zırhlar" anlamına gelir; تقطعوا أمرهم Tekattau emrahum (Enbiya 93) "ihtilaf ettiler," demektir. حسيس Hasis, حس hiss, جرس cers ve همس hems kelimelerinin manası birdir ve bu kelimeler "cılız ses" anlamına gelir. آذناك Azennake (Enbiya 93) "sana bildirdik," آذنتكم azentukum (Enbiya 109) ["size bildirdim"], "bir bilgiyi ona bildirirsen, sen ve o eşit hale gelirsin ve aldatmamış olursun," demektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir konuşma,yaptı ve şöyle buyurdu: "Siz yalın ayaklı, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah'ın huzurunda bir araya getirileceksiniz. 'Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu,) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vadettiğimizi) yaparız.' Sonra kıyamet günü ilk giydirilen Hz. İbrahim olacak. Bakın, buna dikkat edin! Ümmetimden bazı insanlar getirilecek. Akabinde sol tarafa doğru götürülecekler. Bunun üzerine; 'Ya Rabbi! Onlar benim ashabım!' diyeceğim. Bana; 'Onların seniri ardından hangi bid'atleri çıkardığını bilmiyorsun,' denecek. Ben de salih kulun söylediği gibi 'İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin,' diyeceğim. O vakit şöyle denecektir: Bunlar, sen onları terk ettikten sonra gerisin geri ökçeleri üzerine dönmeye devam ettiler." İmam Buhari bu başlık altındaİbn Abbas'tan nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak"ta yapllacaktır inşallah
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said Hudrı'den rivayet edildiğine göre, o, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu, demiştir: Kıyamet günü Allah Teala: "Ey Adem!" diye seslenecek. Adem: "Ey Rabbimiz buyur, emrine amadeyim," diye karşılık verecek. Sonra yüksek bir sesle "Allah Teala sana, zürriyetinden bir bölümü Cehennem için çıkarmanı emrediyor," diye seslenenilecek. Bunun üzerine Adem: "Ey Rabbim! Cehenneme ne kadarı gidecek?" diye soracak. Allah Teala da; "Her bin kişiden -öyle zannediyorum ki- dokuzyüz doksan dokuzu" buyuracak. İşte o vakit hamile kadın bebeğini düşürecek, çocuğun da saçı ağaracak. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu sözleri insanlara ağır geldi. Yüzlerinin rengi değişti. Bundan dolayı Hz. Nebi şöyle buyurdu: O dokuzyüz doksan dokuz Ye'cuc ve Me'cucdan, bir kişi ise sizdendir. Sonra siz, insanlar arasında beyaz öküzün bir tarafındaki siyah tüy gibi veya siyah öküzün bir tarafındaki beyaz tüy gibisiniz. Ben, Cennet ehlinin 4'te birinin sizlerden oluşmasını umarım." Bunun üzerine biz tekbir getirdik. Sonra Hz. Nebi Cennet ehlinin 3'te birinin bizlerden olmasını temenni etti. Biz yine tekbir getirdik. Sonra Hz. Nebi Cennet ehlinin yarısının bizlerden olmasını temenni etti. Biz yine tekbir getirdik. Bu hadisin açıklaması "Kitabu'r-rikak"ta yapılacaktır inşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den İbn Abbas'ın "İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kul/uk eder," ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Birisi, Medıne'ye gelir, şayet hanımı erkek evlat doğurur ve atları yavrularsa 'Bu, iyi bir dindir,' yok eğer hanımı doğurmaz ve atları yavrulamazsa, "Bu, kötü bir dindir,' derdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Bu ayette geçen ......harf, 'şüphe' anlamına gelir," şeklindeki açıklama Mücahid tarafından yapılmıştır. İbn Ebi Hatim senedi ile birlikte bu yorumu ondan nakletmiştir. Ebu Ubeyde ise bu konuda şöyle demiştir: "Birkonuda şüphe içinde olan herkes, bir harf üzereredirlbir şeyin kıyısındadır. Ne sağlam durur, ne de Herler." Ebu Zerr nüshası dışındaki Buhari nüshalarında şu ziyade yer almaktadır: "Kendisine bir iyilik dokunursa, buna pekmemnun olur, bir musibete de uğrar- . sa, çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir." ........Etrafnahum 'onlara geniş irı;kanlar. verdik,' anlamına gelir," şeklindeki yorum Ebu Ubeyde'ye aittir. ........... (dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler)"(Mu'minun 33) ayet i hakkında şöyle demiştir: "Bunun mecazı/yorumu, "onlara geniş imkanlar verdik" şeklindedir. .......Utrifu fiili, "azgınlık yaptılar, inkar ettiler," anlamına gelir." Hadisin "Birisi, Medıne'ye gelir," bölümü Ca'fer rivayetinde şöyle geçmektedir: "Bazı bedeviler Hz. Nebi'e gelip Müslüman olurdu." Hadisin "yok eğer ... " şeklinde başlayan kısmı, Ca'fer rivayetinde şöyle nakledilmiştir: "Yok eğer verimsizlikle, kıtlıkla ve hoşa gitmeyen doğumun olduğu bir yılla karşılaşırlarsa, 'Bizim bu dinimizde hayır yok, i derlerdi." Ferdı bu ayetin Esedoğullarına mensup bedeviler hakkında indiğini söylemiştir. Anlattığına göre Esedoğullarına mensup bedeviler, Medıne'ye aileleri ile birlikte göç etmişlerdi. Zaman zaman bununla Hz. Nebi'i minnet altında bırakmaya çalışmışlardı. Ferra daha sonra yukarıdaki rivayete benzer bir olayı anlatmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zerr'den rivayet edildiğine göre, o, "Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır," ayeti hakkında yemin ederek şöyle söylemiştir: Bu ayet, Bedir savaşında karşılıklı düelloya çıktıkları zaman Hamza ve onun iki arkadaşı ile Utbe ve onun iki arkadaşı hakkında inmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ali İbn Ebi Talib'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kıyamet günü Rahman'ın huzurunda [müşriklerle] muhakeme olmak üzere ilk diz çöken ben olacağım. Kays şöyle demiştir: "Şu iki grup, Rab/eri hakkında çekişen iki hasımdır," ayeti onlar hakkında nazil olmuştur. Onlar, Bedir savaşında birbirleri ile düelloya çıkan, Ali, Hamza, Ubeyd ile Şeybe İbn Rabia, Utbe İbn Rabia ve Velit İbn Utbe'dir. Fethu'l-Bari Açıklaması: ........Hasmani,.........hasm kelimesinin tesniyesidir. Hasm ise "tartışan insan" anlamına gelir. Bu ayetin Hz. Hamza hakkında indiğini gösteren yukarıdaki rivayet, "Bedir Savaşı" başlığı altında ayrıntılı biçimde açıklanmışt1. İmam Taberi, Hasan-ı Basri'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: "Bu ayette bahsi geçen gruplar, müminlerle kafirlerdir." Mücahid'in de şöyle söylediğini aktarmıştır: "Burada bahsi geçen iki gruptan maksat, yeniden dirilme konusunda tartışan mümin ile kafirdir." İmam Taberi ayetin genel anlamından dolayı bu görüşleri tercih edip şöyle demiştir: "Ayetin bu şekilde yorumlanması, Hz. Ali ve Ebu Zerr'den nakledilen rivayetlerle çelişmez. Çünkü Bedir savaşında düelloya çıkan insanlar, aslında mümin ve kafir olmak üzere iki gruptu. Zaten bir ayetin belirli bir sebep üzerine inmesi, o sebebin benzeri olaylar hakkında da aynen geçerli olmasına mani değildir
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, Uveymir Aclan kabilesinin reisi Asım İbn Adiyy'in yanına gelip; "Eşiyle birlikte bir adamı yakalayan kimse hakkında ne düşünüyorsunuz? O adamı öldürebilir mi? Öldürdüğü takdirde siz de onu öldürür müsünüz? Ya da bu kimse ne yapmalı? Benim için bu konuyu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sorar mısın?" dedi. Bunun üzerine Asım Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına geldi ve "Ey Allah'ın elçisi!" [diye söze başlayıp bu meseleyi sordu.] Hz. Nebi bu sorulardan hoşlanmad!. Uveymir, Asım'a Hz. Nebi'in ne buyurduğunu sordu. O da; "Allah'ın elçisi bu sorulardan hoşlanmadı ve bu tür soruların sorulmasını ayıpladı," şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Uveymir: "Allah'a yemin ederim ki; bu meseleyi Hz. Nebi'e sormaktan vazgeçmeyeceğim," dedi ve Rasulullah'ın sallallii.hualeyhi ve sellem yanına geldi. Sonra "Ey Allah'ın elçisi! Adamın biri, hanım ı ile birlikte bir erkeği yakalarsa, onu öldürebilir mi? Öldürdüğü takdirde kendisini öldürür müsünüz? Ya da bu adamın ne yapması gerekir?" diye sordu. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Allah Tea/d senin ve eşin hakkında ayet indirdi, " buyurdu. Akabinde, Allah'ın, kitabında belirlediği gibi onlara mülaane yapmalarını emretti. Uveymir karısına karşı mülaane yaptı ve "Ey Allah'ın elçisi! Ben bu kadını eş olarak tutmaya devam edersem, ona zulmetmiş olurum," dedi, sonra da onu boşadı. Onun bu şekilde boşaması daha sonra mülaane yapanlar için bir sünnet oldu. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Gözleyin bakalım. Eğer bu kadın çocuğunu esmer, iri kara gözlü, iri kalçalı ve baldırıarı kalın olarak doğurursa ben, Uveymir'in ona karşı kesinlikle doğru söylediğini düşünürüm. Yok eğer bu kadın çocuğunu kızıl kurtçuk gibi kızılca olarak doğurursa o zaman ben, Uveymir'in kadına kesinlikle iftira ettiğini düşünürüm," Nihayet kadın, Hz. Nebi'in Uveymir'i tasdik edeceğini ifade ettiği özelliklerde çocuğunu doğurdu. Bu yüzden, bu çocuk annesine nispet edildi
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl İbn Sa'd'dan rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Nebi'e gelip; "Ey Allah'ın elçisi! Hanımı ile birlikte bir adamı yakalayan kimse hakkında ne düşünüyorsun? O adamı öldürmeli mi? Bu takdirde siz de onu öldürür müsünüz? Ya da o kimse ne yapmalı?" diye sordu. Bunun üzerine Allah Teala, onunla hanımı hakkında Kur'an'da bahsi geçen karşılıklı lanetleşme/mülaane hükmünü indirdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona; "Senin ve eşin hakkında hüküm verildi," buyurdu. Bunun üzerine ikisi birden mulaane yaptılar. O esnada ben, Hz, Nebi'in yanında bu olaya şahit oldum. Sonra adam karısını boşadı. Bu olay mülaane yapanların ayrılması konusunda bir sünnet oldu. Kadın hamile idi. Adam onun kendisinden hamile kaldığını kabul etmedi. Bu yüzden doğan çocuk kadına nispet edilmeye başlandı. Miras konusunda da çocuğun annesine ve Allah'ın tespit ettiği ölçüde kadının da çocuğuna mirasçı olması kanuni bir uygulama olarak yerleşti. İmam Buhari, bir önceki başlık altında Sehl İbn Sa 'd 'dan nakledilen hadisi uzun biçimde, bu başlık altında ise özet olarak verdi. Bu rivayetin açıklaması "Kitabu'l-lian" da yapllacaktır. İnşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Hilal İbn Ümeyye Hz. Nebi'in yanında hanımını Şerık İbn Sehma ile zina etmekle suçladı. Bunun üzerine Hz. Nebi; "Ya delil getirirsin, ya da sana had cezası uygulanm," dedi. Bunun üzerine Hilal "Ey Allah'ın elçisi! Bizden biri hanımının üzerinde birini görecek, [onları öylece bırakıp] delil aramaya mı koyulacak?" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ya delil getirirsin, ya. da sana had cezası uygularım," demeye devam etti. Bunun üzerine Hilal: "Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum! Andolsun ki, Allah Teala beni had cezasından kurtaracak bir ayet indirecektir," dedi. Sonra Cebrall aleyhisselam indi ve Hz. Nebi'e "Eşlerine zina isnadında bulunup da ... "(Nur 6) ayetinden başlayıp "Eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise" 899 ayetine kadar olan kısmı indirdi. Bunun üzerine Hz. Nebi oradan ayrıldı ve Hilal'in hanımına haber gönderdi. Sonra Hilal geldi ve şahitlik yaptı. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Elbette Allah ikinizden birinin yalancı olduğunu biliyor. İçinizden tevbe edecek biri yok mu?" buyurdu. Sonra Hilal'in hanımı kalkıp şahitlik etti. Beşinci yeminine gelince onu durdurmak istediler. Etrafındakiler: "Bu beşinci yemin, azabı getirir," dediler. İbn Abbas olayı anlatmaya şöyle devam etti: Kadın duraksadı ve geri döndü. Hatta biz, vazgeçeceğini zannettik. Sonra kadın: "Bu günden sonra kavmimi rezil etmeyeceğim," dedi ve beşinci yeminini yaptı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bu kadını takip edin. Eğer gözleri sürmeli, kalçaları iri ve baldırı kalın bir çocuk doğurursa, bilin ki, çocuğun babası Şerik İbn Sehma'dır." Kadın, Hz. Nebi'in tavsif ettiği tipte bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Eğer Allah'ın kitabında bu konuda hüküm/mülaane hükmü verilmemiş olsaydı, bu kadına vereceğim ceza başka olacaktı." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu rivayete göre Iian ayeti, Hilal İbn Ümeyye hakkında; biraz önce Sa'd'dan nakledilen hadise göre ise, Uveymir hakkında inmiştir. Nitekim o hadiste şöyle geçmektedir: Bunun üzerine Uveymir: "Allah'a yemin ederim ki, bu meseleyi Hz. Nebi'e sormaktan vazgeçmeyeceğim," dedi ve Rasulullah'ın sallallahu aleyhi ve sellem yanına geldi. Sonra "Ey AlIah'ın elçisi! Adamın biri hanımı ile birlikte bir erkeği yakalarsa, onu öldürebilir mi? Öldürdüğü takdirde kendisini öldürür müsünüz? Ya da bu adamın ne yapması gerekir?" diye sordu. Alimler bu ayetin kimin hakkında indiği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları bu ayetin Uveymir hakkında indiğini, diğer bazıları da Hilal hakkında indiğini tercih etmiştir. Kimileri de iki rivayeti uzlaştırmıştır. Onlara göre Hilal İbn Ümeyye hanımını bir adamla yakalamış ve Hz. Nebi'e gelirken yolda Uveymir ile karşılaşmış. Dolayısıyla ayet, aynı zamanda ikisi hakkında inmiştir. İmam Nevevi bu görüşe meyletmiştir. Ondan önce de Hatib bu görüşü dile getirmiştir: "Muhtemelen ikisinin olayı aynı anda gerçekleşmiştir. İkisi birden aynı zamanda Hz. Nebi'e gelmiştir," Bu ayetin nüzulsebebinin iki olay olmasını, Hilal alayında itiraz eden kişinin Sa 'd İbn Ubade olması desteklemektedir. Nitekim Ebu DavOd ve Taberi, Abbad İbn Mansur, İkrime ve İbn Abbas kanalıyla Hişam İbn Hassan rivayetine benzer bir rivayet i şu ziyade ile nakletmiştir: "Eşlerine zina isnadında bulunup da ... " ayet i inince Said İbn Ubade: [Bu ayet böyle mi indi ey Allah'ın elçisi!] Bir kahpenin bacaklarının arasında bir adamı göreceğim, sonra dört şahit getirene kadar onu kımıidatıp hareket ettirme hakkım olmayacak, öyle mi? Ben dört şahit getirene kadar adam çoktan işini bitirir," dedi. Bunun üzerinden çok geçmeden Hilal İbn Ümeyye geldi. Uveymir kıssasında ise buna benzer sözü Asım İbn Adiyy söylemiştir. Nitekim bir önceki başlık altında Sehl İbn Sa'd'dan nakledilen hadiste bu durum görülmektedir. Taberi, Şa'bi kanalıyla mürselolarak şu rivayeti nakletmiştir: liEşlerine zina isnadında bulunup da ... " ayeti inince Asım İbn Adiyy şöyle demiştir: "Eğer ben, görür ve konuşursam, kazif cezasına çarptırılacağım. Yok eğer susarsam, öfkemi bastırmış olacağım." Hasılı; 'farklı nüzul sebepleri üzerine bir ayetin inmesinde bir sakınca yoktur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde bir adam, hanımını zina yapmakla suçlamış ve onun çocuğunun kendisine ait olmadığını söylemişti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara mülaane yapmalarını emretmişti. Neticede Allah'ın buyurduğu gibi mülaane yapmışlardı. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem çocuğun sadece kadına ait olduğuna hükmetmiş ve mülaane yapan bu iki kişiyi birbirinden ayırmıştır. Hadisin geçtiği diğer yerler: 5306, 5313, 5314, 5315, 6748. Bu konuda geniş açıklama "Kitabu'l-Iian"da yapılacaktır. İnşaallah
- Bāb: ...
- باب ...
BU AĞıR İFTİRAYI UVDURANLAR ŞÜPHESİZ SİZİN İÇİNİZDEN BİR GRUPTUR. BUNU KENDİNİZ İÇİN BİR KÖTÜLÜK SANMAYIN, AKSİNE O, SİZİN İÇİN BİR İYİLİKTİR. ONLARDAN HER BİR KİŞİYE, GÜNAH OLARAK NE İŞLEMİŞSE (ONUN KARŞILIĞI CEZA) VARDıR. ONLARDAN (ELEBAŞLIK VAPIP) BU GÜNAHIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ YÜKLENEN KİMSE İÇİN DE ÇOK BÜYÜK BİR AZAP VARDıR," (Nur 11) AYETİNİN TEFSİRİ
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Şihab'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Urve İbnü'z-Zü.beyr, Said İbn Müseyyeb, A1kame İbn Kays, Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe İbn Mes'ud, kendisi hakkında ifk ehlinin uydurdu ğu iftirayı yaydıkları ve Allah'ın onun bu iftiradan beri olduğunu açıkladığı Hz. Nebi'in eşi Hz. Aişe hadisini bana haber verdiler. Bu ravilerden her biri hadisin bir bölümünü bana anlattı. Her ne kadar içlerinden bir kısmı, diğerlerine göre olayı daha iyi muhafaza etse de, onların anlattıklarının bir kısmı bir kısmını doğrulayıcı niteliktedir. Urve'nin bana anlattığına göre, Hz. Nebi'in eşi Hz. Aişe şöyle demiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sefere çıkmak istediği zaman eşleri arasında kura çekerdi. Kura kime çıkarsa, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem beraberinde onu götürürdü. Hz. Aişe anlatmaya şu şekilde devam etti: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem düzenleyeceği seferlerin birinde aramızda kura çekti. Kura bana çıktı. Hicab/örtü ayeti indikten sonra Hz. Nebi'le sefere çıktım. Ben hevdecimin içinde taşınır ve öylece indirilirdim. Bu şekilde devam ettik. Nihayet Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gazvesini tamamladı ve döndü. Dönüş yolunda Medıne'ye yaklaşmıştık. [KonakladığımlZ bir gece] Allah ResLılü saIJalliihu aleyhi ve seIJem harekete geçmeyi emretti. Yola çıkacağımlZı duyurdukları zaman kalkıp yürümeye başladım. Nihayet ordunun bulunduğu yerden uzaklaştım. İhtiyacımı giderdikten sonra yerime yöneldim. Tam o sırada Zafer boncuklarından yapılmış gerdanlığımın koptuğunu fark ettim. Hemen onu aramaya koyuldum. Ona aramak, beni meşgul etti. Beni taşımakla görevli grup, gelip benim içinde olduğumu düşünerek hevdecimi alıp üzerinde seyahat ettiğim deverne yüklemişler. O dönemde kadınlar zayıftı, henüz et onların kilo almalarına sebep olmamıştı. Zira gerçekten o dönemde çok az yemek yerlerdi. Bu yüzden beni taşımakla görevli grup, kaldırdıkları zaman hevdecin hafif olmasını normal kabul etmişlerdi. Ben de o sıralarda çok genç idim. [Hevdeci yerine koyduktan] sonra deveyi sürüp yolakoyulmuşlar. Ordu harekete geçtikten sonra gerdanlığımı buldum ve askerlerin konakladığı yere geldim. Bir de baktım ki, orada ne ses var, ne de soluk. Bunun üzerine bulunduğum yere doğru yöneldim. Beni almadıklarını anlayıp geri döneceklerini düşünüyordum. Konakladığım yerde otururken uykuya yenik düştüm ve uyudum. Safvan İbn Muattal es-Sülemı -daha sonraları ez-Zekvanı olmuş- ordunun arkasından gelirdi. Safvan gece boyu ilerlemiş, sabah vakti benim bulunduğum yere gelmişti. Uzaktan uyuyan bir insan karaltısı görmüş. Sonra yanıma gelince beni görüp tanımıştı. Çünkü o, hicab/örtü emrinden önce beni görürdü. Onun beni tanıyınca "İnna lillahi ve inna ileyhi raciCın" demesi ile uyandım. Cilbabım ile yüzümü kapattım. Allah'a yemin ederim ki, benimle bir kelime bile konuşmadı. Ben de ondan "İnna lillahi ve inna ileyhi raciCın" sözü dışında bir kelime dahi duymadım. Safvan deveyi çöktürdü ve ön ayaklarına bastı. Böylece ben, deveye bindim. Safvan önüme düşüp deveyi çekti. Nihayet güneşin tam tepe noktaya vardığı kızgın öğlen sıcağında konaklayan orduya yetişti k. İşte o zaman helak olanlar, helak oldu. İftirada başı çeken Abdullah İbn Übey İbn SelCıI olmuştu. Nihayet Medıne'ye geldik. Geldikten sonra bir ay rahatsızlandım. O sırada insanlar, iftira atan insanların sözlerini ağızdan ağıza dolaştırmaya başlamıştı. Ancak ben bu olup bitenlerin hiç farkında değildim. Fakat rahatsız olduğum dönemlerde Hz. Nebi'den görmeye alışık olduğum lütuf dolu ilgiyi bu hastalığımda göremernem beni işkillendiriyordu. Bazen Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma gelip selam veriyor, sonra da "O nasıl?" deyip çıkıyordu. İşte bu, beni iyice işkillendiriyordu. Ama kötü bir şey de aklıma gelmiyordu. Nekahet dönemine girince ihtiyacımızı giderdiğimiz yerlere doğru benimle birlikte Mistah'ın annesi de geldi. Buralara geceden geceye gelirdik. Bu durum, evlerimizin yakınına tuvalet yaptırmamızdan önce idi. O vakitler ihtiyacımızı gidermek için açık alanlara çıkma konusunda daha önceki Araplar gibi yapıyorduk. Evlerimizin yakınına tuvalet yapılmasından rahatsız oluyorduk. Neyse, Mistah'ın annesi ile birlikte ilerlemeye devam ettim. Mistah'ın annesi Ebu Ruhm İbn Abdimenaf'ın kızı idi. Annesi ise Ebu Bekir'in teyzesi Sahr İbn Amir'in kızı idi. Oğlunun adı ise Mistah İbn Üsase idi. İhtiyacımızı gidermiş olarak Mistah'ın annesi ile birlikte evime doğru ilerliyordum. Mistah'ın annesinin ayağı elbisesine takıldı. Bunun üzerine "Kahrolsun Mistah!" dedi. Ben de; "Söylediğin söz ne çirkin! Bedir savaşına katılmış birine karşı kötü söz mü söylüyorsun?" dedim. Bunun üzerine bana; "Ah saf kızım! Onun ne söylediğini duymadın mı?" diye sordu. Ben de; "Ne demiş ki?" şeklinde soruyla karşılık verdim. Bunun üzerine bana ifk ehlinin söylediklerini anlattı. Bu yüzden hastalığım iyice arttı. Evime döndüğüm zaman Hz. Nebi yanıma geldi ve selam verdi. Sonra da "O nasıl?" diye sordu. Tam o sırada "Annemin evine gitmeme müsaade eder misiniz?" dedim. O an annemden ve babamdan işin aslını öğrenmek istiyordum. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana izin verdi. Ben de anne-babamın evine gittim. Anneme; "Ey anneciğim! İnsanlar neler diyor?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "Yavrucuğum! Kendini harap etme! Allah'a yemin ederim ki, pek çok kuması bulunan ve kocasının kendisini sevdiği güzel bir kadın aleyhinde kumalarının ileri geri konuşmadığı çok nadirdir." "Subhanallah!" diyerek şaşkınlığımı dile getirdim ve "İnsanlar bunu mu konuşuyor?" diye ekledim. O gece sabaha kadar ağladım. Gözyaşım asla dinmedi. Gözlerime hiç uyku girmedi. Ağlayarak sabaha çıktım. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, vahyin gelmesi gecikince, eşinden ayrılma konusunda istişare etmek üzere Ali İbn Ebi Talib ile Üsame İbn Zeyd'i yanına çağırmıştı. Üsame İbn Zeyd Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ailesi hakkında bildiği masumiyeti ve onlara karşı beslediği sevgiyi tavsiye ederek "Ey Allah'ın elçisi! Eşine sahip çık! Biz onun hakkında sadece iyilik biliriz," demiş. Hz. Ali ise, "Ey Allah'ın elçisi! Allah Teala sana zorluk çıkarmamıştır. Aişe'nin dışında bir çok kadın var. Dilersen onun cariyesine de sor, elbette o sana doğruyu söyler," demiş. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Berire'yi çağırmış ve ona; "Ey Berire! Seni kuşkulandıran bir şey gördün mü?" diye sormuş. Oda; "Hayır! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, onu ayıplayacağım şu olaydan başkasır.a şahit olmadım: Daha Aişe yaşı küçük genç bir kızdı. Ailesinin hamurunu beklerken uyurdu. Bu sırada besledikleri koyun hamuru yerdi." O vakit Allah Resuü sallallahu a1eyhi ve sellem kalkıp Abdullah İbn Übey İbn Selo.l'e karşı kendisine yardım edecek birini istemiş ve kalkıp şöyle bir konuşma yapmıştı: "Ey Müslümanlar topluluğu! Aile efradım hakkında beni inciten birine karşı kim bana yardım eder? Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında sadece iyilik bilirim. Onlar bir adamın adını iftiralanna alet ettiler. Doğrusu ben onun hakkında da sadece iyilik bilirim. O adamın benimle birlikte olanlar hariç, ailemin yanma girdiğini bilmiyorum." Bunun üzerine ensardan Said İbn Muaz kalkıp; "Ey Allah'ın elçisi! Ona karşı ben sana yardım ederim! Eğer o adam Evs kabilesinden ise onun boynunu vururum. Eğer kardeşimiz Hazreç kablesinden ise bu defa bize bunu emredersin, biz de senin emrini yerine getiririz." demişti. Akabinde daha önce salih bir zat olan ancak Cahiliyye taassubuna kapılan Hazreç kabilesinden Said İbn Ubade kalkıp Said İbn Muaz'a dönerek şunları söylemişti: "Allah'a yemin ederim ki, yalan söyledin! Sen onu ne öldürebilirsin, ne de onu öldürmeye gücün yeter." Bu defa Sad İbn Muaz'ın amcasının oğlu Üseyd İbn Hudayr kalkıp Said İbn Ubade'ye şöyle demiş: "Asıl sen yalan söyledin. Allah'a yemin ederim ki, onu öldürürüz. Sen, münafıkları savunan bir münafıksın!" İşte böyle. Daha Hz. Nebi minberde iken iki kabile yani Evs ve Hazreç birbirlerine karşı diklenmiş ve birbirleriyle vuruşmaya kalkışmıştı. Allah ResLılü sallallahu aleyhi ve sellem onları sakinleştirmeye devam etmişti. Nihayet her iki tarafta sakinleşmişti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de susmuştu. Hz. Aişe olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: O gün ne gözyaşı m dindi, ne de gözü me uyku girdi. Annemle, babam yanımda idi. İki gece bir gündüz ne gözümün yaşı dindi, ne de gözü me uyku girdi. Annemle, babam ağlamamın kalbimi parçalayacağını düşünüyorlardı. Onların yanımda oturduğu bir sırada ağlıyordum. Derken ensardan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Kadın gelip oturdu ve benimle birlikte ağladı. Biz bu halde iken Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza gelip selam verdi ve oturdu. Bana atılan iftiradan sonra yanımda oturmamıştı. Bir ay geçmişti, buna rağ, men benim hakkımda ona vahiy de gelmemişti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem oturduktan sonra kelime-i şehadet getirdi. Sonra da şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Bana seninle ilgili şunlar şunlar ulaştı. Eğer masumsan, şunu iyi bil ki; Allah Tedld senin masumiyetini açıklayacaktır. Eğer bir günaha bulaştıysan, Allah'tan bağışlanma dile ve O'na tevbe et! Çünkü bir kul günahını itiraf edip Allah'a tevbe ederse, Rabbim onun günahını bağışlar." Üzüntü mü n şiddetinden göz yaşım birden kesildi. Bir damla gözyaşı bile hissedemiyordum. Babama dönüp; "Söyledikleri konusunda Rasulullah'a cevap ver!" dedim. Babam: "Allah yemin ederim ki, Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilemiyorum," dedi. Bu kez anneme; "Rasulullah'a cevap ver!" dedim. O da; "Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilemiyorum," dedi. Henüz ben çok genç idim. Çok Kur'an okumamıştım. Yine de onlara şöyle dedim: "Allah'a yemin ederim ki, bu iftirayı işittiğiniz zaman, bu iftira kafanıza yerleşmiş, kendi iç dünyanlZda onu doğrulamışsınlZ, işte bunu öğrendim. Şimdi 'Ben suçsuzum,' -ki Allah benim suçsuz olduğumu iyi biliyor.- desem yine de bana inanmayacaksınlZ. Eğer size bir şeyi itiraf etsem -ki Allah benim ondan beri olduğumu çok iyi biliyor- siz bana inanacaksınız. Allah'a yemin ederim ki ben Yusuf'un babasının sözünden başka diyecek bir şey bulamıyorum: Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklannıza ancak Allah'tan yardım istenir.(Yusuf 18) Sonra dönüp yatağıma uzandım. O vakit masum olduğumu ve Allah'ın da benim masum olduğumu açıklayacağını biliyordum. Ama Allah'ın benim hakkımda okunan vahiy indireceğini zannetmiyordum. Bana göre bu durumum, Allah'ın okunan bir vahiyde benden bahsetmesi kadar büyük bir şey değildi. Ama Hz. Nebi'in, Allah Teala'nın benim masum olduğumu açıklayacağı bir rüya görmesini bekliyordum. Allah'a yemin ederim ki henüz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yerinden kalkmamıştı. Ev halkından herhangi biri de dışarı çıkmamıştı. İşte tam bu sırada vahiy indi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha önce olduğu gibi terlemeye başladı. Hatta kendisine inen sözün ağırlığından soğuk bir kış günü boncuk boncuk ter döküyordu. Vahiy tamamlanınca Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem güıümsedi. Ağzından çıkan ilk söz, "Ey Aişe! Allah senin masum olduğunu açıkladı," oldu. Bunun üzeri e annem: "Kalk ona git!" dedi. Ben: "Allah'a yemin ederim ki, ona gitmeyeceğim. Sadece Allah'a hamd edeceğim," dedim. Allah Teala "(Nebi'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın ... "(Nur 11) ayetinden itibaren on ayet indirdi. Ebu Bekir, Mistah İbn Üsase'ye hem akrabası, hem de yoksulolduğu için yardımda bulunuyordu. Allah Teala benim masum olduğumu açıklayınca "Allah'a yemin ederim ki, Aişe hakkında bu iftirayı attıktan sonra bundan böyle Mistah'a asla yardım etmeyeceğim!" dedi. Bunun üzerine Allah Teala "İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallanndan) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinier. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir, "(Nur 22) ayetini indirdi. Ebu Bekir de; Evet. Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın beni bağışlamasını daha çok severim," dedi ve tekrar ona yardım etmeye başladı. Sonra da şöyle dedi: Bir daha. asla ona yardımı kesmeyeceğim. Hz. Aişe olayı anlatmaya şöyle devam etti: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem benim durumum hakkında Zeyneb bint Cahş'a soru sorarmış. "Ey Zeyneb! Onun hakkında ne biliyorsun veya ne gördün?" dermiş. O da; "Ey Allah'ın elçisi! Kulağımı ve gözü mü koruyacağım. Onun hakkında sadece iyilik bilirim," diye karşılık verirmiş. Zeyneb, Rasulullah'ın eşleri arasında benimle en fazla rekabet edendi. Allah Teala takvası sayesinde onu korumuştu. Ama onun kız kardeşi Hamne, kızkardeşi adına benimle savaştı. Helak olan iftiracılarla birlikte o da helak oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadiste kur'a çekmenin dini bir yöntem olduğuna bir delil ve bu yöntemi reddedenlere bir cevap vardır. Kura'nın tarifi ve hükmü, "Kitabu'ş-şehadat"in sonlarına doğru "Babu'l-kur'a fi'l-müşkilat" başlığında (2689. hadisin izahında) geçmişti. Bu hadiste bahsi geçen gazve, Benlı Mustalık gazvesidir. Bu hadise örtün me emrinin inmesinden sonra yaşanmıştır. Örtünme ile kadınların, erkeklerin kendilerini görmelerinden korunmaları kastedilmiştir. Örtünme emrinden önce kadınlar, erkeklerin kendilerini görmelerinden korunmuyoriardı. Hz. Aişe bunu, insanların göremeyeceği şekilde hevdeçte bulunmasının sebebini açıklamak için bir girizgah olarak zikretmiştir. Nitekim onun hevdeçte seyahat etmesi, içinde bulunmadığı bir sırada içinde olduğu zannedilerek hevdecin taşınmasına neden olmuştur. Örtünme emrinden önce ise durum farklıydı. Muhtemelen o dönemde kadınlar, hevdeç olmadan bineklerin sırtına biniyorIardı. Ya da etrafı kapalı olmayan hevdeçlerle seyahat ediyorlardı. Bu yüzden Hz. Aişe, buna benzer bir olay yaşamamıştı. Çünkü onun devesi ile görevli olan kimseler, onun binip binmediğini biliyordu. Hz. Aişe'nin gerdanlığını kaybedip araması, İslam ordusunun gazveden dönüp Medine'ye yaklaştıkları bir sırada olmuştur. Hz. Aişe'nin kolyesi, içinde beyazlık bulunan siyah boncuklardan yapılmıştı. İbnu't-Tin'in anlattığına göre kolyenin değeri 12 dirhem imiş. Hz. Aişe'nin hevdecini deveye yükleyenler, alışageldikleri ağırlığın altında bir ağırlık hissetmemişlerdi. Hevdecin ağırlığı, yapıldığı ahşap, ip, perde vs. malzemelerin ağırlığından oluşuyordu. Hz. Aişe ise son derece zayıftı. Hevdeçte bulunması, hevdecin ağırlığını etkilemiyordu. Hasılı ağırlık ve hafiflik göreceli konulardandır. Çeşitli kıyaslamalara göre farklılık gösterir. Ayrıca bu hadis, Hz. Aişe'nin devesini yönlendirmekle görevli insanların son derece edepli ve hevdecin içinde ne olduğunu araştırmama konusunda hassasiyet sahibi olduklarını gösterir. Bu yüzden Hz. Aişe/nin hevdeçte olmamasına rağmen onu, orada zannetmişlerdir. Sanki onun uyuduğunu düşünmüşlerdi. Hz. Aişe hicretten sonra Şevval ayında dokuz yaşında iken Hz. Nebi ile zifafa girmiştir. Hz. Aişe'nin neden genç yaşta olduğunu ifade etmesinin gerekçesine daha önce işaret etmiştim. O, genç yaşta olduğunu söylemekle kopan gerdanlığı arama hırsı, oim tek başına arama ve gerdanlığının koptuğu nu ailesine haber vermeme konusunda mazur gör0lmesini açıklamak istemiş olabilir. Çünkü o, yaşı küçük ve tecrübesiz olduğu için böyle yapmıştı. Şayet küçük olmasaydı yapacağı ilerin sonunu düşünürdü. Nitekim buna benzer bir hadise daha olmuştu. Hz. Aişe bir kez daha kolyesini kaybetmişti. Bu olayın anlatıldığı rivayete göre o şöyle demişti: "Kolyemin kaybolduğunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bildirdim. O da insanları su bulunmayan bir yerde kolyemi buluncaya kadar bekletti. Bu yüzden teyemmüm ayeti indi." Bir konuda tecrübe sahibi olan ile tecrübe sahibi olmayanın durumu farklı olur. Hz. Aişe'nin bu rivayetinin açıklaması "Kitabu'tteyemmüm"de yapılmıştı. "Hz. Aişe neden beraberinde birini götürmedi. Böyle yapsaydı tek başına olan kimsenin başına gelecek şeylere karşı daha çok emniyet tedbiri almış olurdu. Gerdanlığını ararken geciktiğinde, arkadaşı ile haber salıp hareket etmek istediği zaman orduyu bekletebilirdi," şeklinde bir itiraz ileri sürülecek olursa, buna şu şekilde cevap verilir: Bütün bu soruların cevabı onun, "küçük yaşta" olduğunu söylemesinde vardır. Çünkü onun daha önce böyle bir tecrübesi olmamıştı. Daha sonra ihtiyaç gidermek için uzaklaştığında birini de yanında götürmüştür. Nitekim biraz sonra anlatılacağı gibi Mistah'ın annesiyle birlikte hareket etmiştir. Hz. Aişe'nin bulunduğu yerde uyumasına gelince; muhtemelen o, o esnada aşırı derecede üzüldüğünden uyuyakalmıştı. Kişinin hoşuna gitmeyen durumlar gamma neden olur. Gam da uyku getirir. Kişinin hoşuna gitmeyen durumların meydana geleceğine dair beklenti içinde olması ise tedirginliğe yol açar. Tedirginlik de insanın uyumasına engelolur. Belki de Hz. Aişe, küçük yaşta ve bedeni üşümüş bir halde iken seher vaktinin soğuğu karşısında uyuyakalmıştı. İbn İshak'ın rivayetinde şöyle geçmektedir: "Cilbabıma büründü m ve bulunduğum yere uzandım." Ya da Hz. Aişe Allah'ın bir lütfuna mazhar olmuştur. Gece vakti yalnızlığın vermiş olduğu ürpertiden kurtulması için Allah Teala ona uyku vermiştir. Safvan İbn Muattal faziletli bir sahabi idi. Bu hadisin açıklaması yapılırken onun ilk Müslümanlardan olduğunu gösteren delillere temas edilecektir. Bundan beş başlık sonra da Hz. Aişe'nin onun Allah yolunda şehit olduğuna dair sözü gelecektir. Hz. Aişe, onun bu olay yüzünden değil de, başka bir münasebetle Allah yolunda şehit olarak öldürüldüğünü kastetmiştir. İbn İshak onun, Hz. Ömer'in hilafeti döneminde h. 19. yılda Ermenistan savaşında şehit düştüğünü aktarmıştır. Safvan bir karaltı görmüştü. Ama o karaltının kadın mı, yoksa erkek mi olduğunu ayırt edememişti. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Aişe'nin uyuyunca yüzü açılmıştı. Çünkü cilbabına bürünüp uyuduğunu söylemişti. Hz. Aişe Safvan'ın "in na lillahi ve inna ileyhi radun" demesiyle uyanmış ve hemen yüzünü kapatmıştı. Safvan örtün me emrinin inmesinden önce Hz. Aişe'yi gören kimselerdendi. Bu da göstermektedir ki, Safvan, çok önceden Müsıüman.olmuştu. Çünkü örtünme ayeti Ebu Ubeyde ve bir grup müfessire göre hicretin 3. yılında Zilka'de ayında inmişti. Hz. Aişe, Safvan'ın "inna lillahi ve inna ileyhi raciun" demesiyle uyanmıştı. İbn İshak rivayetinde bunu açıkça belirtmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Aişe'nin başına gelenler Safvan'ı üzmüştü veya sonradan çıkacak söylentilerin meydana gelmesinden korkmuştu. Ya da başka bir cümle ile Hz. Aişe'ye hitap etmek yerine "inna lillahi ve in na ileyhi radun" diyerek sesini yükseltmekle yetinmişti. Nitekim Hz. Ömer, uyarmak istediği zaman yüksek sesle tekbir getirirdi. Safvan'ın bu şekilde hareket etmesi, onun zekasına ve sahip olduğu güzel edebe delalet eder. Safvan devenin ön ayaklarına basmıştı. Böylece Hz. Aişe'nin deveye kolayca binmesini sağlamıştı. Bir de deveye binerken onu tutma ihtiyacı hissetmemişti. Ebu Hureyre hadisinde, hadisin bu kısmı şu şekilde anlatılmıştır: Safvan yüzünü ondan çevirdi. Sonra devesini ona yaklaştırdı." Bu iftirayı dillerine dolayıp gezenler, sahih rivayetlerde anlatıldığına göre Abdullah İbn Übey, Mistah İbn Üsase, Hassan İbn Sabit ve Hamne bint Cahş'tır. İbn Ömer rivayetinde şöyle geçmektedir: Asker arasında iftira haberi yayıldı ve Hz. Nebi'e kadar ulaştı. Ordu Medine'ye ulaşınca Abdullah İbn Übey bu iftirayı insanlar arasında yaydı. Bu durum Rasulullah'a son derece ağır geldi. Hz. Nebi'in yanına gelip selam verdikten sonra "O nasıl?" demesinden Hz. Aişe bir katılık sezmişti. Ama bunun nedenini bilmediğinden de, öğrenmek için peşine düşmemişti. Fakat sonunda gerçek nedeni öğrenmişti. Annesi Mistah'a beddua etmişti. Bu konuda Ebu Muhammed İbn Ebi Cemre şöyle demiştir: Mistah'ın annesinin böyle beddua etmesi, muhtemelel1bilerek olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki o, Hz. Aişe'ye, gafil olduğu iftira hadisesini duyurmak için böyle bir yola başvurmuştur. Belki de bir tevafuk eseri böyle söylemiştir. Şöyle ki; Allah Teala bu sözün Mistah'ın annesinin ağzından çıkmasını dilemiştir. Böylece Hz. Aişe'nin, kendisi hakkında söylenen sözlerden haberdar olmasını istemiştir. Kumaların kıskançlık yüzünden birbirlerine zarar vermelerinden dolayı onlara " ........darair" denmiştir. Hz. Aişe'nin annesinin "Yavrucuğum! Kendini harap etme! Allah'a yemin ederim ki, pek çok kuması bulunan ve kocasının kendisini sevdiği güzel bir kadın aleyhinde kumalarının ileri geri konuşmadığı çok nadirdir," demesi, onun ne kadar zeki ve çocuğunu yetiştirirken ne kadar güzel davrandığını gösterir. Bu husus, üzerinde daha fazla durulmayacak kadar açıktır. Hz. Aişe'nin annesi, bu olayın kızına ağır geldiğini biliyordu. Bu yüzden, böyle bir olayla karşılaşan tek kadının kendisi olmadığını söyleyerek onu teselli etmiştir. Çünkü insan, başına gelen bir musibetin başkalarının da başına geldiğini öğrenince teselli bulur. Hz. Aişe'nin annesi, bu tesellisine onun zihnini yatıştıracak bir hususu da eklemişti. Söz konusu husus, Hz. Aişe'nin konum ve güzellik bakımından başkalarına karşı üstün olması idi. Kadınlar bu tür özelliklerle vasıflandınlmaktan hoşlanır ve rahatlarlar. Ayrıca onun bu sözlerinde Hamne bint Cahş'ın sözlerine bir işaret vardır. Çünkü Hamne'yi bu iftirayı dillendirmeye sevk eden husus, kızkardeşi Zeyne,b bint Cahş ile Hz. Aişe'nin kuma olmasıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, ..........ve leha darairu illa kessema aleyha ifadesindeki istisna, muttasıl istisnadır. Çünkü Hz. Aişe'nin annesi, bizzat kızının olayını kastetmemiş, aksine, genelolarak kumaların durumundan söz etmiştir. Her ne kadar Hz. AişeInin kumalarından, kumaların birbiririne karşı sarfettikleri sözler çıkmasa da, Hamne örneğinde olduğu gibi, onların yakınlarından bu tür sözler çıkmıştır. Diğer müminlerin anneleri gibi Zeyneb bint Cahş da takvası sayesinde Hz. Aişe hakkında söylenenleri dillendirmekten korunmuştur. Bu rivayette sadece Zeyneb'den bahsedilmesinin nedeni, onun konum bakımından Hz. Aişe'ye benzemesidir. Hişam İbn Urve rivayetine göre, Hz. Aişe şöyle demiştir: Gözyaşlarım boşalmaya başladı. Ağladıkça ağladım. Evin damında Kur'an okuyan Ebu Bekir sesimi duymuştu. Anneme; "Onun neyi var?" diye sordu. O da; "Hakkında söylenenlerden haberdar oldu ve gözyaşı dökmeye başladı," diyerek cevap verdi. Bunun üzerine babam: "Allah aşkına kızım evine [Hz. Nebilin evine] dön!" dedi. Ben de döndüm. Hz. Ali'nin "Ey Allah'ın elçisi! Allah Teala sana zorluk çıkarmamıştır. Aişe'nin dışında bir çok kadın var," demesi, Hz. Nebi'in tarafını tutmasından ileri gelir. Çünkü o, Hz. Nebilin, aşırı kıskançlığı yüzünden, Hz. Aişe hakkında söylenen sözlerden son derece üzgün olduğunu görüyordu. Bu yüzden Hz. AişeIden ayrıldığı takdirde, Hz. Aişe dolayısıyla üzülmesinin sona ereceğini, onun masum olduğunun kesinleşmesinden sonra da boşama ric'i olduğu için talaktan dönebileceğini düşünmüştür. Bundan şu sonuç ortaya çıkar: İki zarardan hangisi hafif ise o tercih edilir. İmam Nevevi de şöyle demiştir: "Hz. Ali, boşamayı Hz. Nebi bir maslahat olarak görmüş veanun söylenenlerden rahatsızlığına şahit olduğu için de, bunun böyle olması gerektiğine inanmıştır. Allah Resu!ü'nün zihninin rahata kavuşması için de, nasihat ederken elinden gelen bütün gayreti sarfetmiştir." Ebu Muhammed İbn Ebi Cemre de şöyle demiştir: "Hz. Ali, Hz. Nebi'e hanımını boşamasını kesin bir ifade ile işaret etmemiştir. Çünkü bu sözünün akabinde 'cariyesine sor, o sana doğruyu söyler,' demiştir. Dolayısıyla bu konuda kararı, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in araştırmasına bırakmıştır. Sanki Hz. Ali şöyle demiştir: 'Eğer bir an önce rahata kavuşmak istiyorsan, onu boşa. Yok eğer bunu istemiyorsan, Hz. Aişe'nin asum olduğunu öğreninceye kadar işin iç yüzünü araştır.' Çünkü Berire'nin sadece bildiklerinı ona söyleyeceğinden emin idi. Üstelik o, Hz. Aişe'nin tam masumiyetinden başka bir şey bilmiyordu. Hz. Nebi'in istişare için Hz. Ali ile Usame'yi seçmesine gelince, Hz. Ali onun evladı gibiydi. Çünkü onu kendisi yetiştirmiş ve yanından ayırmamıştı. Hatta onunla olan ilişkisini kızı Fatıma'yı onunla evlendirerek daha da yakınlaştırmıştı. Bu yüzden, başkasından daha fazla kendi özel durumu hakkında bilgiye sahip olan Hz. Ali'yi, eşiyle ilgili bir meselede istişare yapmak için seçmişti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem önemli meselelerde Ebu Bekir ve Ömer gibi sahabenin ileri gelenleri ile istişare yapardı. Üsame'ye gelince; o da Hz. Ali gibi uzun zaman Hz. Nebi'in yanında bulunmuş, sevgi ve ilgisine mazhar olmuştu. Bundan dolayı insanlar ondan "Rasulullah'ın sevgilisi" şeklinde bahsetmeye başlamışlardı. Hz. Nebi, babasını ve annesini değil de, Üsame'yi tercih etmiştLHer ne kadar Hz. Ali yaşça ondan büyük olsa da ikisi de gençti. Çünkü gençler, yaşlılara göre daha berrak zihne sahiptirler. Ayrıca gördüklerini açıklama noktasında ihtiyarlara göre daha cesurdurlar. Çünkü tecrübeli ve yaşlı insanlar, işlerin sonunu hesapa katarlar. Bu yüzden kimi zaman soranı, kimi zaman da hakkında soru sorulan kimseyi korumak için gördüklerini ve bildiklerini bazen gizlerler. Bu konudaki bazı rivayetıere göre, Hz. Nebi bu iki sahabi dışında başkalarıyla da istişare yapmıştır. İbn İshak'ın rivayetine göre, Berire Hz. Aişe hakkında şöyle demiştir: "Onu sadece şu hususta ayıplardım: Ben bir hamur yoğurur, onu da koruması için başına bekçi yapardım. Ama o, hamuru beklerken uyurdu." Miksem rivayetine göre is şöyle demiştir: "Onun yanında bulunmaya başladığım andan itibaren sadece bir kusurunu gördüm. Bir keresinde kendim için bir hamur yoğurmuştum. Ona; 'Ben ekmek yapmak için ateş alıp gelene kadar bu hamuru koru,' demiştim. Ama o, hamuru ihmal etmişti. Derken bir koyun gelip hamuru yemişti." Bu rivayet, hadiste geçen cr.-I...I.ll/ed-dacin kelimesi ile evde beslenip otlağa salınmayan koyunun kastedildiğini açıklamaktadır. Dacin kelimesinin ister koyun, ister kuş olsun, evde beslenen her türlü hayvan anlamına geldiği de ileri sürülmüştür. İbnu'l-Müneyyir haşiyesinde şöyle demiştir: "Berire'nin sözündeki istisna son derece mükemmel bir istisnadır. Çünkü bu istisna ile Hz. Aişe'nin kusurunun bulunmadığı hassasiyetle dile getirilmiştir. Hz. Aişe'nin hamuru ihmal etmesi, hakkında ortaya atılan iftiradan beri olduğunu, gafil mümin kadınlara daha yakın olduğunu gösterir." Nitekim Hişam İbn Urve rivayetinde Berire şöyle demiştir: "Hz. Aişe hakkında kuyumcu sarı altın hakkında ne biliyorsa, onu biliyorum." Bu söz şu anlama gelir: Kuyumcu, sarı altının diğer karışımlardan arınmış olduğunu nasıl biliyorsa, ben de Hz. Aişe'nin ayıplardan o derece uzak olduğunu biliyorum. Hattabi şöyle demiştir. "Hz. Nebi'in 'Aile efradım hakkında beni inciten birine karşı kim bana yardım eder?' sözü 'Ailem hakkında attığı bu çirkin iftira konusunda onun gerekçelerini kim ortadan kaldırır? Onu bu sözlerinden dolayı cezalandırdığım zaman benim mazur görüleceğimi kim ortaya koyar?' şeklinde de anlaşılabilir." İmam Nevevi bu ikinci alternatifi tercih etmiştir. Bu hadisin Ebu Evs rivayetinde şöyle bir ziyade vardır: Safvan İbn Muattal, Hassan için pusuya yatmış. Sonra ona bir kılıç darbesi indirmiş ve şu beyti okumuş: Yersin benden kılıcın kabzasını Çünkü ben delikanlıyım, yerilince şair olmam! Hz. Aişe'nin "o bu olaydan önce salih bir insan idi. Ama taassub ve tarafgirIik onu buna sevketti," sözü Vakıdi rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hz. Aişe onun hakkında şöyle dedi: 'O salih biriydi. Ama öfkesi bu şekilde davranacak kadar büyümüştü.' Ancak onu inancı konusunda ayıplamadı." Sa'd İbn Ubade'nin Sa 'd İbn Muaz'a dönerek "Allah'a yemin ederim ki, yalan söyledin! Sen ona ne öldürebilirsin, ne de öldürmeye gücün yeter," sözü hakkında İbnu't-Tin, Davı1di'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: "Yalan söyledin" sözÜ şu anlama gelir: Onu sen öldüremezsin. Çünkü Hz. Nebi onun hükmünü karara bağlamayı sana vermemiştir. Dolayısıyla onu öldürmeye gücün yetmez." Bu, gerçekten güzel bir yorumdur. Sa'd İbn Ubade, Abdullah İbn Übey'den nakledilen sözlerden dolayı hoşnut olduğunu kastetmemiştir. Hz. Aişe'nin onun için söylediği "Bundan önce o salih bir insandı," sözü şu anlama gelir: Sa'd'dan, daha önce Cahiliyye taassubuna kapıldığını gösteren her hangi bir davranış sadır olmamıştır. Hz. Aişe Sa'd'ın münafıkları savunduğunu kastetmemiştir. Hz. Aişe iki gece bir gündüz ağlamıştı. Mistah'ın annesinin iftira olayını kendisine haber verdiği geceyi, Hz. Nebi'in insanlara seslendiği günü ve o günün gecesini ağıtIa geçirmişti. Davudi şöyle demiştir: "Hz. Nebi, Hz. Aişe'ye eğer bir suç işledi ise bunu itiraf etmesini emretti. Bunu gizlerneye teşvik etmedi. Çünkü bu konuda Hz. Nebi'in eşleri ile diğer Müslümanların eşleri arasında fark vardır. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşlerinin yaptıklarını itiraf etmeleri farzdır. Ondan bir şeyi gizlerneleri caiz değildir. Çünkü bir Nebiin böyle bir şey yapmış hanımı ile evli kalması helal olmaz. Diğer insanların eşleri ise bu konuda farklı hükme tabidirler. Onlar, yaptıklarını gizlerneye çağırılırlar." Kadı Iyaz onun bu söylediğini şu şekilde eleştirmiştir: "Hadiste Davudi'nin söylediğine delil olabilecek bir bilgi yoktur. Allah Rasulü'nün sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Aişe'ye itiraf etmesini emrettiğine dair bir ifade de bulunmamaktadır. Hadiste Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem sadece kendisinin ve Rabbinin bildiği konularda Hz. Aişe'ye Allah'tan bağışlanma dileyip O'na tevbe etmesini emretmiştir. Hz. Aişe'ye yapılan emirde, açıkça insanların huzurunda söz konusu iftirayı itiraf etme söz konusu değildir. Onun bu cevabı Davudi'nin söylediklerini akla getirmektedir. Ancak ona göre itiraf edilecek suç herkesi kapsamamaktadır. Bu husus iyi düşünülmelidir." Kadı Iyaz'ın söylediklerini Hatıb'ın rivayetinde geçen şu ifadeler de desteklemektedir: "Hz. Aişe şunu söyledi: Babam bana; 'Eğer bir günah işlediysen Allah'tan bağışlanma dile. Yok işlemediysen Allah Resulü'ne mazeretini bildir,' dedi." Kurtubi şöyle demiştir: Üzüntü ve öfkeden biri başladığı zaman, bu musibetlerin ateşinin yüksekliğinden gözyaşı kesilir. Hz. Aişe, babasından, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kendisi adına cevap vermesini istemişti. Allah Resulü'nün sorusu Hz. Ebu Bekir'in muttali olmadığı işin iç yüzü ile ilgili olmasına rağmen, Hz. Aişe bu konuda bilgisi olmayan babasından cevap vermesini istemişti. Böylece, babasının gördüğü hale muhalif bir durumun, görmediği bir ortamda gerçekleşmediğine işaret etmiştir. Sanki Hz. Aişe babasına şöyle demiştir: "Dilediğin şekilde benim masum olduğumu söyle. Çünkü sen, söylediğin sözler konusunda Allah Resulü yanında güvenilir birisin." Hz. Ebu Bekir kızına "Bilmiyorum" diyerek cevap vermiştir. Çünkü o, Hz. Nebi'e çok uyan biriydi. Bu yüzden mana bakımından soruya uygun cevap vermiştir. Ayrıca o, Hz. Aişe'nin masum olduğu kesinleşmiş olsa bile, kendi çocuğunu temize çıkarmaktan hoşlanmazdı. Benzer şekilde annesinin cevabı da "Bilmiyorum," olmuştu. Hişam İbn Urve rivayetinde "Ne diyeyim?" Ebu Üveys rivayetinde ise "Babama; 'cevap ver' dedim. O da; 'Bunu yapmayacağım. Çünkü o Allah'ın elçisi ve ona vahiy gelir,' diye karşılık verdi." Hz. Aişe küçük yaşta olduğunu söylerken, masum olduğunu ifade etmeye bir giriş yapmıştı. Ama o, ileride geleceği gibi Hz. Yakub'un adını aklına getirememişti. İbn İshak rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim ki, hiç korkmadım. ÇünkÜ masum olduğumu ve Allah'ın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. Annem ve babama gelince; Allah Resellü'ne vahyin gelmesi tamamlanınca, insanların söylediklerinin gerçek çıkmasından korktukları için onların bir an öleceğini zannetmiştim." Füleyc rivayetine göre Hz. Nebi Hz. Aişe'ye "Ey Aişe! Allah'a hamd et! O senin masum olduğunu bildirdi," demiştir. Ma'mer rivayetinde ise "Müjde! ziyadesi vardır. Hz. Aişe'nin Hz. Zeyneb'in kendisi ile rekabet içinde olduğunu söylemesi iki manaya da gelebilir: a)Hz. Nebi nezdinde benim elde ettiğim yeri ve makamı istiyor. b) Kendi konumunun benim konumum gibi olduğunu sanıyar. Hz. Aişe'nin "Helak olan iftiracılarla birlikte o da helak oldu," sözü, iftirayı dile getirenlerle bir oldular veya onlarla birlikte günaha karıştılar anlamına gelir. Hadisten çıkan sonuçlar 1- Bir çok raviden birleştirip özetleyerek hadis nakletmek caizdir. Bu meseleyi daha önce ayrıntılı olarak ele almıştık. 2- Kura çekmek dini bir temele dayanmaktadır. Hatta kadınlar arasında savaş için dahil, onlarla birlikte yolculuk yapmak veya onlarla yola çıkmak için kura çekmek dinen uygun bir yöntemdir. 3- Bir kısım insanları medhedip bir kısım insanları yermeyi içerse bile, bir kimsenin kendi güzel yönlerini anlatması, şahsı hakkında dillendirilen bir dedikoduyu önlemek veya bu dedikoduyu işiten kimseleri bundan korumak şartı ile caizdir. 4- Bir kimsenin günaha bulaşmaması için özen göstermek, o kimsenin gü- nah işlemesi için serbest bırakılmasından evıadır. 5- İhtiyaç duyulduğu anda konuşmaya girizgah yapılabilir. 6- Hevdeç kadınların örtünmesi konusunda ev hükmündedir. 7 - Her ne kadar zor olsa da, kudret dahilinde olduğu zaman kadınların devenin sırtındaki hevdece binmesi uygundur. 8- Kadın bir örtünün arkasında olduğu sürece, yabancı erkekler ona hizmet edebilir. 9- Kadınların üzerlerinde olmayan bir örtü ile örtünmeleri caizdir. 10- Kadınlar, genel örfe dayanan genel izne binaan kocalarından özel bir izin almadan tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için tek başlarına boş alana yöne lebilirler. 11- Kadınların, yolculuk sırasında gerdanlık vb. takılarla süslenmesi caizdir. 12- Az da olsa malın korunması gerekir. Çünkü malın ziyan edilmesi yasaklanmıştır. 13- Hz. Aişe'nin gerdanlığı altın veya değerli başka bir taştan yapılmamıştı. 14- Mal hırsı taşımak iyi değildir. Çünkü Hz. Aişe, gerdanlığını ararken çok vakit kaybetmeseydi, çabucak askerin konakladığı yere dönerdi. Ama ihtiyaçtan fazla aramaya koyulunca meydana gelen hadiselere zemin hazırlamış oldu. Buna benzer bir durum da, birbiriyle tartışan iki kişi hakkında gerçekleşmişti. Nitekim bu insanlar yüzünden kadir gecesinin hangi gece olduğu bilgisi geri alınmıştı. Bu iki kişi tartışmada mutlaka olması gereken sınırları aşarak ileri gidip seslerini yükseltmişlerdi. Onların bu durumu, kadir gecesinin ne zaman olduğuna dair bilginin geri alınmasına neden olmuştu. 15- Ordu, komutanınizni ile durur. 16- Ordudaki askerlerden biri veya bir kısmı ordunUn arkasından gelmek için görevlendirilebilir. Bu durum, zayıf kimselerin taşınması, düşen eşyaların toplanması vs. maslahatlara binaen daha güvenli olur. 17 - Musibet anında "İnna lillahi ve in na ileyhi raciun" denir. 18- Namahrem birinin kendisine baktığı sırada kadının yüzünü kapatması gerekir. 19- Susuz kimseye su vermek, kafileden geride kalana yardım etmek, kaybolanı kurtarmak, önemli mevkilerde bulunanlara ikramda bulunmak, bineğe binme konusunda onları tercih etmek ve bunları yaparken karşılaşılacak sıkıntılara katlanmak. 20- Yabancılara, özellikle de kadınlara güzel davranmak. Başbaşa kalındığı durumlarda kadınlara daha da güzel davranmak. 21- Kadınların önünde yürümek gerekir. Böylece kadınlar, zihin bakımından rahat olurlar. Yürürken açılabilecek yerlerine erkeğin bakması gibi durumlardan emin olurlar. 22- Hanımlara karşı ilgi göstermek, onlara güzel davranmak gerekir. Ancak her ne kadar kesinlik kazanmasa da, hanımın bir kabahat işlediğine dair söylentilerin yayılması halinde erkek, bu tür güzellikleri azaltabilir. Bunun şu faydası vardır: Kadın, mevcut durumun değişmesi karşısında uyanır ve ona göre davranır veya suçunu itiraf eder. 23- Hasta yakınlarının hastaya, hastalığının daha fazla ilerlernemesi için zihnen onu rahatsız edecek haberleri iletmemesi gerekir. 24- Hastanın durumu sorulur. 25- Konuşma ve ilgi bakımından eşi yalnız bırakmanın aşamaları vardır. Şayet yalnız bırakmanın nedeni kesinlik kazanmışsa, eş, tamamen terkedilir. Yok eğer ortada zanna dayalı bir durum söz konusuysa, bu durumda ilgi ve alaka azaltılır. Eğer ortada şüpheli veya ihtimalli bir durum varsa, kocanın hanımına karşı ilgi ve alakasını biraz azaltması yerinde olur. Fakat onun hakkında söylenenlere göre hareket edemez. Böylece kocanın eşi hakkında söylenenlere aldırmadığı şeklinde bir izlenimin oluşmasına sed çekilmiş olur. Çünkü bu tür sözlere aldırmamak, insanın şerefine zarar verir. 26- Kadın, ihtiyacını gidermek için dışarı çıktığı zaman, kendisine yakın gördüğü veya kendisine hizmet eden güvenilir kadınlardan birini de yanında götürür. 27- Müslüman, Müslümanı, özellikle de değerli insanları savunur. Hatta onlara eziyet verenler kendi yakınları olsa dahi, bir şekilde onları engeller. 28- Bedir savaşına katılan Müslümanların üstünlüğü açıklanmıştır. 29- Dinleyen kimse yalan olduğuna inandığı bir haberi duyunca "SubhCınalldh!" der. Bunun açıklaması ise şu şekildedir: Allah Teala Hz. Nebi'in yakınları hakkında kötü bir şeyi meydana getirmekten münezzehtir. Bu yüzden buna benzer konularda "SubhCınalldh!" diyerek Allah'a şükretmeye başlanır. Ebu Bekir İbnu'l-Arabı buna dikkat çekmiştir. 30- Kadının, kendi babasının evine gidecek olsa bile, evinden çıkması kocasının iznine bağlıdır. 31- Kişi, akrabalık veya başka bir bağ ile kendisine güvendiği sırdaşlarıyla istişare yapabilir. Kendilerinden daha yakın akrabalar olsa bile görüşlerinin isabetli olduğu tecrübe yoluyla sabit olan kimseler istişarede öncelenir. 32- Bir suç ile itham edilen kimsenin durumu araştırılır. 33- Bir suç ile itham edilen kimsenin gerçek durumunun anlaşılması için onun hakkında konuşmak gıybet sayılmaz. 34- Birini temize çıkarırken "Onun hakkında sadece hayır biliyorum," denebilir. Bu ifadenin, tezkiye edilen kişinin özel durumuna muttali olan kimse tarafından daha önce adaleti ortaya çıkmış kimseler hakkında söylenmesi tezkiye açısından yeterlidir. 35- Şahitlik konusunda iyice araştırma yapılır. 36- Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi lehine ancak vahiyden sonra karar vermiştir. Nitekim ifk hadisesinde vahiy inmeden önce hiçbir konu hakkında kesin karara varmamıştır. 37- Allah ve O'nun elçisi için kızma kınanamaz. 38- Bu hadiste, Hz. Aişe'nin, onun anne ve babasının, Safvan'ın, Ali İbn Ebi Talib'in, Üsame'nin, Sa 'd İbn Muaz'ın ve Üseyd İbn Hudayr'ın bir çok faziletine temas edilmiştir. 39- Batıldan yana olanlar için taassub göstermek, kişiyi "salih" olmaktan uzaklaştırır. 40- Batıla gönül verenlere hakaret edilebilir ve bu kimselere, aslında kendilerinde bulunmasa bile, hoşlarına gitmeyen sıfatlar yakıştırılabilir. Şayet söz konusu kötü sıfatın benzerleri o kimselerde bulunuyorsa, bu durumda onlara karşı sert davranmak bakımından bu tür sıfatlar yakıştırmak caiz olur. 41- Husumeti sona erdirmek, fitne ateşini söndürmek ve bunlara yol açacak nedenleri ortadan kaldırmak gerekir. 42- Zararı büyük olandan korunmak için, zararı küçük olanlar tercih edilebilir. 43- Rahatsızlıklara katlanmak erdemdir. 44- Çok yakın dost olsa bile, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e muhalefet edenlerden uzaklaşmak gerekir. 45- Hz. Nebi'e sözü veya davranışıyla eziyet verenlerin hükmü öldürülmektir. Çünkü Sa'd İbn Muaz, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e incitenleri öldüreceğinden bahsetmiş, Hz. Nebi de buna itiraz etmemiştir. 46- Hz. Ebu Bekir olayları araştıran biriydi. 47- Tevbe, İslam'ın meşru' kabul ettiği bir yoldur. Günahını itiraf edip yeniden işlediği günaha dönmeyenlerle, samimi olanların tevbesi kabul edilir. Sadece günahı itiraf, tevbenin kabulü için yeterli değildir. 48- SÖzü tasdik edilen kimse tarafından yapılıyor olsa bile, işlenmemiş bir günahın itirafı caiz değildir. İşlemediği günahı itiraf eden kimse bundan dolayı sorumlu tutulamaz. Suçsuz kimsenin yapması gereken doğruyu söylemek veya susmaktır. 49- Sabrın neticesi takdir edilir. Sabır gösterenlere de imrenilir. 50- Konuşma sırasında önce büyük!ere söz verilir. 51- Kendisine karışık gelen meselelerde kişi susabilir. 52- Yeni bir nimete kavuşan veya bir musibetten kurtulan kimse müjdelenebilir. Bu sırada gülünebilir ve sevinilebilir. Müjde alınca gülrnek, sevinmek ve iyi haberi yaymak caizdir. 53- Yaşı küçük olmak vb. nedenlerden dolayı musibet karşısında sızlananlar mazur görülür. 54- Bir suç işlediği sanılan ancak daha sonra suçsuz olduğu anlaşılan kimseye iyi haber birden aşırı derecede sevinip helak olmasın diye yavaş yavaş söylenir. Bu prensip Hz. Nebi'in Hz. Aişe'nin masumiyetini gösteren vahiy inince gülümsemesinden, sonra onu müjdelemesinden, ardından da genel bir ifade ile masum olduğunu söylemesinden ve en sonunda bizzat kendisine ayetleri okurnasından çıkarılır. 55- Musibetin şiddeti artınca akabinde mutluluk gelir. 56- İşlerini Allah'a havale edenler erdemli kimselerdir. 57- Allah yolunda infak etmek, özellikle de akrabaya iyilik etmek teşvik edilmiştir. 58- Kendisine kötülük eden veya onu hoş gören kimse için bağışlanma gerçekleşir. 59- Başkasına iyilik etmeyeceğine dair yemin eden kimselerin, yeminlerini bozmaları müstehaphr. 60- Hayret anında ve büyük olayla karşılaşıldığı sırada "Subhanallah!" denir. 61- Gıybet kötüdür. Gıybete kulak vermek de iyi değildir. 62- Gıybet edenler azarlanır. Özellikle gıybet, işlemediği bir mesele hakkında mümin birini töhmet altında bırakıyorsa, gıybet edenlere engelolunur. 63- Kötülüğü yaymak zemmedilir . 64- Hz. Aişe'nin masumiyeti hakkında şüphe taşımak haramdır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın annesi Ümmü Ruman'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Aişe'ye iftira atılınca bayılıp yere yığılmıştı. Fethu'l-Bari Açıklaması: .......Telakkavnehu (Nur 15) "onu birbirinizden nakledersiniz" tefsirini Firyabi senetli olarak şu şekilde nakletmiştir: "Bu fiil, bir şeyi alıp kabul etmek anlamına gelen ..........telakkı kökünden türemiştir." Meşhur kıraate göre bu böyledir. Ebu Ubeyde ve diğer bazı müfessirler, bu kelimenin bu anlama geldiğini kesin bir ifade ile söylemişlerdir. .......telakkavnehu fiilinin başında bulunan iki tadan biri hazfedilmiştir. İbn Mes'ud ise bu fiili iki ta ile okumuştur. Hz. Aişe ve Yahya İbn Ya'mer kıraatine göre bu kelime .....telikune şeklinde okunmuştur. Bu durumda bu kelime yalan anlamına gelen ......velk kökünden türemiştir. Fena bu konuda şöyle demiştir: .......velk, "yürüyüşü ve yalanı sürdürmek" anlamına gelir. İşi gücü yalan olan kimselere ........elk ve elek denir. Mureysi' gazvesinden bahsedilirken, Hz. Aişe'nin bu ayeti bu şekilde okuduğu açıkça geçmişti. Nitekim İbn Ebı Müleyke bu konuda şöyle demiştir: "Hz. Aişe, kendisi hakkında indiği için bu ayeti diğerlerinden daha iyi bilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebı Müleyke'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Hz. Aişe'yi bu ayeti [en-Nur 15] .........iz telikunehu bi elsinetiküm şeklinde okurken işittim
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebi Müleyke'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas, ölümünden kısa bir süre önce, ölümün emarelerinin görüldüğü bir sırada Hz. Aişe'nin yanına girmek üzere izin istedi. Hz.' Aişe, "Beni övmelerinden endişe ediyorum," diyerek [bu talebi geri çevirdi]. Bunun üzerine ona; "İzin isteyen Hz. Nebi'in amcasının oğlu ve Müslümanların önde gelenlerinden biri," dendi. Hz. Aişe de; "Öyleyse ona müsaade edin gelsin," dedi. İbn Abbas ona; "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Hz. Aişe de; "Eğer mütlaki isem iyiyim," şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Allah'ın izni ile iyi olursun. Sen, Allah ResD.ıü'nün sallallahu aleyhi ve sellem eşisin. O senden başka bakire biriyle evlenmedi. Masum olduğunu bildirmek için hakkında ayet indi," dedi. İbn Abbas'tan sonra içeri İbnü'z-Zübeyr girdi. Hz. Aişe ona şöyle dedi: "İbn Abbas yanıma geldi ve beni övdü. Halbuki ben, unutulan biri olmayı dilemiştim." [-4754-] Kasım, İbn Abbas'ın Hz. Aişe'nin yanına girmek için izin istediğini ve hadisin geri kalan kısmını nakletli. Ancak Hz. Aişe'nin "Halbuki ben, unutulan biri olmayı dilemiştim," sözünden bahsetmedi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Zekvan rivayetine göre, İbn Abbas oturunca Hz. Aişe'ye "Müjdeler olsun!" demiş, o da; "Olsun bakalım," şeklinde karşılık vermiş. Sonra ıbn Abbas şöyle demiştir: "Muhammed'e ve sevdiklerine kavuşman için ruhun bedenden çıkmasından başka bir engel kalmadı." Yine İbn Zekvan rivayetinde hadisin "Allah'ın izni ile iyi olursun. Sen, Allah ResD.ıü'nün sallaılahu aleyhi ve sellem eşisin. O senden başka bakire biriyle evlenmedi," kısmı şu şekilde geçmektedir: Sen Allah ResD.ıü'nün sallallahu aleyhi ve sellem en fazla sevdiği eşisin. O ancak iyileri severdi." Hz. Aişe de, diğer takvalı insanlar gibi unutulmuş biri olarak ölmeyi istemiştir. Onun bu isteği kendisi hakkında duyduğu büyük endişeden ileri geliyordu. Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- İbn Abbas derin ilme sahipti. 2- İbn Abbas, sahabe ve tabiD.n nezdinde önemli bir yere sahipti. 3- Hz. Aişe alçakgönüllü biriydi. 4- Hz. Aişe son derece erdemli bir kadındı. 5- Hz. Aişe dini konularda son derece titizdi. 6- Sahabe müminlerin annelerinin yanına izin almadan girmezdi. 7 - Yaşı küçük olan kimse, evla olanın hilafına, bir yola saptığını görünce kendisinden büyük birine görüşünü belirtir. 8- İlim ehline ve dini bakımdan önder olan kimselere saygı göstermeye özen gösterilmelidir. 9- Alimlerin ve dini önderlerin hak ettiği saygı, masıahat çerçevesine oturmayan bir nedenden dolayı terk edilemez
- Bāb: ...
- باب ...
İbnu Avn, el-Kaasım'dan tahdîs etti de: İbn Abbâs radıyallahü anhüma Âişe'nin huzuruna girmek için izin istedi, deyip yukarıdaki hadîsin benzerini söyledi, fakat "Nisyen mensiyyen" kısmını zikretmedi. Allah'ın Şu Kavli: siz îmân eden kimselerseniz böyle birşeye hayâtta bulunduğunuz müddetçe bir daha dönmenizi size haram kılıyor”(Âyet:)
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, o demiştir: Hassan İbn Sabit yanına girmek için izin istedi. [Mesruk] "Bu adama izin verecek misin?" diye sordum. Bunun üzerine Hz. Aişe: "O, büyük azaba uğrayanlardan değil miydi?" diye sordu. Süfyan, Hz. Aişe'nin bu sözü ile Hassan'in görme duyusunu yitirdiğini kastettiğini söylemiştir. [Nihayet Hassan onun yanına girip onun için] şu beyitleri okudu: Hiçbir şüphe ile itham edilmeyen iffetli've ağırbaşlı Habersiz kadınların etini yemeden aç çıkar sabahlara Bunun üzerine Hz. Aişe: "Ama sen ... " dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hassan İbn Sabit Hz. Aişe'nin yanına girdi ve ona iltifatta bulunup şu beyitleri okudu: Hiçbir şüphe ile itham edilmeyen iffetli ve ağırbaşlı Habersiz kadınların etini yemeden aç çıkar sabahlara Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle söyledi: "Ama sen ... " Ben de Hz. Aişe'ye; "Allah Teala 'Onlardan (elebaşlık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse' (Nur 11) buyurmuşken, böylelerinin yanına girmesi için izin mi veriyorsun?" dedim. O da; "Körlükten daha büyük azab mı olur!" dedi ve arkasından şunu ekledi: Hassan Hz. Nebi'i şiirleri ile savunurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: "........Hasan kelimesi ile erkeklerden ve onların kendisine bakmasından sakınan kadın kastedilir. ".........Razan ise az hareket etmek anlamına gelen ...........razane kökünden türemiştir. .....tuzennu "iftira atılır" demektir.....Ğarsa ise "açlıktan karnı karnına yapışmış" anlamına gelir. Bununla Hz. Aişe'nin hiçkimsenin gıybetini yapmadığı anlatılmıştır. Burada bir istiare söz konusudur ve gıybet hakkında inen şu ayete işaret edilmiştir: "Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?"(Hucurat 12) ......Ğavafil ise .....ğafile kelimesinin çoğuludur. İffetli ve kötülükten haberi olayan kadınlar anlamına gelir. Bununla Hz. Aişe'nin, ölülerin etini yemeye benzetilen insanların gıybetini yapmaktan uzak olduğu ifade edilmiştir. Et, kemiği örten bir tabakadır. Gıybet eden, gıybetini ettiği kişinin adeta örtüsünü açmıştır. Bu bakımdan gıybet, ölü eti yemeye benzetilmiştir. Hz. Aişe'nin "Ama sen ... " sözü Şuayb rivayetinde şu şekilde geçmektedir: "Ama sen öyle değilsin ... " O rivayetin de sonunda şu ziyade vardır: Hassan Hz. Nebi'i şiirleri ile savunurdu. Bu bilgi Megazı bölümünde başka bir senetle Şu'be'den şu lafızIa geçmişti: Hassan, Hz. Nebi'i savunuyor veya onu hicvedenleri hicvediyordu. Hz. Aişe'nin "Ama sen ... " sözü, Hassan'ın da ifk hadisesine karışanlardan olduğunu gösterir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe, yanında Hassan'a hakaret edilmesinden hoşlanmazdı. Böyle bir şeyle karşılaştığı zaman şöyle derdi: O şu beyitleri söyleyen biri. Babam, annem ve namusum size karşı Muhammed'in namusuna kalkandır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayt edilmiştir: Hakkımda dedikodular çıkmıştı. Ben ise hiçbirşeyden haberdar değildim. İşte o zaman Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim hakkımda insanlara bir konuşma yapmış. İlk önce kelime-i şehadet getirmiş. Akabinde Allah'a hamd edip O'nun layık olduğu övgüleri sıralamış. Sonra şöyle buyurmuş: "Esas meseleye gelince ... Şimdi bana, eşim hakkında ileri geri konuşan kimseye ne yapmam gerektiği konusunda düşüncelerinizi açıklayın. Allah'a yemin ederim ki; ben, eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onu, Allah'a yeminle söylüyorum ki, hiç kötü olarak tanımadığım bir adamla suçladılar. O adam evime ancak ben varsam girerdi. Bir yolculuğa çıkarsam, o da benimle çıkardı." . Bunun üzerine Sa'd İbn Muaz kalkıp; "Ey Allah'ın elçisi! Bana müsaade et, onların boyunlarını vurayırn!" demiş. Peşinden Hazreç'ten biri kalkmış. Hassan İbn Sabit'in annesi bu adamla aynı kabiledendi. Sonra o adam şöyle demiş: "Yalan söyledin. allah'a yemin ederim ki, iftira atanlar Evs kabilesinden olsaydı, onların boyunlarının vurulmasını istemezdin!" Bunun üzerine neredeyse Evs ile Hazreç arasında mescidde bir çatışma meydana gelecekmiş. Bütün bu olup bitenlerden benim haberim yoktu. O günün akşamı bir ihtiyacımı gidermek için evden çıktım. Yanımda Ümmü Mistah vardı. Derken o tökezledi ve "Mistah kahrolsun," dedi. Ben de; "Anne, oğluna mı beddua ediyorsun?" diye sordum. Mistah'ın annesi sustu. Sonra bir kez daha tökezledi ve yine "Mistah kahrolsun!" dedi. Ona; "Anne, oğluna mı beddua ediyorsun?" diye sordum, yine sustu. Sonra üçüncü kez tökezledi ve yine "Mistah kahrolsun!" dedi. Bu defa ona çıkıştım. Bunun üzerine o: "Allah'a yemin ederim ki, ben ona ancak senden dolayı hakaret ettim," dedi. Ben de; "Benim hangi durumumdan dolayı?" diye sordum. Bunun üzerine hakkımda konuşulanları bana anlattı. Şaşkınlıkla, "Bunlar oldu mu?" diye sordum. O da; "Vallahi evet," diye cevap verdi. Hemen evime döndüm. Evimden çıktığım şeyin ne azını, ne de çoğunu hissediyordum. Hastalığım artmıştı. Bu yüzden allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Beni babamın evine gönder," dedim. O da bir çocukla birlikte beni gönderdi. Nihayet babamın evine girdim. O esnada Ümmü Ruman aşağıdaydı, Ebu Bekir ise yukarıda Kur'an okuyordu. Annem: "Kızım neden geldin?" diye sordu. Ben de ona durumu haber verdim ve hakkımda söylenenleri anlattım. Bir de baktım ki, annem benim kadar bu olaya üzülmüyor. Sonra annem şöyle dedi: "Kızım, bu konuyu bu kadar sorun etme. allah'a yemin ederim ki, kocası tarafından sevilen ve kumaları bulunan güzel bir kadına, kumalarının haset etmediği ve onun hakkında ileri geri konuşulmadığı pek nadirdir." Hayret, annem benim üzüldüğüm kadar üzülmemişti. Ona; "Babamın bu olaydan haberi var mı?" diye sordum. "Evet," diye cevap verdi. Bu defa, "Peki Allah Resulü'nün bundan haberi var mı?" diye sordum. "Evet, Rasululullah sallallahu aleyhi ve sellem de biliyor," diye cevap verdi. Birden gözümden yaşlar boşaldı ve ağlamaya başladım. Derken Ebu Bekir yukarıda Kur'an okurken sesimi işitti ve aşağı indi. Anneme; "Neyi var?" diye sordu. Annem de; "Hakkında söylenenlerden haberdar oldu ve gözleri doldu," diye cevap verdi. Bunun üzerine babam şöyle dedi: Allah aşkına kızım, mutlaka evine dön. Evime döndüm. Hz. Nebi evime geldi. Beni, hizmetçi me sordu. O da şöyle cevap verdi: "Ne münasebet! Allah'a yemin ederim ki, onun hiçbir ayıbını bilmiyorum. Ancak şu kadarı var ki, o uyur kalırdı. Nihayet koyun içeri girer mayalı hamurunu veya normal hamurunu yerdi." O an Hz. Nebi'in asahabından bazıları ona; "Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e doğru söyle!" diye çıkıştılar. Hatta bizzat o meseleyi ona hatırlattılar. Bunun üzerine hizmetçim: "Subhfınallfıh! Allah'a yemin ederim ki, kuyumcu sarı altın külçesini nasıl biliyorsa, ben de onu öyle bilirim," dedi. Bu söylenti iftiraya maruz kalan adamın da kulağına ulaşmıştı. Bu yüzden o şöyle demiştir: "Subhanallah! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini çıkarmadım." Hz. Aişe şöyle dedi: Bu adam, Allah yolunda şehit oldu. Annemle babam, yanı başımda sabahladılar, beni yalnız bırakmıyorlardı. Nihayet ikindi namazını kıldıktan sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi. Annemle babamın biri sağımda, diğeri solumda oturuyordu. O sırada Rasuluilah sallallahu aleyhi ve sellem içeri girdi. Sonra Allah'a hamd edip O'na övgüler sıraladı. Akabinde şöyle buyurdu: "Esas konuya gelince, Ey Aişe! Eğer bir kötülüğe bulaşmış veya zulmetmişsen Allah'a tevbe et! Çünkü Allah kullarının tevbesini kabul ederı" O sırada ensardan bir kadın geldi ve kapının önüne oturdu. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Bu meseleleri şu kadının yanında açmaktan hiç utanmıyor musun?" dedim. Yine de Rasulullah nasihatini tamamladı. Bunun üzerine babama dönüp; "Ona cevap ver!" dedim. Babam: "Ne cevap vereyim?" diye karşılık verdi. Bu defa annerne döndüm ve "Ona cevap ver dedim!" O da; "Ne diyeyim?" şeklinde cevap verdi. Her ikisi de Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e cevap vermeyince kelime-i şehadet getirdim, Allah'a hamd edip O'na layık olduğu övgüleri sıraladım. Ardından şöyle söyledim: "Demem o ki; Allah'a yemin ederim ki, ben size 'bunu yapmadım,' desem -ki Allah benim doğru söylediğimi çok iyi biliyor.- yine de bu sözüm sizin yanınızda bana fayda vermez. Çünkü siz bu konuyu konuşmuşsunuz. Kalbiniz de bu meseleye iyice inanmış. Şayet 'ben bunu yaptım,' desem -ki Allah benim bunu yapmadığımı iyi biliyor.- 'Aişe suçunu nefsine karşı itiraf etti' diyeceksiniz. O sırada Hz. Yakub'un adını aklıma getirmeye çalıştım ama bir türlü getiremedim.-Bu yüzden Allah'a yemin ederim ki, ben sizinle benim durumum için Yusuf'un babasının şu sözünden başka bir söz bulamıyorum: "Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır. " (Yusuf 18) Tam o esnada Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e vahiy geldi. Bizler sustuk ve vahiy tamamlandı. Ben, Hz. Nebi'in alnını silerken yüzündeki sevinci görüyordum. Hz. Nebi şöyle buyurdu: "EyAişe! Müjdeler olsun sana! Allah Tea/a masum olduğunu belirten vahiy indirdi." Ama ben, şimdi öncekinden daha öfkeli idim. Anne-babam: "Kalk Rasulullah'a git!" dediler. Ben: "Hayır! Allah'a yemin ederim ki, ona doğru kalkıp gitmem. Ne ona, ne de size hamd ederim. Ama benim masum olduğuma dair vahiy indiren Allah'a hamd ederim. Siz o iftirayı işittiniz, fakat ne inkar ettiniz, ne de değiştirdiniz," dedim. Hz. Aişe olayı anlatmaya şöyle devam etmiştir: Zeyneb bint Cahş'ı dine bağlılığı sayesinde Allah korumuştu. Bu yüzden benim hakkımda ancak hayır söylemişti. Ama kız kardeşi Hamne, helak olanlarla birlikte helak olmuştu. İfk hadisesi hakkında konuşanlar, Mistah, Hassan İbn Sabit ve münafık Abdullah İbn Übey idi. Hele Abdullah, bu iftiranın yayılmasını istiyordu. Sağda solda konuşulanları derliyordu. Bu iftirayı dillerine dolayanların başını o ve Hamne çekiyordu. Ebu Bekir asla Mistah'a bir yarar sağlamayacağına dair yemin etti. Bunun üzerine Allah Teala "İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir, "(Nur 22) ayetini indirdi. Bu ayette "İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler" ifadesi ile Ebu Bekir; "yoksullara" ifadesi ile de Mistah kastedilmişti. Sonunda Ebu Bekir şöyle dedi: Evet, Allah'a yemin ederim ki; Ey Rabbimiz! Bizi bağışlarnam severiz," dedi veeskiden olduğu gibi Mistah'a yardım etti
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Allah Teala ilk muhacir kadınlara merhametiyle muamele etsin. "Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler," ayetini indirince, onlar, elbiselerini yırtıp elde ettikleri parça ile başlarını örttüler
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Baş örtülerini yakalarının üzerine {kadar} örtsünler," ayeti inince, kadınlar elbiselerini tutup alt uç kısımlarından yırttılar ve yırttıkları o parça ile başlarını örttüler. Fethu'l-Bari Açıklaması: Öyle anlaşılıyor ki, ........ve'l-yedribne (vursunIar) fiilinde tazmin sanatı vardır. Bundan dolayı "salsınıar" anlamına gelir. Çünkü .......ala harf-i cerri ile kullanılmıştır. ......İhtemerne "kadınlar yüzlerini kapattı," anlamına gelir. Bu da şu şekilde olurdu: Kadın, baş örtüsünü başına koyar, sonra sağ tarafından sol omzuna doğru salardı. Buna "tenekku'" da denir. Bera şöyle demiştir: "Cahiliyye döneminde kadınlar baş örtülerini sırtlarına salarlardı. Gerdanlarını ise açık bırakırlardı. Bu yüzden örtÜnmeleri emrediidi. Kadınların başörtüsü erkeklerin sarığına benzer." Hakim, Zeyd İbnu'l-Habbab kanalıyla bu rivayeti İbrahim İbn Nafi'den "Ensar kadınları elbiselerini tutup ... " lafzı ile nakletmiştir. İbn Ebı H3tim ise Abdullah İbn Osman İbn Heysem kanalıyla Safiyye'den bunu açıklayan bir rivayet aktarmıştır: Hz. Aişe'nin yanında Kureyşli kadınlardan ve onların faziletlerinden bahsettik. Bunun üzerine Hz. Aişe onlar hakkında şöyle dedi: Kureyş kadınları faziletlidir. Ancak Allah'a yemin ederim ki, Ensar kadınlarından daha faziletlisini, Allah'ın kitabını daha çok tasdik edenini ve Kur'an'a daha çok iman edenini görmedim. Nitekim Nur suresindeki "Baş örtülerini, yakalanmn üzerine {kadar} örtsünler," ayeti inince, haklarında inen İlahı mesajı okumak için onların yanına gitmişti. O an, onlardan istisnasız her biri, elbisesine yöneldi ve sabah namazını başını örterek kıldı. Onların başları siyah kargalara benziyordu." "Önce ensar kadınları elbiselerini yırtıp başlarına bağlamışlardır," diyerek iki rivayeti uzlaştırmamız mümkündür
- Bāb: ...
- باب ...
Enes ibn Mâlik şöyle tahdîs etmiştir: Bir adam: Ey Allah'ın Peygamberi! Kâfir, kıyâmet gününde yüzüstü nasıl haşrolunur? Diye sordu. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem): "Dünyâda onu iki ayağı üzerinde yürüten Allah, kıyâmet gününde yüzüstü yürütmeye kudretli değil midir?" diye cevâb verdi. hadîsin râvîsi Katâde: Evet Rabb'imizin izzetine yemîn ederim ki, O buna elbette kaadirdir, dedi Allah'ın Şu Kavli: ki, Allah'ın yanına başka bir ilâh daha (katıp) tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar"(Âyet:)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah'tan rivayet edildiğine 'göre, o şöyle demiştir: "Allah katında en büyük günah hangisidir?" diye Hz. Nebile sordum veya soruldu. O da; "Seni yarattığı halde Allohio ortak koşman," buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum. Hz. Nebi; "Seninle birlikte yemesinden endişe ettiğin için çocuğunu öldürmen," buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye yine sordum. Hz. Nebi;"Komşunun karısı ile zina etmen," buyurdu. Abdullah şöyle demiştir: Şu ayet-i kerıme, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e doğrularcasına inmiştir: "Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttuklan) başka bir tannya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. "(Furkan)
- Bāb: ...
- باب ...
Kasım İbn Ebı Bezze'den rivayet edildiğine göre, o Said İbn Cübeyr'e bir mümini kasten öldüren kimse için tevbenin olup olmadığını sormuş ve peşinden "Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar," ayetini okumuştur. Bunun üzerine Said şöyle cevap vermiştir: Bu ayeti senin bana okuduğun gibi, ben de İbn Abbas'a okudum. İbn Abbas şöyle söyledi: "Bu ayet, Mekkl'dir. Nisa suresindeki Medenı ayet bunu neshetmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kufe ehli, bir müminin öldürülmesi hakkında ihtilafa düştü. Bu konuyu öğrenmek için İbn Abbas'ın yanına gittim. İbn Abbas da şöyle dedi: "Bu konunun hükmünü belirten ayet, en son inen ayetler arasındadır. Bu ayeti de hiçbir nas neshetmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas'a "O'nun cezası Cehennemdir, "(furkan 68) ayetinin ne anlama geldiğini sordum. O da "Onun asla tevbe hakkı yoktur," şeklinde cevap verdi. Yine ona "Allah ile beraber (tuttuklan) başka bir tannya yalvarmazlar," ayetini sordum. O da şöyle cevap verdi: "Bu durum, Cahiliyye döneminde geçerli idi." Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde ......ve men yef'al zalike yelka esamen ayetinde geçen .......esame kelimesin'i "ukubet/ceza" olarak tefsır etmiştir. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer kanalıyla Katade'nin bu kelimeyi nekaVceza olarak tefsır ettiğini nakletmiştir. Esam kelimesinin Cehennemde bir vadinin adı olduğu da söylenmiştir. Bu yorum, İbn Ebı Hatim tarafından Abdullah İbn Ömer, İkrime ve daha başkalarından nakledilmiştir. Hz. Nebi'in, "Seninle birlikte yemesinden endişe ettiğin için çocuğunu öldürmen" sözü, kişinin maddı sıkıntı çektiği durumlarda kendisini çocuğuna tercih etmesi sonucu onu öldürmesi, maddı bolluk içinde olduğu durumlarda ise cimriliğinden dolayı onu öldürmesi anlamına gelir. "Öldürme" ve "zina" kavramları yukarıdaki ayette mutlak, hadislerde ise mukayyed olarak geçmiştir. Öldürme, kişinin kendisi ile yemesinden korktuğu için çoçuğu ile; zina da komşusunun karısı ile takyid edilmiştir. Her ne kadar genel . olarak adam öldürme ve zina konusunda inmiş olsa da, söz konusu ayet-i kerimeyi bu iki hususa delil getirmek mümkündür. Şu kadarı var ki, kişinin çocuğunu öldürmesi ve komşusunun karısı ile zina etmesi daha büyük ve daha çirkin bir günahtır. Ahmed İbn Hanbel, Mikdad İbnu'l-fsved'den şu rivayet i nakletmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Zina hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. Etrafındaki insanlar: "Haramdır," diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Reslilü sallall1ihu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kişinin on kadınla zina etmesi, komşusunun hanımı ile zina etmesinden daha basittir." "Klife ehli, bir müminin öldürülmesi hakkında ihtilafa düştü," rivayeti yukarıda muhtasar olarak geçti. Bu rivayet, Nisa suresinde verilen Adem rivayetinde daha da muhtasar olarak geçmişti. Bu rivayeti İmam Müslim ve diğer hadis alimleri Şube ve Gunder kanalıyla şu lafızia nakletmişlerdir: "Klife ehli, 'Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennemdir,'(Nisa 93) ayeti hakkında ihtilaf etti
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Ebza "İbn Abbas'a 'Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyerı kalacağı Cehennemdir, '(Nisa 93) ayeti ile 'AI/ahım haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ... Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır,'(furkan 68-70) ayetini sor!" dedi. Ben de İbn Abbas'a bu ayetlerin anlamını sordum. O da şöyle cevap verdi: Bu ayetler indiği zaman Mekke halkı "Biz Allah'a ortak koştuk, haksız yere O'nun saygıdeğer kıldığı cana kıydık ve kötü işler yaptık," dedi. Bunun üzerine Allah Teala "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. AI/ah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. AI/ah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir, "(furkan 90) ayetini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Said İbn Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdurrahman İbn Ebza, İbn Abbas'a şu iki ayetin hangi anlama geldiğini sormamı emrettL Ben de ona sordum. [İlki] 'Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennemdir,'(Nisa 93) [ayeti idi.] O da şöyle cevap verdi: Bu ayeti hiçbir şey neshetmemiştir. [İkincisi ise] "Allah ile beraber (tuttuklan) başka bir tannya yalvarmazlar," [ayeti idL] O da şöyle cevap verdi: Bu ayet, müşrikler hakkında inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu rivayeti, yukarıda olduğu gibi muhtasar olarak verdi. Bu senetle İmam Müslim'in naklettiği rivayet ise daha geniştir. Ancak "Meb'as" bahsinde geçen Cer!r rivayeti bu iki rivayetten daha geniştir. Söz konusu rivayet şu şekildedir: Abdurrahman İbn Ebza bana İbn Abbas'a şu iki ayeti sermamı emretti: "Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennemdir, "(Nisa 93) ayeti ile "Allah ile beraber (tuttukları) başka birtanrıya yalvarmazlar ... "(furkan 68) ayetinin durumu nedir? Ben de İbn Abbas'a bunu sordum ve o da şu şekilde cevap verdi: "Allah Teala Furkan suresindeki ayeti indirince Mekke müşrikleri: "Biz adam öldürdük, Allah ile birlikte başka tanrılara taptık ve kötü işler yaptık," dedi. Bunun üzerine "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir," ayeti indi. İşte bu ayet onlar içindir. Nisa suresindeki ayet ise, İslam dinini öğrenip daha sonra kasten adam öldürenler hakkındadır. İşte böylelerinin cezası, Cehennemdir. Onlar için tevbe hakkı yoktur. Bu açıklamayı Mücahid'e anlattım. O da "Ancak pişman olanlar müstesna" kaydını koydu .. Meseleyi özetleyecek olursak; İbn Abbas, bazen iki ayetin konusunu bir kabul etmiş ve bu yüzden ayetlerden birinin neshedildiğini söylemiştir. Bazen de iki ayetin konularının farklı olduğunu belirtmiştir. Onun bu iki görüşü şu şekilde uzlaşttnlır: Furkan suresindeki ayetin umtlmiliği, mümin birinin kasten adam öldürmesi ile tahsis edilmiştir. Nitekim bir çok selef alimi, "nesih" kelimesini "tahsis" kavramı yerine kullanıyordu. Bu şekilde yapılan bir uzlaştırma, İbn Abbas'ın sözlerinde çelişki bulunduğunu söylemekten ve onun önce ayetin neshedildiğini, sonra da bundan vazgeçtiğini iddia etmekten daha iyidir. İbn Abbas'ı, "Bir mümini kasten öldüren bir kişi için tevbe hakkı yoktur," görüşü meşhurdur. Nitekim ondan, bu sözden daha açık bir ifade daha nakledilmiştir. Ahmed İbn Hanbel ile İmam Taberi, Yahya İbn Cabir; Nesa! ve İbn Mace ise Ammar İbn Zeheb! kanalıyla Salim İbn Eb! Ca'd'dan, onun şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: "Gözlerini kaybetmesinden sonra İbn Abbas'ın yanında idim: Derken bir adam gelip "Bir mümini kasten öldüren biri hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu. İbn Abbas da "Onun cezası ebed! olarak içinde kalacağı Cehennemdir," şeklinde cevap verdi ve ayet i [en-Nisa 4/93] sonuna kadar okudu. Ardından şöyle dedi: "Bu ayet, son inen ay'etler içerisinde nazil olmuş ve hiçbir şeyonu neshetmemiştir. Hal böyleyken Rasulullah vefat etmiştir. Hz. Nebi'den sonra da vahiy gelmemiştir." Adam: "Peki o tevbe edip iman etse ve salih amel işlese, sonra da doğru yolu tutsa, onun hakkında ne dersin 7" diye sordu. İbn Abbas: "O nerede, tevbe ve doğru yolu tutmak nerede ... " diyerek cevap verdi. İbn Abbas'ın bu görüşüne uygun bir çok hadis nakledilmiştir. Bunlardan biri Ahmed İbn Hanbel ile Nesaı'nin Ebu İdris Havlanı kanalıyla Muaviye'den naklettiği şu hadistir: Nebi'i sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururken işittim: "Kafir olarak ölen kimse ile bir mümini kasten öldüren kimsenin günahı hariç bütün günahlan Allah Tedld bağışlayabilir." Selef alimlerinin çoğunluğu ile ehli sünnet alimlerinin tamamı, bu konuda gelen nasları, bu suçlara karşı sert tavır almaya bağlamışlardır. Bu yüzden başkasını öldüren kimsenin tevbe edebileceği görüşüne varmışlardır. "Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı Cehennemdir, "(Nisa, 93) ayeti hakkında ise yine Nisa suresinde yer alan "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahlan) dilediği kimse için bağışlar, "(Nisa, 48, 116) ayetine dayanarak şöyle demişlerdir: Eğer Allah TeaJa onu cezalandırmak isterse [o, ebedı olarak Cehennemde kalır.] Bu konudaki delillerinden biri de, doksan dokuz kişiyi öldüren, daha sonra kendisine tevbe edemeyeceğini söyleyen kimseyi de öldürüp yüze tamamlayan İsrailoğullarından birinin durumunu anlatan hadistir. Bu hadisin sonunda şöyle bir ifade vardır: "Senin ile tevbe arasına kim girebilir kil" Bu rivayet meşhurdur. "Kitabu'r-rikak"ta ayrıntılı olarak gelecektir. Eğer bu ümmetin dışında kasten adam öldüren birinin tevbe hakkı varsa, bu ümmetten biri için hayli hayli tevbe hakkı vardır demektir. Çünkü Allah Teala, daha önceki ümmetiere sorumlu tuttuğu ağır yükleri bu ümmet için hafifletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan rivayet edildiğine göre, o, Abdullah [İbn Mes'lid] şöyle söyledi, demiştir: [Kıyamet alametlerinden şu] beşi gerçekleşmiştir: Duman, ayın yarılması, Rumiarın yenilmesi ve sonra üstün gelmesi, başta / şiddetle yakalama ve Iizamdır / azabın yapışması. Azap yakanızı bırakmayacaktır! (Furkan 77) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde .......fesevfe yeklinu lizamen ayeti hakkında şöyle demiştir: .....lizama: herkese, yaptığının karşılığı olarak gereken ceza anlamına gelir. Bu kelimenin bir diğer anlamı ise "helak olmaktır." bn Mes'ud, Ubeyy İbn Ka'b, Muhammed İbn Ka'b, Mücahid, Dahhak, Suddi ve daha bir çok alime göre, bu (furkan 77) ayet ile Bedir savaşı kastedilmiştir. Hasan-ı Basri'ye göre ise, bu ayetin ifade ettikleri kıyamet günü gerçekleşecektir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Kuşkusuz İbrahim aleyhisseldm kıyamet günü babasını, üzerinde toz ve siyahlığın bulunduğu bir halde görecek. Toz, siyahlıktan ibarettir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den, Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: İbrahim aleyhisseldm [ahirette] babası ile karşılaşır. Bunun üzerine "Ya Rabbi! İnsanların diriltileceği günde beni mahçup etmeyeceğini vaad etmiştin," der. Allah Teala da şu şekilde karşılık verir: Ben Cenneti kafirlere haram kıldım. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbnu't-Tin şöyle demiştir: "Toz, siyahIıktan ibarettir," açıklamasına göre .........ve vucuhun yevmeizin aleyha ğaberah terhekuha katerah (Abese 40-41) ayetinde geçen ......katera kelimesi te'kıd-i laMdir. Sanki burada şöyle buyurulmuştur: Yüzlerde toz üstüne toz vardır. Başka alimler ise şöyle demişlerdir: ........Katera üzüntünün yüze yansımasıdır. .......Ğabera ise yüzü kaplayan toz temektir. Bunlardan biri somut, diğeri soyuttur. Bir başka yoruma göre ise gatera, gaberanın ileri noktası olup yüzü kapkara kaplayan tozdur. Bir diğer yoruma göre ise, gatera siyah dumandır. Burada istiare sanatı için kullanılmıştır. Hz. İbrahim'in babasını bu halde görmesi, (Abese 40-41);) ............ ayetinin zahirine uygundur. Ağır basan görüşe göre buradaki gabera; -"toprağın tozu," gatera ise "üzüntü yüzünden yüze yansıyan siyahIık"tır. [Bu rivayet Buhari'de daha önce şu şekilde geçmişti:] Hz. İbrahim şöyle der: Ey Rabbim! Kuşkusuz Sen, insanların diriltileceği gün beni mahçup etmemeyi vaad etmiştin. Uzak olan bu kimsenin babasından ayrı düşmesinden daha büyük hangi mahcubiyet vardır/Uzak düşen babamdan dolayı duyacağım mahcubiyetten daha büyük hangi mahcubiyet var? Hz. İbrahim, ........ebi'l-eb'ad ifadesindeki ..........eb'ad kelimesi ile kendisini tavsif etmiştir. Babası hakkında yapacağı şefaatin kabul edilmeyeceği takdirine göre, bu kelime ile kendisini vasıflandırmıştır. Bir görüşe göre ise bu kelime, onun babasının sıfatıdır. Yani Hz. İbrahim'in babası Allah'ın rahmetinden çok uzaktadır. Çünkü fasık olan kimse Allah'ın rahmetinden uzak, kafir olan kimse ise daha çok uzaktır. Buradaki ...........eb'ad kelimesinin "helak olmuş" anlamına gelen .......baıd manasını ifade ettiği de söylenmiştir. Ancak İbrahim İbn Tahman rivayetinde bulunan şu ifade birinci görüşü desteklemektedir: "Şayet babamı rezil edersen, kuşkusuz en uzak olanı mahçup etmiş olursun." Eyyub rivayetinde ise şöyle bir ifade yer almaktadır: "Kıyamet günü biri babası ile karşılaşır. Ona; 'Ben senin için nasıl bir evlat oldum?' diye sorar. O da 'Hayırlı bir oğuloldun,' der. Bunun üzerine; 'Bugün bana itaat edecek misin?' diye sorar. Babası: 'Evet,' şeklinde cevap verince, 'Öyleyse elbisemden tut!' der. Sonunda babası oğlunun elbisesinden tutar ve insanları hesaba çeken Allah Teala'nın huzuruna varırlar. Allah Teala ona; 'Ey Kulum! Cennetin hangikapısından dilersen oradan gir!' der. Kul da şöyle söyler: Ya Rabbı! Babam da benimle birlikte. Kuşkusuz Sen, beni mahçup etmemeyi vaad etmiştin." Hadisin "Ben Cenneti kafir/ere haram kıldım," bölümü Ebu Said rivayetinde şöyle geçmiştir: O vakit şöyle seslenilir: Hiçbir müşrik Cennete giremez
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "(Önce) en yakın akrabanı uyar, "(Şuara 214) ayeti nazil olunca Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Safa tepesine çıktı. "Fihroğulları, Adiyoğulları ... " diye Kureyşin boylarını çağırdı. Nihayet hepsi toplandı. Hatta kendisi gelemeyen kimseler, olup biteni araştırması için bir temsilci gönderdi. Kureyşlebirlikte Ebu Leheb de geldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Vadide size baskın yapmak isteyen bir süvari birliğinin olduğunu söylesem, bana inanır mısınız?" diye sordu. Orada bulunanlar: "Evet. Senin hep doğru söylediğini gördük," şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Ben sizi, şiddetli bir azaba karşı uyaran bir uyarıcıyım!" buyurdu. Ebu Leheb hemen atılıp: "Artık bundan sonra ellerin kurusun! Bunun için mi bizi topladın!" dedi. İşte bunun üzerine; "Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. .. "(Tebbet 1-2) ayetleri nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "(Önce) en yakın akrabanı uyar, "(Şuara 214) ayeti nazil olunca, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalkıp bir konuşma yaptı: "Ey Kureyş topluluğu!" dedi veya buna benzer bir ifade kullandı. Akabinde şöyle devam etti: "Nefislerinizi satın alın (Kendinizi kurtarın!) Allah'a karşı size hiçbir fayda sağlayamam! Ey Abdumenaf oğulları! Allah'a karşı size hiçbir fayda sağlayamam! Ey Abdulmuttalib'in oğlu Abbas! Allah'a karşı sana hiçbir fayda sağlayamam! Ey Allah'ın elçisinin halası Safiyye! Allah'a karşı sana hiçbir fayda sağlayamam! Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Malımdan ne istersen iste. Ama Allah'a karşı sana hiçbir fayda sağlayamam!" Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadiste geçen "Nefislerinizi satın alın" ifadesi, nefislerin Cehennemden kurtulması itibari ile söylenmiştir. Sanki burada şöyle buyurulmuştur: Müslüman olun, azapdan kurtulun! Bu, alış-veriş e benzemektedir. Böyle yapanlar adeta Allah'a itaati kurtuluşun ücreti yapmışlardır. ...........Allah muminlerden, canlarım satın almıştır,(Tevbe 111) ayetindd ıse mümin, satıcı konumundadır. "Allah'a itaat" satılan mal, "Cennet" de bedeli gibi görülmüştür. Bu hadiste bütün canların Allah'ın mülkü olduğuna bir işaret vardır. Kim, Allah'a, emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak hususunda gerektiği gibi itaat ederse, vermesi gereken ücreti ödemiş olur. Başarı Allah'ın yardımı iledir. Bu hadise göre; kişinin akrabası, aynı dedeye mensup kimselerdir. Aynı dedenin torunları diğer hısımlara göre akrabalık bakımından birbirlerine daha yakındırlar. "Akraba" kelimesi ile kimlerin kastedildiğini "Kitabu'l-vasaya" bölümünde açıklamıştık. Önce yakın akrabaların uyarılmasının emredilmesinin hikmeti şöyle izah edilir: Akrabalar bir şeyi kabul ederse, başkaları da kabul eder. Eğer kişinin akrabası anlattıklarını kabul etmezse, bu durum, diğer insanların anlatılanları kabul etmemeleri için bir gerekçe olur. Bir diğer hikmet de; hakka davet ve azabdan uyarma konusunda akrabalara ayrıcalık tanınamaz. İşte bu nedenlerden dolayı Allah Teala yakın akrabalarını uyarmasını kesin bir ifade ile belirtmiştir. Bu hadise göre, kafir kimselere künye verilebilir
- Bāb: ...
- باب ...
ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu’l-Müseyyeb haber verdi ki, Bâbası el-Müseyyeb ibn Hazn (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ebû Tâlib'e ölüm (alâmetleri) geldiği zaman ona Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Ve amcasının yanında Ebû Cehl ibn Hişâm ile Abdullah ibn Ebî Umeyye ibni'l- Mugîre'yi buldu. Rasûlüllah, Ebû Tâlib'e: "Ey amca! La ilahe illellâh kelimesini söyle de bununla Allah katında senin lehine şefaat için hüccet getireyim" dedi. üzerine Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebî Umeyye: Ebâ Tâlib!) Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? Diye men' ettiler. da amcasına Tevhîd Kelimesi'ni arza devam ediyordu. O ikisi de devamlı olarak o söyledikleri makaaleyi, yani sözü tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Tâlib bunlara karşı söylediği son söz olarak: O(yani ben) Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve "La ilahe ille İlâh" demekten çekindi. dedi ki: Rasûlüllah: "Yemîn ederim ki, ben hakkında mağfiret dilemekten nehy olunmadıkça muhakkak Allah'tan senin için mağfiret isteyeceğim" dedi. üzerine Allah: "Müşriklerin, o çılgın ateşin yaranı oldukları muhakkak meydana çıktıktan sonra artık onların lehine, velev hısım olsunlar, nePeygamberin, ne de mü'min olanların mağfiret istemeleri doğru değildir"(et-Tevbe: 113) âyetini indirdi. Yine Allah Ebû Tâlib hakkında indirdi de Rasûlü'ne hitaben şöyle buyurdu:"Hakikat sen her sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Fakat Allah 'tır ki, kimi dilerse ona hidâyet verir ve O, hidâyete erecekleri daha iyi bilendir" (Âyet:56) İbn Abbâs şöyle dedi: "Hakîkaten Kaarûn, Musa'nın kavminden idi. Fakat onlara karşı serkeşlik etti, Biz ona öyle hazîneler verdik ki, anahtarlarını taşımak bile) güçlü kuvvetli büyük bir cemâate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona: 'Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez demişti"(Âyet 76). (Kuvvet sâhibleri)' "Erkeklerden oluşan kuvvet sahibi bir cemâat onun anahtarlarını kaldırmaz" ma'nâsınadır. da "Anahtarlar o cemâate elbette ağır basar" demektir. 'nın anası, yüreği çocuğundan başka herşeyden bomboş olarak sabahladı. Eğer (Allah'ın va'dine) inananlardan olması için kalbine rabıta vermeseydik az daha onu açıklayacaktı"(Âyet:10). 76) "el-Merihîn", yani "Şımarıkları sevmez" demektir. "Anası Musa'nın kızkardeşine dedi ki: 'Onun izini ta'kîb et" (Âyet: 11) yani "Onun haberini öğrenip bildirmem için izinin arkasından git, dedi". Bazen bu"el-Kasas" fiili, bir sözü kıssa etmek, nakletmek, anlatmak ma'nâsına olur: "Biz sana bu Kur 'ân’ı (bu sûreyi) vahyetmek suretiyle en güzel beyânı kıssa olarak sana anlatacağız. Halbuki sen daha evvel bundan elbet haberdâr olmayanlardandın'' (Yûsuf: 3) âyetinde olduğu gibi. 'nın kızkardeşi de, berikiler farkında olmayarak onu uzaktan gözetledi"(Âyet: 11); buradaki "An cunübin", "An bu'din" yani "Uzaktan" ma'nâsınadır. "An cenabetin" ve "An ictinâbin" ta'bîrleri de yine bir şey olup, aynı ma'nâyadır. Mûsâ ikisinin de düşmanı olan birini yakalamak isteyince..."(Âyet:19); buradaki "Yebtışu" ve "Yebtuşu" fiilleri, sülâsî ikinci ve birinci bâblardan olup sıkı ve sert şekilde arslan yakalayışı gibi yakalama ma'nâsınadır. öte başından koşarak bir adam geldi. Mûsâ: Memleketin önde gelenleri seni öldürmek için (toplandılar) hakkında müzâkere ediyorlar. Hemen buradan çık git. Şübhesiz ki, ben sana hayır isteyicilerdenim, dedi." (Âyet:20), buradaki "Ye'temirûne", "İstişare ediyorlar" demektir. 28), "el-Adâu", "et-Teaddî" hepsi bir olup "Hakkı tecâvüz etmek" ma'nâsınadır. "Absara", yani "Gördü"; minel-nâri"(Âyet: 29), "Ateşten bir parça" ma'nâsınadır. kendisinde alev bulunmayan ateşli odundan kalın bir parçadır. 7) ise, kendisinde alev bulunan ateştir. birçok cinstir: "el-Cânnu" (Âyer.31), "el-Efâî", "el-Esâvid"...gibi. "Yardım edici olarak"; İbn Abbâs: "Beni tasdîk edip doğrulayacak bir yardımcı olarak" şeklinde fiili merfû' okuyup söyledi. Abbâs'tan başkası da şöyle dedi: "Seneşuddu adudeke biahîke = Senin pazunu kardeşinle şiddetlendirip kuvvetlendireceğiz"(Âyet:35) buradaki "Se-nesudduke", "Sana yardım edeceğiz" demektir. Bir şeyi kuvvetlendirdiğin zaman muhakkak sen onu takviye edecek bir pazu yapmış olursun. onları (dünyâda insanları) ateşe da'vet edegelen rehberler yaptık. Kıyâmet gününde ise asla yardıma kavuşturulmayacaklardır. Bununla beraber bu dünyâda biz onların arkalarına la'net de taktık. Kıyâmet gününde onlar çok kötülenmiş olanlardır"(Âyet: 41-42); buradaki"Mine'l-makbûhîn", "Helak edilmişlerdendirler" ma'nâsınadır. olsun ki, biz onlar için nasihat kabul etsinler diye sözü birbiri ardınca ekleyip (indirip) durmuşuzdur" (Âyet:51); buradaki "Ve le-kad vassalnâ’l-kavle = Yemin olsun biz sözü ekleyip durduk", "Yemîn olsun biz sözü beyân ettik ve tamamladık" ma'nâsınadır. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak her şeyin mahsûllerinin gelip toplanacağı korkusuz bir haremde yerleştirmedik mi?" (Âyet:57); buradaki "Yucbâ", "Yuclebu" yani "Celb edilip toplanır" ma'nâsınadır. bol geçimi ile şımarmış nice memleketleri helak ettik" (Âyet:58); buradaki “Batırat” "Eşiret(Çok sevindi, taşkınlık etti, azdı)" ma'nâsınadır. Rabb'in memleketlerin ana merkezlerine, karşılarında âyetlerimizi okuyacak bir rasûl gönderinceye kadar o memleketleri helak edici değildir ve biz ahâlîsi zâlim olan memleketlerden başkasını helak edici değiliz"(Âyet: 59). Buradaki "Ummihâ", "Memleketlerin ana merkezi: Mekke ve etrafında bulunanlar"dır. neler saklıyorsa, neleri de açıklıyorsa Rabb'in hepsini bilir"(Âyet:69); buradaki "Tekinnu", "Tuhfî (=: Gizliyor)" ma'nâsınadır. "Eknentu'ş-şey'e", "Onu gizledim", "Kenentuhû" ise "Onu gizledim ve onu açığa çıkardım" demek olup zıd ma'nâlı fiillerdendir. tereenne'llâhe..."gibidir: "Vay demek ki, Allah kullarından kimi dilerse onun rızkını yayıyor, daraltıyor...", yâni "Ona rızkını bollatıyor ve daraltıyor...". "Vay demek ki hakikat şudur: Kâfirler asla felah bulmayacaklar" (Âyet: 82). O Kur'ân'ı Senin Üzerine Farz Kılan Allah, Seni Dönülecek Yere Döndürecektir" (Âyet: 85)Bâbı
- Bāb: ...
- باب ...
İkrime, İbn Abbas'ın لرادك إلى معاد eradduke ila mead ayetinde geçen mead - dönülecek yer kelimesini مكة Mekke' olarak izah ettiğini nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Adamın biri Kinde'de konuşurken 'Kıyametin kopacağı gün bir duman çıkacak ve münafıkların duyma ve görme duyularını işlevsiz hale getirecek. Müminleri ise nezleye tutulmuş hale dönüştürecek,' dedi. Bu sözler yüzünden korkuya kapıldık. Hemen İbn Mes'ud'un yanına gittim, O esnada arkasına yaslanmış rahatça oturuyordu, (Duyduklarımı ona anlatınca) birden sinirlendi ve ciddi bir biçimde oturdu. Sonra şöyle dedi: Kim biliyorsa, konuşsun. Kim de bilmiyorsa, 'En iyi Allah bilir,' desin. Çünkü kişinin bilmediği bir konuda 'Ben bilmiyorum,' demesi, ilimdir, Allah Teala da Nebiine şöyle buyurmuştur: (Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum, Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim. (Sad 86) Kureyş kabilesi İslam dinini kabul etmekte ağırdan almıştı. Bunun üzerine Allah Resulü onlara şu şekilde beddua etmişti: Ey Ulu Alla,hım! Onlara karşı, Yusuf Nebi döneminde uerdiğin yedi kıtlık yılı gibi yedi yıl kıtlık uererek bana yardım et! Bu bedduanın ardından kıtlık başladı. Bazı müşrikler kıt1ıkta helak oldu. Bazıları ölü eti ve kemik yemek zorunda kaldı. İnsanlar gökyüzü ile yeryüzü arasında dumana benzer bir karaltı görmeye başladılar. Bunun üzerine Ebu Süfyan, Hz. Nebi'e gelerek 'Ey Muhammed! Sen, akrabalık bağlarını gözetmemizi emretmek üzere bize geldin. Ama senin kavrnin helak oldu,' dedi. Sonra İbn Mes'ud "Şimdi sen, göğün, insanlan bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle! .. " şeklinde başlayıp "Ama siz, yine (eski"halinize) döneceksiniz, "(Duhan 10-15) kısmına kadar olan ayetleri okudu. Daha sonra şöyle dedi: Hiç ahiret azabı gelip çatınca onlardan kaldırılır da, onlar inkarlarına tekrar dönerler mi? Burada kastedilen şudur: Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, yani Bedir savaşının olacağı gün, intikamımızı alınz.(Duhan 16) (Ey inkarcılar! Size Resul'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydmız. Onun için azap yakanızı bırakmayacak. (Furkan 77) Yani Bedir savaşının olacağı gün, azaptan kurtulamayacaksınız. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Elif,' Lam, Mfm. Rumlar yenilgiye uğradı. "(Rum 1-2) Bununla ilgili açıklama daha önce geçmişti. ..........Fela yerbu ifadesinin "Daha iyisini elde etmek için malını verenler, bundan dolayı herhangi bir ecir kazanamazıar," şeklindek, izahını Taberi, senedli olarak İbn Ebı Nedh kanalıyla Mücahid'den şu şekilde nakletmiştir: "İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir riba, Allah katında artmaz." Bu tür insanlar mallarını verip ondan daha hayırlısına kavuşmak isterler. Abdurrezzak İbn Hemmam da, Abdulaziz İbn Ebi Ruwad kanalıyla Dahhak'ın bu ayet hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: "Bu ayette bahsi geçen riba, daha iyisini almak için bir şeyin hediye edilmesi şeklinde gerçekleşen helal ribadır. Bunda ne günah vardır, ne de sevap." Şa'bı'nin bu ayeti şu şekilde yorumladığı naklediimiştir: "Biri, başka birine hizmet için onun yanından ayrılmaz, onunla birlikte yolculuğa çıkar, yaptığı ticari seferlerde elde ettiği kardan ona da bir pay verir, bütün bu yaptıklarıyla onun yardımına mazhar olmayı umardı. Allah rızasını gözetmezdi. İşte buradaki ribş'dan maksat budur." İbn Abbas, şöyle demiştir: "Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde ... " ayeti, Allah Teala ile müşriklerin ilahları hakkında nazil olmuştur. Bu ayet insanların, birbirlerine varis oldukları gibi, mülkiyetleri altında bulunanların da kendilerine varis olmalarından çekindiklerini ifade eder. İbn Ebı Hatim, Said kanalıyla Katade'den şunları nakletmiştir: "Bu ayette anlatılanlar, müşriklerin Allah Teala'nın yarattığı herhangi bir şeyi O'na denk tutmaları hususunda getirdiği bir misalden ibarettir. Bu ayette şöyle denmek istenmiştir: Sizden biri kölesiyle yatağını ve karısını paylaşmak ister mi? Elbette istemez. İşte bunun gibi, Allah Teala da, yarattıklarından herhangi birinin kendisine eş tutulmasına asla razı olmaz." .........Yessaddeune ifadesi, "bölük bölük ayrılmak" manasınagelir. Nitekim r..........fesda' ayeti de bunu destekler. Burada geçen .........fesda' kelimesi, "Allah'a yapacağın davet ile hakkı batıldan ayırt et, onları ""birbirinden ayır;" anlamına gelir. Kişinin neyi bilip neyi bilmediğini bilmesi, bır tür ilimdir. İbn Mes'ud'un bu sözü, "Bilmiyorum, demek ilmin yarısıdır," atasözüyle uyum halindedir. Çünkü kişinin bilmediği konularda konuşmaya kalkışması, bir tür tekellüftür
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası tarafından Yahudi veya Hıristiyan yahut Meclısf yapılır. (Her çocuğun fıtrat üzere doğması) hayvanların hayvan olarak bütün organları tastamam doğmasına benzer. Hiç onların organlarında bir eksiklik görebilir misiniz?" Daha sonra Allah Restıtü şu ayeti okudu: "[(Resulüm!) Sen yüzünü hanfj olarak dine], Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise, ona çevir. Allah'ın yaratışında hiçbir değişme yoktur. İşte dosdoğru din de, budur. "(Rum 30) İmam Buhar! burada Ebu Hureyre'den rivayet edilen fıtrat hadisini zikretti. Bu hadisin senet ve metni, şerhi ile birlikte "Müşriklerin Çocuklarının Durumu Hakkında İleri Sürülen Görüşler" başlığı altında "Kitabu'l-cenaiz"de geçmişti. BURAYA TIKLAYARAK GÖREBİLİRSİNİZ
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah [İbn Mes'udJ'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar [var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır, ]" (En'am 82) ayetinin nazil olması, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabına ağır geldi. "Hangimiz imanına zulüm bulaştırmıyar ki?" dediler. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bu, zannettiğiniz gibi değildir. LukmAn'ın oğluna 'Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, '(Lukman 13) şeklinde yaptığı nasihati hiç işitmediniz mi?" imam Buhari ibn Mes'ud'dan nakledilen bu hadisi "inanıp Da imanlarına Herhangi Bir Zulüm Bulaştırmayanlar" ayetinin tefsirinde zikretmişti. Bu hadisin geniş açıklaması ise, "Kitabu'l-ıman" bölümünde geçmişti. BU HADİS İÇİN TIKLAYIN
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bir gün Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların arasında iken, bir adam çıkageldi. 'Ey Allah'ın Resulü! İman nedir?' diye sordu. Hz. Nebi de, 'İman; Allah'a, meleklerine, Nebilerine, ahiret gününe ve son dirilişe iman etmendir,' şeklinde cevap verdi. Bu defa 'Ey Allah'ın Elçisi! İslam nedir?' diye sordu. Hz. Nebi 'İslam; Allah'a ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmaman, namaz kı/man, farz olan zekatı vermen ve Ramazan orucunu tutmandır,' şeklinde cevap verdi. Bu kez, 'Ey Allah'ın Elçisi! İhsan nedir?' diye sordu. Hz. Nebi 'İhsan; Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da, elbette o seni görüyor,' şeklinde cevap verdi. Adam son olarak 'Ey Allah'ın Elçisi! Kıyamet ne zaman kopacak?' diye sordu. Hz. Nebi de şöyle cevap verdi: Bu konuda soru sorulan, soru sorandan daha bilgili değildir. Ancak sana kıyametin alametlerinden bahsedebilirim: Bir kadın efendisini doğurursa, bu, kıyamet alametlerindendir. Yalın ayaklı, baldm çıplak kimseler, insanları yönetmeye başlarsa, bu da, kıyamet aıametidir. Kıyametin ne zaman kopacağı konusu, Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği konular arasındadır: 'Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir.'(Lukman 34) Sonra adam Hz. Nebi'in yanından ayrıldı. Bir müddet sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'O adamı bana geri getirin!' dedi. Ashabı kiram onu geri getirmek için aramaya koyuldular. Fakat kimse ondan bir ize rastlayamadı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: O, Cebrafl'di. İnsanlara dinlerini öğretmek için gelmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Gaybın anahtarları beştir," buyurdu, sonra şu ayeti okudu: "Kıyamet vaktihakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır ... "(Lukman 34) İmam Buhari burada, Cebraıl'in iman, İslam vb. konularda sorduğu sorulara ilişkin Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadise yer verdi. Bu hadiste Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği beş konu da geçmektedir. Bu hadisin ayrıntılı açıklaması "Kitabu'l-ıman" bölümünde geçmişti. BU HADİS İÇİN TIKLAYIN
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah TeaIa şöyle buyurdu: Salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve herhangi bir insanın aklına gelmeyen mükafatlar hazırladım." Ebu Hureyre (bu hadisi naklettikten sonra) "Dileyenler 'onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez, '(Secde 17) ayetini okusun, demiştir." Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Cennet
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala şöyle buyurdu: Salih kullarım için size haber verilenlerin dışında hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve herhangi bir insanın aklına gelmeyen nice mükafatlar hazırladım." Sonra Ebu Hureyre, 'Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez," (Secde 17)ayetini okudu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Allah Teala'nın neden "Salih kullarım için size haber verilenlerin dışında. hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve herhangi bir insanın aklına gelmeyen nice mükafatlar hazırladım," buyurduğu başka bir hadiste şu şekilde izah edilmiştir: "Hz. Musa, Rabbine cennet ehlinden kimin derecesinin daha yüksek olduğunu sormuş. Allah Teala da şöyle cevap vermiş: Onlara yapılacak iyilikleri bizzat kendi elimle hazırladım ve üzerini mühürledim. Hiçbir göz onları görmemiştir, hiçbir kulak onları işitmemiştir, herhangi bir kimsenin de bunlar aklına gelmemiştir." Bu hadisi İmam Müslim rivayet etmiştir. Tirmizı de, Şa'bı kanalıyla şu rivayeti nakletmiştir: "Mugıre İbn Şu'be minberde iken merru' olarak şu hadisi zikretti: Hz. Musa Rabbine sordu ... " Tirmizı yukarıdaki hadisi bu şekilde aynen vermiştir. Onun zikrettiği hadisin sonunda şöyle bir ilave de mevcuttur: "Bu hadisi şu ayeti kerime doğrular: 'Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez."(Secde 17) Hadisin herhangi bir insanın aklına gelmeyen ifadesi, İbn Mes'Od'un naklettiği hadiste şu ziyade ile yer almıştır: "O mükafatları, ne yakın bir melek, ne de bir Nebi bilebilir." Bu hadisi İbn Ebı Hatim nakIetmiştir. Bu hadis, "Burada herhangi bir insanın akIına geImeyen, denmiştir. Çünkü bu mükafatIar meIekIerin aklına gelir," şeklinde ileri sürüIen görüşü çürütür. En güzeli, bu ayetteki nefyi umumu üzere bırakmaktır. Bu şekilde oIması, hadisi nefisIer üzerinde daha etkili kıIar. Hattabi şöyIe demiştir: "Sanki burada şöyIe denmek istenmiştir: Size haber verilenIeri boş verin! Zira onIar, sizin için biriktirdikIerimin yanında önemsiz kalır." Bu yorum, hadiste geçen ......beIh kelimesinin .......min harfi cerri olmadan yapıIan açıkIamasına uygundur. Eğer kendisinden önce ........min gelirse, bir görüşe göre "NasıI ........ diğer görüşe göre ise "Evet ........anIamına gelir. "Dışında" anIamına geIen .......ğayr ve .......siva ile aynı manaya geIdiği de söyIenmiştir. "ŞöyIe dursun" manasına geIen .......fadI kelimesi yerine kullanıIdığı da ileri sürüImüştür. Kanaatime göre, bu konuda zikredilen hadisin akışına bakınca, bu yorumIar içinde en isabetlisi, dışında anIamına geIen ......ğayr ve .......siva ile ......beIh kelimesini açıkIamaktır. Düşünen insanIar için bu yorumun isabetli oIduğu gayet açıktır. Doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ne kadar mu’min varsa hepsine dünya ve ahirette en yakın insan benim. İsterseniz 'Nebi, mu’minlere kendi canlarından daha yakındır, (Ahzab 6) ayetini okuyun! O halde, kim geride miras olarak bir mal bırakırsa, asabesi kimlerse, o ma/z onlar paylaşsın. Kim de geride bir borç veya bakıma muhtaç kimseler bırakırsa, onlar bana gelsin. Zira onların koruyucusu benim!" Fethu'l-Bari Açıklaması: .........Ma'ruf kelimesi ise "Allah'ın kitabına uygun" anlamına gelir, şeklindeki açıklamasadece Nesefı tarafından yapılmıştır. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer ve Katade kanalıyla İbn Cüreyc'den, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ancak dostlarımza uygun bir vasiyyet yapmamz müstesna, "(Ahzab 6) ayetinin yorumunu Ata'ya sordum, o da şöyle cevap verdi: Burada, Müslüman olan birinin, akrabalık bağı olan kafir birine sıla-İ rahim için malından vermesi kastedilmiştir. "Nebi, müminlere kendi canlarından daha yakındır," ayetinin yorumu hakkında İmam Buhari, Ebu Hureyre'den nakledilen "Bütün 'müminIere dünya ve ahirette en yakın insan benim," hadisini nakletti. "Kitabu'l-feraiz" konusunda bu hadisin açıklaması yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Zeyd İbn Harise Hz. Nebi'in azadlı kölesi idi. Bu yüzden onu sadece Zeyd İbn Muhammed diye çağırırdık. Bu durum 'Onları (evlatlık edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur,' ayeti nazil oluncaya kadar devam etti
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mürninler içinde Allah'a verdiği sözde duran nice erler var!" ayetinin Enes İbn Nadr hakkında nazil olduğunu biliyoruz
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Sabit'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Mushafı çoğaltınca, Nebi'in sallallahu aleyhi ve sellem çok sık okuduğunu işittiğim Ahzab suresinden bir ayeti, Ensar'dan Huzeyme'nin dışında hiç kimsenin yanında bulamadım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk tutmuştu. Bahsi geçen ayet şuydu: "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. "(Ahzab 23) Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Ubeyde bu ayetin [Ahzab 33/23J tefsiri hakkında şöyle demiştir: .......Nahbehu kelimesi "adak" anlamına gelir. Buna göre ayet "kimileri adağını yerine getirmiştir," manası taşır. Ayrıca bu kelime, "can tehlikesi" ve "tehlike" manalarına da gelir. Başka bir müfessir ise şöyle demiştir: .....Nahbe kelimesi asıl itibariyle "adak" anlamına gelir. Ancak daha sonraları herşeyin sonu hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer kanalıyla Hasan-ı Basri'nin ".......kada nahbehu" ayetini 'imanına ve ahdine vefa gösterip canını verenler,' şeklinde tefsır ettiğini rivayet etmiştir. Bu yorum, diğer müfessirlerin yorumlarına aykırıdır. Hatta Hz. Aişe'den buna aykırı olarak şu rivayet nakledilmiştir: "Talha, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna geldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona .........ente ya Talha, min men akada nahbehu ('Sen ey Talha! Ahdini yerine getirenlerdensin') buyurdu." Bu rivayeti, İbn Mace ve Hakim' tahriç etmiştir. Ancak Hz. Aişe'den nakledilen hadisi mecaı ile izah edebiliriz. Buna göre geçmiş zaman kipinde olan ......kada fiili, geniş zaman" kipinde olan ........yakdi fiili manasına kullanılmıştır. İbn Ebı Hatim'in tefsirinde Ammar ıbn Yasir; Yahya ıbn Sellam'ın tefsirinde de Hamza ve arkadaşları ah de vefa gösterenler arasında sayılmıştır. Nitekim daha önce Enes İbn Nadr'ın olayı anlatılırken Enes İbn Malik'in onun hakkında söyledikleri aktarılmıştı. Enes İbn Nadr da bu grup içinde yer alır. Hakim'in Ebu Hureyre'den naklettiği hadise göre, Mus'ab İbn Umeyr de bu gruba dahildir. ........Fitnetu le atevha fitne çıkarırlar anlamına gelir. İmam Buhari kelime açıklamasını yaptıktan sonra, daha önce "Kitabu'l-cihad" bölümünün başlarında ayrıntılı biçimde açıkladığımız Enes İbn Nadir olayıyla ilgili olarak Enes İbn Malik'in sözünü nakletti. Hz. Nebi'in çok sık okuduğunu işittiğim Ahzab suresinden bir ayeti, Ensar'dan Huzeyme'nin dışında hiç kimsenin yanında bulamadım. Bu rivayet Zeyd'in Kur'an'ı toplarken sadece kendi bilgisine güvenmediğini, sadece kendi ezberi ile yetinmediğini gösterir. Ancak yine de, bu konuda problem olabilecek bir husus vardır. Şöyle ki; bu hadisin zahiri, Zeyd'in söz konusu ayeti Kur'an'dan kabul ederken sadece Huzeyme ile yetindiğini gösterir. Halbuki bir sözün Kur'an olduğu, ancak tevatür yoluyla sabit olur. Bu itiraza en güzel şu şekilde cevap verilir: Zeyd bu sözü ile bu ayetin yazılı olduğu materyali bulamadığım ifade etmek istemiştir. Yoksa onun ezberlerde de olmadığını kastetmemiştir. Zira hem kendisi, hem de başkaları bu ayeti ezbere bilmekteydi. Nitekim "Kur'an'ın Cem'i" bahsinde gelecek hadiste geçen "Kur'an'ı deri parçalarından ve hurma dallarından araştırmaya başladım," sözü de bunu destekler niteliktedir. Bu hadis, "Fezailu'lKur'an" bölümünde ayrıntılı biçimde ele alınacaktır. Ayrıca yine onun Huzeyme hakkındaki "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk tutmuştu," sözü de bunu destekler. Rivayette adı geçen Huzeyme, Huzeyme İbn Sabit'tir. Onun şehadeti ile ilgili hadis, Ebu Davo.d ve Nesaı tarafından şu şekilde tahriç edilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bedevinin birinden bir at satın aldı. Bedeviden atın parasını alması için kendisini takip etmesini istedi. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hızlı, bedevi ise yavaş yürüyerek yola koyuldu. Yolda bazı insanlar bedevinin önünü kesip atın fiyatı konusunda pazarlığa başladılar. [Ancak Hz. Nebi'in atı aldığından haberleri yoktu. Bedevi, onlar alıcı olunca Hz. Nebi'e 'Bu atı alıyor musun? Yoksa onu satacağım,' diye seslendi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun sözünü işitir işitmez, 'Ben bunu senden satın almadım mı?' diye çıkıştı. Bedevi, 'Ne münasebet, Allah'a yemin ederim ki, ben atımı sana satmadım,' dedi. Bunun üzerine Hz. Nebi 'Tam tersine! Ben onu senden satın aldım,' dedi.poBo Bu defa Bedevi, 'O halde bu atı sana sattığıma dair bir şahit getir,' demeye başladı. Onun yanına gelen Müslümanlar, 'Yazıklar olsun sana! Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hiç doğrudan başka bir şey söyler mi?' diyerek tepkilerini gösteriyorIardı. Nihayet Huzeyme İbn Sabit geldi. Bir müddet konuşulanları dinledi. Sonra 'Ben, senin bu atı ona sattığına şahidim,' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü ona 'Ne ile şahitlik edersin?' diye sordu. O da, 'Seni tasdik ederek' diye cevap verdi. Böylece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Huzeyme'nin şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk saydı." Hattabı şöyle demiştir: "Birçok kimse bu hadisi yanlış yorumlamıştır. Bid'at ehli bazı çevreler, bu hadisi kullanarak, doğrulukla tanıdıkları kimselerin iddia ettikleri her şeye şahitlik etmelerinin meşru olduğunu ileri sürmüşlerdir. Halbuki Hz. Nebi bedevinin aleyhine hüküm verirken kendi bilgisine dayanmıştır. Huzeyme'nin şahitliği onun sözünü destekler mahiyettedir ve tartıştığı kimseye karşı ona destek olma niteliğindedir. Böylece bu olay, diğer mahkemelik durumlar açısından bakılınca iki kişinin şahiHiği takdirinde olur." Bu olayda kıvrak zekalı olmanın kazandırdığı üstünlük ortaya çıkmıştır. Kıvrak zekaya sahip olmak, kişinin derecesini yükseltir. Çünkü burada Huzeyme'nin ileri sürdüğü gerekçe, diğer sahabiler tarafından da biliniyordu. Son derece açık olmasına rağmen sadece o, kıvrak zekasıyla bunu ileri sürmüş ve bundan dolayı ödüllendirilmişti. Artık bu olaydan sonra Huzeyme kimin lehine veya aleyhine şahimk ederse, bu, o kimse hakkında yeterli olacaktı]
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi s.a.v.'in eşi Aişe r.anha validemizden rivayet edildiğine göre, Allah Teala Hz. Nebi'e, eşlerine dünya ve ahiret arasında seçimde bulunmalarını teklif etmeyi emrettiği sırada, Hz. Nebi onun yanına gelmiştir. [Olayın bundan sonraki kısmını Hz. Aişe şöyle anlatır:] ilk olarak Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim yanıma geldi. Bana "Sana bir şey söyleyeceğim. Acele etmene gerek yok. Hatta anne-babanın görüşüne müracaat edebilirsin," dedi. Halbuki anne-babamın ondan ayrılmama razı olmayacağını çok iyi biliyordu. Sonra sözlerini "Allah Teala şöyle buyurdu: Ey Nebi! Eşlerine. söyle ... " diyerek sürdürdü ve iki ayeti de tamamen okudu. Ben de ona, 'Bunun neyini anne-babama danışacağım ki! Elbette Allah'ı, 'Nebii'ni ve ahiret yurdunu istiyorum,' dedim." Hadisin geçtiği diğer yer: 4786. Fethu'l-Bari Açıklaması: تبرج teberruc "kadının güzelliklerini göstermesi" anlamına gelir. İbn Ebi Hatim, Şeyban kanalıyla bu kelimenin izahı hakkında Katade'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Kadınların, kırıta kırıta, işve yapa yapa yürüme şekilleri vardır. Evden dışarı çıktıklarında, işte bu şekilde yürümeleri yasaklandı." İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ömer 'Ancak, bir Cahiliyye vardır,' dedi." İbn Abbas ona, "Sen, bir şeyin ilki varsa arkası da vardır, sözünü işitmedin mi?" diye karşı çıktı. Başka bir kanalla İbn Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Başka bir Cahiliyye daha olacaktır." Bir başka kanalla ise şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "İlk Cahiliyye dönemi bin yıl sürdü. Bu dönem, Nuh Nebi ile İdris Nebi zamanları arasında yaşanmıştır." Bu rivayetin senedi kuwetlidir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerine tahyırde bulunmakla emredildiği zaman buna, ilk önce benimle başladı. Bana, 'Sana bir şey söyleyeceğim. Acele etmene gerek yok. Hatta anne-babanın görüşüne müracaat edebilirsin.' dedi. Halbuki anne-babamın bana, ondan ayrılmarnı emretmeyeceğini gayet iyi biliyordu." Hz. Aişe olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Sonra bana, Allah Teala 'Ey Nebi! Eşlerine söyle: Eğer dünya ve dünya süsünü istiyorsanız [gelin size boşama bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıveriyim. Eğer Allah'ı, Nebiini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için] büyük mükCi!Cit [hazırlamıştır,)' buyuruyor, dedi. Ben de dedim ki: Bunun neyini anne-babama danışacağım ki! Elbette Allah'ı, Nebii'ni ve ahiret yurdunu istiyorum." Sonra Hz. Aişe şöyle dedi: " Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer hanımları da benim gibi yaptı." Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Nebi'in, eşlerine tahyırde bulunmakla emredildiği zaman, neden bu şekilde tahyırde bulunduğu hakkında İmam Müslim, Cabir'den şu rivayeti nakletmiştir: "Hz. Nebi'in huzuruna çıkmak için izin isternek üzere Ebu Bekir geldi. [İnsanların Hz. Nebi'in kapısında beklediğini, onlardan hiçbirine içeri girme konusunda izin verilmediğini fark etti. Ancak Hz. Ebu Bekir'e izin verildi ve o içeri girdi. Daha sonra Hz. Ömer geldi ve içeri girmek için izin istedi. Ona da izin verildi. Hz. Nebi'in oturduğunu fark etti. Etrafında üzüntüden dudakları kımıidamayan hanımları vardı. Derken Ebu Bekir 'Bir şey söyleyeceğim ve Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e güldüreceğim,' dedi. Sonra (eşini kastederek) 'Ey Allah'ın Elçisi! Harice'nin kızı benden nafaka istedi, ben de kalkıp boynuna vurdum,' diye devam etti. Bunun üzerine Allah Resulü güldü ve], (eşlerini kastederek) gördüğün gibi onlar da benim baıma toplanmış nafaka isterler' buyurdu. [Bu söz üzerine Ebu Bekir kalkıp Hz. Aişe'nin yanına gelir ve onun boynuna vurur. Aynı şekilde Hz. Ömer de kalkıp Hafsa'nın yanına gider ve onun boynuna vurur. Her ikisi de vururken 'Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den imkanı olmayan bir şey istersiniz ha!' diyordu. Bu esnada Hz. Nebi'in eşleri 'Biz asla onun imkanı dışında bir şey istemiyoruz,' diye karşılık veriyorlardı. Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir ay ya da yirmi dokuz gün hanımlarından ayrı kaldı. Daha sonra "Ey Nebi! Eşlerine söyle ... " şeklinde başlayıp, "İçinizden güzel davrananlar için büyük mükafaat hazırlamıştır," şeklinde sona eren ayetler nazil oldu ... " Bundan sonra İmam Müslim, İmam Buharl'nin bu konuda zikrettiği hadise yakın bir rivayet nakletmiştir. Bu hadis "Kitabu'l-mezalim" bölümünde Ukayl kanalıyla geçmişti. "Kitabu'nnikah" bölümünde ise, Şuayb kanalıyla gelecektir. Her iki rivayet de, İbn Şihab, Ubeydullah İbn Abdillah İbn Ebi Sevr ve İbn Abbas kanalıyla Hz. Ömer'den nakledilmiştir. Söz konusu rivayet, Hz. Nebi'e karşı işbirliği yapan iki hanım i hakkındadır. Uzun olan bu rivayet in sonunda şöyle geçmektedir: "Hz. Aişe (Allah Resulü'nün sırrını) Hz. Hafsa'ya ifşa edince, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara çok kızdığı için 'Bir ay boyunca asla onların yanına gitmeyeceğim,' dedi. Hatta bu yüzden o, Allah tarafından uyarılmıştı. Aradan yirmi dokuz gün geçince ilk olarak Hz. Aişe'nin yanına gitti ve (eşleriyle konuşmaya) ondan başladı. Bu durum karşısında Hz. Aişe ona, 'Bir ay boyunca bizim yanımıza gelmernek üzere yemin etmemiş miydin? Bugün daha yirmi dokuzuncu gün. Her bir günü tek tek saydım,' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Ay yirmi dokuz gündür,' buyurdu. O ay, yirmi dokuz gün çekmişti. Hz. Aişe dedi ki: Bunun üzerine tahyir ayeti indi. Allah Resulü ilk olarak benim yanima gelip evliliği sürdürmem ya da boşanmam arasında tercihte bulunmam için beni serbest bıraktı ve bana şöyle dedi: Sana bir şey diyeceğim. Ama karar vermek için acele etme! .. " Maverdi şöyle demiştir: "Tahyır'in dünya ile ahiret arasında mı, yoksa evliliği sürdürmek ile boşanmak arasında mı olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Söz konusu tahyirin evliliği sürdürmek ile boşanmak arasında serbest bırakma olduğu görüşü İmam Şafil'nin görüşüne daha yakındır. Doğru olan da budur." Kurtubi de şöyle demiştir: "Tahyırin evliliği sürdürmekle boşanmak arasında mı, yoksa dünya ile ahiret arasında mı olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir." Aslında daha doğru olan, bu iki görüşü uzlaştırmaktır. Çünkü bunlardan biri, diğerinin kaçınılmaz neticesidir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Nebi'in hanımları dünyayı tercih edip Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendilerini boşaması ile ahireti tercih edip Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in nikahı altında kalmaya devam etmek arasında serbest bırakılmışlardır. Bu yorum, ayetin siyakının bir gereğidir. Benim düşüncerne göre, bu iki görüşün açıklaması, Hz. Nebi'in sallallahu aleyhi ve sellem eşlerine boşama yetkisinin bırakılıp bırakılmamasıyla da alakalıdır. Bundan dolayı Ahmed İbn Hanbel Hz. Ali'den şu rivayet i nakletmiştir: "Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerini sadece dünya ile ahiret arasında bir seçim yapmak üzere serbest bırakmıştır. "Acele etmene gerek yok," ifadesi şu anlama g.elir: Acele etmeyip teenni ile hareket etmende bir sakınca yok Hatta anne-babana bile danışabilirsin. "Hatta anne-babanın görüşüne müracaat edebilirsin," ifadesi şu anlama gelir: Onlardan, bu konu hakkında sana düşüncelerini açıklamalarını iste. Cabir hadisinde bu ifade "Hatta anne-babanla istişare edebilirsin," şeklinde nakledilmiştir. Hadisten Çıkan Sonuçlar: 1 - Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarına karşı son derece lütufkar ve nazik davranmıştır. Onların kıskanmalarına sebebiyet veren nazlarına ve buna benzer diğer davranışlarına karşı sabır göstermiştir. 2- Hz. Aişe'nin fazileti ortaya çıkmıştır. Çünkü Allah Resutü sallallahu aleyhi ve sellem ilk defa ondan başlamıştır. İmam Nevevı bu şekilde açıklamıştır. 3- Yaşın küçük olması, kişinin bir meseleyi iyice düşünemeyeceği zannını uyandırır. Hz. Nebi Hz. Aişe'ye, anne-babasına danışmasını emretmişti. Çünkü Hz. Aişe'nin, küçük olduğu için seçeneklerden diğerini seçmesinden endişe etmişti. Zira onun kendisine arız olan diğer seçeneği seçme düşüncesini reddetmesini sağlayacak yetenekten yoksun olması ihtimali vardı. Bu nedenle anne-babasıyla istişare etseydi, onlar kendisine tercihlerin birinde bulunan hayrı ve diğerinde bulunan şerri açıklardı. Bunu bildiği için Hz. Aişe, "Halbuki annebabamın bana, ondan ayrılmarnı emretmeyeceğini gayet iyi biliyordu," demiştir. 4- Hz. Aişe'nin büyük bir menkıbesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca onun ne kadar kamil bir akla sahip olduğu, genç yaşta olmasına rağmen ne kadar isabetli düşündüğü belli olmuştur. 5- Kıskançlık, doğru düşünebilen ve akıl sahibi olan bir kadının, kendisine yakışmayan davranışlar sergilemesine neden olur. Çünkü Hz. Aişe Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den kendisinin yaptıklarını diğer eşlerine anlatmamasını istemişti. Ancak Hz. Nebi onun bu şekilde davranmasının, kumalarının bulunmasından değil de, kadınların fıtratında bulunan kıskançlık ve otorite kurma arzusundan kaynaklandığını öğrenince, onun bu talebine olumlu cevap vermedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah'ın ortaya çıkaracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun," ayeti Zeyneb bint Cahş ile Zeyd İbn Harise hakkında indi." Hadisin geçtiği diğer yer: 7420. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayet in Zeyd İbn Harise ile Zeyneb bint Cahş hakkında nazil olduğu husunda rivayetler ittifak halindedir. "Allah'ın ortaya çıkaracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun," ayeti Zeyneb bint Cahş ile Zeyd İbn Harise hakkında indi. Burada İmam Buhari olayın sadece bu kısmını anlatmakla yetindi. Fakat "Kitabu't-tevhid"de başka bir kanalla, Hammad İbn Zeyd ve Sabit vasıtasıyla Enes'ten onun şöyle söylediğini nakletmiştir: "Zeyd İbn Harise Hz. Nebi'e durumunu şikayet için geldi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona 'Allah'tan kork! Eşinle eu/iliğini sürdür!' diye öğüt verdi." Enes daha sonra şöyle dedi: "Eğer Hz. Nebi Kur'an'dan bir ayeti gizleyecek olsaydı, kuşkusuz bu ayeti gizlerdi. .. Hz. Zeynep, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer eşlerine karşı böbürlenirdi ... " Bu olayı Ahmed İbn Hanbel şöyle nakletmiştir: "Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyd İbn Harise'nin evine geldi. Zeyd onun yanına gelip hanımını ona şikayet etti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Eşinle euliliğini sürdür ue Allah'tan kork!' dedi. Bu olay üzerine '[(Resulüm!) hani Allah'ın nimet uerdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut! Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde giz/iyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince] biz onu sana nikahladık,'(Ahzab 37) ayeti nazil oldu. Burada "onu" lafzı ile Zeyneb bint Cahş kastedilmiştir." İbn Ebi Hatim, Süddi kanalıyla daha açık ve net lafızlarla bu kıssayı şu şekilde nakletmiştir: "Belağ yoluyla bana iletildiğine göre, bu ayet, Zeyneb bint Cahş hakkında inmiştir. Zeyneb, Rasulullah'ın sallallahu aleyhi ve selle m halasının kızı Ümeyye bint Abdilmuttalib'in kızıydl. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu, evlatlık edindiği Zeyd İbn Harise ile evlendirrnek istemişti. Ne var ki Zeyneb, buna rıza göstermedi. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığına razı oldu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onu Zeyd ile evlendirdi. Daha sonra Allah Teala, Nebii'ne Zeyneb'in, eşlerinden biri olacağını bildirdi. Ancak Hz. Nebi, Zeyd'e karısını boşamasını emretmekten utanıyordu. Bu esnada Zeyd ile Zeyneb arasında; diğer insanlar arasında görülen bir takım huzursuzluklar çıkmaya devam ediyordu. Bu durum karşısında Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyd'e hanımıyla evli kalmasını ve Allah'tan korkmasını emrediyordu. İnsanların, 'Oğlunun hanımı ile evlendi,' diyerek kendisini ayıplamalarından çekiniyordu. Zira o, Zeyd'i evlatlık edinmişti. Özetle ifade edecek olursak; Hz. Nebi'in gizlediği, Allah Teala'nın kendisine, Zeyneb'in, hanımlarından biri olacağına dair verdiği haberdir. "Oğlunun eşiyle evlendi," şeklinde ileri geri konuşmalarından çekinmesi, bu haberi gizlemesine neden olmuştur. Allah Teala Cahiliyye dönemi insanlarının uydukları evlatlık hükümlerini en güçlü şekilde ortadan kaldırmak istemişti. Bu da ancak evlat olarak kabul edilen birinin hanımı ile evlenmekle olurdu. Bu olay, insanların daha kolay kabul etmesini sağlamak için Müslümanların Önderi vasıtasıyla gerçekleşmişti. Hz. Nebi'in neden çekindiğini yorumlayanlar ihtilaf eetmişlerdir. Ahmed İbn Hanbel, Müslim ve Nesaı, Süleyman İbn Mugıra ve Sabit kanalıyla Enes'ten şöyle rivayet etmişlerdir: "Zeyneb'in iddeti bitince, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyd'e 'Onu bana iste,' dedi. Olayın bundan sonrasını Zeyd şöyle anlattı: Zeyneb'in yanına gittim. Ona 'Ey Zeyneb! Gözün aydın. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni sana gönderdi. Niyeti seninle evlenmek,' dedim. O da 'Rabbim'e danışmadan bir şey yapacak değilim,' diye karşılık verdi. Sonra kalkıp secde ettiği yere gitti. Derken ayet indi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi ve izni olmadan onun yanına girdi." Bu, söz konusu adetin kaldırılması hakkında olabilecek en etkili yöntem di. Bu olayda Zeyneb'i Hz. Nebi'e (bizzat eski kocası) istemiştir. Böylece Hz. Nebi'in Zeyneb'le, Zeyd'in rızası olmadan, baskı yaparak evlendiği şeklinde meydana gelebilecek zanlara sed çekilmiştir. Aynı zamanda bu uygulamada, Hz. Nebi'in, Zeyd'in gönlünde Hz. Zeyneb'e karşı bir duygunun kalıp kalmadığını test etmesi de söz konusudur. Bu hadisten çıkarılan bir başka sonuç ise, kendisine talip çıkan kadının, cevap vermeden önce istihare yapmasının ve isteme sırasında dua etmesinin müstehap olduğudur. Her kim işini Allah'a havale ederse, Allah Teala dünya ve ahirette kendisi için daha yararlı ve güzel şeyleri onun için kolaylaştırır
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Kendilerini Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e hibe eden (mehirsiz olarak evlenme teklif eden) kadınlara kıskançlık beslerdim. Onları 'Bir kadın kendisini hibe eder mi?' diyerek (ayıplardım). Allah Teala 'Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bir süre ayrı/dığın hanım/arından arzu ettiğini tekrar yanına a/manda senin için bir günah yoktur, (Ahzab 51) ayetini indirince, [Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e], 'Bakıyorum da Rabbin her daim senin arzularını yerine getirmek için çabalıyor,' dedim. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan rivayet edildiğine göre, [o şöyle demiştir:] "On/ardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bir süre ayrıldığın hanım/arından arzu -etiğini tekrar yanına almanda senin için bir günah yoktur," ayeti nazil olduktan sonra Hz. Nebi, hanımlarının birinin sırasında diğer bir hanımına gitmek istediği zaman bizlerden izin isterdi. [Hadisin ravilerinden Muaze'den şöyle nakledilmiştir: Hz. Aişe'ye: 'Senden izin istediği zaman ne derdin?' diye sordum. O da şöyle dedi: Ona 'Ey Allah'ın Elçisi! Eğer bu mesele bana bırakılmışsa, sizi başka birine bırakmayı asla tercih etmem!' derdim." Fethu'l-Bari Açıklaması: Vahidi, müfessirlerin bu ayetin [Ahzab 51] tahyir ayetinin akabinde nazil olduğu kanaatinde olduklarını nakletmiştir. Şöyle ki; tahyir olayı meydana gelince, Hz. Nebi'in hanımlarından bazıları Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e kendilerini boşayacağı endişesine kapılıp kasm meselesini ona hava le etmişti. Bunun üzerine "Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bir süre ayrıldığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanma almanda senin için bir günah yoktur, "(Ahzab 51) ayeti nazil oldu. "Kendilerini Nebi'e hibe eden" ifadesine göre, kendisini Hz. Nebi'e hibe eden (mehirsiz olarak evlenme teklifinde bulunan) kadınlar birden fazladır. [Bunu gösteren rivayetleri de şu şekilde sıralayabiliriz:] 1- Nikah Bölümü'nde Sehl İbn Saldıdan nakledilen hadiste, "Bir kadın 'Ey Allah'ın Elçisi! Ben kendimi sana hibe ettim,' dedi. Yine aynı rivayette, kadına talip [olup fakat mehir olarak verecek bir şey bulamayan] adama Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle demiştir: Demir bir yüzük dahi olsa, git bir şeyler ara! 2- Enes'ten nakledilen hadis ise şöyledir: "Bir kadın Nebi'e sallallahu aleyhi ve selle m gelip 'Benim bir kızım var,' dedi. Sonra kızının güzelliklerini sıraladı ve 'Onu sana verdim,' dedi. Allah Res(dü de 'Ben de onu kabul ettim,' diye karşılık verdi. Kadın kızını övmeye devam etti. Hatta 'Onun hiç başı ağrımadı. [Hiçbir şeyden şikayet etmez (Ahmed İbn Hanbel, Hadis no: 12120) bile dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Benim, kızına ihtiyacım yok,' şeklinde karşılık verdL" Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği bu hadiste bahsi geçen kadın, kuşkusuz önceki hadisteki kadından farklıdır. 3- İbn Ebı Hatim, Hz. Aişe'den, onun şu sözünü nakletmiştir: "Rasulullah'a kendisini hibe eden kadın, Havle bint Hakım'dir." Nikah Bölümü'nde bu rivayet hakkında açıklama yapılacaktır. İmam Buhari bu rivayete ta'likan işarette bulunmuştur. 4- Şa'bı kanalıyla şöyle naklediimiştir: "Kendisini hibe eden kadınlardan biri de, Ümmü Şerlk'tir." 5- Nesaı'nin, Urve kanalıyla yaptığı rivayete ve Ebu Ubeyde Mamer İbnu'lMüsenna'nın tespitine göre, "Kendisini hibe eden kadınlardan biri de, Fatıma bint Şureyh'tir. 6- Leyla bint Hatım'in de kendisini Resulullah'a hibe eden kadınlardan olduğu ileri sürülmüştür. İkrime kanalıyla İbn Abbas'ın şöyle dediği naklediimiştir: "Hz. Nebi, kendisini ona hibe eden hiçbir kadınla evlenmemiştir." Bu rivayet i Taberi tahriç etmiştir. Rivayetin senedi ise hasendir. Bundan maksat şudur: Hz. Nebi, kendisini ona hibe eden hiçbir kadınla birlikte olmamıştır. Halbuki böyle bir birliktelik onun için mübahtı. Çünkü Allah Tea.!a şöyle buyurmuştur: "Nebi kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini Nebie hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana muhsus olmak üzere helal kıldık. " (Ahzab 50) Bu hadiste Hz. Aişe "Onlardan dilediğini geriye bırakır ... " ayetinin sebeb-i nüzulünü açıklamış ve bir önceki ayette geçen "kendisini Nebie hibe eden mümin kadın" ile "Kuşkusuz biz, hanımlan hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz, "(Ahzab 50) ifadelerine işaret etmiştir. İbn Merduye, İbn Ömer ve İbn Abbas'tan nakledilen hadislerde şu ifadeyi de rivayet etmiştir: "Nikah ancak bir veli ve iki şahit ile gerçekleşir." Hz. Aişe'nin "Bakıyorum da Rabbin her daim senin arzularını yerine getirmek için çabalıyor," sözü şu anlama gelir: "Bakıyorum da, allah Teala senin isteklerini geciktirmeden, hemen yerine getiriyor. Dilediğin ve tercih ettiğin hükümleri indiriyor." "Onlardan dilediğini geriye bırakır," ayeti şu anlama gelir: Kasma riayet etmeden onların sırasını ertelersin. Bu görüş çoğunluğa aittir. Bu görüşü İmam Taberi, İbn Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basrı, Katade, Ebu Rezın ve daha bir çok kişiden nakletmiştir. Ayrıca Şa'bı'den bu ayet hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisini Hz. Nebi'e hibe eden birçok kadın vardı. allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunlardan bir kısmı ile evlendi, bir kısmı ile evlenmedi." Bu rivayet şazdır. Doğrusu şu ki, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisini hibe eden kadınlardan hiçbiriyle evlenmemiştir. 'Onlardan dilediğini geriye bırakır' ayeti hakkında şöyle bir yorum da yapılmıştır: Sallallahu Aleyhi ve Sellem hanımlarından bazılarını boşamaya yeltenmişti. Bunun üzerine onlar 'Tek bizi boşama da, dilediğin gibi kas m yap!' teklifinde bulundular. Bunun üzerine allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazıları arasında eşit kasm yaptı. İşte, ayette geçen "dilediğini de yanına alırsın" ifadesiyle bu hanımlar kastedilmiştir. Diğer eşlerine ise dilediği gibi kasm yaptı. İşte bunlar da, geriye bıraktıklarıdır. Özetle ifade edecek olursak, bu ayet hakkında ileri sürülen tefsirleri şu şekil- de sıralayahiliriz: 1- Dilediğini boşar, dilediğinle evliliğini sürdürürsün. 2- Boşamadan bazılarından uzaklaşır, diğerlerine kasm yaparsın. 3- Kendilerini sana hibe eden hanımlardan dilediğin le evlenir, dilediğini reddedersin. Bu bab da zikredilen hadis, bu görüşü ve bir öncekini destekler niteliktedir. Ayetin lafzı ise üç manayı da taşımaya müsaittir. Hz. Aişe'den nakledilen ve Hz. Nebi'in hanımlarından izin istediğini gösteren rivayetin zahiri, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hiçbir eşini kasrnın dışında bırakmadığını, yani onlardan uzaklaşmadığını gösterir. Bu görüş Zührı'ye aittir. O bu konuda şöyle demiştir: "Hz. Nebi'in hanımlarından birini geriye bıraktığını bilmiyorum." Bu rivayeti İbn Ebı Hatim nakletmiştir. Katade ise bu ayeti şöyle yorumlamıştır: "Allah Teala, Nebiini dilediği gibi kasrnda bulunması hususunda serbest bırakmıştır. Ancak o, hepsine eşit davranmıştır." Önemli Açıklama Bu ayetten (Ahzab 33/51) sonra gelen "Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan c.ariyeler hariç, güzellikleri hoşunagitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helal değildir, "(Ahzab 52) ayetinde neyin nefyedildiği konusunda ihtilaf vardır. Acaba Rasulullah'a daha önce belirtilen özelliklerden sonra bazı kadınlar helal, bazı kadınlar haram mı kılındı? Yoksa tahyır esnasında evli olduğu kadınlardan sonra, onun diğer kadınlarla evlenmesi mi haram kılındı? İşte bu hususlar tartışmalıdır. Übey İbn Ka'b ve onu takip edenler birinci görüşü benimsemişlerdir. Abdullah İbn Ahmed, Ziy6datu Müsned'de bu görüşü nakletmiştir. İbn Abbas ve ona tabi olanlara göre ise, Allah Resulü'nün hanımları, onu tercih etmelerinden dolayı (mlara verilmiş bir ödüldür.Gerçekten de Hz. Nebi bu olaydan sonra yeni bir evlilik yapmamıştır. Ancak bu durum, mevcut ihtilafı ortadan kaldırmaz. Nitekim Tirmizı ve Nesaı Hz. Aişe'den şöyle nakletmiştir: "RasuluIlah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiği zaman, kadınlarla evlenmesi helaldL" İbn Ebı Hatim de, Ümmü Selerne validemizden buna benzer bir rivayet nakletmiştir)
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e 'Yanına iyi ve kötü kimseler geliyor. Keşke mu'minlerin annelerine örtünmelerini emretsen ... " dedim. Bunun üzerine hicab ayeti nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyneb bint Cahş ile evlendiği zaman, insanları [ziyafete] davet etti. İnsanlar gelip yediler, sonra oturup konuştular. Allah Resu.ıü sallallahu aleyhi ve sellem kalkmaya hazırlanır gibi oldu, ama onlar kalkmadılar. Hz. Nebi onların bu halini görünce kendisi kalktı. Onun kalkmasıyla cemaatte kalktı. Ancak üç kişi oturmaya devam etti. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem içeri girmek üzere geldi. Bir de ne görsün, adamlar hala orada oturuyorlar. Sonra adamlar kalktı. Hemen Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gittim ve ona insanların gittiğini haber verdim. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldi ve içeri girdi. Ben de içeri girmek için gittim. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onunla benim arama perde çekti. Bunun üzerine Allah Teala 'Ey iman edenler! Nebiin evlerine girmeyin! .. ' ayetini indirdi." Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Kılabe, Enes İbn Malik'ten, onun şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hicab ayetini en iyi ben bilirim. Hz. Zeyneb süslenip Rasulullah'a sallalla.hu aleyhi ve sellem getirildiği vakit, Hz. Nebi'le birlikte evde bulunuyordu. Allah Resulü [onunla evlenirken ziyafet olarak] yemek yaptırıp insanları davet etmişti. İnsanlar, konuşmak için oturup kaldılar. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışarı Çıkıyor, sonra tekrar dönüyordu. Çünkü insanlar oturmuş konuşuyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala 'Ey iman edenler! Nebiin evlerine girmeyin! .. ' ayetini indirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Zeyneb bint Cahş ile evlendiği zaman, ekmek ve etten oluşan ziyafet sofrası kuruldu. Yemeğe davet etmek üzere haberci olarak ben gönderildim. Bir grup gelip yemek yiyor, sonra gidiyordu. Daha sonra başka bir grup gelip yemek yiyor ve gidiyordu. Bu şekilde davet edecek birini bulamayıncaya kadar herkesi yemeğe çağırdım. Sonra Hz. Nebi'e 'Ey Allah'ın Elçisi! Davet edecek kimseyi bulamıyorum,' dedim. O da 'Sofranızı kaldırın!' dedi. Bu esnada üç kiJ evde kalıp konuşmaya devam etti. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem çıktı ve Hz. Aişe'nin odasına gitti ve ona 'Allah'm selamı ve rahmeti üzerinize olsun ey hane halkd' diyerek selam verdi. Hz. Aişe de şöyle karşılık verdi: Allah'ın selamı ve rahmeti sizin de üzerinize olsun. [Yeni] eşini nasıl buldun? Allah mübarek etsin. Sonra Allah Resu!ü sallallahu a1eyhi ve selle m diğer bütün hanımlarının odalarını yokladı. Hz. Aişe'ye selam verdiği gibi onlara da selam verdi. Onlar da Hz. Aişe gibi karşılıkta bulundular. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem döndü. Bir de baktı ki, o üç kişi hala evde konuşmaya devam ediyor. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem son derece hayalı idi. Hz. Aişe'nin odasına gitmek üzere çıktı. İnsanların gittiğini Hz. Aişe mi haber verdi, yoksa başka biri mi, bilemiyorum. Nihayet RasuluIlah sallallahu aleyhi ve sellem döndü ve bir ayağını eşikten içeri attı. Daha diğer ayağı dışarıda iken benimle kendisi arasına perdeyi indirdi ve hicab ayeti nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes r.a.'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyneb bint Cahş ile evlendiği zaman, düğün yemeği vermişti. İnsanları et ve ekmekle doyurmuştu. Daha sonra, zifaf gecesinin sabahında yaptığı gibi, mü mini erin annelerinin odalarına gitti. Onlara selam verip dua etti. Onlar da selamını alıp kendisine dua ettiler. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem evine döndüğü vakit, iki adamın konuşmaya daldığını fark etti. Onları görünce eve girmekten vazgeçti. O iki adam Hz. Nebi'in evine girmekten vazgeçtiğini görünce hemen kalkıp hızlıca uzaklaştı. Onların girtiğini ben mi haber verdim, yoksa RasuluIlah sallallahu a1eyhi ve sellem başka birinden mi öğrendi, hatırlayamıyorum. Nihayet Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem döndü ve evine girdi. Benimle kendisi arasına örtü indirdi ve hicab ayeti nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hicab farz kılındıktan sonra Sevde bir ihtiyacından dolayı dışarı çıktı. İri yarı bir kadın olduğu için, hemen tanınırdı. Bu yüzden Hz. Ömer onu tanımıştı ve ona şöyle demişti: Ey Sevde! Allah'a and olsun ki, (iyi örtünemediğin için) bizler tarafından tanınıyorsun. Baksana nasıl dışarı çıkmışsın. Hz. Sevde bundan sonrasını şöyle anlatıyor: Hemen gerisin geri eve döndüm. O esnada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem evimde idi. Oturmuş öğle yemeği yiyordu. Elinde de bir parça kemikli et vardı. Yanına vardım ve: 'Ey Allah'ın Elçisi! Bir ihtiyacımdan dolayı dışarı çıktım. Beni gören Omer, bana şunları şunları söyledi' dedim. Derken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e vahiy geldi. Daha sonra vahiy tamamlandı. Et parçası, hala elinde idi, onu bırakmamıştı. Sonra şöyle buyurdu: "Sizin ihtiyaçlarınızı gidermek için çıkmanıza izin veri/di," Fethu'l-Bari Açıklaması: .......Tekarra (yokladı) ifadesi, Hz. Nebi'in odaları teker teker kontrol ettiği anlamına gelir. Humeyd'in rivayetinde şöyle geçmektedir: Allah Resu.ıü sallalliihu aleyhi ve selle m evine döndüğünde, iki adamın konuşmaya daldığını fark etti. Onları görünce eve girmekten vazgeçti. O iki adam, Hz. Nebi'in evine girmekten vazgeçtiğini görünce hemen kalkıp hızlıca uzaklaştı. Bu olayı şu şekilde özetleyebiliriz: Davete gelenler, konuşmak üzere oturmuşlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara dağılmalarını emretmekten utandı. Bu yüzden, onların kendisiyle birlikte kalkmalarını istediği için, kalkmak üzere hazırlandı. Ne yar ki, lafa daima onları bu şekilde davranmaktan alıkoydu. Bunun üzerine Hz. Nebi kalktı ve çıktı. Onun çıkmasıyla birlikte cemaat de dağıldı. Ancak konuştukları konuya iyice kendilerini kaptıran üç kişi, ayıkmac yarak orda kaldı. Bu esnada, Allah Resu.ıü sallalliihu aleyhi ve sellem son derece haya sahibi olduğu için, o insanların yüzlerine karşı dağılmalarını emretmeden onların oradan ayrılmasını istiyordu. Bu yüzden onların yanından uzun bir süre ayrıldı. Bu arada gidip hanımlarına selam verip onlarla ilgilendi. O üç kişi ise konuşmakla meşguldü. Ancak içlerinden biri, düştüğü gafletten kurtulup oradan ayrıldı. Diğer ikisi ise, orada kaldı. Aradan uzun zaman geçince Hz. Nebi evine geldi. Baktı ki, onlar yine orada. Bunun üzerine geri döndü. Bunu fark eden söz konusu iki kişi, ne yapmaları gerektiğini anlayıp dağıldı. Hz. Nebi de evine girdi ve hicab ayeti nazil oldu. Bunun üzerine hizmetçisi Enes ile kendisi arasına bir perde çekti. Daha önce böyle bir uygulama yapmamıştı. Hadisten çıkan sonuca göre; örtünme müminlerin anneleri için de dini bir zorunluluktur. Bu konuda Kadı [yaz şöyle demiştir: "Hicabın, Hz. Nebi'in hanımlarına özgü tarafı, tartışmasız olarak yüzlerini ve ellerini örtmelerinin farz olması idi. Onların şahitlik ve daha başka konularda yüzlerini ve ellerini; tesettüre bürünmüş olsalar bile kendilerini göstermeleri uygun değildi. Ancak, tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için dışarı çıkmalarını gerektiren bir zaruret hali olduğu zaman kendilerini gösterebilirlerdi." Kadı [yaz, "Muvatta"da yer alan ve Hz. Ömer vefat ettiği zaman hanımların Hz. Hafsa'yı perdelemelerini gösteren rivayet ile Hz. Hafsa vefat edince Zeynep bint Cahş'ın bedeni görülmesin diye onun naşının üstüne bir kubbe koymasını anlatan rivayeti delil olarak getirmiştir. Kadı İyad'ın anlattıkları, Hz. Nebi'in hanımlarının bu şekilde örtünmesinin farz olduğu iddiasına delilolmaz. Çünkü onlar, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra hacca gidip tavaf ederlerdi. Sahabe ve onlardan sonra gelen nesil, kendilerinden hadis naklederdi. Bütün bu durumlarda, bedenleri saklamak yerine tesettüre bürünmüş bir şekilde idiler. Nitekim "Hac Bölümü"nde şu rivayete yer vermiştik: "İbn Cüreyc, kendisine Hz. Aişe'nin nasıl tavaf ettiğini anlatan Ata'ya 'Onun hac etmesi, hicabdan önce mi oldu, yoksa sonra mı?' diye sormuş. O da şöyle cevap vermişti: Ben, ancak hicabdan sonra onunla karşılaştım. Bu konuda Hz. Aişe'den nakledilen ve müminlerin annesi Hz. Sevde İbn Zem'a'nın hicab ayeti nazil olduktan sonra bir ihtiyaca binaen dışarı çıktığı konusu "Kitabu't-tahare" bölümünde geçmişti. Özetle ifade edecek olursak; Hz. Ömer, yabancıların Hz. Nebi'in mahremlerini görmesinden nefret ediyordu. Hatta Hz. Nebi'e "Hanımlarının örtünmesini sağla!" diyerek açıkça bunu belirtmişti. Hicab ayeti nazil oluncaya kadar da, ısrarla bu düşüncesini savundu. Daha sonra, onların tesettüre girmelerine rağmen, bedenlerini de gizlernelerini istemeye meyletmişti. Bunda da ısrar etmişti. Ancak bu konuda ona mani olundu. Zorluğu ortadan kaldırmak ve zahmeti gidermek için ihtiyaç dolayısıyla dışarı çıkmalarına izin verildi]
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe radiyallahu anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Hicab ayeti nazil olduktan sonra Ebu Kuays'ın kardeşi Eflah, yanıma girmek için izin istedi. 'Bu konuda Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e sormadan ona izin veremem' dedim. Çünkü kardeşi Ebu Kuays beni emzirmemişti. Beni onun hanımı emzirmişti. Derken Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanıma geldi. Ona 'Ey Allah'ın Elçisi! Ebu Kuays'ın kardeşi Eflah yanıma gelmek için izin istedi. Ben de, sana danışıncaya kadar onun gelmesine izin vermedim,' dedim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, "Neden izin vermedin ki! O senin amcan değil mi?" dedi. Bu defa ona, 'Adam beni emzirmedi, ki, beni Ebu Kuays'ın hanımı emzirdi,' dedim. O da şöyle buyurdu: Ona izin ver. Zira o, senin amcandır. Allah senin haynnı versin. " Urve şöyle demiştir: Bundan dolayı Hz. Aişe, "Nesep bağı dolayısıyla evlenilmelerini haram saydığınız kimselerin, emzirme yoluyla da evlenilmelerini haram sayın," derdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Burada İmam Buhar! Ebu Kuays'ın kardeşi hakkında Hz. Aişe'den nakIedilen hadisi zikretti. Bu hadisin ayrıntılı açıklaması, "Emzirme Bölümü"nde yapılacaktır. Hadiste geçen "Ona izin ver. Zira o, senin amcandır," ifadesi, bir başka hadiste geçen, "Amca, baba yansıdİr," ifadesiyle yan yana getirilince, hadis ile bab başlığı arasında bir uyum olmadığını iddia edenlerin itirazları geçersiz hale gelir. Öyle anlaşılıyor ki İmam Buhari, bu hadisi zikretmekle, kadının, başörtüsü olmadan amcasının ve dayısının yanına çıkmasını hoş karşılamayanlara cevap vermek istemiştir. Nitekim Taberi'nin Davud İbn Ebı Hind kanalıyla İkrime ve Şa'bı'den naklettiğine göre, onlara, "Neden bu ayette amca ve dayı zikredilmedi?" diye sorulmuş. Onlar da "Çünkü amca ve dayı onu oğullarına tavsif eder," şeklinde cevap vermişler ve bundan dolayı bir kadının amcasının ve dayısının yanında başörtüsünü çıkarmasını mekruh görmüşlerdir. Eflah olayını anlatan Hz. Aişe hadisi İkrime ve Şa'bt'nin görüşünü çürütmektedir. Burada İmam Buharl'nin bab başlıklarında sergilediği bir incelik söz konusudur
- Bāb: ...
- باب ...
Ka'b İbn Ucra'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e "Ey Allah'ın Resulü! Sana selam vermenin ne anlama geldiğini biliyoruz. Ancak sana salavat nasıl getirilir? [Bunu bilmiyoruz,]" diye sorulmuş. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurmuş: Şöyle deyin:";. اللهم صل على محمد وعلى آل محمد، كما صليت على إبراهيم، إنك حميد مجيد، اللهم بارك على محمد وعلى آل محمد، كما باركت على إبراهيم، إنك حميد مجيد (Allahım! Hz. İbrahim'e ve onun yakınlarına rahmet ettiğin gibi, Muhammed'e ve onun yakınlarına da rahmet et! Şüphesiz övgüye ve yüceliklere layık olan ancak Sensin! A/lahım! Hz. İbrahim'e ve onun yakınlarına bereket verdiğin gibi, Muhammed'e ve onun .yakınlarına da bereket ver! Şüphesiz övgüye ve yüceliklere layık olan ancak Sensin)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Said-i Hudri r.a.'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Nebi'e "Ey Allah'ın Elçisi! Bu, selam, bunu anladık. Ancak sana nasıl salavat getireceğimizi bilmiyoruz?" diye sorduk. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şu cevabı verdi: "Şöyle diyerek bana salavat getirin: اللهم صل على محمد عبدك ورسولك، كما صليت على آل إبراهيم، وبارك على محمد وعلى آل محمد، كما باركت على إبراهيم (Allahım! İbrahim Nebiin yakınlarına merhamet ettiğin gibi kulun ve "elçin Muhammed'e de merhamet et! ıbrahim Nebiin yakınlarına bereket ihsan ettiğin gibi, Muhammed'e ve onun yakınlarına da bereket ihsan et!) Hadisin geçtiği diğer yer: 6358. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Abbas da "........yusallue 'Hayır duasında bulunuyorlar,' anlaına gelir." demiştir. Taberi, Ali İbn Ebı Talha kanalıyla İbn Abbas'ın, ..........yusaliue ale'n-Nebı (Nebie salavat getirirler) ayetini tefsır ederken .............. ifadesini "Hz. Nebie hayır duasında bulunurlar," şeklinde tefsır ettiğini nakletmiştir. Bu tefsır, Ebu'l-Aliye'nin yorumu ile örtüşmektedir. Ancak Ebu'l-Aliye'nin tefsiri buna göre daha dar anlama sahiptir. Bana, neden bu ayette Allah'a sadece salavatın nispet edildiğini, mümin lere ise hem salavatın, hem de selamın emredildiği soruldu. Ben de cevap olarak şunları söyledim: Selamın iki manaya gelme ihtimali vardır. Bunlardan biri selam vermek, diğeri ise boyun eğmektir. Müminlerin Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem hem selam vermeleri, hem de boyun eğmeleri uygundur. Ancak Allah ve melekler açısından ona boyun eğmek söz konusu olamaz. Bu yüzden çıkacak karışıklığı önlemek için selam Allah'a nispet edilmemiştir. Gerçek bilgi Allah katındadır. İbrahim Nebiin yakınlarına merhamet ettiğin gibi ... ifadesi hakkında şunlar söylenebilir: Bu şekilde salavat getirmek şu anlama gelir: "Ey Allahım! Daha önce İbrahim Nebie ve onun yakınlarına merhamet etmiştin. Şimdi Sen'den, Muhammed'e ve onun yakınlarına öncelikle merhamet etmeni diliyoruz." Çünkü, faziletli biri için sabit olan üstünlükler, en faziletli olan için hayli hayli sabit olur. Bu izah sayesinde "Benzetmede, benzetme yönü bakımından kendisine benzetilen, benzeyenden daha güçlü olmalıdır," kuralından hareketle yapılacak bir itirazdan kurtuluruz. Böyle bir itiraza verilecek cevap şu şekilde özetlenebilir: Buradaki benzetme, kamil varlığın ekmel varlığa katılmasından ileri gelmez. Aksine buradaki benzetme; karşı tarafı harekete geçirme vs. kabilindendir. Ya da bu, durumu bilinmeyen birini, durumu bilinen biriyle anlatma türündendir. Çünkü Hz. Nebi'e yönelik salavat gelecekte meydana gelecektir. Ancak onun hakkında gerçekleşecek salavat, Hz. İbrahim hakkında gerçekleşen salavattan daha üstün ve çoktur. Böyle bir itiraza şu şekilde de cevap verilmiştir: Buradaki benzetme, kamil olanı ekmele ilhak etme kabilindendir. Çünkü buradaki benzetme, bir topluluğun diğer topluluğa benzetilmesinden ibarettir. Buna göre, İbrahim Nebiin yakınlarından oluşan topluluk, Hz. Nebi'in yakınlarından oluşan topluluğa göre daha üstündür. Çünkü Hz. İbrahim'in yakınları arasında Nebiler vardır. Oysa Hz. Nebi'in yakınları arasında Nebi yoktur. Ancak bu cevap, bu hadisin rivayetlerinin çoğunda geçen açıklamalarla uyum içinde değildir. Böyle bir itiraza, bir başka cevap da şu şekilde verilmiştir: Bu benzetme, Allah Teala'nın Nebi'e sallallii.hu aleyhi ve sellem kendisinin İbrahim Nebi ve diğer Nebilerden daha üstün olduğunu haber vermesinden önce yapılmıştır. Bu durum, İmam Müslim'in Hz. Enes'ten naklettiği şu rivayete benzemektedir: "Birisi Nebi'e sallallii.hu aleyhi ve sellem 'Ey insanların en hayırlısı!' dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'İnsanlannen hayırlısı İbrahim Nebidir,' dedi." Bazıları bu hadisi delil göstererek, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanlara da salavat getirmenin caiz olduğunu ileri sürmüştür. Bu görüşü benimseyenler, hadiste geçen onun yakınıanna ifadesine dayanmışlardır. Bunu kabul etmeyenler ise şöyle demişlerdir: Hadiste Hz. Muhammed dışındaki insanlara salavat getirilmesi şarta bağlanmıştır. Söz konusu şart da, bu insanların ona tabi olmasıdır. Tek başına birine salavat getirilmesi ise yasaklanmıştır. Nebi'den sallallii.hu aleyhi ve sellem başkasına salavat getirmenin yasaklanmasının delili, salavatın Allah Resulü'nün bir şiarı haline gelmesidir. Salavat sadece Hz. Nebi'e getirilir. Bu yüzden her ne kadar mana bakımından bir sakıncası olmasa da, "Hz. Ebu Bekir sallallii.hu aleyhi ve sellem şöyle dedi," denemez. Ancak onun üzerine atfen denebilir. Şöyle ki; Allah Teala, Hz. Muhammed'e ve Hz. Ebu Bekir'e ya da onun halifesine rahmet etsin! Bu durum şuna benzer: Her ne kadar anlam bakımından doğru olsa da, "Mu_ hammed (azze ve celle) şöyle dedi," denemez. Çünkü bu ifade, Allah Teala'nın şi arı olmuştur. O'nun dışında hiç kimse hakkında kullanılmaz. Nebi'e sallallii.hu aleyhi ve sellem atfedilmeden müstakil olarak birine salavat getirilmesini caiz görenler, delil olarak şunları ileri sürmüşlerdir: a)Açıklamasını yaptığımız hadiste geçen, "onun yakınlarına" ifadesi. b) Diğer bir hadiste geçen "Allahım! Ebu Evfa'nın ailesine merhamet et! .................)" ifadesi. c) Bir de şu hadis: "Cabir'in hanımı, 'Allah'ım bana ve kocama merhamet et!' dedi. Bunun üzerine allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Allah'/m! O ikisine merhamet et!' dedi." Bütün bu sözler, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından söylenmiştir. Salavat hakkı ona aittir. Hak sahibi de, hakkından dilediğine verir. Başkaları ise ancak onun izni dahilinde bunu yapabilir.' Hz. Nebi'in bu konuda herhangi birine izin verdiği nakledilmemiştir. Dolayısıyla onun dışında birine salavat getirmek yasaktır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışında birilerine salavat getirmenin, heva ehli kimselerin şiarı haline gelmesi de bu yasağı destekler niteliktedir. Heva ehli kimseler, gerek ehli beytten, gerekse başka insanlardan, aşırı saygı gösterdikleri kişilere salavat getirirler. Bu yasağın, haram mı, yoksa mekruh mu veya evla olanın hilafına mı olduğu tartışmalıdır. İmam Nevevı Ez kar adlı kitabında bu üç görüşü de nakletmiş ve bunlardan ikincisinin doğru olduğunu belirtmiştir. İsmail İbn İshak Ahkamu'I-Kur'an adlı eserinde, hasen bir senetle Ömer İbn Abdilaziz'in valilere şöyle bir talimat yazıp gönderdiğini nakletmiştir: "Bazı insanlar, ahirete yönelik ameller yaparak dünyalık toplama gayretine girmiştir. Bazı kıssacılar da, Nebi'e sallallahu a1eyhi ve sellem yapılan salavata denk bir şekilde halife ve diğer yöneticilere salavat getirme bid'atini türetmişlerdir. Eğer bu mektubum sana ulaşırsa, onlara sadece Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem salavat getirmelerini, Müslümanlara dua etmelerini ve bunun dışındaki uygulamaları terk etmelerini emret." İsmail İbn İshak bu rivayetin ardından sahih bir senetle İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışında hiç kimseye salavat getirmek uygun değildir. Ancak Müslüman kadın ve erkeklerin bağışlanmaları istenebilir. " Ebu Zerr, Nebi'e sallallahu aleyhi ve sellem salavat getirmenin hicretin ikinci yılında emredildiğini söylemiştir. Bir görüşe göre de, ona salavat getirmek, İsra gecesi emredilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Hz. Musa son derece hayalı bir insan idi. Şu ayette bu duruma işaret edilmiştir: Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. 0, Allah yanında şerefli idi. " (Ahzab 69) Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın!" başlığı altında zikredilen hadiste, Hz. Musa ile İsrailoğulları arasında geçen olayın bir kısmı anlatılmıştır. Bu olay, senetli olarak "Nebiler Bölümü'nde" ayrıntılı şerhi ile birlikte uzunca bir şekilde geçmişti. Ahmed İbn Menı Müsned adlı eserinde, Taberi ve İbn Ebı Hatim de kendi kitaplarında İbn Abbas kanalıyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini sağlam bir senetle nakletmişlerdir: "Hz. Musa ile Hz. Harun, bir dağa çıktı. Sonra Hz. Harun öldü. Bunun üzerine İsrailoğulları Hz. Musa'ya "Onu sen öldürdün. Halbuki o, bize karşı senden daha yumuşak davranıyordu. Senden daha fazla bizi seviyordu," dediler. Bu şekilde sözleriyle ona eziyet ettiler. Bunun üzerine Allah Teala, meleklere Harun Nebii taşımalarını, İsrailoğullarının bulundukları meclislere götürmelerini emretti. Böylece onlar, Harun Nebiin kendiliğinden öldüğünü anladılar." Taberi bu rivayet hakkında şöyle demiştir: "Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın," ayetinde kastedilen eziyet; bu olabilir. Kanaatime göre, Buhari'de geçen rivayet, bundan daha sahihtir. Ancak bir olayın iki ya da daha fazla sebebinin olmasına bir engel yoktur. Nitekim daha önce bunun açıklaması defalarca geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala sema’da bir konuya hükmettiği zaman melekler itaatlerinden kanatlarını çırparlar. [Onların kanat sesleri] dümdüz bir kaya parçasına [çarpan] zincirin [sesine] benzer. Kalplerindeki korku geçince: 'Rabbiniz ne buyurdu?' diye sorarlar. Kendisine sorulan ise 'Hayr buyurdu. O pek yücedir, çok büyüktür,' diye cevap verir. Onun sözlerini kulak hırsızları işitir. Hadisin ravilerinden Süfyan eliyle şeytanların dizilişini gösterdi. Önce elini çevirdi ardından parmaklarının arasını açtı ve şöyle dedi. Kulak hırsızları bu şekilde üst üste sıralanmış haldedirler. En üsteki kulak hırsızı bir söz işitir. Hemen onu bir altındakine iletir, o da kendisinden altta olana iletir. Söz bu şekilde iletilmeye devam eder ve en sonunda sihirbaz ve kahine ulaşır. Kimi zaman kulak hırsızları işittiklerini aktarmadan bir şihab yıldızı onlara yetişir. Bazen de bu yıldız yetişmeden işittiğini aktarır. Bu bir söze bin yalan katarlar. Sonra 'Bunlar bize falanca gün şöyle şöyle dememişler miydi?' denir ve semadan işittikleri bir sözü yüzünden doğrulanırlar." Fethu'l-Bari Açıklaması: Taberani'nin naklettiği Newas İbn Sem'an hadisi şu şekildedir: "Allah Teala vahiy ile konuşmaya başladığı zaman O'nun korkusundan göğü büyük bir sarsıntı alır. Gök sakinleri bunu işitince yere eğilip secdeye kapanırlar. İçlerinden ilk başını kaldıran Cebrail olur. Allah Teala dilediği vahyi ile onunla konuşur. Cebrail de aldığı bu vahyi meleklere getirir. Her uğradığı sema’da, o sema’nın sakinleri kendisine 'Rabbimiz ne buyurdu?' diye sorar. O da; "Gerçeği" diyerek cevap verir. Nihayet kendisine emredilen yere vahyi götürür." İmam Müslim ve Tirmizı'nin, Ali İbnu'l-Huseyn İbn Ali ve İbn Abbas kanalıyla naklettikleri rivayete göre, ensardan bir çok kişinin Nebi s.a.v.'in yanında bulunduğu bir esnada bir yıldız kaymış ve aydınlık meydana gelmiş. Bunun üzerine Nebi s.a.v. onlara; "Cahiliye döneminde yıldız kaydığı zaman ne diyordunuz?" diye sormuş. Onlar da; "Ya bir büyük kimse öldü, ya da büyük biri dünyaya geldi," şeklinde cevap vermişler. Bunun üzerine Allah Resulü s.a.v. şöyle buyurmuş: "Yıldızlar birinin ölümü veya doğumu yüzünden kaymaz. Ancak Rabbimiz bir konuda hüküm verdiği zaman Arş'ı taşıyan melekler O'nu yüceltir. Sonra onlara yakın olan diğer sema sakinleri O'nu yüceltir. Yüceitmeler dünya semasına ulaşıncaya kadar devam eder. Sonra Arş'ı taşıyan meleklere 'Rabbiniz ne buyurdu?' diye sorulur
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün Safa tepesine çıktı ve "Yetişin!" diye seslendi. Bunun üzerine Kureyşliler yanına gelip "Neyin var?" diye sordular. O da; "Size sabahreyin veya alajamleyin düşmanın saldıracağını söylesem bana inanır mısınız?" diye sordu. Onlar "Elbette," diye cevap verince şöyle buyurdu: "Ben şiddetli bir azap gelip çatmadan size gönderilr,,iş bir, uyarıcıyım7Nebiim." Bunun üzerine Ebu Lehep çıkıp; "Yazıklar olsun sana! Bunun için mi bizi topladın!" dedi. Allah Teala da "Ebu Leheb'in iki eli kurusun," suresini indirdi. İmam Buhar! burada Şu ara suresinde geçen "(Önce) en yakın akrabanı uyar," ayetinin açıklamasında İbn Abbas'tan naklettiği hadisin bir bölümünü verdi. Bu hadisin açıklaması ayrıntılı olarak Şuara suresinin tefs!r edildiği bölümde yapılmıştı. (bk. Hadis no: 4770) Tebbet suresi ve Ebu Leheb ile karısı hakkında bilgi için buraya tıklayın
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zer’ r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Güneşin batışı esnasında Mescid-i Nebevi'de Hz. Nebi'in yanında idim. Bana; "Ey Ebu Zerr, güneş nerede batzyor, biliyor musun?" diye sordu. Ben de; "Allah ve Resulü daha iyi bilir," şeklinde cevap verdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Güneş gider ve nihayet Arş'zn altznda secde eder. İşte bu durum şu ayette ifade edilmektedir: Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar. İşte bu, azız ve alım olan Allah'zn takdiridir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Zerr'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Hz. Nebie 'Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar' [ayetinde geçen yerin neresi 01duğudunu] sordum. O da şöyle buyurdu: Güneşin yeri, Arş'zn altzndadır. Fethu'l-Bari Açıklaması: Abdurrezzak İbn Hemmam, Vehb ve Cabir kanalıyla Abdullah İbn Amr'ın bu ayet hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: Güneşin müstekarrından maksat şudur: Doğması ve insanların günahlarının onu geri döndürmesidir. Güneş batınca selam verir ve secde eder. Yeniden doğmak için izin ister. Kendisine izin verilmez. İşte o zaman "İlerlemek uzak bir ihtimaloldu, şayet bana izin verilmezse, artık ulaşamam/doğamam," der. Allah'ın dilediği bir süre alıkonulur. Sonra kendisine: "Haydi battığın yerden doğ!" denir. İşte o günden kıyamete kadar hiç kimseye, edeceği iman fayda vermez." Güneşin Arş'ınaltına gelmesi, onun hizasında olması şeklinde izah edilmiştir. Yukarıdaki hadisler "Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balc çıkta batar buldu, "(Kehf 86) ayeti ile çelişmez. Çünkü burada güneşin, batışı sırasında gözden uzaklaşması kastedilmiştir. Onun Arş'ın altında secde etmesi ise batışından sonragerçekleşmektedir. Bu hadiste müstekar kelimesi ile güneşin çıkacağı en yüksek noktanın kastedildiğini söyleyenlere bir red söz konusudur. Güneşin en yüksek noktaya çıkması, yılın en uzun gününde olur. Müstekar kelimesi dünyanın sonu gelince güneşin varacağı son nokta olarak da açıklanmıştır. Hadisten ilk başta akla gelen manaya göre; güneşin karar kılması, secde etmesi sırasında her gün ve her gece meydana gelmektedir. Karar kılmanın zıddı ise akmak kelimesi ile anlatılan sürekli hareket etmektir. Doğrusunu en iyi Allah bilir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah [İbn Mes'ud] radiyallahu anh, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Hiçbir kul’un Yunus bin Matta'dan daha hayırlı olması gerekmez
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre radiyallahu anh'dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her kim 'Ben Yunus İbn Matta'dan daha üstünüm,' derse yalan söylemiştir." İmam Buhari bu başlık altında İbn Mes'ud'dan nakledilen hadis ile Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadisi verdi. Bunun açıklaması "Enbiya Bölümü"nde geçmiştL(Hadis no: 3416 da)
- Bāb: ...
- باب ...
Avvam'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Mücahid'e Sad suresindeki secde ayetini sordum. O da şöyle cevap verdi: Bu konu İbn Abbas'a da sorulmuştu. O da "İşte o Nebiler, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy,"(En'am 90) ayetini okudu. Bu suredeki secde ayetinden dolayı da secde ederdi
- Bāb: ...
- باب ...
Awam'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Mücahid'e Sad suresindeki secde ayetini sordum. O da şöyle cevap verdi: Ben de bunu "Hangi delile göre secde ettin?"(En'am 90) diye İbn Abbas'a sordum. O da bana şu ayetleri okumuyor musun? diye cevap verdi ve ayetleri okudu. "O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik ... İşte o Nebiler, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy."(En'am 84-90) [Sonra şöyle dedi:] Davlid, Nebiinizin kendisine uyması emredilen elçilerdendi. Bu yüzden Davlid'un secde ettiği yerde Hz. Nebi'de secde etti
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Dün gece azgın bir cin (veya Allah Resulü buna yakın bir ifade kullandı) namazımı bozmak üzere birden önüme geçti. Allah Teala ona karşı bana yardım etti. Hepiniz uyanınca onu göresiniz diye mescidin sütünlarından birine bağlamak istedim. Sonra kardeşim Süleyman'ın "Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağz bir hükümranlık ver," sözü aklıma geldi. Hadisin ravilerinden Ravh şöyle demiştir: "Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zelil bir haldeki o cini serbst bıraktı." Bu hadisin açıklaması Hz. Süleyman'dan bahseden Enbiya Bölümü'nde geçmişti. (Bk.3423.hadis)
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Mes'ud'un yanına gittik. O şöyle dedi: Ey insanlar! Kim bir şeyi öğrenirse, onu söylesin. Kim de bir şeyi bilmiyorsa, 'En iyi Allah bilir,' desin. Çünkü kişinin bilmediği bir şey hakkında 'En iyiAllah bilir,' demesi ilmin bir cüzüdür. Allah Teala Nebiine şöyle buyurmuştur: (Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim. (Sad 86) Size duhandan/dumandan söz edeceğim. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kureyşlileri İslam'a davet etti. Onlar İslam'a girmekte ağır davrandılar. Bunun üzerine Hz. Nebi "Ey Allahım! Onlara karşı Yusuf Nebiin dönemindeki yedi yıla benzer yedi yıl ile bana yardım et!" diye yakardı. Akabinde Kureyş için kıtlık başladı ve her şey tükendi. Hatta müşrikler ölmüş hayvan etlerini ve derileri yemeye başladılar. Kıtlık öyle bir hal aldı ki, insanlar açlıktan gök ile yer arasında duhan/duman görmeye başladılar. Bu hususta Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır. (İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler). Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğreti/miş bir deli! dediler. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. "(Duhan 10-15) İbn Mes'ud şöyle devam etti: Kıyametgünü onlardan azab kaldırılır mı? Sonra şunları ekledi: Dünyada onların azabı kaldırıldı. Sonra müşrikler inkarlarına geri döndüler. Nihayet Allah Teala Bedir savaşında onları yakaladı. Nitekim bu konuda şöyle buyurmuştur: "Fakat biz, büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız. "(Duhan 16) İmam Buhar! bu başlık altında İbn Mes'ud'un duhan/duman hakkındaki sözlerini nakletti. Bu rivayetin açıklaması Rum suresinde geçmişti. Duhan suresinde de tekrar bu rivayete dönülecektir.(bk. 4822.hadis) Yağmur isteme ile ilgili kısmı da ilgili bölümde geçmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'den rivayet edildiğine göre, şirk ehlinden bir grup insan, adam öldürmüş, hem de birçok cana kıymış, zina etmiş, zinada da ileri gitmişti. Nihayet Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldiler ve "Senin söylediklerin ve davet ettiğin yol güzel... Bize bir haber versen ... Şu yaptıklarımızın bir keffareti var mı?" dediler . Bunun üzerine Allah Teala şu iki ayeti indirdi: "Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir ilaha yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı can’a haksız yere kıymazlar ve zina etmezler, " "Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!"(Zumer 53) Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başhk altında İbn Abbas'tan rivayet edilen yukarıdaki ha disi verdi. Taberani'nin başka bir senetle İbn Abbas'tan aktardığı rivayete göre, Hz. Nebi'e bu konuda soru soran Hz. Hamza'nın katili Vahşı İbn Harb'dir. Onun sorusu üzerine şu ayet nazil oldu: "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır." Vahşı: "Bu, ağır bir şarttır," dedi. Bunun üzürine "Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullanml"(Zumer 53) ayeti indi. İbn İshak Siyer adlı eserinde şöyle demiştir: Nafi', İbn Ömer kanalıyla bana Ömer'in şöyle söylediğini nakletti: "Ben, Ayyaş İbn Ebı Rabıa ve Hişam İbnu'lAss Medıne'ye gitmek üzere hazırlandık." Sonra İbn İshak onların hikayelerini ve arkadaşının dönüşüne ilişkin rivayeti zikretti ve bunun üzerine ayetin indiğini belirtti. Rivayete göre Hz. Ömer bu ayeti yazıp Hişam'a göndermiştir. Taberanl'nin rivayetine göre, insanlar Hz. Nebi'e "Ey Allah'ın Elçisi! Biz de Vahşı'nin yaptıklarını yaptık," diyerek durumlaını arz etmişler. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuş: "Bu ayet bütün Müslümanlar hakkında geçerlidir." Yine Taberani Mu'cemu'l-evsat adlı eserinde Sevban'dan şu hadisi aktarmıştır: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i şöyle derken işittim: "Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullanm!" (Zumer 53) ayeti, dünya ve içindekilerden bana daha sevimlidir. Bunun üzerine biri "Ya şirk koşanlar [da bu ayetin hükmüne dahil mi?] ... " diye sordu. Allah Resulü bir müddet sustu ve üç kez "şirk koşanlar da" buyurdu .. Bu ayetin umumiliği, ister kul hakkı olsun, ister olmasın, küçüğüyle büyüğüyle bütün günahların bağışlanacağına delil getirilmiştir. Ehl-i sünnette meşhur olan görüşe göre; günahların tamamı tevbe ile bağışlanır. Allah'ın dilediği kimselerin günahları tevbe etmeden ölseler de affedilir. Ancak her ne kadar bir daha kul hakkına girmeyeceğine dair tevbe eden kimseye, bu tevbesi kul hakkını ihlal etme suçundan dolayı fayda sağlasa da, birinin kul hakkına girmişse, mutlaka o hakkı iade etmesi veya ondan helallik alması gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah r.a.'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Yahudi alimlerinden biri Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip "Ey Muhammed! Bizim sahip olduğumuz bilgiye göre Allah Teala gökleri bir parmağına, yerleri diğer parmağına, ağaçları öteki parmağına, suyu ve toprağı bir başka parmağına ve diğer bütün mahlukatı da bir parmağına yerleştirip 'Ben kralım!' der." dedi. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O alimin bu sözünü doğrulayıp arka dişleri gözükecek kadar güldü. Sonra şu ayeti okudu: Onlar Allah'! hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarrufundadır. Gökler O'nun kudret eliyle dürülmüş olacaktır. 0, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir. Hadisin geçtiği diğer yerler: 7414, 7415, 7451, 7513. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu hadisin açıklaması Allah'ın izni ile Tevhid Bölümü'nde gelecektir. (4714. hadis) İmam Nevevı şöyle demiştir: "Hadisten ilk başta akla gelen manaya göre, Nebi s.a.v. O alimi tasdik etmek için gülmüştür. O alimin söylediğini doğrulayan ayeti okuması bunu göstermektedir. Bu tür meselelerde en idealolanı, Allah'ın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bilerek tevilden kaçın maktır. Çünkü ilk başta, insanın aklına noksanlık getiren her türlü lafızia, zahiri mana kastedilmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme'den Ebu Hureyre'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Allah Teala yeryüzünü avucunun içine alacak, sağ eliyle de gökleri dürecek. Sonra "BEN KIRALIM, YERYÜZÜNÜN KIRALLARI NEREDE?" buyuracak. İmam Buhari bu başlık altında Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadisi naklettL Bu hadisin ayrıntılı açıklaması "Kitabu't-Tevhid" de yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Sur'a son üflemeden sonra başını ilk kaldıran ben olacağım. Bir bakacağım ki Musa Arş'a yapışmış bir halde. Bilemiyorum o hep böyle miydi, yoksa son üflemeden sonra mı böyle oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Sur'a iki üfleme arasında kırk vardır." Ebu Hureyre'nin yanında bulunanlar "kırk gün mü?" diye ona sormuşlar. [Olayın bundan sonraki kısmını Ebu Hureyre şöyle anlatıyor:] Ben hiç cevap vermedim. Bu defa "Kırk sene mi?" diye sordular. Ben yine hiç cevap vermedim. Bu kez "Kırk ay mı?" diye sordular. Ben yine hiç cevap vermedirrı.• [Ebu Hureyre Hz. Nebi'in sözünü şu şekilde tamamladı:] İnsanoğlunun kuyruk sokumundaki bir parçası hariç her şeyi çürür. İşte insanlar bu parçadan yeniden terkip edilir. Diğer tahric edenler: Müslim, fiten; Ebu Davud, sunne; Nesâi, cenâiz; İbn Mâce, zühd; Muvatta, cenâiz; Ahmed b. Hanbel’in Müsnedi, II, 322, 428, 499;III, 28. Fethu'l-Bari Açıklaması: İlk hadisin açıklaması Ehadisu'l-Enbiya bölümünde ayrıntılı olarak geçmişti.(3414.hadis) İkinci hadiste Ebu Hureyre'n'in kırk lafzına açıklık getirmekten sakınması, bu konuda bir bilgisinin olmadığından kaynaklanır. İmam Müslim'in rivayetine göre, ikinci hadisin sonundaki mesele hakkında Hz. Nebi şöyle buyurmuştur: "İnsanoğlunun, bir kemiği hariç, her tarafı çürür. O kemik, belin alt tarafında bulunan ince bir kemiktir. Kuyruğun başlangıcıdır. Dört ayaklı varlıklarda kuyruğun başladığı yerdir." İbnu'l-Cevzi, İbnu Akil'in şöyle söylediğini aktarmıştır: "Bu konuda, Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği bir sır vardır. Çünkü varlıkları yokluktan var eden bir gücün, yeniden yaratmak için esas alacağı bir şeye ihtiyacı olamaz. Belki de bu kemik, melekler için yeniden diriltmeyi gösteren bir alamettir. Her insan cevheri ile beraberdir. Ancak melekler bunu bilemez. Onlar sadece her şahsın kemiğinin kalması ile bunu bilebilirler. Bu sayede ruhların bu kemiğin de bir parçası olduğunu ve eski bedenlerine iade edileceğini anlarlar. Şayet insanın hiçbir parçası kalmasaydı, melekler ruhları bizzat bedenlerine değil de, o bedenlerin benzerlerine döndürmeyi caiz görürlerdi. Alimler şöyle demiştir: "Bu hadis, genel bir bilgi içermektedir. Nebiler ise buna tabi değildir. Çünkü toprak onların bedenlerini çürütmez." İbn Abdilberr şehitleri, Kurtubı de müezzin ve hisbe teşkilatında çalışanları onlar gibi değerlendirmiştir. Kadı Iyaz bu rivayeti şu şekilde te'vıi etmiştir: "Her ne kadar Nebiler gibi, bazı insanların cesedini toprak çürütmese de, bütün insanlar toprağın çürütlüğü bir türe mensuptur
- Bāb: ...
- باب ...
Urve İbnu'z-Zübeyr'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Amr İbni'l-As müşriklerin Hz. Nebi'e yaptığı en kötü şeyi bana haber verdi: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ka'be'nin avlusunda namaz kılıyordu. Derken Ukbe İbn Ebi Muayt ona doğru yürüdü, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir omuzundan tuttu ve elbisesini boynuna doladı. Var gücüyle onu boğmaya çalıştı. Hemen Ebu Bekir yetişti ve onu omuzlarından yakaladığı gibi Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den uzaklaştırdı. Abdullah İbn Amr daha sonra şu ayeti okudu: "Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. "(Mu'min 28 Fethu'l-Bari Açıklaması: ..........tavl kelimesinin "lütuf" olarak izah edilmesi, Ebu Ubeyde'ye aittir. O bu konuda ilaveten şunları da söylemiştir: "Araplar birisi için .........innehu lezu tavlin ala kavmihi dedikleri zaman, o kimsenin kendi milletine karşı lütufkar olduğunu kastederler." İbn Ebi Hatim, Ali İbn Ebi Talha kanalıyla .......zi't-tavli ifadesi hakkında İbn Abbas'ın şöyle söylediğini nakletmiştir. "Bu ifade, genişlik ve imkan sahibi anlamına gelir." İkrime'nin bu ifadeyi "güç sahibi," Katade'nin de "nimet sahibi" şeklinde izah ettiğini mikletmiştir. Urve'den nakledilen yukarıdaki hadisin açıklaması Siyer Bölümü'nün baş taraf/arında geçmişti.(3856.hadis)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, o "Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıyordunuz," . ayeti hakkında şöyle demiştir: İki Kureyşli ve bir de onların hanım tarafından Sakif kabilesinden olan akrabaları veya iki Sak1f1i bir de onların hanım tarafından Kureyş kabilesinden olan akrabaları bir evde konuşuyorlardı. İçlerinden biri diğerlerine "Allah'ın bizim sözlerimizi işittiğini düşünüyor musunuz?" diye sordu. Diğeri "Bir kısmını işitiyor," diye cevap verdi. Diğer biri de "Eğer bir kısmını işitiyorsa, hepsini işitir," dedi. Bunun üzerine "Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınıyordunuz," ayeti nazil oldu. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4817, 7521. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Taberi şöyle demiştir: "........testetirune lafzının hangi anlama geldiği konusunda müfessirler farklı göruşler ileri sürmüştür. Rivayete göre Süddı bu fiili "hafife alıyorsunuz," Mücahid "sakınıyorsunuz," Şu'be'den gelen rivayete göre de Katade "zannediyorsunuz" şeklinde izah etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud r.a.'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Ka'be'nin yanında iki Kureyşli bir Sakifli veya iki Sakifli bir Kureyşli bir araya gelmişti. Bu insanların göbekleri büyük, anlayışları kıt idi. İçlerinden biri "Sizce Allah söylediklerimizi duyuyor mu?" diye sordu. Diğeri "Yüksek sesle konuşursak duyar; alçak sesle konuşursak duymaz," şeklinde cevap verdi. Bir diğeri ise "Eğer yüksek sesle konuştuğumuz zaman bizi işitiyorsa, alçak sesle konuştuğumuz zaman da bizi işitir," dedi. Bunun üzerine Allah Teala "Siz ne kulaklarımzzn, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahittik etmesinden sakımyordunuz, "(Fussilet 22) ayetini indirdi. Fethu’l-Bari Açıklaması: Ayette geçen .....zalikum işaret ismi ile amellerini Allah'tan gizleyeceklerini zanneden kimselerin yaptıklarına işaret edilmiştir. Bu kelime mübteda / özne, daha sonra gelen .......erdakum lafzı ise haberl yüklemdir. .....Zannukum ise bedeldir. İmam Buhari bu başlık altında bir önceki başlık altında zikrettiği hadisi başka bir senetle verdi. "Eğer yüksek sesle konuştuğumuz zaman bizi işitiyorsa, alçak sesle konuştuğumuz zaman da bizi işitir," cümlesi, bu sözü söyleyenin o kimseler içinde en akıllı kişi olduğunu gösterir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, ona "Akrabalık sevgisinden başka," ayetinin anlamı sorulmuş. Said İbn Cübeyr devreye girip "Burada Hz. Nebi'in akrabaları kastediliyor," demiş. İbn Abbas ise ona şöyle demiş: "Cevap vermekte acele ettin. Hz. Nebi'in bütün Kureyş boyları ile akrabaIığı vardı. Dolayısıyla bu ayet 'Sizinle benim arasında bulunan akrabalık bağlarını gözetmenizden başka,' anlamına gelir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında TavUS kanalıyla İbn Abbas'tan nakledilen rivayeti verdi. Buna göre ayetin anlamı şu şekildedir: "Ben sizden akrabalık ilişkilerimizi gözetmenizden başka bir şey istemiyorum." Burada özelolarak Kureyş'e hitap edilmiştir. Sanki şu mana kastedilmiştir: "Nebiliğimi kabul etmiyorsanız, bari akrabalık bağlarımızı gözetin!" Özetle ifade edecek olursak; Said İbn Cübeyr ve Taberi'nin naklettiği rivayetlere göre, ona tabi olan Ali İbnu'l-Huseyn, Süddi ve Amr İbn Şuayb ayeti, muhatapıarın Hz. Nebi'in akrabalarına sevgi beslemesini emrettiğini söyleyerek açıklamışlardır. İbn Abbas ise ayeti, aralarındaki akrabalık bağlarından dolayı muhatapların Hz. Nebi'e sevgi beslemesine hamlederek açıklamıştır. Birinci görüşe göre ayetteki hitap geneldir, bütün mükellefleri kapsamaktadır. İkinci görüşe göre ise sadece Kureyş'e özeldir. Surenin Mekki olması ikinci görüşü desteklemektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Safvan İbn Ya'la, babasının, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberde "Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler, "(Zuhruf 77 ayetini okuduğunu işittiğini rivayet etmiştir)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah (İbn Mes'ud r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: [Kıyametin alametlerinden] şu beş olay gerçekleşmiştir: Duman’ın çıkması, Rumların İranlılara üstün gelmesi, ayın yarılması, batşa (güçlü bir şekilde yakalama) ve lizam (helak etme veya esir alma)
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Ayette sözü edilen azap gerçekleşmiştir. Kureyş'in kendisine karşı isyanı sürdürmek istemesi karşısında Hz. Nebi, Yusuf Nebi döneminde yaşanan yedi kıtlık yılının onların başlarına gelmesi için beddua etti. Bu yüzden müşrikler, kıtlık ve zorlukla karşı karşıya kaldılar. Öyle bir duruma düştüler ki, kemikleri yiyorlardı. Bu sırada içlerinden biri göğe baktığında, içinde bulundukları zor durumdan dolayı kendisi ile gök arasında duman görürdü. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır." (Duhan 10-11) İbn Mes'ud olayı anlatmaya şöyle devam etti: Sonra Hz. Nebi'in yanına geldiler ve ona; "Ey Allah'ın Elçisi! Allah'tan Mudar'a yağmur vermesini dile! Zira onlar helak oldu," dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de; "Mudar'a mı? Doğrusu sen çok ileri giden birisin!" dedi. Sonra Hz. Nebi onlar için yağmur diledi ve bunun üzerine yağmur yağdı. Akabinde de şu ayet indi: "Ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. "(Duhan 15) Kureyşli müşrikler refaha kavuşunca, refah döneminde içinde bulundukları hale döndüler. Bunun üzerine Allah Teala, "Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız, "(Duhan 16) ayetini indirdi. Bu ayetteki yakalama ile Bedir Savaşı kastedilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Mudar kabilesinin çoğu Hicaz bölgesindeki suların yakınında bulunuyordu. Kıtlık için yapılan beddua Mekke'de yerleşmiş olan Kureyş kabilesine yapılmıştır. Ancak bu beddua onların komşuları üzerinde de etkili olmuştu. Bu yüzden civardaki Mudar kabilesi için dua talebinde bulunmak yerinde bir davranıştır. Belki de Hz. Nebi'den talepte bulunan kimse, Kureyşlileri ve onların kötülüklerini saymamak için kendilerinden bahsetmekten kaçınmış ve Mudar'dan bahsetmiştir. Böylece Kureyşliler'in Mudar'ın içinde değerlendirilmesini hedeflemiştir. Aynı zamanda kendilerine beddua edilenlerin dışında başka insanların da onların suçları yüzünden helak olduğuna işaret etmiştir. Bir diğer rivayette ise bunun yerine şu ifade geçmektedir: "Halkın helak oldu." Bu rivayet ile önceki arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü Mudar, aynı zamanda Hz. Nebi'in kavmidir. "Menakıb Bölümü"nde Hz. Nebi'in Mudar'dan olduğu bilgisi geçmişti. Hz. Nebi'in, "Mudar'a mı? Doğrusu sen çok ileri giden birisin!" sözü şu anlama gelir: "Onlar Allah'a isyan edip şirk koşarken, onlar için Rabbim'den yağmur istememi mi bana emrediyorsun!" Kirmanı şerhinde Mudar kelimesi Ebu Süfyan olarak açıklanmıştır. Çünkü o dönem Mudar'ın lideri Ebu Süfyan idi. Hz. Nebi'e gelip ondan yağmur için duada bulunmasını talep eden de oydu
- Bāb: ...
- باب ...
Mesru.k'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdullah İbn Mes'ud'un yanına gittim. O şöyle dedi: Bilmediğin bir konuda "Allah daha iyi bilir," demen ilmin bir parçasıdır. Allah Teala Peygpmberi'ne sallallii.hu aleyhi ve selle m şöyle buyurmuştur: "(Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim. "(Sad 86) Kureyş Hz. Nebi'e İslam'a girmeme konusunda üstün geldi ve ona karşı gelmeyi sürdürdü. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ey Allahım! Yusuf Nebi döneminde verdiğin yedi kıtlık yılının benzeri yedi yıl ile bana yardım et!" diyerek onlara beddua etti. Bunun üzerine kıtlık başladı. Müşrikler içinde bulundukları zor şartlardan dolayı kemikleri ve ölü hayvan etlerini yediler. Hatta kimi açlıktan kendisi ile gök arasında duman görmeye başladı. İşte böylesi bir halde iken "Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz, "(Duhan 12) dediler. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e şöyle buyuruldu: "Biz bu azabı kaldınrsak, onlar tekrar eski hallerine dönerler." Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Rabbine dua etti ve bunun üzerine Allah Teala onların azabını bitirdi. Onlar da tekrar eski hallerine döndüler. En sonunda Allah Teala Bedir savaşında onlardan intikamını aldı. İşte bu durum şu ayetlerde anlatılmaktadır: "Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır. İşte o zaman insanlar:} Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler). Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğreti/miş bir deli! dediler. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikam!mız! alırız. "(Duhan 10-16) Fethu'l-Bari Açıklaması: Abdullah İbn Mes'ud'un "Bilmediğin bir konuda "Allah daha iyi bilir," demen ilmin bir parçasıdır," sözü, Rum suresinin tefsirinde başka bir senetle Nmeş'ten nakledilmişti: Mesruk'tan şöyle nakledildi: "Adamın biri Kinde'de konuşurken 'Kıyametin kopacağı gün bir duman çıkacak ve münafıkların duyma ve görme duyularını işlevsiz hale getirecek Müminleri ise nezleye tutulmuş hale dönüştürecek,' dedi. Bu sözler yüzünden korkuya kapıldık Hemen İbn Mes'ud'un yanına gittim. O esnada yaslanmış rahatça oturuyordu. (Duyduklarımı ona anlatınca) birden sinirlendi ve ciddi bir biçimde oturdu. Sonra şöyle dedi: Kim biliyorsa, konuşsun. Kim de bilmiyorsa 'En iyi Allah bilir'desin. Çünkü kişinin bilmediği bir konuda 'Ben bilmiyorum,' demesi, ilimdir." İmam Buhari burada açık olana gizli olanı tercih etme adetini sürdürdü. Halbuki bu sure,yukarıdaki rivayetin burada zikredilmesi bakımından Rum suresinden daha uygundur. Çünkü bu surede duhandan/dumandan bahsedilmiştir. Ancak İmam Buharl'nin yöntemi böyledir: Önce bir rivayeti bir yerde verir, sonra bununla yetinerek onu Ziyadelerden arınmış halde kendisine daha uygun bir yerde zikreder. Böylece zihinleri canlı tutmayı, insanların daha fazla rivayeti düşünmesini hedefler. İbn Mes'ud'un bu görüşü, Hz. Ali'den gelen ve Abdurrezzak İbn Hemmam ile İbn Ebı Hatim tarafından Haris İbn Ali kanalıyla nakledilen şu rivayetle reddedilmiştir: "Kıyametin duhan/duman alameti henüz çıkmamıştır. Bu duman çıkınca Müslüman adeta nezle olacak; kafir ise duman sona erinceye kadar şişecek" Abdurrezzak İbn Hemmam, İbn Müleyke'den onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir gün İbn Abbas'ın yanına gittim. Bana "Dün gece sabaha kadar uyumadım," dedi. Orada bulunanlar şöyle dedi: "Kuyruklu yıldız doğdu. Biz de duhan/dumanın çıkmasından korktuk" Bu rivayette tashıf söz konusu olabilir. Zira bu rivayette duhan kelimesi yerine deccal kelimesinin bulunması gerekir
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Mes'Qd'un yanına gittim. Sonra o, şöyle dedi: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisini yalanlayıp ona karşı direnmeyi !,ilrdürmek isteyen Kureyş'e şöyle beddua etti: Ey Ulu Allahım! Yusuf Nebiin kavmine verdiğin yedi kıtlık yılına benzer yedi yıl ile onlara karşı bana yardım et! Bunun üzerine kıtlık oldu. Kıtlık, her şeyin tükenmesine neden oldu. Sonunda insanlar kemikleri yemeye başladılar. Durum öyle bir hal aldı ki; ayağa kalkan biri, açlık ve içinde bulunduğu zorlu durumdan dolayı göğe baktığı zaman, kendisi ile gök arasında dumana benzer bir şey görür hale geldi. Sonra şu ayetleri okudu: Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. "(Duhan 10) ... "Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. "(Duhan 15) Kıyamet günü onlardan hiç azap kaldırılır mı? Son olarak Abdullah İbn Mes'ud şöyle dedi: "Şiddetle yakalamaıldan maksat Bedir Savaşı'dır
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'tan Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Allah Teala, Hz. Nebi'i gönderdi ve ona şöyle emretti: "(Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim. " Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kureyş'in kendisine karşı direnmeyi sürdürdüğünü görünce şöyle beddua etti: "Ey Allahım! Yusuf Nebiin döneminde verdiğin yedi kıtlık yılına benzer yedi yıl ile bana yardım et!" Bunun üzerine kıthk başladı ve her şeyin tükenmesine neden oldu. Öyle ki insanlar kemikleri ve derileri yediler. Hatta biri onların derileri ve ölmüş hayvanların etini yediğini söylemiştir. Bu esnada yerden dumana benzer bir şey kalkmaya başladı. Bunun üzerine Ebu Süfyan Hz. Nebi'e geldi ve ona; "Ey Muhammed! Senin halkın helak oldu. Allah'a dua et de, onlardan bu azabı kaldırsın ... " dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Rabbine dua etti. [Hadisin ravilerinden] Mansur'dan nakledilen rivayete göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona "Bundan sonra dönersiniz," demiştir. İbn Mes'ud daha sonra şu ayetleri okudu: "Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açıkbir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır. İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler). Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğreti/miş bir deli! dediler. Biz azabı birazcıkkaldıracağız ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz."(Duhan 10-15) [Sonra İbn Mes'ud şöyle dedi:] Kıyamet günü verilecek azap onlardan kaldırılır mı hiç? Kıyametin alametlerinden duhan, yakalama ve lizam geçmiştir. Ravilerden biri kıyamet alametlerinden ayın yarılması hadisesinin, diğeri de Rumiarın İranhlara üstün gelmesinin gerçekleştiğini söylemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kıyametin şu beş alameti gerçekleşmiştir: Uzam, Rumiarın İranlılara üstün gelmesi, yakalama, ayın yarılması ve duhan/duman. Fethu'l-Bari Açıklaması: 4824. hadisteki "Bu esnada yerden dumana benzer bir şey kalkmaya başladı," ifadesi, bir önceki hadiste geçen "Ayağa kalkan biri, açlık ve içinde bulunduğu zorlu durumdan dolayı göğe baktığı zaman kendisi ile gök arasında dumana benzer bir şey görür hale geldi," ifadesi ile çelişmez. Muhtemelen bu duman yeryüzünden kalkmaya başlamış ve nihayet yer ile gök arasına yerleşmiştir. Hararetinden dolayı dumana benzer bir Buharin yeryüzünden yukarı çıkması normaldir. Müşrikler, şiddetli açlık yüzünden yeryüzü ile gökyüzü arasında dumana benzer buhar görmeye başlamışlardı. Açlık yüzünden görme duyuları zayıflamış ve yeryüzünden duman çıktığını zanneder hale gelmişlerdi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allah Teala şöyle buyurdu: "İnsanoğlu bana eziyet ediyor. Zamana sövüyor. Halbuki zaman Ben'im. Bütün işler benim elimdedir. Gece ve gündüzü ben çeviririm. " Hadisin geçtiği diğer yerler: 6181, 7491. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hattabı şöyle demiştir: "Bu hadis şu anlama gelir: Zamanın sahibi Benim. İnsanların zamana nispet ettikleri işleri ben yönetirim. Zaman, işlerin meydana gelmesi için zarf yapılmış bir süredir. Araplar kendilerine bir kötülük dokunduğu zaman bunu zamana nispet eder/erdi ve 'Yazıklar olsun zamana!', 'Kahrolası zaman' gibi ifadeler kullanır/ard!." İmam Nevevı de şöyle demiştir: .......ve ene'd-dehru ifadesindeki .......dehr kelimesi çoğunluğun ve büyük alimlerin zabtına göre merru'dur. Ancak zarf olarak mansu.b da okunur. Bu durumda manası şöyle olur: Ben sonsuza kadar bakiyim. Hz. Nebi'in "Allah dehr/zamandır," sözüne en uygun olan, bu kelimenin merru' olarak okunmasıdır. Buna göre burada mecaz vardır. Şöyle ki; Araplar felaketler karşısında zamana söverlerdi. Bu ifade ile onlara şu mesaj verilmiştir: "Zamana sövmeyin! Çünkü onu yaratan Allah Teala'dır." Sanki bu ifade ile şu kastediimiştir: "Onu yaratana sövmeyin! Çünkü siz zamana sövdüğünüzde, bana sövmüş olursunuz
- Bāb: ...
- باب ...
Yusuf İbn Mahek'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Mervan, Hicaz bölgesinin yöneticisi idi. Onu, Muaviye vali yapmıştı. Mervan, hutbe okuyup babasından sonra Yezid İbn Muaviye'ye biat edilmesi için ondan bahsetti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman ona [itiraz edip] bir şeyler söyledi. O da "yakalayın onu!" diye emir verdi. Abdurrahman hemen Hz. Aişe'nin evine sığındı, Mervan'ın adamları onu yakalayamadı. Bunun üzerine Mervan: "Bu adam, Allah'ın hakkında şöyle buyurduğu kimsedir: 'Anne ve babasına: Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz? diyen.'(Ahkaf 17) Hz. Aişe örtünün arkasından ona şu şekilde cevap verdi: Allah Teala, benim masum olduğumu bildirdiği ayetlerin dışında hakkımızda hiçbir ayet indirmemiştir! Fethu'l-Bari Açıklaması: Mervan, Muaviye tarafından Medine'ye vali yapılmıştı. İsmaill rivayetinde "Abdurrahman ona [itiraz edip] bir şeyler söyledi," ifadesi şu şekilde'ihakledilmiştir: "Bu söylediğin krallıktan başka bir şey değildir!" Yine Isma1ll rivayetinde Şu'be'nin Muhammed ibn Ziyad kanalıyla naklettiği rivayete göre, Mervan: "Bu, Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetidir," demiş, Abdurrahman da. "Bu, Heraklious ve Kayser'in adetidir," şeklinde karşılık vermiştir. Bu senetle İbn Münzir, Abdurrahman'ın şöyle söylediğini nakletmiştir: "Çocuklarınıza biat almak suretiyle onları krallığı mı getiriyorsunuz?" Ebu Ya'la ve İbn Ebi Hatim, İsmail İbn Ebi Halid kanalıyla şu rivayeti nakletmişlerdir: Abdullah Medeni bana şunu tahdis etti: "Mervan hutbe okurken mescidde idim. O şöyle hitap etmişti: "Allah Teala müminlerin emirinin Yezid hakkında güzel bir düşünceye sahip olmasını nasip etti. Eğer onu yerine halife tayin ederse, bilin ki, Ebu Bekir ve Ömer de kendi yerlerine birini halife tayin etmişlerdir." Bunun üzerine Abdurrahman şöyle demişti: "Bu, krallıktır! Ebu Bekir ne çocuklarından birini, ne de ailesinden bir başka ferdi halife yapmıştır. Muaviye bunu, sadece evladını düşündüğü için yapmıştır." Abdurrahman Hz. Aişe'nin evine sığınmıştl. Mervan'ın adamları Hz. Aişe'ye saygıdan dolayı onun peşinden eve girmemişlerdi. Mervan'ın "Bu adam, Allah'ın hakkında şöyle buyurduğu kimsedir: 'Anne ve babasına: Öj be size! Benden önce nice nesil1er gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz?' diyen,"(Ahkaf 17) sözü, Ebu Ya'la rivayetinde şöyle geçmiştir: Mervan "Sus! Sen Allah'ın hakkında şöyle buyurduğu kimse değil misin?" dedi ve ayeti okudu. Abdurrahman da "Sen, Hz. Nebi'in Ianetlediği kim- . senin oğlu değil misin?" diye karşılık verdi. Muhammed İbn Ziyad rivayetinde Hz. Aişe Mervan'ın yalan söylediğini ifade etmiştir. Hz. Aişe "Allah Teala, benim masum olduğumu bildirdiği ayetlerin dışında hakkımızda hiçbir ayet indirmemiştir!" sözü ile Nur Suresi'nde yer alan ifk hadisesini ve kendisinin bu iftiradan masum olduğunu gösteren ayetleri kastetmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ben Hz. Nebi'in küçük dilini göreceğim şekilde güldüğünü görmedim. Zira o, tebessüm ederdi. Hadisin geçtiği diğer yer: 6092 [-4829-] Aişe r.anha'dan şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir bulut veya rüzgar görünce endişesi yüzünden okunurdu. Bunun üzerine Hz. Aişe ona; "Ey Allah'ın Elçisi! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmurun yağmasını umarak sevinirler. Bakıyorum da, bulut gördüğün zaman hoşnutsuzluğun yüzüne yansıyor," demiş. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuş: Ey Aişe! Bulutta, rüzgar ile azaba çarptınlan kavmin azabının olmadığına dair bir garantim yok! O insanlar bulutu gördükleri zaman "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur," demişlerdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Aişe, Hz. Nebi'in yüzüne yansıyan ifadeyi "hoşnutsuzluk" kelimesiyle anlatmıştır. Çünkü onun yüz ifadesi hoşnutsuzluğun sonucunda meydana gelmiştir. Ata'nın Hz. Aişe'den naklettiği bu hadisin baş tarafı şu şekildedir: Hz. Nebi rüzgar estiğinde "Allahım! Sen'den bu rüzgarın hayrını ve onunla gönderilenler içinde hayırlı olanları isterim. Bu rüzgarın şerrinden, onda bulunan kötülüklerden ve onunla gönderilen kötülüklerden de Sana sığınırım." Gök gürleyip şimşek çaktığı zaman Hz. Nebi'in yüzünün rengi atar, bir dışarı çıkar, bir içeri girer, bir ileri, bir geri giderdi. Yağmur yağınca onun bu hali de sona ererdi. Bu rivayeti İmam Müslim nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den Hz. Nebi'in şöyle buyurduğU rivayet edilmiştir: Allah Teala tüm mahlukatı yaratıp yaratmayı bitirince, rahim/akrabalzk bağı kalkıp Rahmdn'zn (azamet izdnnzn) bir ucundan tuttu. Allah Teala ona; "Ne istiyorsun?" diye sordu. O da şöyle cevap verdi: "Benim bu şekildekalkmam, ilişkileri kesilen birinin kalkışıdır. Bunun üzerine Allah Teala: "Seninle bağ kuranlar ile bağ kurmama; seninle bağlarını koparanlarla bağlarımı koparmama razı olur musun?" buyurdu. O da; "Elbette Ey Rabbim!" diye karşılık verdi. Allah Ted/d da; "Bundan sonra böyle olacak ... " şeklinde hükmetti. Ebu Hureyre şöyle demiştir: Dilerseniz "Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlannı kesmeye dönmüş olmaz mısınız?" ayetini okuyun, Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den aynı şekilde rivayet edilmiştir. .. Rivayetin sonunda o şöyle demiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Dilerseniz 'Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?' ayetini okuyun," buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Muaviye İbn Ebi'l-Müzerrad'dan bu rivayet nakledilmiştir ... Rivayetin sonu şu şekildedir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Dilerseniz 'Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?' ayetini okuyun," buyurdu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Rahim / arabalık bağının kalkması hakikat anlamında 01abilir. Arazların Allah'ın izni ile bir varlığa bürünüp konuşması caizdir. Burada akrabalık bağlarının önemine vurgu yapılmış, akrabalık bağlarına riayet edenlerin fazileti ve akrabalık bağlarını koparanların günahı kastedilmiştir. Ayette [Muhammed 22J geçen .........in tevelleytum ifadesi hakkında farklı yorumlar vardır. Çoğunluğa göre bu lafız, yönetimi elinde bulundurma anlamına gelen velayeti ifade eder. Bu ifadenin yüz çevirmek, geri dönmek anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu durumda ayetin anlamı şu şekilde olur. Eğer hakkı kabule yanaşmazsanız, siz ifade edilenleri yaparsınız. Yaygın olan, birinci görüştür. İmam TaberI"ni!: Abdullah İbp M,ugaffellden naklettiği şu hadis de bunu desteklemektedir: "................Fehel aseytum in tevelleytum en tüfsidli fi'l-aı'di ayetinde kastedilenler Kureyş'in şu kısmıdır. Halbuki Allah Teala onlardan, yönetime geldikleri takdirde yeryüzünde bozgunculuk yapmamak ve akrabalık bağını kesmernek üzere söz almıştı]
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Eslem babasından şöyle nakletmiştir: Bir gece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem düzenlediği seferlerden birinde yürüyordu. Hz. Ömer de onunla birlikte yürüyordu. Bu sırada Hz. Ömer ona bir soru sordu. Ancak Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem cevap vermedi. Hz. Ömer bir daha sordu, Hz. Nebi yine cevap vermedi. Sonra Hz. Ömer bir daha sordu, Hz. Nebi yine cevap vermedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ömerlin annesi oğluna ağıtlar yaksını [Ey Ömer] Üç defa Nebi'e ısrarla soru sordun, üçünde de Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana cevap vermedi. .. " dedi. Hz. Ömer olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Sonra bineğimi hareket ettirdim ve insanların önüne geçtim. Hakkımda bir Kur'an inmesinden korkuyordum. Çok geçmeden birinin bana seslendiğini işittim. 'Korkarım hakkımda ayet indi,' dedim ve Hz. Nebi'in yanına gidip ona selam verdim. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Bu gece bana bir sure indirildi. Bu sure, üzerine güneşin doğduğu her şeyden bana daha sevim/idir," buyurdu ve Fetih SuresiIni okudu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayet edildiğine göre, ........... (Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.) (feth 1) ayetinde geçen fethin Hudeybiye antlaşması olduğunu söylemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Muğaffel'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke'nin fethedildiği gün Fetih Suresi'ni okudu ve kıraatinde terdl yaptı. Muaviye de şöyle söylemiştir: Eğer Hz. Nebilin kıraatini aynen size göstermek isteseydim, elbette bunu yapardım. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Nebi'in Hz. Ömer'in sorusuna cevap vermemesinden, her soruya cevap verilmeyeceği, aksine bazı sualler karşısında susmanın bazen cevap olacağı sonucuna varılır . Hz. Ömer, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kendisini duymadığını zannettiği veya soru konusu olan meselenin kendince önemli olduğu için sorusunu tekrarlamıştır. Muhtemelen Hz. Nebi sonra ona cevap vermiştir. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ilk başta ona cevap vermemesinin nedeni; kendisine inen vahiy ile meşgulolmasıdır. .......Sekile fiili kadının çocuğunu kaybetme si anlamına gelir. Hz. Ömer, ısrarla Nebi s.a.v.'e soru sorduğu için, kendisine beddua etmiştir. Ancak burada gerçekten kendisine beddua etmeyi kastetmemiş de olabilir. Çünkü bu söz, kızgınlık anında manası kastedilmeden söylenen sözlerdendir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, mağfiret ve fethi müjdelediği için, Fetih Suresirnin dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Katade, Enes'in Fetih Suresi'nin birinci ayetinde geçen "fetih" kelimesini Hudeybiye antlaşması olarak açıkladığını nakletmiştir. Çünkü Hudeybiye antlaşması, fethin başlangıcı ve ilk koşulu idi. Bu husus "Kitabu'l-megazı"de açıklanmıştı. (4150. hadis)
- Bāb: ...
- باب ...
Muğire'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece namazına kalktı ve iki ayağı şişinceye kadar kıyamda durdu. Bunun üzerine kendisine, Allah Teala'nın geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı hatırlatıldı, o da şöyle buyurdu: Rabbine şükreden bir kulolmayayım mı
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'dan şöyle rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece namazına kalkar, ayakları çat1ayıncaya kadar kıyamda dururdu. Bunun üzerine Hz. Aişe ona; "Ey Allah'ın Elçisi! Allah Teala senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde neden böyle yapıyorsun?" diye sormuştu. O da; "Rabbine şükreden bir kulolmayı istemeyeyim mi?" diyerek cevap vermişti. Hz. Nebi yaşı ilerleyince oturarak namaz kılardı. Rüku'a gitmek istediği zaman ayağa kalkar, Kurlanldan ayetler okur ve rukC'a varırdı. Fethu'l-Bari Açıklaması: .....Kesura lahmuhu ifadesini Davui' kabul etmemiş ve bu konuda şunları söylemiştir: "Aslında bu ifade .............felemma beddene (yaşı ilerledi) şeklindedir. Öyle anlaşılıyor ki, hadisin ravisi bu ifadeyi Hz.Nebi'in kilo alması şeklinde izah etmiştir." İbnu'l-Cevzi' de şu şekilde buna itiraz etmiştir: "Kesinlikle hiç kimse Hz. Nebi'li şişman olarak tavsif etmemiştir. Allah ResClü sallallahu aleyhi ve sellem ömründe bir gün içinde iki defa doya doya arpa ekmeği yememiştir. Öyle tahmin ediyorum ki, ravilerden biri, 0/beddene fiilini görünce bunun "eti çoğaldı" anlamına geldiğini zannetmiştir. Halbuki bu kelimenin anlamı bu değildir. Bu kelime "yaşlandı" anlamına gelir. Hz. Nebi'in oturarak namaz kılması, rükC' yapmak için ayağa kalkması, Kur'an okuyup rüku'a gitmesi "Kitabu taksi'ri's-salat"ta geçmişti.(1118. hadiste)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Amr İbni'l-As'tan rivayet edildiğine göıre. Ey Nebi! "Şüphesiz biz seni şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, "(feth 8) ayeti Tevrat'ta şu şekilde geçmektedir: Ey Nebi! Biz seni şahid müjdeleyici ve ümmiler için bir koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin, sana Mütevekkil adını verdim. Bu Nebi ne kaba, ne de katıdır. çarşı-pazarda çığırtkanlık da yapmaz. Kötülüğe karşı kötülükle cevap vermez. İnsanları affedip hoş görür. İnsanların la ilahe illallah sözünü söylemesiyle bozulan dini düzeltip bu söz ile kör gözleri açana, sağır kulakları iyileştirene ve gafil kalpleri ayıltana kadar Allah Teala onun ruhunu almayacaktır. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen şahit kelimesi ile ümmete şahit olmelk, müjdeleyici kelimesi ile de itaat edenleri Cennetle, isyan edenleri Cehennemle müjdelemek kastedilmiştir. Şahit kelimesiyle, Hz. Nebi'in kendisinden önceki Nebilere tebliğ ile şahit olduğunun kastedildiği de söylenmiştir. Hadiste geçen ümmiler kelimesi ile "Araplar" kastedilmiştir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem aza kanaat getirdiği ve hoşuna gitmeyen şeylere katlandığı için, kendisine Mütevekkil denmiştir. Hz. Nebi'in yukarıda belirtilen kaba ve katı olmama özelliği şu ayet ile örtüşmektedir: "Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. "(AI-i imran 157) Bu rivayet, ..............(onlara karşı katı davran) (Tevbe 73; et-Tahrim 9) ayeti ile çelişmez. Şöyle ki, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in kaba ve katı biri olmaması, yaratılış özellikleri açısından izah edilir. Katı davranmasını emreden ayet ise hemen bir tavır geliştirmesi ile açıklanır. Ya da Hz. Nebi'in kaba ve katı olmaması müminlere karşı, katı olması ise kafirlere ve münafıklara karşı şeklinde izah edilir. Nitekim bizzat ayette de bu açıklama vardır. (Tevbe 73) ..........Sehhab kelimesi bu rivayette ......sln harfi ile geçmiştir. Bu, Ferra ve daha başkalarının tespit ettiği bir lehçedir. Ancak meşhur olan kullanım .......sad harfi iledir. Hadiste geçen "kötülüğe karşı kötülükle savaş vermez," ifadesi şu ayete benzemektedir: "İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost Olur.(Fussılet 34) Nebi s.a.v.'in körlerı ve sagırları iyileştirmesi mecazi bir ifadedir ve bu ifade hakikat anlamında kullanılmamıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Bera'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ashabından biri, atı evinin önünde bağlı iken Kur'an-ı Kerım okuyordu. Derken at huysuzlanmaya başladı. Adam çıkıp baktı, ancak hiçbir şey göremedi. (O Kur'an okudukçal at huysuzlanmaya başladı. Sabah olunca o sahabı bu olayı Hz. Nebi'e anlattı. O da şöyle buyurdu: İşte bu sekınedir, Kur'an ile inmiştir. İmam Buhari burada sekınenin inmesi hakkında Bera'dan nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin tamamı, açıklaması ile birlikte "Fezailu'l-Kur'an"da gelecektir. (Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı gün biz, bin dört yüz kişi idik
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Muğaffel Müzenl'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ben o ağacın altında yaşananlara şahit olan kimselerdenim.' O gün Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem iki parmak ile tutarak küçük taşları atmayı yasaklamıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Ukbe bin Suhban şöyle demiştir. Abdullah ibn Muğaffel Müzenı'nin yıkamlan yere bevletmenin yasak olduğunu söylediğini işittim
- Bāb: ...
- باب ...
Sabit İbn Dahhak'tan rivayet edildiğine göre, o, Rıdvan biatına katılan sahabllerdendir
- Bāb: ...
- باب ...
Habib İbn Ebi' Sabit'ten rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Soru sormak üzere Ebu Vail'in yanına gittim. O şunları anlattı: Biz Sıff1n'de idik. Biri "Allah'ın kitabına çağınıanları görmedin mi?" diye sordu. Hz. Ali "Evet," cevabını verdi. Se hı İbn Huneyf hemen araya girip şöyle dedi: Tahkimi reddetme konusunda kendinizi suçlayın! Ben, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile müşrikler arasında yapılan Hudeybiye antlaşmasının gerçekleştiği günkü durumumuzu hatırlıyorum. O gün savaşmanın uygun olduğunu görseydik, mutlaka savaşırdık. Hz. Ömer Allah Resalü'ne sallallahu aleyhi ve sellem "Biz hak üzereyiz, onlar da batıl üzere değil mi? Bizim ölülerimiz Cennette, onların ölüleri Cehennemde değil mi?" diye sormuştu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Evet," demişti. Bu defa Hz. Ömer: "Öyleyse neden dinimiz uğruna basit bir şeye razı olup henüz Allah, onlarla bizim aramızda hüküm vermeden geri dönüyoruz," demişti. Hz. Nebi de şöyle buyurmuştu: "Ey Hattab'm oğlu! Ben, Allah'm e/çisiyim. Allah Tea/a asla beni zayi etmez." Hz. Ömer öfkeli bir halde oradan uzaklaştı. Bu duruma sabredemeyip Hz. Ebu Bekir'in yanına gitti ve ona "Ey Ebu Bekir! Biz hak üzereyi, onlar batıl üzere değil mi?" diye sordu. O da şu şekilde cevap verdi: "Ey Hattab'ın oğlu! O, Allah'ın elçisidir! Allah Teala asla onu zayi etmez!" İşte bunun üzerine Fetih Suresi nazil oldu. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari burada dört hadis zikretti. Bunlardan ilki Cabir'den nakledilen hadistir ve bu hadisin açıklaması ayrıntılı biçimde "Kitabu'l-megazı" de geçmişti. (Hadis no: 4145) Hz.Nebi'in iki parmak ile taş atmayı yasaklaması konusu "Kitabu'ledebilde açıklanacaktır.(Hadis no: 6220) SIffin, Fırat kenarında Rakka ve Menbic arasında bulunan eski bir şehrin adıdır. Bu şehirde Hz. Ali ile Muaviye arasında bilinen hadise meydana gelmiştir. Son hadis Ahmed İbn Hanbel tarafından ayrıntılı olarak rivayet edilmiştir. Burada ismi belirtilmeyen kişi, Abdullah İbn Kewa'dır. Bu bilgiyi Taberi vermiştir. Bu rivayetin sebeb-i vürCıdu şu şekildedir: Irak halkının Şam halkına üstün gelmesine ramak kalmıştı. İşte tam bu sırada Amr İbnu'ı-As Mushaf1arın yükseltilmesi ve Mushaf'taki hükümlere göre amel etmeye çağırma konusunda Şamlılara bir fikir verdi. Bununla zaman kazanmayı, bu sayede içine dÜştükleri zor durumdan kurtulmayı amaçlamıştı. Nitekim amacına da ulaşmıştı. Şamlılar Mushaf1arı kaldırıp "Sizinle bizim aramızda Allah'ın kitabı var," demişler, Hz. A1i'nin askerleri de bunu işitmişti. Hz. A1i'nin askerlerinin çoğu dindar idi. Sözcüler, söylenenleri Hz. Ali'ye iletmişti. Bunun üzerine Hz. Ali, kendisinin hak üzere olduğundan emin olduğu için, onlara muvafakat edip tahkime müracaatı kabul etmişti. Nesaı bu rivayeti Ahmed İbn Süleyman kanalıyla Ya'la/İbeyd'den Buhari'nin senedi ile nakletmiştir. Ahmed İbn Hanbel'in rivayetinde ge2en ziyade bu rivayette de vardır. Ayrıca bu rivayette "Biz SIff1n'de idik," sözÜnQer{ sonra şu ziyade bulunmaktadır: Savaş klZlŞlp Şamiıların ölü sayısı artınca Amr İbnu'ı-As, Muaviye'ye "Mushaf'ı Ali'ye gönder ve onu Allah'ın kitabına davet et. O, bunu kabul edecektir," dedi. Nihayet biri Mushaf'ı Hz. Ali'ye getirip "Sizinle bizim aramızda Allah'ın kitabı var," dedi. Hz. Ali de; "Allah'ın hükümlerini uygulamaya herkesten daha yakın olan benim. Elimizde Allah'ın kitabı var," şeklinde karşılık verdi. Bu esnada bizim o dönemde kurra/okuyucular olarak nitelendirdiğimiz Hariciler, kılıçlarını kuşanmış olarak geldiler ve şöyle dediler: "Ey müminlerin emiri! Bi bu insanları beklemeyiz! Allah aramızda hüküm verene kadar bunların üzerine kllıçlarımlZla yürümeye ne dersin!" İşte bu esnada Sehl İbn Huneyf kalktı. ----İbn Hacer'e göre 4841. hadis ile 4842. hadis bir hadis olduğu için, o burada İmam Buharl'nin dört hadis zikrettiğini söyledi. Ancak ihtisarı yapan Ebu Suhayb Adevi bunu tek hadis olarak değil, farklı iki hadis olarak vermiştir. Dolayısıyla yukarıda beş hadis görünmektedir. Sehl'in "Tahkimi reddetme konusunda kendinizi suçlayın!" sözü Haridiere yöneliktir. Çünkü onların çoğu tahkimi kabul etmez ve "Allah'tan başka hiç kimsenin hükmü yoktur," der. Hz. Ali, onların "Allah'tan başka hiç kimsenin hükmü yoktur," sözleri hakkında "Bu, kendisiyle batıl kastedilen doğru bir sözdür," demiştir. Sahabenin önde gelenleri, onlara, Hz. Ali ile uyum içinde olmalarını ve maslahatIarı en iyi bilen olduğu için onun görüşlerine muhalefet etmemeyi tavsiye etmişti. Sehl de Hudeybiye'de yaşadıklarını onlara anlatmış, kendilerinin o gün savaşma konusunda kararlı ve kendilerine teklif edilen barışa yanaşmama eğiliminde olduklarını, ancak sonradan en uygun davranış ın Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tespit ettiği hareket tarzı olduğunun ortaya çıktığını ifade etmiştir. Bu olay hakkında "Kitabu istitabeti'l-mürteddın"de ayrıntılı açıklama yapılacaktır. Ayrıca bu olayın Hudeybiye antlaşması ile ilgili açıklamaları "Kitabu'şşurD.t"ta ayrıntılı biçimde yapılmıştı}
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ebi Müleyke'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: En hayırlı iki kişi olan Ebu Bekir ile Ömer neredeyse helak olacaktı. Çünkü Temimoğulları kafilesi geldiği zaman, Hz. Nebi'in yanında seslerini yükseltmişlerdi. Onlardan biri Mücaşioğullannın kardeşi Akra' İbn Habis'in, diğeri de başka birinin onlarla ilgilenrnek üzere görevlendirilmesi yönünde kanaat belirtmişti. Hadisin ravilerinden Nafi' "Ben bu kişinin (Ebu Bekir'in önerdiği kişinin) ismini aklımda tutamıyorum," demiştir. Ebu Bekir, Ömer'e: "Sen sadece bana muhalefet etmek istiyorsun," dedi. Neticede ikisinin de bu konuda sesi yükselmeye başladı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi'in sesinin üstüne yükseltmeyin. "(Hucurat 2) İbnü'z-Zübeyr şöyle demiştir: Hz. Ömer bu ayetten sonra, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine bir şey sorup öğrenmek isteyineeye kadar sesini ona duyurmaz oldu. İbnü'z-Zübeyr dedesi Ebu Bekir hakkında böyle bir şey söylememiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Sabit İbn Kays'ı göremedi. Bunun üzerine biri "Ey Allah'ın elçisi! Senin için onun hakkında bilgi edinirim," dedi ve ona gitti. Sabit'i, evinde başını öne eğmiş bir halde otururken buldu. Ona "Neyin var?" diye sordu. O da "Kötüyüm. [Kendisini kastederek bu adam] Hz. Nebi'den daha yüksek sesle konuşuyordu. Bu yüzden amelleri boşa gitti ve Cehennem ehlinden oldu," diye cevap verdi. Bunun üzerine adam Hz. Nebi'e gelip Sabit'in söylediklerini anlattı. Hadisin ravilerinden Musa olayın devamım şu şekilde anlatmıştır: Adam tekrar Sabife gitti ve ona büyük bir müjde verdi. Çünkü Hz. Nebi ona şu talimatı vermişti: Ona git ve 'Sen Cehenne ehlinden değilsin, bilakis Cennet ehlindensin,' de! Fethu'l-Bari Açıklaması: Temimoğulları kafilesi ifadesi Ahmed İbn Hanbel'in rivayetinde Temimoğulları heyeti şeklinde geçmiştir. Temimoğulları, Uyeyne İbn Hısn'ın Temim kabilesinin bir' kolu olan Anberoğullarını kırıp geçirmesinden sonra hicretin 9. yılında Medıne'ye gelmişti. Bu rivayetin ayrıntılı açıklaması "Kitabu'l-menakıb"da geçmiştj,(Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbnü'z-Zübeyr'den rivayet edildiğine göre, Temimoğulları kafilesi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelmişti. Ebu Bekir "Ey Allah'ın elçisi! Ka'ka' İbn Ma'bed'i onlarla ilgilenrnek üzere görevlendir," dedi. Ömer de "Yok yok, Akra' İbn Habis'i onlarla ilgilenrnek üzere görevlendir," dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer'e "Sen sadece bana muhalefet etmek istiyorsun," diye karşılık verdi. Ömer de ona "Ben sana muhalefet etmeyi kastetmedim," dedi ve tartışmaya başladılar. Neticede sesleri yükseldi. Bunun üzerine "Ey iman edenler! Allah'zn ve Resulünün önüne geçmeyin, "(Hucurat 1) ayetinin tamamı nazil oldu
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'ten rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Cehennem ehli ateşe atıldıkça Cehennem, 'Daha var mı?' der durur. Nihayet Allah Teala Cehennemi ayağının altına alır. Bunun üzerine Cehennem "yeter, yeter" der. Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre bu rivayeti merfCı' olarak nakletmiştir. Bunu, en fazla mevkCıf olarak nakleden Ebu Süfyan [Himyeri'dir]. Söz konusu rivayet şöyledir: "Cehenneme 'doldun mu?' diye sorulur. O da; 'Daha var mı?' diye cevap verir: Bunun üzerine Rab Tebareke ve Teala ayağını Cehennemin üstüne koyar. Bu defa Cehennem, 'yeter, yeter' der. " Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir: Cennet ile Cehennem tartıştı. Cehennem: "Ben, kibirli ve zorba kimselere tahsis edildim," dedi. Cennet ise; "Benim ne eksiğim var da, zayıf ve hakir görülen insanlar bana giriyor," diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Teala Cennete; "Sen benim rahmetimsin. Seninle dilediğim kullanma merhamet ederim." Cehenneme de; "Sen de benim azabımsın. Seninle dilediğim kullanma azdb ederim," dedi. Cennet ve Cehennemin her birini dolduracak varlık vardır. Şöyle ki, Cehennem, Allah Teala ayağını üstüne basıncaya kadar dolmak bilmez. Allah Teala ayağını üstüne basınca "Yeter, yeter," der, dolar ve büzülür. Allah Teala kullanndan hiç birine haksızlık etmez: Cennetin dolması için ise Allah Teala başka varlıklar yaratır. Fethu'l-Bari Açıklaması: Cehennemin ..........daha var mı?" sözünün hangi anIama geIdiği konusunda rivayetler larklıIık göstermektedir. Bu böIümde zikredilen hadisIerden, Cehennemin bu sözünün, Cehennemliklerin artırıImasl taIebini yansıttığı anIaşlImaktadır. Ancak bazı seIef alimIerine göre, burada istifham-ı inkarı söz konusudur. Buna göre, Cehennem. sanki şöyle demiştir: "Bende daha fazIa aIacak yer kalmadl." Taberi, Hakem İbn Eban kanalıyIa İkrime'nin".........(daha var mı?)" ayetini şu şekilde açıkIadığınl nakletmiştir: "Doldum, 'gfrilecek yer kaldı mı?" Taberi, merru' hadisIerde anIatıIanlardan yola çıkarak, Cehennem in bu sözünün bir artış taIebi olduğu şeklindeki görüşü tercih etmiştir. SüIeyman et-Teymi'nin Katade'den naklettiği rivayete göre, hadisin .kad.kad böIümü .....kad kad şeklinde nakledilmiştir. Bu da bir lehçedir. Her lehçede "yeter" anlamına gelir . ..... Kad kelimesinin Cehennemin çıkardığı ses olduğu ileri sürüImüşse de, çoğunluğa göre isabetli oIan bir önceki açıklamadır. Hadiste geçen "kademıayak" Iafzı ile ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürüImüştür. SeIefin bu ve buna benzer konuIardaki görüşü bilinmektedir. SeIef, bu tür laflZIarıgeldiği gibi kabuI eder ve bunIarın te'vilini yapmaz. Doğrusu; bu tür Iafızların Allah TeaIa hakkında eksikliği akla getirmesinin imkansız olduğuna inanırız. Cennete girenlerin zayıf ve hakir görülen kimseler olarak tavsif edilmesi, insanların çoğunun sahip olduğu düşünceye göredir. Halbuki AlIah katında onIar, dereceleri yüksek ve değerli kimselerdir. Yine de bilincinde oIduklarıAllah'ın azameti ve O'na karşı boyun eğmelerinden dolayı, RabIerine karşı son derece itaatkar davranırIar ve kullar arasında da kendilerini son derece basit görürler. CennetlikIerin bu şekilde zayıf ve hakir olarak tavsif edilmesi uygundur. Bu konudaki ikinci bir yoruma göre ise, hadisteki hasırlı ifade bir genellerneyi ifade etmektedir. İmam Nevevı şöyIe demiştir: "Bu hadis olduğu gibi anlaşılır. Allah TeaIa Cennet ve Cehenneme bir temyiz kabiliyeti vermiştir. Bu sayede Onlar idrak eder, tartışabilir ve karşılıklı oIarak görüşlerini söyleyebilir
- Bāb: ...
- باب ...
Cerir İbn Abdiilah'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bir gece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte oturuyorduk. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayın on dördünde aya baktı ve [onu işaret ederek] şöyle buyurdu: Bunu gördüğünüz gibi elbette Rabbinizi göreceksiniz. Onu görme konusunda birbirinizle itişmeyeceksiniz. Artık engelleri ortadan kaldırabildiğiniz sürece, güneşin batışmdan ve doğuşundan önceki namazıarı kılın! Sonra Hz. Nebi şu ayeti okudu: "Güneşin doğuşundan önce de, batı şmdan önce de Rabbini hamd ile tesbih et
- Bāb: ...
- باب ...
Mücahid'den rivayet edildiğine göre, İbn Abbas, "Secdelerin ardından O'nu tesbih et,"(Kaf 40) ayetini kastederek şöyle demiştir: Allah Teala, Nebiine bütün namazıarın ardından kendisini tesbıh etmesini emretmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Taberi, İbn Atie, İbn Ebı Nedh ve Mücahid kanalıyla İbn Abbas'ın' ...... (Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından da O'nu tesbih et,) (Kaf 40) ayeti hakkında şöyle söylediğini nakletmiştir: "Buradaki tesbihten maksat, namazdan sonra yapılan tes bi hattır
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Seleme'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: [Hac esnasında] Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dermansızlığımdan dert yandım. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Bir deveye binerek insanların arkasından tavaf et," dedi. Ben de Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ka'be'nin yanı başında namaz kılarken ve "ve't-Tur ve kitabin mestur" suresini okurken tavaf yaptım
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed ibn Cübeyr ibn Mut'im babasından, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: Akşam namazını kıldırırken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Tur suresini okuduğunu işittim. "Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattııar? Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar. Yahut Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Ya da her şeye hakim olan kendileri midir?"(Tur 36-37) ayetlerine gelince neredeyse kalbim yerinden fırlayacaktl. Fethu'l-Bari Açıklaması Ümmü Seleme zayıf yapılı biri idi. Bu yüzden yürüyerek tavaf edecek gücü yoktu. Bu rivayetin ayrıntılı açıklaması "Kitabu'l-Hacc"da geçmişti (Hadis no: 1632) Yukarıdaki ikinci rivayetin son cümlesi hakkında Hattabi şöyle demiştir: "Öyle anlaşılıyor ki, Muhammed'in babası Cübeyr bu ayetler in manasını anlayıp içeriğini idrak ettiği için irkilmiştir. Bu ayetin neye delil olduğunu tabiatının güzelliğinden kaynaklanan özelliği ile anlamıştı. Şöyle ki; a) 'Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattııar?' ifadesi insanların yaratılmasının yer ve göklerin yaratılmasından daha zor olmadığı anlamına gelir. Çünkü yer ile gök her hangi bir şeyden değil, doğrudan yaratılmışlardı. Bu durumda ayette şu mesaj vardır: İnsanlar kendilerine herhangi bir emir verilmeden ve hiçbir yasak getirilmeden başıboş mu yaratıldılar? b) 'Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar?' Böyle bir şey mümkün değildir. Mutlaka onların bir yaratıcısının bulunması gerekir. İnsanlar yaratıcıyı inkar ettikleri zaman, kendi kendilerini yarattıklarını iddia ederler. .. Bu da hem çok yanlış, hem de aşırı derecede batıl bir iddia olur. Çünkü kendi varlığı olmayan biri nasıl yaratabilir. Her iki durumda da, bir yaratıcılarının bulunduğu konusunda inanmayanların aleyhine bir delil sabit olur. Ayetlerin devamında Allah Teala şöyle buyurmuştur: 'Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattııar?' Şayet onların kendilerini yaratması mümkünse, onlar gökleri ve yeryüzünü yarattıklarını da iddia etsinler. Ancak bu, onlar için imkansızdır. Böylece onlara yönelik bir başka delil daha sabit oldu. Sonra Allah Teala şöyle buyurdu: 'Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar.' Böylece onların iman etmelerini engelleyen nedeni açıkladı. Söz konusu neden, Allah'ın bir lütfu olan Ve sadece O'nun tevfiki ile elde edilebilen yakinden/anlayıp inanmadan onların yoksun olmalarıdır. İşte bu nedenlerden dolayı Cübeyr irkilmiş, neredeyse kalbi yerinden fırlayacak hale gelmiş ve İslam'a yönelmişti
- Bāb: ...
- باب ...
Mesruk'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Aişe'ye "Ey Anneciğim! Hz. Muhammed Rabbini gördÜ mü?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "Bu sözlerin yüzünden tüylerim diken diken oldu! Şu üç hususu nasıl bilmezsin! Kim sana şu üç konuda bir şeyler anlatırsa, bil ki o yalan söylemiştir. 1- Her kim sana Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Rabbini gördüğünü söylerse, bil ki o yalan söylemiştir." Sonra Hz. Aişe şu ayetleri okudu: "Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. 0, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır, " "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. " 2- "Her kim Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yarın ne olacağını bildiğini söylerse, bil ki o yalan söylemiştir." Sonra Hz. Aişe şu ayeti okudu: "Hiç kimse yarın ne kazanacağın! bilemez. "(Lukman 34) 3- "Her kim Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse, bil ki o yalan söylemiştir." Sonra Hz. Aişe: "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, "(Maide 67) ayetini okudu ve şöyle dedi: Fakat Hz. Nebi aslı suretinde CebralI'i iki kez görmüştür. Fethu'l-Bari Açıklaması: Tirmizı'nin rivayetinde bu hadisin baş tarafında bir ziyade bulunmaktadır. İmam Tirmizi, Mücalid kanalıyla Şa'bı'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: "İbn Abbas Arafat'ta Ka'b ile karşılaştı ve ona bir konu hakkında soru sordu. Birden Ka'b [u'l-ahbar] tekbir getirdi, sesi dağlarda yankılandı. İbn Abbas: 'Biz HaşimoğullarıylZ. (Bilgi ve kültürümüz yerindedir. Bu kadar hayret edilecek bir şeyi sormayız)' dedi. Bunun üzerine Ka'b ona şu şekilde cevap verdi: Allah Teala görülmesini ve kelamını Musa ile Muhammed arasında paylaştırdı ... " Abdurrezzak İbn Hemmam'ın aynı senetle aktardığı rivayette ise İbn Abbas'ın "Biz Haşimoğullarıyız. Muhammed'in sallalliihu aleyhi ve sellem iki defa Rabbini gördüğünü söylüyoruz" dediği, Ka'b'ın da bunun üzerine tekbir getirip şöyle söylediği anlatılmıştır: "Allah Teala görülmesini ve kelamını Musa ile Muhammed arasında paylaştırmıştır. İki defa Musa ile konuşmuş; iki defa da Muhammed'e sallalliihu aleyhi ve sellem görünmüştür." Bu rivayetıere göre, olayın bundan sonraki kısmında Mesrlık şöyle demiştir: "Hz. Aişe'nin yanına gittim ve ona 'Muhammed sallalliihu aleyhive sellem Rabbinigördü mü?' diye sordum ... " Hz. Aişe, Allah'ın görülmekten münezzeh olduğuna, böyle bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığına inandığı için ve içinde bulunan Allah saygısından dolayı tüylerinin diken diken olduğunu söylemiştir. İmam Nevevı şöyle demiştir: "Hz. Aişe merfO' bir hadise dayanarak Hz. Nebi'in Rabbini görmediğini söylememiştir. Şayet böyle bir hadis bilseydi mutlaka onu söylerdi. Kuşkusuz Hz. Aişe, ayetin zahirinden anladıklarından çıkardığı bir yoruma dayanmıştır. Halbuki onun dışındaki sahablIer kendisinden farklı düşünmektedirler. Bir sahabi bir görüş belirtir, diğer sahablIer ona muhalif olurlarsa, onun bu sözü ittifakla delil olmaz. Kaldı ki, ayette geçen .......idrak'ten maksat kuşatmaktır. Kuşatmanın olmayacağının belirtilmesi görmenin olmayacağı anlamınagelmez." Nevevi, En'am 103 te geçen .........la tudrikuhu'l-ebsar ifadesini kastetmektedir. İmam Nevevı, İbn Huzeyme'yi takip ederek Hz. Aişe'nin merfu' bir hadise dayanarak Muhammed'in sallalliihu aleyhi ve sellem Rabbini görmediğini söylemediğini kesin bir dille ifade etmiştir. Nitekim İbn Huzeyme "Sahıh"inin "Kitabu't-tevhıd" bölümünde şöyle demiştir: "Hz. Aişe'nin Hz. Muhammed'in Rabbini görmediğini söylemesi kesin bir bilgi değildir. Çünkü Hz. Aişe Hz. Nebi'in kendisine Rabbini görmediğini anlattığını söylememiş, sadece ayet i yorumlamıştır." Bu sözler son derece hayret uyandırmaktadır. Çünkü Nevevı'nin şerhetti'ği İmam Müslim'in "Sahıh"inde Hz. Aişe'nin Allah Restı!ü'nden bunu duyduğu nakledilmiştir. Müslim'in "Sahıh"inde Davud İbn Ebı Hind ve Şa'bı kanalıyla MesrCık'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Yanım üzere yatıyordum. Derken doğruldum ve Hz. Aişe'ye "Allah Teala 'Andolsun ki; onu bir de diğer inişte görmüştü, '(Necm 13) buyurmuyor mu?" dedim. ° da şu şekilde cevap verdi: Bu konuyu bu ümmet içinde Nebi'e soran ilk kimse benim. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ayette kesinlikle Cebrall'in kastedildiğini söylemişti. Hz. Aişe'nin yukarıdaki ayeti [el-En'am 6/103] delil olarak kullanmasına İbn Abbas muhalefet etmiştir. Tirmizı, Hakem İbn Eban ve İkrime'den şöyle nakIetmiştir: İbn Abbas: "Hz. Muhammed Rabbini görmüştür," dedi. Ben de; "Allah Teala 'Gözler O'nu göremez; halbuki 0, gözleri görür. o, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır, '(En'am 103) buyurmuyor mu?" diyerek karşılık verdim. Bunun üzerine o şöyle dedi: "yazıklar olsun sana ... Bu ayetteki durum, Allah Teala'nın kendi nuru ile tecelli etmesi durumunda geçerlidir. Halbuki Hz. Muhammed iki defa Rabbini görmüştür." Özetle ifade edecek olursak; ayette [el-En'am 6/103] Allah Teala'nın hiç görülmeyeceği değil, görüldüğü zaman tam olarak kuşatılmasının mümkün olmayacağı ifade edilmiştir. Kadı lyaz şöyle demiştir: "Allah Teala'nın görülmesi aklen mümkün olup ahirette müminler tarafında görüleceği konusunda sahıh rivayetler mevcuttur. Allah'ın dünyada görülmesi konusunda ise İmam Malik şöyle demiştir: 'Allah Teala dünyada görülmemiştir. Çünkü 0, bakidir. Baki olanı fani olan göremez .. Müminler ahirete irtihal edip baki gözler ile rızıklandırılınca, baki olan ile Baki olanı göreceklerdir.' İmam Malik'in bu sözü, Allah'ın görülmesinin kudret bakımından imkansız olduğu anlamına gelmez. Allah Teala kullarından kimin görmesini dilerse, o kimse için Allah'ı görmek imkansız olmaz." İmam Müslim'in "Sahıh"indeki şu ifadelerin yer aldığı merfCı' bir hadis bunu desteklemektedir: "Bilin ki, ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz." Bu rivayeti İbn Huzeyme Ebu Ümame'den nakletmiştir. Selef Hz. Nebi'in Rabbini görüp görmediği konusunda farklı görüşler ileri sürmüştür. Hz. Aişe ve İbn Mes'ı1d Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü kabul etmemiş, bir grup sahabi ise bunu kabul etmiştir. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer kanalıyla Hasan-ı Basri'nin Hz. Nebi'in Rabbini gördüğüne dair yemin ettiğini nakletmiştir. İbn Huzeyme, Urve İbnü'z-Zübeyr'in Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü kabul ettiğini rivayet etmiştir. O, Hz. Aişe'nin bunu inkar ettiği kendisine söylendiği zaman şiddetli tepki gösterirdi. İbn Abbas'ın öğrencileri de bu görüştedir. Ka'bu'I-Ahbar, Zühri, Ma'mer ve daha başkaları kesin bir dille bu görüşü dile getirmişlerdir. "Acaba Hz. Nebi Rabbini gözüyle mi gördü, yoksa kalbi ile mi?" Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü söyleyenler de kendi aralarında bu konuda ihtilafa düşmüşlerdir. Ahmed İbn Hanbel'den her iki görüş de nakledilmiştir. Bu konuda İbn Abbas'tan mutlak ve mukayyed rivayetler nakledilmiştir. Bu rivayetler, mutlak olanlar mukayyed olanlara hamledilerek anlaşılır. Söz konusu rivayetlerden birini Nesai, İkrime kanalıyla İbn Abbas'tan sahih bir senetle nakIetmiş, Hakim de bunun sahih olduğunu ifade etmiştir. Buna göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Halilliğinidostluğun İbrahim'e, konuşmanın Musa'ya ve görülmenin Muhammed'e sallalliihu aleyhi ve sellem ait olmasına hayret mi ediyorsunuz?" İbn Huzeyme bı' rivayeti şu laflZlarla nakletmiştir: "Allah Teala'nın İbrahim'i halilliğe seçmesine hayret mi ediyorsunuz ... " İbn İshak'ın Abdullah İbn Ebi Seleme'den naklettiği rivayete göre, Abdullah İbn Ömer, İbn Abbas'a bir elçi gönderip "Hz. Muhammed Rabbini gördü mü?" diye sordurmuş, o da "evet" cevabını yollamıştır. Bu konudaki bir başka rivayet ise İmam Müslim tarafından nakledilmiştir. Ebu'l-Niye kanalıyla yapılan bu rivayete göre, İbn Abbas "Gözünün gördüğünü gönlij yalanlamadı, "(Necm 10) ayeti hakkında "Muhammed sallalliihu aleyhi ve sellem kalbi ile Rabbini iki defa görmüştür," demiştir. Yine İmam Müslim, Ata kanalıyla İbn Abbas'ın "Onu kalbiyle gördü," dediğini nakletmiştir. Bundan daha açık olan rivayet ise, İbn Merdı1ye'nin Ata kanalıyla İbn Abbas'tan aktardığı şu rivayettir: "Hz. Nebi Rabbini gözü ile görmedi, O'nu kalbi ile gördü." Buna göre, İbn Abbas'ın kabul ettiği, Hz. Aişe'nin ise reddettiği Allah'ın Hz. Nebi tarafından görülmesi hakkındaki görüşleri uzlaştırmak mümkündür. Şöyle ki; Hz. Aişe, Hz. Nebi'in Rabbini görmediğini söylerken, onun göz ile O'nu görmediğini; İbn Abbas da, Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü söylerken, onun kalp ile O'nu gördüğünü kastetmiştir. Allah'ın kalp ile görülmesinden maksat, bizzat kalp ile görülmesidir, sadece bilginin hasıl olması değildir. Çünkü Hz. Nebi her zaman Allah'ı bilen biri idi. Hz. Nebi'in kalbi ile Rabbini gördüğünü söyleyenlere göre bu görme, normal görmenin gözde yaratıldığı gibi, kalpte yaratılmıştır. Her ne kadar görme gözde yaratılsa da, görmenin gerçekleşmesi için belli bir şart ileri sürülmemiştir. İbn Huzeyme kavi bir senetle Enes'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz. Muhammed Rabbini gördü." İmam Müslim'in rivayetine göre, Ebu Zerr Hz. Nebi'e Rabbini görüp görmediğini sormuş, o da şu şekilde cevap vermiştir: "O bir nurdur. Nasıl göreyim?." Ahmed İbn Hanbel de Ebu Zerr kanalıyla Hz. Nebi'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben bir nur gördüm." İbn Huzeyme de Ebu Zerr'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz. Peygmaber Rabbini gözüyle görmedi, kalbi ile gördü." Bu söz ile Ebu Zerr'in nur kelimesini kullanmasındaki gaye ortaya çıkmıştır. O, nurun Hz. Nebi'in gözü ile Rabbini görmesine engelolduğunu ifade etmiştir. Kurtubi, "el-Müfhim" adlı eserinde bu konuda tevakkuf etme görüşünün daha isabetli olduğunu söylemiş ve bunu büyük alimlerden bir gruba dayandırmış, ayrıca bu konuda kesin bir delil olmadığını belirterek bu görüşü desteklemiştir. Bu konuda iki görüş benimseyen tarafların delil olarak getirdiği naslar, birbirleri ile çatışah ve tevile açık olan lafızların zahirleridir. Kurtubi şöyle demiştir: "Bu konu ameli bir mesele olmadığı için, burada zanni deliller yeterli olmaz. Bu konu itikadi konulardandır ve burada kesinlikle kat'i delillerin bulunması gerekir." İbn Huzeyme "Kitabu't-tevhid"inde Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü söyleyenlerin görüşünü tercihe yönelmiştir. Burada yer veremeyeceğimiz kadar uzun bir şekilde bu görüşün delillerini sıralamıştır. İbn Abbas'ın Hz. Nebi'in Rabbini iki defa gördüğü sözünü ise, görme hadisesininden birinin göz ile diğerinin kalp ile gerçekleştiği şeklinde açıklamış ve bu konuda aktardığı bilgilerin ikna edici olduğunu söylemiştir. Hz. Nebi'in Rabbini gördüğünü söyleyen alimlerden biri de Ahmed İbn Hanbel'dir. O "Kitabu's-sünne"de bu konunun ihtilaflı olduğunu nakletmiştir. Mervzi'den şöyle rivayet edilmiştir: Ahmed İbn Hanbel'e, Hz. Aişe'nin "Kim Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Rabbini gördüğünü söylerse, bilin ki o, Allah'a karşı en büyük iftirada bulunmuştur," dediğini söyledim ve onun bu sözüne nasıl cevap verileceğini sordum. O da; "Hz. Nebi'in 'Rabbimi gördüm,' sözü ile cevap verilir. Hz. Nebi'in sözü Hz. Aişe'nin sözünden üstündür," dedi. "el-Hedyu" adlı kitabın yazarı, Ahmed İbn Hanbel'in Hz. Nebi'in Allah'ı gözü ile gördüğünü iddia edenleri reddetmiş ve Ahmed İbn Hanbel'in bir defasında Hz. Muhammed'in Rabbini gözü ile gördüğünü, bir defasında da kalbi ile gördüğünü ifade ettiğini söylemiştir. Daha sonra da şunları eklemiştir: "Alimlerin İsra olayının uykuda gerçekleştiği görüşü ile Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bedeni ile değil sadece ruhu ile İsra olayının gerçekleştiği görüşü arasında fark bulunduğunu bilmek gerekir. Çünkü ikisinin arasında bir fark vardır. Şöyle ki; uykudaki birinin, ruhunun semaya yükselmesi ile gördükleri hakikat olabilir. Ukudaki kimse ruhu hiçbir şekilde semaya yükselmeden de bir takım olayları görebilir. Bu bakımdan Hz. Nebi'in ruhuyla İsra olayını yaşadığını, vücudunun ise semaya yükselmediğini söyleyenler muhtemelen bir mucize eseri olarak Hz. Nebi'in ruhunun gerçekten göğe yükseltildiğini, sonra olduğu yerde duran bedenine döndüğünü kastetmişlerdir. Nitekim o gece başka mucizeler demeydana gelmişti. Mesela; Allah Resulü'nün uyanıkken kalbi açılmış ve tekrar birleştirilmişti. Bütün bunlar olurken Hz. Nebi en hafif bir acı bile hissetmemiştir. " İsra konusunda nakledilen rivayetlerin zahiri bu görüş ile çelişmektedir. Aksine İsra olayı Hz. Nebi'in hem ruhu, hem de bedeni ile birlikte gerçekleşmiştir. O, hem ruhu, hem de bedeni uyurken ya da dalgın iken değil, uyanıkken gerçekten göğe yükseltilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Şeybani şöyle demiştir: "Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı, "(Necm 9) ayeti hakkında Zirr'den Abdullah İbn Mes'ud'un görüşü hususunda şunları işittim: Abdullah İbn Mes'ud bu ayet hakkında bize şunları anlattı: "Hz. Muhammed Cebrail'i altıyüz kanatlı olarak görmüştür." Fethu'l-Bari Açıklaması: .......Kab kelimesi okun tutulduğu yer ile kirişin bağlandığı iki uç arasındaki mesafedir. Vahidi bu açıklama için "Bu, müfessirlerin çoğunluğuna ait bir görüştür. Onlara göre .......kavs ile okun atıldığı alet kastedilmiştir. Bazıları bu kelime ile zira'nın kastedildiğni söylemiştir. Çünkü zira' ile eşya ölçülür." Kanaatime göre bu son görüş tercihe şayandır. Çünkü İbn Merdliye sahih bir senetle İbn Abbas'ın ".......kab, ölçüdür" dediğini nakletmiştir. ........Kavseyn ise iki zira'dır. Şayet bu kelime ile okun atıldığı alet kastedilseydı, kelimenin ikilini kullanmaya ihtiyaç duyulmasından dolayı bununla ömek verilmezdi. Bunun yerine sözgelimi ............. kabe rumh veya benzer tabirler seçilirdi
- Bāb: ...
- باب ...
Şeybani'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Zirr'e "Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti, "(Necm 9) ayetlerini sordum. O da şöyle cevap verdi: Abdullah [İbn Mes'ud] bize Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cebrail'i altıyüz kanatlı olarak gördüğünü haber verdi." . ;, Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Zerr nüshasında "Muhammed allanahu a1eyhi ve sellem Cebrail'i aleyhisselam gördü," ifadesi geçmektedir. Bu, muradın ifade edilmesi bakımından daha açıktır. Sonuç olarak şöyle denilebilir: İbn Mes'ud, Hz. Aişe gibi Hz. Nebi'in• gördüğünün Cebraıl aleyhisselam olduğu görüşünü benimsemiştir. Onun bu görüşüne göre, yukarıdaki ayetin anlamı şu şekilde olur: "Cebrail, Allah'ın kulu Muhammed'e vahyetmiştir." Çünkü ona göre daha önceki ayette ifade edilen yaklaştıkça yaklaşandan maksat Cebrail'dir. Dolayısıyla Hz. Nebi'e vahyeden de odur. Selef müfessirlerinin çoğunluğuna göre, vahyeden Allah Teala, vahyedilen ise Hz. Muahmmed'dir. Ancak aralarında vahyedilenin Cebraıl olduğunu söyleyenler de vardır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah [İbn Mes'ud]'un "Ando/sun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü," ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Nebi ufku kaplayan yeşil ipek bir örtü gördü. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayetin yorumu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre, bu ayet ile Hz. Nebi'in İsra gecesi gördüğü bütün her şey kastediimiştir. Bu başlık altında zikredilen rivayet ise, bu ayet ile Cebraıl'in özelliklerinin kastedildiğine delalet etmektedir. Bu rivayet, zahiri manası ile Hz. Nebi'in Cebrail'i gördüğünü ifade eden bir önceki yorum ile çelişmektedir. Ancak bu rivayet ile neyin kastedildiğini Nesaı ve Hakim'in Abdurrahman İbn Yezıd kanalıyla Abdullah İbn Mes'o.d'dan naklettiği şu rivayet desteklemektedir: "Hz. Nebi Cebra1l'i yer ile göğün arasını kaplayan bir ipek örtünün üzerinde gördü." Her iki rivayet şu şekilde uzlaştırılır: "Burada tavsif edilen Cebrall'dir, sıfat ise Cebrall'in aleyhisselam o an taşıdığı sıfattır." .......Refref kelimesi, asıl itibariyle güzelce işlenmiş ince ipek örtü için kullanılırken daha sonraları "örtü" anlamını ifade etmek için kullanılmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın " [Şimdi baksamza şu] lat'a, uzza'ya," ayetinde geçen [Lat hakkında şöyle] söylediği rivayet edilmiştir: Lat, su ve yağ ile hacıların sevikini karan bir adamın adıdır
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Kim yemin eder ve yemininde 'Lat ve Uzza hakkı için' derse, hemen la ilahe illallah desin. Kim de arkadaşına 'haydi gel, kumar oynayalım' derse, hemen sadaka versin." Hadisin geçtiği diğer yerler: 6107, 6301, 6650. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hattabı şöyle demiştir: "Yemin, ancak derin saygı duyulan ma'bud ile yapılır. Şayet biri Lat ve buna benzer putlara yemin ederse kafirlere benzer ve hemen kendisine kelime-i tevhid ile bu hatasını telafi etmesi emredilir." İbnu'l-Arabı de şöyle demiştir: "Kim ciddı olarak putlara yemin ederse, kafir olur. Şayet bilmeden veya gaflet anında onlara yemin ederse, la ilahe illailah demesi gerekir. Bu sözü Allah Teala onun günahına keffaret sayar. O da kalbini gafletten kurtarıp Allah'ı zikre yöneltir, dilini de doğruya alıştırır ve kendisinden sadır olan boş sözlerden kendisini kurtarır." Hattabı şöyle demiştir: "Hadiste geçen 'hemen sadaka versin' ifadesi ile kişinin kumar oynamayı düşündüğü mal kastedilmiştir. Bu ifade ile kişinin ağzından çıkan bu sözüne keffaret olması için herhangi bir sadaka vermesinin kastedildiği de ileri sürülmüştür." Hattabı'nin bu son görüşü hakkında Nevevı şöyle demiştir: . "Bu görüş daha doğrudur. Müslim'in rivayetinde geçen 'Sadaka olarak bir şey versin' ifadesi buna delalet etmektedir." Bazı Hanefı alimleri putlara yemin eden kimselerin mutlaka yemin keffareti vermeleri gerektiğini söylemişlerdir ki, bu son derece tartışmaya açıktır. Kadı Iyaz şöyle demiştir: "Bu hadise göre, akla gelen isyan düşüncelerinin aksine Allah'a isyanı düşünmek, kalbe yerleştiği takdirde günahtır." Kadı Iyaz'ın bu onuca nasıl ulaştığını bir türlü idrak edemedim. Kaldı ki, hadiste açıkça sözün telaffuz edildiği ifade edilmiştir. Şöyle ki; kişi arkadaşına "Haydi gel, kumar oynayalım" demiştir. Böylece onu Allah'a isyana çağırmıştır. Kumar, ittifakla haramdır. Kumara çağırmak da haramdır. Öyleyse burada sadece bir düşünce ve karar verme yoktur. Bu hadisin geri kalan açıklamaları "Kitabu'l-eyman ve'n-nüzur" bahsinde yapllacaktır. (Kitabu'l-eyman ve'n-nüzur)
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Aişe'ye (Safa ve Merve arasında say yapmayı sordum). O da şöyle cevap verdi: Cahiliyye döneminde Müşellel mevkiindeki azgın Menat için ihram'a girenler Safa ile Merve arasında say yapmazlardı. Bunun üzerine Allah Teala: "Şüphe yok ki, Safa ile Merve Allah'ın koyduğu nişanlardandır, "(Bakara 158) ayetini indirdi. Akabinde Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Müslümanlar tavaf yaptılar. Fethu'l-Bari Açıklaması: Müşellel, Kudeyd şehrinin denize bakan kısmında yer alan bir bölgenin adıdır. Esasında Müşellel, Kudeyd'e giderken geçilen dağın adıdır. Kudeyd ise Mekke ile Medıne arasında bilinen bir mevkiin adıdır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Necm Suresi'ni okuyunca secde etti. Onunla birlikte Müslümanlar, müşrikler, cinler ve insanlar da secde ettiler
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İçinde secde ayeti bulunan surelerden ilk inen Necm Suresi'dir. [Bu suredeki secde ayeti sebebiyle] hemen Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve onun arkasındakiler secde ettiler. Sadece bir adam secdeye gitmedi ve bir avuç toprak alıp ona secde etti. Daha sonra onun kafir olarak öldürüldüğünü gördüm. Bu adam, Ümeyye İbn Halef idi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Necm Suresi'ni okumayı bitirince secde etmişti. Bu rivayetin açıklaması ve bu olayın nedeni, İbn Abbas'tan nakledilen rivayetin şerhi yapılırken Hacc Suresi'nin tefsirinde verilmişti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Mes'ud r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde ay, bir parçası dağın üst kısmında, bir parçası da onun alt tarafında olmak üzere ikiye ayrıldı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şahid olun!" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber iken ay yarıldı ve iki parçaya ayrıldı. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize; "Şahit olun! Şahit olun!" dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında ay yarıldı
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in şöyle söylediği rivayet edildi: Mekkeli müşrikler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den kendilerine bir mucize göstermesini istediler, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara ayın yarılmasını gösterdi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ay, ikiye yarıldı. Bu olay hakkındaki ayrıntılı açıklama "es-Si'retu'n-Nebeviyye"nin başlarında yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem [şu ayeti dal harfiyle] فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abduııah İbn Mes'ud'dan, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in [şu ayeti] فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu İshak'tan rivayet edildiğine göre, o, bir kişinin el-Esved'e [şu ayetin] فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde mi, yoksa مذكر müzzekir şeklinde mi okunduğunu sorduğunu işitmiştir. el-Esved de şöyle cevap vermiştir: Abullah İbn Mes'ud'un bu ayeti. فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okuduğunu işittim. O bu hususta şöyle demişti: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ayeti د dal harfi ile; فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okuduğunu işittim
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud r.a.'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem [şu ayeti]; فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okumuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem [şu ayeti]. فهل من مدكر fehel min muddekir şeklinde okumuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem [şu ayeti] فهل من مذكر fe hel min muzzekir şeklinde okudum. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ayetin okunuşunun فهل من مدكر fe hel min muddekir şeklinde olduğunu söyledi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bedir savaşının yapıldığı gün küçük bir çadırda şöyle dua etmiştir: "Allahım! Senden va'dini ve sözünü yerine getirmeni istiyorum. Allahım! Eğer sen dilersen bugünden sonra sana ibadet edilmez ... " Tam bu sırada Hz. Ebu. Bekir Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elini tuttu ve "Yeter Ey Allah'ın elçisi! Rabbine karşı ısrarcı oldun ... " dedi. O esnada Hz. Nebi zırhlı şekilde ayakta idi. Birden "O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar," ayetini okuyarak dışarı çıktı
- Bāb: ...
- باب ...
Yusuf İbn Mahek'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Mu'minlerin annesi Hz. Aişe'nin yanında idim. O şöyle söyledi: Ben oyun oynayan küçük bir kız çocuğu iken "Bilakis kıyamet onlara vadedilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır,'' ayeti Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Mekke'de nazil olmuştu .. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bedir Savaşı'nın yapıldığı gün kendisine ait bir çadırda şöyle dua etmişti: "Allahım! Senden sözünü ve vadini yerine getirmeni istiyorum. Allahım! Sen dilersen bu günden sonra asla sana ibadet edilmez ... " Tam bu sırada Hz. Ebu Bekir onun elinden tuttu ve "Yeter Ey Allah'ın elçisi! Rabbine karşı ısrarcı oldun ... " dedi. O esnada Hz. Nebi zırhlı şekilde ayakta idi. Birden "O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar. Bilakis kıyamet onlara vadedilen asıl saattir ve o saat daha belalı ve daha acıdır, "(Kamer 45-46) ayetlerini okuyarak dışarı çıktı. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Ayette geçen .......emerru kelimesi ........merara kökünden türemiştir," yorumu Ferra'ya aittir. 0, bu ayet [el-Kamer 54/56] hakkında şöyle demiştir: "Daha belalı ifadesi kıyametin Bedir Savaşı'ndan azap bakımından daha büyük olduğunu ifade eder. Daha acıdır ifadesi ise ........merara kökünden türemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Cennet'te öyle bir ağaç var ki, binitli biri onun gölgesinde yüz yıl ilerler, yine de onun gölgesinin dışma çıkamaz. Dilerseniz "Uzamış gölgeler" ayetini okuyun. Bu hadisin açıklaması Bedu'l-halk bölümünde Sıfatu'l-cenne bahsinde geçmişti.(Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
Said bin Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, onunla İbn Abbas arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Said İbn Cübeyr: Tevbe Suresi kimler hakkında indi? İbn Abbas: Tevbe Suresi mi? Bu surenin adı Fadıha (ayıpları sayıp döken)'dir. Onlardan bazıları, onlardan bazıları şeklinde başlayan ayetler inmeye devam etti. Hatta münafıklar istisnasız kendilerinden her birinin bu surede anlatılacağını düşünmeye başladılar. Said İbn Cübeyr: Peki Enfal Suresi hangi konuda nazil oldu? İbn Abbas: Bu sure Bedir Savaşı hakkında indi. Said İbn Cübeyr: Haşr Suresi hangi konuda nazil oldu? İbn Abbas: Bu sure Nadir oğulları hakkında indi
- Bāb: ...
- باب ...
Said'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: İbn Abbas'a "Haşr Suresi" dedim, o da bu sure için "Nadir Suresi de!" dedi. AÇiKLAMA : Öyle anlaşılıyor ki, İbn Abbas haşr kelimesi ile kıyametin anlaşılmaması için bu sureye Haşr adının verilmesini uygun görmemiştir. Zira burada bu kelime ile Nadiroğullarının sürgün edilmesi kastedilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Nadiroğullarının Buveyra mevkiindeki hurmalarını yaktırmış ve kestirmişti. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirmiştir: Hurma ağaçlanndan herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep AIIah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir. AÇIKLAMA Tirmizi'nin tahric ettiği İbn Abbas rivayetinde .......line kelimesi "hurma" olarak açıklanmıştır. Said İbn Mansur, İkrime'nin bu kelimeyi "acve olmayan hurma" şeklinde açıkladığını nakletmiştir. Süfyan da şöyle demiştir: Line, "çekirdeğinden yarılan sapsarı hurmaya" denir
- Bāb: ...
- باب ...
Hz. Ömer şöyle demiştir: Nadıroğullarının malları, Allah Teala'nın Nebii Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e Müslümanların at ve deve koşturmadan verdiği fey gelirlerindendir. Fey geliri, sadece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e aitti. O, bundan ailesinin bir yıllık geçimini temin ederdi. Artan kısmını ise Allah yolunda bir hazırlık olarak silah ve atlara harcardı. AÇiKLAMA Bu rivayetin şerhi fey'in açıklamasında geçmişti. Fey ile ganimet arasındaki fark ise Kitabu'l-cihad'ın sonlarında yer almaktadır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Allah Teala dövme yaptıran, dövme yapan, yüzlerindeki kılları alan, güzel görünmek için dişlerinin arasını ayrık hale getiren ve Allah'ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etmiştir." Onun bu sözü Esed kabilesinden Ümmü Ya'kub adındaki bir kadının kulağına gitti. Bunun üzerine Ümmü Ya'kub ona gidip "Bana senin şu, şu kadınlara la'net okuduğun haberi geldi," dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ud şöyle dedi: "Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in lanetlediği ve Allah'ın kitabında lanetlenmiş olan insanları benim lanetlememde ne var ki?" Buna karşılık olarak kadın: "Yemin ederim ki, Mushaf'ın iki kapağı arasındaki ayetleri okudum. Ancak senin söylediğini Kur'an'da bulamadım," diyerek itiraz etti. İbn Mes'ud: "Şayet Kur'an'ı baştan sona okuduysan, benim söylediğimi Kur'an'da görmüşsündür. Allah Teala: 'Nebi size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının,' buyurmuyar mu?" dedi. Kadın: "Elbette buyuruyor," şeklinde cevap verdi. İbn Mes'ud: "Hz. Nebi bütün bunları yasaklamıştır," dedi. Bu defa kadın: "Ben senin eşinin de bunları yaptığını gördüm" dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ud: "Git bak bakalım" dedi. Kadın gitti, ancak aradığını bulamadı. Bunun üzerine İbn Mes'ud şöyle dedi: "Eğer eşim bunlardan birini yapsaydı, onunla birlikte olmazdım!" Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Allah Teala başkasının saçını kendi saçına ekleyen kadına lanet etmiştir." Hadisin ravilerinden Abdurrahman şöyle demiştir: "Bu sözü, ravilerden Mansur'un rivayetindeki gibi Abdullah İbn Mes'ud'dan naklen Ümmü Ya'kub adında bir kadından işittim." Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayetin "Nebi size ne verdiyse onu alın" kısmı, "Nebi size neyi emrettiyse onu yapın!" şeklinde anlaşılır. Çünkü bu ifadenin mukabilinde "Size neyi yasakladıysa ondan da sakının," ifadesi vardır. Yukarıdaki ilk rivayetin açıklaması Kitabu'l-libas'ta yapılacaktır.(Hadis no: 5931) Abdullah İbn Mes'ı1d'un hanımının adı Zeyneb bint Abdillah es-Sekafiyye'dir. Ümmü Ya'kı1b, Abdullah İbn Mes'ı1d'un hanımının da lanete sebep olan bu fiillerden birini yaptığını zannetmiştir. Bir görüşe göre Ümmü Ya'kı1b gerçekten onun eşinin bu fiillerden birini yaptığını görmüştür. Ancak Abdullah İbn Mes'ı1d bu tür şeyleri hoş karşılamayınca hanımı bunlardan vazgeçmiştir. Bu yüzden Üm mü Ya'kı1b onun yanına gittiği zaman daha önce gördüklerini görememiştir. Abdullah İbn Mes'ud'un "onunla birlikte olmazdım" sözü iki manaya gelebilir: Onunla yatmazdım. Onunla evliliği sürdürmezdim. Bu ikinci görüş daha güçlüdür. Bu hadis, Hz. Nebi'in lanetine sebep olan bir özelliği taşıyan kimsenin lanetlenebileceğine delil olarak getirilmiştir. Zira lanet, sadece hak edene okunur
- Bāb: ...
- باب ...
Amr İbn Meymun'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer şöyle demiştir: Benden sonraki halifeye ilk muhacirlerin haklarını tanımasını, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Medıne'ye hicret etmesinden önce burayı yurt edinip imanı gönüllerine yerleştirmiş olan ensardan iyi kimselerin iyiliklerini kabul etmesini ve kötü işlere bulaşanları da hoş görmesini tavsiye ediyorum. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ayette geçen .......tebevveu lafzı hem "vatan edindiler," hem de "buraya yerleştiler" şeklinde açıklanmıştır. İlk açıklamaya göre bu fiilin anlamı sadece ensara aittir. Diğer açıklamaya göre ise bu fiilin ifade ettiği anlam, hem ensarı, hem de ilk muhacirleri kapsar. Burada İmam Buharı, Hz. Ömer'in suikaste maruz kaldıktan sonra söylediği sözlerden bir kısmını zikretti. Bu rivayetin açıklaması Kitabu fezaili's-sahabe'de geçmişti. (Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bir adam Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi! Açlıktan takatim kesildi," dedi. Hz. Nebi de onu eşlerinin yanına gönderdi. Ama adamcağız mu'minlerin annelerinin yanında yiyecek bir şey bulamadı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu gece bu adamı misafir edecek yok mu? Misafir edecek kimseye Allah merhameti ile muamele etsin!" buyurdu. Bunun üzerine ensardan biri kalkıp "Ey Allah'ın elçisi! Onu ben ağırlayacağım" dedi ve hanımının yanına gidip ona; "Bu, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in misafiridir, ondan hiçbir şeyi esirgeme!" dedi. Hanımı: "Allah'a yemin ederim ki, elimde sadece çocukların yiyeceği var," diyerek [çaresizliğini anlattı]. Bunun üzerine adam şöyle dedi: Öyleyse çocuklar akşam yemeğini yemek istedikleri zaman onları uyut, sonra gel ve lambayı söndür. Biz de bu geceyi aç geçirelim." Kadın kocasının söylediklerini yaptı. Ertesi sabah misafir Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gitti. Allah Resıılü şöyle buyurdu: Allah Teala falanca adam ile filanca kadının yaptıklarına hayret etti veya güldü. İşte bu olay üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. (Haşr 9) AÇIKLAMA : İbnu't-TIn şöyle demiştir: "Dil alimlerinden hiçbiri ........hayye kelimesini bu şekilde açıklamamış, aksine onlar bu kelimeyi "haydi!, yönel! şeklinde izah etmişlerdir." Hakikat İbnu't-Tın'in söylediği gibidir. Ancak bu ifadede acele etmenin istendiğine bir işaret vardır. Dolayısıyla bu ifade "acele yöneı" anlamına gelir
- Bāb: ...
- باب ...
Hasan İbn Muhammed İbn Ali'nin, Hz. Ali'nin katibi Ubeydullah İbn Ebı Rafi'in şöyle söylediğini işittiği rivayet edilmiştir: Hz. Ali'nin şöyle dediğini duydum: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni, Zübeyr'i ve Mikdad'ı bir göreve gönderdi ve şöyle dedi: ''Ravza-i hah bölgesine varıncaya kadar yola devam edin. Orada yanında mektup olan ve Medine'den Mekke'ye giden bir kadın olacak. Ondan mektubu alın!" Bunun üzerine biz yola çıktık, at sırtında ilerledik. Nihayet Ravza bölgesine vardık. Bir de ne görelim, Medıne'den Mekke'ye giden kadın orada ... Hemen ona "Mektubu çıkart" dedik. Kadın: "Bende herhangi bir mektup yok!" diye karşılık verdi. Ona; "Allah'a yemin olsun ki, ya sen mektubu çıkartırsın ya da biz elbiselerini çıkartırız," dedik. Bunun üzerine kadın saç örgüsünün arasından mektuu çıkartp [bize verdi. Mektubu alıp] ab:r'e :allaııahu aleyhi ve sellem geldık. Bır de ne ile karşılaşalım ... Mektubun başında Hatıb ibn Ebi Beltea'dan Mekke'deki Müşrik insanlara" yazıyor. Hatıb bu mektup ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir durumunu müşriklere haber veriya u. Bunun üzerine Hz. Nebi ona; - Ey Hatıb bu nedir? diye sordu. Hatıb: - Ey Allah'ın elçisi! Hakkımda hemen acele karar verme! Ben Kureyş'ten biriydim. Ancak onlar ile soy bağım yoktu. Senin yanında olan muhacirlerin Mekke'de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları var. Ben de nesep bağı bakımından eksiğimi onlara bir güzellik yaparak telafi etmek istedim ve onların akrabalarımı korumalarını sağlamaya çalıştım. Bunu, inkar ettiğim ve dinimden döndüğüm için yapmadım, dedi. Bunun üzerine Hz. Nebi orada bulunanlara; - O, size karşı doğru söyledi, dedi. Yine de Hz. Ömer: - Ey Allah'ın elçisi! İzin ver de şunun boynunu vurayım! dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona hitaben şöyle buyurdu: - O, Bedir Savaşı'na katılmıştır. Nereden bileceksin, belki de Allah TealCı Bedir mücahidlerinin her hallerine muttali olup "Dilediğinizi yapın! Sizin günahlarınızı bağışladım," buyurmuştur. Amr şöyle demiştir: Onun hakkında "Ey iman edenler! Eğer benim yolumdu savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin, "(Mümtehıne 1) ayeti indi. Ravi Süfyan İbn Uyeyne şöyle demiştir: "Bu ayet, hadisin bir parçası mı yoksa Amr'ın sözü mü? Bunu bilmiyorum." Fethu'l-Bari Açıklaması: Hatıb aslen Kureyş kabilesinden değildi, hılf yoluyla bu kabileye katılmıştı. Hz. Nebi'in, mazeret olarak söylediği sözlerinde Hatıb'ın doğru olduğunu belirtmesine rağmen Hz. Ömer'in onun boynunu vurmak için izin istemesi, .onun dini konulardaki hassasiyetinden ve nifaka nispet edilen kimselere olan buğzundan kaynaklanmıştır. Ayrıca Hz. Ömer, Hz. Nebi'e muhalefet edenlerin öldürülmesi gerektiğini düşünüyordu, ancak bu konuda kesin bir kanaata sahip değildi. Bu yüzden Hatıb'ı öldürmek için izin istemiştir. Hatıb dışa yansıttıklarının tersini içinde taşıdığı için Hz. Ömer ona münafık demiştir. Hatib söylediklerini bir mazeret olarak ileri sürmüştü. Zaten bu yaptığını da, herhangi bir zararı olmadığını düşünerek yapmıştı. "Dilediğinizi yapın! Sizin günahlarınızı bağışladim," ifadesi ile Bedir mücahidlerinin günahlarının ahirette bağışlanması kastedilmiştir. Sözgelimi onlardan biri dünyada haddi gerektiren bir suç işleseydi, dünyada cezasız bırakılmazdı. İbnu'l-Cevzı şöyle demiştir: "Burada geleceğe yönelik bir durum değil, geçmişe yönelik bir durum kastedilmiştir. Bu durumda cümlenin anlamı şu şekilde takdir edilir: 'Ne yaparsanız yapın elbette bağışlandı.' Şayet geleceğe yönelik olsaydı, cümlenin anlamı şu şekilde takdir edilirdi: 'Ne yaparsanız yapın, elbette sizi bağışlayacağım.' Şayet cümle bu anlama gelseydi, bağışlanma bütün zamanlarda işlenen günahları kapsardı ki, bu da doğru değildir. Çünkü birçok sahabi Bedir savaşından sonra cezalandırılmaktan endişe etmişti. Mesela; Hz. Ömer Huzeyfe'ye 'Allah aşkına! Münafıklar listesinde ben de var mıyım?' diye sormuştur." Kurtubi onun bu yorumuna şu şekilde itiraz etmiştir: "Hadiste geçen ..........i'melu (yapın!) ifadesi emir kipindedir. Emir kipi de gelecek zaman için kullanılır. Araplar ister karine ile olsun, isterse karinesiz olsun emir kipini geçmiş zaman için kullanmazlar. Çünkü emirde, bir şeyin yokken yapılması ve başlangıç söz konusudur. Hadiste geçen ...........i'melu ma şi'tum ifadesi, fiilin yapılmasının talep edilmesi şeklinde anlaşılır. Dolayısıyla bunun geçmiş zamana hamledilmesi doğru değildir. Buradaki emir kipi, gereklilik şeklinde anlaşılamaz. Dolayısıyla burada ibaha anlamı kesinlik kazanmıştır. Bu cümlede Bedir mücahidlerine verilen bir değer söz konusudur. Ayrıca bu cümle, onların geçmiş günahlarının bağışlanmasına vesile olan ve gelecekte işleyecekleri günahları açısından kendilerini bağışlanmaya layık hale getiren bir durumlarının olduğu anlamını içermektedir. Bir şeyin uygun olması, o şeyin gerçekleştiği anlamına gelmez. Allah Teala herhangi bir kimse hakkında haber veren Nebiini hep doğru çıkarmıştır. Bedir mücahidleri de son nefeslerine kadar Cennet ehlinin amellerini işlemeye devam etmişlerdir. İçlerinden bazılarının günah işlemesi takdir edildiyse bile hemen o kimseler tevbeye sağınmışlar ve ideal yolda ilerlemeye özen göstermişlerdir. Onların biyografilerine vakıf olanlar bu durumu kesin biçimde bilirler." "Dilediğinizi yapın! Sizin günahlarınızı bağışladım," ifadesi ile Bedir Mücahidlerinin günahlarının bağışlandığı kastediimiş olabilir. Yoksa bu ifade ile onların günah işlemedikleri kastedilmemiştir. \ Mistah, Bedir Savaşı'na katılmıştı. Nur Suresi'nin tefsirinde geçtiği gib.L.tIzI Aişe hakkında günaha girmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Allah Teala, Bedir Mücahidlerine verdiği değerden dolayı Nebiinin dili ile onları müjdelemiş, hangi günahı işlerlerse işlesinler bağışlanacaklarını onlara haber vermiştir. Bu konunun bazı bölümleri Kadir Gecesi'nden bahsedilirken Kitabu's-sıyam'ın sonlarında incelenmişti. Hadisin geri kalan kısmı Kitabu'd-diyatbölümünde açıklanacaktır. Hz. Ömer'in Hatıb'ı öldürmek için izin istemesi, Müslüman bile olsa casusun öldürülmesinin meşruiyetine delil olarak getirilmiştir. Bu görüş, İmam Malik ve ona tabi olanlara aittir. Hz. Nebi'in, Hz. Ömer'in Hatıb'ı öldürme arzusu karşısında takrirde bulunması bu olayın söz konusu görüşe delil olmasını sağlamıştır. Ancak burada Hz. Ömer'in Hatıb'ı öldürmesine bir engel vardı, o da Hatıb'ın Bedir Savaşı'na katılması idi. Bu şart Hatıb'ıın dışında düşman tarafına bilgi sızdıran kimselerde yoktu. Şayet Müslümanlık casusun öldürülmesine engel olsaydı, Hz. Nebi bundan daha özel bir nedeni Hfıtıb'ın öldürülmemesi için gerekçe olarak dile getirmezdi
- Bāb: ...
- باب ...
Urve'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eşi Hz. Aişe ona şunları anlatmıştır: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret ederek kendisine gelen mu'min hanımları şu ayet ile imtihan ederdi: Ey Nebi! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmem ek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, onları biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine 12) Urve Hz. Aişe'nin şöyle söylediğini aktardı: Bu şartları kabul eden mu'min kadınların hepsine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sözlü olarak senin biatını kabul ettim" dedi. Allah'a yemin olsun ki, biat esnasında Allah Resulü'nün eli hiçbir kadıriın eline değmedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kadınların biatını, sadece "Bu esaslar üzerine senin biatını kabul ettim" sözü ile kabul etti. Fethu'l-Bari Açıklaması: Alimler bu ayetin [Mümtehıne 10] Hudeybiye antlaşmasından sonra indiği hususunda ittifak etmişlerdir. Bu ayetin iniş nedeni Müslümanlar ile Kureyş arasında yapılan bu antlaşmanın şartlarında yer alan şu maddedir: Kureyş kabilesinden biri Müslümanlara gelirse, Müslümanlar onu Kureyş'e iade edecektir. Daha sonra Allah Teala bu iade edilecek kimseler içinden imtihan şartı ile kadınları ayrı tutmuştur. Hz. Nebi kadınların biatını sadece sözlü olarak kabul etmiştir. Erkeklerin biatını kabul ederken yapmış olduğu musafaha gibi onlarla musafaha yapmamıştır. Nesaı ve Taberı, Muhammed İbnu'l-Münkedir'den şu rivayeti nakletmiştir: Ümeyye bintu Rakıka biat eden kadınların arasında bulunuyordu. Kadınlar: "Ey Allah'ın elçisi! Elini uzat biat edelim ... "dediler. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Ben kadınlar ile biat etmem. Fakat onlardan söz almm," buyurdu. Ardından bizden söz almaya başladı ve en son kadınlar "İyilik konusunda sana iSY• an tmeyeceğiz" sözünü söylediler. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de "Gücünüz y ttiği ve elinizden geldiği sürece ... " buyurdu. Kadınlar da "Allah ve O'nun Nebii bize, kendimizden daha merhametlidir" dediler. Taberı'nin rivayetinde şu ifade de yer almaktadır: "Yüz kadın için söylediğim söz, bir kadın için söylediğim söz gibidir." Bu hadisten anlaşıldığına göre, ayette bahsi geçen imtihandan maksat, ayette geçen esaslar çerçevesinde Hz. Nebi'in kadınların biatını almasıdır. Abdurrezzak İbn Hemmam, Ma'mer ve Katade kanalıyla Hz. Nebi'in hicret eden kadınları şu söz ile imtihan ettiğini nakletmiştir: "Allah'a yemin ederim ki, sadece İslam'ı arzuladığı m için ve Allah ve Resulü'nü sevdiğim için yurdumu terk ettim
- Bāb: ...
- باب ...
Ümmü Atiyye radiyallahu anha'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e biat ettik, o da bize "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak ... " ayetini okudu ve ölü üzerine ağıt yakmamızı yasakladı. Bu sırada bir kadın hemen elini çekti ve şöyle dedi: - Falanca kadın ağıt yakmada bana yardım etmişti. Onun bu iyiliğine karşılık vermek istiyorum. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona hiçbir şey söylemedi. Kadın gitti, sonra döndü ve biat etti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas "İyi işi işlemekte sana karşı gelmemek" ayeti hakkında şöyle demiştir: Bu, Allah'ın kadınlara getirdiği bir şarttır
- Bāb: ...
- باب ...
Ubade İbn Samit'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanındaydık, bize "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina ve hırsızlık etmemek üzere bana biat eder misiniz?" diye sordu ve kadınlar hakkında inen ayeti okudu. -Süfyan'dan gelen rivayetlerin çoğunda "kadınlar hakkında inen ayeti okudu" ifadesi yerine "ayeti okudu" ifadesi yer almaktadır.- Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: İçinizden kim ahdini yerine getirirse, onu mükafatlandırmak Allah'a aittir. Kim bu suçlardan birini işler ve cezalandınlırsa, bu cezası onun için keffaret olur. Kim de bunlardan birini işler ve Allah tarafından suçu örtülürse, durumu Allah'a kalmıştır. O, dilerse cezalandınr, dilerse bağışlar
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman ile birlikte Ramazan Bayramı namazını kıldım. Onların her biri hutbeden önce namaz kılıp daha sonra hutbe okuyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in eliyle işaret edip erkekleri oturttuğu, sonra onların arasından geçerek Bilal ile birlikte kadınların tarafına geldiği ve şu ayeti okuduğu hala gözlerimin önünde: "Ey Nebi! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. "(Mümtehıne 12) Nebi s.a.v. ayeti okumayı bitirdikten sonra kadınlara; "Siz, bu şartları kabul ediyor musunuz?" diye sordu. İçlerinden bir kadın "Evet, Ey Allah'ın elçisi!" dedi. Onun dışındakiler cevap vermediler. -Ravi Hasan, Hz. Nebi'e "evet" cevabını veren kadının kim olduğunu bilmiyordu.- Bunun üzerine Hz. Nebi onlara "Sadaka verin!" dedi. Silal elbisesini yayoı, onlar da büyük ve küçük yüzüklerini onun elbisesine atmaya başladılar. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nesaı'nin Eyyub'dan aktardığı riv:'lyete göre, "Falanca kadın ağıt yakmada bana yardım etmişti. Onun bu iyiliğine karşılık vermek istiyorum," ifadesi "Gidip ağıt yakmada ona yardım edeceğim, sonra da gelip sana biat edeceğim," şeklinde nakledilmiştir . .......İsad ölüye ağıt yakmak için kadınların birlikte feryad-ı figan etmeleri anlamına gelir. Bu kelime sadece bu manaya özelolup ancak ağıt yakmak ve ağıtta yardımlaşmak için kullanılır. "Kadın gitti, sonra döndü ve biat etti," ifadesi Nesaıinin rivayetinde şu şekilde geçmektedir: "Hz. Nebi kadına 'git, ağıt yakmada ona yardım et!' dedi. Sonra kadın gitti, ağıt yakmada ona yardım etti, sonra döndü ve biat etti." İmam Nevevı şöyle demiştir: "Kadı Iyaz ve daha başkaları bu hadisi problemli görüp bu rivayet hakkında tuhaf şeyler söylemişlerdir. Benim gayem, bu tür sözlere aldanmaktan sakındırmaktır. Malikı alimleri bu hadise dayanarak şöyle söylemişlerdir: Ölünün arkasından ağıt yakmak haram değildir. Haram olan ağıt, elbise parçalamak, yanakları tırmalamak vs. Cahiliye adetlerinden biri ile birlikte yakılan ağıttır. Doğrusu, daha önce ifade ettiğimiz gibi her halükarda ağıt yakmanın haram olmasıdır. Bütün alimlerin görüşü böyledir." Cenazeler bahsinde bu Malikı alimin dışında daha başka alimlerin de ölüye ağıt yakmanın haram olmadığına ilişkin görüşlerine temas edilmişti. Ancak bu görüş reddedilen şaz bir görüştür. Kurtubı bunu bir ihtimalolarak saymış, ancak ağıt yakma konusunda tehdit içeren hadisleri e bunu reddetmiştir. Hakkında tehdit içeren hadislerin olması ağıt yakmanın haram oluşunun kesinliğini gösterir. Ancak bu konudaki ilk yasağın tenzıhen mekruh için olması ihtimali vardır. Kadınların Hz. Nebi'e biatı tamamlanınca ağıt yakma haram olmuştur. Dolayısıyla ağıt yakmak için kadına izin verilmesi olayı, bunun caiz olduğunu ifade etmek için ilk durumda (tenzihen mekruh olduğu durumda) gerçekleşmiştir. Daha sonra ise ağıt yakma haram kılınmıştır, bunun üzerine şiddetli tehdit içeren hadisler varid olmuştur. İbn Abbas "İyi işi işlemekte sana karşı gelmemek" ayeti. hakkında "Bu, Allah'ın kadınlara getirdiği bir şarttır," demiştir. Ne zaman kikadınlar bunukendilerine şart koşmuşlardır, o zaman Hz. Nebi onların biatını almıştır. Bu şart konusunda alimler farklı görüşler ileri sürmüŞ1er:cIır Çoğunluğa göre, daha önede ifade edildiğLgibi, buradaki şarttan maksat, ağıt yakma yasağıdır. Nitekim Imam Müslim'in "Sahıh"inde buna delalet eden bir.r• ayetin bulunduğu daha önce ifade edilmişti. Taberı de Züheyr İbn Muhammed'in ''........'' ifadesini, "birbiri ile evlenebilecek konumda olan erkek v kadının baş başa kalmaması" şeklinde izah ettiğini nakletmiştir. Katade ise bu iki yorumu ayetin tefsiri olarak birleştirmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed İbn Cübeyr İbn Mut'im babasının şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle söylediğini işittim: "Benim birçok ismim vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben Allah'ın kendisiyle küfrü yok ettiği Mahfyim, ben insanların peşinden haşrolunacağı Haşir'im, ben Akib'ım." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu sureye "Havariyyt1n Suresi" de denir. Taberi, Ma'mer kanalıyla Katade'nle SÖYlediğifl' nakletmiştir: "Havarller Hz. Nebi'in ashabından idi ve hepsi Kureyş kabilesi dendL" Katade, Said İbn Zeyd hariç meşhur on kişiyi, Hamza, Ca'fer İbn Ebi alib ve Osman İbn Maz't1n'un isimlerini saymıştır. .........Mersus (Saff 4) 'parçaları birbirine yapıştırılmış' anlamına geliL" Bu rivayeti İbn Ebı Hatim, İbn Cüreyc ve Ata kanalıyla İbn Abbas'tan senedi olarak .............keennehum bunyanun mersılS ayeti hakkınd.a şu şekilde aktarmıştır: "Mersıls, sabit, parçaları birbirine yapışmış demektir." ıbn Abbas'ın yorumuna göre, bu kelime "dişlerin birbirine girmesi" veya "parçaların birbiri ile uyum içinde olması" örneğinde olduğu gibi birbirine geçmek anlamındaki .......teras kökünden gelmiştir. Ebu Zerr kesin bir ifade ile "Bu kelime 'parçaları kurşunla birbirine yapıştınimış' demektir," yorumunu Ferra'nın yaptığını söylemiştir. Ferra bu yorumu "Maani'l-Kur'an" adlı eserinde şu şekilde dile getirmiştir: "......'' Keennehum bunyanun mersus ayetinde geçen mersıls kelimesi 'kurşun ile bir araya getirilmiş' anlamına gelir. Bu ifade ile Allah Teala mu'minleri savaşa teşvik etmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oturuyorduk. Bu esnada ona Cuma Suresi nazil oldu. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Mu'minIerden henüz kendilerine katılmamış bulunan diğer insanlara da ... "(Cumu'a 3) ayetini okudu. Ravi şöyle devam etti: Onlar kimdir ey Allah'ın Resulü? diye sordum. Ancak Hz. Nebi cevap vermedi. -Hatta Ebu Hureyre bu soruyu üç kez tekrarlamıştı.- O esnada içimizde Selman el-Farisı vardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem elini Selman'ın üzerine koydu ve şöyle buyurdu: Eğer iman Süreyya yıldızının yanında olsaydı, elbette bu insanlardan bazıları veya biri onu elde ederdi. Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Fedail-üs Sahabe
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bu insanlardan bazıları onu elde ederdi." AÇiKLAMA: Ebu Ubeyde ".............fes'av ila zikrillah" ifadesi hakkında şöyle demiştir: "Fes'av lafzı 'icabet edin' anlamına gelir, bununla koşmak manası kastedilmemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte iken Cuma günü kervan geldi. On iki kişi hariç insanlar dağıldı. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi: Onlar bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. AÇiKLAMA: Bu hadiste bahsi geçen kervan hakkındaki açıklamalar, hadis'in geri kalan kısmının şerhi ile birlikte Kitabu'l-cumua'da geçmişti.(Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bir gazvede idim. Abdullah İbn Ubey'in "Allah Resıılü'nün yanında bulunanlara, onun etrafından dağılıncaya kadar maddi yardımda bulunmayın. Eğer buradan Medine'ye dönersek, güçlü ve şerefli olan zayıf ve zelil olanı elbette oradan çıkartacaktır," dediğini işittim. Hemen bu sözleri amcama veya Hz. Ömer'e anlattım. O da gidip bunları Hz. Nebi'e anlattı. Bunun üzerine Allah Resıılü Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni çağırdı. Ben de duyduklarımı ona anlattım. Allah Resıılü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdullah İbn Ubey ve adamlarına haber gönderip onları çağırttı. Onlar, bu sözleri söylemediklerine dair yemin ettiler. Hz. Nebi beni yalanlayıp onu doğruladı. Bunun üzerine, daha önce hiç yaşamadığım derin bir üzüntüye kapıldım ve eve kapandım. Amcam bana "Sen bu davranışınla olsa olsa Hz. Nebi'in seni yalanlamasını ve sana kızmasını istemişsindir," dedi. Bunun üzerine Allah Teala: "Münafıklar sana geldiklerinde ... "(Münafikun 1) ayetini indirdi. Hz. Nebi de bana haber gönderdi. Yanına vardığım zaman bu ayeti okuyup: "Ey Zeyd! Allah Teala seni doğruladı," dedi. Hadisin geçtiği diğer yerler: 4901, 4902, 4903, 4904. Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Sıfat-ül Münafıkîn Fethu'l-Bari Açıklaması: Hadisin "amcama veya Hz. Ömer'e" kısmı şek ile rivayet edilmiştir. Ancak bu bölüm, h.adisin diğer rivayetlerinde "anica" k!inde şeksiz nakledilmişti. Taberani ve ıbn Merdııye'nin rivayetlerine göre Zeyd ıbn Erkam'ın amcası Sa 'd İbn Ubade'dir. Sa'd, slında onun gerçek amcas eğildi, Hazreç kabilesinin reisiydi. Zeyd İbn Erkam'ın gerçek amcası ise sahabı Sabit İbn Kays'tır. Bir diğer amcası ise annesinin kocası Abdullah İbn Revaha'dır. Zeyd'in Hz. Nebi tarafından doğrulanmaması Nesaı'nin İbn Ebı Leyla kanalıyla Zeyd İbn Erkam'dan naklettiği rivayette şu şekilde ifade edilmiştir: "İnsanlar 'Zeyd, Hz. Nebi'e yalan söyledi,' demeye başladılar." Bu rivayetten şu sonucu çıkartmak mümkündür: Bağlılarının nefretini uyandırmamak için, sürçmelerinden dolayı toplumun ileri gelenlerini cezalandırmayı terk edip onlara sitemde bulunmak, özürlerini kabul etmek ve yeminlerine inanmakla yetinmek gerekir. Her ne kadar deliller onların yalan söylediklerini gösterse de, onları İslam'a ısındırmak ve toplumun bireylerini birbirine yaklaştırmak için böyle davranmak icab eder. Yine bu hadise göre, biri hakkındaki gerçek dışı sözleri iletmek caizdir. Bu iletme, yerilen laf taşıma olarak da sayılmaz. Ancak bununla fesat çıkarma hedeflenirse, o zaman böyle bir şey caiz olmaz. Eğer elde edilecek yarar, ortaya çıkacak zarardan büyükse, bu durumda söylenen sözlerin iletilmesi laf taşıma olarak nitelenmez
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Amcamla birlikte idim. Abdullah İbn Ubey İbn Selul'ün şunları söylediğini işittim: "Allah Resulü'nün yanında bulunanlara, onun etrafından dağılıncaya kadar maddı yardımda bulunmayın." Şunları da ekledi: "Şayet Medıne'ye dönersek, güçlü ve aziz olan zayıf ve zelil olanı oradan elbette çıkartacaktır." Bu sözleri amcama anlattım. O da gidip bunları Hz. Nebi'e anlattı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni çağırdı. Ben de duyduklarımı ona anlattım. Allah Rest1lü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdullah İbn Ubey ve adamlarına haber gönderip onları çağırttı. Onlar, bu sözleri söylemediklerine dair yemin ettiler. Hz. Nebi beni yalanlayıp onu doğruladı. Bundan dolayı, daha önce hiç yaşamadığım derin bi.r üzüntüye kapıldım ve eve kapandım. Bunun üzerine Allah Teala: "Münafıklar sana geldiklerinde ... Onlar: Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı, " ayetlerini indirdi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bana haber gönderdi. Yanına vardığım zaman bu ayeti okuyup: "Ey Zeyd! Allah Teala seni doğruladı," dedi. Bir önceki başlık altında bu rivayetin açıklaması yapıldı
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Ubey "Allah'ın elçisinin yanında bulunanlara maddı yardımda bulunmayın! Şayet Medıne'ye dönersek. .. " dediği zaman, onun bu sözlerini Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e haber vermiştim. Bunun üzerine ensar beni ayıplamıştı. Abdullah İbn Ubey de bu sözleri söylemediğine dair yemin etmişti. Ben de evime döndüm ve uyudum. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni çağırdı. Onun yanına gittim. Allah ResLılü şöyle buyurdu: "Kuşkusuz Allah Teala seni doğruladı ve şu dyeti indirdi: Fakat münafıklar bunu anlamazlar
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir sefere katıldım. Bu seferde insanlar zorlukla karşılaştılar. Abdullah İbn Ubey adamlarına: "Allah Resıllü'nün yanında bulunanlara, onun etrafından dağılıncaya kadar maddı yardımda bulunmayın," dedi ve şunları da ekledi: "Şayet Medıne'ye dönersek, güçlü ve aziz olan, zayıf ve zelil olanı oradan elbette çıkartacaktır." Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gidip bu sözleri ilettim. Allah Resıllü sallaııahu aleyhi ve sellem de Abdullah İbn Ubey'e yanına gelmesi için haber gönderdi. Abdullah gelince ona bu durumu sordu. O da bu sözleri söylemediğine dair güçlü yemin etti. İnsanlar "Zeyd, Allah Resıllü'ne yalan söyledi,' dediler. Onların bu sözü beni derinden etkiledi. Nihayet Allah Teala beni doğrulayan ifadeleri içeren "Münafıklar sana geldiklerinde ... " şeklinde başlayan ayetleri indirdi. Bunun üzerine Allah Resıllü sallaııahu aleyhi ve sellem kendileri için bağışlanma dilemek üzere onları yanına çağırdı. Fakat onlar yönlerini çevirdiler ... خشب مسندة Huşubun musennede ifadesi hakkında Zeyd şöyle demiştir: Münafıklar güzel görünümlü kimselerdi
- Bāb: ...
- باب ...
Zeyd İbn Erkam'ın şöyle söylediği rviayet edilmiştir: Amcamla birlikte idim. Abdullah İbn Ubey İbn SelOI'ün "Allah Resulü'nün yanında bulunanlara, onun etrafından dağılıncaya kadar maddi' yardımda bulunmayın. Şayet Medi'ne'ye dönersek, güçlü ve aziz olan zayıf ve zelil olanı oradan elbette çıkartacaktır," dediğini işittim. Bu sözleri amcama anlattım. O da gidip bunları Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattı. Bunun üzerine Allah Resulü beni çağırdı. Ben de duyduklarımı ona anlattım. Allah Resulü, Abdullah İbn Ubey ve adamlarına haber gönderip onları çağırttı. Onlar, bu sözleri söylemediklerine dair yemin ettiler. Hz. Nebi beni yalanlayıp onları doğruladı. Bundan 'dolayı, daha önce hiç yaşamadığım derin bir üzüntüye kapıldım ve eve kapandım. Amcam bana "Sen bu davranışınla olsa olsa Hz. Nebi'in seni yalanlamasını ve sana kızmasını istemişsindir," dedi. Bunun üzepne Allah Teala: "Münafıklar sana geldiklerinde ... "(Münafikun 1) ayetini indirdi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bana haber gönderdi. Yanına vardığım zaman bu ayeti oAllah Teala seni doğruladı," dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdiılah r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bir gazvede idik. -Süfyan bir defasında "Ordudaydık" demiştir.- Muhacirlerden biri ensardan birine bir tekme attı. Ensardan olan sahabi "Yetiş ey Ensari" Muhacir olan sahabi de: "Yetişin ey Muhacirler!" diye bağırdı. Bu sözleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem işitti ve "Bu dıhiliye davası nereden çıktı? Bu dava elbette kokuşmuş bir davadır," dedi. Bu sözü Abdullah İbn Ubey işitti ve: "Bunu da mı yaptılar? Andalsun Medine'ye döndüğümüz zaman, güçlü ve aziz olan zayıf ve zelil olanı oradan çıkartacaktır," dedi. Bu sözler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaşır ulaşmaz Hz. Ömer: "Ey Allah'ın elçisi! Müsaade et, şu münafığın boynunu vurayım!" dedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise şöyle buyurdu: "Ona ilişme! İnsanlar Muhammed kendi ashabını öla'!rüyor demesinler." Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman Ensarın nüfusu mu:mcirlerin nüfusundan daha fazla idi. Daha sonra muhacirlerin sayısı artmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Harre olayında öldürülen insanlara üzülmüştüm. Derin üzüntümün ulaştığı Zeyd İbn Erkam bana bir mektup yazıp Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle söylediğini işittiğini bildirdi: "Ey Allahım! Ensarı ve ensarın çocuklarını bağışla!" İbnu'l-Fadl, Hz. Nebi'in ensarın torunlarına dua edip etmediği konusunda tereddüt etmiştir. Enes'in yanında bulunanlardan biri Zeyd'in kim olduğunu ona sordu. O da şöyle cevap verdi: O, Allah Reslilü'nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakkında "Bu, Allah'ın, işittikleri konusunda kendisini tasdik ettiği kimsedir," buyurduğu kişidir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Harre olayı hicretin 63. yılında meydana gelmiştir. Bu olayın sebebi şu şekilde açıklanır: Yezid İbn Muaviye'nin kastettiği fesat haberi kendilerine ulaşınca Medıne halkı ona yaptıkları biatten vazgeçti. Ensar, Abdullah İbn Hanzala İbn Ebı Amir'i; muhacirler de Abdullah İbn Muti' el-Adevı'yi kendilerine reis seçti. Bunun üzerine Yezid İbn Muaviye onların üzerine Müslim İbn Ukbe el-Murrı komutasında büyük bir ordu gönderdi. Bu ordu Medinelileri mağlup etti. Askerler Medıne'de savaşmayı ve öldürmeyi mubah saydılar, İbn Hanzala ile çok sayıda ensarı öldürdüler. O esnada Enes Basra'da idi. Bu haber kendisine ulaşınca, öldürülen ensara çok üzülmüştü. Bu münasebetle o dönemde Klife'de bulunan Zeyd İbn Erkam mektup yazıp onu teselli etmiştir. Onun mektubu "Allah'ın bağışlamasına vesile olan olaylar için çok fazla üzülmeye gerek yoktur," şeklinde özetlenebilir. Bu mektup, Enes'in öldürülen ensar hakkında taşıdığı üzüntüleri hafifletmiştir. Cabir'den nakledilen hadisin açıklaması yapılırken Hasan-ı BasrI'nin mürsel olarak naklettiği rivayette şöyle geçtiği ifade edilmişti: Hz. Nebi onun kulağını tuttu ve şöyle buyurdu: "Ey delikanlı! Allah Teala senin duyduklarını doğruladı!" Muhammed İbn Füleyc'in Musa İbn Ukbe'den naklettiği İsmam rivayetinde hadisin sonunda şu ifade bulunmaktadır: İbn Şihab şöyle dedi: "Zeyd İbn Erkam Hz. Nebi hutbe okurken münafıklardan birinin 'Eğer bu sözler doğru ise biz eşeklerden daha kötüyüz!' dediğini işitmiş ve hemen 'Allah'a yemin ederim ki, Hz. Nebi doğru söylemiştir. Sen de eşekten daha kötüsün!' demiş, sonra olanları Hz. Nebi'e anlatmıştı. Ancak bu sözü söyleyen söylediklerini inkar etti. Bunun üzerine Allah Teala Nebiine '(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar, '(Tevbe 74) ayetini indirdi. Allah'ın bu ayette indirdikleri Zeyd'i doğrular niteliktedir." Bu, iyi bir mÜrseldir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah'dan rivayet edildiği ne göre, o şöyle demiştir: Bir gazvede idik. Muhacirlerden biri ensardan birine bir tekme attı. Ensardan olan adam "Yetiş ey ensar!" diye bağırdı. Muhcirlerden olan adam da "Yetişin ey muhcirler!" diye bağırdı. Allah Teala bu sözleri Nebiine işittirdi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu nedir?" diye sordu. Orada bulunan sahabıler "Muhacirlerden biri ensardan birine bir tekme atmış, ensardan olan 'yetiş ey ensar!'; muhcirlerden olan da 'yetişin ey muhacirler' diye bağırmış," dediler. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Bırakın bu tür dav;anışları. Çünkü bunlar kokuşmuş adetlerdir," dedi. -Cabir şöyle dedi: Hz. Nebi Medıne'ye gel:liğiı:e ensarın nüfusu fazla idi. Daha sonra muhcirlerin sayısı arttı.- Abdullah Ibn Ubeyy "Bunu da mı yaptılar? Eğer Medıne'ye dönersek, güçlü ve aziz olan zayıf ve zelil olanı elbette oradan çıkartacaktır," dedi. Onun bu sözleri üzerine Ömer İbn Hattab: "Ey Allah'ın elçisi! İzin ver de, şu münafığın boynunu vurayım!" dedi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu: "Ona ilişme! İnsanlar Muhammed kendi adamlarını öldürüyor demesin ... " Fethu'l-Bari Açıklaması: Amr dışındakiler şöyle demiştir: Abdullah İbn Ubey İbn Sellil'ün oğlu Abdullah Hz. Nebi'e "Allah'a yemin ederim ki, sen babama 'Kuşkusuz sen zelil olansın; Allah'ın elçisi de aziz alandır' demediğin süre babam Medıne'ye dönmeyecektir, " demiş ve böyle de olmuştur. Bu ziyadeyi İbn İshak "Megazı" adlı eserinde hocalarından aktarmıştır. Taberı de bu rivayeti İkrime kanalıyla nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Şihab'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Bana Salim'in haber verdiğine göre, Abdullah İbn Ömer kendisine hayız halinde olan hanımını boşadığını, Hz. Ömer'in durumu Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e anlattığını, Allah Resulü'nün bu olaydan dolayı çok kızıp onun için: "Tekrar eşine dönsün! Hayız hali bitip tekrar hayız olup hayızdan çıkıncaya kadar onu eş olarak tutsun. Sonra kendisinde boşama düşüncesi oluşursa, eşiyle birlikte olmadan hayızdan çıkmış bir halde iken onu boşasm. Bu, iddettir. Nitekim Allah Tea/a bunu emretmiştir, " buyurduğunu bildirmiştir. Hadisin geçtiği diğer yerler:
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ebu Hureyre yanında oturuyorken bir adam İbn Abbas'a gelip "kocası öldükten kırk gün sonra doğum yapan kadının [beklemesi gereken iddet] hakkında bana fetva ver" dedi. İbn Abbas da "O, iki iddetten süresinin sonunu bekler," şeklinde cevap verdi. Ebu Seleme ise şöyle demiştir: Ben, "Hamile olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır," ayetini okudum. Ebu Hureyre Ebu Seleme'yi kastederek şöyle demiştir: Yeğenim ile birlikteyim. Derken İbn Abbas kölesi Kureyb'i soru sormak üzere Ümmü Seleme'ye gönderdi. O da şöyle cevap verdi: Eslem kabilesinden SUbey'a'nın eşi öldürülmüştü. O esnada SUbey'a hamile idi, kocasının ölümünden kırk gün sonra doğum yaptı. Sonra onu istemeye başladılar. En sonunda Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu kendisine nikahladı. Ebu's-Senabil de onu isteyenler arasında idi. Hadisin geçtiği yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Muhammed [İbn Sirinl'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdurrahman İbn Ebi Leyla'nın da bulunduğu bir ilim meclisinde idim. Onun etrafındaki insanlar kendisine son derece saygı gösteriyoriardı. [Mecliste kocası ölen kadının iddetini tartışıyorlardı.] Bu esnada onun etrafındakiler kendisine görüşlerini söylediler. O da iki iddet süresinin sonuna kadar beklenmesini gerektiğini ifade etti. Ben de SUbey'a İbnu'I-Haris hadisini Abdullah İbn Utbe'den tahdis etmeye başladım. Bunun üzerine etrafındaki insanlardan biri dudaklarını ısırarak bana susmamı işaret etti. Onun bu görüşü inkar ettiğini fark ettim ve "Kufe'nin bir bucağında bulunan Abdullah İbn Utbe'ye yalan söz nispet ettiğim takdirde ben, gerçekten sınırı aşmış kimseyim," dedim. Bana işaret eden adam utandı. Bunun üzerine İbn Ebi Leyla şöyle dedi: Fakat onun amcası böyle bir şey demedi. Ebu Atiyye Malik İbn Amir ile karşılaştım ve bu meseleyi ona sordum. O da Subey'a hadisini nakletmeye başladı. Bunun üzerine ona; "Bu konuda Abdullah [İbn Mes'udl'dan bir rivayet işittin mi?" diye sordum. Biz Abdullah [İbn Mes'udl'un yanında idik. O şöyle söyledi: "Siz kadınlar için ruhsatı bırakıp ağır olan hükmü mü kabul ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki, kadınlar hakkındaki kısa suref[alak Suresi uzun olan sureden/Bakara Suresinden daha sonra inmiştir. [Bu surede Allah Teala şöyle buyurmuştur:] Hamile olanlann bekleme süresi ise, yüklerini bırakmalan (doğum yapmalan)dır." (Talak 4) Fethu'l-Bari Açıklaması: أولات الأحمال Ulatu'l-ahmal ifadesinin tekili ........zatu hamlin şeklinde gelir. Bu yorum Ebu Ubeyde'ye aittir. İddeti dolmadan önce doğum yapan kadın dört ay on gün iddet bekler. İddet süresi sona erdiği halde doğum yapmayan kadın çocuğunu doğuruncaya kadar bekler. İbn Abbas'ın bu görüşünü Muhammed İbn Abdirrahman İbn Ebi Leyla da benimsemiştir. Bu görüş, Sahn6.n'dan da nakledilmiştir. İsmaili rivayetinde şöyle geçmektedir: "İbn Abbas'a 'Kocası vefat ettikten yirmi gün sonra doğum yapan kadının evlenip evlenemeyeceği' meselesi soruldu. O da şu cevabı verdi: Hayır, iki iddet süresinin sonu dolmadan evlenemez. Ebu Seleme şöyle demiştir: "Allah Teala 'Hamile o/an/ann bekleme süresi ise, yük/erini bırakma/an (doğum yapma/an)dır. '(Talak 4) buyuruyor" dedim. Bunun uzerine o şöyle dedi: Bu ayet, Talak suresindedir. Bu rivayetin akışı bab başlığının gayesine daha uygundur. Ancak İmam Buhari adeti gereği kapalı olanı açık olana tercih eder. Taberi ve İbn Ebi Hatim çeşitli yollarla Ubey İbn Ka'b'ın Hz. Nebi'e; "Hamile o/an/ann bekleme süresi ise, yük/erini bırakma/an (doğum yapma/an)dır, "(Talak 4) ayeti üç talak ile boşanan kadınlar hakkında mı, eşi vefat eden kadınlar hakkında mı geçerlidir? diye sorduğunu, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in de: - "Bu ayetteki hüküm, hem üç ta/ak ile boşanan, hem de eşi uefat eden kadın/ar hakkındadır," buyurarak cevap verdiğini nakletmiştir. Bu merf6.' hadisin senedierinin tamamı eleştirilse de, birçok senetle nakledilmiş olması bir aslının bulunduğunu göstermektedir. Yukarıda zikredilen SUbey'a kıssası da bunu desteklemektedir. Hadiste geçen "K6.fe'nin bir bucağında bulunan Abdullah İbn Utbe'ye yalan söz nispet ettiğim takdirde ben, gerçekten sınırı aşmış kimseyim," ifadesi bu olay yaşandığı zaman Abdullah İbn Utbe'nin hayatta olduğunu gösterir. Abdullah İbn Utbe'nin amcası, Abdullah İbn Mes'6.d'dur. İbn Mes'6.d'dan•• nakledilen meşhur görüşe göre o, İbn Ebi Leyla'nın naklettiği görüşün tersini söylemiştir. Muhtemelen o bu görüşü dile getirmiş, sonra bundan vazgeçmiş ya da kendisinden nakilde bulunan kimse hata etmiştir. Ebu Nuaym, Haris İbn Umeyr ve Eyyub kanalıyla Ebu Atiyye'nin şöyle söylediğini nakletmiştir: O, bu görüşünü İbn Mes'o.d'un yanında dile getirdi. Bunun• üzerine İbn Mes'ud: "Siz, dört ay on günlük iddetini tamamlayan, ancak doğum yapmayan bir kadının iddetinin dolduğunu mu düşünüyorsunuz?" diye sordu. Oradakiler "Hayır" diye cevap verince de şöyle dedi: "O halde siz kadınlar için ağır olan hükmü kabul ediyorsunuz." Kadınlar hakkındaki kısa surerralak Suresi uzun olan sureden/Bakara Suresinden daha sonra inmiştir. Burada surelerin tamamı zikredilip bir bölümü kastediimiştir. Şöyle ki; Bakara Suresi ile "Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler,"(Bakara 234) ayeti; Talak Suresi ile "Hamile olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapma/arı) dır, "(Talak 4) ayeti kastedilmiştir. İbn Mes'o.d bu sözüyle şunu hedeflemiştir: Eğer bu ayetler arasında bir nesh varsa, sonra inen ayetin nasih olması lazımdır. Ancak kesin olan şu ki, burada nesh yoktur. Umo.m ifade taşıyan Bakara Suresi'ndeki ayet, Talak Suresi'ndeki ayet ile tahsis edilmiştir. Ebu Davı1d ve İbn Ebi Hatim Mesruk'un şöyle söylediğini nakletmişlerdir: "İbn Mes'o.d'a, Hz. Ali'nin kadının iki iddet süresinin sonuna kadar beklemesi gerektiğine dair görüşü ulaştı. Bunun üzerine o: "Kadınlar hakkındaki kısa suredeki ayetin Bakara Suresi'ndeki ayetten daha sonra indiği konusunda herkes ile mülaaneye hazırım" dedi ve şu ayeti okudu: "Hamile o/an/arın bekleme süresi ise, yüklerini bırakma/arı (doğum yapma/arı)dır."(Talak 4) Böylece Hz. Ali'nin "kadınlar hakkındaki kısa sure" ile neyi kastettiği anlaşılmıştır. Bu rivayete göre, Talak Suresi'nden bu şekilde bahsetmek caizdir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre, o, "Bu bana haramdır" diyen kimsenin yemin keffareti ödemesi gerektiğini söylemiş ve Andolsun ki, Resulullah sizin için güzel bir örnektir (Ahzab 21) ayetini okumuştur. Hadisin geçtiği diğer yer:
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal şerbeti içerdi ve bir müddet onun yanında kalırdı. Hafsa ile Hz. Nebi hangimizin yanına girerse "Meğafir yemişsin, senden meğafir kokusu alıyorum," demek üzere anlaştım. Hz. Nebi [kendisine bu söz söylenince] şöyle dedi: "Hayır, meğafir yemedim. Ancak Zeyneb binti Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Bir daha asla içmem! Artık içmeyeceğime yemin ettim. Bunu hiç kimseye bildirme!" Hadisin geçtiği diğer yerler: 5216, 5267, 5268, 5431, 5599, 5614, 5682, 6691, 6972. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bir kimse eşine "Sen bana haramsın" derse, eşini boşamış olmaz, ancak yemin keffareti ödemesi gerekir. Bu konunun açıklaması Kitabu't-talak'ta yapılacaktır.(Hadis No: 5466) İbn Abbas'tan nakledilen rivayet ile "Andalsun ki, Resulullah sizin için güzel bir örnektir, "(Ahzab 21) ayet i kastedilmiştir. Çünkü burada Tahrim Suresinin baş tarafının nüzul sebebine işaret vardır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bir ayeti Hz. Ömer'e sorabilmek için bir yıl bekledim. Ondan korktuğum için bir türlü soramadım. Nihayet o, hac için yola Çıktı. Ben de onunla birlikte yola koyuldum. Hacdan dönerken yolun bir bölümünde Hz. Ömer ihtiyacını gidermek için misvak ağacına yöneldi. İbn Abbas olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Onu bekledim. Nihayet ihtiyacını giderdi, sonra onunla birlikte yürüdüm ve "Ey mu'minlerin emiri! Hz. Nebi'in hanımlarından hangi ikisi ona karşı birleşmişti?" diye sordum. O da "Hafsa ve Aişe" diye cevap verdi. İbn Abbas olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Ben: "Allah'a yemin ederim ki, muhakkak ki ben bir yıldan beri bu soruyu sana sormak istiyordum. Ama senden korktuğum için bir türlü soramadım," dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi: "Asla böyle yapma! Benim bir şeyi bildiğimi düşünüyorsan bana soru sor! Şayet bir bilgim varsa sana söylerim." İbn Abbas olayı anlatmaya şu şekilde devam etti: Sonra Hz. Ömer şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, biz Cahiliyye döneminde kadınları [kendilerine danışmaya layık] görmezdik. Nihayet Allah Teala onlar hakkındaki ayetleri indirdi ve onların paylarını verdi. Hz. Ömer şöyle devam etti: Ben bir konuda düşünürken birden eşim "Şöyle şöyle yapsan" dedi. Ona "Bu konu seni ne ilgilendirir. Neden benim yapmak istediğim bir konuyu kendine sıkıntı ediyorsun?" dedim. Bunun üzerine bana "HaYret sana ey Hattabın oğlu! Sen, sana karşı söz söylenmesini istemiyorsun. Halbuki kızın Hz. Nebi'e karşı söz söylüyor, hatta Allah Resulü'nün, gününü kızgın olarak geçirmesine neden oluyor," dedi. Hz. Ömer hemen kalkıp ridasını üzerine aldı, Hz. Hafsa'nın yanına gidip "Ey kızım! Sen Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı söz söylüyormuşsun, bu yüzden o gününü kızgın bir halde geçiriyormuş," dedi. Hz. Hafsa ise "Allah'a yemin ederim ki, biz Hz. Nebi'e karşı düşüncelerimizi söyleriz," dedi. Hz. Ömer olayı anlatmaya şöyle devam etti: Bunun üzerine ona; "Biliyorsun, seni Allah'ın vereceği cezadan ve Hz. Nebi'in öfkesinden sakındmrım. Ey kızım! Güzelliği kendisini etkisi altına alan arkadaşın, yani Hz. Nebi'in ona karşı beslediği sevgi seni yanıltmasını Bu sözü ile Hz. Ömer, Hz. Aişe'yi kastediyordu. Hz. Ömer olayı anlatmaya devam etti: Hafsa'nın yanından ayrıldım. Sonra akrabam olması hasebiyle Ümmü Seleme'nin yanına gittim ve onunla konuştum. Ümmü Seleme şöyle dedi: "Hayret sana ey Hattab'ın oğlu! Her şeye karıştın, şimdi de Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile eşlerinin arasına mı girmek istiyorsun 7" Hz. Ömer olayı anlatmaya devam etti: Bu sözler -Allah'a yemin ederim ki-beni derinden etkiledi ve taşıdığım öfkenin dağılmasına vesile oldu. Sonra onun yanından ayrıldım. Ensardan bir arkadaşım vardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in meclisinde bulunmadığım zaman o meclisten bana haber getirirdi. O olmadığı zaman da ben ona haber getirirdim. Üzerimize askeri' sefer düzenlemek istediği bize anlatılan Gassan krallarından birinden korkuyorduk. Kalbimizi onun korkusu kaplamıştı. İşte tam da bu sırada ensardan olan bu arkadaşım kapıyı çalıp "Aç! Aç!" dedi. Ben: "Gassanlı geldi," dedim. O ise "Bundan daha kötü bir gelişme oldu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerinden ayrı bir yerde kalmaya başladı," dedi. "Hafsa ve Aişe'nin burnu yere sürtülsün!" dedim ve elbisem i giyip çıktım. Sonunda Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına vardım. Bir de ne ile karşılaşayım, Allah Resulü merdivenle çıkılan odasına çekilmiş, onun esmer uşağı da basamakların başına oturmuş bir halde ... Uşağa "Allah Resulü'ne, Hattab'ın oğlu Ömer geldi, de" dedim. Bana yukarı çıkmam için izin verildi. Hz. Ömer olayı anlatmaya şöyle devam etti: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e bu sözleri aktardım. Ümmü Seleme'nin söylediklerini aktarınca Allah Resulü tebessüm etti. O esnada hasmn üzerinde idi. Hasır ile arasında bir şey yoktu. Başının altında da lif ile doldurulmuş deriden yapılma bir yastık vardı. Ayakucunda dökülmüş karaz, başucunda ise asılı bir deri parçası vardı. Yan tarafına hasırın iz yaptığını gördüm ve ağladım. Bunun üzerine Allah Resulü bana "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Ben de "Ey Allah'ın elçisi! Kisra ve Kayser içinde bulundukları müreffeh yaşamı sürdürmekteler. Halbuki sen Allah'ın elçisisin ... " dedim. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Dünyanın onlann, ahiretin de bizim olmasına razı olmaz mısın?
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Hz. Ömer'e soru sormak istedim. Bu vesileyle ona "Ey mu'minlerin emiri! Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı birleşen iki hanım kimdir?" diye sordum. Daha sözümü tamamlamadan o: "Onlar, Aişe ve Hafsaldır," diye cevap verdi
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Ömer'e Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e karşı birbirlerine arka çıkan iki kadının kim olduğunu sormak istiyordum. Bir yıl bekledim, ancak uygun bir fırsat bulamadım. Nihayet onunla birlikte hac yolculuğuna çıktım. Zahran mevkiine gelince Hz. Ömer ihtiyacını gidermeye gitti, bana da "Bana abdest suyu getir" dedi. Ona bir kap su getirdim ve ona su dökmeye başladım. Tam sırası deyip "Ey mu'minlerin emiri! Hz. Nebi'e karşı birbirlerine arka çıkan iki kadın kimdi?" diye sordum. İbn Abbas olayı anlatmaya şöyle devam etti: Daha ben sözümü tamamlamadan Hz. Ömer: "Onlar, Aişe ve Hafsa'dır," dedi
- Bāb: ...
- باب ...
Enes'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ömer radiyallahu anh şöyle dedi: Kendisini kıskanma konusunda Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımları birleştiler. Onlara "Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha iyi eşler verebilir," dedim. Bunun üzerine bu ayet indi. Buradaki kıskançlıkla ilgili açıklamalar Kitabu'n-nikah'ta yapılacaktır.(Hadis no:)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas'ın "Katı, bir de soysuz olana" ayeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu ayet ile Kureyş kabilesinden olan ve kulağında koyunların kulağındaki fazlalığa benzer bir fazlalık bulunan bir adam kastedilmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
(Harise İbn Vehb el-Huzaı'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Beni iyi dinleyin! Size Cennet ehlinin haberini vereyim. Zayıf ve mütevazi her bir insan Allah'a yemin etse, Allah Teala onu yemininde haklı çıkartır. İyi dinleyin! Size Cehennem ehlinin haberini veriyorum. Cehennemlikler, kaba, çalımlı yürüyen, şişman ve büyüklük taslayan herkestir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu ayetin kimin hakkında indiği konusunda farklı görüşler vardır: a) Bu ayet Velld İbn Mugıre hakkında inmiştir. Yahya İbn Sellam "Tefsır"inde bu görüşü dile getirmiştir. b) Bu ayet Esved İbn AbdiyegCıs hakkında inmiştir. Bu görüşü Süneyd İbn Oavlid "Tefsir"inde nakletmiştir. c) Bu ayet Ahnes İbn Şüreyk hakkında inmiştir. Bunu SüheyIi, Kuteybi'den nakletmiştir. Son iki görüşü Taberi de nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu ayet Ahnes hakkında inmiştir. Bir grup bu ayetin Esved hakkında indiğini söylemiştir ki, bu doğru değildir." İsmaili rivayetinde .........müteda'if kelimesi ...........mustaz'af şeklinde nakledilmiştir. Buna göre hadisin anlamı şu şekilde olur: Zayıf olan ve insanlar tarafından zayıf görülüp horlanan her bir insan Allah'a yemin etse, Allah Teala onu yemininde haklı çıkartır. Zayıf kimseden maksat, tevazusundan dolayı nefsi zayıf olan kişi ile dünyadaki güçsüz durumda olan kişidir. Mustazaf ise insanlar arasında bir yeri olmaması hasebiyle hor görülen kimsedir. Ferra .......utull kelimesini şu şekilde açıklamıştır: "Husumeti çok olan" demektir. Bu 'kelime "öğüt karşısında katı olan kimse" şeklinde de açıklanmıştır. Ebu Ubeyde ise bu kelimeyi şu şekilde izah etmiştir: "Her şeyin katısına" denir. Burada 'kafir' anlamında kullanılmıştır. Abdurrezzak İbn Hemmam Ma'mer kanalıyla Hasan-ı Basri'nin bu kelimeyi "çirkin işlere bulaşan günahkar" şeklinde açıkladığını nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Saıd'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Allah Teala sakını açar. Bütün inanan kadınlar ve erkekler hemen O'nun için secdeye kapanırlar. Dünyada gösteriş ve nam için secde edenler ise secde edemezler. Secde etmeye yeltenirler ancak bellerini bir türlü eğemezler
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre; Nuh kavmindeki putlar daha sonra Arapların put'u oldu. Şöyle ki, Devmetu'l-cendel mevkiindeki Vedd, Kelb kabilesinin put'u; Suva, , Hüzeyl kabilesinin; Sebe' yakınlarındaki Cevf mevkiindeki Yeğus önceleri Murad kabilesinin daha sonraları Gutayf oğullarının; Yeuk, Hemdan kabilesinin; Nesr ise Himyer'in Zülkela ailesinin putu olmuştu. Bu putlara, Nuh kavmine mensup salih kimselerin isimleri verilmişti. Bu salih insanlar öldükleri zaman şeytan onların halkına "Bu insanların oturdukları meclislere onların birer heykellerini yapın! Bu heykellere de onların isimlerini verin " diye telkinde bulunmuştur. Onlar da şeytanın bu isteğini yerine getirmişlerdi. İlk başlarda bu putlara tapılmamıştı. Ancak bu putları diken nesiller ölüp ilim de kalma- . yın ca bunlara tapılmaya başlandı. Fethu’l-Bari Açıklaması: Ebu Zer ve Küşmıhenı nüshasında ..........tenesseha'l-ilmu ifadesi ...........nusiha'l-ilmu şeklinde nakledilmiştir. Buadaki ilimden maksat, o heykellere özgü bilgidir. Fakihı, Ubeydullah ıbn Ubeyd ıbn Umeyr'in şöyle söylediğini nakletmiştir: Put olgusu ilk defa Hz. Nuh döneminde ortaya çıktı. O dönemde oğullar babalarına karşı son derece saygılı idiler. Bir baba vefat ettiği zaman oğulları onun acısına dayanamaz ve sabır gösteremezlerdi. Bu yüzden onun bir heykelini yaparlardı. Onu her özlediklerinde heykeline bakarlardı. Sonra onlar vefat eder, nesli de onun yaptığı gibi yapardı. Bu silsile böylece devam etti. Nihayet bir dönem geldi, babalar vefat etti, oğullar: "Atalarımız bu putları sadece ilah olarak edindiler ve onlara taptılar," dediler
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem Ukaz panayırına gitmek üzere bir grup ashabı ile yola çıktı. Bu esnada gökten gelen haber ile şeytanlar arasına engel konuldu ve onların üzerine alev huzmeleri gönderildi. Bunun üzerine şeytanlar geri döndüler, kendilerine "Neyiniz var? [Bir haber yakalayamadınız mı?]" diye sorulduğu zaman; "Bizim ile gökten gelen haber arasına engel konuldu ve üzerimize alev huzmeleri gönderildi," dediler. Bu defa oradakiler "Sizin ile gökten gelen haber arasına bir engel konulması gerçekten yeni bir gelişmedir. Öyleyse yeryüzünün doğu ve batı bölgelerini gezin ve sizinle gökten gelen haber arasına engel konulması meselesini bir araştırın!" dediler. Bunun üzerine şeytanlar yola çıkıp yeryüzünün doğu ve batı bölgelerini dolaştılar. Kendileri ile gökten gelen haber arasına giren engelin içi yüzünü araştırmaya başladılar. İbn Abbas olayı anlatmaya şöyle devam etti: Tihame tarafına yönelen şeytanlar, Nahle mevkiinde Ukaz panayırına doğru yola çıkmış olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına geldiler. O esnada Hz. Nebi ashabı ile birlikte sabah namazını kılıyordu. Şeytanlar Kur'an'ı duyunca onu dinlemeye başladılar ve "Sizin ile gökten gelen haber arasına giren engel budur," dediler. Sonra oradan kavimlerinin yanına dönüp "Ey Halkımız! Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız," dediler. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Nebi'e şu ayet i indirdi: "(Resulüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur. "(Cin 1) Hz. Nebi'e vahyedilen, cinlerin sözüdür. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ukaz, Arapların meşhur panayırlarından birinin adıdır. Hatta onların düzenlediği en büyük panayırlardan biridir. Bu hadisin zahirinden, cinler ile vahiy arasına engel konulmasının ve alev huzmeleri gönderilmesinin hadiste bahsi geçen zamanda meydana geldiği anlaşılmaktadır. Ancak birbirini destekleyen rivayetlerin ifade ettiğine göre bunlar, daha Nebiliğin başlangıcında meydana gelmiştir. Bu da, iki kıssanın zamanı arasında farklılık olduğunu teyit eden bilgilerdendir. Cinlerin Kur'an-ı Kerım dinlemek üzere Hz. Nebi'e gelmeleri onun Taif'e gitmesinden iki sene önce gerçekleşmiştir. Bu bilgiye, bu rivayette geçen "O esnada Hz. Nebi ashabı ile birlikte sabah namazını kılıyordu," ifadesinden başka hiçbir şey gölge düşürmemektedir. Bu olay İsra gecesinde namazın farz kılınmasından daha önce gerçekleşmiş olabilir. Çünkü Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem İsra olayından önce de kesinlikle namaz kılıyordu. Onun gibi ashabı da namaz kılıyordu. Ancak beş vakit namazdan önce herhangi bir namaz farz kılınmış mıydı, yoksa farz kılınmamış mıydı? İşte bu konu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Buna göre "ilk önceleri namaz güneşin doğuşu ve batışından önce olmak üzere iki vakit olarak farz kılındı," diyenlerin görüşü doğruluk kazanmaktadır. Bu görüşün delili ise "Güneşin doğuşundan önce de, batışmdan önce de Rabbini hamd ile tesbih et, " ayeti ile bu manayı ifade eden diğer ayetlerdir. Buna göre yukarıdaki hadiste bahsi geçen "sabah namazı" İsra gecesi farz kılınan beş vakit namazdan biri değil, sabah vakti kılınan namazdır. Dolayısıyla cinlerin bu olayı Nebiliğin başlarında meydana gelmiştir. Bu noktaya, bu rivayetin açıklaması hakkında sözlerine vakıf olduğum alimlerden hiçbiri dikkat çekmemiştir. Kadı [yaz şöyle demiştir: "Hadisin zahirine göre, alev huzmelerinin şeytanların peşinden gönderilmesi Hz. Nebi'in nübüwetinden önce gerçekleşmemiştir. Çünkü şeytanlar böyle bir şeyin meydana gelmesini yadırgamışlar ve bunun nedenini araştırmak istemişlerdir. Bundan dolayıdır ki, kahinlik Araplar arasında yaygın idi. Mahkemelik meselelerde Araplar kahinlere müracaat ederlerdi. Nihayet şeytanların gökteki haberlere kulak kabartmalarının önüne geçilmiş, bu sebeple de kahinliğin zemini kalmamıştır. Nitekim Allah Teala bu surede şöyle buyurmuştur: 'Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Halbuki (daha önce) biz onun bazı kısımlannda (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. '(Cin 8-9) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: 'Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. '(Şuara 212) Arap şiirinde, alev huzmelerinin atılması garip karşılanmış ve inkar edilmiştir. Çünkü Araplar Nebilikten önce böyle bir olayı bilmiyorlardı. Bu, Hz. Nebi'in nübüwetine delalet eden olaylardan biridir. Hadiste şeytanların bu durumu inkar etmelerinin anlatılması da bunu desteklemektedir. Ancakbazı alimler şöyle demiştir: 'Alev huzmeleri dünyanın başlangıcından beri atılmaktadır.' Alev huzmelerinin Hz. Nebi'in nübüweti ile birlikte şeytanlara atılmaya başladığını söyleyenler, Arap şiirinde anlatılanları delil olarak getirmişlerdir. Bu görüş İbn Abbas ve Zührı'den nakledilmiştir. Bu konuda İbn Abbas Hz. Nebi'den merru' bir hadis nakletmiştir. Zührı kendisine karşı çıkan birine 'Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor, '(Cin 9) ayetini delil olarak getirip şöyle demiştir: Bu konuda katı davranılmış ve kararlılık gösterilmiştir." . Kadi İyad'ın temas ettiği hadisi İmam Müslim Zühri, Ubeydullah ve İbn Abbas kanalıyla ensardan birçok sahabiden nakletmiştir. Onlar bu konuda şöyle demişlerdir: "Hz. Nebi'in yanında idik. Birden bir yıldız kaydı ve etraf aydınlandı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'Cahiliye döneminde yıldız kaydığı zaman bu olay için ne derdiniz?' diye sordu." Abdurrezzak İbn Hemmam Ma'mer'in şöyle söylediğini nakletmiştir: Zühri'ye yıldızların Cahiliyye döneminde kayıp kaymadığı soruldu. O da "Evet, ama İslam gelince yıldız kaymalarının sayısı arttı ve bu konuda katı olundu," şeklinde cevap verdi. Bu, güzel bir uzlaştırmadır. Kurtubi şöyle demiştir: "Bu iki görüş şu şekilde uzlaştırılır: Hz. Muhammed'in Nebiliğinden önce ateş huzmeleri şeytanların vahiy çalmalarını engelleyecek tarzda atılmıyordu. Kah atlıyor, kah atılmıyordu. Üstelik bütün yönlerden değil sadece bir yönden atılıyordu. Muhtemelen şu ayet ile buna işaret edilmiştir: Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. "(Saffat 8 - 9) Zeyn İbnu'l-Müneyyir şöyle demiştir: "Bu rivayetin zahirine göre, daha önceleri alev huzmeleri atılmıyordu. Ancak İmam Müslim'in naklettiği hadiste geçen bilgilere göre, gerçek böyle değildir. 'Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor, '(Cin 9) ayeti ise şu anlama gelir: Alev huzmeleri daha önceleri atıldıklarında bazen hedeflerine isabet ederler, bazen de isabet etmezlerdi. Hz. Muhammed'in Nebiliğinden sonra ise hep isabet etmeye başlamışlardır. Bu yüzden de 'gözetleyen' olarak nitelendirilmişlerdir. Çünkü bir şeyi gözetleyen, onu ıskalamaz." Bir görüşe göre Tihame bölgesine yönelen cinler, Yahudi idiler. Bundan dolayı da şöyle demişlerdir: "Ey kavmimiz! Doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. dediler. "(Ahkaf 30) Tihame, Hicaz bölgesinde yüksek olmayan her bölgeye verilen ortak addır. Nahle ise Mekke ile Taif arasındaki bir yerin ismidir. Maverdi şöyle demiştir: "Bu hadisin zahiri, cinlerin Kur'an'ı dinlerken iman ettiklerini gösterir. İman şu iki yoldan biri ile gerçekleşir: a) İ'cazın hakikatini ve mucizenin şartlarını bilmek ve bu sayede Nebiin gerçek olduğunu idrak etmekle. b) Nebiin müjdelenen elçi olduğuna dair delilleri eski kutsal kitaplardan öğrenmekle. Cinler için her iki yol da mümkündü. Her şeyi en iyi Allah bilir." Hadisten Çıkan Sonuçlar 1- Bu hadiste şeytan ve cinlerin var olduğu kesinlik kazanmıştır. Cin ve şeytan aynı tür varlıkları ifade eder. Bu varlıklar iman ve küfür bakımından iki gruba ayrılmışlardır. Cinlerden iman edene şeytan denmez. 2- Cemaatle namaz din tarafından hicretten önce öngörülmüştür. 3- Yolculuk esnasında cemaatle namaz kılınabilir. 4- Sabah namazında Kur'an sesli okunur. 5- Bir kul ne kadar kötülük işlerse işlesin, Allah Teala'nın onun hakkında takdir ettiği güzel sona itibar edilir. Sadece Kur'an dinleyerek hemen imana koşan cinler, İblis'in nezdinde şerrin zirvesinde olan şeytanlardan olmasalardı, İblis kendilerini yeni gelişmenin olduğu tarafa göndermezdi. Bu özelliklerine rağmen onlara, Allah'ın kendileri hakkında takdir ettiği güzel son sayesinde, kavuşacakları sonsuz mutluluk nasip olmuştur. Firavunun sihirbazlarının durumu bu kıssaya benzemektedir. Kitabu'l-kader'de bunun ayrıntılı açıklaması yapılacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
Yahya İbn Ebı Kesir'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ebu Seleme İbn Abdirrahman'a ilk olarak hangi Kur'an bölümünün indiğini sordum. O da ..... Ya eyyuhe'l-müddessir" diye cevap verdi. Ben, insanların "ikra' bismi rabbikellezi halakılın ilk inen ayetler olduğunu söylediklerini ifade ettim. Bunun üzerine o şöyle dedi: Bu konuyu Cabir İbn Abdillah'a sordum ve senin bana söylediklerini ben de ona söyledim. Bunun üzerine Cabir şöyle dedi: Ben sana sadece Allah. Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bize anlattıklarını anlatıyorum. O şöyle buyurmuştu: Bir müddet Hira mağarasında itikafa girdim. İtikafımılamamlayınca dağdan indim. Birden bana seslenildi. Hemen sağıma baktım, fakat hiç kimseyi görmedim, sonra soluma baktım, yine hiç kimseyi görmedim, ardından önüme baktım, yine hiç kimseyi görmedim, daha sonra ardıma baktım yine hiç kimseyi görmedim. En sonunda başımı kaldırdım ve bir şey gördüm. Hemen Hatice'nin yanına gittim ve "Beni örtün! Üzerime soğuk su serpin!" dedim. Ev halkı beni örttü ve üzerime soğuk su serpti. İşte bunun üzerine şu ayetler indi: "Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar! Rabbinin büyüklüğünü an!" Müddessir
- Bāb: ...
- باب ...
Yahya İbn Ebi Kesir, Ebu Seleme kanalıyla Cabir İbn Abdillah'tan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Hira'da i'tikafa girdim
- Bāb: ...
- باب ...
Yahya'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Ebu Seleme'ye; - İlk önce Kur'an'ın hangi bölümü indirildi? diye sordum. O da; - Müddessir suresi, diye cevap verdi. Bunun üzerine; - Bana ilk inen surenin Alak suresi olduğu haber verildi, dedim. O da şöyle dedi: - Cabir İbn Abdillah'a ilk inen Kur'an ayetlerini sordum. O da "Müddessir suresi," diye cevap verdi. Ben de bana ilk inen surenin İkra suresi olduğunun haber verildiğini ifade ettim. Bunun üzerine Cabir şöyle dedi: Sana sadece Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediklerini haber veriyorum. O şöyle buyurmuştu: Hira mağarasında itikafa çeki/dim. İtikafzmz tamamlayınca oradan indim ve vadiye girdim. Birden bana ses/eni/di. Önüme, arkama, sağıma ve so/uma baktım. Bir de ne göreyim, gök ile yer arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Hemen Hatice'nin yanına gittim ve "Beni örtün ve üzerime soğuk su serpin!" dedim ve bana "Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa ka/k ve insan/arz uyar! Rabbinin büyüklüğünü an!"(Müddessir 1-3) ayet/eri indirildi. AÇiKLAMA : Müddessir suresinin ilk defa inmesi, fetret-i vahiy veya uyarının emredilmesi meselesi ile tahsis edilmiştir. İkra suresinin ilk inen sure olduğunu söyleyen kimse, mutlak olarak onun ilk inen sure olduğunu kastetmiştir. Müddessir Suresi'nin ilk inen sure olduğunu söyleyenler ise risalet görevinin başlaması bakımından bu surenin ilk inen sure olduğunu kastetmişlerdir
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Fetret-i vahiyden bahsederken Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in konuşması esnasında şöyle buyurduğunu işittim: Yürürken gökten bir ses duydum. Hemen başımı kaldırdım. Bir de ne göreyim, Hira mağarasında bana gelen melek gök ile yeryüzü arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Ondan çok korktum. Hemen eve dönüp "beni örtün, beni örtün!" dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine "Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanlan uyar! Rabbinin büyüklüğünü an! Elbiseni tertemiz tut, maddf manevf kirlerden ann, pis ve murdar olan her şeyden kaçın!"(Müddessir 1-5) ayetleri indi. Bu ayetteki temizlik emri, henüz namaz farz kılınmadan önce verilmişti. Ayette geçen رجز pis ve murdar olan" lafzı ile putlar kastedilmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu başlık altında Cabir'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin sonunda, "Bu ayetteki temizlik emri, henüz namaz farz kılınmadan önce verilmişti. Ayette geçen '-*jl/pis ve murdar olan' lafzı ile putlar kastedilmiştir," ifadesi yer almaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bununla Buhari, elbiselerin temiz tutulmasının namazın farz kılınmasından önce emredildiğine işaret etmiştir. İbnu'l-Münzir, Muhammed İbn Sirin'in bu ayeti [Müddessir 4] şu şekilde açıkladığını nakletmiştir: "Su ile onları yıka!" İbn Ebi Hatim'in rivayetine göre, İbn Abbas da ayeti bu mana ile açıklamıştır. Yine İbn Ebi Hatim bir başka senet ile İbn Abbas'ın bu ayeti şu şekilde açıkladığını nakletmiştir: "Elbiseni günahtan arındır." İbnu'l-Münzir Hasan-ı Basri'nin bu ayeti şu şekilde açıkladığını nakletmiştir: "Ahlakını güzelleştir." İmam Şafii de bu konuda şöyle demiştir: "Bir görüşe göre ...........ve siyabeke fetahhir ayeti 'temiz elbiselerle namaz kıl' manasına, bir diğer görüşe göre ise başka bir anlama gelmektedir. Ancak ilk yorum daha isabetlidir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Seleme'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Cabir İbn Abdillah bana şöyle haber verdi: Fetret-i vahiyden bahsederken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim: Yürürken gökten bir ses duydum. Hemen bakışlarımı göğe çevirdim. Bir de ne göreyim, Hira mağarasında bana gelen melek gök ile yeryüzü arasında bir kürsü üzerinde oturuyor. Ondan öyle korktum ki, korkumdan yere yığıldım. Sonra ailemin yanına geldim ve "beni örtün, beni örtün!" dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine "Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa ka/k ve insanları uyar! Rabbinin büyüklüğünü an! Elbiseni tertemiz tut, maddf manevf kir/erden arın, pis ve murdar o/an her şeyden kaçın!"(Müddessir 1-5) ayetleri indi. Ebu Seleme şöyle demiştir: ......Ricz "putlar" demektir. Fetret-i vahiyden sonra vahiy yeniden başladı ve peşpeşe geldi. AÇiKLAMA رجز Ricz ve رجس rics kelimeleri "azab" anlamına gelir," yorumu Ebu Ubeyde'ye aittir. Bir önceki rivayette ricz kelimesinin "putlar" anlamına geldiği ifade edilmişti. Bu açıklama şu anlamın tefsiridir: "Azabın nedeni olan putları terk et
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisine vahiy geldiği zaman dilini kımıldatırdı. --Süfyan bunu tasvir etmiştir.-- Böylece Kur'an'! ezberlemeyi istiyordu. Bunun üzerine Allah Teala "(Resulüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma, "(Kıyame 16) ayetini indirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: Selef alimleri bu ayet ile vahyin inişi meselesinde Hz. Nebi'e hitap edildiği konusunda fikir birliği içindedirler. Nitekim burada zikredilen hadis de bunu göstermektedir. Hz. Nebi'in dilin kımıldatması ile ilgili ayetlerin Kıyame Suresi'nde yer almasının bir takım hikmetleri v<;ırdır. Bunlardan bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz: 1- Allah Teala bu surede kıyametten bahsetti. Kıyamet için gerektiği gibi çalışmayanların özelliklerinden biri de dünya sevgisini taşımaktır. Hayırlı işleri yapmak için koşuşturmanın istenen bir davranış olması dinin temel prensiplerindendir. Bu vesileyle daha önemli olan bir davranışın istenilen bu davranıştan önce geldiğine işaret edilmiştir. Söz konusu daha önemli olan davranış ise vahye kulak verip onu anlamaktır. Vahyi ezberlemekle meşgulolmak, bu amacın gerçekleşmesini engeller. Bu yüzden Hz. Nebi'e vahyi ezberlemek için acele etmemesi emredilmiştir. Çünkü vahyi ona ezberletmek Allah Teala tarafından garanti altına alınmıştı. Hz. Nebi'e düşen ise, kendisine iletilen vahyi sonuna kadar dinlemek ve vahyin gereğini yerine getirmekti. Bu konuyu işleyen ayetler ara cümle konumundadır. Bu ara cümle sona erince ayetlerin akışı insan ve onunla ilgili konulara ilişkin meselelere tekrar döndü. Bu sırada .......kella lafzı kullanıldı. Bu kelime engelleme ifadesidir. Adeta bununla şöyle buyurulmuştur: "Doğrusu siz ey insanlar! Aceleci yaratıldığınız için her şeyde acele ediyorsunuz. Bundan dolayı da dünyayı/peşin olanı seviyorsunuz." 2- Kıyamet günü sunulacak olan ve kulun amellerinin yazılı olduğu defterden bahsedilince, yapılan ve yapılmayan işlerin hesabının kendisine bağlı olduğu dünyaya yönelik dını hükümleri içeren kitaptan bahsetmek Kur'an'ın adetidir. Nitekim Kehf Suresi'nde şu ayetlerde bu durum görülmektedir: "İşte herkesin hesap defteri önüne konuldu. Mücrimlerin defterdeki kayıt/ardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün: 'Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor? Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!' Böylece yaptıkları her şeyi yanlarında buldular. Şu kesin ki, Rabbin kimseye zulmetmez." ... "Biz bu Kur'anlda, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan, insandır. "(Kehf 49-54) Yine aynı şekilde İsra Suresi'nde Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Her insan topluluğurıu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar." ... "Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabul/enmedi. "(İsra 71-89) 3- Surenin ...........velev elka meazira ayetine kadar olan baş tarafı indiği sırada Hz. Nebi kendisine inen ayetleri ezberlemek için hemen teşebbüste bulundu. Vahyi unutma endişesi ile acele ederek dilini klpırdatmaya başladı. Bunun üzerine "(Resulüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımı/datma. Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir, "(Kıyame 16-19) ayetleri indi. Daha sonra söz, başladığı gibi tamamlanmak üzere devam etti. 4- Surenin başında nefisten bahsedildikten sonra, söz Hz. Nebi'in nefsine döndü. Adeta burada şöyle buyurulmuştur: İşte nefislerin hali böyledir. Ey Muhammed! Senin nefsin, nefislerin en değerlisidir. Öyleyse en kamil hal sende olsun
- Bāb: ...
- باب ...
Musa İbn Ebi Aişe'den rivayet edildiğine göre, o Said İbn Cübeyr'e: "(Resulüm!) Dilini kımııdatma, "(Kıyame 16) ayetini sormuş, o da şu şekilde cevap vermiştir: Bu konuda İbn Abbas şöyle dedi: Hz. Nebi kendisine vahiy geldiği zaman dilini kımıldatıyordu. Bunun üzerine ona şöyle buyuruldu: Vahyi ezberleyememe korkusu ile "(Resulüm!) Dilini kımıldatma.(Kıyame 16) Şüphesiz onu toplamak ve onu okutmak bize aittir. "(Kıyame 17) Yani onu senin hafızana yJ'rleştirmek ve senin okumanla okutmak bize aittir. "Biz onu okuduğumuz zaman "(Kıyame 18) yani indirdiğimiz zaman, "sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir. "(Kıyame 19) Senin dilinle onu açıklamak bizim işimizdir
- Bāb: ...
- باب ...
(Resulüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımııdatma, "(Kıyame 16) ayeti hakkında İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Cebrall aleyhisselam kendisine vahiy getirdiği zaman dilini ve dudaklarını kımıldatır bir hal alırdı. Bu yüzden vahiy alması kendisine ağır gelirdi. Onun bu hali biliniyordu. Bundan dolayı Allah Teala لا أقسم بيوم القيامة La uksimu biyevmi'l-kıyame suresinde "(Resulüm!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımııdatma. Şüphesiz onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir, "(Kıyame 16-17) ayetlerini indirdi. Burada Allah Teala şöyle buyurmuştur: Kur'an'ı senin hafızanda toplamak ve okutmak bize aittir. "O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. "(Kıyame 18) Yani biz Kur'an'ı indirdiğimiz zaman onu dinle! "Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir. "(Kıyame 19) [Ey Muhammed!] Senin dilinle Kur'an'ı açıklamak bize düşer. İbn Abbas şöyle devam etmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Cebrall aleyhisselam kendisine geldiği zaman susar, Cebrall aleyhisselam ayrıldığı zaman ise gelen vahyi Allah'ın kendisine vaad ettiği gibi okurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bizler Rasûlüllah'ın beraberinde idik. Kendisine "Vel-murselâti" Sûresi indirildi. Biz de hemen bu sûreyi O'nun ağzından almağa çalışıyorduk. Bu sırada bir yılan çıktı. Biz hemen onu öldürmeğe koşuştuk, fakat yılan bizleri geçti ve kovuğuna girdi. Bunun üzerine Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizler onun şerrinden korunduğunuz gibi, o da sizin şerrinizden korundu" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Buhârî burada bu Abdullah ibn Mes'ûd hadîsinin rivayet edildiği ayrı ayrı beş senedi tam olarak vermiş, metin vermemiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Mes'ud r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte mağarada idik. Bu esnada Mürselat Suresi indi. Bu sureyi onun ağzından öğrendik. Hz. Nebi bu sureyi daha yeni bitirmişti ki, birden bir yılan peyda oldu. BUnun üzerine Allah Reslilü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: "Onu öldürmeniz gerekir" dedi. İbn Mes'ud olayı anlatmaya şöyle devam etti: Hemen yılanı öldürmek için harekete geçtik. Ancak yılan bizden hızlı çıktı. İbn Mes'ud şöyle devam etti: Hz. Nebi şöyle buyurdu: "Siz yılanın şerrinden korunduğunuz gibi, yılan da sizin şerrinizden korundu." Fethu'l-Bari Açıklaması: Hakim sahih bir senede Ebu Hureyre'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: .......... Ve'l-murselati urfen ayeti "iyilikle gönderilen meleklere yemin olsun" anlamına gelir. Mücahid ............elem nec'ali'l-erda kifata ayetinde (Mürselat 25) geçen .........kifat kelimesi hakkında şöyle demiştir: Insanlar yeryüzünde yaşarlar ve ölünce de oraya gömülürler. Yine Mücahid şöyle demiştir: .........Furata (Mürselat 27) "tatlı su," .....cimalat (Mürselat 33) ise "köprü halatı" anlamına gelir. Bu son açıklamayı Firyabi, Ebu Nüceyh kanalıyla Mücahid'den senetli olarak nakletmiştir. İbnu't-TIn ise şöyle demiştir: "Mücahid şöyle dedi: ..........Cimalat kelimesi hem cim harfinin dammesi, hem de kesresi ile okunur ve "siyah develer" anlamına gelir. Bu kelime ...........cimale'den türemiştir. ...........Cimale de ....cemel kelimesinin çoğuludur. Tıpkı .....hacer kelimesinin çoğulunun ........hicara olması gibi." Bu kelimeyi ............cimalat şeklinde çoğulokuyanlar, bunun anlamının "kalın ip" olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Nitekim Mücahid ............hatta yelice'l-cemelu fi semmi'l-hiyat ayetinde (A'raf 40) geçen ........cemel kelimesini "gemi halatı" olarak açıklamıştır. Ferra da bu kelimenin "kalın ip" anlamına geldiğini söylemiştir. Abd İbn Humeyd, Ali İbn Zeyd kanalıyla Ebu'd-Ouha'nın şöyle söylediğini nakletmiştir: Nafi' İbn Erzak ile Atıyye, İbn Abbas'a gelip "Bize ......la yentikun, (Mürselat 35) ........sümme innekum yevme'l-kıyameti ınde Rabbikum tahtesimun,(Zümer 31) .............vallahi Rabbina ma kunna müşrikin (En'am 23) ve ...........vela yektumunallahe hadısa ayetlerini açıkla" dediler. İbn Abbas da şöyle cevap verdi: Yazıklar olsun sana İbn Erzak! Kıyamet günü uzun bir gündür. Bu günde çeşitli merhaleler olacaktır. Bir an gelecek mü şrikler konuşamayacak, sonra onlara müsaade edilecek, onlar da davalaşacaklar. Ardından Allah dilerse yemin ve inkar edecekler. Bunu yaptıkları zaman Allah Teala onların ağızlarını mühürleyecek. Bundan sonra organlarına emredilecek, onlar da kendilerinin yaptığı amellere şahitlik edecekler. Sonra dilleri kendilerinin yaptıklarını aleyhlerine şahitlik ederek söyleyecek. İşte bu durum; 'Allah'tan hiçbir haberi gizleyemezler, '(Nisa 42) ayeti ile açıklanmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir. İbn Abbas'ın şu ayeti ...........inneha termi bişerarin ke'l-kasari şeklinde okuduğunu ve ardından şunları söylediğini işittim: Biz odunu üç zira' uzunluğunda veya bundan daha kısa bir uzunlukta kaldırıp kış için saklardık. Bu şekildeki odun parçalarına da "kasar" derdik. Tekrarı: 4933 Fethu'l-Bari Açıklaması: .........Kasar kelimesi .........kasra kelimesinin çoğuludur. Deveboynu uzunluğundaki odun anlamına gelir. İbn Abbas'ın ............kasar kıraati de bunu desteklemektedir. Bir görüşe göre ağacın gövdesine, bir başka görüşe göre ise devenin boynuna kasar denir
- Bāb: ...
- باب ...
Abdurrahman İbn Abbas r.a.'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas'ın ........termi bişerar (kıvılcım saçar)(Mürselat 32) ayetini okuduğunu ve şöyle söylediğini işıttim: Biz üç zira' uzunluğunda veya bundan daha uzun odunları arar ve onları kış için kaldırıp saklardık. Bunlara da "kasar" adını verirdik. ........Keennehu cimalatun sufr ayetinde geçen .........cimalat kelimesi "gemi halatları" anlamına gelir. Bu halatlar birbirlerine eklenirdi, nihayet bir adam boyuna ulaşırdl
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah (İbn Mes'ud)'un şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bir mağarada idik. Bu esnada Mürselat suresi indi. Hz. Nebi okuyor, ben de onun ağzından bu sureyi öğreniyordum. Hz. Nebi sureyi daha yeni bitirmişti ki, birden üzerimize bir yılan sıçradı. Hz. Nebi: "Onu öldürün!" dedi. Hemen onu öldürmeye koyulduk. Ancak yılan kaçtı. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Siz onun şerrinden korunduğunuz gibi, o da sizin şerrinizden korunmuştur." Ömer İbn Hafs İbn Gıyas şöyle demiştir: Babamdan bu rivayeti "Minadaki bir mağarada" şeklinde ezberlemiştim
- Bāb: ...
- باب ...
Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sûra iki üfleme arasında kırk vardır" buyurdu. Arkadaşlarından biri Ebû Hureyre'ye: Bu, kırk gün mü? diye sordu. Hureyre dedi ki: Ben cevâb vermekten çekindim. O kimse: Kırk ay mı? dedi. Hureyre dedi ki: Ben cevâb vermekten çekindim. O soran: Kırk yıl mı? dedi. Hureyre: Ben yine cevâb vermekten çekindim, dedi. Rasûlüllah: Allah semâdan bir su indirir de (ölü olan) sizler yeşil otun bitmesi gibi -kabirlerinizden- bitersiniz. İnsan bedeninden herşey çürür, yalnız bir tek kemik parçası çürümez. O da kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyâmet günündeki (ikinci) yaratma, bu parçadan terkîb olunur" buyurdu
- Bāb: ...
- باب ...
Sehl ibn Sa'd (radıyallahü anh):Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kıyâmet günü ile ben şu ikisi gibi gönderildim " buyurup da şehâdet parmağı ve onun yanındaki orta parmağıyle işaret ettiğini gördüm, demiştir o en büyük belâ geldiği zaman”(Âyet: 34); buradaki "et-Tâmme", "Herşeyi kaplayacak felâket" ma'nâsınadır ki, kıyâmetin isimlerindendir
- Bāb: ...
- باب ...
Katâde tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Zurâre ibn Evfâ'dan işittim, o Sa'd ibn Hişâm'dan; o da Âişe (r.anha)'den tahdîs ediyordu ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ı ezberleyerek okuyan hafız kişinin meseli (sıfat ve şânı) es-Seferetu'l-Kirâm olan meleklerle beraberdir. Kuran 'ı hafız olmayarak kendisine zor geldiği hâlde taahhüdedip çalışarak okuyan kimsenin meseli ise, ona iki ecir vardır"(Kur'ân okumak ecri, zorluk ecri)
- Bāb: ...
- باب ...
Ma'n şöyle demiştir: Bana Mâlik, Nâfi'den; o da Abdullah ibn Omer(radıyallahü anh) 'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "İnsanlar (hesâb için) Âlemlerin Rabbi dîvânında durdukları gün o kadar terleyecekler ki hattâ onlardan herhangi biri iki kulağının yarı yerine kadar kendi teri içinde kaybolacaktır" buyurmuştur
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe radiyallahu anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hesaba çekilen herkes mutlaka helak olur" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resulü! Canım sana feda olsun! Allah Teala: 'Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür, '(İnşikak 7-8) buyurmuyor mu?" diye sordum. O da şöyle buyurdu: "Bu ayette insanların hesaba sunulacakları arz'dan bahsedilmektedir. Kimin hesabı uzarsa o kişi helak olur
- Bāb: ...
- باب ...
Mücahid'den nakledildiğine göre, İbn Abbas r.a. لتركبن طبقا عن طبق leterkebunne tabakan an tabakin ayetini "Siz halden hale geçeceksiniz, "(İnşikak 19) şeklinde açıklamış ve şöyle demiştir: Bu ayetteki hitap Nebiiniz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e yöneliktir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Taberi ve Hakim, İbn Mes'ud'un ..........leterkebunne tabakan an tabakin ayetinde semadan bahsedild(ğini söylediğini nakletmişlerdir. Taberi'nin rivayetinde İbn Mes'ud şöyle demiştir: "Bu ayette semadan söz edilmiştir. Sema bazen dumana benzer bir hal alır, bazen açılır. Sonra kırmızı bir hal alır. Sonra yine açılır." Taberi ilk görüşü tercih etmiştir. ....Tabak lafzının asıl anlamı "şiddet! zorluk!katılık"tır. Burada ise bu kelime ile kıyamet günü meydana gelecek zorluklar kastedilmiştir. .......Tabak lafzı bir şeyin başka bir şeye uyumunu da ifade eder. Mesela; ........ma haza bitabak dendiği zaman "Bu, ona uymaz" anlamı kastedilir. İbn Abbas'ın sözünde geçen "halden hale" ifadesi "zorluk konusunda birinin diğerine uygun olduğu hal" anlamına gelir. Ya da .......tabak kelimesi ...........tabaka kelimesinin çoğuludur. Bu durumda "aşama" anlamına gelir ve kıyamet günü biri diğerinden daha zor geçecek aşamaları ifade eder. Bu kelime ile insanın ce nin halinden ömrünün son aşamasına kadar geçirdiği merhalelerin kastedildiği de söylenmiştir. İnsana doğmadan önce cenin, doğduğu zaman sabı, sütten kesilince çocuk, yedi yaşına varınca yafi', on yaşına gelince hazlir, on beş yaşına varınca kamed, yirmi beş yaşına ulaşınca anatnat, otuz yaşına gelince sami, kırk yaşına varınca kehl, elli yaşına ulaşınca şeyh, seksen yaşına ulaşınca him ve doksan yaşına gelince fani denir)
- Bāb: ...
- باب ...
el-Berâ ibnu Âzib (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber'in sahâbîlerinden bize ilk önce hicret edip gelenler Mus'ab ibnu Umeyr ve İbnu Ümmi Mektûm'dur. Bunlar geldiler ve bize Kur'ân okutmaya başladılar. Sonra Ammâr ibn Yâsir, Bilâl ve Sa'd (ibn Ebî Vakkaas) geldiler. Daha sonra yirmi kişi içinde Omer ibnu'l-Hattâb geldi. Bunlardan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -Ebû Bekr ve Âmir ibn Fuheyre ile geldi. Artık ben Medine ahâlîsinin, Peygamber'in gelişiyle ferahlandıkları kadar hiçbirşey ile ferahlandıklarını görmedim. Hattâ genç kızlar ve çocukları görüyordum ki, bunlar: İşte bu Rasûlüllah'tır, geldi! diyorlar(seviniyorlardı). isme Rabbike'l-a'lâ" Sûresini onun gibi birkaç süre içinde okuyuncaya kadar Rasûlüllah Medine'ye gelmemişti
- Bāb: ...
- باب ...
Abdullah İbn Zem'a'dan rivayet edildiğine göre, o, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hutbesini dinlemiştir. Bu hutbede Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Salih Nebiin devesinden ve bu deveyi kesen kimseden bahsedip şöyle buyurmuştur: "İçinden en azgını ileri atılınca."(Şems 13) Yani onun kavmi içinde ileri gelenlerden, şirret ve arkası güçlü bir adam ileri atıldı. Bu adamın kavmi içindeki durumu Ebu Zem'a'nın Mekke'deki durumuna benziyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hutbesinde hanımlardan da bahsetti ve şöyle buyurdu: İçinizden biri hanımını köle döver gibi dövmek ister, belki de günün sonunda onunla birlikte olacaktır. Daha sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yellenme karşısında gülen erkeklere nasihat etti ve şöyle buyurdu: Sizden biri neden yellenenin yaptığından dolayı güler ki! Ebu Muaviye'nin rivayetine göre Ebu Zem'a, ZUbeyr İbn Awam'ın amcasıdır. Diğer tahric edenler: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân; Müslim, Cennet Fethu'l-Bari Açıklaması: Firyabi ...........vela yehafu ukbaha ayeti hakkında Mücahid'in şöyle söylediğini senedi ile birlikte nakletmiştir: "Allah Teala hiç kimsenin sonundan korkmaz." عقباها Ukbaha kelimesinin sonundaki zamir, demdemeyi veya Semo.d kavmini ya da daha önce geçen nefsi gösterebilir. Demdeme bütünüyle yok etmeyi ifade eder. Kadınların. dövülmesiyle ilgili hadisin açıklaması "Kitabu'n-nikah"ta yapılacaktır. Yellenme konusunda Hz. Nebi'in nasihati "Kitabu'l-edeb"de açıklanacaktır. ZUbeyr İbn Awam, Ebu Zem'a'nın mecazen amcasıdır. Çünkü Ebu Zem'a'nın asıl adı, Esved İbn Muttalib İbn Esed'dir. Awam ise İbn Huveylid İbn Esed'dir. Burada amca çocuğu kardeş muamelesi görmüştür. Bu yüzden amca çocuğuna "amca" adı verilmiştir. Dimyati' kesin bir ifade ile Ebu Zem'a'nın ismini bu şekilde açıklamıştır. Mutemed olan görüş de budur. Kurtubi' "el-Müfhim" adlı eserinde şöyle demiştir: "Burada Ebu Zem'a ile Rıdvan biatında ağacın altında biat eden Ubeyd el-Belvi' kastedilmiş olabilir. Ebu Zem'a'nın o azılı kafire benzetilmesi, izzetli ve kavminin desteğini her zaman arkasında hisseden birisi olması hasebiyledir. Burada, Ebu Zem'a ile bu künyeye sahip kafirlerden başka biri de kastediImiş olabilir." Kanaatime göre bu ikinci ihtimal daha doğrudur. Başka birinden maksat da hadisin ravilerinden Abdullah İbn Zem'a'nın dedesi Esved'dir
- Bāb: ...
- باب ...
Alkame'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullah İbn Mes'ud'un ashabından bir grup ile birlikte Şam'a gittim. Ebu'd-Oerda bizim geldiğimizi duymuş. Bunun üzerine yanımıza geldi ve: "İçinizde Kur'an okuyan var mı?" diye sordu. Biz de "Evet," diye cevap verdik. Bunun üzerine o; "Hanginiz en iyi okur?" diye sordu. Orada bulunanlar beni işaret ettiler. Bunun üzerine Ebu'd-Oerda "Oku!" dedi. Ben de Leyl Suresi'ni .............. ve'l-leyli iza yağşa ve'n-nehari iza tecella ve'z-zekeri ve'l-unsa şeklinde okumaya başladım. O "Sen hocandan bunu böyle mi öğrendin?" diye sordu. Ben de; "Evet," dedim. Ebu'd-Oerda; "Ben de bu sureyi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ağzından bu şekilde öğrendim. Ancak bu insanlar [Şam halkı] bu kıraati kabul etmeye yanaşmıyorlar," dedi
- Bāb: ...
- باب ...
İbrahim'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Abdullah İbn Mes'ud'un öğrencileri Ebu'd-Oerda'nın bulunduğu şehre geldiler. Ebu'd-Oerda onları aradı ve buldu, sonra onlara "Hanginiz Abdullah İbn Mes'ud'un kıraatine göre okur?" diye sordu. [Hadisin ravilerinden Alkame de] "Hepimiz okuruz," diye cevap verdi. Bu defa o; "Hanginiz daha iyi okur?" diye sordu. Orada bulunanlar Alkame'yi gösterdiler. Bunun üzerine Ebu'd-Oerda ona; .........ve'l-leyli iza yağşa suresini nasılokurdu?" diye sordu. Alkame de sureyi okurken şu ayeti ..........ve'z-zekeri ve'l-ünsa şeklinde okudu. Bunun üzerine Ebu'dOerda şöyle dedi: Tanıklık ederim ki, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu ayeti böyle okuduğunu işittim. Ancak bu insanlar, benim bu ayeti ...........vema halaka'z-zekera ve'l-ünsa şeklinde okumamı istiyorlar. Allah'a yemin ederim ki, onlara uymayacağım. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu rivayet bir öncekine göre şu bakımdan daha açıktır. Bir önceki rivayette "Ancak bu insanlar [Şam halkı] bu kıraati kabuletmeye yanaşmıyorlar," ifadesi yer alırken, bu rivayette "Ancak bu insanlar, benim bu ayeti ............ vema halaka'z-zekera ve'l-ünsa şeklinde okumamı istiyorlar," ifadesi bulunmaktadır. Bu kıraat, sadece bu rivayette bahsi geçen kimselerden nakledilmiştir. Diğer kıraat imamları ise bu ayeti .........vema halaka'z-zekera ve'l-unsa şeklinde okumuşlardır. Bu kıraatin Ebu'd-Derda ve bu rivayette bahsi geçen diğer kimselere isnadı sahih olsa da, bu ayetin okunuşu ..........vema halaka'z-zekera ve'l-ünsa şeklinde yerleşmiştir. Muhtemelen bu ayetin okunuşu neshedilmiş ve bu nesih olayı Ebu'd-Derda ve bu rivayette onunla birlikte bahsi geçen kimselere ulaşmamıştır. Kufeli kıraat alimlerinin bu kıraati Alkame ve İbn Mes'ud'dan nakledip sonra da hiçbirinin bu kıraate göre okumaması şaşırtıcıdır. Halbuki Kufe'de kıraat denince akla İbn Mes'ud ve Alkame gelir. Keza Şam halkı da Ebu'd-Derda'dan kıraati öğrenmişlerdir. Ancak hiçbiri bu ayeti bu şekilde okumamıştır. İşte bütün bunlar bu tilavetin neshedildiği görüşünü güçlendirmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Bakl'u'l-gargad mezarlığında bir cenaze de idik. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Sizin hepinizin Cennet ve Cehennemde oturacağı yeri yazılmıştır!" buyurdu. Orada bulunanlar "Ey Allah'ın elçisi! Öyleyse bu yazıya itimad etmeyelim mi?" diye sordular. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Çalışın! Her şey kolay kılınmıştır." Ardından şu ayetleri okudu: "Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en ko/aya hazırlanz (onda başanlı kı/anz). "(LeyI 5-7) İmam Buhari burada Hz. AIi'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisin açıklaması Kitabu'l-kader'de yapllacaktır
- Bāb: ...
- باب ...
AIi radiyallahu anh'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oturuyorduk. .. [Daha sonra Hz. Ali] yukarıdaki olayı anlatmıştır
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir cenaze'ye katılmıştı. Bu esnada eline bir değnek aldı, onunla toprağa vurup çizgiler çizdi ve: "Sizin her birinizin Cehennem veya Cennetteki yeri yazılmıştır," buyurdu. Orada bulunanlar; "Öyleyse bu yazıya itimad etmeyelim mi?" diye sordular. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Çalışın! Her şey kolay kılınmıştır." Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, [biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız)"(LeyI)
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında oturuyorduk. Derken o; "Sizin her birinizin Cennette oturacağı yer ile Cehennemde oturacağı yer yazılmıştır," buyurdu. Biz: "Ey Allah'ın Resulü Öyleyse bu yazıya itim ad etmeyelim mi?" diye sorduk. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Çalışın! Her şey kolay kılınmıştır." Ardından şu ayetleri okudu: "Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız). Kim de cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlanz. " (LeyI)
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Baki'ı'l-gargad mezarlığında bir cenazeye katılmıştık. Bu esnada Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanımıza geldi ve oturdu! Biz de onun etrafında oturduk. Onun elinde bir değnek vardı, başını eğdi ve değneği ile yere vurmaya başladı, sonra da şöyle buyurdu: "Sizin her birinizin, kendisine can verilmiş her varlığın Cennet ve Cehennemdeki yeri yazı/mıştır. Yine kimin bedbaht, kimin de mutlu olacağı yazılmıştır." Bir adam: "Ey Allah'ın elçisi! Öyleyse bizim için yazılana itimat edip çalışmayı bırakalım mı? Zira bizden mutlu olacak kimseler, mutlu olacak insanların amelini işleyecek; bedbaht olacak kimseler de bedbaht olacak insanların amelini işleyeek," dedi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Mutlu olacak insanlara, mutlu olacak insan/ann yapacaklan işler; bedbaht olacak insanlara da bedbaht olacak insan/ann yapacakları işler kolaylaştırılacak," buyurdu. Sonra şu ayetleri okudu: "Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse ... "(LeyI)
- Bāb: ...
- باب ...
Ali r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir cenazeye katılmıştı. Bu esnada bir şey alıp onunla yere bir şeyler çizmeye başladı ve şöyle buyurdu: "Sizin her birinizin ateşte oturacağı ve Cennette oturacağı yer yazılmıştır." Orada bulunanlar: "Ey Allah'ın Resulü! Öyleyse bizim için yazılana itimat edip çalışmayı bırakalım mı" dediler. Bunun üzerine Allah Resu!ü Sallallahu Aleyhi ve Sellem; "Çalışın. Her şey yaratıldığı şey için kolaylaştınlmıştır. Kim mutlu olacak insanlardansa, mutlu olacak insanların işini yapmak ona kolay olur; kim de bedbaht olacak insanlardan alacaksa, bedbaht olacak insanların işleri ona kolayolur," buyurdu ve şu ayetleri okudu: "Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse ... "(LeyI)
- Bāb: ...
- باب ...
Cündüb İbn Süfyan'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem rahatsızlandı, iki veya üç gece ibadete kalkamad!. Bu sırada bir kadın gelip: "Ey Muhammed! Şeytanının seni terk ettiğini umuyorum. İki veya üç gecedir yanına gelmediğini görüyorum," dedi. Bunun üzerine Allah Teala; "Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki, Ey Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da, "(Duha 1-3) ayetlerini indirdi. Fethu'l-Bari Açıklaması: İmam Buhari bu ayetlerin sebeb-i nüzalü olarak Cündüb'den nakledilen rivayeti verdi. Bu rivayete göre, bu ayetlerin inmesinin nedeni Hz. Nebi'in rahatsızlığıdır. Salatu'l-leyVGece Namazı başlığı altında ifade edildiği gibi Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu rahatsızlığının ne olduğu bize nakledilmemiştir. Onun rahatsızlığını parmağının kanaması olarak açıklayanlar ise yanılmışlardır. Daha yenilerde bu ayetin nüzül sebebi olarak Taberani'nin "Mu'cem"inde senedinde bilinmeyen bir ravinin bulunduğu bir rivayet gördüm. Bu rivayete göre ayetin iniş nedeni Hz. Nebi'in yatağının altında eniğin bulunmasıdır. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu eniği fark etmemiştir. Bundan dolayı Cebrail kendisine gelmemiştir. Cebrail'in, yatağın altında enik bulunması sebebiyle gecikmesi hikayesi meşhurdur. Ancak bu olayın ayetin sebebi nüzı1lü olması garib, hatta şazdır, Buhari'deki bu rivayet ile reddedilir
- Bāb: ...
- باب ...
Cündüb el-Beceli'den rivayet edildiğine göre, bir kadın Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e; "Ey Allah'ın elçisi! Oyle tahmin ediyorum ki arkadaşın sana uğramakta gecikti" demiş. Bunun üzerine de: "Ey Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana danlmad! da, "(Duha 3) ayeti inmiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: "Öyle tahmin ediyorum ki arkadaşın sana uğramakta gecikti" sözünü Hz. Hatice söylemiş olabilir. Bir önceki rivayette ise böyle bir ihtimal yoktur. Çünkü şu üç nedenden dolayı bu söz, Cehenneme odun taşıyacak kadının sözü olabilir: a) Şeytan lafzını kullanması. b) Terk ifadesini kullanması. c) Hz. Nebi'e "Muhammed" diye seslenmesi. Bir öncekinin tersine bu rivayette ise kadın şu tabirieri kullanmıştır: a) Arkadaşın. b) Gecikti. c) Ey Allah'ın elçisi! Kirmaml bu iki rivayetteki sıga değişikliğinin ravilerin bir tasarrufu olacağını belirtmiştir. Bu iddianın bir dayanağı vardır. Çünkü her iki rivayet de aynı kaynaktan gelmektedir. .......Ebtaeke "okumada seni yavaşlattı" anlamına gelir. Meleğin Hz. Nebi'e vahiy okumada gecikmesi, onun da gelen vahyi okumada gecikmesini gerektirir .. Ahmed İbn Hanbel'in Muhammed İbn Ca'fer kanalıyla Şu'be'den naklettiği rivayette bu ifade ........ebtae anke'' sana gecikti" şeklinde geçmektedir
- Bāb: ...
- باب ...
Bera' radiyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir seferde iken yatsı namazının iki rekatının birinde Tin Suresi'ni okumuştur. تقويم takvim(Tin 4) "yaratma" anlamına gelir. Fethu’l-Bari Açıklaması: Firyabi والتين والزيتون ve't-tini ve'z-zeyuun ayeti hakkında Mücahid'in şöyle dediğini senediyle naKletmiştir: Bunlar, insanların yediği meyvedir. Ebu Nuaym'ın rivayetinde ........takvim (Tin 4) "yaratma" olarak açıklanmıştır. Firyabi, Mücahid'in ...........fi ahseni takvim ifadesini: 'en güzel bir şekilde yaratma" olarak açıkladığını senediyle birlikte nakletmiştir. İbnu'l-Münzir hasen bir senede İbn Abbas'ın bu ifadeyi "en doğru yaratma" şeklinde açıkladığını nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hanımı Aişe r.anha'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ilk gelen [vahiy] uykuda gördüğü sadık rüya şeklinde idi. O'nun gördüğü bütün rüyalar sabahın aydınlığı gibi gerçek olurdu. Derken ona yalnızlık sevdirildi. Hira mağarasına gidip ailesinin yanına dönüp tekrar bunun için azık almadan önce sayıları belli geceler boyu orada ibadet ederdi.-[Ravi Zührl] .u.l/tehannüs kelimesinin ibadet etmek anlamına geldiğini söylemiştir.- Sonra Hz. Hatice'nin yanına döner ve yine aynı süre için azık alırdı. Sonunda hiç beklemediği bir anda hak ile karşılaştı. O esanda Hira mağarasında idi. Birden melek kendisine geldi ve "Oku!" dedi. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Ben okuma nedir bilmem!" diye karşılık verdi. [Olayın bundan sonraki kısmını Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle anlattı:] Melek beni tutup takatim kesilene kadar sıktı, sonra serbest bıraktı ve "Oku!" dedi. Ben yine "Ben okuma nedir bilmem!" diye karşılık verdim. Sonra ikinci kez takatim kesilinceye kadar beni sıktı, sonra serbest bıraktı ve "Oku!" dedi. Ben "Ben okuma nedir bilmem!" diye karşılık verdim. Üçüncü kez beni tuttu ve takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bıraktı ve ..........Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı 6ir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Insana bilmediklerini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir, (Alak 1-5) dedi. [Aişe r.anha şöyle devam etti:] Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ayetler ile birlikte korkudan omuzunun üst tarafındaki etleri titrer bir halde döndü, nihayet Hz. Hatice'nin yanına vardı ve ona "Beni örtün! Beni örtün! Beni örtün!" dedi. En sonunda korkusu gitti ve Hz. Hatice'ye; "Ey Hatice! Bana ne oldu? Kendimden endişe ettim," dedi ve ona olanları anlattı. Hz. Hatice "Hayır, endişeye gerek yok! Sevin! Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala asla seni utandırmaz. Çünkü sen, Allah'a yemin ederim ki, akrabalık bağlarını gözetir, doğru söz söyler, işini görmekten aciz olanların yükünü üstlenir, hiçbir şeyi olmayanlara/veya iflas etmiş kimselere yardımcı olur, misafiri ağırlar ve musibete uğrayanların yanında yer alırsın" dedi. Sonra Hz. Hatice onu götürdü. Nihayet Varaka İbn Nevfel'e vardılar. Varaka, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi, Cahiliyye döneminde Hıristiyanlığı benimsemiş biriydi, Arapça yazar ve Allah'ın dilediği kadarıyla İncil'in bazı bölümlerini Arapça olarak yazardı. Varaka'nın yaşı ilerlemiş ve gözleri görmez olmuştu. Hz. Hatice "Ey Amcamın oğlu! Yeğenini dinle!" dedi. Varaka "Yeğenim! Ne görüyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Nebi s.a.v. gördüklerini anlattı. Varaka: "Bu, Musa'ya inen Namus'tur. Keşke senin çağrını insanlara ulaştıracağın günlerde delikanlı olaydım. Keşke o günlerde hayatta olsam!" dedi ve bir cümle daha kullandı. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Selem: "Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka: "Evet, senin getirdiğin mesajı insanlara ulaştıran herkes işkenceye maruz kaldı. Şayet o günlerde hayatta olursam elbette sana çok yardım ederim," dedi. Aradan çok geçmeden Varaka öldü. Vahiy de bir müddet kesildi. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem çok üzüldü
- Bāb: ...
- باب ...
Cabir İbn Abdillah el-Ensari"den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Fetret-i vahiy'den bahsederken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem konuşması esnasında şöyle buyurdu: Yürürken gökten bir ses işittim. Bakışlarım! göğe çevirdim, bir de ne göreyim! Hira'da bana gelen melek gökyüzü ile yeryüzü arasında bir kürsüde oturmuş halde orada. Ondan çok korktum ve evime dönüp "Beni örtün! Beni örtün!" dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine Allah Teala: "Ey örtüye bürünen! (İnziva arzu eden!) Ayağa kalk ve insanları uyar! Rabbinin büyüklüğünü an! Elbiseni tertemiz tut, maddf manevf kirlerden ann, pis ve murdar olan her şeyden kaçın!"(Müddessir 1-5) ayetlerini indirdi. Ebu Seleme şöyle demiştir: Ayette geçen ...........ricz (pis ve murdar olan) kelimesinden maksat Cahiliyye halkının taptığı putlardır. Cabir şöyle dedi: Sonra vahiy peşpeşe inmeye başladı. Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu rivayetin "Hz. Nebi'e ilk gelen [vahiy] uykuda gördüğü sadık rüya şeklinde idi," bölümü Aklı rivayetinde Bed'u'l-vahy Bölümü'nde "vahiy" ziyadesi ile birlikte geçmişti. Bu da göstermektedir ki, Hz. Nebi'e ilk gelen vahiy rüya şeklindedir. Ancak genelolarak onun Nebiliğini gösteren ve sadık rüyalardan önce gerçekleşmiş bazı olaylar vardır. Mesela; İmam Müslim'in naklettiği taşın Hz. Nebi'e selam vermesi olayı bunlardan biridir. İbnu'l-Murabıt şöyle demiştir: "Hz. Nebi'in gördüğü rüyalar, ne karmakarışık rüyalardır, ne de şeytanın bir aldatmasından ibarettir." Bu rivayetin zahirine göre sadık rüyalar Hz. Nebi'e yalnızlığın sevdirilmesinden önce gösterilmiştir. Hz. Nebi'e önce yalnızlığın sevdirilmesi, sonra da sadık rüyaların gösterilmesi ihtimali de vardır. Ancak ilk görüş daha kuwetlidir. ..........tehannüs kelimesinin ibadet etmek anlamına geldiğini söylemiştit ifadesi apaçık bir idracdir. Şayet bu ifade Aişe r.anha'nın sözünün bir devamı olsaydı rivayet ......kalet şeklinde devam ederdi. Rivayette Hz. Nebi'in ibadet şekli açıklanmamıştır. Ancak İbn İshak'ın Ubeyd İbn Umeyr'den naklettiği rivayette şöyle bir ifade geçmektedir: "Hz. Muhammed kendisine müracaat eden yoksulları doyururdu." Bazı alimler Hz. Nebi'in tefekkür ederek ibadet ettiğini söylemiştir. Muhtemelen Hz. Aişe bizzat yalnız kalmayı ibadet olarak isimlendirmiştir. Çünkü insanlardan, özellikle de batıl üzere olan insanlardan uzaklaşmak genelolarak ibadet kapsamına girmektedir. Nitekim Hz. İbrahim'in insanlardan uzaklaşması ibadet olarak görülmüştür. Bu durum onun "Ben Rabbimin emrettiği yere hicret edeceğim, "(Ankebut 26) sözüne yansımıştır. Bu durumun ibadet olup olmayacağı meselesi Uso.ı ilminin bir konusudur. Şöyle ki; Hz. Nebi kendisine vahiy gelmeden önce, ondan önce gönderilmiş bir Nebiin şeriatına göre ibadet ediyor muydu? Çoğunluk bu soruya "Hayır" yanıtını vermiştir. Çünkü Hz. Nebi birine tabi olsaydı, kendisine uyulması uzak bir ihtimalolurdu. Şayet Hz. Nebi bir Nebie uysaydı, onun tabi olduğu bu Nebiin ismi nakledilirdi. Yukarıdaki soruya "Evet" diyenler de olmuştur. İbn Hacib bu görüşü tercih etmiştir. Hz. Nebi'in kendisinden önce bir Nebie tabi olduğunu söyleyenler de bu Nebiin kim olduğu konusunda sekiz görüş ileri sürmüşlerdir. a) Hz. Adem. Bu görüşü İbn Berhan nakletmiştir. b) Hz. Nuh. Bu görüşü Amidi nakletmiştir. c) Hz. İbrahim. Bir grup alim bu görüşü benimsemiş ve "Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy!"(Nahl 123) ayetini görüşlerine delilolarak getirmiştir. d) Hz. Musa. e) Hz. İsa. f) Bütün Nebilerin şeriatlarından kendisine ulaşan bilgiler. Bu görüşü ileri sürenler "İşte o Nebiler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onlann yoluna uy, "(En'am 90) ayetini delilolarak getirmişlerdir. g) Bir isim vermeden kendisinden önceki Nebilere uyduğunu söyleyenlerin görüşü. Amidi bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüşler içinde üçüncü görüşün daha güçlü olduğu aşikardır. Çünkü Hz. Nebi'in, hac ve tavaf gibi birçok ibadette Arapların sürdürdükleri İbrahim şeriatına uyma konusunda gösterdiği hassasiyet rivayet edilmiştir. Hz. Nebi'in kendisinden önceki bir Nebie uyması meselesi, onun Nebiliğinden önce söz konusudur. Nebiliğinden sonraki durum hakkında ise el-En'am suresinin tefsirinde ayrıntılı açıklama yapılmıştır. ************ İbn Hacer burada sekiz görüş olduğunu ifade etti, ancak yedi görüş sıraladı. Asıl nüshaya müracaat ettiğimizde, durumun muhtasardaki gibi olduğunu fark ettik. Bunun iki nedeni olabilir. a- Fethu'l-Bari istinsah edilirken sekizinci madde atlanmış olabilir. b- İbn Hacer sekizinci maddeyi zikretmeyi unutmuş olabilir. ************ .........Feğattani ifadesi İbn İshak'ın "Siyer"inde ........feğattebeni şeklinde geçmektedir. Her iki kelime de aynı anlamı ifade etmektedir. Meleğin Hz. Nebi'i sıkmasının hikmeti şu şekilde izah edilir: a) Hz.Nebi'in başka bir şey ile meşgul olmasını engellemek. b) Kendisine vahyedilecek sözün ağırlığına dikkat çekmek üzere durumun cidiyetini ve ağırlığını göstermek. Melek, Hz. Nebi bu sıkmaya sabredince kendisine vahiy vermiştir. Vahiy verme işi her ne kadar Allah'ın ilmine göre gerçekleşecek olsa da, burada Hz. Nebi'e göre meselenin zflhir olması için bunun gösterilmesi kastedilmiş olabilir. c) Bir görüşe göre melek Hz. Nebi'i sınamak, onun kendi kafasından bir şey söyleyip söylemeyeceğini görmek için böyle yapmıştır. Hz. Nebi kendi kafasından bir şey söylemeyince, bu durum onun böyle bir şey yapamayacağına delalet etti. d) Bir görüşe göre de melek, Hz. Nebi'e zorlansa bile okumaya güç yetiremeyeceğini göstermek istemiştir. e) Bir diğer görüşe göre ise bundaki hikmet, tahayyül, vehim ve vesvesenin cismin sıfatı olmadığını gostermektir. Hz. Nebi'in cismi için bu özellikler gerçekleşince o, bunun Allah'ın bir işi olduğunu anladı. Görüştüğümüz bazı alimler, bunun Hz. Nebi'e özgü bir durum olduğunu, daha önceki Nebilerden hiçbirinin ilk vahiy esnasında böyle bir olayla karşılaştıklarının nakledilmediğini anlattılar. Meleğin üçüncü kez Hz. Nebi'i sıkmasından, bir konuyu pekiştirmek veya daha açık hale getirmek isteyen birinin üç kez tekrar yapabileceği sonucu çıkartılır. Kitabu'l-ilm'de de geçtiği gibi Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle yapardı. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ev halkından kendisini örtmelerini istemesi, içinde bulunduğu durumdan kaynaklanan korku sebebiyle olmuştur. Genellikle insanlar örtüye büründükleri zaman korkulan diner. Ubeyd İbn Umeyr'in mürsel rivayetinde hadisin "Sevin!" kısmı şu şekilde geçmektedir: "Hz. Hatice şöyle dedi: Sevin! Ey Amcamın oğlu! Sebat göster. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, senin bu milletin Nebii olmanı ümit ediyorum!" Ebu Meysera'nın mürsel rivayetinde hadisin "Musa'ya gelen" kısmı şu şekilde geçmektedir: Sevin! Ben şahitlik ederim ki sen, Meryem'in oğlunun müjdelediği Nebisin. Sen Musa'ya verilen vahyin bir benzerine sahipsin. Elbette sen gönderilmiş bir Nebisin. Kuşkusuz sana cihad etmen emredilecek." Varaka'nın Müslümanlığı konusunda nakledilen haberlerin en sarihi budur. Bu rivayeti İbn İshak nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ilk gelen [vahiy] uykuda gördüğü sadık rüya şeklinde idi. Sonra melek geldi ve şu ayetleri okudu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı yapışkan bir hücreden yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. "(Alak)
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Allah Reslılü'ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem ilk gelen [vahiy] uykuda gördüğü sadık rüya şeklinde idi. Melek geldi, sonra şu ayetleri okudu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı yapışkan bir hücreden yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. "(Alak)
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: "Sonra Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Hatice'ye döndü ve: "Beni örtün! Beni örtün!" dedi. Ravi daha sonra hadisin geri kalan kısmını anlattı
- Bāb: ...
- باب ...
İkrime'den rivayet edildiğine göre, İbn Abbas şöyle demiştir: Ebu Cehil; "Eğer Muhammed'i Ka'be'nin yanında namaz kılarken görürsem, ayağımı boynuna basarım," dedi. Onun bu sözleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ulaştı. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: Şayet o böyle bir şey yapsaydı, melekler onu yakalardı. Diğer tahric eden: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân Fethu'l-Bari Açıklaması: Belazurl'nin rivayetinde melekler şu şekilde tavsif edilmiştir: "Zebanllerden on iki melek indi. Bu meleklerin başları gökte, ayakları ise yerdeydi." Nesa!, Ebu Hazim kanalıyla Ebu Hureyre'den İbn Abbas'tan nakledilen rivayete benzer bir rivayet aktarmıştır. Bu rivayetin sonunda şu ziyade yer almaktadır: "Zebanlleri birden karşısında gören Ebu Cehil hemen gerisin geri döndü ve eliyle korunmaya çalıştı. Ona ne yaptığı sorulunca da şöyle cevap verdi: Onunla benim aramda ateş dolu bir hendek, korku saçan bir durum ve kanat/ar vardı. Bunun üzerine Hz. Nebi şöyle buyurmuştur: "Şayet o yaklaşsaydı, melekler onun organlarını teker teker kapardı." Ebu Cehil'e ağır karşılık verilmiştir. Namaz kılarken Hz. Nebi'in boynuna deve işkembesini atan Ukbe İbn Eb! Muayt'a bu kadar ağır karşılık verilmemiştir. Bu rivayet in açıklaması Tahare Bölümü'nde geçmişti. Hem Ebu Cehil, hem de Ukbe namaz kılarken Hz. Nebi'e eziyet etmişlerdir. Ancak Ebu Cehil tehdit savurup onun mübarek boynuna ayağı ile basmak istemiştir. Şayet bu isteklerini yerine getirebilseydi, onun anında cezalandırılması gerekirdi. Deve işkembesinin ise necaset durumu henüz kesinlik kazanmamıştı. Ebu Cehil, Hz. Nebi'in ona ve onunla aynı davranışları sergileyenlere yaptığı beddua ile cezalandırılmış, arkadaşları ile birikte Bedir Savaşı'nda öldürülmüştür
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ubey'e "Allah Teala sana لم يكن الذين كفروا lem yekunillezıne keferu (Beyyine) suresini okumamı emretti," demiş, Ubey de, "Rabbim adımı andı mı?" diye sormuştur. Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Selem: "Evet," demiş, bunun üzerine Ubey ağlamıştır. 2. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ubey'e ‘‘Allah Tea/a sana Kur'an okumamı emretti," dedi. Ubey; "Allah Teala sana benden ismimle mi bahsetti?" diye sordu. Allah Resulü; "Allah Tea/a bana senden ismen söz etti, " buyurdu. Bunun üzerine Ubey ağlamaya başladı. Fethu'l-Bari Açıklaması: Burada sadece Beyyine Suresi'nden bahsedilmesinin hikmeti bu surede yer alan "tertemiz sahife/eri okuyan"(Beyyine 2) ayetidir. Sadece Ubey İbn Ka'b'ın zikredilmesinin hikmeti ise onun sahabenin en iyi Kur'an okuyanı olduğuna işaret etmektir. Nebi s.a.v. menzilesinin yüksek olmasına rağmen Ubey'e Kur'an okuduysa, onun dışındakiler de bu konuda onun hükmüne tabi olurlar. (Yani Nebi s.a.v. kur’anı en iyi bilen olduğu halde Ubey r.a.’ın kur’an okumasında sakınca olmayınca diğer Sahabenin’de bu hükme tabi olması caizdir.) 3. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ubey'e "Allah Teala sana Kur'an okutmamı emretti," dedi. Ubey; "Allah Teala sana benden ismimle mi bahsetti?" diye sordu. Allah Resulü; "Evet," diye cevap verdi. Ubey; "Öyleyse alemlerin Rabbi katında anıldım" dedi. Hz. Nebi de "Evet" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ubey'in gözlerinden yaş boşaldı. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hadiste geçen "okutmamı" ifadesi j,sana benim okumamı öğreteceğim, sen nasılokursan oku, iki okuyuş birbiri ile çelişmez," anlamına gelir. Hz. Nebi'in Ubey'e Kur'an okumasının hikmeti "tertemiz sahife/eri okuyan bir elçidir, "(Beyyine 2) ayetinin gerçekleşmesi olarak gösterilmiştir. Bu rivayetin açıklaması Ubey İbn Ka'b'ın Menakıb'ı Bölümü'nde yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Bize Mâlik, Zeyd ibn Eslem'den; o da Ebû Salih es-Semmânî'den; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Rasûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Atlar şu üç kimseye âid olur: Bir kimse için ecirdir, bir kimse için ihtiyâcına bir perdedir, bir kimse üzerine de bir günâhtır. At kendisi için ecir ve sevâb olan kimseye gelince, o atını Allah yolunda (cihâd için) bağlamıştır, atın bağını da bol otlu geniş bir sahada veya çayırlıkta uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan veya çayırlıktan atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, sahibi için birer hasenedir, iyiliktir. Hele bir de atın ipi kopsa da şahlanarak bir veya iki yükseklik -yahut bir iki mil kadar- neşât ile koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sahibi için haseneler olur. Bir de hayvan bu arada bir nehre uğrayıp da ondan içerse -sahibi sulamak istememiş olsa bile- bu su da sahibi için haseneler, iyilikler olur. İşte cihâd için bağlanan bu gaza atı, sahibi için büyük bir ecirdir. kimse de atını halka muhtaç olmamak, iffetini korumak için bağlar da sonra bu kimse gerek hayvanların üzerindeki Allah hakkını, gerek arkalarına takatlerinden fazla yüklememeyi unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir perdedir. kimse de atını öğünmek için, gösteriş için ve müslümânlara düşmanlık için bağlarsa, bu hayvan da onun üzerine büyük bir vizrdir". merkeblerden soruldu da, O: "Onlar hakkında Allah bana her hükmü toplayıcı bir vecize olan şu âyetten başka birşey indirmedi:Her kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu görecek; kim de zerre ağırlığınca bir şerr yapıyor idiyse onu görecek(Âyet: 7-8)". de zerre ağırlığınca şerr yapıyor idiyse onu görecek” (Âyet:)
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e eşekler hakkında sorulmuş, o da şöyle buyurmuştur: Onlar hakkında Allah Teala bana kapsamiz ve eşsiz olan şu ayetten başka birşey indirmedi: "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. "(Zilzal 7-8) AÇiKLAMA : Ebu Ubeyde ........bi enne Rabbeke evha leha ayeti hakkında şöyle demiştir: "Accac bu ayeti şu 'şekilde açıkladı: Allah Teala yeryüzüne durmasını vahyetti, o da durdu." Buhari burada Ebu Hureyre'den nakledilen hadisi verdi. Bu rivayetin açıklaması "Kitabu'l-cihad"da yapılmıştı
- Bāb: ...
- باب ...
Enes İbn Malik r.a.'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem semaya yükseltildiği zaman [gördüklerini anlatırken] şöyle buyurmuştur: "Bir ırmağın kenarına geldim. ırmağın iki yakası, içi boşaltılmış inci kubbelerden meydana gelmişti. - 'Bu nedir Ey Cebrail?' diye sordum. O da; - 'Bu kevserdir,' diye cevap verdi." Diğer tahric eden: Tirmizî, Tefsir-ül Kur’ân
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Ubeyde'nin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Hz. Aişe'ye ............inna a'taynake'l-kevser ayetini sordum. O da şöyle cevap verdi. Kevser Sizin Nebiinize verilen bir ırmaktır. Bu ırmağın iki yakası, içi boşaltılmış incilerden meydana gelmiştir, kapları ise yıldızların sayısı kadardır
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'ın Kevser hakkında şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kevser, Allah'ın Hz. Nebi'e verdiği hayırdır. Ebu Bişr de şöyle demiştir: Said İbn Cübeyr'e "İnsanlar, Kevser'in Cennette bir ırmak olduğunu iddia ediyorlar," dedim. Bunun üzerine Said şöyle dedi: Cennetteki ırmak da Allah'ın Hz. Nebi'e verdiği hayrın bir parçasıdır." Hadisin geçtiği diğer yer: 6578 Fethu'l-Bari Açıklaması: ......Kevser ........fev'al vezninde ......kesra kökünden türemiş bir kelimedir. Suyunun ve kaplarının çok, değerinin yüce ve hayrının bololmasından dolayı ırmağa bu ad verilmiştir. Hz. Nebi'e kin tutup düşmanlık eden şahsın kim olduğu konusunda rivayet alimleri ihtilaf etmişlerdir. Bir görüşe göre bu kimse, el-Ası İbn Vail; bir başka görüşe göre Ebu Cehil; bir diğer görüşe göre ise Ukbe İbn Ebı Muayt'tır. İmam Buharı bu surenin tefsirinde üç hadise yer verdi. Enes'ten nakledilen ilk hadisin açıklaması İsra olayı analtılırken "Evailu mebas" başlığı altında yapılmıştı. Kitabu'r-rikak'ın sonunda da ayrıntılı olarak bunun açıklaması yapılacaktır. İmam Müslim'in "Sahıh"inde Muhtar İbn Fülfül kanalıyla Enes'ten gelen rivayet şu şekildedir: Biz Hz. Nebi'in yanında idik. Allah Resıı1ü sallallahu a1eyhi ve sellem hafif uykuya daldı. Sonra tebessüm ederek başını kaldırdı. Biz: "Ey Allah'ın elçisi! Neden güldünüz?" diye sorduk. Bunun üzerine "Bana bir sure indirildi" dedi ve şu şekilde sureyi okudu: ..........Bismillahirrahmanirrahim inna a'taynake'l-kevser fesalli lirabbike venhar'inne şanieke huve'l-ebter. Sonra "Kevser nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Biz de "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ° Rabbimin bana vaad ettiği, çok hayırlı bir ırmaktır. O, kıyamet günü ümmetimin su içmek için varacakları bir havuzdur." Saıd İbn Cübeyr'in sözünün özeti şu şekildedir: İbn Abbas'ın kevseri "bol hayır" olarak açıklaması, kevseri "Cennetteki bir ırmak olarak" açıklayanların görüşü ile çelişmez. Çünkü bu ırmak, bol hayrın bir parçasıdır. Muhtemelen Saıd İbn Cübeyr, İbn Abbas'ın yorumunun, kapsayıcı olması hasebiyle daha tercih e şayan olduğunu ima etmiştir. Ancak Kevser lafzı bizzat Hz. Nebi tarafından "ırmak" ile tahsis edilmiştir. Bunu bırakıp başka görüşe itibar erek doğru olmaz
- Bāb: ...
- باب ...
Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ...........iza cae nasrullahi ve'l-feth suresi indikten sonra kıldığı bütün namazıarda ............subhaneke Rabbena vebihamdike Allahumme'ğfir II duasını okurdu. 2. BAB
- Bāb: ...
- باب ...
(Aişe r.anha'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem rükul ve secdelerinde ...........subhaneke Rabbena vebihamdike Allahummelğfir II duasını çok okurdu. Böylece Kurlanlı yorumladı. Fethu'l-Bari Açıklaması: Nesaı, İbn Abbas'tan bu surenin en son inen sure olduğuna dair bir görüş nakletmiştir. Daha önce de Tevbe Suresiinin tefsirinde bu surenin en son inen sure olduğu ifade edilmişti. Bu iki görüş şu şekilde uzlaştırılır: Nasr suresi tam olarak inen en son suredir. Tevbe Suresi ise böyle değildir. Bu surenin ne bakımdan en son inen sure olduğu daha önce anlatılmıştı. Nasr Suresi'nin Hz. Nebi'in Veda Haccı esansında Kurban Bayramı'nda Minaıda bulunduğu bir sırada nazil olduğu söylenmiştir. Allah Reslilü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan sonra 81 gün yaşamıştır. Bu izah, Hz. Nebi'in vefat tarihi konusundaki farklı rivayetıere binaen biraz önce anlatılanlara aykırı düşmez. İmam Buharı burada Hz. Nebi'in tesbih, tahmid, istiğfar vs. dualara rüku' ve secdelerinde düzenli olarak devam ettiği konusunda Hz. Aişe'den nakledilen hadisi verdi. Bu hadisi iki senet ile zikretti. Bunlardan ilki, Hz. Nebi'in bu sure indikten sonra bu dualara düzenli olarak devam ettiğini açıkça göstermektedir. İkincisinde ise Kur'an'ı yorumladığı ifade edilmektedir. Bunun açıklaması "Sıfatu's-salat" bölümünde geçmişti. Hz. Nebi'in Kur'an'ı açıklaması şu anlama gelir: Hz. Nebi kendisine emredilen tesbih, tahmid ve istiğfarı en değerli vakitlerde, en değerli hallerde yapıyordu. İbn Merdliye başka bir senet ile Mesrlik kanalıyla Hz. Aişe'den bu rivayeti nakletmiştir. Söz konusu rivayetin sonunda şöyle bir ziyade vardır: Ümmetimde bir alamet vardı. Allah Teala, onu gördüğüm zaman ;:)1 )tj i p.:•b ........subhanallahi ve bihamdihı ve esteğfirullahe ve ett1bu ileyh duasını çokça yapmamı emretti. Allah'ın yardımının, fethin; Mekke'nin Fethi'nin geldiğini ve insanların grup grup Allah'ın dinine girdiklerini gördüm." İbn Kayyim "el-Hedy" adlı eserinde şöyle demiştir: Öyle anlaşılıyor ki, Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu ayette geçen .............ve's-teğfirhu ifadesinden Çıkarmıştır. Çünkü Allah Teala bağışlanma talebini işlerin en sonunda zikretmiştir. Bundan dolayı Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazda selam verir vermez üç defa "..............estağfirullah" derdi. Tuvaletten çıkınca da "d;ıyll./gufranek" diye dua ederdi. Haccın menasiki tamamlanınca da estağfirullah demek bağışlanma talep etmek emredilmiştir: .........Sonra, insanların sel gibi aletığı yerden siz de akın edin ve Allah'tan af dileyin! (Bakara 199) Kanaatime göre bu çıkarım surenin sonunda bulunan ......innehu kane tewaba ifadesinden de yapılabilir. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem abdestini tamamlayınca şöyle dua ederdi: ".........Allahumme ic'alnı mine't-tewabın (Ey Allah'ım! Beni tevbe edenlerden kı)
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre, Ömer radiyallahu anh ashab'a .........iza cae nasrullahi ve'l-feth ayetinin anlamını sordu. Onlar da "Burada şehirlerin ve sarayların fethi kastedilmiştir" diye cevap verdiler. Hz. Ömer, İbn Abbas'a; "Ey İbn Abbas! Sen ne dersin?" diye sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: "Bu, Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ecelini haber vermektedir veya bu, Muhammed'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölümünü kendisine bildirmek için verilmiş bir örnektir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Ömer beni, Bedir Savaşı'na katılan ve yaşlanmış olan insanların meclisine alırdı. İçlerinden biri bundan dolayı rahatsız olmuş olacak ki; "Bunu neden bizim yanımıza getiriyorsun? Bizim onun gibi çocuklarımız var!" demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer ise "O, sizin bildiğiniz kimsedir," demişti. Bir gün onu davet edip yine onların meclisine aldı. [Olayın bundan sonraki kısmını İbn Abbas şöyle anlatmıştır:] O gün beni onlara göstermek için çağırdığını anladım. Hz. Ömer onlara; "Allah Teala'nın ..........iza cae nasrullahi ve'l-feth' suresinin anlamını sordu. Bazıları 'T3u surede yardıma mazhar olup fetih bize nasip olunca Allah'a hamd etmemiz ve ondan bağışlanma dilememiz bize emrediidi," dedi. Bazıları ise sustu ve hiçbir şey söylemedi. Sonra Hz. Ömer bana; "Ey İbn Abbas! Sen de mi böyle düşünüyorsun?" diye sordu. Ben de "Hayır," dedim. Hz. Ömer: "Peki sen ne düşünüyorsun?" diye sorunca şöyle cevap verdim: Burada Hz. Nebi'in vefatı anlatılmıştır. Allah Teala bunu Nebiine bildirmiştir. Şöyle ki; "Allah'ın yardım ve zaferi" -ki bu senin vefatının alametidir- "Rabbine hamd ile tesbih et ve O'ndan af dile. Çünkü O tevvabdır, tövbeleri çok kabul eder," buyurmuştur. Hz. Ömer de "Ben de bu surenin anlamını sadece söylediğin gibi biliyorum," demiştir. Fethu'l-Bari Açıklaması: Hz. Ömer, insanları dinlemek için oturduğu zaman adeti gereği geçmişteki derecelerine göre insanların yanına gelmesini sağladı. Bazen de Medıneli olmayanları eksiklerini telafi eden bir meziyetlerinden dolayı onlarla birlikte dinlerdi. Bu rivayette, İbn Abbas'ın fazileti ile Hz. Nebi'in ona te'vlli öğretmesi ve onu dinde fakıh kılması için yaptığı duanın Allah tarafından kabul edildiği açıkça görülmektedir. Nitekim bu, "Kitabu'l-ilm"de geçmişti. Bu örnekte olduğu gibi övünme ve hava atma için değil de Allah'ın kendisine verdiği nimeti göstermek, kendi değerini bilmeyenlere değerini öğretip onların buna göre muamele etmesini sağlamak ve daha başka iyi gayeler için kişi kendisinden bahsedebilir
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Önce en yakın akrabalarını (onlardan samimiyet sahibi olanları) uyar, "(Şuara 214) ayeti inince Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem gitti ve Safa tepesine çıktı. İnsanlara "Yetişin!" diye bağırdı. İnsanlar; "Bu da kim?" dediler ve onun etrafında toplandılar. Hz. Nebi; "Şu dağın ardından süvarilerin çıkacağını size söylesem, beni tasdik eder misiniz? Bu konuda ne dersiniz?" diye sordu. Toplanan insanlar; "Senin bize yalan söylediğine tanık olmadık" dediler. Bunun üzerine Hz. Nebi; "Öyleyse bilin ki, ben, şiddetli bir azab öncesinde size gönderilmiş bir uyarıcıyım!" dedi. Hemen Ebu Leheb "Yazıklar olsun sana! Bizi sadece bunun için mi çağırdın?" dedi ve kalkıp gitti. İşte bunun üzerine .........tebbet yeda Ebi Leheb ve teb (Tebbet 1) ayeti indi. Ebu Leheb'in iki eli gerçekten kurumuştu. Fethu'l-Bari Açıklaması: Ebu Leheb / Alev babası, Abdulmuttalib'in oğludur. Asıl adı Abduluzza'dır. Annesinin isimi ise Huzaıyye'dir. Ebu Leheb künyesini ya "Leheb" adlı oğlundan, ya da yanaklarının aşırı kırmızı olmasından dolayı almıştır. Onun bu künyesi en sonunda alevalev yükselen ateşe gireceği gerçeği ile uyum içinde olmuştur. Bundan, künyesi ile daha çok tanınmasından ve isminin bir puta izafe edilmesinden dolayı Kur'an'da kendisinden ismiyle değil, künyesi ile söz edilmiştir. Burada her halükarda müşrik birine künye verilmesinin caiz olduğunu söyleyenler için bir delil yoktur. Şayet bir saygıyı gerektirmediği veya ihtiyaç olduğu sürece müşrik birine künye verilebilir. Vakıdi şöyle demiştir: "Ebu Leheb, Hz. Nebi'e en fazla düşmanlık yapan kimselerden biriydi." Ebu Leheb Bedir Savaşı'ndan sonra ölmüştür. Kendisi bu savaşa katılmamış, yerine adam göndermişti. Bu savaşta Kureyş'in başına gelenler kendisine anlatılınca üzüntüden ölmüştür
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Batha'ya gitti, sonra dağa çıkıp "Yetişin!" diye bağırdı. Kureyşliler onun etrafında toplandı. Sonra Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Sabah vakti veya akşam vakti düşman size saldıracak desem, bana inanır mısınız?" diye sordu. Etrafındakiler: "Elbette" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Öyleyse bilin ki, ben, şiddetli bir azab öncesinde size gönderilmiş bir uyancıyım!" dedi. Hemen Ebu Leheb "Bunun için mi bizi topladın! Yazıklar olsun sana!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Teala Tebbet Suresi'nin tamamını indirdi. İmam Buhari bu başlık altında, bir önceki başlık altında zikrettiği hadisi bir başka senede nakletti
- Bāb: ...
- باب ...
İbn Abbas r.a.'dan rivayet edildiğine göre, Ebu Leheb Hz. Nebi'e "Yazıklar olsun! Bizi bunun için mi topladın!" dedi. Bunun üzerine Tebbet Suresi'nin tamamı indi
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den rivayet edildiğine göre, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah Teala'nın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "İnsanoğlu beni yalanladı. Halbuki onun buna hakkı yoktu. İnsanoğlu bana haraket etti. Halbuki onun buna hakkı yoktu. İnsanın beni yalanlaması 'Allah beni yarattığı gibi diri/temez!' sözüyle olmuştur. Oysa ilk yaratma onu yeniden yaratmaktan daha basit değildir. İnsanın bana hakaret etmesi ise 'Allah çocuk edindi,' sözüyle gerçekleşmiştir. Halbuki Ben, tek ve samedim. Ne doğdum, ne de çocuğum oldu. Benim hiçbir dengim yoktur." Fethu'l-Bari Açıklaması: Bu surenin sebeb-i nüzulu olarak Ebu'l-Aliye kanalıyla Ubey İbn Kab'dan şu rivayet aktarılmıştır: Müşrikler Hz. Nebi'e "Bize Rabbinin nesebini söyle!" dediler. Bunun üzerine bu sure nazil oldu. Bu rivayeti Tirmizı ve Taberi' nakletmiştir. Bu rivayetin sonunda Ubey şöyle demiştir: "O doğurmamış ve doğmamıştır.(İhlas 3) Çünkü doğan herkes ölür, ölen herkese de varis olurlar. Rabbimiz ne ölür, ne birisi ona varis olur, ne de onun bir dengi vardır. O'nun bir benzeri ve misli yoktur." Rivayetin bu kısmını Tirmizı nakletmiştir
- Bāb: ...
- باب ...
Ebu Hureyre r.a.'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah Teala'nın şöyle buyurduğunu bildirdi: "İnsanoğlu beni yalanladı. Halbuki onun buna hakkı yoktu. İnsanoğlu bana haraket etti. Halbuki onun buna hakkı yoktu. İnsanın beni yalanlaması kendisini yarattığım gibi diriltemeyeceğimi söylemesiyle olmuştur. İnsanın bana hakaret etmesi ise 'Allah çocuk edindi, sözüyle gerçekleşmiştir. Halbuki Ben, tek ve samedim. Ne doğdum, ne de çocuğum oldu. Benim hiçbir dengim yoktur." Fethu'l-Bari Açıklaması: Allah Teala, Zatından dolayı vacibu'l-vücuddur, kadimdir, eşyalar varlık alemine gelmeden önce mevcuttu. Her doğan sonradan yaratılmıştır. İşte bütün bunlardan dolayı doğum, Allah için asla söz konusu olamaz. Allah Teala'nın yarattıkları içinde bir benzeri ve yakını yoktur. Dolayısıyla O'nun kendi cinsinden nesiini oluşturacağı bir eşi de yoktur. Öyleyse çocuk sahibi olması da söz konusu olamaz. Bu durum şu ayette ne güzel anlatılmıştır: "O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir!"(En'am)
- Bāb: ...
- باب ...
Zirr İbn Hubeyş'in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Ubey İbn Ka'b'a Muawizeteyn'i sordum. O da şöyle cevap verdi: "Ben de bunu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sormuştum. Allah ResLılü Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Bu sure Cebrafl'in diliyle bana okundu" şeklinde cevap vermişti. Ben de şöyle dedim: Bundan böyle Allah Rest1lü'nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem söylediği gibi okuruz. Fethu'l-Bari Açıklaması: jNekab, gasıkın her şeyi kaplayıp havanın kararması anlamına gelir. Bu yorum Fena'ya aittir. Merru bir hadiste gasık kelimesi "Ay" olarak açıklanmıştır. Tirmizı ve Hakim, Ebu Seleme kanalıyla Hz. Aişe'den şöyle nakletmişlerdir: Hz. Nebi aya baktı ve "Ey Aişe! Bunun şerrinden Allah'a sığın! Bu, her şeyi kaplayan gasıktır," buyurdu. NAS SURESİ:
- Bāb: ...
- باب ...
Zirr'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ubey İbn Ka'b'a: "Ey Ebu'lMünzir! Kardeşin İbn Mes'ud şöyle şöyle diyor. [Ne dersin?] diye sordum. Ubey şöyle cevap verdi: Ben de bunu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sordum. O da şöyle cevap verdi: Bana böyle okundu. Ben de şöyle dedim: Bundan böyle Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in söylediği gibi okuruz. Fethu'l-Bari Açıklaması: İbn Mes'ud'un söyledikleri "şöyle şöyle" şeklinde aktarılmışıtr. Öyle anlaşılıyor ki, ravilerden biri, bu sözleri söylemeyi hoş karşılamadığı için İbn Mes'ud'un söylediklerini mübhem olarak aktarmıştır. Ahmed İbn Hanbel ile İbn Hıbban, Hammad İbn Seleme kanalıyla Asım'dan bu rivayeti şu lafızIa nakletmiştir: Abdullah İbn Mes'ud Muawizeteyn'i Mushafına yazmazdı. Bezzar şöyle demiştir: "Bu konuda hiçbir sahabi İbn Mes'ud'a uymamıştır. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu iki sureyi Kur'an'da okuduğu sahıh olarak nakledilmiştir." Bu, Ukbe İbn Amir kanalıyla Müslim'in "Sahıh"inde yer almaktadır. Bu rivayeti İbn Hıbban başka bir senedle Ukbe İbn Amir'den şu ziyade ile nakletmiştir: "Her namazda bu iki sureyi okuyabiliyorsan bunu yap!" Ahmed İbn Hanbel, Ebu'l-Ala İbn Şıhhir kanalıyla sahabeden birinden şöyle nakletmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Selem Muawizeteyn'i o sahabiye okutmuş, sonra ona şöyle demiştir: "Namaz kılarken bu ikisini oku!" Bu rivayetin senedi sahihtir. Said İbn Mansur'un Muaz İbn Cebel'den naklettiği rivayete göre Hz. Nebi sabah namazını kıldırmış ve bu namazda Muawizeteyn'i okumuştur. İmam Nevevi "Şerhu'I-Mühezzeb" adlı eserinde şöyle demiştir: Müslümanlar Fatiha ve Muawizeteyn'in Kur'an'ın bir bölümü olduğu konusunda icma' etmişlerdir. Kim bunu inkar ederse, kafir olur. İbn Mes'ud'dan nakledilen görüş ise batıldır, doğru değildir. Ayrıca bu görüşe karşı dikkatli olunmalıdır. Nevevi'den daha önce Ebu Muhammed İbn Hazm da "el-Muhalla" adlı eserinde buna benzer şeyler söylemiştir: "İbn Mes'ud'dan Muawizeteyn'in Kur'an'dan olmadığına dair nakledilen rivayetler batııdır, asılsızdır." Fahruddin Razi de tefsirinin başlarında buna benzer ifadeler kullanmıştır: "Zanna galib gelen düşünceye göre İbn Mes'ud'dan nakledilen bu görüş, iftira ve batııdır. Sağlam bir senedi olmadan sahıh rivayetleri eleştirmek kabul edilemez. Ancak sahıh rivayetler te'viIe açık olabilir